| Yerçekimi mi Ağırlık mı?..    Nedir 
                  ağırlık? Ağırlıksızlık? Bir yapay uydu içinde dolaşan, deney 
                  yapan, su içen astronotların ağırlıkları var mı, yok mu? Dünya 
                  onları çekiyor mu, çekmiyor mu? Daha genel olarak, kütle, 
                  yerçekimi, ağırlık ve bunların ilişkileri hakkında bilgimiz 
                  yeterli mi? Yoksa, çoğumuzun yaptığı gibi, birini ötekiyle, 
                  diğerini başkalarıyla karıştırıp, kendimiz de işin içinden 
                  çıkamıyor muyuz? Eğer bu sorulara kendinizi inandırabilecek 
                  açıklamalarınız yoksa yalnız değilsiniz. BÜTÜN yaşamımız Dünya üzerinde. O'na yerçekimi ile o kadar 
                  bağıl ve bağımlıyız ki, ağırlıksız olmayı bazen gerçek dışı, 
                  bazen heyecan verici, hatta korkutucu bir durum gibi 
                  algılamaktan kendimizi alamayız. Lunaparklarda rağbet gören 
                  oyunlar, insana kendini boşluktaymış gibi hissettirir. 
                  Tramplenden suya atlarken, arabayla bir tümseği hızla aşarken 
                  içimizde bir şeylerin eksildiğini, yok olduğunu duyar, 
                  ürpeririz. Bindiğimiz asansörün halatı kopsa ne hissedeceğimiz 
                  hakkında iyi kötü bir fikrimiz vardır.  İnsanoğlu, mekanik denilen hareket bilimini ve onun 
                  sıcaklığa uzantısı olan termodinamiği ancak son zamanlarda 
                  geliştirip, anlamaya başladı. Hâlâ çoğumuz, kütleyi ağırlıkla, 
                  kuvveti güçle, gücü enerjiyle, ısıyı sıcaklıkla karıştırır 
                  dururuz. Ağırlıksızlık uzayı çağrıştırdığı, uzay da atmosferin 
                  ötesinde olduğu için, atmosferin dışına çıkar çıkmaz 
                  ağırlığımızın yok olacağını düşünürüz. Bütün bu karışıklık ve 
                  yanlış anlamaların altında, bazı temel kavramlar ve bunların 
                  birbirleri ile ilişkilerini doğru ve sindirerek bilmememiz 
                  yatıyor. Gelin, önce bu temel kavramları gözden geçirelim.  Önce Kütleyi Tanıyalım
 Terazide bir şey tartarken kullanılan, "bir kilo" denilen 
                  demir parçası bazen başka işlere de yarar: Çivi çakmak, ceviz 
                  kırmak gibi. İster tartmada ister öteki işlerde olsun 
                  faydalanılan şey, o demir parçasının sanki adı gibi değişmez 
                  bir özelliğidir: Kütlesi. Zaten "Bir kilo" diye anılmasının 
                  nedeni, kütlesinin 1 kilogram yani 1000 gram olması (1 kg=1000 
                  g). Dünya üzerinde nerede, hatta hangi uydu veya gezegende 
                  bulunursak bulunalım, neyin etrafında dönüyor, ne kadar hızlı 
                  veya yavaş gidiyor olursak olalım, yanımızda taşıdığımız "bir 
                  kilo"nun kütlesi daima 1 kg olarak kalacak ve çivi çakmak gibi 
                  kinetik enerjisinin kullanıldığı işlerde daima aynı derecede 
                  işimize yarayacaktır. Kütle, bir maddenin değişmez kimliğidir. Maddenin korunumu 
                  kütlenin değişmemesi ile eşdeğerdir. (Bu arada, bizim de bir 
                  madde olarak kütlemizin değişmemesi, örneğin 72 kg değerini 
                  koruması beklenir. Ancak canlıların, canlı kalabilmek için 
                  gerekli olan çevreyle besin ve atık alışverişi yüzünden 
                  kütleleri değişir. Büyüme, zayıflama, "kilo" alma vb, bu 
                  değişmelere verdiğimiz isimlerdir.) Her maddenin, küçük veya 
                  büyük olsun, kendine özel bir kütlesi vardır. Bu yüzden madde 
                  yerine kütle de diyebiliriz. Kütleyi tanıdıktan sonra, onunla en çok karıştırılan 
                  ağırlık kavramına geçmemiz beklenirdi. Her ne kadar ağırlık 
                  yerçekimi olmadan da tanımlanabilecek bir olgu ise de, hemen 
                  her zaman yerçekimi ile ilişkili olarak algılandığı için, önce 
                  şu yerçekimi, daha genel adıyla kütlesel çekim üzerinde durmak 
                  yerinde olur.  Nedir Kütlesel Çekim?
