Muzaffer
Kınalı & Çetin BAL Sohbet yazıları
Çetin BAL:
Sevgili okurlarım sizlere Üstad Muzaffer Kınalı ile
-2
Haziran 2005-'te yapmış olduğumuz
sohbetten bir kesit sunuyorum.Üstadla bir çok konuda sohbet
yapmamıza ve bunları kaydetmemize rağmen tüm bu sohbetleri döküman
şeklinde kayda geçirip bu web sitesinde yayınlamak bir çok işin
arasında oldukça zor olmaktadır.Çok yoğun bir çalışma
temposu içinde zaman yolculuğunun bilimsel ve teknik sorunlarıyla
meşgul olduğum için diğer işlere vakit ayırmakta oldukça
zorlanıyorum.Bu yazılarıda ancak çalıştığım tekstil şirketindeki
bir konfeksiyon atölyesinde diz üstü bilgisayarımla kısıtlı boş
vakitlerimi değerlendirerek yazabildim.
2
Haziran 2005' te bilgisayarda ses kaydı yapılarak
gerçekleştirilen sohbetin bir sunumu:
Üstat Muzaffer Kınalı:
Keşke diyorum bu astronomi
ilmine meraklı
bilim adamları sorsalarda şu kainatın varoluşunu, şeklini
boyutlarını söylesek.Dünyada kainatın kaç boyutlu olduğunu iddia
eden insanlar var.Şimdi içinde bulunduğumuz bu boyutu bir çizgi
şeklinde düşünün bir ip şeklinde hatta bir sicim şeklinde düşünün
. Bunu gerip bıraktığımız zaman hem sağa hem sola ve yukarı
aşağıya doğru yani her yönde titreşimler olur.
Lastik gibi! Bu titreşimlerin
nihayeti ve daha öbür tarafı
vardır.Yani ortadaki titreşimleri düşünün üst, alt ve yan
titreşimleri düşünün, nota gibi! İşte uzantılar birbirine
eklenerek diğer boyutları meydana getiriyor.Yani şu anda üçüncü
boyut üst boyutları ve alt boyutları meydana getiriyor.Yahut
diyelimki bu boyutlar birbirine bağlı. Düşünün şimdi! Şu anda her
düşünüp konuştuğumuz ve yapmış olduğumuz her hareket diğer kainatlarıda enterese ettiği gibi kainatlardaki olaylarda diğer
kainatları enterese ediyor. Bu boyutlar birbirini tamamlıyor sanki!
İç içe geçmiş gibi. O yüzden tüm boyutlar hem iç içe bir bütün
halinde müteala edilebilir hemde ayrı ayrı müteala edilebilir.Şimdi
diyelimki bir şehirde değişik evler var. Evlerde odalar var.
Şehrin, sokakları köyleri, kasabaları ve bir merkezi var.İşte bu
gibi boyutlar ve titreşimler mevzusunda da bu böyledir.Yani hem
içe doğru hem dışa doğru bir varlık ortamları oluşuyor. Ama şu an
için insanlar üçüncü boyutun üstünde de boyutlar olduğunu kabül
ediyorlar, bunun farkına varıyorlar. Kimisi dini tabirle yedi kat
gökler diyor buna….kimisi bilim adamı perspektifi içinde 6
boyutun varlığını kabül ediyor. Bazısıda bunu daha iyi düşünüyor ve
altı boyutun üstünde bir 7. 8. boyutlardan söz ediyor. Esasında
biz bundan kırkyıl önce o zamanlardan beridir kainatta 12 boyutun
varlığından bahsetmiştik.12 boyut var kainatta demiştik. Altı boyut
dünyada var demiştik, 7. boyut ara boyut demiştik. Şimdi ben
bunlara YANG alemleri diyorum birde bunların YİNG boyutları yani
alt alemleri var. Şimdi tüm bu boyutlar, içinde bulunduğumuz kainatı
meydana getiriyor.Şimdi bu kainatıda bir bütün olarak ele alırsak
ve kainata dışardan bakarsak sanki çok uzaktan iri bir yuvarlak su
damlası gibi görünüyor. Ama bunu içinde bir çok titreşimsel
alanların iç içe olduğu bir boyut bir su damlası olarak düşün! Bütün
boyutları bir kainat olarak gör! Ve bunun içindeki titreşimleride
ayrı ayrı gör! İÇ İÇE! Hem BÜTÜN hem İÇ İÇE var! Aynı şekilde
geçmişe ve geleceğe doğru frekanslar biçiminde iç içe yer alan
ZAMAN da böyle küresel bir bilya gibidir.Her an ve zaman dilimi
hem iç içe bir bütün hemde ayrı ayrı gibidir.
Bu su damlası gibi olan
kainatın birde bir rengi var yani neye göre rengi? Titreşime göre
içindeki yaşama biçimine göre bir aurası bir rengi var.Bu gibi
kainatın aurasıda diğer kainatlara diğer boyutlara göre değişik.
Bu çok enteresan bir şey! Dikkat et başka kainatlarda var! Onun
için şu andaki insanların beyin yapıları… bazı deneyler ve
ölçümlerle bu kainatın yapısını, boyutlarını anlayacaklar. Bazende
7. boyutu iddia edenle 8. boyutu iddia edenler birbiriyle
zıtlaşacak. Hatta 9. boyutla 10. boyutun varlığını iddia edenler
birbiriyle zıtlaşacak.Tüm boyutlar 11. boyutta birleşecek. Bunu
dini tabirle ifade edecek olursak 1 ve 0 diye okuduğumuz bu hal
yada 10 (on) diye okuduğumuz bu hal olduğu zaman artık boyutlar
birleşecek yani 10 (on) 11 (onbir)’de birleşecek.Çünkü 1 (bir)
Allahtır. 9 Muhammettir.
Çetin BAL:
Üstadım yapmayın valla..bizi
tüm bilim camiasına ve akademik dünyaya güldüreceksiniz.Yani bu
şekilde biz Müslüman olarak kendi peygamberimizi övüp ona bu
şekilde paye verirsek Hristiyanlarda getirir İSA yı kendilerince
kılıktan kılığa sokarlar.Bize böyle ifadelerle gülerler gibime
geliyoo.Bu noktada dini tabirin araya girmesi ne derecede
doğrudur bilemiyorum doğrusu. Beklide bizi güldüren bizim
cahilliğimizde olabilir.
Belkide bizim bilmediğimiz
bir çok hadise var bilemiyorum üstadım. Ne dersiniz?
Üstat Muzaffer Kınalı:
Hayır dediğini
anlıyorum.Bunu bu şekilde söylemeyebilirdim.Ama dediğim şey
gerçekte doğru.Tamam bilim camiası bunu böyle isimlendirmez
kendine göre latinceden yunancadan yada bilimin kendi içindeki
biline gelen konsept ifadelerle bunu ifade eder.Ama bu bizim
söylediğimizin yanlış olduğu anlamına gelmez.İnsanlığın en yüksek
ruhsal makamına erişmiş ruhsal özü Hz Muhammet’tir.Onun
manyetizasyonu tüm bu bahsettiğimiz boyutları
doldurmuştur.İnsanlığın kavramlarda ve anlayış düzeyinde bu
boyutlardan bahsediyor olması o büyük özün o kavrayışın
enerjisini yeryüzüne ruhsal anlayış düzeyinde indirmesinden
ötürüdür.Yoksa insanlık olarak o kavram düzeylerinde bugün
dolaşamazdık.O bilgi enerjisi bu büyük özler tarafından zamanında
dünyaya yansıtıldığı için bugün bunları burada
konuşabiliyoruz.Tabi henüz insanlık bu bilgiyi bu düzeyde
kavrayacak psişik bilgiye sahip olmadığı için dinsel bazı
ifadelerin kullanılması henüz emekleme çağında olan bilimsel
düşünce dünyası içinde garip yada komik, alakasız yada anlamsız
bir şeymiş gibi algılanır.Şu an için zaten insanlık bu boyut
bilgilerine ve insanın ruhsal yönüne dair derinlemesine bir
bilgiye sahip değildir.İnsanlık şu anda bu bilgiye erişecek
bulgularada sahip değildir.Biz şimdilik buna böyle diyelim.Bilim
yine kendi dilinde kendi bulgularını ifade edecektir.O ayrı bir
durum tabi.
Bir bir(1) olunca bu onbir (11) oluyor.Onbir kendi başına
bir BİRdir. O anlamda yani..Birleşmek gibi!
Rakamsal olarakta bu böyledir.Rakamların esrarı bu! Şimdi biz
diyoruzki 11 den 12 var.Bu ne demek? 11’i aşarak düşünmek
demektir..12’ci boyut diğer kainatlara açılan bir yer gibidir.Onun
için insanlar 11’de birleşirler.Ve ihtilaf biter.
Sicim tek! Ama titreşim olduğu
için bu yan boyutları meydana getiriyor.Tüm boyutlar birbirine
bağlı. Ancak hepsi üçüncü boyut değil.Hepside sanki bir kainatın
içinde gibi düşünülebilir.Tüm boyutları bir kainatın içinde
değişik boyutlar olarak düşünüyoruz bir su damlasını hatırla! İç
içe frekansları hatırla.Bizim algıladığımız kainat üç boyutlu ama
bu üçün içinde aslında 4. 5. 6. ve 7’ci boyutlarda var.Ve daha bir
çok boyut var. Tüm bu boyutlarda bu kainatın içinde yine.Onlar
kainatların diğer boyutları.Hata eksi boyutlarda(ying) var.
Çetin BAL:
Üstadım altın çağ konusunda
bir soru soracaktım.Siz altın çağ ve bu geçiş tarihi konusunda tam
bir yanıt vermekten hep kaçtınız. Bu konu hep muallak bir tarih
olarak söz konusu edilmiştir.Siz hep olası ihtimallerden
bahsettiniz.Gerçekten böyle bir geçiş dönemi denen bir tarih
belli bir zaman söz konusumu.
Üstat Muzaffer Kınalı:
İnsan şuurunun mutlaka bir
sıçrama yapabilmesi için büyük olaylar olması lazım. Mesela
teknolojide böyledir.Büyük olaylar, büyük savaşlar olmuş o zaman
yeni buluşlar olmuş. İnsanlar şartlar zorlayınca yeni şeyler
düşünmeye yöneliyor. Büyük bir zorlama olmadıkça insanlar
kendilerini bilmekte, başkalarını bilmekte zorluk
çekecekler.Kendilerini bilemeyecek insanlar, birbirlerini
bilemeyecekler. İnsanlık bir bütünlüğe varamayacak. Sen kendi
başına bir şey yapamayacaksın.Ben kendi başıma bir şeyler
yapamayacağım. Hepimiz BİR oldukça bir şeyler yapacağız.
Çetin BAL:
Üstadım bizler ne kadarda
konuşsak en yakın çevremizden en uzak çevremize kadar kimsenin
bizim ve bizim gibi diğer evrensel düşünen kişilerin
söylediklerini dinlediklerini sanmıyorum.Sözlerimize kulak
asılmıyor.Öyleyse insanları doğal felaketlerle uyarmak, dikkatleri
tekrardan insan olmanın anlamına yöneltebilmek için dünya çapında
bir yıkım yada daha kibar bir dille güçlü uyaranlar yaratmak
gerekir.
Üstat Muzaffer Kınalı:
Hep dünyada yalnız kendisini
düşünen insanlar çoğalıyor. Halbuki birbirini düşünen insanların
çoğalması lazım. Birbirimizi düşüneceğiz!Birde bunun yanında
gücümüzün yetmeyeceği çok büyük olayların muazzam olayların
olabileceğini her yerde yaşama şansımızın olabileceğinide
anlamamız lazım. Ayrıca boyut farklarınıda anlamamız lazım. Mesela
kişi cinlerin varlığını kabül etmiyor.Bu en basit örnek! Halbuki
daha nice boyutlarda böyle daha nice varlıklar var. Peki bunu
anlamamız için ne yapmamız lazım? Bunu anlamamız için duyular dışı
idrak dediğimiz kendi beş duyumuzun ötesinde de bunu anlayabilecek
kabiliyette varolduğumuzu yaratıldığımızı anlamamız lazım. Bunu
anlamak içinde bazı zorlamalar olması lazım. Başka türlü yolu yok!
Ama ben bunu zorlamadan anlatarak, ilim yaparak, icraat ederek
(uygulama bazında)
bunu gösterip bunu geliştirmek istiyordum. Benim metodum BUDA nın
metoduna benziyor. BUDA bir Türk şehzadesi aslında. Buda halkın
arasında gezerken ordaki rahiplerle çilekeş dervişlerle
tanışıyor. Bu dervişler yada o zamanın bu YOGİ denen üstatları
kendilerine eziyet ederek bütün vücuduna büyük işkenceler
yaparak, aç kalarak, soğukta kalarak fiziksel eziyetlerle, nefsini
körelterek kendilerini aşıp ruhsal yeteneklere ulaşma gayreti
içindeydiler. Ama bunu yapmak için çok büyük işkenceler ve
zorluklar çekiyorlardı.BUDA tüm bunların gayesini ve amacını
dervişlere soruyor onlarla uzun süreler birlikte kalıyor. Ve
Buda daha sonra şöyle söylüyor: << illaki kendi üst benliğine
ulaşmak için kendimizi bir sürü fiziksel, nefsani eziyetlerle, aç
kalarak değişik şoklarla, işkencelerle, korkularla yüzyüze
bırakarak kendine işkence ederek değilde başka türlü bir
aydınlanma ve gerçeğe ulaşma metodu olabilir.>> Ve bu öğreti
bugün BUDİZM olarak bugüne kadar geliyor. BUDA daha kolay bir
şekilde bu hakikate ulaşılabileceğini ifade ederek kendine has bir
metot kuruyor.İşte Buda gibi bizde diyoruzki illa dünyadaki
insanlar değişik işgenceler çekip korkulara, şoklara,
bunalımlara gireceklerine, defelarca hayatı test etmek için
doğup doğup öleceklerine yani tekrar tekrar bedenlenipte
sınavlardan geçeceklerine tek bir hayatın içerisinde ilmi olarak
bu işi anlasınlar, kavrasınlar ve kendi dünyalarını aşsınlar!
İnsanlık fiziksel yaşam formu
anlamında da bazı gerçekleri anlayıp kendi dünyalarını kendi
içinde yer aldıkları gezegenlerini aşmalıdırlar. Eninde sonunda
insanlık bu sonsuz kainata dağılmak zorundadır.Korkumuzdan evimiz
olarak bildiğimiz dünyamızdan dışarı çıkamıyoruz. Ne demek bu?
Bırak insanları fiziksel bedenlerini aşmaya ve ruhsal olana
ulaşmaya ikna etmek bir tarafa dursun daha insanları
korkularından dolayı dünyadan dışarı çıkartamıyoruz. İnsanlar
uzayın engin ve karanlık boşluğundan korkuyorlar.Yine insanlık
olarak daha iyide düşünemediğimiz için yaptığımız aletlerin
gücüde dünyadan daha ötelere gitmeye yetmiyor.Çünkü başka türlü
düşünemiyoruz. Hep kısır düşünüyoruz. Hep bize yakın olan dar şuur
kalıpları içinde korkuyla düşündüğümüz için yaptığımız uçan
aletlerde istenilen sonucu veremiyor.Yetmiyor yani bize!
Hayallerimiz korku ve sınırlılık
üstüne kurulu.Tüm teknoloji dediğimiz bu aletler korkuyla icad
edilmiş basit aletler! Oysaki geniş bir gönülle, sevgiyle, yüksek
bir anlayışla tasarlanmış aletler daha yüksek kullanım biçimlerine
haiz olurlar. Daha evrenle bütünleşen iç içe giren kristal enerji
teknolojilerini düşleyemiyoruz.Evrendeki her yerde, her noktada
varolan sonsuz enerjiyi, sonsuz hareket gücünü idrak
edemiyoruz.Bunu kullanamıyoruz.
Eskiden bizim evin bahçesinde 2-3 metrekarelik küçük bir hindi
kümesi vardı.Bahçedeki
hindileri ben bir türlü kümesin içine sokamıyordum. Sonra
bahçedeki sebzelere, tere otuna zarar vermesin diye bunları
zorlada olsa içeri koymuştum. Birkaç ay hayvanlar orda kaldı. Sonra
havalar düzeldiğinde dışarı çıksınlar diye kümesin kapısını açtım.
Bu seferde hindiler dışarı çıkmıyordu. Hindileri zorla tutup dışarı
çıkarıyorum hayvan yine içeri giriyordu. Bir türlü dışarı çıkmak
istemiyorlardı. Ben bu duruma çok şaşırmıştım. Daha önce zorlada
olsa içeri sokmaya çalıştığım hindiler şimdi dışarı çıkmak
istemiyorlardı. Sanki beyin kümeste! Ben bu olaya beynin kümese
girmesi diyorum. Hayvanı tutup çekiyorum hayvan yine içeri doğru
kendini atıyor. Yani hindi kümeste olmaya dayalı bir zihin kalıbı
geliştirmiş. Kendini iç güdüsel olarak öyle şartlamış. Ben her
defasında hindiyi tutup dışarı çekip çıkarıyorum o fırsatı
bulunca yine kümese giriyor. Bu örnekte verdiğim hindiler misali
insanlarda böyle dar ve şartlanmış zihin kalıpları ile dolu.Geçmişte bir çok veli ve evliya dediğimiz zatlar zihinlerini
alışıldık kullanma kalıplarının dışında kullanarak kerametler
dediğiniz doğa üstü gibi görünen haller
sergilemişlerdir. Peygamberlerde buna dahil! Zihni daha geniş
düzeyde kullanmak! Kimi dönemlerde evliya, ermiş, veli dediğimiz
bazı zatların doğa kanunlarına karşı gibi gelen alışılmadık
tecrübeleri ve deneyimleri karşısında sıradan halk yani
zihinlerinin çok daha küçük bir kısmını kullanan insanlar bu
zatlardan çoğu zaman korkmuş ürkmüş, çekinmiş ve onları kimi
zamanda içlerinde şeytan/cin var diye asmaya öldürmeye
kalkmışlardır.
Kimiside allahtan gelen bir hal olarak bunu algılayıp
korkuyla karışık bir saygı göstermişlerdir bu zatlara! Bir çok kez
bilinmeyen tarih sayfalarına aksetmeyen karanlık dönemlerde bu
yüzden bir çok veli zat öldürülmüştür.Kimse bunları bilmiyor.Çoğu
zaman bu zatlar anormal ve normal dışı görülmüşlerdir.
Hristiyanlıkta, İslamda bir
çok dinde kabile topluluklarında büyücü, aziz, evliya lakaplı bir
çok zat katledilmiş, yakılmış ve işkencelere maruz
kalmıştır. Zamane halkları denileni, bir çok farklı kavramı daha
üst değerleri kabül edemiyor, bunları hazmedemiyor korkuyor
bir tehtit gibi görüyor.
İnsanlık
bir çok bakımdan sözde gelişmesine rağmen, teknoloji gelişmesine
rağmen hala yine benzer korkular, şartlanmalar yine sürüyor. Kısır
algılamalar , DİN’i ve dünyayı ve insan olmayı daha kısır düzeyde
algılama alışkanlığı, tek tip dar kalıplar içinde düşünme biçimi
yine aynı! Bir Afganistan, bir Tükiye bir Mısır, bir İran,
Arabistan, Lüpnan yani bir çok Müslüman ülke maalesef bu illetin
elinde geleceğini arayan bir toplum modelini çizmektedir.Biz
diyoruzki ne olur önce insanları eğitin! Kültürlü, değerleri
bilen, eğitimli ve zihinsel algılaması gelişmiş insanlara
ihtiyacımız var. Zihni gelişmiş eğitimli insan PETROLden daha
değerlidir.BİLGİ petrolden daha değerlidir.İnsanlar sürü modelli
bir toplum yapısından özgür ve hür bir açık zihinle düşünen
bireyler topluluğuna dönüşmelidirler.Böyle olmazsa ne olur? Böyle
yapmazsak aklını biraz daha çalıştıran egoist insanların kölesi
oluruz. Şimdi içinde bulunduğumuz durum zaten bir tür kölelik
durumu. Sanayi fabrikalarında kendi bilinçsizliğimizden doğan
milyonlarca dış borç altında ezilip büzülerek gece gündüz üç
kuruş için çalışarak biraz daha kabül edilebilir kısıtlı yaşama
şartları için sabah akşam iş yapıyoruz.. Amerikadaki, Avrupadaki
insanların sabah kahvesini daha rahat ve keyif içinde
yudumlamaları için çalışıyoruz.Yada bir düğmeye basarak türkiyeden
pılısını pırtısını toplayıp gidecek çifte vatandaşlığa sahip
insanlar için çalışıyoruz. Burda çok genel konuşuyoruz tabi.
Yanlış anlaşılmasın bu. İş yapan ve insanlarımıza ekmek kapısı
olan sanayi adamlarımızı rencide etmek istemeyiz. Biz çok daha
genel bir durumu konuşuyoruz. Biz daha çok küresel dünya düzeni
babında konuşuyoruz.Vahşi kapitalizm babında konuşuyoruz.
Daha derin düzeyde global dünyadaki
köle ve efendi durumu ekonomik düzeyde bir karşılık bularak
farklı bir forma büründürülerek bir şekilde kendini devam
ettirmektedir. Biz sanıyoruzki özgürüz ve kendimiz için
çalışıyoruz ..hayır durum sandığınız gibi değil..Sizler hepiniz
kölesiniz..Sizlere insan gözüyle bakmıyorlar..Bunu söylemek acıda
olsa durum bu…! Ezberleyen değil yaratıcı olan düşünen insan
bize lazımdır! Bu internet sayfalarında verdiğimiz daha yüksek
düzeyli bilgiler karşısında dünya uygarlığı olarak da hala
kuşkular ve acabalar içinde ruhsal olana karşı da hep bir şüphe
varolagelmektedir. İnsanlık daha kominal ve
eşitlikçi
düzeni yaratmalıdır.
