Dr.Seçkiner Görgün ile Işınlama teknolojisine dair sohbet: HABERTURK’ ten alınmıştır. Yayın tarihi 2004 temmuzu.. Çetin BAL: Bu web sayfası dolayısıyla HABERTURK televiyonuna bilime ve bilim adamına göstermiş oldukları ilgi ve alakadan ötürü teşekürlerimi iletiyorum.Gerçekten de bu konularda pek az TV kanalı bilime sahip çıkmaktadır.Yaklaşık bir saate yakın bu sohbet proramındaki ışınlama konusuna dair bilimadamı sayın Seçkiner'in ifadelerini direkt olarak orijinal söylevleri bozmadan siz okuyucularımın ilgisine sunuyorum.Doğrusu ben kendi adıma Seçkiner'in ışınlama kavramına dair yaklaşımlarını mantıklı buluyor ve ifade ettiklerini birebir test etmiş olduğunu düşünüyorum.Fakat bu radyo dalga alanları içinde maddelerin görünmezlik kazanması ve bu maddenin ışık hızına ulaştırılarak gideceği hedefe gönderilme düşüncesinde mantıksal boşluklar görüyorum. Bu ışınlama yönteminde nihayetinde belli bir frekans ve amplitüd modundaki elektrostatik ve elektriksel alanlarla birbirine bağlanmış maddenin moleküler örgüsünün yine benzer moddaki karşı güç dalgalarıyla ve radyo elektriksel alanlarla etkilenerek çözündürülüp genişletilerek yani bu moleküler örgüyü ve formu yeniden düzenleyerek maddeyi kontrol etme düşüncesi söz konusudur. Seçkiner'in bahsettiği bu görünmezlik ve maddeyi etkileme işlemi operadaki bir sopranonun tiz sesiyle, o ses dalgalarıyla uzaktaki bir içki kadehini kırıp çatlatmasına benzeyen bir rezonans etkisi ile olmaktadır.Ve aynı şekilde uygun adımlarla yürüyen bir askeri birliğin çıkardığı uyumlu ve tok vuruşlar uzaktaki bir köprünün kendisiyle rezonansa girmekte ve bu ayak seseleri köprüyü titreştirerek yıkılmaya ve ayrışmaya zorlamaktadır.Yine buna benzer biçimde ''maddenin moleküler görünmezlik hadisesi'' de maddenin moleküllerini bir arada tutan elektromanyetik alan frekanlarını bir çeşit radyo dalgası formundaki rezonans dalgaları ile etkileme işleminden başka bir şey değildir.Böyle bir sistemi dünyanın her yerinden her bilim adamı prensibi iyi anladığı taktirde yapabilir. Keza sayın Seçkiner'in uçaklar için geliştirdiği elektromanyetik görünmezlik sistemi de Rusların 1980'ler içinde geliştirdiği ''ultrasonik ses dalgaları radarı'' ile görülebilir duruma gelmektedir.Ses dalgaları ile çalışan bu ultrasonik radarlar sayesinde ''her tür elektromanyetik sistemi bloke eden uçakların'' rahatlıkla görebildiği ifade edilmiştir.Hatta tam anlamıyla elektromanyetik görünmezlik sağlamış olmasada yine belli bir oranda radarları yanıltan ''görünmez uçaklar'' a karşı bu radarın Yugoslavyadaki iç savaşta Sırplar tarafından kullanıldığı iddi edilmektedir.Zira Rusların Sıplara bu -Ultrasonik ses dalgaları radarını- verdiklerine dair duyumlar yayılmıştır.Çünkü o dönemde Amerikalıların bir hayalet savaş uçağının Sıplar tarafından düşürüldüğü haberleri herkesi şaşırtmıştı.Kabül etmek gerekirse bu işte Rus teknolojisinin parmağının olduğu ortadadır.Yine Irak savaşında bir çok Amerikan güdümlü füzeleri nedensizce yörüngesinden sapmıştır.Yine bu işte Rusların geliştirdikleri elektromanyetik silah teknolojisinin Irak'ta Ruslarca denendiği yönünde bir izlenim edindiğimi söylemeliyim.Tabiki henüz emekleme aşamasında olan bu türde elektromanyetik silah teknolojilerinin tek başına savaşı kazanmaları henüz erkendir. Ama Seçkiner'in ışınlama yöntemini geliştirecek olursak uzaydaki uydular vasıtasıyla istenilen formdaki odaklanmış dalgalar yardımıyla gemilerimizi, uçaklarımızı hatta binalarımızı bile hatta düşman uçaklarını bile istenilen süreliğine demateryalize edebilir ve yine isteğe göre kendi gemilerimizi, uçaklarımızı materyalize ederken düşmanın tüm silahlarını moleküler olarak bir daha da geri dönmemecesine ayrıştırıp yok edebiliriz.Hatta karşı tarafın uçakları bile kalkmadan bir gece vakti tüm kıtayı uzaydaki devasa uydulardan yansıyan dalgalar ile demeteryalize edip ortadan kaldırmak yok etmek mümkündür.Fakat böyle negatif eğilimlerle dolu insanlık camiasına böyle teknolojilerin alanen sunulması atom bombasından bile daha büyük yıkımlara neden olabilir.Bu açıdan bence sayın Seçkiner'in ışınlama konusundaki çalışmalarını tekrardan gözden geçirmesi gerekir diye düşünüyorum.Gerçi benim elime imkanlar geçse bir zaman makinesi yapmak için elimden geleni yapardım.Bilim adına tamam ama insanlık adına sanırım henüz erken böyle şeyler. Çünkü bu teknolojilerin bir yıkım silahı olarak kullanılması insanlığının ahlak ve erdemlerini daha büyük dejenerasyona doğru sürüklemesi kaçınılmaz olacaktır.Önce insanlık- teknoloji ve zekasını- işletmek ve bunla övünmek gayretinden çok - yüksek adalet ve ahlak ve şefkat ve merhamet duygularını geliştirmelidir.Zaten yüksek bir zeka gerçekte yüksek bir ahlakı içeren bir zekadır. Sonsuz uzayda yer alan herhangi bir uygarlığın gelişmişliği bence o uygarlığı oluşturan bireylerin yüreklerinde-zihinlerinde-ruhlarında ne derecede sevgi ve şefkat barındırdıkları ile doğru orantılıdır.Buna sahip olmayanlar Tanrının tacınıda taşımaya layık olamayan bireyler ve toplumlardır.Böyle toplumlar zamanla kendilerinide dejenerasyona uğratarak yok olmaya mahkum olurlar.Daha bizler insanlık olarak uzayı keşfetmeden orlara ulaşmadan kendi dünyamız içinde varlığımızın devamı için tutunduğumuz bu tek dalı bu mavi küçük küremizi kirletiyoruz , hayvanları öldürüyoruz, savaşlarla küçük çıkarlar uğruna birbirimizi katlediyoruz, ormanlarımızı, mavi denizlerimizi, berrak mavi gökyüzünü -berrak atmosferimizi katlediyoruz.Üç kuruşluk kar payı için tüm insanlığın geleceğini bir gurup elit zümrenin üretim mekanizmaları ve konforu için yok ediyoruz ve buna göz yumuyoruz.Sistem bir şekilde değişmek zorunda..Ama bu nasıl olur onu bilemem..! Sayın Seçkiner'in ışınlama sistemi bence mantıklı ve olağan ve kabül etmek gerekir ki zekice düşünülmüş bir yöntemdir. Benim kendi kuramımda ise maddenin fiziki boyutu ve uzay/zaman sürekliliği üstünde bir sapma etkisi ile oluşturulmuş yerçekimsel bir dalgalanma ile iç uzay tüneli boyunca maddenin ''yapısal kimyası ve moleküler örgüsü'' bir değişime uğratılmadan nakli sözkonusu! Ben aynı enerji ile maddeyi görünmez yapıp zaman çerçevesini değiştirerek bir zaman kaymasıyla cisme uzayda yer değiştirtmeyi düşünürken sayın Seçkiner' in metodunda ise maddeyi moleküler düzeyde genişleterek bir çeşit gaz fazını andıran ama birbirinden kopmayan dağılıp bozulmayan belli bir alanda tutulu vaziyette korunan bir '' moleküler bulut fazı'' oluşturarak maddeyi farklı bir hale sokmakta ve bu hafiflemiş ve fiziksel özelliğini belli bir oranda kaybetmiş bu maddeyi yine başka cihazların yardımıyla ışık hızına doğru hızlandırarak diğer bir noktaya hareket ettirmeyi yani intikal ettirmeyi düşünmektedir. Fakat çelişki şu ki sayın Seçkiner maddeyi alansal enerjilerin etkisi ile belli bir enerji pompalama sekansı içinde bir çeşit dağılıp bozulmayan moleküler bir gaz fazına yükseltmektedir.Yani madde sonuçta yerinde frekanslar içinde görünmez olsada nihayetinde moleküler kompozisyon halindedir ve hala bizim fiziksel boyutumuz içindedir.Şimdi bu durumda ''bu görünmez olan maddenin'' bir enerji bulutuna çevrildiğinden söz edemeyiz.Bir bilim adamı olarak sayın Seçkiner'in hem --burda yapılan işlem maddenin moleküllerini genişletmek-- demesi hemde maddenin stabil bir enerji bulutu haline dönüşmesinden bahsetmesi bu bahsi geçen çalışmanın doğrudan kendisinin değil ama başka gruplarca Seçkiner'in önüne getirilmiş bir çalışma olduğu konusunda bir izlenim vermektedir..Zira enerji bulutu ve moleküler bir faz hali bambaşka şeylerdir..Ama sayın Seçkiner'in bu farkı ayırt etmemesi diğer ifadelerinde de çelişik anlamlar doğurmaktadır.Bence kesin olan bir şey varki söylenen ve iddia edilen laboratuvar deneyimleri doğru! ama bunların nasıl anlaşıldığı yada nasıl yorumlanması gerektiği tartışılabilir olarak ortada durmaktadır.