 Maddeler (kütleler) birbirini çeker. Yani bir madde bir 
                  başkasına, onu kendisine doğru gelmeye zorlayan bir kuvvet 
                  uygular; bunu aralarında yay, ip, hava gibi hiçbir bağlayıcı 
                  ortama gerek olmadan yapar. Öteki madde de aynı şekilde 
                  birincisini, onu kendine doğru gitmeye zorlayıcı, aynı 
                  büyüklükte (tabii ki ters yönde) bir kuvvetle çeker. Örneğin, 
                  Dünya bir tenis topunu aşağı doğru bir kuvvetle çekerken, 
                  tenis topu da Dünya'yı yukarı doğru aynı büyüklükte bir 
                  kuvvetle çeker. Bu birbirine denk çekme kuvveti, iki maddenin 
                  de kütleleri ile doğru orantılıdır. Yine bu kuvvet iki 
                  kütlenin sanki birbirlerini "gördükleri" sanal büyüklükle de 
                  orantılıdır. Örneğin, 1 m uzaktaki tenis topu 2 m uzağa 
                  gidince sanki eskisinin dörtte biri kadarmış gibi gözükür. 100 
                  m uzakta, yani onbinde bir küçüklükte ise topu görmekte güçlük 
                  çekeriz. Çekim kuvveti de o oranda, yani uzaklığın karesi ile 
                  ters orantılı olarak değişir. Yani 1 m uzaktaki tenis topunu, 
                  kütlemizden dolayı çektiğimiz kuvvet, 100 m uzakta onbinde 
                  bire düşer. Fakat bizimle top arasındaki bu kuvvet çok yakında 
                  bile o kadar küçüktür ki, top hiç de bize doğru yaklaşmaya 
                  tenezzül etmez, sanki. Ancak, kütlelerden hiç değilse biri çok 
                  büyükse çekim kuvveti önemli bir büyüklüğe ulaşır. Örneğin, 
                  bizim yerimize Dünya'yı alırsak, onun çekim kuvveti (yani topa 
                  etki eden yerçekimi) bizimkinden o kadar büyüktür ki, 
                  elimizden bıraktığımız top bize yaklaşmaktansa Dünya'ya 
                  yaklaşmayı (düşmeyi) tercih eder.  Çekim kuvvetini belirleyen uzaklık, iki cismin kütle 
                  merkezleri arasındaki uzaklıktır. Dünya ve üzerindeki topu 
                  alırsak bu uzaklık Dünya'nın ortalama yarıçapından çok az 
                  farklıdır (6371 km). Onun için, deniz seviyesinde veya 
                  yükseklerde, ekvatorda veya kutuplarda olmak pek fazla 
                  değiştirmez Dünya'nın bize uyguladığı çekim kuvvetini. 
                  Yaklaşık olarak 1 kg kütleye bu ortalama uzaklıkta 9,83 N 
                  (Newton) etki eder. Benim kütleme göre İstanbul'da, örneğin 
                  700 N kuvvetle çekiliyorsam, Antarktika kıyılarında ancak 5 N 
                  daha fazla, Everest zirvesinde 2 N daha az bir çekim kuvvetine 
                  maruz kalacaktım. Peki daha uzaklarda? Yer'den 240 km yüksekte 
                  (herhangi bir uydu uzaklığında) 650 N, 36 000 km de (yer 
                  istasyonu uzaklığında) 22 N, Ay uzaklığında 0,19 N; yani 
                  uzaklığın karesiyle azalan bir kuvvet, ama yine de sıfır 
                  değil. Dünya yerine başka büyük kütleleri alırsak, örneğin Ay 
                  yüzeyinde 115 N, yani Dünya'dakinin 1/6'sı, Merih'te (Mars) 
                  0,4, Müşteri'de (Jüpiter) 2,7, Güneş'te 28 katı. Tipik bir 
                  nötron yıldızı üzerinde ise, Dünya'dakinin 1012 katı kuvvetle 
                  çekiliyor olacaktım; çünkü Güneş kadar büyük bir kütleye, 
                  nötron yıldızının ancak birkaç kilometre olan yarıçapı kadar 
                  yaklaşmış bulunacaktım. Yalnız, yaklaşırken başımla ayaklarım 
                  arasındaki çekim kuvveti farkı o kadar büyüyecek ki, daha 
                  yıldıza erişmeden çok önce, pişmaniye haline gelmiş olacaktım. Bereket versin, Dünya'dan pek fazla ayrılmadıkça bu büyük 
                  kütlelerin çekimi ihmal edilecek kadar az. Örneğin, Ay beni 
                  şimdi ancak 0,0023 N, Güneş ise 0,41 N kadar çekebiliyor. Yine 
                  de bu küçük kuvvetler gel-git olaylarının başlıca nedeni. Dikkat ederseniz, yerçekiminden söz ederken ağırlığa hiç 
                  başvurmadık. Çekim kuvveti ile statik ağırlık arasında önemli 
                  ve nazik bir ilişki var; ileride göreceğiz. Ağırlığa geçmeden 
                  önce son bir söz: Kütlesel çekim kuvveti de, cisimler 
                  arasındaki uzaklık aynı kaldığı sürece değişmeyen bir 
                  büyüklük. Yani 240 km yüksekte bulunduğum sürece, bana etki 
                  eden yerçekimi kuvveti daima 650 N olarak kalacaktı; ister 
                  orada duruyor olayım, ister dairesel bir yörüngede hareket 
                  ediyor olayım, hep 650 N ile çekiliyor olacaktım.  Ve Ağırlık...