Atatürk amaçları demokratik
ve cumhuriyetçi temellerden daha ötelere uzaman daha eşitlikçi
adalet temeline dayanan bir sistem düşlüyordu.Yani başkasının
kölesi olmayan tam bağımsız daha sosyalist bir cumhuriyet! En
yüksek düzeyde sosyal adalet! Ama ''birileri geri zekalı'' birileride
birazcık ileri kıdım zekasıyla bir şey oldum sanıp öbürünü
sömürmenin yollarını arıyor.Böyle bir dünya ve ülke düzeni olmaz!
İnsanlar çoğu zaman bizim
söylediklerimizden, konuştuklarımızdan ürküp kaçıyorlar.Bu yüzden
geçmişte daha düne dek bize cinci , şeytancı diyenlerde oldu. Bize
maalesef farklı konu ve mevzulara değinip dem vurduğumuz için
deli diyen, saçmalıyor diyen bir çok insan oldu ve bu tür insanlar
hala daha mevcut. Bize normal değil diyenler var. Bir açıdan bu da
doğru biz normal değilizki ama anormalde değiliz.Çünkü bizler
paranormal düzeyde yaşayıp normal ötesi oluşumlardan
bahsettiğimiz için, konuştuğumuz için bu insanlara tuhaf
geliyor. Biz psikolojiden parapsikolojiye, fizikten metafiziğe,
normalden paranormale doğru genişleyen bir düşünce ve kelime
dağarcığı içinde konuştuğumuz için bu herkes tarafından elbette
aynı şekilde algılanmayacaktır.
Çetin BAL:
Evet üstadım bir nevi
bazıları NOKTAdan
bahsediyor noktayla ilgili verilere sahip ama daha ötesine değil!
Ama biz noktadayı zaten biliyoruz ve noktayı hareketle çizgi
yapabileceğimizden bahsediyoruz. Çizginin iki ucu olduğundan ve
çizginin bize sunduğu bazı imkanlardan bahsediyoruz. Sonra çigiyi
hareketle yüzey yapabileceğimizden ve yüzeyide hareketle cisim
yapabileceğimizden bahsediyoruz.Ama kümesteki hindiler misali
noktanın içinde yaşayan insanlar zihin olarakta kendilerini o
noktaya hapsetmişler.
Üstat Muzaffer Kınalı:
Evet bir nevi dediğin durum
oluyor.Çünkü adam sadece içinde olduğu kümesi yani o noktayı
biliyor.Başka türlü bir olasılığı düşünemiyor.Çizgiyi
düşünemiyor.Yüzeyi düşünemiyor yok sayıyor.Cismi düşünemiyor..Daha
öte oluşumları algılayamıyor.Geçmişe ve geleceğe yok diyor uçtu
gitti diyor.Oysaki boyutlar bazında ele aldığında tüm geçmiş ve
geleceğin fizik ortamını
ifade eden titreşimleri iç içe yan yana frekanslar şeklinde bir
aradadır.Geçmiş ve gelecek sanki şimdi gibi bizimle bir arada
titreşmektedir ..lakin bir boyut farkıyla.O boyutu aştığında o
engelin üstünden atladığında
geçmiş yada gelecek bizim
için hemen komşunun yan duvarının
ardında uzanan yan bahçemiz gibi oluverir.
Zaman boyutları arasında
atlamak iki komşu bahçesinin duvarları arasında sanki bir tünel
açmayada benzetilebilir.
Sonsuz evrenler arasındaki
büyük uzaklıklarda böyledir.uzaklık yada yakınlık bir frekans bir
boyutsal faz aralığı ile farklı değerler arzedebilir.Çok uzak
dediğin yer çok yakın - çok yakın dediğin yer bir anda çok
uzak olabilir.
Bu senin hangi frekans aralığından
o noktaya baktığına ve o mesafeyi ölçtüğüne bağlıdır.Yada uzay
gemini hangi boyuttan hareket ettirdiğine bağlıdır.
İnsanların zaman algılamalarıda
kalıpsal zihinsel bir şablonu ifade eder.İnsanlar ŞİMDİ denen
zamansal bir algı kümesinde yaşıyorlar.Oysaki daha geniş bir
zamanı ve zaman kavramını yaşamak varken zihnin alışıp öyle kabül
ettiği bir lineer zaman algılaması içinde yaşıyoruz.Oysaki zaman
doğrusal bir akış olmaktan çok esneyip eğrilebilir bükülebilir üst
üste katlanabilir plastiksi çok boyutlu bir akıştır.
Çetin BAL: Üstadım özellikle
İslam alemi içindeki bu şiddete yönelik yozlaşma karşısında neler
yapapabiliriz? Bence mesajlarımızı doğrudan Amerikalı ve Avrupalı
özgür ve bağımsız düşünen gençler arasında yayma gayreti içinde
olmalıyız. Bizim gençlerimizin bizim insanlarımızın durumu belli!
Hepside cami hocasıyla batı hayranı entellektüllerimiz arasında
sıkışmış kalmışlar. Kimse daha geniş bir konseptte düşünme gücüne
sahip değil.(Niyetim cami hocalarımı küçümsemek değildir yine
genel konsept bazında bunu söylüyoruz.Dar konsette düşünen cami
hocalarımız kadar geniş gönüllü halis düşüncelere sahip
hocalarımızada saygılarımı burdan iletmek isterim)
Üstad Muzaffer Kınalı: Çetin tabiki islamın şiddete yönelik tutum ve tavrı ne kadarda
kitlelerin geneli tarafından benimsenen bir tavır olsada bizler
bu noktada yine gerçek islamı anlatmalı, islamdaki büyük sevgi
potansiyelini aktif hale geçirmek için iyi niyetli olanlar için bu
ruhsal ışığı devamlı yanık tutmalıyız..Sonsuzluğun karanlık
okyanuslarında dolaşan ruhlar için
bu fizik bedenin unutma perdesi içine giren karanlıkta
yolunu kaybetmiş
ruhlar için adeta ruhsal bilgiler meşalesi
ile bir deniz feneri olmalıyız.Onlar
içinde azda olsa hakikatin ışığına yürümek isteyen halis niyetli
insanlar elbette çıkacaktır.Geçmişin ve geleceğin karanlık
koridorlarında kaybolan tüm ruhlar için bu evrensel bilgi
meşalesini daima açık tutmalıyız.Mutlaka arayışta olan samimi
insanlar bu ışığı görüp yolunu bulmaya çalışacaktırlar.Geçmiş
dönemlere baktığımızda boyutlar ötesi bir çok halin deneyimi ve
bilgisinden yoksun bir çok islam düşünürüde, bir çok İslam
medeniyeti yöneticiside bugünkü islamın şiddete yönelik tutum
ve tavırlarından
sorumludurlar.Zamanla gelen yanlış
bilgilendirme ve yorumlarda
islamda bilgilenmeyi, ilim yapmayı
düşünmeyi,
sanayi gelişimini ve
araştırmayı
adeta köreltmiştir.
Allah bir kimseyi yada toplumu keyfi olarak helaka sürüklemez. Kişiler
ve toplumlar Allahın
yarattığı bu sistemler ve yasalar içinde yani evrensel yada ruhsal
kanunlar içinde gerekli şartları ve eğilimleri dikkate almayıp
aksine bir istikamette gitmeye çalışırlarsa helak olma süreci yine
insanların kendi elleri ile yaptıklarının bir sonucu olarak
insanlığın kaderi haline gelecektir.
Çetin genelde islamla
şiddeti hep bir arada ifade etmen yanlış
anlaşılabilirl! Tabiki dediğin olaylar hepside bir Müslüman olarak
bizi üzüyor. Ama insanlara islamın şiddet ve terör dini
olmadığını her demde anlatmalı ve islamın bir sevgi dini
olduğunu, şekilci ve kalıpcı bir din olmadığını eleştiriye açık
tahammüllü bir din olduğunu insanlığa lanse etmeliyiz.Tabiki biz
burada İslam bazında konuşsakta tüm dinler orijinde birdir!
Budizm’den Hristiyanlığa kadar Museviliğe kadar tüm dinlerde yada
yaşam felsefelerinde böyle
kalıpçı ve şiddete yönelik yaklaşımlar söz konusudur.Yada evrensel
değerleri belli inançlar içinde sınırlamak daraltmak hemen hemen
her dinde bir şekilde vardır.Biz küresel dünyanın tüm inanç
sistemleri boyutunda her türlü dar görüşlülüğe karşıyız.
Biz hep diyoruz bir din
şiddetle ve aklı
esenin mantar gibi terör örgütleri kurmasıyla büyümez! Terör
örgütleri kurarak canının istediğine kurşun atarak, canının
sıkıldığına fikrini beğenmedim diye arabasının altına bomba
koyarak, binaların üstüne uçakla dalarak bomba yüklü arabaları
sağda solda patlatıp masum insanların ölümüne neden olarak bir
din daha güzel ve daha iyi yapılamaz! Ama bunu bir Müslüman
olarak insanlarımıza anlatamıyoruz. Kısa vadede baktığımızda
arkadaş ben iyi bir şey yaptım sanıyor.Ama meseleye uzun vadede
baktığımızda -olaylara daha derin boyutta çok boyutlu baktığımızda-
yapılan işleri daha derin düzlemde irdelediğimizde yapılanların
yanlış olduğunu anlıyoruz.
Bu gibi sözde İslam adına
yapılan her şiddet eylemi tam tersi bilinenin ve beklenenin
aksine İslam adına olumsuz tesir ve etkiler bütününe neden olur.
Yani bu şekilde şiddete yönelik eylemlerle bir dinin içindeki
manevi değerleri tüketirsin, insanlık değerlerini yitirirsin.
Çetin BAL:
Evet üstadım ….her şiddet
eylemiyle her
geçen gün kendinden ve manevi değerlerinden
biraz daha uzaklaşırsın.Sonunda ne dinle nede insanlıkla alakan
kalır. Böyle şiddete ve cihata yönelik yanlış tutumlarla kendi
değerlerini bitirirsin –lekelersin –kirletirsin.Yani kendi
değerlerini kendin
silersin bitirirsin! Hemde hiç farkında
olmadan… arkana dönüp baktığında geriye savunacak hiçbir değerinin
kalmadığını
görürsün.Bu noktada söylenecek bir söz varki o da GANDİ
nin en üst düzeydeki manevi değerleri ile yaptığı savunma ve
direniş eylemidir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet… işte aklın
başına geldiğinde de iş işten geçmiş olur. Peki bu durumda ne
yapacağız? Doğru olan nedir? Ne yapılması gerekir? Önce en büyük
gücün ve silahın BİLGİ olduğunu İLİM olduğunu SEVGİ olduğunu
kavramalıyız. Cehaletin kültürel bilgi eksikliğinin önüne
geçmeliyiz. İslam dünyası içinde << beline bomba bağlamış ölüm
timlerinden daha çok ( ki burada Filistin gibi haklı davaları ayrı
tutmak lazım..zira işgal altında ülkesini savunan insanların
durumu ile dediğimiz mevzu karıştırılmamalıdır)
sevginin şefkatin ve bir
insan yaşamına
verilen değerin ne kadar nüfus
ve tesir edici bir güç olduğunu
idrak eden kafalara ihtiyaç vardır.
Çetin BAL:
Elbette üstadım inanç
sistemi bazındaki bağnazlığı geçmişten günümüze tüm dünya dinleri
bazında ele alıp değerlendirmek gerekir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi günümüz insanı
için denebilir’ki beyinleri küçülmüş, daralmış, kalıplaşmış. Hatta
beyinlerinin %1’ni zor kullanıyor zavallılar. Zaman ve mekan
ölçülerinden ziyade sonsuzluğun her tür gezegen sistemi dahilinde
( ki yaşam sonsuzlukta çok
başka sistemler içinde de varolabilir)
oluşmuş olan dar şuur konsepti
içinde zeka sahibi her varlık
alışılmadık ölçülerdeki
zihinsel ve akli yetileri düşünceleri
fikirleri anlamakta kabül etmekte çok zorlanıyorlar.
Hatta çoğu kez aziz, evliya
yada peygamber denebilecek bir çok zatın doğa üstü gibi görünen
bir çok keramet hali karşısında bir çok toplum korku içinde
kalarak bu halleri cinlerin ve şeytanların işi olarak yahutta bir
tür sihir ve büyü olarak görmüşlerdir.Tabi
bu anlaşılmadık
durum karşında yönetici konumundaki krallar, yöneticiler, din
tacirleri bu gibi halleri işine geldikleri gibi yorumlayıp halkı
yanlış ve yalan telkinlerle yönlenderebilmekteydiler. Eski
Kudüs'te
Ölüleri diriltebilen Hz İsanın kendi Yahudi halkından ileri
gelenler tarafından suçlanıp Roma yönetimine şikayet edilmesi
gibi!
Günümüzdeki din otoriteleride bizim
şu anda burada kullandığımız
ifadeleride kendi işine geldikleri gibi yorumlayıp halka öyle
lanse edecektirler. Ben
Evrensel Bilgi Araştırma
ve Uygulama Derneği’ni 1980’ler de Denizli’de ilk açtığımda sözde
inanç sahibi bir çok kimse bizim medyumsal bağlantılarımızı ve bir
çok şifa çalışmamızı şeytan işi diye cinci büyücü diye karalamaya
çalıştılar. O zamanlar bir çok dindar arkadaşlar dostlar bizimle
konuşmadılar.Bu tür durumlar toplumda şiddete ve karalamaya dönük
bir kampanyaya dönüştü. Belli bir süre biz derneğide kapatmak
zorunda kaldık.Daha sonra bildiğin gibi yeniden derneğimiz
faaliyete geçti ama ekonomik imkansızlıklar ve bazı şansızlıklar
istediğimiz yoğunlukta bir faaliyet yapmamızı engelledi.Malesef
böyle haller- durumlar ülkemizde yeni yeni anlaşılıp toplumda
kabül görmektedir.Ama toplumumuz henüz yinede bunca zaman
geçmesine rağmen spiritül bilgeliği,
şifacılık
çalışmalarını ve
ruhsal irtibat celselerini anlamaktan uzaktır. Ki
senin üzerinde çalıştığın
zamanda yolculuk mevzusunun
kabül edilmesi çok daha güç bir durumdur.
Çetin BAL:
Üstadım peki bildiğimiz
gibi zaman ve uzay içinde telepatik olarak görüştüğümüz
bir çok uygarlık oldu. Fiziksel anlamda da orlara gitme şansımız
varken neden bazı olumsuz durumları kendi lehimize
çevirmiyoruz.Yani zihin gücümüzle biliyoruzki arzu ettiğimiz
şeyi yapabiliriz.Belki işin matematiksel kısmını teknik boyutunu
anlamaya çalışmak bir yana böyle bir yolculukla arzu ettiğimiz
ufak değişikleri yapmamız gerekir bence.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Sana daha önceki seyahatlerimizde de dedim bu işlerin
nasıl
olması gerektiğini ifade ettim.Yani ancaksın çok elzem olan
noktalarda böyle müdahaleler yaptığımızı biliyorsun.Geçmişe gidip
bir zeytin ağacı altında Hz İsa ile zihinden zihine sohbet etmene
dicek bir şey yok ama geleceği çok daha bariz biçimde değiştirmeye
yönelik davranışlar kabül edilebilir değildir.
Ki İsa dahil bir çok
keramet ehli gerektiğinin çok ötesinde hallerle kendi devirleri
içinde daha fazlasınıda yapabilirlerdi ama bazen gerektiği kadar,
tarih içinde gerektiği ölçüde yeteneklerle insanlığa öğreticilik
yapmak daha doğrudur.Her
söz her davranış yerinde
zamanında ve gerektiği ölçülerde gerektiği kadarıyla
iyidir.Kozmik varoluş içindeki türlü fiziksel bedenler dahilinde
yaşanan bu ruhsal yolculuğumuzda ruhsal olanın yüceltilmesi ve
anlaşılması bu büyük oyundaki ana espiridir.
Herşey her rol her dekor
bu ince espiri çerçevesinde yerini bulur.
Günümüzde kendi fikrine kendi inancına
bilgisine güvenen insanlar kendi ilmi değerleriyle bizim ilmi
değerlerimizi kıyaslamalı ve hakikate dair tefekkür edip akla-
karayı seçmeleri doğru ve eğriyi bulmaları gerekirken insanlar
malesef
kendi iskambil kağıdından
yapılma inançlarını kabüllerini koruma pahasına fiziksel şiddet ve
tehtide dayalı bir yöntemle karşılık vermeye çalışıyorlar.Tarih
boyunca bu böyle olmuştur.Bir
çok veli zat hatta peygamberler bile ateşe
atılmış
çarmaha gerilmiş hatta taşlanmışlardır.Ama
hiçbir manevi üstad yani hiçbir müslüman veliler, peygamberler,
hristiyan azizler budist rahipler, keşişler,
tüm manevi üstadlar, yol göstericiler bu hataları
işleyen insanları yargılamamış onlara kızmamış tam tersi onlar
için daima iyi niyetlerini sonsuz sevgilerini göstermişler ve
inanılmaz şefkat ve hoşgörülerinden asla vazgeçmemişlerdir.Bu çok
büyük sonsuz bir ahlakla ahlaklanan allahın sevgili kullarının
gösterebileceği bir sabırdır ancak!
Çetin BAL:
Evet üstadım bu tevazu bu
küçülme bu hoşgörü çok büyük bir ruhsal erdemin açılımı olabilir
ancak.En zor koşullar içinde bile elden bırakılmayan bu
mütevazılığı bu enginliği anlamak oldukça güç!
Üstad Muzaffer Kınalı:
Benzer durumlar farklı bir
şekilde de olsa orta çağ avrupasındaki Galileo gibi dünyanın
yuvarlak olduğunu söyleyen ve başka dünyalardan, gezegenlerden
bahseden bilim insanlarının klise tarafından tehtit edilmesi
durumu içinde geçerlidir.Bugunde benzeri durumlar vardır.Malesef
bilim insanları mana
insanları zihinlerini daha üst
düzeyde kullanmaları ve realitelerini aşan
bilinç atmosferleri ile kendi çağları
içinde
- tarih boyunca -her zaman çok zor durumlarda kalmışlardır.
Çetin BAL:
Evet üstadım bugünde İslam
dini içindeki bazı tutucu çevreler Darvinin evrim teorisi
konusunda da aynı hataya düşüyorlar.Oysaki dini iyi yorumlamak ve
değerleri küçültücü ifadelerden sakınmak lazım.Keza zaman içindeki
yolculuklarımızdan biliyoruzki insanlar belli bir evrimsel çizgi
sonunda bugünkü durumlarına geldiler.Gerçi durum sizinde
bildiğiniz gibi biraz karışık!! İnsanlara dünyanın ilk
dönemlerinde ne olduğunu anlatsak hayli mevzuyu anlaşılmaz bir
hale getirmiş olacağız.Yani başka dünya dışı bağlantılarda söz
konusu ama bu konu bugün sözde farklı uzaylı tarikatlerce yalanla
doğrular karıştırılarak lanse edilince bizde burada zor duruma
düşüyoruz tabi!! Ama gelişen bilimsel bilgimiz ve dünya dışı
temasın olağan sayıldığı gelecek zamanlarda durum daha iyi
anlaşılacaktır.Sanırım
gereksiz tartışmaların önüne geçmek için bu konuyu zamana bırakmak
daha iyi olacak!
Üstad Muzaffer Kınalı:
Deminden beridir anlatageldiğimiz
gibi şu andaki durum yine aynıdır.Tabusal ve şartlanma anlamında
biliyoruzki en ön yargılı toplumlar islami toplumlarıdır.Ama
benzeri tutumları hemen hemen başka şekillerde de olsa tüm
günümüz inançlarında bu tür ön yargıları görmek mümkün. Her
düşünce yasaklar ve belli korkular altında sınırlamalar ayıplar
günahlarla çevrelenmiş durumdadır.Yani düşüncenin özgürce
ilerleyebileceği alan çok dar bir alandır.Bu durum bilimsel
araştırma zemininde aynı şekildedir. Işık hızının aşılamaz olduğu
konusunda yıkılmaz bir önyargının olması gibi! Bu anlamda biz
bile müslüman olsak dahi sosyolojik- etik anlamda kendi dinimiz ve
toplumumuz hakkında yaptığımız eleştirilerde yanlış
anlaşılmaların önüne geçmek için çok seçerek ve daralarak
konuşuyor ve çok kısıtlı eleştiriler getiriyoruz.Bu niye böyledir
dersek bu ayrı bir tartışma ve eleştirel yaklaşım konusudur.
Zira yanlış bir ifade yanlış
bir anlaşılma bizi şu konumda arzu etmediğimiz zor bir durumda
bırakabilir.
İşte biz bir çok şeyi
anlatmamıza rağmen…metafizik konular içerisinde bilinen
metafiziği bile zorlayan haller varken bunları anlatmak şu an için
zaten mümkün değil! İnsanlar zaten normal olanı anlamıyorlar.
Kaldı’ ki paranormal olanı anlasınlar! Bu mümkün değil…Normal
olanı anlamayan adamın
paranormal olayları anlamasını beklemek yada fiziği anlamayanın
metafiziği anlamasını beklemek, psikolojiyi bilmeyen birinin
parapsikolojiyi anlamasını beklemek oldukça güç!
Daha yüzyıl önceye kadar
insanlar bir radyo gördüğünde…. kalıplaşmış zihin yapısı içinde bu
radyoyu dinleyenler görenler özellikle dindar insanlar radyonun
içinde cin yada şeytanlar olduğunu söyleyip bu cihazdan
korkuyorlardı.Yine bazı okumuş bilmiş sözde entelektüel
insanlarda radyoyu ilk kez gördüklerinde bunda bir hilekarlık
olduğunu söylüyorlardı.Yani olaya bir türlü inanamıyorlardı.