Dr.Seçkiner: Çeşitli uyduların bir çok frekanslarının, cep telefonlarının ve benzeri bir çok verici sistemlerin sürekli dalgalar yayması, salması sözkonusu..Bu sürekli yayınlar insan sağlığına zararlı mı? Ben müsadenizle bir şey belirtmek istiyorum, bu dalgalar canlı organizmaya neden etkili oluyorlar?Şimdi 1989 tarihli Milano üniversitesinde nükleer fizik bölümünden yapılan bir neşriyat var.Bu neşriyatın özü şu; hücrelerin (genel anlamda konuşuyorum) mitoz esnasında 7 Mhz frekansında radyo yayını yaptığı tespit edilmiştir.Orda grafikler vardır.Neşriyatta grafikler vardır.Neşriyat 6 sayfadır.Orda aletin resmi çekilmiştir filan...Şimdi canlı hücre radyo vericisi gibi yayın yapıyor.Kendi içindeki organellerle radyo dalgaları ile irtibata geçiyor.Şimdi biz buna dışardan çok güçlü aynı formda dalgalarla etkide bulunursak.. işte bunlar ne bileyim ben .. değişik vericilerdir.Burdaki irtibatı… kendi arasındaki irtibatın kopmasına sebeb oluyoruz istemeyerek.Ve bu belli bir süreklilik kazandıktan sonra…çünkü vucudun belli bir toleransı vardır…belli bir süreklilik kazandıktan sonra artık vucutta anormallikler başlıyor.Ve değişik patolojiler-hastalıklar ortaya çıkmaya başlıyor.Dolayısıyla verici sistemlerle ilgilenen kişilerin dikkatli olması lazım.Avrupa birliği güvenlik standartlarında bunların yeri vardır. Ve bu antenlerin hangi frekansta hangi hastalıkları yarattığı bu standartlar içinde yazılıdır.
Hücre ışınlaması 1975 te bir laboratuarda gerçekleştirildi.
Normal şartlarda kimyasal maddeler aktiflik sırasına göre birbirleriyle reaksiyona girer veya giremezler.Şimdi biz reaksiyon parametrelerini değiştirdiğimiz zaman kimyasal yada fiziksel prensiblerin üzerine çıkarız.Yani onlar artık geçerliliklerini kaybederler.Çünkü artık parametreler değişmiştir. Bizim burada yaptığımız iş budur.Yapılan tatbikatlarda şunu görüyoruz…(bu da diğer bir çalışmadır); birbirleriyle reaksiyona girmeyen maddeler normal şartlarda, biz o parametreleri değiştirdiğimiz zaman reaksiyona girmeye başlıyorlar.Ve bunun terside var.Reaksiyona girebilen maddeleri bir araya koyduğumuz zaman, biz o ortamı belli bir fiziksel etkiyle etkilemeye başladığımız an reaksiyon duruyor.
Bu cümleden olmak üzere, biliyorsunuz şehirlerde telefon antenleri gibi antenleri düşünün, bunları şehrin etrafına koyabilme imkanımız var. Ve bu şekilde şehrin üzerinde yarı küresel bir elektromanyetik alan oluşturabiliriz.Buna beklide elektromanyetik kalkanda denilebilir ama elektromanyetik alan diyelim şimdilerde…Şimdi karşı taraftan isterse klasik başlıklı olsun, isterse nükleer başlıklı olsun hangi cins olursa olsun bir roket atıldığında... yalnız o roket gelirken bunun hangi cins roket olduğunu bilmemiz gerekiyor.O şartla ! Bu elektromanyetik kubbeye o roket/füze girdiğinde roketin içindeki kimyasal patlayıcı maddelerin kimyasal reaksiyonları o antenlerden gelen yayından dolayı durur.Yani o alanın içinde kimyasal reaksiyon parmetreleri değişir.Yani patlayıcı reaksiyonun bir daha oluşmasına imkan olmaz.Kimyasalın patlayıcı reaksiyonunu durdurur.Ve ordaki roket gökten taş düşer gibi yere düşer ve bir patlama olmaz.Bunun biz roket üzerinde tatbikatını yapmadık ama laboratuvar şartlarında reaksiyona girmesi ve durdurulması konularında tatbikatını yaptık mükemmelen çalışıyor.Amerikalılar ve İtalyanlar 7 şubattaki anlaşmayla bunu aldılar.
Sayın Seçkiner Işınlama konusunda ne diyebilirsiniz? Özellikle bunu çok merak ediyoruz?
Şimdi efendim izah edeyim.Işınlama olayı şöyle; bu tatbikatı biz 1975 senesinde yaptık.Bunu özellikle belirtiyorum, bu iki kademeli bir tatbikattır.Bunun birinci kademesi vardır, ikinci kademesi vardır! Birinci kademesi tek hücrelilerde yapılan tatbikatlardır.Hücre kültürü ve bakteri gibi… İkinci kademesi ise şu bardak gibi yada kurbağa gibi, insan gibi büyük sistemler üzerinde yapılan tatbikatlardır. Biz sadece birinci kademesini yaptık ve bunda başarılı olduk.Hücrede yapılan etki şöyle oluyor.Biz canlı maddenin üzerine belirli frekans ve modülasyonda radyo dalgası gönderdiğimiz zaman bu, hücrenin molekülleri arasında bir genişlemeye sebep oluyor.Bu genişleme belli bir limite ulaştığı zaman…, << biz bu bardağı görebiliyor isek eğer, nasıl görebiliyoruz? >> Işık fotonları bu maddeye çarpıyor arasından geçemediği için geriye geliyor ve dolayısıyla biz bu cismi görebiliyoruz.Ama orda nasıl oluyor? Bunun (bardağın) maddesi büyümeye başlıyor, genişlemeye başlıyor, hacim genişlemeye başlıyor.Hacim genişlemeye başlayınca öyle bir an geliyorki artık fotonlar bu bardağın molekülleri arasından geçmeye başlıyor.Bazısı geçiyor bazısı geçmiyor geri dönüyor.Bu taktirde biz bu bardağı yarı flu olarak görüyoruz (şeffaf). Tamamen fotonlar bardağın moleküler örgüsü içinden geçebilir duruma gelince artık maddeyi göremiyoruz (Tamamen fotonlar bardağın molekülleri arasından geçebilir duruma geldiği zaman ise bardak kayboluyor).Aslında bardak hala orda ama biz göremiyor ve dokunamıyoruz.Elimizi bardağın kaybolduğu boşluğa attığımız zaman elimiz içinden geçiyor, tutamıyoruz, dokunamıyoruz.
Ama madde hala ordadır! Bu kaybolmanın reaksiyonlarını göremeyiz.Ben bu olayı size yavaşlatılmış bir film şeridi gibi kademe kademe anlattım.Radyo dalgasının cisme verilmesiyle cismin ortadan kaybolması olayı saniyeden bile çok küçük bir zaman dilimde gerçekleşmektedir.Bu işlem bir anda olmaktadır.Madde önce görünmez yapılmakta daha sonra ‘‘gideceği yere doğru hızlandırılmakta.’’ Ki bunun hedefe gidişi ışık hızıdır.300.000 Km/Sn dir.Ve koordinatları verilen hedefte tekrardan maddeleşiyor.Şimdi bu tatbikatı biz yaptığımız zaman önce hücre kültürü kullandık -bakteri kullandık.Bunlar kapalı şeylerdedirler.Hedef olarakta böyle üst üste birbirine geçen cam yapılar vardır.Cam kaplar diyelim.Bunların içi siterildir.Ama bunların içinde gönderilen bakterinin yaşaması için --eğer tabi bakteri oraya gidebilirse-- uygun koşullar vardır.Yani buraya hücre düştüğü zaman yaşayacak ortam mevcut.Bunlar hedeflere yerleştiriliyor, koordinatları belli.