 Ağırlık ve kütle, çoğu zaman birbiri ile karıştırılan veya 
                  alışkanlıkla birbiri yerine kullanılan iki farklı kavram. 
                  Ağırlık aslında kuvvet birimi ile ölçülür. Pratikte, terazi 
                  denilen bir karşılaştırma aracı ile "tartma" sonucu elde 
                  edilen bir büyüklük olarak bilinirse de, bu yanlış. Aslında 
                  basit, eşit kollu terazide iki kefeye konan kütleler 
                  karşılaştırılır. Eğer kol yatay durumda dengede durabiliyorsa 
                  etki eden ağırlık kuvvetleri dengededir. Bunun için de 
                  kütlelerin eşit olması gerekir. O halde "bir kilo" ile dengede 
                  olan patatesin kütlesi de 1 kg'dır. Ya ağırlığı? Bu tür 
                  teraziyle ağırlık tayin edilemez. Kütle ile ağırlık arasındaki 
                  ilk karışıklık ta bundan doğar. Tartma sonucunu "patatesin 
                  ağırlığı bir kilo" diyerek açıklarız. Halbuki "patatesin 
                  ağırlığı bir kilonun ağırlığına eşit" dememiz gerekirdi ki, 
                  ikisini de henüz bilmiyoruz. Bu yanlışlık günlük 
                  alışverişimize, banyo terazimize kadar girmiştir. Yakın bir 
                  geçmişe kadar kütle ve onun ağırlığı aynı skalada gösterilmeye 
                  çalışılmış, yine de, birine kg-kütle ötekine kg-kuvvet gibi 
                  isimler bile verilse, mekanik öğrenenlerin kâbusu olmaktan 
                  kurtulamamıştır. Hâlâ hiç kimse (fizikçiler dahil) size 
                  ağırlığından söz ederken "700 Newton çekiyorum" demez; "72 
                  kiloyum" der. "Nedir bu 72 kilo?" sorusuna hiç kimseden 
                  "Kütlem" cevabını alamazsınız, isterseniz deneyin. Bu yanlışlıklar yalnızca dilimizde kaldığı, anlayışımızı 
                  etkilemediği sürece zarar yok. Zaten, Dünya üzerinden fazla 
                  ayrılmadıkça ağırlık da pek değişmiyor; ha kütle ha ağırlık. 
                  Fakat konu ağırlıksız olmaya dayanınca daha dikkatli olmak 
                  gerek. Çünkü ağırlıksız olunduğu söylenilen durum ve şartlarda 
                  artık neyin kütle, neyin çekim kuvveti veya ağırlık olduğunu 
                  açık seçik bilmekten başka çare yok.  Kütlenin hiç değişmediğini, çekim kuvvetinin ise, kütleler 
                  arası uzaklık aynı kaldığı sürece değişmediğini gördük. 
                  Ayrıca, uzaklık arttıkça çekim kuvvetinin hızla küçüldüğünü, 
                  fakat asla sıfır olmadığını da biliyoruz. Deneyimlere 
                  dayanarak bildiğimiz başka şeyler de var. "Ağırlıksız" denilen 
                  şartlarda, örneğin bir yapay uydu kapsülünde (veya halatı 
                  kopmuş asansör kabininde) hiçbir yere dayanmadan, dokunmadan 
                  kapsüle göre durumumuzu koruyabiliyoruz; kullandığımız aleti 
                  elimizden bırakınca sanki bıraktığımız yerde boşlukta kalıyor.