Oysaki bir otomobil için ilk buharlı
trenle karşılaşanlar için bunlar akıl sır ermeyen olaylardı. O
zaman için bunları ilk görenler bu araçların hareketlerini
açıklamak için bunları cinlerin ve şeytanların çektiğini
düşünüyorlardı.İlk çağlara geri dönsek hatta mitolojik olayların
anlatıldığı ilk kültürlere geri dönsek o insanlarda bu tür
bilimsel olaylara gizemli bir sihir olarak bakacaktırlar.Sihirli
bir gücün hatta gizemli tanrıların
bu araçları çektiğini düşüneceklerdi.Yani
belli düşünce biçimlerine alışmış
insanlar bilinen alışılageldik bir algılamanın dışına mümkün değil
çıkamaz! Çünkü her kültürün kendine göre alıştığı kabül ettiği
gerçekler ve bir takım parametreler vardır.Bunun dışındakiler
hayaldir, metafiziktir, masaldır deyip gördüğünü bile kabül etmek
istemezler.Yani
şartlanmış
beyinler kendi bildikleri gibi kendi zihinlerinin alıştığı gibi
olmazsa o şeyi kabül etmeleri nerdeyse mümkün değildir.Hatta
adamlar kendi inanıp bildiğinin dışında gelişen bir durumu
hadiseyi bile görmek istemiyor ve buna tahammül edemiyor.Yani bir
çeşit şizofrenik bir akıl hastalığı söz konusu.Adam fındık kabuğu
kadarlık bir dünya içine sıkıştırılmış bir hayal ve kabüller
dünyası içinde yaşıyor.Kültürüde ancak o kadarlık keza bilgiside
ancak o kadarlık.Daha fazla değil..olmasıda mümkün değil..!!
Halbuki insanlar başka türlü
teknolojilerin hallerin ve farklı
ilimlerinde varolduğunu bilmeleri gerekir.Mesela hayatında hep
ekvatorda belli bir ısı derecesinde yaşayan yerli insan için suyun
sadece sıvı hali vardır.Adama suyun buz halinden bahsetsen o
kişiyi buna inandıramazsın.
Çünkü adam bunu hiç bilmiyor görmemiş.Bu
adam buzdan bahsettiğinizde
olmaz öyle şey der.Hatta
kendisiyle alay ettiğinizi
düşünür.Eğer
suyu kutsal olarak kabül etmişse bunu inançlarına saygısızlık
olarak ele alıp
size karşı
şiddete yönelebilir.
Çetin BAL:
Üstadım Edison ilk kez ses
kaydeden ve aynı sesi tekrar geri veren gramafonu icat ettiğinde
kliseden bir papaz bu cihazı görmeye gelir ve cihazdan ses
gelmeye başladığında buna inanamaz ve dili olmayan şey nasıl
konuşur diye çıkışmıştır… bu işin içinde şeytan var demiştir.Ne
ilginçtirki insanlar konuşma ses verme olayını sadece insana ve
dil benzeri bir organa bir yapıya ait bir oluşum olarak görmeye beyinlerini
şartlaşmışlar.Aynı şey yapay bilinç teknolojisi içinde geçerli.
Gelecekte düşünen
elektronik beyinler yapıldığında
ilk başta
kimse o makinaların
gerçekten düşündüğüne
inanamayacak. Kimileri ruh hakkındaki
eksik bilgileri ile bu olayı anlamaya çalışıp işin içinden
çıkamayacaklardır.Kimileri derin felsefi tartışmalar içinde bu
teknolojiye karşı çıkacaklar. Keza Gen ve DNA teknolojisinin daha
ilerideki safhaları içinde aynı tartışmalar yaşanacaktır.Dinciler allahın işine karışılmaz diyip bu teknolojilere karşı
çıkacaklar.Aslında tam tersine allahı bilen onun kudretinin,
ilminin sonsuzluğunu bilen inanan insanlar için tüm bu gelişmeler
onun ilahi enerjisinin olanak tanıdığı bir imkanlar bütünüdür.
Gerçek inananlar bu imkanlar dünyası içinde sadece allahın sonsuz
ilmine hayranlık duyulması gerektiğini idrak edecektirler.
İnsan kimyasal tepkimelerden
bir canlı hücre yaratabilir mi? Evet yaratabilir! Peki ruhsal
enerji bu kimyanın bu moleküler biyolojinin neresindedir? Ruhsal
enerji denen şey uzay ve zaman sarmalı ile kuantum vakumunun sır
dolu örgüsü içinden DNA sarmalının moleküler örgüsü içine doğru
uzanan elektromanyetik alan kalıpları biçiminde fizik boyuta
yansır.Enerji
denen şey de uzay ve
zamansal bir şablon vardır.Ve
Allahın bilinç enerjisi bu şablonun içinde tamamlayıcı bir unsur
olarak yer bulur daha doğrusu tüm elektromanyetik enerji ve
moleküler biyoloji bu bilincin içinde yer alır ve bu bilincin
direktifleri doğrultusunda moleküler yasalar varolur ve anlam
kazanırlar.Tanrı yada Allah dediğimiz ilahi bilinç her şeyi yoktan
vareden ve varolan enerjininde belli yasalar içinde titreşip
dönüşmesini sağlayan her şeyin temelindeki ana programcıdır.Allah
yani evreni düzenleyen bu ana programcı yani bizi ve çevremizdeki
her şeyi
programlayan bu ana güç kaynağı
aynı zamanda insan ruhununda gerçek kaynağıdır.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet ifadelerin doğru..işte
bu cümleden olmak üzere şöyle diyelim…
halbuki insanlar böyle kendilerini
şartlamak yerine daha geniş bir
gönülle daha geniş bir akılla
düşünüp anlamaya çalışsalar başka türlü teknolojilerin olduğunu
başka türlü kimyasal yasaların başka türlü etkileşimlerin başka
türlü mantık kalıblarının ve başka türlü zihin kalıblarının
hatta başka türlü zaman ve uzay modellerinin olduğunu ve Pi
sayısının dört boyutlu bir kürede farklılık arzedebileceğini yada
evrenin başka köşesindeki farklı bir zaman akışı içinde ışık
hızının değişkenlik arzedebileceğini idrak edebilseler. Ve daha
pek çok şeyi hatta zamanın iç içe frekanslar halinde bir arada
yaşandığını kavrayabilseler üç boyutlu mantığın-
bakışın yerine çok boyutlu
bir bakış açısı geliştirebilseler elbetteki günümüz teknolojiside
o oranda daha ileri düzeyde teknik buluşlara sahne olurdu.Keza
aynı paralelde biz küçücük
dünyamızda sadece evrende tek zeki varlıklar olarak kendimizi var
kabül ediyoruz..Başkasının başka canlıların evrende diğer yıldız
sistemlerde olabileceğini kabül etmekte zorlanıyoruz.Biz sadece
yaşamın karbon temelli olduğunu varsayıyoruz oysaki yaşam bir çok
şekilde hayat bulabilir.Ama insanlar bunu bilemiyor anlayamıyor.
Dediğimiz gibi yapılması
olası henüz insanların bilmediği bir sürü teknik olay var.Örneğin
bir elektrik motorunun bir tost makinesinin bir televizyonun bir
telefonun bir radyonun bir çalışma mantığı var.İşte bu mantığı
bilmeyince bir transistörü bir kondansatörü bir elektrik devresini
bir elektron akışını bir elektron dinamiğini
vb gibi …işte bunları
bilmeyince
tüm bunlar o insanlara sihirmiş
gibi imkansız
şeylermiş gibi geliyor.Oysaki bu şeyleri yapanlarda yine
insanlar.Biri yapıyor biri ise onu görmeye tahammül edemiyor hatta
bundan korkuyor!Ama
dikkat et şimdi o kişide o
konuda eğitilse
oda bunları yapabilir.Halbuki sonuçta onu yapanda insan.İlerde
uzaydaki yüksek teknolojiye hakim ırklarla karşılaştığınızda
onların teknolojileri yanında sizin bilginiz ve tekniğiniz bir
hiç konumuna gelecektir.Hatta
onların Allah inançları bile
sizin inanç modelinizden daha üstün bir modele sahip
olacaktır.Size ilkeller yerliler diye bakacaklar.Sizleri
İspanyolların eski Amerika yerlilerini gördükleri gibi
görecekler.İnsan ırkı onların medeniyetlerini gördüklerinde tek
kelimeyle bunu ya büyü yada sihir kelimesinden başka bir
kelimeyle izah edemeyecekler.Teknoloji
o kadar gelişecek ki en
basitinden sadece elindeki
ışık huzmesi yayan cihazı
bir maddenin üstüne tutan kişi o maddeyi istediği elemente
çevirebilecek.Manyetik fırınlara konan taşlar bir dalga sağınağı
altında altına yada elmasa çevrilebilecek.Bu çok yakın bir
teknolojidir.Yada cisimleri soğutmak için gaz yerine yine sadece
karşıt polarizasyonlu EM dalgalar kullanılacaktır.
Şimdi biz diyoruzki gerek bizlerin
gerekse keramet sahibi veli zatların
gerekse daha
yüksek değerlere ulaşmış,
teknolojilere ulaşmış dünya dışı varlıkların şu an yeryüzündeki
insanlardan çokta farkı yok! Ancak bizler zekamızı çalıştırma
fırsatı bulduğumuz için beynimizi biraz daha geniş yelpazede
kullanabildiğimiz için bir takım hallerin sırrına vakıf
olabiliyoruz.Bizim farklılığımız buradan ileri geliyor.Yoksa
herkes birbirine benzer.Bu ifadelerimizi okuyacak olan insanlar
için diyebilirimki bizde sizler gibi insanız.Ne
şeytanız
ne cin’iz
nede aranıza sızmış gizli
uzaylılarız.Bizlerde en az sizler kadar insanız.Ancak
bizler zekamızı biraz olsun
çalıştırabilme fırsatı bulmamızdan dolayı sizlerden bazı
noktalarda farklılık arzediyoruz.Yoksa herkes birbirine benzer!
Çetin BAL:
Üstadım
bu insan olma mevzusu üstüne fazla durmasak daha iyi olur yoksa
yanlış anlaşılmalar
doğabilir.Bu da artık bizi gülümseten bir espiri olsun! Üstadım
valla geçenlerde bir çok insan ben Çetin BAL ve Muzaffer
Kınalı’nın varolduğuna inanmıyorum diye E-mail’ler atmaya
başladılar aslında bir ara web sayfamıza sohbet anında çekilmiş
bir kaç fotoğrafımızı koysak iyi olur.Gerçi benim web sayfamda da
hiç fotoğrafım yok.Nedense
bu eksikliğin bende hiç
farkına varmadım.Ama
insanlar baya merak ediyorlar.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Elbette bir iki resim koymak sayfanın
içeriği bakımından tamamlayıcı görsel etki bırakır.
Nerde kalmıştık …bizimde
diğer insanlardan hiçbir farkımız olmadığını söylüyorduk.Dedimya
herkes birbirine benzer.Mesela küçücük bir çam tohumu düşün! Eğer
bu tohum zemin bulursa devasa bir çam ağacı olur.Ondan sonsuz
denebilecek çam kozalağı meydana gelir.Birde onun tohumlarını
düşün..! Tüm dünyayı istersen çam ağaçları ile doldurabilirsin.Ama
o zemin bulamazsa o tek bir çam tohumu bir avuç dolusuda olsa
hiçbir işe yaramaz. O tohumları kuşlar yer ve çürür gider ve gübre
olur tohumlar.Yani hiçbir işe yaramaz!
Dikkat et bir tanesi ne kadar işe
yarıyor.Ama
milyonlarcası hiçbir işe yaramıyor.Dikkat et şimdi! Şimdi biz
diyoruzki farkımız burda! Hepimiz eşitiz!
Eşitiz ama misal sen sende
ilmin gelişeceği
bir zemin bulduğun için gelişiyorsun.Bu şekilde şuurun, şuur
altının, aklının geliştiği gibi astralinde keza üst benliğinde
gelişiyor.Tabi bu biribirine eklenerek ruhsal enerjin devasa
boyutlara doğru genişliyor.
Biz bazı celselerde bazı
insanlara ruhsal gözle baktığımızda kimilerini deve gibi
kimilerini sinek gibi görüyoruz.Bazısı hayvan gibi köpek gibi
görünüyor bize.Yunus Emrenin dediği misal
İnsan
insan dedikleri
El ayakla baş değil
İnsan mana demektir
Suret ile kaş değil
İşte Yunusunda söylediği gibi insan
mana, kültür, şuur, bilgi enerjisi ve akıl demektir.İnsan tüm
bunların toplamıdır.İşte bu gibi tohumda aynı şey aslında yani
biri devasa olup yürüyüp gidiyor birisi hiç büyümemiş çürümüş,
diğeri saksıda biraz büyümüş. Bu gibi insanda kendini geliştirir
ve dünyanın gelişimine yardımcı olursa hep birlikte gelişiriz.Bu
durumda diyelimki dünyanın sonu geldi o taktirde dünyadan başka
gezegenlere çıkar gideriz.Ama bunu hep beraber insanlık olarak
yaptığımız çalışmalarla ilimle
hak ederek yapabiliriz.Biribirimize destek olarak birbirimizi
yüceltip büyüterek bilgimize bilgi ekleyerek yapabiliriz.
Ancak sevgiyle, ilimle,
şefkat duygumuzla birlik beraberlik , yardımseverlik
duygumuzu geliştirerek dünyada kaosu korkuyu, şoku yaşamadan
yıldızlar yanıp kül olmadan dünya bitmeden zaten sonsuzluğun dört
bir tarafına yayılmış oluruz. Ancak bu ilmi bu sevgiyi bu insanlık
değerlerini hazmedip bunu hayata geçiremezsek kendi negatif
tortularımız içinde helak olan bir dünyayla -şok ve korku içinde
helak olan bir dünyayla- şok ve korku içinde bu bedenlerimizide
burda kaybedeceğiz.Halbuki daha yüksek zihin hallerine
yükselebilmek için bu korkuları, şokları yaşamak zorunda değiliz.
Daha yüksek ruhsal değerlere akılla da ilimle de sevgiylede
ulaşabiliriz.İllede ruhsal hiyerarşi içinde kafamıza birilerinin
bizi uyarmak için vurması yada burda ölmemiz helak olmamız şart
değil.
Çetin BAL:
Ama üstadım genelde tüm
kaynaklarda insanlığın büyük bir yıkımla doğal afetlerle helak
olması yönünde bir
bilgi var. Sanki umudun yitirilmesi gibi bir durum söz
konusu.Sizde genelde bu yönde bir imada bulunuyorsunuz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi bak Çetin biz korku ve
felaket senaryolarını
malzeme yapmak istemiyoruz.Ben son ana kadar son nefesime kadar umudumu
kesmiyorum.Umudumu yitirmiyorum. Diyorumki insanlar her an
duyurabilirlerse her an allahü teala insanlar o felaketi yaşamadan
önce kurtuluş fırsatlarını
verecek. Şimdi diyorumki ben insanlık bunu kabül etse biz gerekli
uzay teknolojisini insanlara veririz.Bütün insanların dünyadan
daha güzel yerlere taşınmalarını sağlarız.Burada ne zaman ne
olacağınında ölçümlerini yaparız.Hava şartları gibi hesaplarınıda
yaparız. Dünya burda bozuluyor bile olsa buradaki araçlarımıza
binip gidebiliriz..Dünyadaki
her türlü ekolojik - coğrafi
fiziksel felaketler bile bizim yaptığımız bu uzay araçlarına etki
edemez.
Zira ona göre bu araçlar her türlü olumsuz
şarta dayanacak şekilde yapılabilir.
Bu araçlarla dünyadan çekip gidebiliriz. Bu araçların dahi ilmini
allahü
teala veriyor. Ama buna rağmen
bilenleri hor görürsen bilenleri anlamazsan hatta sana
karşılıksız ilim verenleri taşlarsan..
hani bir söz vardır ‘nimete
müstehak olmayan musibete müstehak olur’
O zaman başına
gelir.
Ne diyor ayetlerde biz diyor insanlara daha önce elçi gönderdik
örnek verdik. Şu kavim böyle
yaptı,
şu şöyle yaptı anlayın dedik.Onları şöyle şöyle çökerttik,
kimisine bir ses geldi kimisine bir rüzgar geldi diyor.Rüzgar
onları yok etti deniyor.Kimisine
diyor bir ışık geldi.Işık
onları yok etti diyor.Kimisine yeryüzü çöktü diyor.Kimisine tufan
afet geldi onları yok etti diyor.Dikkat et şimdi! Değişik
felaketlerle onlar yaptıklarının hak ettikleri orantısında yok
olurlar dedik.Yine örnek veriyoruz diyor. Bunu diyor..mutlaka
haberciler gönderiyoruz diyor.Bak böyle oldular şu yanlışı
yaptılar diye söylüyorlar. Sizde eğer bu kavimler gibi olursanız
bizde burda sizlere helak olursunuz diyoruz..Bu gibi dini
metinlerde de dendiği gibi allahın gönderdiği resullara inanacak
yerde insanlar onu tahrik ediyorlar.Senin allahın hadi yapsın
diyorlar Şunu yapsın etsinde görelim diyerek kafa tutuyorlar.Bunun
üzerine de Allah << bizde beklenen gelecek olan felaketi daha
çabuk getirdik -bir nevi- olayı hızlandırdık, çabuklaştırdık>>
diyor
Şimdi yeryüzünde kıyamet kopmayacak
diye kimse söyleyebilir mi? Hayır söyleyemez! Her an doğal
felaketlerin tehtidi altındayız.Kimse şuraya yada buraya hiçbir
şey olmaz diyemez.Dünyalar,
galaksiler yıldız sistemleri
bile dağılıp bozuluyor. Kaldı’ki dünya evrende toz kadar bile
değil.Dünya bile hiçbir şey olmasa bile zamanla astronomik harita
içindeki dönüş ve ilerleyişinden mütevelli kozmik zaman ölçüleri
içinde hız kaybederek dağılıp bozulmaya hatta kendiliğinden
parçalanmaya dağılmaya mahkumdur.Bunun aksini kimse inkar
edemez.Varoluş içinde belli bir forma sahip her şey zamanla
bozulup dağılmaya mahkumdur.Yıldızlar bile belli bir süre sonra
enerjilerini yitirirler ve sönerler.
Çetin BAL:
Hatta üstadım Stephan
Hawking’in
karadelik buharlaşması
dediği X
ışınımı yayımı ile
kendini belli eden karadeliklerin bile belli bir ömrü vardır.Yani
karadelik haline gelen sönmüş bir yıldız bile zamanla içerdiği
enerjiyi bir şekilde kozmik yasalar gereği dışa atıp
dağılıp-bozulup son bulmak zorundadır.Atom altı parçacıklarımız
bile zaman içinde bozunup kuantum vakumunun sır dolu örgüsü
içerisine katılıp karışmak zorundadır.Aslında
evren kendi içinde dev bir kozmik akvaryumu andırır.Dünyadaki
deniz suyunun buharlaşıp tekrar yağmur olup yeryüzüne inmesi gibi
ve devamlı süren bu çevrimsel sürecin bir benzeride aynen evrende
devam etmektedir.Kuantum vakumundan astronomik ölçekteki olaylara
doğru gelişen ve çevrim halinde olan bir madde ve enerji okyanusu
içerisinde yer almaktayız.Birbirine devam ede giden ve biribirini
tamamlayan dev bir çevrimsel sürecin içindeyiz.Aslında bu durum
hint mitolojisindeki Tanrı krişna’nın dansına benzetilebilecek bir
durum.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet ifade ettiğin gibi her
şey değişir ve dönüşür.Yok olmak diye bir şey yoktur.Her şey belli
bir çevrim içinde sadece bir fazdan bir faza geçerek hal
değiştirir.
O ayrı mesele! Neyse işte bu
demek oluyorki yaşadığımız her ortamı zamanla kaybedeceğiz.Ama
kaybolmayan bir şey var.O nedir? O ruhsal varlığımızdır.Ruhsal
varlığımız hiçbir zaman kaybolmayacak. Onunla her yerde her
ortamda bedenler yapacağız.O bedenleri kullanarak ruhsal tekamül
merdivenlerinde sonsuza doğru ilerleyeceğiz.Cennet ve cehennem
sadece şu anki insanlığın bildiği bir geçiş bölgesidir.İsteyen
yaptıklarının ve ruhsal enerjisinin titreşim boyuna ve hak ettiği
şeyler nispetinde kendi arzusuna göre orda kalabilecek.Ama bazı
ruhlar o düzeyleride geçip daha sonsuz boyutlara doğru farklı
maddesel planlardaki sonsuz deneyimlerine devam edecektirler.Bazı
ruhlar ise
ruhsal gelişimleri istenen
noktaya yükseltebilmek için yeniden fizik boyuttaki katlara geri
dönecektirler.Burdan da anlaşılacağı
gibi baki olan şu fizik beden değil ruhsal yapımızdır.Biz bu
yönümüzü önemsemeliyiz.Yani demeliyizki.. hani ‘‘ölen hayvan imiş
aşıklar ölmez’’ diyor ya Yunus Emre! O gibi sevgi ölmez ruhsal
yapı ölmez! Biz aşıklar derken ruhsal yapıyı kastediyoruz.Çünkü o
madde değilki ölsün. O madde üstü bir şey. Ölüm maddeye göre olan
bir şey! Öyleyse o madde üstü bir şey dediğimiz ruhsal benlik
kainatlar içinde beden yapmış olmasına rağmen kainatın dağılma
kanunlarına uygun değil.Yani
şu 12 boyutlu dediğimiz
kainatın kanunlarına tabi değil.Yani
şu gelip geçici olan bitici
olan zamana tabi olan yada şu bilinen zamanla kayıtlı
olan bir varlık sistemi değil ruh!Öyleyse benimseyeceğimiz şey
orasıdır.Yani ruhsal benliğimizdir.Zira ruhsal benliğimizde
tekamül halindedir.Fiziksel bedenin kozmik zaman devreleri içinde
bir evriminden söz edilebileceği gibi ‘ruhsal bedeninde –ruhsal
özünde’ sonsuz boyutlar sarmalı içinde ilerlemekten mütevelli
evrimsel bir sürecin içinde olduğundan bahsedilebilir.