Burada biz canlı maddeyi demateryalize ediyoruz.Ve dolayısıyla şehrin duvarından dışarıya çıkabilecek duruma geliyor.Ondan sonrada 300.000 Km/Sn’ lik hız kazanarak hedefi buluyor.Şimdi buradaki bu tatbikat laboratuar şartlarında 1,5 -2 metrelik mesafelerde yapılmıştır.Ve bu tabi çok zordur.Eğer deselerdi ki efendim İstanbul’dan biz bunu demateryalize edelim hedefi Tokyo’ya koyalım…çok daha kolay olurdu! Çünkü aradaki mesafe uzadıkça iş daha da kolaylaşır.Çünkü elektronik devrelerin hızı, frekansı baya zorlaşıyor bu kısa mesafelerde! Onun için uzun mesafeler avantajlıdır.
Biz bunu bu 1,5-2 metrelik mesafede laboratuarda gerçekleştirebildik.Bunun ikinci kısmını büyük bir heyecanla yapmayı bekliyorum.Prensibi tanıyoruz! Yapacağımızdan eminim.Bu ışınlama da insanı bir kabine koyarız böylece reaksiyon başlar (yani size bir radyo frekansı yollarız) ve enerji haline gelirsiniz ve kabin falan açılmadan dümdüz gider diğer kabine doğru…Böylece hedef kabinde maddeleşiriz.
Hareket halindeki bir bakteriyi görünmez yaptığımızda ve bir süre sonra tekrar materyalize hale getirdiğimizde bakteri kaybolduğu noktada yeniden ortaya çıkıyor.Eğer bakteri üstüne bir saat koysaydık bakteri kaybolduğu anda zaman’da onun için duracaktır.Madde demateryalize olduğu an zaman onun için duruyor.Yüz sene sonra tekrardan maddeyi materyalize ettiğimiz an sanki o madde için hiç zaman geçmemişcesine bir saniye önceki durumda yeniden ortaya çıkıyor.Bunun tatbikatını biz yaptık. [ Çetin BAL:Şimdi madde moleküler ayrışmaya -genişlemeye uğrasada uzaya bağlı zaman akış hızının o moleküler kompozisyon için durması diye bir şey söz konusu olamaz.Zaman tüm uzaydaki her şey için temelde aynıdır.Ama gerek biyolojik gerekse diğer maddesel yapıların moleküler olarak genişletilmesi o maddenin zaman içindeki fiziksel ve kimyasal diyebileceğimiz tüm fonksiyonlarını durdurmakta ve geçici bir süreliğine askıya alınmasına neden olmaktadır.Bu sanki o maddelerin tüm içsel kimyasal reaksiyonlarını dondurmak gibi bir şeydir.Ama zaman nihayetinde yine onun içinde akmaya devam eder.]
Efendim bu demateryalize olan madde o bölümdeki yani bulunduğu yerdeki alanda –yerde ‘ilete’ oluyor, genişliyor.Ve enerji alanı olarak duruyor. Enerji olarak havada bulut gibi duruyor.Efendim şimdi bu hadisede temel prensipleri tanıyoruz.Yalnız bir tek mevzu var.Tek hücrelilerden çok hücrelilere geçerken parametreleri çevirmemiz gerekiyor.Aynı bakterideki gibi bire bir uygularsak çalışmayacaktır.Onu biliyorum…Çalışmazda! Bunun değişimini yapmak gerekiyor.Bu ara çok hücrelilere geçtiğimiz zaman başka bilmediğimiz parametre varmı onlara bakacağız, ama onu anlamak pek zor olmayacaktır.Buraya gelecek olan malzeme uzay teknolojisine sahip.Hakikaten çok güzel malzemeler var.Dolayısıyla bu malzemelerle biz bu işin üstesinden fazla uzun sürmez geliriz gibi geliyor.Tabi burada zaman proplemi var. Madde madde özelliğini kaybetmiş ‘ilete’ olmuş.Enerji olarak duruyor.Bu enerji stabil bir enerjidir.Madde ‘ilete’ olmuş bir durumdadır. Bu demateryalize yapma sırasında bu maddelere bir kod verilme fazı vardır.O kod verilme sekansından sonra o bir şey kazanır…boyut limiti kazanır.O boyut limitini, o kod sekansını aştıktan sonra, limiti aştıktan sonra madde tamamen dağılıp gidiyor. Bir daha geri toparlanamıyor.
Şu bardağın ilete(özelliğini yitirmek-formunu kaybetmek) olduğunu düşünün gittikçe büyüdüğünü düşünün ama büyüdükçe görüntü kaybolur ve maddeliğini kaybeder.Bakın şimdi ben bu bardağa dokunabiliyorum elimle vurabiliyorum.Ama bu ilete olmaya başladığı zaman bu sertliğini kaybeder önce, yumuşamaya başlar ve ondan sonrada artık benim elim bu bardağın içinden geçmeye başlar.Bir noktadan sonra bardak tamamen kaybolur. İşte o noktada bu bizim boyutumuzda bulunan fizik etkilerin kaybolduğu bir boyut fazına geçer.
Radyo aktif atıkları güneşe göndermek mesafe uzun olduğu için kolaydır.Çünkü mesafe kısaldıkça aletler çok büyük sıkıntı çekiyorlar.Onların- aletlerin’de belli bir çalışma frekansı vardır.O frekansın çok yükseltilmesi gerekiyor.Mesafe kısaldıkça daha yüksek frekanslara ihtiyaç oluyor.Ve de o bugünkü teknolojiyle gerçekten büyük sıkıntılar oluşturuyor.
-Madde demateryalize oluyor… ve ışık hızı kazandırılarak hedefe gönderiliyor.
Peki hocam bu bedava enerji olayı var onu anlatırmısınız..mesela nükleer olmayan herhangi bir maddeden nükleer bir enerji ve reaksiyon elde etmek mümkün mü?
Şimdi herhangi bir malzemenin …O malzemenin bütün yörünge hesapları çıkartılıyor, yörünge mesafeleri çıkartılıyor.O hesaplanıyor.Ve bu hesaplar yapıldıktan sonra elimizde bir liste oluyor.Bir frekans basamakları listesi oluyor.İşte malzemeye ait tüm bu frekans bilgilerini bilgisayara veriyoruz.Ve ondan sonra bu malzemenin üzerine belli bir açı altında radyo antenlerini koyuyoruz yerleştiriyoruz.Bildiğimiz verici antenleri derken bunlar özel antenler. Ama neticede radyo yayını gönderir.
Bilgisayar bu frekansları yukardan aşağıya belli aralıklarla tarar.Fakat bu işlemler izole bir oda içinde yapılır.Bu verici antenler.. radyo anteni… her ne kadar özel bir formda yayın yapsada neticede bu bir radyo anteni! Bilgisayar proğramlandığı şekilde o frekans basamaklarını yukardan aşağıya geçmeye başlıyor..O proğramı uygulayıpta reset yaptığı an izole odanın içindeki gayger sayacının ibresi sapmaya başlıyor. Tam bu durumda 7 cigabaytlık bir enerji çıkışı oluyor.