                   Dikkatle 
                  düşünürsek "ağırlıksız" olmak, etkisinden hiçbir şekilde 
                  kurtulamayacağımızı bildiğimiz yerçekimi kuvveti hariç, başka 
                  hiçbir kuvvete maruz olmamak gibi bir durum. Yani sadece ve 
                  sadece, kütlesel çekim kuvvetinin altında isek, ister duruyor 
                  'herhangi bir anda) ister hareket ediyor olalım, ağırlığımız 
                  olmayacak. Örneğin tramplenden havuza atlarken, ayaklarımız 
                  trampleni terkettiği andan suya ilk dokunduğumuz ana kadar, 
                  (hava ile sürtünmeyi ihmal edersek) hiçbir yerden destek 
                  almadan sadece yerçekimi altındayızdır. Önce yükselir, bir 
                  noktada bir an durur, sonra aşağı doğru gittikçe hızlanarak 
                  düşeriz. Bu sırada bir ağırlığımız olduğunu bize hissettirecek 
                  başka hiçbir kuvvet yoktur. Halbuki, ayakta dururken (veya 
                  otururken) her bir parçamız, yerçekiminden dolayı düşmesini 
                  önleyecek belli bir kuvvetle yukarı itilerek dengelenir. Bu 
                  kuvvetleri ise biz toptan ağırlığımız olarak algılarız: En çok 
                  ayaklarımızla, en az başımızla (tepe üstü durduğumuz zaman da 
                  tersine en çok başımız, en az ayaklarımızla). Asansörle çıkıyor veya iniyorsak ağırlığımız değişir. 
                  Kabine girip çıkış düğmesine basıncaya kadar hareket etmeyiz. 
                  Yerçekimi, döşemeden ayaklarımızı yukarı iten kuvvetle (hemen 
                  hemen) dengededir ve bu itme kuvvetini biz normal ağırlığımız 
                  olarak algılarız. Düğmeye basınca, döşeme bizi daha büyük bir 
                  kuvvetle yukarı iterek hızlandırır, bunun için de kendimizi 
                  daha ağır hissederiz. Kabin hızı sabit değerini alınca 
                  ağırlığımız yine normale döner. Duracağımız kata yaklaşırken 
                  kabin yavaşlar, döşeme kuvveti azalır, kendimizi daha hafif 
                  hissederiz (biraz boşlukta gibi). Durduktan sonra her şey 
                  normal değerine döner. İnişte olay ters yönde tekrarlanır: 
                  Önce hafifleme, sonra normal, sonra ağırlaşma ve nihayet 
                  normale dönüş. Çabuk hızlanan veya halatı kopan bir kabinde 
                  neler hissedeceğimiz belli artık. Birincide daha çok ağırlık, 
                  ikincide neredeyse sıfır ağırlık.  Mekik-uydu içindeki durumu da analiz etmek mümkün. Mekik, 
                  personel, deney aletleri ve Dr. Nurcan Baç'ın zeolitleri (bk. 
                  Bilim ve Teknik 345, s. 8-11), her şey hemen hemen aynı 
                  yörünge üzerinde, isterlerse birbirlerine hiç dokunmadan, yani 
                  sadece yerçekimi altında hareket etmektedir. Başka kuvvet 
                  gerekmediği için ağırlıkları yoktur; hem de çok uzun bir süre. 
                  Böylece zeolit kristalleri en özgür ortam içinde büyüyebilir. 
                  Dünya üzerinde ise ancak bir düşme kulesinde, kabini yukarı 
                  fırlatıp tekrar dibe düşünceye kadar, birkaç saniyelik bir 
                  ağırlıksız durum yaratabilecektik.  Yerçekimi İvmesi
 Newton'un meşhur ikinci (hareket) kanunu, bir kütleye bir 
                  kuvvet etki ettiğinde onun bu kuvvet doğrultusunda kuvvetin 
                  büyüklüğü ile orantılı, fakat kendi kütlesi ile ters orantılı 
                  şekilde hızlanacağını (yani mevcut hızına, zamanla o oranda 
                  artan hız katacağını) söyler. Kütlenin, "atâlet" (tembellik) 
                  diye adlandırılan bir özelliğin ölçüsü olması, bu ters orantı 
                  yüzündendir. Bir el arabasını kolaylıkla hızlandırabilirsiniz. 