Biz bu dünya yaşamı
içinde o ruhsal yapıyı üst benliği önemseyip tekamül
ettireceğimize biz bu madde dünyasına gereğinden fazla önem
veriyoruz.Bu bu yanlış anlaşılmasın tabi.Nasıl yani dersek…şöyle
izah edelim elbetteki teknolojik ve maddesel bilim anlamında
tekamüle yani ilerlemeye gereğinden bile çok daha fazla önem
vermek ve bu alanda yükselmek lazım.Biz maddeye önem vermemek
derken maddecil egoist çıkarlar bütününü kastediyoruz. Nihayetinde
madde de sonuçta ruhun gelişimi için bir araçtır.
Ama temelde esas gaye ruhun yücelmesi ve yükseltilmesidir. Biz o
ruhsal yapıyı –üst benliği-
özümseyip tekamül ettireceğimize biz bu madde dünyasına daha çok
önem veriyoruz.İnsanların kalblerini küçük şeyler için bitici ve
ölümlü olan basit değerler için kırıyoruz.Basit geçici maddi
çıkarlar adına ruhun üst değerlerini hiçe sayabiliyoruz.Erdem,
sabır, hoşgörü, şefkat, iyi niyet gibi tüm manevi değerlerimizi
ucuz değerler adına birkaç liraya birkaç altına
değişebiliyoruz.Basit maddesel eğilimler içinde kendimize ait
ilahi değerleri unutup insan olmanın sevmenin, yardım sever
olmanın , ahlaklı olmanın yüksek değerler çizgisinden çıkarak
sanki hiç ölmüyecekmiş gibi sanki sadece maddesel bir bedenin
kısır kalıbı içinde tüm evreni bu basit kalıbın elde edebileceği
gelip geçici anlık zevklerin ve hazların bir toplamı olarak görme
eğilimi içine giriyoruz.
Sonuç olarak biz ruhsal boyutumuzu zaafa uğratacak
hiçbir yanlış eğilim içine girmemeliyiz. O üst benliği geliştirip
yükseltecek davranışlar yapmamız lazım.Fizik bedeni ruhsal
değerlerin daha da gelişimi yönünde kullanman gerekir.Şu fizik
bedeni boyutunda üst benliğe zarar verecek yani senin ebedi ve
ezeli olarak yaşadığın benliğe zarar veren her hareketide şu fizik
beden ile yapmayacağız. Ona engel olacağız daha! Öyleyse bu ne
anlama geliyor?
Buna metafizik anlamda, parapsikolojik anlamda, spiritüel anlamda
yani ruhsal bilim anlamında
başka bir açıdan dinler ve tebliğler açısından da bakacaksın.Ne
demek bu diye bunu çok boyutlu olarak sorgulayacaksın. Yani
ruhsal gelişmeyi sağlayan sıfatlar yahutta hareketler nelerdir
diye düşünüp buna göre yaşayacağız. Bak bir örnek vereyim sen
mesela arabayla diyelim yolda bir yere gidiyorsun.Giderken arabayı
bile bile göz göre göre sağa sola çarparmısın yada bir duvara
vururmusun! Hayır bunu yapmazsın! Çünkü bu hareketin sonuçlarını
bilirsin. Çünkü bilirsinki o iş sadece vurmakla kalmaz…trafik
polisleri gelir bir sürü sorgu sual..sonra emniyete gider orda
uğraşırsın..ifade verirsin.Sağa sola telefon açarsın bir sürü
açıklama yapmak zorunda kalırsın.Duruma göre birde suçluysan içeri
girersin.Bir sürü hukuki prosedüre tabi olursun mahkeme
kapılarında gider gelirsin.Yani kendini aklamak yada cezanı çekme
babında bir sürü sorunla uğraşmak zorunda kalırsın.Hatta
yarlanmışsan birde hastane kapılarında uğraşmak zorunda
kalırsın.Çok izdiham varsa tekrar gider tekrar gelirsin.Bir sürü
maddi zorluğun içine girersin.Hem zaman kaybersin hem para hemde
bir sürü sorunda cabası! İşte insan çok kısa bir an için buradaki
milyonlarca olasılığı farkında olmadan gözden geçirir ve ona göre
davranır.İşte bu dünyada nasıl böyle bir sürü hukuki düzenleme
varsa evrensel boyuttada sonsuz boyutlar ve sonsuz evrenler
boyuncada insan olmanın varolmanın kendi içinde buna benzer daha
kozmik düzeyse ruhsal gelişim ve ilerleme yasaları vardır.Bugünkü
dini tabir ve ifadeler 5 yaşındaki çocuk zekasına hitap eden
sembolik betimlemelerle dolu olsa bile..bunlar boş şeyler
değildirler.
Bazı kendini çok zeki ve
kültürlü bulan insanlar bu sembolik betimlemeleri okuyunca hadi
canım bunların akıl mantıkla ilgisi yok der geçerler. Hatta kim
inanır bu palavralara diyip dinsel sistemleride küçümseyen
inançsızlığı seçen bir çok insan vardır.Bir açıdan bu insanların
haklı tarafları da vardır ama olay öyle sandıkları kadar boş ve
anlamsız değildir.Sonuçta dini tabirlede olsa
ilahi yada bazılarının
anladığı bağlamda evrensel
bir düzen söz konusudur.
İster
kabül et ister bil ister bilme sonuçta hepimiz o ilahi enerji
boyutunun içinde doğar yaşar ve ölürüz.Kimse için özel bir
ayrıcalık yoktur.Ben müslümanım ben hristiyanım ben şuyum buyum
kelimeleride bu ilahi düzen içinde değerliliği olmayan
sözlerdir.Tümüyle ilahi plan kimin ne yaptığına kimin hangi
niyetler içinde nasıl bir enerji küresine sahip olduğuna
bakar.İlahi alemlerden bakıldığında her insan belli bir titreşim
ve frekanlar boyunda yayın yapan yürüyen hareket eden radyo Tv
istasyonlarına benzerler.Tüm
geçmiş yaşamlarından
gelecek yaşamlarından izler taşır bu alan! Ama bu alanın biz
geçmişten bugüne gelen ışımasını algılarız ilk etapta.Gönül gözü
açık olanlar yada o medyumatik hassasiyete sahip olan insanlar
çevresindeki aura denen bu renkli ışık alanını görebilirler.
Neyse konumuzu dağıtmadan ne
diyorduk..evrende bir düzen bir sistem olduğundan
bahsediyorduk.Kimse bile bile arabasını bir duvara çarpmak istemez
diyorduk.Çünkü herkes bunun sonuçlarını bilir. Bu gibi böyle bir
durumda hem milli servete hem insanlara hem de kendine zarar
verirsin.Bunları bilince arabayı vurduğun o an belki bir şey
olmayacak ama sonra bir şeyler olacak .İşte bunu bildiğin için
daha dikkatli olursun.İşte dinlerdeki yasak ve emirlerin
ardındaki ana espiride buradan doğar.Hem bu yaşam boyunda hemde
ruhsal boyutta insanların daha iyi noktalara yükselebilmeleri ve
gelebilmeleri için peygamberler dediğimiz ruhsal bilgeliği
yeryüzüne getiren kozmik öğretmenler insanlığa bu anlamda yol
göstericilik yapmışlardır.
Ne dedik yolda giderken bile insan trafik kurallarına
riayet eder uyar. Çünkü kurallara uymazsa önce kendisi başta olmak
üzere çevresine büyük zararlar verebilir.Kişi bunu bildiği için
daha dikkatli olur. Öyleyse ruhsal anlamda da
yani ruhsal manada da şu
dünyada yaşadığımız
şu küçük an bize göre çok gibi görünse bile şu an için yaptığın
bir şeyin yaşadığın hayat biçiminin senin geçmiş ve geleceğini
enterese edeceğini bildiğin için gereksiz basit hatalara düşmezsin
daha dikkatli olursun.Fiziksel
beden ne olacak ki ! O sadece ruhsal mananın
tecrübesi için bir alettir.Geçicidir..İzafidir. Bu beden ebedi
değilki!
Çetin BAL:
Yani reankarnasyon ve karmik ilişkiler
ağından
söz ediyoruz.Etkiye karşı tepki meselesi..ne ekersen onu biçersin
yada etme bulma dünyası! Zerre kadar iyilik zerre kadar kötülük
karşılıksız kalmayacaktır. Bir iyilik yap denize at balık bilmezse
halık bilir..vb gibi bir çok ifadelerle halk arasında bu bilgi
yerini almış.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Tabiki dini versiyonda olaya baktığımızda
sadece bu dünya boyutunda değil dünyevi hayat sonunda da bu
dünyada yapılan her pozitif ve negatif eylemin düşüncenin
sonuçlarıyla iyi yada kötü bir şekilde mutlaka karşılaşacağız.Ya
öyle yada böyle bir şekilde her şey karşılığını bulacaktır.Geçmişe
ve geleceğe
doğru da mana boyutlarına doğru da yapılan her eylem sonsuzluğun
tüm boyutları boyunca yankılanan dalgalanmalar oluşturur.Hiç bir
şey yapıldığı olduğu noktada donup kalmaz her şey birbirini
etkiler ve her yanlış yada doğru tüm eylemler sonuçları
itibarıyla sizi gelip bir şekilde mutlaka bulacaktır.Tüm sonsuzluk
her şeyin birbirini etkilediği her şeyin birbirine bağlı olduğu
dev bir holografik etkileşim ağıdır. ‘‘Sonsuzluk’’ yokluğu
dolduran, tüm boyutlarıyla sonsuz küçük bir NOKTAdır. Ama aynı
zamanda bu sonsuzluk tüm boyutlarıyla başı ve sonu olmayan geçmişi
ve sonsuzluğa uzanan geleceğiyle yuvarlanarak her şeyin bir araya
geldiği - iç içe geçtiği sonsuz büyük küresel bir
mükemmeliyettir.Dikkat
edin yokluğun geometrik
yansıması ile madde ve enerji içindeki küresel geometri ve daire
geometrisi arasında özel bir ilişki vardır.Geometrisi olmayan
yokluk nasıl bir şey olur diyorsanız KÜREye bakın!
Geometrik anlamda Zaman ve uzay iç içe geçmiş
iki ayrı
küre gibidir.Ama aslında bu tek bir küreyi ifade eder.Bizim bakış
açımız ve gözlem noktamız bunu iki ayrı küre gibi yanılsamalı bir
düşünsel görüntüye neden olur.Frekanslar
anlamında zaman ve uzaya
baktığımızda evrendeki tüm noktalar ve sonsuz geçmişle geleceğe
ait tüm zaman/uzay noktaları aslında daha üst bir realiteden
bakıldığında aynı nokta üstünde bir arada yer alan farklı noktalar
kümesi olarak görünürler.Aslında geçmiş- gelecek yada uzak -yakın
diye bir şey yoktur bir yerden bir yere gittiğimizi düşünmek
aslında holografik evrenin yapısından doğan bir yanılsamadan başka
bir şey değildir.Aslında zaman dahil hiç bir şey geçiyor yada
hareket ediyor değildir.Herşey küresel varoluşun mutlak
mükemmeliyeti içindeki tabloda sadece allahın düşündeki resimde
yer alan renkli noktacıklardan ibarettir.Kalem kağıdın üstüne yazı
yazarken -bir çizgi çizerken hareket edenin kalem mi yoksa
kağıtmı olduğunu nasıl bilebiliriz?
Aslında bir gerçek varki o
da ışığın ne olduğunu anlamak yokluğun tabiatını anlamak gibidir.
Çetin BAL:
Üstadım bazı insanlar şu
küçük yaşamları içindeki yaptıkları deneyimledikleri en küçük
davranış ve düşünce kalıplarının
bu sonsuz evren içinde ne kadar bir öneme haiz olduğu konusunda
çok negatif bir bakış
açısına sahipler.Yani insanlar sonsuz kainatlar içinde hatta şu
küçücük toz taneciği kadarlık
bile olmayan dünyada bile kendilerini yalnız
önemsiz biyo kimyasal bir kompozisyondan bir madde parçasından
ibaret görmekteler.Hayat nedirki ne olacakki diyorlar.Boş
ver gitsin misali …koca bir sonsuzluk ve bu sonsuzlukta ben
neyimki diyorlar!
İnsanlar
kendisini anlamsız bir madde parçası olarak görüyorlar.Bazı
ruhsal konular içinde olan arkadaşlarda kendi ruhsallıklarını
yaşayamamaktan arzu edilen noktaya varamamaktan şikayetçiler.Yani
ya arkadaş 10 gün 10 ay riyazet haline girsem sadece bitkisel
beslensem yada şu ruhsal disiplini uygulasam ne olacakki
ya da şu kadar meditasyon
yapsam ne değişecekki
gibi umutsuz bir düşünce modeli içinde olaylara bakıyorlar.Şu
kitaptaki şu yazıyı okusam şunu bilsem ne olcakki gibi bu durum
benim ruhsal yapıma ne kadar tesir ve etki edecekki! Bu ne
kadarlık bir önem değerine sahipki diye düş kırıklığını andıran
bir bakış açısı içerisindeler.
Yoldan geçen yaşlı
bir teyzeye yardım etmek..yada evrensel değere haiz bir kavram
üstünde bir süre düşünmek yada karanlık bir gecede parıldayan
yıldızları seyredip bir süre tefekküre dalmanın bize getirisi ne
olabilirki? Tabiki bunlar yanlış anlaşılmasın bir şey illaki bir
karşılık beklenildiği için yapılması gerekir diye bir sonuçta
çıkmamalı bundan. Sadece yaşamın en küçük anlarına dair önemsiz
gibi gördüğümüz olayların gerçekten evrende nasıl bir değere haiz
olduğuna dair bazı düşünceler geliyor insanların aklına.
Üstad Muzaffer Kınalı:
İşte bu düşünceler onların
zeka yapısını ilgilendiren bir durumdur.Zekası aklı gelişmemiş
insanlar elbette bu olayların tümünü kavrayamayan insanlardır..
‘AKLI KÜL’e ulaşamamış beyinlerdir.
Çetin BAL:
Oysaki şu bir anlık
yaşamdaki bir anlık tefekkürümüz, iyi niyetli küçük bir
eğilimimizin, düşüncemizin dünyayı değiştirmesi söz konusu. Ufak
ve hiç göze görünmeyen bir eğilimin sonsuzluk içinde hiç
düşünmediğiniz kadar çok büyük devasa bir anlamı olabilir.Ve
içeriğinde evreni büyük ölçeklerde değiştirebilecek bir tesir bir
güç taşıyabilir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet! Bak ne diyor bir filozof: Bir kelebeğin
diyor kanat çırpışı kainatı enterese eder.Dikkat et dünyayı
demiyor kainatı entere eder diyor.Herşey birbirine bağlı diyor.
Çetin BAL:
Üstadım belki bu internet
sayfalarında yazdığımız bu bilgiler bizim için küçük mevzular.Her
zaman konuştuğumuz hem dem olduğumuz mevzular.Ama bunları yazınca
insanlarla paylaşınca beklide bu yazılar ve söylediğimiz tüm
sözler insanlık tarihini
değiştiren bir etki bir
tesir oluşturacaktır.Yani hiçbir şeyi küçümsememek lazım.Mesela
vahdet ekolü olarak yazdığımız sohbetler bile bir çok şeyi
değiştirecek .Belki birisi bu yazılanlardan bir fikir bir ilham
alacak o ilham tüm dünyayı değiştirecek.Bunu sanki bir kelebeğin
kanat çırpışının tüm kainatı etkileyip enterese etmesi gibi.
Üstad Muzaffer Kınalı:
O bakımdan her şey bir bütün
olarak birbirine bağlı! O sorumluluk içerisinde olduğumuz zaman o
zaman VAHDET dediğimiz şey oluyor.Yani sevgide bir bütünlük ..!
Dikkat et! Şuurda bir bütünlük, sorumlulukta bir bütünlük eylemde
bir bütünlük (harekette bir bütünlük) ve yaşamda bir bütünlük
olunca o zaman biz gerçek yaşamanın manasını anlamış oluyoruz.
Hani ilim ilim bilmektir- ilim kendin bilmektir diyoruz ya
işte bu bütünsel anlayış
içinde kendini bilmek denen kendini anlamak denen olay
gerçekleşiyor.Bu
durumda kendinin içsel sonsuzluğuna
ve dışsal sonsuzluğuna doğru şuur açılıyor.Şuur sonsuz olarak içe
ve dışa doğru açılıyor.Herşeyin kavrayışı içine giriliyor.En büyük
ve en küçük olan aynı nokta içinde birbiri içine girerek bir
araya geliyor.
Dışa doğru sonsuzluğa açılan
şuur üst benlikle bütünleşiyor yine içsel sonsuzluğa doğru açılan
şuur yine kendi içsel varlığıyla barışarak birleşir.Bu konumda
şuur içsel ve dışsal olarak bir TAMlık ve BÜTÜNlüğe ulaşarak bu
hal içinde içinde kendisiyle barışık bir düzleme yükselmiş olur.Bu
noktada iç ve dış birleşir.Herşey
tek bir şey olur.Herşey –sonsuz geçmiş ve gelecek - bu şuur
noktasında yuvarlanarak mutlak mükemmel ve kendi içinde barışık
kendi içinde tam bir küresel bütün haline gelir.
Anlayışta, sevgide, bilgide,
şefkatte, kavrayış ve idrakte tam bir küresel eşitlik ve birlik
içinde olan insan kendisiyle barışık kendisiyle bütün hale
gelir.Kişi bu durumda tüm mevcudiyetle bir olmak denen hale
ulaşır.İşte buna vahdet diyoruz. Yani bir ile BİR olmak ve cümle
aleme dolmak dediğimiz şey bu!
Dikkat et.. her şey bir
benim içimde! Ben her şeyin içindeyim. Aynı
şey yani.
Bak Çetin ne kadar yeri düşünürsen
düşüncenle o senin içine giriyor sende o düşündüğün
yerlerin içine giriyorsun ve bütünleşiyorsun.İşte oraya ulaşmak
denen şey bu!
Neyi düşünüyorsan sen o
oluyorsun.
Tasavvufta buna fenafillah makamı
denir.Yani allahla bir olmak!Budizmde buna Nirvanaya yükselmek
denir.Hristiyanlıkta ise bu durum Hz İsa’nın Allahla bir olması
gibi düşünülebilir.
Bu hal ile düşüncenle
düşündüğün
yer içinde olma haleti ruhiyesi içinde Tayyi-mekan denen zaman ve
mekan kesişimlerini kısa bir süreliğine bozarak uzayda ve zamanda
büyük mesafeler arasındada yer değiştirebilirsin.Bunu ruhsal
anlamda yapabileceğin gibi (yani şuur projeksiyonu şeklinde)
bizatihi fizik bedenlide yapabilirsin.Düşüncenle maddeyi bir arada
tutan kimyasal ve fizik parametrelerini değiştirerek düşünce
gücünle cisimleri hareket ettirebilir maddeyi her türlü şeye
dönüştürebilirsin.Bir nevi tüm evren ışık kuantumlarından yapılmış
kuantumize bir kütledir.Düşünce dediğimiz şey bir yönüyle
kuantumların kaynaklandığı ve ortaya çıktığı yani yokluğa
yansımadan önceki asıl barındıkları ortaya çıktıkları yani
yaratıldıkları yerdir.Aslında tüm evren yokluğa sırtını dayamadan
önce senin düşüncenin kafesi içinde kendine yer bulur ve sırtını
yokluğa dayar.Sözde
senin düşüncenin kaynağı
olarak gösterilen beynin biyomoleküler kompozisyonu bile tümüyle
özünde düzenlenmiş kuantumsal bir enerji yığınıdır.İşte bu yığının
üzerinde durduğu ve varolduğu zemin aslında bizim onu
düşünmemizdir.Yani bizim düşüncemizdir.Yani
bu ne anlama gelir? Şu
anlama gelir:
Aslında ışık özünde daha
temel düzeyde bir düşünce ve bilinç enerjisidir.Bu
ne demektir? Bu şu demek
oluyor.Tüm evren bizim hayal enerjimizin bir yansımasıdır.Maddeyi
kontrol etmek demek kendi düşüncelerimizi kontrol etmek
demektir.Şimdi işin sırrını anlıyormusun? Neden kimi ruhsal
disiplinlerde oruç yada benzeri disiplinlerle zihni
güçlendiriyorlar.Dikkat et! kendini en çok kontrol edebilen
nefsine isteklerine en çok gem vurabilen hakim olabilen ruh yani
en yüksek en güçlü iradeye sahip ruhlar (düşünce enerjisi) en
güçlü ruhlardır.Mana
düzeyinde ruhsal düzeyde kendini güçlendiren insanlar fizik beden
içinde daha büyük bir ruh gücüne sahip olabilirler.İşte
bu ruhsal güç zaman ve mekan kaydından kurtulmanın ve fizik
bedenin sınırlamalarını aşmanın tek yoludur.Bu aslında çok DÜŞÜNCE
GÜCÜ dediğimiz şeydir aslında.
Bizler evrensel bir bilincin yansımaları
olarak zaten heryeri ihate edip( gezip dolaşıp) kuşatabilecek
düşüncemizle doldurabilecek bir kabiliyette olan varlıklarız.Demek
ki insan sevdiği düşündüğü yeri kuşatıp oranın sorumluluğu neyi
gerektiriyorsa neyi icap ettiriyorsa hani hizmetini eylemini ve
yaşam sanatını icra eder.Çünkü yaşamak diğer bir açıdan bir
sanattır.
Çetin BAL:
Üstadım bazı insanlar bu
türde anlattığımız evrensel bilgileri ve uygulamalar bütününü
anlamakta zorluk çekiyorlar hatta bazıları bu ifadeleri
küçümseyip aslı astarı olmayan şeyler gibi görüyorlar.Yani
idraklerini o anlatageldiğimiz evrensel idrak noktasına çıkarmayı
ve buradaki varılmak isten merhaleyi kavramakta güçlük
çekiyorlar.