Faklı haber kaynaklarından Dr.Seçkiner'in demeçlerine dair alınan notlar ve eleştiriler:
IŞINLAMA SİSTEMİ Projeleri arasında ''Uzay Yolu'' dizisinin ilginç ''ışınlama'' sistemi de yer alan Dr. Görgün, şöyle dedi: ''Buna uzak değiliz. 1975 yılında hücre kültürü üzerinde laboratuvar tatbikatı yapılan mikro bir çalışma. Kapalı bir şişedeki hücre kültürü 1.5-2 metre mesafedeki başka kapalı bir şişe içine nakledildi. Bunun şimdi makro düzeyde çalışmasını yapmak istiyorum. Önce fare, kurbağa ile daha sonra da bugüne kadar çalışması yapılmayan inorganik maddelerle yapmak istiyorum. Bunun gerçekleşmesi halinde depolama, arşivleme, ulaşım kolaylaşacak.'' Bir diğer amacının da radyoaktif olmayan maddelerden nükleer enerji elde etmek olduğunu ifade eden Dr. Görgün, ''Bunun amacı çok uzun süreli, ucuz ve temiz yakıt. Atığı da radyoaktif değil. Bir kola kutusuyla arabanızı kullanabilirsiniz'' diye konuştu. Laboratuvarda en mükemmel şekliyle uzay teknolojileri gereği hassas ölçüm teknolojisi, izolasyonlu oda, radar sistemleri, özel bilgisayar programları bulunacağını, güvenirlilik ve kalite testlerinin yapılabileceğini anlatan Dr. Görgün, ''Özel olarak bir fabrikada üretilen ve sadece askeri amaçlı kullanılan malzemeler. Bu malzemeler, piyasada satılmaz. Sadece askeri ve uzay tesislerinde bulunur'' dedi. Gerçekleştirilecek
projeler Işınlama
gerçekleştirildi, makro düzeyde deneyecek TEHLİKESİZ NÜKLEER YAKIT BEŞ yıl önce Türkiye'ye döndüğünü ve projelerini gerçekleştirecek bir ortam bulamadığını söyleyen Görgün'ün projeleri arasında "Uzay yolu" dizisinin "Işınlama" sistemi ve radyoaktif olmayan maddelerden nükleer enerji elde etme gibi teknolojiye çağ atlatacak konular bulunuyor. İtalyanlar'ın Seçkiner Görgün için kuracağı laboratuvarda, askeri uzay teknolojisiyle donatılmış sistemler bulunacak. Seçkiner Görgün canlıları ışınlamaya hazırlanıyor. IŞINLAMA SİSTEMİ Projeleri arasında ''Uzay Yolu'' dizisinin ilginç ''ışınlama'' sistemi de yer alan Dr. Görgün, ''Buna uzak değiliz. 1975 yılında hücre kültürü üzerinde laboratuvar tatbikatı yapılan mikro bir çalışma. Kapalı bir şişedeki hücre kültürü 1.5-2 metre mesafedeki başka kapalı bir şişe içine nakledildi. Bunun şimdi makro düzeyde çalışmasını yapmak istiyorum. Bunun gerçekleşmesi halinde depolama, arşivleme, ulaşım kolaylaşacak'' dedi. Bir diğer amacının da radyoaktif olmayan maddelerden nükleer enerji elde etmek olduğunu ifade eden Dr. Görgün, ''Bunun amacı çok uzun süreli, ucuz ve temiz yakıt. Atığı da radyoaktif değil. Bir kola kutusuyla arabanızı kullanabilirsiniz'' diye konuştu. Dr. Görgün, laboratuvarda hassas ölçüm teknolojisi, izolasyonlu oda, radar sistemleri ve özel bilgisayar programları bulunacağını vurguladı. Dr. Görgün’ün listesinde, Uzay Yolu dizisindeki ‘ışınlama’ sistemine benzer bir teknolojinin geliştirilmesi de bulunuyor. Fare, kurbağa ve daha sonra da inorganik maddelerle yapılacak ışınlama benzeri çalışmalar, depolama ve arşivlemede kullanılacak. 1975 yılında hücre kültürü üzerinde yapılan bir deneyde, kapalı bir şişedeki hücre kültürü 2 metre mesafedeki başka kapalı bir şişe içine nakledilmişti. Dr. Görgün, ışınlama benzeri teknolojilerin gelecekte kullanılır hale geleceğini öngördüğünü belirtti. Dr. Görgün’ün diğer çalışmaları arasında radyoaktif olmayan maddelerin nükleer enerjiye dönüştürülerek yakıt olarak kullanılması ve porselenden sabit disk üretilmesi fikirleri bulunuyor. Bir diğer amacının da radyoaktif olmayan maddelerden nükleer enerji elde etmek olduğunu ifade eden Dr. Görgün, “Bunun amacı çok uzun süreli, ucuz ve temiz yakıt. Atığı da radyoaktif değil. Bir kola kutusuyla arabanızı kullanabilirsiniz” diye konuştu. 1975 yılında hücre ışınlamayı başaran ve sadece bir kısmını verdiği projesi sayesinde NASA’nın foton ışınladığı Görgün ise teklifi şu an kabul etmeyi düşünmediğini ve sadece İtalyan askeri uçak, sivil ve askeri uydu firması Galileo Avionica’nın İstanbul’da kuracağı laboratuvarda görev alacağını söyledi. [Çetin BAL: Sayın Görgün Foton Işınlaması 'ndan bahsediyor.Fakat Görgün 'ün bahsettiği ışınlama yöntemiyle foton ışınlaması hem teknik hem mantık hemde ilke bazında birbiriyle alakası olmayan sistemlerdir.Dolayısıyla Foton Işınlaması fikir bazında da olsa sayın Görgünden alınmış değildir.Yani alınmış olamaz.Burda bence bir çelişki var.Zira foton ışınlaması bir fotonun enerji kitlesinin bir noktadan bir noktaya orijinal haliyle taşınması değil, taşınan, nakledilen şey iki foton ikizinin birbirine aktardığı polarizasyon yönleri ve salınımın kutupsal yönelim bilgisidir ( ki böyle bir bilgi aktarımı bile kesin değildir sadece bir yorumdur). Yani burda taşınan şey yada diğer fotona yansıtıldığı düşünülen şey bir durum bilgisidir.Yoksa fotonun kendisinin taşınması sözkonusu değil.Zaten fotonun kendisinin taşınmasının söz konusu olduğu yerde bir enerji kitlesi olan maddeninde taşınması söz konusu olur.] Türk bilim dünyasında iddialı çalışmalar yapılıyor. "Elektromanyetik dalgalar" ve "ışınlama" konularında çalışan bir Türk araştırmacı, "Yakında mikro canlıları, sonra da insan ışınlamayı gerçekleştireceğini" iddia etti. Nükleer enerji alanında çalışmalar yapanDr. Görgün Seçkiner Görgün, "radyoaktif olmayan nükleer enerji" elde etmeye çalışıyor. Işınlama konusunda şok iddiaları olan Dr.Seçkiner Görgün Ceviz Kabuğu'nda soruları yanıtlıyor. Ceviz Kabuğu- Saat: 24:10-Star Tv- Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırlayıp sunduğu tartışma programının bugünkü konuğu Dr. Görgün Seçkiner Görgün Türk bilim dünyasında iddialı çalışmalar yapılıyor... “Elektromanyetik dalgalar” ve “Işınlama” konularında çalışan bir Türk araştırmacı, “Yakında mikro canlıları, sonra da insan ışınlamayı gerçekleştireceğini” iddia etti.