                  Ama aynı kuvvetle bunu arabanızda sağlamak uzun zaman alır; 
                  çünkü arabanız çok daha "âtıl" yani kütlelidir. Hızlanma 
                  mekanik dilinde "ivme"dir. Tenis topunu elimizden bıraktıktan 
                  sonra, hava direncini ihmal ederseniz, yerçekimi ona etki eden 
                  tek kuvvettir ve aşağı doğrudur. Bıraktığımız anda sıfır olan 
                  hızı, her saniye başına saniyede 9,8 m gibi artar ve top 
                  hızlanarak yere düşer. Hava direnci gerçekten yoksa (örneğin 
                  havası tamamen boşaltılmış bir odada) tenis topu, kuş tüyü ve 
                  değirmen taşı hep aynı ivmeyle hızlanır; çünkü birim kütleye 
                  etki eden kuvvet olan ivme aynı kalır, bütün cisimler için. 
                  İşte bu birim kütleye etki eden yerçekimi kuvvetine yerçekimi 
                  ivmesi denir. Uygulanma yeri çoğunlukla Dünya yüzeyi olduğu ve 
                  orada kaldığı sürece değeri pek fazla değişmediği için sabit 
                  bir ortalama değeri olduğu kabul edilebilir. go= 9,83 N/1 kg = 
                  9,83 (m/s)/s = 9,83 m/s2.  Öte yandan, bir cismin hareketi incelenirken, çoklukla bu 
                  hareketin Dünya'ya göre tanımlanması istenir. Böyle olunca da 
                  mutlak hareketi (yani uzayda sabit kabul edilebilecek bir 
                  referansa göre hareketi) düzenleyen yerçekimi ivmesi değil, 
                  Dünya'ya göre hareketi verecek olan ağırlık ivmesi daha uygun 
                  bir büyüklük olur. Onun da standart değeri g = 9,81 m/s2'dir. 
                  Bundan farklılıklar doğuran yükseklik ve enlemin etkileri çoğu 
                  zaman ihmal edilir. Dünya'nın simetrik olmaması, zamanla 
                  şeklinin değişmesi gibi nedenlerden gelebilecek düzeltmeler 
                  ise çok daha küçüktür.  Hızlı hareketler, kısa sürede hızlanmayı, yani yüksek 
                  ivmeyi gerektirir. Atmosfer içi ve ötesi hareket 
                  programlarında yüksek ivmeler, m/s2 birimi ile olduğu kadar g 
                  değerini birim kabul ederek de ifade edilir. Örneğin, bir 
                  uydunun fırlatılmasında, uçak manevralarında 2-3 g'lik ivmeler 
                  ağırlığın 2-3 katına çıkacağını müjdelerken, 8-10 g gibi 
                  ivmeler insanın dayanma sınırına erişir. Çarpışmalar 
                  genellikle çok daha yüksek g'lerle ölçülür. Örneğin, teniste, 
                  topun raketle buluşma süresi 1/100 saniye ve topun çıkış hızı 
                  50 m/s ise ortalama ivme nerdeyse 500 g olacaktır.  Ağırlıksız durumlarda ağırlığı temel alan ivme de sıfır 
                  olmalı, yani 0 g. O halde neden mikrogravite? Ağırlığın 
                  etkilediği (ve bu yüzden ağırlıksız ortama ihtiyaç gösteren) 
                  doğal konveksiyon, tabakalaşma gibi olaylar içeren işlemlerde, 
                  çok küçük de olsa, ağırlık, yüzey gerilimi, elektrostatik 
                  kuvvetler gibi faktörler ayrıntılı olarak bilinmelidir. Bir 
                  uzay istasyonunda yer çekiminin kabinin "altında" ve "üstünde" 
                  farklı değerlerde olması, personelin hareketi, istasyonun 
                  dönmesi veya teorik yörüngeyi tamı tamına izlememesi yüzünden 
                  g değeri sıfırdan farklıdır ve sınırlarının bilinmesi gerekir. 
                  Erişilebilecek küçük değerler, bir düşme kulesinde 10-5 g, 
                  balistik yörüngede uçan bir uçakta 10-3 g, uzay mekiğinde 10-6 
                  g (personel uykuda) ile 10-3 g (çalışırken) arasında olabilir. Gelelim Ölçmelere...
 Önce kütleyi ele alalım. Değeri kütlesi ile ölçülen her 
                  şeyde ağırlık veya yerçekimi değil, kütle önemlidir. 