Üstad Muzaffer Kınalı:İnsanlar
arasında elbette şu anlattığımız konulara yabancı olan daha henüz
bu düşünce ve
kavrama düzeyleri içerisine girmemiş
olan bu kavramlardan burda bahsedilen kazanımlardan
uzak olan zihinler vardır.Kimisi
vardır bu mevzuları kısmen
duymuştur ve dini bir bağnazlık içinde bu olayları anlamak
anlamaya çalışmak ister.Tabiki böyle bir kısır anlayış boyutundada
bahsettiğimiz hakikatlere ulaşılamaz.Kimi entellektül olarak
geçinen ve dünyanın her yerinden önemli bilimsel makamlarda
bulunan bir çok dünya insanı vardır.Öncelikle herkes her şeyi
bilecek diye bir kaide yok tabi. Her insan beyninin zihninin
gelişimi
oranında sorular soracak ve
cevaplar arayacaktır.Şimdi burda bahsettiğimiz olayları anlamak
için belli bir dini ideolojik yada felsefi ekol düşüncelerine
takılmak belli bir sabit nirengi noktası almak yanlış olur.Tek
başına İslam felsefesi yada Budist felsefe yada Yahudi mistizmi
gibi belli düşünce model ve kalıplarından yola çıkarak evrensel
bir değere ulaşmaya çalışmak tam olarak istenen sonucu
vermeyebilir.Bu bahsedegeldiğimiz ruhun evrensel niteliklerine
bilgisine ulaşabilmek için mümkün olan en geniş kapsama alanında
ve çok boyutlu bir kültürel dini mistik, metafizik ve hatta
materyalist düşünce sisteminide içine alan bir çerçevede her
anlamda bilimsel düzlem boyutunuda içine alan çok geniş bir
çerçevede ön yargı gütmeden dünyaya ideolojilere felsefelere ve
inançlara bakmak ve o düzlemde olayları değerlendirmek anlamaya
çalışmak lazım.Ben
müslümanım ama körü körüne
inanan benim dediğim tek doğrudur diyen bir müslüman
değilim.Şuurlu bilinçli olarak dünyaya bakan ve kendi dininide o
noktadan bakarak en evrensel şekilde yorumlamaya çalışan bir
müslümanım.Ama her şeyden önce ben bir insanım. Kendimi ve evreni
tarafsız bir çizgiden bakarak anlamaya ve kavramaya çalışan
insanım.
Şimdi işte bu çerçevede dünyaya
bakıp evrensel bilgiler bütününe ulaşmış ve hakikatin demi içinde
hem dem olan bizim gibi insanların ifadelerini küçümseyen
insanlar için diyebilirimki ‘küçümseyen insan anlayamayan
insandır.’ Biz insana kendi gerçeğini anlatmanın derdi
içindeyiz. Anlayan insan bunun idrakine vardığı zaman neyi
yapması gerekiyorsa onu yapacaktır.Dikkat
et şimdi! Bunun içinde güzel
konuşma, güzel düşünme, eylem dahil, ilim dahil , ibadet dahil
yani her şey dahil! Tüm yaşam bunun içine dahil.. Ne dedik yaşamak
tümüyle bir sanattır.
İşte öyle bir noktaya doğru
gidiyoruzki bak şimdi… Bu anlayış, bu idrak bu vizyon, bu hal
içinde olmak sonsuz hoşgörü, sonsuz sabır, sonsuz sevgi, sonsuz
ilim getiriyor.
Anlıyormusun? Bu cümleden
olmak üzere deniyorki hiçbir zerre kadar hayır zerre kadar şer
boşuna değildir.İlahi dini verilerdede bu böyle deniyor.Mesela biz
ruhsal alemin derinliklerine uzanan düzeylerden medyumsal
celseler vasıtasıyla bir çok bilgi alıyoruz.Ama ilginç olan bu
bilgileri alan medyumun kültürel düzeyi o bilgileri üretecek yada
uyduracak düzeyde değil.Keza bir çok medyum doğru düzgün okuma
yazmada bilmiyor.Böyle medyumlarımızda oldu.Ama bu bilgileri
alıyor.Ondan öyle bilgiler geliyorki bu bilgiyi dinleyenler buna
şaşırıyorlar.Öyleyse o medyum bildiği bir şeyi yada ezberlediği
bir şeyi söylemiyor.Bilmediği şeyleri söylüyor.Demek
ki cahil bir medyum hiç kimsenin bilmediği
şeyleri söyleyebiliyorsa demekki peygamber dediğimiz, resul
dediğimiz hassas insanlar yaratıcı güçten (nasılsa ne şekilde ise
yaratıcı güç, vareden güç neyse, adına ne dersen de! Adına ne
dersen de! Adı önemli değil.)
yarattığına dair alınan
bilgiler yahutta yaratılmışlara ait olan alınan bilgiler yahutta
yaratıcı yerdeki insan gibi idrak sahibi olan varlıklara dair
alınan bilgilere tebliğ diyorsak oradaki bu bilgileri veren varlık
sistemlerini yok saymak nasıl mümkün değilse yani buradaki bir
medyumun aldığı bilgileri var sayıp bunlara inanırken bu işi
meydana getiren yaratıcı güçten gelen tebliği yok sayacağız ve
buna inanmayacağız! Hiç böyle bir ikilemli mantık olabilir mi?
Bu açıdan dinlere ve çıkış
noktalarına hiç itibar etmemek olmaz öyle şey demek evrensel
bilgiye ve çok boyutlu bir dünyaya inanan insan aklı için mümkün
değildir.Bu
açıdan dini verileri top
yekün hiçe saymak bir eksikliktir.Ayetlere uydurma demek
incelemeye değer bulmamak bir eksikliktir.Çünkü biz buradan
galaksimizin etrafındaki bir yıldız noktacığına ait şu güneş
sistemi içindeki
şu
küçücük
mavi bir gezegen içinde Türkiyenin denizli
şehri içinde şu küçük kırtasiye
dükkanı içinden şu küçük bedenlerimiz içinde şu anda bu sohbeti
yaparken bile herhangi bir yerden herhangi bir boyuttan
bilmediğimiz bir bilgiyi zihinden ve gönülden alabiliyorsak
telepatik bağlamda tüm evrenle bağlantıyı kurabiliyorsak
ve kendi yerel zaman/ mekan çerçevemizi zihin gücümüzle geçmişe
ve geleceğe
doğru bir koridor açıp aktarabilecek yetenekler içinde
bulunabiliyorsak geçmişe dair bir çok inanılmaz gibi görülen ve
peygamberlere ait olan bir çok mucizevi olayların olabileceğinede
kanaat getirmek lazım.En azından biz bunun böyle olması
gerektiğini biliyoruz.
Biz zihin güçümüzle her şeyi
yapmaya muktedir olduğumuzu
biliyoruz bilmekle kalmayıp tüm bu hallerin deneyimi ve uygulaması
içinde bunları tatbik edebiliyor isek biz başka dünyalara bir göz
açıp kırma süresinde düşünce hızıyla nakil olabiliyorsak başka
dünyaların insanlarıda neden geçmişte bizim dünyamızı bu tür
yöntemlerle ziyaret etmiş ve insanlığı bir çok noktada aydınlatmış
olmasınlar.Bu da bir olasılık.Yada
geçmişte bir çok vasıf
altında yaşamış olan özel yeteneklere sahip insanların insanlığı
kitleler düzeyinde etkileyebilecek bir şuur ve bilgi enerjisini
insanlığa dikte ettirmemiş olduğunu nerden biliyoruz. Şu
sözlerimizin şu andan yola çıkıp geçmişe doğru telepatik dalga
boyları şeklinde uzanıp hassas insanlara ulaşması ve küçük bir
kelebeğin sadece uzay içinde değil zaman içinde bile kanat
çırpışlarının tüm zamanda değiştirici dalgalanmalar yaratmadığını
nerden biliyoruz? Dikkat et şimdi uzayda ve zamanda her şey
birbirini etkiler ve dönüştürür.Unutmaki
evren çok boyutlu bir etkileşim
ağıdır.
Şimdi bak Çetin;
...dedik ya herhangi bir
yerden bilmediğimiz bir bilgiyi zihinden gönülden alabiliyorsak
demekki bu kainatın yaratılışı hakkındaki bilgiyide kainatın
kendisinden alabiliriz.Evrende her zerrenin dili vardır dedik! Her
zerre konuşur! Ama bu konuşmayı
illede her şeyin
bizim gibi bir dili olup konuşması
şeklinde düşünmemek lazım bunu.Bunu
telepatik dalga boylarının
etki ve tepkisel olarak karşılıklı tesirlerinin
alınması
yada -değiş tokuşu gibi
düşünmek gerek. Telepatik konuşma böyle
bir lisan ve anlaşma
biçimidir.Mesela kırda bir
çiçekle bile bu yolla telepatik bağlamda konuşabilirsin.Atomun
çekirdeğindeki bir
elektronla bile konuşabilirsin.Tüm evren bir dalgalar kümesidir.
Bu anlamda gezegenin kendisiyle bile konuşabilirsin.Bir
insanla konuşabiliyorsun aynı
şekilde her bir insan hücresiylede sohbet edebilirsin hatta
hücrelerdeki DNA molekülleri ile bile sohbet edebilirsin.Kandaki
alyuvar ve ak yuvarlarlada sohbet edebilirsin.
Bir grib virüsü ilede sohbet edebilirsin yaratılış
amacını sorabilirsin
hayattaki amacını
sorabilirsin hatta ondan bedeni terk etmesinide isteyebilirsin.
Çetin BAL:
Üstadım tüm evren zaten bir
dalgalar bütünüdür.İnsan bilinci ve anlayışı bile beyinde cereyan
eden elektrik sinyallerinin ve dalgalarının farklı frekanslarda
örüntülediği bir girişim ve örtüşüm ağının sonucunda ortaya çıkan
bir süreçtir.Yada
beyinde bu dalgalar süreci sonucunda ortaya çıkan
bir süreç olarak şuuru görebiliriz.Ruhsal enerji kendini ancaksın
böyle bir süreç içinde ortaya koyabilir.Yani ruhsal enerjiyi
heryerde varolan radyo dalgaları senfonisine benzetirsek bu
senfoninin elektriksel sinyaller şeklinde ifade bulup bu boyutta
dinlenebilmesi için bir elektronik devreye ve bir hoporlöre
ihtiyacımız olduğu gibi ruhsal yada astral enerji kalıbınında
kendini ifade edebileceği
bir fiziksel elektronik öze ihtiyacı vardır tabi.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Sonuç itibarıyla nihai olarak bu kainatın yaratılışı hakkındaki
bilgiyi kainatın kendisinden bile alabiliriz.Çünkü kainatın
varoluşunun ilmi kainatın içindedir.Mesela bu televizyonun ilmi
içindedir.Meraklı kişi teknik eleman açar televizyonu içindeki
parçaları inceler, içine bakar nasıl yapmışlar diye çalışma
mantığını anlamaya çalışır.Ve aynısını yapar.Keza insanda
böyledir.İnsanın ilmide hem ruhsal manada hemde biyolojik manada
yine insanda gizlidir.Bir nevi insanda bu bilgiler
kodlanmıştır.Bunu ister DNA şeklinde algılasınlar ister başka bişe
şeklinde algılasınlar.Sonuçta insanın yaratılışına dair bilgi yine
insanda mevcut.Bu bilgilerden yola çıkılarak insanlık çok ileri
evrim düzeylerinde bir yaratılış mühendisliği, bir gezegen yapım
mühendisliği hatta galaktik bir sistemi kurgulama mühendisliği
gibi yepyeni üst düzey yaratıcılık bilgilerine sahip evrensel
mühendislik dalları oluşturacaktır.Bunun yanında değişik madde
yapılarına ait madde içi yapılara ait yeni madde mühendislikleri
oluşturulacaktır.
Demek oluyorki her şeyin kendi
oluşum ilmi yaratılışının ilmi kendi içinde saklı.Yani herşeyin
her sorunun ilmi kendi içinde.Şu tükenmez kalemi düşün şu
mürekkebi düşün bunun ucunu düşün! İşte bunun ilmi burda var
zaten.Yine mesela şu kainatın varoluşunun ilmini bu kainatın
akaşasından da almak mümkün.Artık şu kainatın varolan şemasınımı
diyeceksin yada din bazında levhi-mahvuz'umu diyeceksin yada
bilimsel anlatım içinde buna hologramik evren tablosumu diyeceksin
ne dersen de asıl meseleyi anlamak lazım.
Çetin BAL:
Yani üstadım her zerrenin kendine göre bir dili vardır misali o
frekansa girdiğin zaman etki ve tesirlerin karşılıklı rezonansı,
alış verişi ile o bilgiyi ordan alırız.
Üstad Muzaffer Kınalı:
İşte aynı şey! İşte bunu böyle düşünürsek doğru noktaya
varabiliriz.Doğruyu bulmuş oluruz.Olay bu yani! Bitti!
Çetin BAL:
Zerre ve kürre! Zerreden kürreye doğru..Mikrodan makroya
doğru..Parçadan bütüne doğru...Kesretten küle yani vahdete doğru
düşündüğümüzde KÜL'le ''BÜTÜN''le rezonans olduğumuzda vahdet'e
ait bilgiyi alırız.Zerre gibi KÜL'ünde bir dili vardır.O dil
allahın dilidir.Yani Allahla hem dem oluruz.Allah ile sözsüz
muhabbet demine yükselmiş oluruz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
İşte o zaman ben allahın içindeyim allahta benim içimde
dersin.İşte vahdete ulaşmakta bu zaten.İşte buna yok demek ne
demek?Neyi ifade eder? Ne yok? Buna yok demek için aptal olmak
lazım.Allah yok diyorlar.Ya peki ne yok, nasıl yok? Allah ne
demek? Allah tüm mevcudatın içinde varolan bir enerji, mevcudatın
içindeki zeka, enerji ve birlik ruhudur.O fizik ve kimyasal
yasalara olmaları için bir neden verendir.O enerjiyi formlayan ve
onu düzenleyip biçimleyen bileşimler yaratan güç ve kudrettir.Bir
atom bir elektron onun mütealasıdır.O olmasaydı hiç bir şey
olmazdı.Allah VAR dediğimiz şu maddedeki güç ve enerjinin
titreşimidir.Titreşimde saklı bir zeka güç vardır.Bu güç bu zeka
tüm evreni kendi kabı içinde mevcut kılandır.Allah en temel
anlaşılım düzeyinde bir enerjidir.ENERJİ!Bu ilahi dediğimiz enerji
burda heryerde! Bu enerji heryerde bizi içine alıp sarmakta.Bu
tükenmez kalemde bu silgide şu eşyalarda içine çektiğimiz şu
havada yani aklına gelebilecek heryerde herşeyde bu enerji var.Herşey
bu enerjiden tecelli etmiştir.Bizim ruhsal enerjimiz bizim fizik
bedenimiz ve tüm şu maddeler en uzaktaki yıldızlar galaksiler ve
atom içi parçacıklar bile bize kadar gelen ışık dalgaları dahi
hep bu enerjiden yaratılmışlardır.Bazıları ile tartışırken
diyorumki bu evrensel nitelikteki hatta boyutlar arası diyelim bu
enerji şu anda burda! ENERJİ burda! Bu var.Buna yok diyemezsin.Ne
yok kardeşim? Herşey var!Yok diye bir şey yok! Biz bunları burda
anlatırken kısıtlı dini bilgilerden felsefelerden bilimsel
kabüllerden klişe kitaplardan yola çıkıpta kitaptan okuyupta
söylemiyoruz.Bizler zaman ve mekan kaydını aşan bir şuur enerjisi
düzeyinden olaylara ve dünyaya bakıp öyle konuşuyoruz.
Ezberlediğimizi okuduğumuzu söylemiyoruz.Bizatihi her bir
harfimizin üzerinde kayıtlı enerjinin frekansları içine girip o
manayı deneyimleyip bizatihi yaşayıp o hal içine girip sonra size
burda konuşuyoruz.Söylediğimiz sözler sadece ağzımızdan çıkan kuru
laflar değil.Bizatihi deneyimin getirdiği çok yüksek bir anlayışı
enerjiyi ihtiva eden kelimelerdir bunlar.Bizler sadece dünya
kültürüne ve üç boyutlu dünyanın algılamalarına göre kıstaslarına
göre konuşmuyoruz.Evrensel çapta yıldızlar arası düzeyde hatta
boyutlar arası düzeyde düşünüyor ve konuşuyoruz.
Şu anda değişik dini görüşlere ve
değişik felsefi ideolojilere bölünmüş dünya insanlığı bizim burda
ne demek istediğimizi anlamayabilir..Olaya din boyutundan bakmak
bir ölçü değil insan olarak varoluşun bilmecesini sorgulayan
varlıklar olarak meseleye bakmak gerekir.Öyleki bizim bilincimize
kaynaklık eden varoluşumuza bir neden teşkil edebilecek ve tüm
evreni içeren bir şey vardır.İşte bu ŞEY nedir? Onu anlamaya
çalışmak lazım.Biz gerçekte kimiz? Tüm evren nerden geliyor? Ve
daha bir çok soru!
Allahı ifade eden ve herşeyin
kaynağı olan bu enerjiyi bu Kozmik Büyük Birliği insanlar tahayyül
etmekte hayal etmekte ve kabüllenmekte zorlanıyorlar. Adına ne
dersen de!İster allah de, ister şu ister bu de! Ama sonuçta ortada
bir şey var bir enerji var bir oluşum var.Bir GÜÇ var.İşte bu
ortada olan şeyi anlamak lazım.. O anlaşılınca tüm sırlar çözülür
zaten.Gizi -sırrı -hakikati bilirsin.O ilahi (evrensel) oluşumun
sırrını çözersin zaten.
Çetin BAL:
Allah vardır yoktur meselesinden ziyade( ALLAH ismini zikreden
dar gönüller için kuru bir laftan öte anlam ifade etmeyen bu
kelimeden ziyade) asıl mesele VARLIK nedir? Onu anlamak lazım.Bazı
kişiler allah yoktur diyorlar.Ama bunu böyle diyenlere sormak
lazım senin allah hakkındaki imajın nedir.Sen neye yok
diyorsun.Yok dediğin şey nasıl bir şeydir? Bence bu insanlara
bunu sormak lazım.Genelde dinci kesimin kafasından uydurduğu allah
imajını sorarsalar allah yoktur.Ama daha evrensel bir dille
varlığın hakikati boyutunda onun içindeki şuur nispetinde bir
anlayış boyutu olarak bizim düşündüğümüz gibi ele alacak olurlarsa
bu anlama haiz evrensel bir yaratıcı güç vardır. Allah tüm
sonsuzluğu içine alan bir arada tutan bilinçli bir enerjidir.Klasik
dincinin allah anlayışı yaşlı sakallı ve elinde sopayla cennet ve
cehennemde dolaşan bir dede gibidir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Allah YOK yada VAR demek diye tartışmak bir gerizekalılıktır.Bir
aptallıktır.Evrende her zerre kendi içinde bir zeka bir enerji
potansiyeli taşır.Evrenin her noktası bir enerji ve zeka ihtiva
eder.Her yerde her noktada bir zeka bir enerji bir titreşim bir
güç vardır.Allah bir yerlerde bekleyen eli sopalı yaşlı bir dede
değildir.Yada insanları sorgu suale çeken falakaya yatıran yaşlı
nur yüzlü bir amca değildir.Genelde inaçlı dinine bağlı insanlar
arasında böyle bir allah mütealası var.Olmayanda zaten bişe yok.
Ancak bomboş sahipsiz mekanik anlamsız ve boyutları olmayan bir
uzay boşluğundan başka bir şey düşünülemiyor.Son zamanlarda
kuantum fiziğinin ve genel görecelik kuramlarının sicim
kuramlarının eşliğinde farklı maddesel boyutlarında olabileceği
bilimsel bulgular içerisinde de kabül edilmektedir.
Dediğimiz gibi allah bir yerlerde
bekleyen cennet ve cehennemin yanlarında dolaşan ak sakallı nur
yüzlü bir dede değildir.Öyle bir dede öyle bir allah yoktur.Öyle
bir dolaşan gezen biri varsa orlarda o da allah değildir.Yani biz
ona allah demeyiz. Bu ancak allahın görevli zatlarından biri
olabilir.Ona allah diyen korktuğu çekindiği herşeye yani hakimede
polisede allah der. Yada bunun benzeri gibi eskiden arapların
kendi yaptıkları putlara heykellere tapmaları gibi inançlarda
aptallıktır.Ama genel anlamda elbette herşeyin yaratıcı bir
kaynağı vardır.İşte o anlamda bir allah vardır.
Çetin BAL:
Üstadım proplem bence allahın
tarifini yapmak noktasında söz konusu olmakta.Allahın varlığına ve
birliğine dair tarifi güzel yapmak lazım.Ona uygun bir tarif
yapmak gerekir.Allahın nuru ve şuuru içinde hem dem olan bizim
gibi hal ehli insanların zamanın anlayış ve kültür kalıplarına
göre ileri düzeyli bir tarif yapmaları gerekir.Gelişen insan aklı
ve şuuruna göre bu tarifin çerçeveside zamanla genişleyecektir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
İşte zaten ilimle bu tarifi
yaptığın zaman o zaman yok yada var tartışmasıda ortadan
kalkar.Artık bu VARLIĞIN içinde ilim ve idrak haline
dönüşüyor.İşte kişinin idraki ne kadar genişse o kadar VARLIĞI ve
varoluşu daha iyi anlar.Keza bu idrak sahibi insan allaha daha
yakın olur.VARLIĞIN içinde idrakin içinde allah bilgisi artık bir
ilim haline geliyor.İşte bu varlık bu birlik hali anlaşılınca her
şey ... mesela bak şu anahtar bile bir yeri açıyor.Yani dikkat et
şimdi herşey bir sebeble birbirini tamamlayan bir şekilde iç içe
birbirine geçmiştir.Herşeyle iç içe varolduğumuzu hepimiz birimiz
- birimiz hepimizle şeklinde varolduğumuzu anladığımızda bunun
idrakine varınca artık kötülük etmek gibi bir şey söz konusu
olmaz.Peki sen kızıp şu eline yada koluna sopayla vururmusun.Kendi
eline bilerek zarar verirmisin kendi elini döğermisin? Hayır
elbete kendi eline vurmazsın kendi elini döğmezsin.Birisi seni
görse sen delimisin napıyosun kardeşim demez mi? Elbette der. Bu
gibi birliğe ulaşan şuur -evrensel anlamda birlik şuuruna ulaşan
şuur herşeyin birbirine bağlı ve biribirini etkileyen bir bütünlük
oluşturduğunu bilir ve ona göre davranır.Birisini incitirse
birisini kırarsa evrensel ve karmik yasalar içerisinde
düşünüldüğünde kişi aslında dolaylı bir şekilde bu kötülüğü
kendisine yapmış olur.İşte biraz önceki verdiğimiz örnekle aynı
şey! Ben senin kalbini kırarsam kendi kalbimi kırmış olurum.Çünkü
hepimiz en derin düzeyde bir ve aynıyız.Sende benimlesin hepimiz
biriz.