Çetin BAL: 13-08-2004 Cuma günü gece 24:10 da yayınlanan Ceviz Kabuğu programına fikir ve düşüncelerini anlatması için davet edilen Dr.Seçkiner Görgün'ün konuşmasına izin verilmemesi ve adeta kasıtlı olarak ifadelerinin ve demeçlerin saptırılması ve programın Seçkiner'e dönük hedefli ve maksatlı olarak oluşturulmuş bir karalama kampanyası izlenimini vermesi oldukça üzücü olmuştur. Seçkiner'in bilimsel çalışmalarını anlatması ve bu çalışmalarının gerçekte olası olup olmadığı konusundaki kanaati izleyicilerin vermesi gerekirken Seçkiner'in doğrudan ilgili olmadığı ''kanserin radyo dalgaları yöntemiyle tedavi edilmesi ve bu alanda yetkiye sahip olup olmadığı noktasında'' tartışmanın ve sözde sohbetin kitlenmesi ve dar bir çerçeve içinde Seçkiner'in bilimsel düşüncelerinin ve çalışmalarının sahtekarlık boyutuna ve saçmalık boyutuna indirgenmeye çalışılması ve karalanmaya dönük suni bir atmosfer oluşturulmaya çalışılması bilim adına oldukça üzücü olmuştur.Yahu adam deli bile olsa sahtekar bile olsa, yalan bile söylese bir şey söyleniyorsa bunun pratik açıdan uygulama noktasında ne derecede gerçekçi olup olmadığı tartışılır ve anlaşılmaya çalışılır.Ama sayın Hulki Cevizoğlu sanki arenaya çıkmış bir gladyatör edasıyla program yapmaya çalışıyor.Bu programın bu formatını esefle karşıladığımı söylemeliyim.Ve sözde Seçkiner'i eleştirmek adına telefonla programa katılan tüm o profesörleri ''yıkıcı eleştirel yaklaşım segilemekle'' itham ettiğimi söylemeliyim. Türkiye deki profesör ve öğretim üyelerinin çoğu bilimsel araştırma alanında gereken zihinsel yeterliliğe sahip değildir.. Ben genel adına bunu böyle söylüyorum.Çünkü genel'in yaklaşımı yapıcı değil yok edici bir eğilim taşımaktadır.En azından ben kendi adıma öyle bir izlenim edindim! İşin ilginç tarafı şu: ortaya bir eğri düşünce atılmışsa bunu nasıl doğrultabiliriz bu eğriden bir doğru çıkarabilirmiyiz mantığıyla olaya bakmak gerekirken maalesef bakış açısı tamamen ''ben'' merkezli bir düzeyde kalmaktadır. Bu adamlar o noktalara o kürsülere nasıl getiriliyorlar..! Bunlar o noktalara nasıl geliyorlar anlamak mümkün değil.Bir kişi bilimsellik adına ilginç ve alışılmadık bir şeyler söylediğinde bu eleştirel hucum bu hazımsızlık ve çekememe ve adeta karalama kampanyasına dönüşen bu rahatsızlığın nedenini anlamak oldukça güç. Sanırım bu insanlar siyasi ve politik entrikalar içinde kendilerine yol bularak bu makamlara geliyorlar.Ya kardeşim sende çalış, sende düşün, sende makale yaz..her ne kadar saçma olursa olsun sende fikrini ortaya koy. Sende doğru düşündüğünü inandığını yada bildiğin şeyi diyelim ortaya koy! Bilimsellik ve şarlatanlık adına kitaplar düzmek, tenkitler yapmak.Karalamak, insanları ve fikirleri rencide etmek, olumsuzlamak, yok saymak, gayle almamak, negatif bir teşhirle ön saflarda yürümek...bu nasıl bir cehalet ve bilimsel ahlaktır anlamak mümkün değil. Sonuç olarak benim sözlerim doğrudan sayın Hulki Cevizoğluna değildir.Zira Hulki bey bence oldukça zeki, araştırmacı, ve yerinde çarpıcı sorularıyla konuları oldukça derinlemesine açabilen ve taktir ettiğim ender zekalardan biridir.Fakat programın içeriğinde biraz daha konuklarını anlamaya ve konuşturmaya yönelik bir eleştirel atmosfer oluşturursa bence tartışma daha pozitif bir hal alır.En azından seyircide izlediğinden bir şey anlar.Zira her şey reyting demek değildir.Maalesef toplumumuz bilmediği anlamadığı ve daha önce duyumsayıp görmediği herşeye karşı hemen negatif bir bakış açısı ile yaklaşıyor.Bir insanı karalamak, yıpratmak, dışlamak çok kolaydır. Zor olan, bilen kişiyi incitmeden açmak ve ordaki hazineleri ( eğer gerçekten bir hazine varsa) kırmadan dökmeden almasını bilmektir.Yani sütcaciyeci dükkanına girmiş bir fil gibi olmamak lazım.Ama malesef böyle yapılmıyor.Geniş gönüllü, bir şeyleri bulmak - keşfetmek, yeni değerler yeni bakış açıları ortaya koymak isteyen araştırmacı insanlar haketmedikleri tenkitlere ve taşlamalara maruz kalmaktadırlar.İnsanlar öyle hazımsızki herkes ya şuna bir taşta ben atayım zihniyetiyle hareket ediyor.Burda ben sayın Seçkiner'in söylediklerinin doğru olduğunu savunmuyorum belki bir açıdan Hulki Cevizoğlu da haklı bir noktaya sahip olabilir.. Benim eleştirdiğim mesele insanlara olan yaklaşım tarzıdır. Hadi diyelim Seçkiner bir deli olsun yada sahtekar olsun yada herşeyi uyduran kendine ait bir hayal dünyası olan, hayal kuran bir şizofren olsun tamam bu gerçek diyelim. Cevizkabuğunda belgelerle bu ortaya çıksın. Şimdi bu durumda yine konu orda bırakılır.Ve ikinci meseleye geçilir. Bu adam bir şeyler anlatıyor. Şimdi bu anlattıkları gerçek olabilir mi? Bizler bazı noktalarda yanılabilirmiyiz? Acaba bizim aklımızın dayandığı mantıksal zemin bu adamın ifade ettiklerini anlamda yetersiz olabilir mi? Bunu düşünmek ve bu tevazu içinde olmak gerekirken hep tek bir eksende soruları döndürüp durmanında bence sohbete hiç bir katkısı olmayacaktır. Espirili bir bakış açısında diyebilirim ki ben Meslek Lisesi mezunu bir amatör araştırmacıyım. Zamanda yolculuk konusundaki bilimsel ve teknik mevzuları açıklamak ve bunları kamuoyuyla paylaşmak amacıyla Cevizoğlu'nun programına çıkmış olsam söyleyeceklerim karşısında ya sütüdyodaki ekip tarafından kapı dışarı edilirdim yada toplum için tehlike oluşturuyor iddiasıyla 'devlet yetkilileri' ambulanslarıyla beni almaya gelirlerdi . Hulki Cevizoğlu'nun sözde ne gibi iddialarla beni rencide edeceği de malum.Üç- dört saatlik program takılı bir bozuk plak gibi şöyle geçerdi: ''Kardeşim senin gibi Lise mezunu bir adam neye dayanarak zamanda-yolculuk konusunda ahkam kesebiliyor'' Eğitimin yeterli olmadığı halde sen kim oluyorsun da bir zaman makinası yapmaktan söz ediyorsun? Ardından profesör lakaplı zeka yoksunu, ahlak yoksunu akademik dinozorlar birbiri ardına telefon açıp '' efendim bu adam daha fizikten, fizik yasalarından anlamıyor'' , tamamen saçmalıyor. Kamuoyunu böyle hasta insanların demeçleriyle meşgul etmeyin! Fiziğin F 'sini bilmiyor konuşuyor.Önüne gelen ahkam kesiyor.Efendim bu arkadaşımız tamamen hayalperest.Bu arkadaş kendini aldatıyor.Bunun hangi akademik çalışması var.Kim bu yaa! '' Hulki bey Sorun bakalım arakadaşa; oraya çıkıyor ama daha intekral almasını biliyor mu bu arkadaş! Nereyi bitirmiş hangi üniversiteden mezun olmuş.. vb. gibi daha bir çok iddialarla karalayıp insanlar karşısında küçük düşürmeye çalışırlardı. Ellerine de kendi egolarını tatmin etmekten başka bir şey geçmezdi. Dostlarım işte bu insanlarla toplum bir yere varmaz. Bu insanlar sadece bizim gibi meraklı araştırmacıları rencide etmekle kalmıyor, iyi niyetli, geniş görüşlü, bir çok araştırmaya imza atmış bir çok önemli katkılar sağlamış akademisyenlerimizi de farklı bir açıdan rencide etmiş oluyorlar.Mutlaka bir toplumda yanlış düşünen doğru düşünen yada eksik düşünen ve daha bir çok şekilde farklı eğilimler içinde her kesimden insanlar olacaktır tabiiki ama tüm bunları değerlendirirken çok daha pozitif ve yapıcı bir eleştirel eğilim ile ''olaylara ve iddialara'' yaklaşmak lazım.