                  Bilinmeyen bir kütleyi, örneğin 1 kg'lık standart bir kütle 
                  ile karşılaştırarak tayin edebiliriz. Kollu terazi, kantar, vs 
                  bu iş içindir. Aslında, karşılaştırma bilinen ve bilinmeyen 
                  kütlelere etki eden ağırlık kuvvetleri arasında olduğu için 
                  ölçmeyi, ağırlığın teraziyi çalıştıracak kadar büyük olduğu 
                  her yerde yapmak mümkün: Kutuplarda, Everest'te, çıkan veya 
                  inen asansörde. Fakat uyduda ağırlık olmayacağı, daha doğrusu 
                  yeterince büyük olmayacağı için başka yollara başvurmamız 
                  gerekir. Örneğin, bilmediğimiz kütleyi bildiğimiz bir yaya 
                  bağlayıp titreştirerek ve periyodunu bilinen bir kütlenin 
                  vereceği periyotla karşılaştırarak.  Kütle ölçümünde kullandığımız kollu terazi, ağırlık ölçmede 
                  hiçbir işe yaramaz. Fakat, hilesiz olmak şartıyla, yaylı bir 
                  terazi güvenle kullanılabilir. Yayın elastik uzama özellikleri 
                  her yerde aynı olduğu için, 1 kg'lık standart kütleyi teraziye 
                  asıp, ağırlığının Singapur'da 9,78 N, Ankara'da 9,80 N, Kuzey 
                  Kutbu'nda 9,83 N olduğunu, asansörde daha da ağır veya hafif 
                  olabileceğini, yörüngedeki bir uyduda ağırlığının 
                  kaybolacağını ölçebiliriz.  Geriye dönüp ağırlığı nasıl tanımladığımızı hatırlayılım. 
                  Aslında yaylı teraziyle tartma sırasında kütleye, yerçekimi 
                  dışında, yayın uzamasıyla ilgili bir ek kuvvet uyguluyoruz ve 
                  ağırlık olarak tanımladığımız bu kuvveti de yayın uzama 
                  miktarı ile eşleştirip terazi skalasından okuyoruz. Yani her 
                  şey tutarlı. (Belki terazinin tek kusuru Newton yerine kilo 
                  vermesi, ama bunu 9,81 N/kg ile çarparak Newton'a çevirmek 
                  kolay.)  Peki, yerçekimi kuvvetini nasıl ölçeceğiz? Klasik teraziden 
                  yine fayda yok. Yaylı teraziyi ise, astığımız kütle ile 
                  birlikte, yerçekimini ölçeceğimiz noktada sabit tutmamız 
                  gerekir. Dünya'dan uzaklığı sabit dahi olsa, bir yörüngede 
                  dönüyor veya herhangi başka bir hareket yapıyor olmasına izin 
                  yok. Çünkü bu hareketlerin gerektirdiği kuvvetler yüzünden 
                  ölçülen yay kuvveti sadece yerçekimini veremez. Bir yerde 
                  gerçekten durarak ölçmek ise hemen hemen olanaksız. Bir 
                  istisna, belki kutupta (Güneş çevresinde hareketi dışında) 
                  Dünya'nın dönmesinden doğan bir hareket olmadığı için, ölçme 
                  yerçekimini verecektir. Halbuki ekvatorda, Dünya ile birlikte 
                  dönen bir cisme, düz bir doğru boyunca gitmektense, onu her an 
                  Dünya'ya doğru saptırarak üzerinde kalmasını sağlayan bir 
                  kuvvet etki etmek zorundadır. İşte
                   bu 
                  kuvvet yerçekimi ile ağırlık arasındaki farktır. O halde 
                  yerçekimini, kolayca ölçebileceğimiz ağırlığa bu kuvveti 
                  ekleyerek bulabiliriz. Farkın küçük olması bir yandan onu 
                  ihmal edebilme kolaylığı sağlar. Diğer yandan, ağırlığı 
                  yerçekimi ile özdeşleştirme yanlışlığının yaygınlaşmasını 
                  destekler. Çok kişiden duymuşuzdur, uzay laboratuvarında 
                  yerçekiminden kurtulunduğunu. Halbuki, biliyoruz orada bile, 
                  Dünya bizi 650 N ile çekmekte olduğu halde, ağırlıksız bir 
                  "uzay yürüyüşü" gerçekleştirebilirdik. Aslında yerçekiminden gerçekten hemen hemen 
                  kurtulabileceğimiz yerler de yok değil. Örneğin, Dünya'dan 
                  Ay'a, aradaki uzaklık 1/9 olacak kadar yaklaşırsanız (Ay'dan 
                  42 600 km), ikisinin çekim kuvvetleri eşit ve zıt yönde olduğu 
                  için birbirini yok eder ve sizi sadece Güneş ve öteki gök 
                  cisimlerinin çekim kuvveti etkiler. Bütün çekim kuvvetlerinin 
                  birbirini yoketmesi ise olanaksızdır.  Yerçekimi Olmadan Ağırlık Olur mu?