Çetin BAL:Evet
üstadım sonsuz boyutlarıyla bu SONSUZLUK KÜRESİ geçmişiyle
geleceğiyle hepimizin içinde varolduğu ve yaşam bulduğu allahın
düşsel akvaryumu gibidir.Hepimiz aynı sonsuzluğun parçaları
olmaktan mütevelli aynı enerjinin yansımalarıyız.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Onun için mesela dinsel ayetler ve metinler içindede bu birlik
şuuruna dair bir çok ifadeler vardır.Mesela bir yerde diyorki ''
bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir.Bir insanı
kurtarmak bütün insanlığı kurtarmak gibidir. '' Öyleyse biz
bütün insanlığı ve her varlığı seven onun tekamül etmesini
sağlayan bir şuur'uz (BİLİNÇiz) bir canlıyız.İşte böyle bütün
herşeyi seven bütün herşeyi düşünen ve herşeyin tekamül etmesini
isteyen bir varlıkta Allahın sultanı oluyor.Bu ne demek? O
kişinin sorumluluğu oluyor! Sorumluluğunu almış kulu oluyor.Yahutta
sultanı oluyor.Yani görevlisi oluyor.Yada daha başka dille bu
allah dostları bu kişiler evrensel öğretmenler oluyorlar.Sende
bende bir çok görevli zatla birlikte bu öğretmenler sınıfı içinde
dünya okulunda dersler vermek için dünyaya geldik. Bizler burda
varolarak bedenlenerek dünyaya olan bakış açımızla yüreğimizdeki
sevgimizle yaratılış hakkındaki bilgimizle düşünce dalgaları
nispetinde de bu bilgiyi bu öğretmenliği zaten farkında olmasakta
yapıyoruz.Görevimizi icra ediyoruz.Daha farklı bir düzeyde bu web
sayfaları ile bilgiyi insanlara burdan aktarıyoruz.Daha fizik
düzeyde insanlarla birebir konuşup sohbetler yapıyoruz.Yani bir
çok şekilde şifacılık boyutunda da insanlığa daha farklı
düzeylerde yardımlarda bulunuyoruz.Şifacılık anlamında yardım
illede birine para vermek yada bir hastalığı tedavi için iğne
vurup neşter kullanmakla olmaz.Yardımın çok değişik düzeyleri
vardır.
Neyse allahın görevli kulları
olarak bir sorumluluk almaktan bahsetmiştik işte bu sorumluluğun
gereği olarak ben bu kainatın da içinde bulunduğumuz galaksininde,
sistemlerinde bütün canlılarında tekamül etmesini istiyorum.İşte
o zaman en yüksek sorumluluk düzeyine ulaşıyoruz.
Çetin BAL:
Üstadım eskiden ruhsal güçleri en üst düzeyde kullanabilmek için
allahın nuru ve şuuru ile birleşsem diye düşünürdüm.Ama bir yandan
da bundan korkar ve çekinirdim.Çünkü ruhsal güçlerin sınır
tanımayan bir düzeye ulaşması halinde istemeden insanlara kötülük
yapmaktan korktuğum için böyle bir ruhsal gücede ulaşıp ulaşmama
konusunda tereddüt yaşıyordum.Bu yüzden o nurla evrensel enerjiyle
bir olma noktasında çekingenlik hissediyordum.Bunun bazı
sebebleride yok değil bir çok kez çevremde kızdığım ve gerçekten
bazı noktalarda rahatsız olduğum yanlış iş yaptığını düşündüğüm
bir çok insanın kısa bir süre sonra hayatını kaybettiğimi gördüm
bazen buna sebeb ben olabilirmiyim diye düşünmüşümdür.Bilemiyorum
belkide tesadüftür.Ama bunun beni oldukça rahatsız ettiğini
söylemeliyim.Eğer bu gerçekten böyleyse düşünce gücümün daha
ötelere uzandığı bir durumu dahi düşünmek ve bu gücü kontrol etme
noktasında yetersiz kalmam beni hep ürkütmüştür.Yada düşünce
gücümün benim istemim dışında hareket etmesi beni oldukça korkutan
bir durum olmuştur.Ama bezende kendi kendime şöyle derdim:
Allahın nuru ve şuuru ile bütünleşebilme noktasına gelen bir zihin
o frekans kanallarından o frekans labirentlerinden geçebilen insan
o noktaya zaten gelmeye hak kazanmış demektir.Yani o noktaya
gelen insan kötülük yapabilecek negatif tortu ve eğilimlerden
zaten kendini arındırmış olur.Kalbini temizlemeyen yani bilinç
altı negatif düşüncelerden arınmayan kişi zaten o noktaya gelemez.Zaten
o noktaya gelen de maddi dünyanın her türlü basit çıkar ve
hesaplarının zevklerinin ötesine geçmiş olur. Öyle olmasa olmaz
zaten! Budistik tabirle Nirvana da denebilecek yada islami tabirle
Fenafillah makamı denebilecek o hale gelmek için manaya geçmek
için maddenin gönül düzeyinde aşılmış olması gerekir.Yani tüm
dünyevi tutku ve arzulardan arınmak!
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet dediğin gibi zaten o birleşme noktasına o zihin frekanslarına
yükselebilmiş zihin zaten kendi içinde o negatif eğilimleri
(negatif düşünce frekanslarını ) aşıyor.O noktaya gelen adam zaten
o düşündüğün korkuları ve negatiflikleri aşmış oluyor öyle olmasa
zaten oraya gelemez. Zaten kişi kendini saflaştırmadıkça kendini
her türlü nefsani durumdan arındırmadıkça o kapıdan içeri
giremiyor.Bu dünyevi halleri aşmayan zaten o noktaya varamaz.
O senin dediğin bu kötülük yapma
ancak şöyle olabilir; Oraya varmadan önce başka marifetlerle bazı
ilimlerle bazı zihinsel disiplinler yoluyla (ki bunun bir çok
örneğini hint yogalarında ve bazı kişilerde görüyoruz) eline bazı
sınırlı çerçevede güçler geçebilir.Zihinsel güçüyle yada başka
varlıkların yardımıyla bazı alışılmadık yetenekler
sergileyebilirler.Cinler ve bazı ruhsal varlıklarda bunda yardımcı
etken olabilirler. Bu mevzuların içinde olmayan insanlara göre bu
insanların sergiledikleri mucizevi olan bazı haller toplum
tarafından ilgiyle izlenebilirler.Ama bu yapılan tezahürlerin çoğu
kısmi yeteneklerdir.İşte bu yeteneklere bazı vesilelerle kısmi
olarak ulaşmış insanlar meselenin özünü idrak noktasından
uzaklaşıp bu ilimleri kendi nefsi için kullanmaya başlıyorlar.İşte
bu şekilde bu ruhsal yetileri nefis boyutuna - egosal güç
gösterisi boyutuna çektiğin zaman negatif varlıklarda o kişiyi
zamanla obsesyon dediğimiz bir tesir altına alabilmekteler.Böyle
varlıklara biz YİNG varlıklar diyoruz.Yani negatif geri varlıklar
diyoruz.Bu gibi varlıklar kendi taraflarına çekebileceği bazı
insanlara bir takım marifet ilimlerinin sırlarını verebilirler ama
bu kişilerin dünyevi egolarından nefsi tatminlerinden kaynaklanan
enerjilerinide kendileri kullanırlar.Zamanla bu negatif geri
düzeyli varlıklar bu insanları kendi amaçları doğrultusunda
kullanmaya başlarlar ve bu insanları kontrol altına alıp
yönlendirmeye başlarlar.Bu kişiler zamanla böyle nefsi eğilimler
ve zevkler içinde negatif davranışlara yöneliyorlar.Bu durum bize
göre bir nevi hastalıktır.Burdan da anlaşılacağı gibi her görünen
kerameti yada ruhsal denebilecek gücün gösterimini ileri düzeyli
bir şuurun tezahürü gibi görmek yanlış olur.Negatif geri düzeyli
varlıklarda böyle halleri sergileyebilirler.Ama bu haller sınırlı
ve kısmi bir çerçevenin dışına asla çıkmaz.
Eğer zihni disipline edip belli
güçlere ulaşmış insanlar nefsi egolarını aşamadıkları durumda YİNG
dediğimiz daha geri düzeyli enerji akımları altında kalıyorlar.Bu
hal içinde negatif varlıkların tesiri ile bu insanların zihinsel
dalgarıda sapıtma noktasına gelebiliyor. Böylece bu insanlar her
türlü negatif eğilimden zevk alır hale gelebiliyorlar. Daha yapıcı
daha pozitif daha bütünlükçü evrensel bir davranışlar bütünü
yerine daha yıkıcı yok etmeye yönelik daha kaotik bir zihin hali
içerisine girebiliyorlar.Artık kötülükten zevk alır hale
geliyorlar.Bu anlamda illede ruhsal güçlere sahip olunulması
gerekmez yani bu şekilde negatif olan bir çok insan var çevremizde
dedikodu eden başkaları hakkında kötü konuşan fitne ve fesatcılık
yapan sahtekarlık yapan yalan söyleyen yuva yıkan her gün alkol ve
sigara içerek, uyuşturucu alarak kendini bitiren hatta yanlış
beslenen ( ki buda bir negatifliktir) bir çok insan var çevremizde
yada düzensiz yaşayan her türlü kirli ilişkiler ağı içerisinde
bulunan bir çok insan var.Malesef dünya toplumları bireysel
düzlemde dahil olmak üzere utanma gibi ar gibi
ayıp gibi edeb gibi günah gibi yazık olur
gibi insani değerlerini yitiriyorlar.İşte daha anlaşılır düzeyde
bu insanlar bile böyle negatif obesesif bir tesir
altındadırlar.Dini tabirle biz buna şeytanın esiri olmak
diyoruz.Bugün direkt şeytan diyince kültürlü ve eğitimli
insanların komiğine gidiyor yada yanlış anlaşılıyor bu hadise.Ama
durum bundan ibaret.Negatifliğin ve zihinsel frekansların negatif
titreşimler yaymasını en uç noktada biz çizgi filimlerdeki kötü
karekterlerde görüyoruz.Adam belli ideolojik kalıpların arkasına
sığınıp kendi nefsi egosunu tatmin için bir yerleri yakıyor
insanları yakıyor. İnsanları öldürüyor kesiyor, kimyasal silah
kullanıyor çocuk, büyük, yaşlı, genç demeden jopluyor faili
mechul işliyor bunun adına vatan savunması diyor dini kurtarmak
diyor.Buna daha bir sürü bireysel anlamdaki örneklerde
verilebilir.Yani adam şiddetten zevk almayı haklı gösterecek bir
sürü bahane uyduruyor.Bu insanların böyle negatif eğilimlerden
zevk almaları sanki paraşütsüz halde ucaktan atlayan ve bir süre
sonra yere çakılacakları anı düşünmeyen insanların havada
süzülürken aldıkları zevke benziyor.
İşte bu YİNG enerjileri altında
bulunan obsesiv varlıklar her türlü negatif eğilimler içine
girerler.Geçenlerde bir haber duydum..küçük bir çocuğu öldürmüşler
ve organlarını almışlar.Para için! Kimisi bunu para için yaptığını
düşünüyor ama adam aynı zamanda bundan zevk alıyor.Yaptığı işten
zevk alıyor.Çocuğa tecavüz ediyor zevk alıyor! Öldürüyor kalbini
çıkarıyor satıyor.Adam bundan zevk alıyor.Mesela çocukları
öldürüp organlarını alan bu insanlar normal sıradan kişilerde
değil bunu yapanlar okumuş eğitimli kültürlü doktor dediğimiz
kişiler.Enteresan ve vahim bir durum yani!
İşte zihinsel anlamda sapıtmış bu
tür insanlar, toplumlar bu tür yıkmaya yakmaya, bozmaya yönelik
işlerden zevk alıyorlar.İşte biz böyle insanlara YİNG varlıkları
diyoruz.Bu insanlar herhangi bir acıma hisside duymuyorlar.Mesela
seni yakıyor ve zevk alıyor adam. Bir yeri yakıyor kahkahayla
gülüyor adam.Gerek devletler düzeyinde gerekse bireysel düzeyde
olsun bu o insanların sapıtmış olduğunu gösterir.Keza dini
ayetlerde de böyle sapıtmış buna benzer helak olan toplumlardan
söz edilir.
Bu tür negatif ying varlıklar
dediğimiz topluluklar ve bireylerin tekamülleri durur.Tekamül
etmezler.Daha da geri düzeylere düşerler. İşte bu tarz insanlar
ucurumdan aşağı düşen insanlara benzerler. Biz buradaki tüm
eleştirilerimizde tüm dünya küresi üstündeki tüm insanlığı ve tüm
dünya ülkelerini düşünerek konuşuyoruz.Sadece kendi ülkemiz
üstünden bir öz eleştiri yapmıyoruz.Genel insanlık realitesi
açısından olaylara bakıyoruz.
Çetin BAL:
Üstadım ben zihin gücüyle yapılan kötülüklerden bahsetmiştim.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Ya Çetin aynı şey işte! Sen ha zihin gücüyle bir bıçağı uzaktan
dokunmadan hareket ettirip psikokinezik bir güçle bunu yapmışsın
ha da elinle bıçağı tutup adama saplamışsın.Bu iki durum arasında
bir fark yok! Kötülük kötülüktür!
İşte bu kötülükten zevk alma durumu
zihinsel psikolojik ruhsal boyutta meydana gelen bir
hastalıktır.Tekamül burada duruyor hatta geriliyor.Demekki işte
buradaki insanlarda olduğu gibi böyle YİNG eğilimler içinde olan
insanlarda var.Yani böyle ying varlıklarıda var. Böyle alt
boyutlarda geri düzeyli ying hareketleri yapan varlıklar olduğu
gibi YANG eğilimli iyi varlıklarda vardır.Biz şu anda insan
olarak YANG varlıkları olarak en mükemmel şekilde yaratıldık. Biz
insanlar önce sevmesini ve sevilmesini bileceğiz, ilim yapmasını
bileceğiz, birbirimize karşı hoşgörülü olacağız, saygılı olacağız,
birbirimize hep yardım edeceğiz, hizmet edeceğiz ve bundan
ötürüde tekamül etmeye hak kazanacağız.Hem tekamül edeceğiz hem
tekamül ettireceğiz.Tekamül ettirirken tekamül etmiş olacağız.Bak
mesela ben sana iyilik eder senin tekamül etmen için her çeşit
şeyi yaparsam kendiminde tekamül edeceğini biliyorum.Boşuna
üstlenmiyorum bu görevi.Çünkü kendiminde ruhsal olarak
büyüyeceğimi biliyorum.Çünkü Allah bir yerde mesela benim kuluma
bir iyilik edene ben beş kat daha fazla iyilik ederim diyor.Bir
fakirin karnını doyurduğunuzda bunun beş katı daha fazla bir sevap
kazanıyorsunuz yani o derecede manevi olarak yükseliyorsunuz.
Yalnız tabi bunları misal olarak veriyoruz tabi bize göre bunlar
bir ölçü değil! Lakin mesele anlaşılsın diye biz bunu böyle
diyoruz.Başka türlü Allah için yapılan bir şeyde bir hayırda
illede bir karşılık beklemek niyetiyle yada böyle umarak yapılmaz
bu işler.Bu insani vazifemizdir.Bu açıdan yaklaşmak lazım
olaya.Niyette bile bir halislik olmalıdır.Kibirle ve egosal
anlamda böbürlenerek yapılan hayır hayır değildir.İyilikte
iyilik değildir.Bu zaten İslam ahlakınada ters.İşte bunları
bilmekle birlikte dediğimiz gibi kişi her konuda mütevazi bir
tavır içinde oldukça ruhsal anlamdada daha fazla büyüyor.Kişinin
ruhsal enerjisi daha fazla genişliyor.Büyüklenmek, böbürlenmek,
egoyu büyütmek, kibirlenmek ruhsal bedeni küçülten şeylerdir.Ama
siz kendinizi başkalarının yanında büyük sanırsınız.Oysaki tam
tersi küçüldüğünüzü fark etmezsiniz.
Çetin BAL: Yani küçüldükçe büyümek
denen olaya geliyoruz. Mütevazı olan insan daha çok tevazu sahibi
olur.Ve ruhsal enerjiside o nispette daha da genişlemiş olur.
-------------------------------------------------- SON
------------------------------------------------
Çetin BAL:Gerçekte
tek bir uzay/zaman noktası
var.Bu noktanın içinde yer alan bir çok zeka bu noktanın farklı
titreşim parametreleri içinde farklı varlık tipleri dahilinde
titreşim göstermektedirler.Bu ortada gözlemlenen tek bir uzay ve
zaman noktasının farklı uzaysal vecheleri olduğu gibi farklı
zamansal vecheleride vardır.Yani zaman içinde zaman ve mekan
içinde mekanlar gizlidir.Ama tüm varlıklarca yaşanan nokta ve
algılanan nokta aslında aynı noktadır.Buna BİR yada TEK yada KÜL’
sel noktada diyebiliriz.Ortada fazladan bir kütle ve enerji
varoluşu yoktur. Bu sanki tek bir fotonun kendi içinde türlü
frekans boylarını gizlemesi gibi düşünülebilir. Foton kırmızı
renkten mavi renge doğru tayfını değiştirsede kütle itibarıyla
olan hep aynı kütledir.Yada aynı enerji niceliğidir.Bilimsel
olarak bu günümüzde tam anlaşılamayan bir noktadır.Enerji ve kütle
ilişkisi, kinetik enerji ilişkisi tam olarak anlaşılmış
değildir.İzafiyet teorisi daha bu noktaya tam inememiştir.Kuantum
fiziği ise henüz bunu düşünecek noktaya gelmiş değildir.Bu günün
bilimsel konsepti içinde bir foton düzeyinde bunu anlamak zor!
Buna bilim bazen uzay/zamanda bir NOKTA yada bir SİCİM yada
yarın daha başka bir benzetmeyle yaklaşıp bu gerçeği ve burada
saklı sonsuz boyutları matematiksel şablon içinde yorumlamak
isteyecektir. Yani esas soru uzay/zaman da bir nokta gerçekte
nedir? Ve kaç boyutludur? sorusudur! ama gerçekte önemli olan
meseleyi anlamaktır.O noktayı nasıl yorumladığın ayrı bir konu!
Biz henüz o noktanın somut anlamda üçüncü boyut ve dördüncü boyut
realitelerini matematiksel olarak ele alıp kabül ediyoruz. Fakat
her şeyin teorisine giden yolda bilim bu NOKTAnın içinde kıvrılı
olarak saklanmış bir çok boyutun varlığını öne
sürmektedir.Einstein üçüncü boyutu dördüncü boyuta bağlayan
düzlemde gravistasyonel yada kütleçekimsel alanları, bir üçüncü
boyutun dördüncü boyut doğrultusunda eğrildiğini öne sürerek
açıklamak istemiştir.Keza daha sonra elektromanyetik alanlar
Theodor Kaluza tarafından gravitasyonel alanlar ile bir beşinci
boyutta birleştirilmeye çalışılır.Zaten bu girişim bugünkü Süper
sicim teorisine giden ve Herşeyin Teorisi’ni arama yolunda
birden fazla boyutlar gerçeğinin ortaya çıkmasına neden olan ilk
kuramsal çözümdür.
Üstadın bu konulara
yaklaşımı farklı boyutlar gerçeğini bir şekilde bugünkü anlayış
kılıfı içinde izah etmeye çalışmaktır.Ama bir gerçek varki bugünkü
fiziksel tanımlamaların tümü izafidir.Kuramlarda öyle.Gerçeği
anlamak çok başka bir şeydir.Ama o noktaya gerek kuantum fiziği
ile gerek Süper sicim fiziği ile yaklaşan hayal gücüne ve
bireysel zihne üstad tarafından o anlayış frekansı içinde tarifler
ve izahlar yapılır.Ama bu izahatlara illede doğrudur demek bu
böyledir demek yanlış olur.Öyleyse biz belli bir kuramsal kalıp
aramak yerine değişebilen kuramsal bakış açıları içinde ÖZÜT
diyebileceğimiz meselenin esas temasına inmeye
çalışmalıyız.Uzay/zamanda bir noktayı göreceliksel bir bakış
acısında bir GENOM olarak görmek yada Kuantumlu bakış açısında
bir NOKTA olarak görmek yada Sicim Teorisi bünyesi içinde
titreşen bir SİCİM yada bir İPLİKcik olarak görmek!
[1919 yılı Nisan ayında
Einstein o zamana kadar ismi meçhul bir matematikçiden nefesini
kesen ilginç bir mektup alır. Theodor Kaluza kısa mektubunda
Einstein'a elektromanyetizma ile ilgili sırları çözebilecek bir
kuram teklif etmektedir. Kaluza Einstein'ın çekim kuramı ile,
Maxwell'ın ışık teorisini beşinci boyutta birleştiren bir kuram
geliştirmiştir. Üç fizik boyut ve zamanın üstünde beşinci boyut
vardır. Ve o elektromanyetik güç o boyutla ilgilidir...
(Kaluza
Klein kuramı'nın
temellendiricisi, fizikçi. 1919'da elektromanyetik kuvvetin
beşinci boyuttan kaynaklanabileceği fikrini ileri sürmüştür. Sonra
Oskar klein ile birlikte anılmıştır.)]