Üstünkörü şartlanmış verilerle yaklaşmak gerçek bilgiye sahip insanları kırar ve rencide eder.Bu da kendi içine çekilen küskün bir insanlar topluluğu yaratmaktan başka bir şeye yaramaz. Bir yerde yani bir açıdan Dahilik iltifata tabidir. Gereken ilgi gösterilmeyen ''değerler'' körelmeye ve yok olmaya mahkum olurlar.Bu da insanlığın geleceği açısından kimseye bir fayda sağlamaz. Bu ülkede maalesef bir araştırmaya finans sağlayacak iş adamı da, akademik ünvanlı profesörüde, siyasetciside, askeride algılama ve olayları değerlendirme konusunda yeterince ileriye dönük geniş bir gönül ve zeka olgunluğuna sahip değil.En azından benim izlenimim böyle diyebilirim.Bu mevzulara daldıkça daha derinlere girmek mümkündür ama bu dar alanda okuyucuyu sıkmak istemiyorum kısaca örnek olarak en basitinden askeri boyutta diyebilirimki bugün dünyada savaş ve savunma kavramları ve olguları bile değişmektedir. Artık BİLGİ 'sel ve KÜLTÜR' el değerler boyutunda ve enerji kaynaklarının kontrolü ve zekice değerlendirilmesi ve yönlendirilmesi noktalarında sıcak savaştan-soğuk savaşa ve ordanda enformasyonik bir savunma ve savaşma kavramlarına doğru geçilmektedir.Artık BİLGİ ve BİLİNÇ değerli bir topluma doğru dünya gitmektedir.Artık hedef canlı fizik bedenler değil artık hedef doğrudan ZİHİN'dir! Artık kaç tane uçağın, tankın yada askerin olduğu önemli değil artık BİLİŞİM'e ne kadar değer verdiğin ve ne kadar koordine olduğun ve ne kadar az elemanla ne derecede yüksek vuruş gücüne sahip olduğun sonucu belirlemektedir.Neyse konu daha da uzatılabilir ama sanırım meseleyi anlamak bakımından bu kadar izah kafidir.Unutmayınki ''daha geniş bir kültür daha dar bir kültürü içine alarak eritir'' ve << küçük zihinler daha büyük zihinler karşısında daima eğilmek zorundadırlar.>> Bugün dünya, Amerikan yaşam standartlarını, Amerikan ürünlerini, Amerikan filimlerini tercih ediyorlar.Neden? Çünkü sen kendi değerlerini yükseltip daha genel ve evrensel bir formata doğru genişlettiğin ölçüde varolabilirsin! Hem dilinle hem de kültürünle. Burda amacımız bilimsel ve teknik mevzularda konuşmak ama maalesef bu türde sosyolojik eleştirilere de mecburen girmek zorunda kalıyoruz. Bilim diyoruz ama bilim yapmak içinde kaynakları kontrol edenleri eğitmek ve tenkit etmek gerekliliğini duyuyorum. Adam Cumhurbaşkanı olmuş, adam rütbe almış, adam iş adamı olmuş ülke ekonomisinin büyük kısmını elinde tutuyor. Adam gazeteci olmuş- medya kurmuş adam ülkenin ilerleme ve gelişmesini sağlayan köprü başlarını tutmuş .. ama bu adamlar dünyayı gerçekten ne kadar anlayabiliyorlar! Bunların ne kadarlık bilgi birikimi var.Bunların kültürü ne kadar? Gel de bunu kendi kendine sorma. Bazı ülkelerde açlık sorunu vardır, alt yapı sorunu vardır, elektrik yoktur - su yoktur. Bu çerçevede adamın daha üst ihtiyaçlara ve alanlara yönelebilmesi için yani bir elektrikli fırını bir buzdolabını kullanabilmesi için yada kullanmayı düşünebilmesi için daha alt sorunları halletmesi lazım. Bu gibi bizim ülkemizde de bilimsel anlayışta bilimsel teknolojide daha üst düzeylere çıkabilmemiz için daha bir çok maddi ve manevi düzlemde alt yapı eksiklerimiz vardır.Dolayısıyla sayın ''Seçkiner Görgün'' gibi araştırmacıların bu ülkede gereken ilgiyi bulması oldukça güçtür. Bir söz vardır ''insanlar küçüldükçe büyür'' derler eski mutasavvıflar. Bizim toplumumuzda ne ilginçtir ki herkes büyük !! Ben kendim öyle bir kültür atmosferi içinde yetiştimki bu tasavvufi atmosfer içinde ben yani bizler yerine göre yerde gezen bir karıncayı kendimizden daha büyük görürüz ama zaman olurki koca dünyayı avuçlarımızın içinde bir nokta olarak görmesini de biliriz.İşte bu yüksek bir ahlakın, tevazunun ve kendini bilmenin getirdiği tasavvufi bir olgunluktur -bir terbiyedir. kimse birinin diğerinden daha farklı olabileceğini idrak edecek gönül genişliğine ve enginliğine sahip değil. Sahip olanlar zaten "ben büyüğüm" diye ortalıkta hazımsız bir eleştirel pankartla sağda -solda gazete köşelerinde, tartışma programlarında elinde telefon dolaşıp durmazlar.Her konuda ve herşeyde daima yapıcı ve olumlu bir tenkit ve eleştirel anlayışla hareket edilmelidir.Başka türlü aksi bir durumda adam neden tartışsın ?, neden bir konuya açıklık getirmeye çalışsın ? Ben olsam, ben de sayın Seçkiner gibi hatta daha ilk başından programı terkeder giderdim. Maalesef bizim toplumumuz sadece teknoloji ve bilim konusunda değil ayrıca gerekli yüksek ahlak ve davranış kalıplarından yoksun bir şekilde ilerlemeye çalışmaktadır. Bu halde meseleye bakarsak bizim köydeki boz eşşeğin medeniyet yolunda daha büyük ilerlemeler kaydedeceği aşikardır.Bizler kendi öz değerlerimize dönüp bu değerlerdeki yüksek ahlakı kavrayıp hazmedebilseydik bunu yaşamlarımıza aktarabilseydik medeniyet yolunda bugün örnek alınan bir ülke olurduk.Osmanlı İmparatorluğu döneminde yer yer çoğu zaman bu yüksek ahlak değerlerinin sergilendiği bir çok olay anlatılır.İşte bu, bağnaz islamın dışında yüksek aklın işletildiği evrensel islam kültürünün bir yansıması olmuştur.Ve bugün maalesef o kültürden çok uzağız! Burda isimler, kavramlar önemli değil önemli olan yüksek aklın işletildiği bir kültürel atmosferin gerekliliğidir. Adına ne derseniz deyin! İnanın Osmanlı imparatorluğunun tasavvuf kokan ve bilime değer veren bazı dönemleri Osmanlının yaklaşık 700 yıllık imparatorluğunun motor gücü olmuştur.Tarihin karanlık derinliklerine indiğimizde yer yer görülen büyük ışıltılı uygarlıklar görürüz.İşte tüm bu büyük uygarlılarda ahlak, bilim, ve başka kelimelere başka seslere bürünse de aynı tasavvuf ruhunu onlarda da görmek ve sezmek mümkündür. Bilim aşkı, anlama aşkı, aklın en yüksek noktada işletilmesi ile zamanın karanlık koridorlarında geçmişten bugüne dek yolumuzu aydınlatan o ışıklar hala günümüz medeniyetlerinin önünde de uzanmakta ve yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedirler. Pek az bilinen ilk Mısır kültürüne, Yunan kültürüne, İslam kültürüne ve tüm bunlardan önceki Bağdat ve Sümer merkezli olmayan derin Hint mitolojileri ve Hint -Tibet-Çin bölgesindeki yoğun mitten günümüz dünyasına dek bu metafizik (tasavvufi) ışığın izini sürmek mümkündür. Çok daha gerilere doğru bu ışığı izlersek dünya dışı bir bağlantıya doğru bilinmeyen karanlık uzaya ve yıldızlara doğru uzanan bir yolda buluruz kendimizi. Ve bu kozmik nitelik arzeden tasavvufi görü bizi bir gün uzak yıldızlara taşıyacak olan mutlak bilgiye de (episteme) götürecektir. Ve bu yeni bir çağ olacaktır. Gelişmiş ülkelerde insanlar saçmada olsa şöyle de olsa böyle de olsa yeni düşüncelere fikirlere hasretler.Hemen bir fikir atılsa ortaya, yaa.. bundan nasıl bir şeyler çıkarırız? nasıl yararlanabiliriz? Neresinden tutup geliştirebiliriz diyorlar.Ve o fikir üstünde kılıkırk yararak tartışıyorlar. Sırf tek bir kelime tek bir anlam üzerine kitaplar yazıyorlar.Ama bizim ülkemizde yeni ve yaratıcı düşünceler ilhamlar açıklamalar, ifadeler, çalışmalar gökten yağmur olup yağsada adam banamısın bile demiyor.Hatta lan nasıl göge set gersemde şu yağmur beni rahatsız etmese, keyfimi bozmasa diye hesap yapıyor.Başkaları çölde kırk yılda bir yağan yağmuru nasıl