 Her ne kadar ağırlıkla yerçekimi arasında bazı ilişkiler 
                  bulduksa da, ağırlık yerçekimi olmadan da yaratılabilecek bir 
                  algılama şekli. Dünya ile Ay arasındaki yukarıda sözü edilen 
                  ölü noktada ivmelenen bir yolculuk yapıyorsanız, yerçekimi 
                  olmadığı halde, ivme ve kütlenizle orantılı bir ağırlık 
                  algılarsınız. Düşey ekseni etrafında hızla dönen bir 
                  silindirin içinde duvara yapışıp düşmeden durabilirsiniz. 
                  Başka örnekleri de siz verin artık.  Yeri gelmişken, son olarak şu santrifüj kuvvete de biraz 
                  değinelim. Nedense, "Etki=Tepki (veya Aksiyon=Reaksiyon) 
                  prensibi" diye bilinen Newton'un üçüncü kanununa çok tutkunuz. 
                  O kadar ki, bunu sosyal ve daha karmaşık alanlarda bile 
                  kullanmaktan çekinmeyiz. Aslında yukarıda ifade ettiğimiz 
                  temel ikinci kanunun özel bir uygulaması olmasına rağmen, bu 
                  kanun çok daha yaygın bir çevrede bilinir. Buna göre, eğer ben 
                  ağırlığıma eşit bir kuvvetle yerden yukarı itiliyorsam, ben de 
                  yeri aşağı doğru aynı büyüklükte bir kuvvetle itmekteyim. Bir 
                  taşı elimle iterek fırlatırsam taş da elimi aynı kuvvetle geri 
                  iter. Dünya beni 700 N kuvvetle aşağı çekiyorsa, ben de 
                  Dünya'yı 700 N kuvvetle yukarı çekerim. Etme bulma dünyası. 
                  Bunlar pek önemli değil. Ama dönme başlayınca işler karışıyor. 
                  İnce bir ipin ucuna bağlı bir yüzük düşünün. İpin öteki ucu 
                  sabit; yüzük ipi iyice gererek yatay bir daire üzerinde hızla 
                  dolanıyor. Gelin işi kolaylaştırmak için Dünya'yı, 
                  yerçekimini, ağırlığı, havayı unutalım. Önceki örneklerde pek 
                  görünmeyen etki ve tepki kuvvetleri şimdi gerilmiş iple sanki 
                  kişilik kazanıveriyor. Bundan sonrasını bir diyalogla 
                  sürdürelim.  Meraklı (M)- İpi bir kuvvet geriyor olmalı!Çokbilmiş (Ç)- Hayır iki kuvvet.
 M- İki mi? Nerede Bunlar?
 Ç- İpin iki ucunda.
 M- Haa, anladım. Kuvvetler eşit olmalı; onun için bir kuvvet 
                  demiştim zaten.
 Ç- Evet, eşit. Çünkü biri ötekinden büyük olsaydı ip büyük 
                  kuvvet yönüne doğru hızla kaçacaktı, halbuki (dönmekle 
                  beraber) yerinde duruyor.
 M- Ne güzel, galiba Etki=Tepki'yi yakaladık.
 Ç- !
 M- Peki kuvvetleri kim uyguluyor?
 Ç- Sabit uçta güvenilir bir çivi.
 M- Ya öbür uçta?
 Ç- Tabii ki yüzük ve ipi gerdiğine göre çividen (daire 
                  merkezinden) dışarı doğru, onun içinde adı merkezkaç 
                  (santrifüj) kuvvet.
 M- Peki yüzük? Ona kim, ne uyguluyor?
 Ç- İp.. Prensibe göre, yüzüğün kendisine uyguladığı merkezkaç 
                  kuvvete eşit ve zıt, onun için de merkezcil (santriped) 
                  kuvvet.
 M- Başka?
 Ç- Ne başkası, başka yok.
 M- Öyle şey olur mu? Nerede bizim prensip?
 Ç- Ne çabuk unuttun; o prensibi ikinci kanunun özel hal 
                  uygulaması diye tanıtmıştık.
 M- Neymiş o özel durum peki?
 Ç- Kütlenin olmadığı durum: Etki ile tepkinin birbirine 
                  "dokunduğu" veya "karşılaştığı" yeri etraftaki bütün 
                  cisimlerden izole edersek "boş" yani sıfır kütleli bir şey 
                  kalır elimizde. Yani hiçbir şey. Sıfır kütlenin orada durup 
                  kalabilmesi için ona sıfır kuvvet etki etmeli, yoksa sonsuz 
                  ivmeyle kaçıp gider başka yerlere. Sıfır kuvvet ise, ancak 
                  senin prensiple, yani Etki - Tepki=0 ile bağdaşır.
 M- Peki ip için ne diyeceksin? Etki ve tepkinin buluşma yeri 
                  ip; ama ip "hiçbir şey" değil.