Theodor kaluza ve Oskar Klein tarafından
1920lerde öne sürülen kuram. Parçacık fiziğindeki çıkmazlara çözüm
olarak beşinci boyutu önermiştir. Kurama göre, bu boyutta
uzay-zamandaki herhangi bir nokta bir çember oluşturuyor. Elektrik
yüklü bir parçacık normalde hareketsiz gibi dursa da aslında
beşinci boyutta bu çember üzerinde daireler çizip duruyor.
Dolayısıyla elektrik yükü dediğimiz de aslında bu boyuttaki
hareketlerden ibaret oluyor.
Süpersicim teorisinin atasıdır
aslında.. ve hikayede Albert Einstein'ın ismi de geçer. Theodor
kaluza 1919 yılında 3 uzay + 1 zaman boyutuna 1 uzay boyutu daha
eklemeye karar verir, böylece denklemler gelişir.. kaluza bakar ki
bunlar maxwell denklemleri" ne dek uzanan bir sistemi ifade
etmektedir.. hemen Albert Einstein'a bir mektupla yazarak
dördüncü boyuta bir boyut daha eklediğini ifade eder böylece
Maxwell'in ışık kuramıyla (elektromanyetizmayla) kütleçekimi
birleştirmiş olduğunu öne sürer..
Einstein cevap yazar ama yine de pek önem vermeyerek
şöyle der: ''fikirler ilginç ve
sonuç itibarıyla
bunu çürütmek pek kolay değil ama ispatlamak da pek kolay değil
sanırım..''
Sonra bu düşünceler rafa
kaldırılır.İleriki
yılarda Einstein tekrar bu konuyu gündeme getirerek, bu konuda
bir konferans verir.. Oskar klein'da daha sonra (1926), bunları
quantum hedefleriyle birleştirir.
Aslında günümüzün bilimsel
konsepti içindeki bilim adamlarının fikir ve düşüncelerine
baktığımızda ben boyutlar konusunda uzman denebilecek ne Rieman
‘ın ne Einstein’ın nede Kaluza’nın boyutlar gerçeğini tam olarak
anladığını sanmıyorum. Mesela Üstad Muzaffer Kınalı bu boyutsal
gerçekleri birebir deneyimsel olarak yaşayıp görüyor.Yani gerçeğin
bilgisine sahip ama Üstat’ın bile anlatımlarından anladığım
kadarıyla günümüz bilim adamlarının boyutlar derken neyi
kastettiği konusunda tam bir çıkarım sahibi olduğunu
sanmıyorum.Burada niyetim ‘’üstad bilmez’’ demek değil ama şu
bir gerçekki ortada bir boyut gerçeği var üstat’da bu yönde
insanların şu anki yanlış bilgilerine göre kendi doğru bilgisini
kanalize etmeye çalışıyor ama bu bilgi yine günümüz bilim konsepti
içinde düşünülenlerce yanlış anlaşılıyor.Bu belirsizlik ise
boyutlar hakkındaki sis perdesini maalesef aralamamıza yine de
imkan vermiyor verse’de yine çok karmaşık bir müşahade ortaya
çıkıyor.Dolayısıyla meseleyi anlamak yine güç oluyor.Aslında öyle
karmaşık bir tablo söz konusuki bilimin bugün için dördüncü
boyuttan kastettiği şey doğru. Ama kimse bilimin bunu gerçekten
bildiğini bilmiyor yada şöyle diyelim bilim neyi bildiğini henüz
bilmiyor..Bu çok komik bir durum.Ama diğer yandan gerçekten
dördüncü boyut realitesinin üçüncü boyut içindeki ifadesi
bilinirken dördüncü boyutun gerçekte ne demek olduğu yine
bilinmiyor.
Bilim kurgu yazarlarından sonra
Einstein artık dördüncü boyutun bilimsel zeminde de bir zaman
boyutunu ifade ettiğini matematiksel anlamda ortaya koymuştu.Ve bu
artık herkezce böyle kabül edilir oldu.Ve yine üçüncü ve dördüncü
boyut ilişkisi sayesinde uzay ve zaman metriğini bir plastik gibi
uzatıp kısaltarak eğrilebilir bir mekan /zaman geometisi elde
ettik.Öyleki bu genel göreceliksel ve özel göreceliksel
sonuçlardan yola çıkarak atom altı kuantum düzeyine doğru
indiğimizde orda kütle ve çekimsel etki alanları silinerek yerini
sadece geometrik çalkantıların olduğu bir uzay/zaman köpüğüne
bıraktığını gördük.Tabiki uzay/zaman metriği bükülebilir
olduğundan bu sahada düşünen yetkin bilim adamları
peki dediler madem uzay/zaman metriği
böyle eğilip bükülebiliyor ..o taktirde çok uzak ve uzun zaman ve
mekan çizgileri ile ayrılmış iki ayrı uzay noktası yada iki
farklı olay noktası (geçmiş ve gelecek iki olay noktası)
mekan/zamanı eğen güçlü yerçekimsel warp motorları ile neden
bitiştirilip bir anda bir A noktasından B noktasına atlamayalım
dediler.Hemen California Teknoloji enstitüsünden Kip Thorn böyle
bir ihtimalin ( wormhole) matematiksel olarak mümkün olabileceğini
ortaya koyan hesaplar yaptı.Aynı şekilde benzer modellere dayanan
bir biçimde Walles üniversitesinden Kuantum Fizikçisi Miguel
Alcubierre’de bu yönde uzay eğimine dayanan kuramsal yolculuk
biçimleri (warp drive) geliştirdiler.Keza onlardan daha önce Alman
bilimci Gödel buna benzer uzay/zaman modelleri ortaya
koydular.Yine yakın zamanda Frank Tipler, Richard j.Gott ‘da bu
modelleri destekleyen kendi modellerini ortaya koydular. Konuyu
fazla dağıtmadan Einstein’da ve dördüncü boyut anlayışından
kalmıştık.Gerçekte ZAMAN’ı bir dördüncü boyut olarak ele almak
sadece zamanı anlamak bakımından temsili bir benzetme olabilir.
Zaman gerçekte bilinen anlamda
boyutu olmayan bir tür hafızadır.Enerjinin kendisini farklı bir
boyutsal perspektifte sürdürmesi ve varolmasıdır.uzay olarak
enerji nasıl herhangi bir boyutta açılıma sahip olabiliyorsa (
üçüncü, dördüncü, beşinci, ikinci boyut gibi) varoluş anlamında
zaman denen boyutta yine enerjinin kendi içinde kendisini ifade
ediş biçimidir.Biz zamanı daha üst boyutlara doğru açılan bir
düzlem boyunca algılayabildiğimizden, hayal edebildiğimizden ona
hemen bir dördüncü boyut kavramını yakıştırırız.Oysaki neden
beşinci boyut ya da yedinci boyut yakıştırması yapmayız? Bu
anlayışa göre öylede diyebiliriz.Yada Einstein’ın bakış açısından
zamanı algılayan BİLİNÇ’ide zaman boyutunu dik kesen bir beşinci
boyut gibide görebiliriz.Buyrun bir de burdan yakın misali? Tabi
burada ben yüzlerce benzetmeler teşbihler, yeni yaklaşımlar yeni
irdelenimler, farklı eleştirel bakış açıları geliştirebilirim bu
sonsuz.Ama esas hadise meseleyi anlamaktır.Kimse gerçeği doğrudan
anlatamaz ancak dolaylı ve temsili benzetmelerle bunu ifade
edebilir.Keza bilimin madde hakkındaki tüm bilgiside bu şekilde
matematiksel simgelerle -benzeşimlerle doğadaki olaylar arasında
sürekli ve kendini tekrarlayan ve birbirine uyan denklemler
bulmaktan ibarettir.Biz bir alanı yada dalga boyuna sahip bir ışık
fotonunu bir kuantum dalga fonksiyonu içinde ele alıp
inceleriz.Bir fotona yada bir elektrona bir kuantum dalga
fonksiyonu gözüyle bakarız.Ve bir elektronu ancak çekirdek
çevresinde bir ‘dalga fonksiyonu alanı’ olarak bir olasılık
dalgası olarak ele alabiliriz. Ama gerçekten doğa bizim
matematiğimizdeki gibimidir? Algıladığımız şeylerin esası nedir?
Gerçekten onlar öylemidirler, gerçekten sandığımız gibimidirler.Madde
bir sanrı bir hayal mahsülümüdür? Biz görmek istediğimiz şeyimi
görüyoruz?
Aslında madde ve enerji
evrenindeki olayları izah için başka extra boyutları kendi üç
boyutumuza eklemek bence Birleşik Alanlar Teorisine giden yolda
yada Herşeyin Teorisine giden yolda hilekarlık yapmaktır,
kurnazlık yapmaktır.Eline cetveli, pergeli geometrik hesap
şablonlarını alıp tüm açıklamakta zorlandığımız şeyleri fazladan
boyutlar ekleyerek işin içinden sıyrılmak bence kolaya
kaçmaktır.Böyle yapılırsa üstadın dediği gibi üçten, beşe,
beşten altıya ve altıncı boyuttan yedinciye ordan 11 ve 12.
boyutlara doğru yol alırsınız..
Mesela ben uzay ve zamanı
anlamak babında ve zaman yolculuğunu anlaşılır düzeye indirmek
maksadıyla sembolik olarak sadece 6. boyutlu bir uzay/zaman
bileşkesi içinde yaşadığımızı öne sürebilirim.Ama bu gerçeği tam
anlamıyla yansıtmaz.Mesela gerçek anlamda boyutlar sonsuzdur.O
ayrı bir durum!! Kimisi bunu 7 ye 8’e …vb. gibi çıkarır ama bu
bir işe yaramaz.Şimdi ortada bir gerçek varki 4. 5. 6. 7. ve
8’ci ……11. 12. ….525…ve sonsuza giden boyutsal katlar var.Bu
farklı boyutsal realiteleri
kabül etmek başka şey bu boyutlarla kendi uzayımız içindeki
elektriksel, manyetik ve kütleçekimsel etkiler ağını açıklamaya
çalışmak başka şeydir.
En basitinden dördüncü boyut zaman boyutudur deniyor.Ben
diyorumki bu da sembolik bir benzetmedir.Ancak bu yönde boyutsal
bir uzanımın hayal edilmesi
ile zaman boyutunu temsili olarak bu şekilde hayal
edebiliyoruz.Ve üç boyutlu matematik dünyası içinde bir dördüncü
boyut koordinat noktası olarak mütalaa edebiliyoruz.Ve buna eksi
işaretini atfediyoruz.Ve Rieman’ın pozitif eğrilikli uzay
geometrisinde kullandığı matematiksel denklemlerle bir kordinatlar
çatışkısından bir diğerine geçiş yaparak dörtboyutlu uzay/zaman
eğrisini anlayabiliyoruz.Yada ifade ediyoruz diyelim.Şimdi aslında
ZAMAN denen şey enerjiye ait bir çeşit boyutsal hafızadır.Bu bir
varoluşsal bellektir.Yani dördüncü boyut derken aslında bu kendi
uzayımız içinde olan bir hadisedir. Üstad bu mevzuları anlatırken
daha çok boyutsal katları hesaba katarak konuşan bilimi
destekler.Çünkü doğruda olsa yanlışta olsa bilimin boyutsal
katların sonsuz mevcudatına dair düşüncesi bir şekilde bir açılım
ve gelişimdir.Üstat bunu böyle görüyor.Bu anlamda evet bende
boyutların sonsuz olduğunu kabül ediyorum.Ama bizim boyutumuzdaki
enerji ve madde ilişkilerine dair açıklamalarda bulunmak için üst
boyutları bu anlamda işe karıştırmaya ve 11 boyutlu 12 boyutlu
çözümlemeler ileri sürmeye karşıyım.Bu böyle bilinmeli.Fakat
üstadın bakış açısında bilim bir şekilde öyle yada böyle
‘‘yükseldikçe artan bir çok farklı boyut gerçeğini’’ listesine
ekledikçe buna bir şekilde bilimin anlayabileceği bir desteği
kendi ifadelerinde vermeye çalışmaktadır. Fakat dediğim gibi uzay
ve zamanda bazı oluşumları ve yerdeğiştirmeleri anlamak açısından
simgesel manada 6 boyutlu bir uzay modeli kurulabilir diyebilirim
ama bu böyle mi dersek? Ben yine hayır derim.Ama meseleyi anlamak
ve sistemleştirmek babında bunu böyle görebiliriz.Ben eksi (-)
sonsuzdan artı (+) sonsuza doğru boyutların sonsuza doğru
‘alçalan ve yükselen titreşimsel ton farklılıkları’nın
oluşturduğu sonsuz bir boyutsal spektrumun varlığını kabül
ediyorum.Bunu üstat’da böyle söylüyor.Bazen üstat’da yada bazı
çevreler benim kendi ifadelerimi yanlış anladıkları için ben
sanki 6 boyutlu sınırları çizilmiş kalıp gibi bir evren modelini
savunuyorum gibi bir yanlış anlaşılma ve anlam karkaşası
doğmaktadır.Sanki ben diyorumki 6 boyutlu bir evren modeli var
her şey burada sona erer! Hayır böyle bir şeyi söylemiyorum!!
Ben, dediğim gibi kendi boyutumuzdaki sonsuza doğru uzanan
boyutsal katları tek tek listeye ekleyerek HER ŞEYİN TEORİSİ ne
giden yolda kestirmeden haybeden bir çözüm bulma arayışının yanlış
olduğunu düşünüyorum.Fakat bilim metafizik boyutları kabül etme
noktasına geldiğinde pekala tüm bu paralel evrenler ve diğer
boyutlar nerdeler sorusunuda sorabilir.Tabi bu soru yine
kendisini SİCİM TEORİSİ’nde olduğu gibi üç boyutlu bir nokta
içinde kıvrılı kalmış bir çok boyutun varlığından
bahsetmektedirler.Bilim yine bu noktada farklı boyutlar gerçeğini
bu noktadan anlamak istiyor.Oysaki meseleye geometri ve pergel
hesapları açısından bakarsak bunu böyle görme eğilimi doğar.Buna
bilimin gerçeği anlamadaki emekleme süreci derim ben.Daha fazla
bir şey diyemem.Ama gerçeğe dokunmak isteyen zihinlerede şöyle
söylemek zorundayım ki gerçekte tüm boyutlar iç içe frekanslar
halinde yaşanır.Tek bir uzay/zaman noktası kendi içinde aynı
noktada farklı frekanslarda sonsuz sayıda titreşimsel yayına
sahiptir.Bu sanki NOKTA’yı bir televizyon ekranına benzetmek ve
kumandayı da insan bilinci ve algılamasına benzetmek gibi bir
şeydir.Gerçekte olan budur.Yani kişi algılama noktasını
değiştirdiğinde yani şuur frekanslarını değiştirdiğinde kendini
farklı bir zaman frekansı yani boyutu içinde yada farklı bir uzay
boyutu içinde algılayabilir.Aslında tüm gizli boyutları içinde
saklayan NOKTA nın kendisine bakma bir kapı aralığından belli bir
açıdan bir odaya bakmaya benzer.Biz kendi bulunduğumuz frekans
noktasından odanın sadece belli bir bölümünü görüyoruz.Yani bu
görülen bölüm üçüncü boyut realitesidir.Bulunduğumuz noktayı yani
algı noktamızı biraz daha sağa yada sola doğru kaydırdığımızda
algıladığımız fiziksel realiteyide otomatik olarak değiştirmiş
olacağız. ‘‘Algı
noktamızın bulunduğu noktaya göre’’
bakış açımız
ya daha da daralacak yada tam tersi genişleyecektir.Dördüncü
boyut ve ikinci boyut örmekleri.Ama kapıdan
içeri girdiğimizde gerçekte o NOKTA nın sonsuz olan tabiatıyla
karşılaşırız.Ve bu noktadan
tüm realiteyi birden
en geniş düzeyde algılarız.Şuur
frekansları dediğimiz şey temel düzeyde maddeyi oluşturan enerji
ve ışık frekansları ile bağlantılı bir değişgendir.Maddenin özütü
IŞIK tır.Ve bu bir frekans bir dalga boyu yada bir kuantum
niceliği olarak algılanıp ölçümlenir.Aslında tüm evreni anlamak
istiyorsak tek bir kuantum dalga paketininin evrende ne anlama
geldiğini bilmeliyiz.Biz kuantum niceliğinin içine giremeyiz.Ama
başka bir gerçek ise gerçekte bir kuantum dalga paketinin içinde
(kozmos) yaşayan varlıklar olmamızdır.Bu çok ilginç bir
yansımadır.Yada bu sonsuz büyükte sonsuz küçüğü görmenin bir başka
şeklidir.
Bizler gerçekte zamanın ve
uzayın boyutlarını ışık frekanslarının dalga vuruşları içinde
anlamlandırıp bu yönde bir çözümlemeye gidersek ancak o zaman
ışıktan hızlı yolculukların ve zamanda yerdeğiştirmenin( zaman
yolculuğu) bilimsel ve matematiksel kaidelerine ulaşabiliriz.Bunu
öylesine ordan buradan duyduğumuz kelimelerden türeterek
söylemiyoruz bunu söylediğimiz şeye vakıf olduğumuz için böyle
söylüyoruz.Ve bunu biz biliyoruz. Maalesef başkası akademik yada
başka diplomalar adı altında şu söylediklerimizi çalıyorlar ve
heryerde söylüyorlar.Ve altınada kendi isimlerini yazıyorlar.Yada
bir prof’ un ismini yazıyor.Güya eklenti yapıyor. Bu beyanda yine
diyorumki ışığın elektromanyetik doğasını anladığımızda buna
dayalı elektromanyetik tertibatlar kurduğumuzda basit bir frekans
ayarlamasıyla hem yerçekimsel olarak nötür alanlar yaratabileceğiz
hemde bir boyuttan ötekine geçerek fiziksel olarak enerjitik
alanlar içinde görünmez olmanın yolarını bulmuş olacağız.Ve bu
imkanlar daha da uzayan bir teknolojik imkanlara doğru bizi
ulaştıracaktır.Dilerseniz bunlarıda burada söylemeyelim.Biz burada
mesela bir frekans değişikliğiyle boyut değiştirmek derken yada
bir frekans çarpıntısı derken neyi kastediyoruz? Çoğu kişi
ordan buradan bu bilgiyi alıyor bir şekilde çalıyor ve yayınlıyor
ama neyi ifade ettiğini bilmiyor.
Bir çok
arkadaş kaynak bile belirtmeden
www.zamandayolculuk.com/cetinbal’ sitesinden birkaç parağraf
alıp ( ki o kadarla kalsa yine iyi bazıları tüm sayfayı kopye
edip kendi web sitesinde yayınlayıp altınada kendi ismini yazıp
geçmişler ) kitaplarında, web sitelerinde kullanmışlar .Bu
arkadaşlara ordaki ifadelerin anlamını sorsan tutarlı iki kelime
edemezler.Kelimelerin devamınıda getiremezler.Tabi bu şekildeki
kaynak belirtmeden yapılan izinsiz alıntılar oldukça üzücü!
Geçenlerde
bir Forum sitesinde bu konuya dair yazdığım eleştirel bir yazıyı
burada ifade etmek istiyorum.
Ya bu nasıl bir
toplum nasıl bir millet... anlamak çok zor..Yaa kardeşim bizim
toplumumuz çok kompleksli bir toplum yani illede ileri düşünceler
fikirler yazılar çizimler Amerikalı, Alman, İngiliz bilim
insanlarındanmı çıkmalı...bunu anlamıyorum doğrusu. Geçenlerde
tümüyle kendi orijinal yazılarımın olduğu bir sayfayı adam kopye
etmiş internette yayınlamış içerik çok bilimsel ve konu çok derin
ve anlatımı zengin olduğu için adam yazıların altına sadece benim
ismimi vermeye çekinmiş! Birde üstüne üstlük yazının altına
Stephan Hawking, Einstein diye kafadan sallayarak bir sürü
kaynaklar sıralamış! Öyle yaa bu yazıları anca bu adamlar yazar
Çetin BAL' da kim oluyorr..! Ya trajik- komik bir durum. Malesef
bizim insanımız kendini, kendi milletinden olan insanları
küçümsüyor...ilginç bir şey gördümü yada gerçekten yüksek kalitede
yazılar makaleler bunu illede yabancı profösörler bilim adamları
yazmış olmalı diye düşünüyorlar.. Bunu söylerken ben illede
kendimi ölçü almıyorum.Yaaa ileri düşünceler çizimler illede
etiketli diplomalı profesörlerden yabancı bilim adamlarından mı
çıkmak zorunda!!
Tüm site takipçilerine soruyorumm..Adam bana saygı duymak yerine
bir türlü hazmedemiyor ..yaa bu adam bunları nasıl yazar diye
düşünüyorr ? inanamıyor yanii...Ki yazdığımız şeylerde normal bir
bilim severin yazacağı düzeyde kendi içinde mütevazi anlatımlar
ama ne ilginçtirki birde üstüne üstlük beni hırsızlıkla itham
ediyor. Pes doğrusu ben diyecek bir laf bir kelime bulamıyorum..Malesef
bu çok üzücü bir durum. Ben kendi yazılarımlada kalmadım tüm bu
yabancı sözde ünlü bilim adamlarının fikirsel yazılarınıda çok
bilinen popüler fikirlerinide hep eşleştiriyorum..yanlışlarını
ifade ediyorum...fikri çalsam olduğu gibi kopye edip yayınlardım!
Ama adamın fikrini ifade edip kaynağını belirtip kendi düşüncemi
yazıyorum zaten...!
Lütfen tüm arkadaşların beni bu konuda desteklemesini rica
ediyorum ve sitemden alıntı yapma durumunda özellikle kaynak
belirtilmesinde sizlerinde bana yardımcı olmanızı rica ediyorum.
Lütfen aramızdaki düşünen araştıran sorgulayan ve yazan insanlara
değer verelim.. Bu sadece kendimi düşünsem yazmazdım ama sayısız
amatör araştırmacılar adına da yazıyorum bunları. Çünkü amatör
bilim severlerin de yazıları fikirleri bir çok yolla çalınıyor.