tutarız nasıl değerlendiririz nasıl daha çok yağdırırız derken bizim ülkemizde boşver gitsin hesabı yapılıyor. Aynı tutum daha evrensel bir dille mavi küreyi bir süreliğine ziyaret eden büyük ruhların yeryüzüne sunduğu bilgelik bilincine ve ahlakına verilen değer içinde söylenebilir. Çok uzak dünyaların bekledikleri hasret oldukları böyle büyük ruhlar yeryüzüne yağmur olup yağsalarda(enkarne olsalarda) İnsanlık bu ruhların altın tepside sundukları bilgelik bilincini ve bu kozmik ahlakı bir türlü kabüllenmek istemiyorlar. Kendilerine göre değiştiriyorlar. Çünkü adam ekonomik düzenini kurmuş kar-çıkar hesabını yapmış ..neylesin Musanın, İsa'nın, Muhammet'in kominal eşit adalete sahip düzenini... İşine geldiğini alıyor adına din kitabı diyor işine gelmediğinide görmezden geliyor..Tabi bunlar bu sayfalar içinde burda bir iki kelimeyle izah edilecek mevzular değil. Bu konularda öyle doluyumki söyleyeceklerim yazmakla bitmez...artık ne demek istediğimi umarım anlayan anlamıştır. Daha fazla sözü uzatıp siz okurlarımı sıkmak istemiyorum. Akıllarını işletmeyenlerin başına pislikten başka bir şey yağmaz. Geri kalmış daha bir çok ülkenin durumu Türkiyeden daha farklı değildir. Bu sözlerim tek bir topluma maledilemez. Bu sözlerim aklını işletmeyen tüm yeryüzü toplumlarınadır. İnanın ben eleştirmekten zevk almıyorum. Hatta sıkılıyorum! ve bunalıyorum. Burda daha başka mevzularda daha yüksek ve üst düzeydeki anlayışlara açılan kapıları zorlayan daha üstdüzeyli eleştirel yaklaşımlar getirmek isterdim. Öyleki çok zeki olan, yüksek akla ve erdemlere sahip yüksek ahlakın doruklarında gezen ruhların olduğu bir toplumda yaşamak ve daha üst düzeyli sorunlarla uğraşmak daha üst düzeydeki teknik ve bilimsel bulguları analiz etmek ve insan sezgilerinin henüz dokunamadığı daha yüksek algılama boyutlarında dolaşmak isterdim. Ama bir alt sınıfı geçemeyene daha A, B, C yi öğrenmenin gerekliliğine ulaşamamış bunları hazmedememiş insanlara Şekspir'den Dante'den Mevlanadan nasıl bahsedeceksiniz?Yaa bırakın şunu bunu yapmayı önce zihniyetin, bakışaçısının değişmesi lazım.Bu olmadıktan sonra ben ne yazarsam yazayım.Güneşi tutup yeryüzüne indirsem bile adam körse yine bununda bir anlamı yok.Adamın anladığı ne kadar yani görebildiği ne kadar! Onu sormak ona bakmak lazım.Yani anlayacağınız neee desek.. bundan daha fazlası boş! Belkide susmak en iyisi! Son olarak burda ifade etmek istediğim şey her ne kadarda yerel olaylardan ve kişilerden bir vesileyle konulara girsemde burda doğrudan kişiler ve olaylar dan öte ben daha genel boyutta insanların genel düşünce sistemlerini ve yaklaşımlarını -bakış açılarını eleştirmek istedim.Yoksa mesele sadece kişiler ve olaylar bazında dar bir anlam havuzu içinde ele alınmamalıdır.Bu A şahsı olmaz B şahsı olur.Bu C olayı olmaz K olayı olur..olaylar kişiler, şartlar mekan ve zaman değişsede insan ruhlarında ve yine zeki yaşam formlarında gizli evrensel eğilimler ve yaklaşımlar daima benzer olacaktır.Meseleyi bu evrensel platformda anlamaya çalışalım. ( Ben ahlak derken gerçek ahlak 'tan fiziksel sınırlar içindeki bir ahlak anlayışından daha çok zihindeki ve ruhtaki ahlaktan bahsediyorum.) İnsanlık tarihine baktığımda insanların bir çok açıdan yaşamayı haketmeyen bir uygarlık olduğu görülmekte.. İnsanlar saldırgan ve yeterince zeki olmayan negatif eğilimlerle dolu bir kültüre ve yaşam biçimine sahip.İnsan ırkının ürettiği yaşam anlayışı, ekonomik düzeni, sanayisiyle toplumsal örgütlenmesiyle tam bir adaletsizlik ve keşmekeşlik içinde.Kendi çıkarlarına göre yonttukları dinsel örgütlenmeleride ayrı bir konu.Farklı dinlere ait bir çok kutsal kitap adına o kadar çok insan katledilmiştirki bunu kabül etmek mümkün değil.Gerçek ve hakiki bir din kim adına ve ne adına olursa olsun hiç bir insanın yaşamına son vermeyi kabül edemez.Taki doğrudan bire bir olarak kendi yaşamınıza bir kasıt olmadıkça! Kapitalist yaşam formuna sahip virüsler gibi üreyen ve çevresini tahrip eden, insan olmanın gereklerine ve yaşadıkları doğaya saygı duymayan insanlığa ''yeryüzü'' bence gereğinden fazla tahammül etmiştir. Keşke yeryüzünde gözlerimi açtığımda pırıl pırıl parıldayan mavi bir gökyüzü ve uçsuz bucaksız uzanan yeşil çimenler üstünde kristal berraklığında mavi bir okyanus kenarında ufka bakıp insanlık tarihi boyunca hiç bir insanın bir diğerini savaşlarla katletmediği mükemmel bir uyum içinde yaşayan ve tüm farklılıklarını hoş gören birbirlerini oldukları gibi kabül etmiş olan içi sonsuz sevgi, şefkat ve adalet duygularıyla dolu olan ve bir din kitabıyla değil Tanrıyı içindeki huzurda ve içinde büyüttüğü sevgi de bulan insanlarla dolu bir dünya isterdim.Öyleki evrenin uçsuz bucaksız karanlık okyanusu içinde kozmik zamanın bir anında parıldayıp yok olan ve bazen de değişerek yoluna devam eden tüm uygarlıklarda sevgi ve sonsuz huzurun egemen olmasını isterdim.Gönül, yaşamları destekleyen ve yaşamlar yaratan ve sonsuza dek olan bu kozmik değişime katılmış ruhlarla dolu bir evren ve varoluş boyutları ile dolu bir sonsuzluk diler! Keşke gözlerimi kapasam ve böyle bir sonsuzluk rüyasında uyansam.Uyansam ve bunları hiç yazmamış olsam! Keşke evren birbirini seven, birbirini destekleyen birbirine yardımcı olan alabildiğine içi sevgi ve huzur ve sonzuz şefkat dolu olan uygarlıklarla dolu olsaydı.Ancak bu maddesel boyutlardaki kapalı şuur ilüzyonu içinde yaşayan ruhların kendi içsel gerçeklerine dönmesi ile tüm sonsuzluğa huzur ve barış hakim olacaktır.İşte bu bizim gibi Tanrı erlerinin sonsuzluk rüyasıdır.Bizler bunun için mücadele ediyoruz..Aslında tüm ruhların istediği şey birbirinden farklı değil.Maalesef ''algılama ve o noktaya ulaşma biçimi'' birbiriyle çatışan yada çatışır görünen eğilimleri ortaya koymaktadır. Sevgili dostlarım söylenecek o kadar çok söz varki ben sonsuza dek konuşsam sizler sonsuza dek beni dinleseniz ve yazdıklarımı okusanız anlatacaklarım ve yazacaklarım yine de bitmez! Çünkü sonsuzluk öyle bir şeyki sadece tek bir noktayı işaret ederek onu anlatabilirsiniz.Noktadan kelimeler, kelimelerden cümleler ve cümlelerden sonsuza doğru uzanıp giden sonsuzluğun hikayesini dile getirsekte o büyük gerçeklik belkide kendisini en güzel sessizlikte ifade edecektir.Taa en başa dönüp herşeyi tek bir nokta da görebilme şuuruna eriştiğinizde gerçeği noktanın sukuneti içinde sadece bilirsiniz.Ve O olursunuz.Herşeyin ve tüm bilginin ortadan kalktığı yada bir araya geldiği tek bir varoluş düzlemi..! NOKTA. Herşey NOKTA'nın içinde durur.Peki ama NOKTA nerde durur? Tam burda hiçlik ve varlık kavramları noktasında tüm dünya tarihi mitleri, felsefesi ve insan bilinci büyük bir duvara çarpar.. yaa o duvarın ötesi! Sezgiler den bir yol bulup ötelere uzanmak... kelimelerin ve bilincin sıfır noktasında bu ifadesizlikte artık ne olabilir.İşte burası başka bir sonsuzluk rüyası! Sizler şu anda sadece VARLIK ve YOKLUK ikelimi içinde herşeyi değerlendiriyorsunuz. Henüz bir üçüncü düzlemi ve oluş biçimini kavrayıp algılayacak bir soyut ötesi algılamaya sahip değilsiniz..Ve belkide uygarlığınız boyunca buna sahip olamayacaksınız.