 Ç- Aslında haklısın ama, ip çok ince yani kütlesi hemen hemen 
                  sıfır. Sen hiç o ipi boşta iken sağa sola hareket ettirmek 
                  için bir kuvvet uyguladığını hissettin mi? Bir zorluk?
 M- Hayır, hissettim denemez... Şimdi anlıyorum, niye çivi ve 
                  yüzük uçları arasında Etki=Tepki diyebildiğimizi. Aslında 
                  "hemen hemen" diye eklemek gerekiyormuş.
 Ç- Demek ki genel halde bir cisme ille de eşit ve ters iki 
                  kuvvet veya böyle karşılıklı kuvvetler etki etmesi gerekmez. O 
                  zaman da cisim harekete geçer. Yüzüğe de tek kuvvet, ipin çivi 
                  yönünde çekme kuvveti etki ediyor sadece.
 M- Ama o zaman yüzük ikinci kanuna göre gitgide hızlanacaktı. 
                  Halbuki sabit hızda keyifle dönüyor.
 Ç- Yanlış değil, ama bu sefer de ikinci kanunu eksik 
                  anlamışsın. Hızlanma ve ivmelenme demek ille de yürüdüğü yolda 
                  hızını artırıyor olmak değil. Unutma ki, kuvvet ne yönde etki 
                  ederse, yeni hızlar da o yönde kazanılır. Top düz yolda 
                  yuvarlanıp giderken yandan bir rüzgâr esse ne olur?
 M- Tabii ki topun yoldaki ilerleme hızı değişmez, ama top 
                  yolun kenarına doğru yaklaşır.
 Ç- Yani yana doğru hız kazanır. İşte yüzük te sabit hızda 
                  dönmeye devam ediyor, çünkü ip onu yana (içe) doğru çekiyor 
                  sadece..
 M- Anladım, ama o zaman da topun yana gitmesi gibi yüzük de 
                  çiviye doğru gitmeliydi?
 Ç- Gitmiyor mu sence?
 M- Tabii ki gitmiyor; baksana ipe, hep gergin.
 Ç- Hayır, gidiyor. Gitmeseydi, yani ip onu çekmiyor olsaydı, 
                  ne yapacaktı yüzük?
 M- Bilemiyorum.
 Ç- İpi kesmeyi denedin mi?
 M- Sahi, şu yeni lazer çakmağımla ipi yakayım, bakalım ne 
                  olacak. (Dener, ip kopar, ve yüzük her şeyi bırakıp düz bir 
                  doğru boyunca fırlar gider.)
 Ç- Ne oldu?
 M- Uzaklaşıyor çividen ve hepimizden. Keşke yakmasaydım ipi. 
                  Meğer gitmiyor gözükse de, her an sanki çiviyi hatırlayıp ona 
                  doğru bükülüyormuş.
 Ç- İşte, uydularda da öyle.. Dünya çivinin rolünü üstlenmiş, 
                  uydu da yüzüğün. Arada senin yakabileceğin, koparabileceğin 
                  ip, halat, nesne de yok artık. Onlar olmayınca, onları geren 
                  merkezkaç kuvvete de ihtiyaç yok tabii. Fakat merkezcil 
                  kuvvet, yani yerçekimi her yerde.
 M- Ama ben, şu merkezkaç kuvvete çok inanıyorum. Bir şey 
                  dönerse santrifüj kuvvet olması beni rahatlatıyor.
 Ç- Anlıyorum, ancak bunu her zaman yapabilirsin. Önce hareket 
                  için gerekli gerçek kuvveti bul (yerçekimi gibi). Sonra onu 
                  tersine çevir ve ne isim verirsen ver. Dönüyorsa merkezkaç, 
                  değilse başka bir şey. Zaten bunu D'Alembert usta da yapmış. 
                  Herhalde O da Etki=Tepki meraklısı idi. Gerçek kuvvete 
                  "kuvvet" ona eşit olan kütle ile ivmenin çarpımını ters 
                  çevirip (yani işaretini veya yönünü değiştirip) ona da "atâlet 
                  kuvveti" adını verince, hareket kanununu Kuvvet+Atalet 
                  Kuvveti=0 gibi yorumlamak mümkün. Sanki statik kuvvet dengesi 
                  şartı gibi.
 M- Gerekli mi bu?
 Ç- Hayır, bu bir zevk, alışkanlık, görüş açısı meselesi. 
                  Önemli olan doğru uygulamak, sınırlarını bilmek. Her şeyde 
                  olduğu gibi.
 M- Teşekkürler.
 Ç- Yine gel.
 
                    Suha SelamoğluProf.Dr., ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü
 |