Evet Çetin BAL'ın etiketleri kurdeleli diplomaları yok ama Çetin
BAL düşünen, araştıran bir bilim insanı! Akademik düzeydeki bilim
adamlarımız elbetteki çok değerli insanlar. Bizim gibi bağımsız
araştırmacılarında bu noktada bir çok eksiğinin olduğuda
muhakkatır.Özellikle matematiğin kullanım ve sorgulanım düzeyi
olarak.
İnanın ben bizim
insanımızı anlamakta güçlük çekiyorum! İnternette gezergen bir çok
kendi sitemden alınmış kendi yazılarıma rastlıyorum. Nedense
insanlar yazıların altına Çetin BAL' a aittir.Yada Çetin BAL
tarafından yazılmıştır, kaynak budur demeye çekiniyor. Sanırım
içinden şöyle diyorlar: ''kim lan bu Çetin BAL'' . Bazen bu
arkadaşlarada hak veriyorum..Çünkü Türkiye’de gerek Bilim ve
Teknik dergisi olsun gerekse diğer yazılı bir çok kaynak olsun hep
yabancılardan alınma ve çoğuda çeviri. Yani bir Türk insanının pek
böyle dikkati çeken konularda orijinal araştırmaları düşünceleri
ve makaleleri olmadığı için insanlarımız kendi içlerinden biri
çıktığı zaman yüksek düzeyli yorumlarda fikir telakkilerinde
bulunduğu zaman bu ifadelerin yabancı bilim adamlarına ait olması
gereken ifadeler ve araştırmalar olması lazım şeklinde
düşünüyorlar. Artık bunu aşmalıyız. Kendimize kendi insanımıza
güvenmeli ve inanmalıyız, Kendi insanımızın düşünce ve özgün
araştırmalarına saygı duymasını ve düşünen, çalışan her insanın
kendi sentezini kendi özgün yorumlarını yazıp üretebileceğini
bilmeliyiz. Birde şöyle bir ilginç durum var bizim milletimizin
çoğu kopyeci!! Birde bizde pek araştırmacı zihniyette fazla yokk!!
Yani çok okuyan çok düşünen insanların olduğu bir toplum
değiliz. Böyle oluncada aramızdan çıkan böyle araştırmacı bilim
insanlarını kabül etmekte biraz zorlanıyoruz.. Haliyle ''olurmu yaa!!''
gibi bir hava içine giriyoruz. Gönül isterki Bilim ve Teknik
dergisi gibi yayın kuruluşları gelip bizlerle röportajlar
yapsınlar, özgür ses adı altında bağımsız araştırmacılara yer
versinler. Ama maalesef bizlere farklı açılardan bakılıyor.
Gerçi bu web
sayfaları içinden kısmende olsa insanlara ulaşabiliyoruz.İnternetin
yaygın olmadığı dönemlerde bir çok fikrimi yazılarımı 1980’lerin
sonunda sayısız dergiye gönderdim ama kimse bunları
yayınlamadı.Belki akademik kariyerimiz yok ve belkide yazılarımız
dünyada devrim yaratmaz ama en azından bilim adına acizane olarak
küçük bir ilham dahi verebilsek ufak bir tesir dahi
sağlayabilirsek bu bizi mutlu eder.
Bir web sitesinde
sözde isminin ne kadar doğru olduğu şüpheli Ali BAL isimli biri
benim web sayfamı olduğu gibi kendi bilgisayarına indirmiş ve ve
tüm yazılarımın altındaki yada başındaki benim ismimi silip
yerine kendi ismini yazmış.Ve benim web sitesini ‘‘http://www.zamandayolculuk.turkiyespot.com’’
adı altında bir başka sitede yayınlamışlar.
Forum sayfasından bu
arkadaşa neden böyle bir şey yaptıklarını sordum bana ilgisiz ve
alakasız bir yanıt verdiler.Sözde bu bilim hırsızlığını yapan Ali
Bal diye birisiymiş…
Ali BAL
adlı vatandaş sözde akademik kariye sahip biriymiş!! Akedemik
kariyeri olanlar böyle hırsız oluyorsa ben daha ne diyeyim!! Hadi
PDF formatındaki bilgileri diyelim aldı!! Ki 'almışta hadi ona bir
şey demedim diyelim ( ki burda emeksel bir değer vardır ve onu
dalga geçer gibi hiçe saymaktadır, çalmaktadır ) Tamam hadi PDF
dosyalarını çaldı diyelim tamam ona lafım yokk ..ama Ali Bal
isimli arkadaş PDF dosyalarını almakla kalmamış adam tümüyle
benim siteyi kopye edip çalmış..hadi onuda kabül ediyorum siteyi
aynen yayınlamış! Artık hırsızlığın yüzsüzlüğün pes dedirtecek
tarafı şu: Ali BAL benim orijinal yazılarımdaki ismimi silip
yerine kendi ismini yazmış!! yazan Ali BAL demiş.....bu vatandaşın
ne yapmaya çalıştığını anlamak güç!! Ali Bal’ın benim kendi
yazdığım makalelerin altına yada başınada kendi adını yazıp
kayıtları değiştirmesi bilim hırsızlığı - emeğe saygısızlık
değilde nedir!! İnsanlar neden böyle bir şey yaparlar anlamak
oldukça güç. Burdaki insan psikolojisini anlamak güç.
Bu bilgi
hırsızları
http://www.turkiyespot.com
adı altında bir web hizmeti veriyorlar sözde! Tüm okurlarımın bu
saygısız insanları teşhir etmelerini rica ediyorum. Bu bilim
hırsızlarının açtığı forum sitesi : ‘‘http://www.fizikdevrimi.turkiyespot.com’’.
Geçenlerde Ayhan Dever adında bir arkadaşın kitabını
almıştım.Kitap akis yayın evi tarafından yayınlanmış.Kitabın ismi
''Davetsiz Misafirler UFO'lar.'' Kitapta 143 ve
144'üncü sayfaları arasındaki yazılarını benim web sitesinin Ufo
Teknolojisi bölümündeki kendi orijinal yazılarımdan alıntı yapıp
kitabına yazmış. Ve sayfanın sonunda ilgisi olmayan bir sürü
kaynak sıralamış.Gerçi ben o arkadaşla telefonda görüştüm kendisi
özür diledi bir hata olduğunu söyledi.ikinci baskıda web adresimi kitabının kaynakçacında
belirteceğini ifade etti. Sonuç itibariyle böyle durumlar ister
istemez bizi üzüyor.Zaten çoğu noktada toplum tarafından
dışlanıyoruz. Bir çok noktada yerli yersiz tenkitte
bulunuyorlar.Ya kardeşim sen bilim adamımısın? sen kimsin! Sen
kendini ne sanıyorsun! Yada ''ordan burdan bilgi toplamışın web
sitesine kopyalamışsın'' diye yazılarımı alıp ''hadi lan ordan''
diyip yazıları çalıp altınada kendi isimlerini
yazanlar var.Gerçekten tuhaf ithamlar ve rencide edici abuk
sabuk davranışlar görüyorum.İnsanlar hem hırsızlık
yapıyorlar birde yaptıkları hırsızlığın haklı olduğunu iddia
ediyorlar.Birde kendi yazdığım orijinal yazıma bu senin değil
arkadaş diye dalga geçiyorlar.İlginç doğrusu!Yani herkesi
kendileri gibi hırsız yerine koyuyorlar birde! Doğrusu çok ilginç
bir psikolji. Artık ben bu insanlara hasta ruhlu ve şizofren
demekten başka bir şey bulamıyorum.
İyiki amatör bir araştırmacı olarak bu sorunlarla karşılaşacağımı
bildiğimden tüm yazıları yazarken web sayfasını hazırlarken
özellikle bu kaynak gösterme olayına çok dikkat ettim.Ve
kendi adıma ben BİLİM ADAMI yım kelimesini kullanmamayada en
başından beri çok özen gösterdim.Zira düzeysiz ithamlarda
bulunacak densiz insan çok! Ben özellikle bilim adamı
olarak değilde BİLİM İNSANI olarak kendimi her yazımda ifade
ettim. İşin ilginç tarafı şu'ki yazılarımdan rahatsız olan sözde
akademisyen olan bazı çevreler bu seferde diyecek laf
bulamadıkları için şöyle diyorlar ( ille birşey diyecek ya!
ille rahatsızlığını belirtecek ya!) Ya diyor sen kendine
nasıl bilim insanı dersin sen olsan olsan 'bilim sempatizanı'
olursun diyorlar.Tabi bu en kibar ifadeleri. Daha başka nasıl bir
kelime uyduracaklar bilemiyorum. Sanırım türk dil kurumunu baya bi
zorlamaları lazım.
Kimiside diyorki ''arkadaş senin yazıları aldıysam kaynak
belirtmediysem ne olmuş yani. Sen bilim adamımısın bir şey icat
ettinde onumu çaldık'' diyor! Yani enteresan ve tuhaf yanıtlar
veriyorlar. Heralde bu arkadaşların ''fikir, makale yada
başkasına ait her türlü yazılı belgenin'' telif hakları
kapsamına girdiğinden haberleri yok.Ve bilimsel etik ve ahlak
mevzusundanda haberleri yok bu arkadaşların.
Şimdi insanlara şunu anlatamadım ya kardeşim bizler birbirimizle
uğraşmaktan birbirimizi karalamaktan birbirimizi
eleştirmekten başka bir şey yapmıyoruz. İnan şu web sayfasında yok
bilgi çalmışlar altına bu ismi yazmışlar bilgiyi burdan almış yada
kaynak belirtmiş kaynak belirtmemiş diye açıklamalarda bulunmak
bile beni son derece üzen rahatsız eden çok gereksiz ve hiç
uğraşmamam hiç düşünmemem ve yazmamam gereken zaman
kaybettirici ifadeler.Bunları yazmaktan ötürü bu
densizlikleri ve bilim hırsızlığını yapan insanlardan
bahsetmekten dolayı sıkıldığımı
ve üzüldüğümü ifade etmeliyim.Gerçi biz bu yazıları ilgi çekmek
yada aferin almak için yada illede birilerinden taktir bekliyoruz
diye yazmıyoruz. Kendi ideallerimiz meraklarımız adına
ve daha çok bilim severle buluşmak adına fikir paylaşımı adına bu
araştırmaları yapıyor ve sizlerin ilgisine sunuyorum. Çok daha
geniş bir düzeyden baktığımızda bazı insanların yazılarımızı çalıp
altına kendi adını yazması beni o kadarda enterese etmiyor.Ama
bunun hoş bir durum olduğunuda söyleyemem. En azından hiç ahlaki
değil!
Yine
geçenlerde yeni çıkan bir dergiye zamanda yolculukla ilgili
bir yazımı gönderdim yazının başında bir sözüm var şöyle
demiştim:
Zamanda yolculuk teknolojisi
Dünya'dan yıldızlara doğru uzanan daha kestirme yollara
açılan kapıların anahtarlarını kendi içinde taşır.Bu
anahtara sahip olanlar uzak yıldızlarında sahibi
olurlar.Sınırlı düşünen toplumlar daima sınırsızı
düşünen toplumların onlara verdikleri kadarla yetinmek
zorundadırlar.Ufkun ötesini göremeyen toplumlar geri
kalmaya ve köle olmaya mahkumdurlar
- Çetin BAL -2003/Denizli - |
|
Dergi
yetkilileri hemen şöyle dediler kardeşim sen ünlü biri değilsinki
..yaa arkadaş bu söz çok komik olmuş dediler. Bu sözü makaleden
çıkart dediler. Aradan bir süre geçti sonra 'yazınızı inceledik
ama pek sağlam bulmadık' diye bir yanıt verdiler.Neye göre
sağlam değil dedim ya bizde konunun uzmanı değiliz ama
işte bilinen gibi değil dediler. Nasıl değil dedim? Bana
dedikleri şey; 'ya işte biz karedeliklerle ilgili hani
bilinen teorilerle ilgili bişe yok burda' dediler.Şimdi ben bu
adamlardan bu yayıncılardan birşey anladıysam ne olayım! Bir
yazının sağlamlığı bilinen her gün okunan bir iki bilim
adamının ortaya attığı önermelerden yola çıkıptamı bir şeyler
yazmak yani! Stephan Hawking denen Einstein denen bir iki
adam zamanda yolculuk konusuna öyle yaklaşıyor diye bendemi o
yoldan düşünüp yazmalıyım.Aynı şeyleri bende tekrar edersem daha
mı bilimsel olacağım.Yazım daha mı sağlam olacak!
Bizim mütevazi araştırmalarımızın esas gayesi bir gün
dünya insanlarının zaman ve uzayın derinliklerine
kendilerini bir anda nakledebilecek sevk teknolojilerinin
geliştirmesine yöneliktir. Biz inanıyoruzki insanlık bir gün
uzayın sonsuz derin karanlığına serpiştirilmiş yıldızlar arasında
evinin arka bahçesinde oyun oynayan küçük çocuklar gibi hareket
edebilecekler..
Çetin BAL-Perşembe/6 Nisan /2006
Saat: 23:56-Denizli-
Daha önce
bana gelmiş olan ve bundan sonrada bazı çevrelerden gelecek
olan dar bakış açılı eleştirel sorulara ve ithamlara karşı kısa
bir yanıt:
Sevgili eleştirmen
arkadaşlar ben çok kısa, AZ ve ÖZ bir yanıtla bazı tartışmalara ve
yanlış anlaşılmalara bir son vermek istiyorum; Şu DÜNYA gezegeni
dediğiniz minik mavi küre üstündeki geçmişe ve geleceğe dair
belirip kaybolacak olan hiç bir SINIRLI ve YEREL ideolojinin
takipcisi değilim ve olmayacağımda! Tüm dünyadan yada bazı
insanlardan gizlediğim gizli bir amacımda yok! Yeryüzünün tüm
ırkları dahil dünyasal tüm değerler ve oluşumlar gelip
geçicidir.!! Daimi olan, insan ırkıdır..! ve kalıcı olan
insanlıktır.Ve esas olan İNSANLIK değerleridir.Hristiyanlara gelin
müslüman olun demeyeceğim yada müslümanlara gelin hristiyan olun
demeyeceğim...ki demedimde..dememde! Öncelikle insan RUHSAL bir
varlıktır. MAKRO FELSEFE, öz olarak tüm dinlerin kendi içlerinde
barındırdığı bu RUH'un evrensel bilgisi ve anlayışı içerisinde tüm
insanlığı buluşmaya davet eden bir felsefedir, bir anlayıştır, bir
bakış açısıdır! Tek amacım insanlığın evrensel birliğe ve
beraberliğe yönelmesidir.Sadece insanlığın değil sonsuz uzay ve
zaman boyutlarındaki tüm uygarlıkların, tüm yaşam formalarının,
tüm renkli inanç sistemlerinin, dış uzaya ait sayısız zeki yaşam
kültürlerinin evrensel birlik ve bütünlük anlayışı içinde
birleşmesini bir ve bütün olmasını arzu ediyorum. Benim isimlerle,
renkli bayraklarla, gizli ideolojilerle, şekillerle, gizli
planlarla işim olmaz. Tüm yazıp çizdiklerimin bu çerçevede
anlaşılmasını rica ediyorum. Ben tüm bunlardan öte zaman yolculuğu
araştırmalarına odaklanmış bir bilim insanıyım.
Maalesef herkes bana bir şekilde bir
kulp takmak, bir kalıba sokmak, bir elbise giydirmek istiyor. Beni
seven ve fikri manada bana katılan ve takip eden dostlar bilsinki
ben, kim ve ne olursa olsun meraklı olan- düşünen her insanla
zamanda yolculuk konusunda çalışmak istiyorum. Bu amaçtan başka
gizli bir amacım yok! Sizi gülümsetmek adına şöyle diyebilirim
zaman makinesi yaptıktan sonra şu ideolojileri ve kafamda eğer
mevcutsa şu gizli emelleri yeniden bir gözden geçiririm..! ))
Artık ırkların birbiri içine girdiği, dinlerin birbiri içinde
erimeye başladığı ve ortak noktalarda buluşulmaya çalışıldığı ve
insanların birbirlerini hem inanç hem kültür bazında daha çok
anlamaya yöneldiği bu küreselleşen dünyada beni lütfen o kadar da
dar kafalı, olmazsa olmaz saplantıları olan bir insan gibi
düşünmeyin..! Neden bilmem ama insanlar illede kafasında bir kalıp
bir şekil bir taraf yaratmak istiyor. Bu yanlış bir şey!
Ben yada biz diyelim ..evet bu daha
doğru olur.. bizim gibi ruhlar yani bizler müslümanla camiye gider
allaha dua ederiz, budist rahiple budist manastırda saatlerce
meditasyon yapar, hristiyanla kliseye gider,Yahudi hahamla
Sinagog'a gideriz.Ayrılık görünüştedir.Önemli olan içteki birliği
yakalamak ve hissetmektedir. Esas olan tüm evreni içine alan
ALLAHIN nuru ve şuuru içinde onun kozmik bilinci içinde tüm
insanlığa tek bir gözle bakabilmektir. Gaye zaten o NOKTA ya
ulaşabilmektir. O noktaya ulaşan gönül insanları artık ayrılık
bilincinin ötesine geçer. Sadece evrensel birliğin ve tekliğin
şuuru, nuru ve tefekkürü içinde olur. Evet dostlarım BİR kelimeden
BİN kelimeyi anlamayanlar BİN kelimeden BİR kelimeyi zaten
anlamayacaktırlar. Sözü daha fazla uzatmadan ifadelerime burda son
noktayı koymak istiyorum.
Artık daha fazla polemiğe, ve karşı sava
girmek istemiyorum. Bizim tek derdimiz tek gizli amacımız o nurun
telepatik sohbeti içinde 'hem dem' olabilmek. O kozmik nurun
bilinciyle hem-hal olabilmek! Onun aşkı ile avunabilmek ve
aşıklıktan aşka terfi etmektir. Yoksa bizim ne gibi bir gizli
emelimiz olsunki.!..bana değil dünyaları, değil dünyanın tüm
mücevherlerini, tüm dünyanın gizli hazinelerini, tüm galaksiyi
bile verseniz banaa, hatta 18 bin alemi bile emrime sunsanız
yinede ben onun aşkından başka bir şey istemem. Bir çok arkadaşın
yarattığı yersiz polemik maddi dünyaya ait polemiklerdir ve
kaygılardır. Ben tüm madde dünyasından vaz geçmiş biri olarak
böyle yersiz eleştirilere uğramakla hatta şu anda yanıt vermekle
bile kendimi rencide olmuş durumda algılıyorum. Ama bu yazıların
gereğini hissettim. Kalblerdeki yanlış anlaşılmayı uzaktanda olsa,
binlerce kilometrede olsa aradaki mesafe, bunu hissetmemden dolayı
bu ifadelere gerek duydum. Bu acizane alanda bu sözler kabını aşan
niteliktede olsa bunları söyleme gereği hissettim. Bizim gibi
ruhlar için yeryüzü avuçlarımızın arasında parıldayan minik mavi
bir pırıltıdan başka bir şey değildir. Onu değerli kılan ordaki
minik bedenlerde misafir olan ruhların ''evreni içine alan ve
evrenin ötelerine dek uzanan'' devasa görkemli ışıltılarıdır.İşte
bu yüzden doğru yada yanlış beni eleştiren tüm insanlara
saygılarımı sunarak yazımı bitirmek istiyorum.
Çok geniş bir tefekkür içinde olmak gerekir
bunu ben neden böyle diyorum.Bunun bir çok sebebi var.Geçenlerde
yolda içki için bir adamı gördüm hemen onun ötesinde insanlara
dini vaazlar veren ve sakallarını epey uzatmış eski tarz bir
giyim şekliyle sanırım bir tarikat şeyhiydi.Çevresinde bir kaç
hoca ile sanırım ilerdeki camiye namaz kılmaya gidiyorlardı
ve hararetli hararetli islamdan şeriat kurallarının
gerekliliğinden bahsediyorlardı.Merak ettim ve adamın
zihnine izinsizde olsa girdim adamın geçmiş yaşamlarına dair
perdeyi indirdiğimde bundan önceki yaşamında Arjantinde yaşamış
olduğu gördüm. Orda hristiyanlığı savunan koyu dindar katolik bir
rahipti.Ondan önceki yaşantısına baktım İngilterede bir genelev
kadını olduğunu gördüm. Merak ettim adamın zihin frekansları
içinde daha da geriye daha önceki yaşam frekanslarına girdim
baktım bu sefer çevresinde çok sayılan sevilen hürmet gören bir
bilge yani alim bir zat olduğunu gördüm. Biraz daha geriye
gittim bu seferde arabistanda mekkede bir cami gibi yerde vaaz
verirken gördüm. Biraz daha geriye gittim Türkiye de daha önce
musevi asıllı bir göçmen olarak doğduğunu gördüm. Şimdi burda
benim yaptığım bu gözlem çok derin anlamları olan ve insanlarının
neden birbirlerini inanç ve düşüncelerinden ötürü kamplara bölüp
ayırmamaları gerektiğini neden hoşgörünün olması gerektiğine dair
çok derin evrensel bir bilgiyi gözler önüne sermektedir.
Yani her ne olursa olsun insana insan olarak bakmak lazım. Dil,
din, ırk gibi her türlü ayrımcılık içeren farklılıklar
sadece gelip geçici elbiselerdir.Önemli olan bu elbisenin
altındaki evrensel ruhun doğasını anlamaya çalışmaktır. Şimdi ben
bu adamı kolundan tutup o zihin frekansları içinde kayıtlı olan
geçmiş zamanın dalga boyları içine fiziksel olarak götürüp
geçmişteki kendisiyle karşılaştırsaydım. Genel evde çalışan
kendisini allahın günahkar pis bir kulu diye taşlamaya kalkardı.
Diğer hristiyan yaşamındaki kendisiyle karşılaştırsam bu seferde
her ikiside kendi kabüllendiği dini bir birine övecekti. Biri
diğerini cehennemlik olarak görecekti.
--Bir önceki sayfaya
geçiniz --
Bir sonraki sayfaya
geçiniz
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)
/
Astronomy
|