İnsanlık öyle gelişecekki insanlığın evrende ulaştığı seviye diğer uygarlıklar tarafından hayranlıkla izlenecek ve insanlığa tüm diğer zeki yaşam türleri imrenerek bakacak. Ama o gün henüz çok uzakta...! Ruh yapınız genetik yapınızı sonsuz enkarnasyonlar boyunca devamlı daha mükemmele doğru evrimleştirmektedir.Ve bilinki evrenin dört bir köşesindeki yaşam türleri içine dağılmış ruhların bu sonsuz macerası ve tekamül oyunu sonsuza dek sürecektir.Oyunun kuralları ve temel yasaları ışığın içinde gizlidir.Işığı gerçek anlamda anladığınızda gerçekte ne olduğunuzuda anlayacaksınız. Çetin BAL -16-08-2004-Denizli. Bilim dünyasında şok iddialar Usta gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun hazırlayıp sunduğu tartışma programının bugünkü konuğu Dr.Seçkiner Görgün Türk bilim dünyasında iddialı çalışmalar yapılıyor... “Elektromanyetik dalgalar” ve “Işınlama” konularında çalışan bir Türk araştırmacı, “Yakında mikro canlıları, sonra da insan ışınlamayı gerçekleştireceğini” iddia etti. Nükleer enerji alanında da çalışmalar yapan Dr. Seçkiner Görgün, “Radyoaktif olmayan nükleer enerji” de elde etmeye çalışıyor. İtalyanlar tarafından kendisine İstanbul’da “Uzay laboratuvarı” kurulmaya çalışılan araştırmacı için Türk bilim adamları ne diyor, TÜBİTAK çalışmalara sahip çıkıyor mu, yoksa iddialar boş mu? Radarlara yakalanmayan uçak, radyoaktif olmayan nükleer enerji ve ışınlama konularında şok iddiaları olan Dr. Seçkiner Görgün canlı yayında Ceviz Kabuğu’nda soruları cevaplıyor. Görgün’ün yürüttüğü çalışma alanlarının bir tanesi de elektromanyetik alanlar. Görgün, bu alanda yaptığı çalışmalar sonucunda elektromanyetik dalgaların biyoloji üzerindeki zararlarını ortadan kaldırmayı başarmış.Görgün, yürüttüğü çalışmalara şu örneği veriyor: “Yayın yapan antenler (Radyo, televizyon, cep telefonu, vb.) frekans güçlerine göre biyolojiye zarar vermektedir. Ben yeni bir sistem geliştirerek bu sistemle, radyo antenleri, televizyon antenleri veya cep telefonu vericilerinin yarattığı zararları ortadan kaldırabiliyorum. Yapmış olduğumuz denemeler sonucunda olumlu sonuçlar aldık”. Görgün, maddenin enerji haline dönüştürülmesi ve bilgisayar harddisklerinin kapasitelerinin artırılması konusunda da çalışmalar yapmış. Üniversitelerdeki araştırmalara destek verilmediği takdirde, ülkenin ilerlemesinden de söz edilemeyeceğine dikkat çeken Görgün, üniversite eğitimini de eleştiriyor: “Öğrenci son sınıfa geldiğinde belirli bilgi sahibi oluyor. Ancak bir taşı bir taşın üzerine koymayı bilmiyor. Durum böyle olunca öğrencinin bilgisi hiçbir işe yaramıyor. Teknik bir alandan mezun olan öğrenci iş yapamadığı için gidip masa başında memurluk yapmak zorunda kalıyor. Halbuki teknik bilgisini kullanacağı bir iş yapması gerekiyor ki başarılı olsun”. SIRADAKİ
‘BİLİM-KURGU’SAL PROJELER Işınlama üzerine çalışıyor Projeleri arasında "Uzay Yolu'' dizisinin ilginç "ışınlama'' sistemi de yer alan Dr. Görgün Seçkiner Görgün, şöyle konuştu: "Buna uzak değiliz. 1975 yılında hücre kültürü üzerinde laboratuvar tatbikatı yapılan mikro bir çalışma. Kapalı bir şişedeki hücre kültürü 1,5–2 metre mesafedeki başka kapalı bir şişe içine nakledildi. Bunun şimdi makro düzeyde çalış masını gerçekleştireceğim. Önce fare, kurbağa ile daha sonra da bugüne kadar çalışması yapılmayan inorganik maddelerle yapmak istiyorum. Bunun gerçekleşmesi halinde depolama, arşivleme, ulaşım kolaylaşacak.'' Bir diğer amacının da radyoaktif olmayan maddelerden nükleer enerji elde etmek olduğunu vurgulayan Görgün, "Bunun amacı çok uzun süreli, ucuz ve temiz yakıt. Atığı da radyoaktif değil. Bir kola kutusuyla arabanızı kullanabilirsiniz.'' dedi. Seçkiner Güngör'ün ifadelerine eleştirel bakış açısı: Celalettin mert : Billim elbette önce hayal etmekle başarıya ulaşır. Ancak hayaller de bazı temellere oturmalı. Uçuk diye tanımlanabilecek bu tip fikirlerle ortaya çıkan kişilere diyecek bir şeyimiz yok elbette. Ancak olay topluma maledilip, görsel ve yazılı basında şişirilince olayın farklı bir boyutu ortaya çıkıyor. Bu tip olaylara sebep olanları gelişmiş ülkelerde hemen hapse atarlar. Ama, sanki muz cumhuriyetiymiş gibi benim ülkemde hiçbirşey olmuyor. Uçuk kaçık fikirlerle insanların kafasını karıştıran, umut ticaretine dönüştüren bu kişiye dur demek için canım üllkemin görevlileri nerede? Mert : Anlatılanlar güzel ama bence pek uygulanabilir tarafı yok. Hikaye gibi. Yani Avrupa'da sırf maddenin içerisinde ne olduğunu ögrenmek için korkunç sermayelerle 10 km. çapında parçacık hızlandırıcılar kurulurken bana Dr Seçkiner Görgün 'ün söyledikleri çok basit geldi. Ayrıca bu sağlam bir teori ise neden Sn. Gürgün bunu niye bilim kamuoynuda bir makale ile tartışmaya açmıyor. Ayrıca okuduğum kadarı ile kararlı maddeyi etkileyen radyo frekanslarından bahsediyor. Bu kadar güçlü frekanslar radyoaktif maddelerden bile elde edilemez gibi geliyor bana. Çünkü kararlı madde ancak kara deliklerde enerji haline geçebilir diye biliyorum ben. Ümit : Evet sayın seçkiner’e tamamen katılıyorum.bir kutu kola dan yüksek düzeyli enerji üretilebilir.Bu sadece kutu kola değil herhangi bir cisimden de üretilebilir.Yeterki elektromanyetizmayı istenilen polaritede kullanarak ve cismin üzerine yönlendirilerek yoğunlaşma sağlandımı cisimden yüksek potansiyelli enerji elde edilebilir.Bence dünyanın bugününde ve geleceğinde elektromanyetizmanın büyük önemi var.Yakın bir zamanda elektromanyetizmayla moleküler yapıya emirler verebileceğiz.Bunu ilk başlarda ışık teknolojisiyle gerçekleştireceğiz.Sonra düşük mhz lerle saygılarımla .. Ayhan Altıntaş: - 26.07.2004 - 16:38 Ben sayın Görgün"u televizyonda izledim. Bana hiç inandırıcı gelmedi. Özellikle araştırma konum olan radar kesit alanı düşürücü konusundaki ifadeleri bilimsel bir kanıta dayanmıyordu. Biz toplum olarak her problemi çözecek bir insan beklediğimiz için hemen göklere çıkarıyoruz. Biraz soğukkanlı ... Hasan Emre ERSOLAK: Dr. Seçkiner Görgün gibi nice değerimiz ya kıymeti anlaşılmadan elimizden uçup gidiyor ya da kıymeti anlaşılsa bile kıymetini anlayanlar yabancılar oluyor. Ne olurdu siyasi irade şu adamların elinden tutup bunların çalışmalarını memleketimize kazandırsaydıda bizde bugun ülke olarak bu kadar geri kalmasaydık. Hükümete tavsiyem bu tip adamları düzenli bir organizasyonla Türkiye ye kazandırsınlar tabii etkin ve yetkin bürokrasi duvarını yıkarak Mehmet: Sayın Güngör eğer hücreyi ışınlamayı başarmışsa Nobel ödüllerini veren komitenin 1975'ten beri bundan haberi yok herhalde. Yoksa şimdiye kadar fizikten kimyaya, biyolojiden bilmem hangi dala Nobel ödüllerinin hepsini alırdı. Bi de Harddiskin kapasitesini 512X10 üzeri 18 arttırmak demek bilgisayarda devrim demektir. Ya Güngör, bilim adına saçmalıyor ya da haberi aktaran muhabir, Güngör'ün dediklerini yanlış anlamış. Güngör elektromanyetik alanında değerli bir bilim adamı olabilir ama ışınlama ve harddiskin kapasitesinin 512 milyar kere milyar arttırmak çok bilimsel değil gibi. Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa /index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru |