Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli ZAMAN YOLCULUĞU MÜMKÜN MÜ ? pressturk.com'un internet haber kanalından alınmıştır.. Tarih:10.3.2005 Zamanda yolculuğun, uzayda yolculuk anlamına gelmediği aksine" kendi içinde yolculuk" olarak düşünülmesi gerektiği yani zaman içinde ileriye ve geriye yolculuk yapılabileceği iddia ediliyor...
Bilim kurgu tutkunlarının değişmez rüyası olan zaman yolculuğu, günümüzde önemli araştırmalara neden oluyor. Bilimciler ve düşünürler, H. G. Wells`in öngördüğü bir tür zaman makinesinin yapılabileceğini varsayıyorlar, zaman içinde yolculuk fikri geliştirilirken yeni yaklaşımlar da ortaya çıkıyor. Bütün bu varsayımlara karşı çıkanlar da var; beş dakikalık bir süre içinde yüz yıllık bir zaman dilimi aşılsa dahi yine aynı yerde kalınacağı söyleniyor. Einstein`in Görecelik Kuramı geliştirildikçe, zaman yolcusunun uzaydaki göreceli hareketi de zamanla eşit olacağından, zaman yolculuğunun yeni olasılıklara izin vermeyeceği belirtiliyor. 1949 yılında Kurt Gödel (altta), Einstein`in alan denklemlerini kullanarak, bir evren modeli tasarladı. Tasarım Einstein`inkine benziyordu ama Gödel`in yaklaşımında kozmolojik sabitlere negatif bir değer veriliyordu. Gödel`in Evreni 1949 yılında Kurt Gödel, Einstein`in alan denklemlerini kullanarak, bir evren modeli tasarladı. Tasarım Einstein`inkine benziyordu ama Gödel`in yaklaşımında kozmolojik sabitlere negatif bir değer veriliyor (Einstein formüllerine göre evrenin genişlemesi durmuştu) ve kozmik bir zamanın tanımlanması imkansızlaşıyordu. Çünkü yerel zaman gözlemcileri ile maddenin hareketi bir dünya zamanı içinde uyumsuzlaşıyordu. Modelin en inanılmaz yönü, varoluş kapanıyor, zamansal düğümler bir roketin gökte çizdiği yay gibi ancak yeterli eğimi çizdikten sonra, gözlemci geçmiş veya gelecekteki bir konuma gidip gelebilme imkanım bulabiliyordu. Her ne olursa olsun, dünyadaki herhangi bir konumda deneysel olarak varsayılan dönülebilir geçici bir dönem varoluyor ve eğer P ve O gibi iki hayali noktayı varsayarsak, P, O`dan önce geliyor ama daha sonra zaman çizgisi P ile O`yu birleştiriyor ve bu kez O, P`den önce geliyordu. İşte bu dönülebilir zaman çizgisi Wells`in rüyası olan zaman çizgisiyle eş değerdedir. Gödel`in evreni aslında yeterince tanımlanmış değildi ve sonuç olarak da zaman yolculuğunun imkansız olduğu sonucuna varıyordu. Kısacası, Gödel`in evreni imajinatifti, fiziksel olasılıklara dayanmıyordu. Zaman yolcusu ne yapacağını çok iyi bilmelidir G. J. Whitrow`a göre ise, kozmik rota yani dizinsel zaman akımı kuramı yerine kozmik zaman olayı düşünülmelidir. Radyasyonun temelinde bulunan mikrodalgalar kalıcıdırlar ve çoğulun tıpatıp örneğine sahiptirler yani bütünün aynısıdırlar. Whitrow söyle diyor; "Sonuç olarak, biz evrenin baştan beri homojen bir varoluş olduğu düşüncesindeyiz. Bu da kozmik zamanın varolduğunun güçlü bir kanıtıdır." Bu yaklaşım Gödel`in modeli ile uyumsuzdur. Zaman yolculuğuna izin verir ama yolculuğun fiziksel olarak yapılabileceği imkansız görünür. Her şeye rağmen zaman yolculuğunun imkansız olduğu düşüncesinin duygusal bir yaklaşım olduğu düşünülmektedir çünkü düşüncenin temelinde doğaya karşı gelmek vardır. Gödel rahatsızdı zira birisinin geçmise yolculuk yaparak, kendi gençliği ile karşılacağına inanıyor ve; "Düşünün ki, bu insanın anılarında bu durumu yaşadığı bulunmuyor." diyordu. Bu bakış açısı, kaderciliğin neden-sonuç ilişkisi inancına aykırıdır, bir anlamda yeni bir kaderin oluşacağı var sayılabilir yani kişinin yapacağı olacak olandır. Bu nedenle, Gödel`in endişelendiği gibi kişinin ne olduğunu hatırlamaması önemli değildir ama bu noktada dikkat edilmelidir ki. zaman yolculuğu varsayımına engel olan şey, kişinin kendisidir çünkü kendi kendisinden korkacaktır. Öyleyse zaman yolculuğunda geçerli kural ne yapacağınızı bilmenizdir. Bir sinema izleyicisi gibi olabilecek miyiz? Eğer Abraham Lincoln öldürüldüğünde siz zaman içinde geriye dönüp, dondurma yiyorsanız, gelecek Lincoln öldürüldüğünde siz dondurma yediniz şeklinde oluşacaktır. Burada Lincoln`un ölümü ile sizin dondurma yemeniz arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Çünkü dondurma yemeniz veya yememeniz Lincoln`un ölümünü etkilemez. Sonuç olarak bilimle felsefenin karşıtlığı, felsefe ile dinin karşıtlığını benzer ve ikilemler arasında destekleyici etkenler vardır. Bu yüzden dinsel kadercilik tartışması sonuçta zaman yolculuğunun takyonla yapılıp, yapılmayacağı sonucunu oluşturur. Geçmişteki olaylar, mantıklı olmayabilirler, öngörülmemiş bir olay yaklaşımı ile de değerlendirilemezler çünkü yapılmamış eylem ancak olasılıktır. Veya geçmişteki olayları değiştiremeyiz yaklaşımına girmemiz gerekir. Zaman yolculuğunu yapabilirsiniz ama müdahale etmeniz yasaklanabilir. Sessiz kalmanız gerekecektir. Zaman yolculuğu hakkında endişelerin azalması için belki de gerekli olan şey, ilahi bir bilgi ya da mantık ötesi bir bilgi kaynağının konuyla ilişkisi olduğunu varsaymaktır. Bu da bizi Tanrı inancına götürür veya Tanrı`nın neyi bildiği düşüncesine...
--Bir Solucan deliğinin içinden geçmek üzere olan uzay gemisi-- Geri döndüğünüzde kendinizi bulamayacaksınız ama giden kimdi? Zaman yolculuğunun önemli olup olmadığı çok dikkat edilmesi veya tartışılması gereken bir olaydır. Eğer bu teknolojiye ulaşılmış olunsa dahi, o noktada durmak gerekebilir. Geçmişi öğrenmek, çok ama çok pahalıya malolabilir zira içinde bulunduğunuz anı kaybetmeniz olasılığı çok yüksektir. Örneğin inandığınız bir inancın çok farklı bir şey olduğunu hatta olmadığını öğrenmek çok büyük yıkımlara neden olabilir. Tarihi olayların zaman içersinde ne derece değişmiş olduklarını ya da değiştirildiğini görmek sanıldığından çok daha büyük bir felakete götürebilir. Ama karşıt anlamda bu eşiğin aşılması kaçınılmaz da olabilir, er veya geç bu noktaya gelinecektir. Böyle bir durumu, bir bilgisayarı sıfırlamaya benzetebilirsiniz. Her şey yeniden başlayacaktır, hatta artık geçmiş yoktur yani geçmişinizi yitirmiş olacaksınız. Yepyeni ve hatta hiç hoşlanmayacağınız bir geçmişiniz olacaktır. Bireysel olarak ortaya çıkabilecek riskler de aynı düzeydedir. Geçmişe ve çok daha tehlikelisi ama daha doğru anlamda imkansıza yani geleceğe gidip gelmek makul mantık eşiğini aşmaktadır. Ölmüş olduğunuz bir gelecege gitmek, Wells`in Zaman Makinesi`nde varolmayan bir kavramdır ama öyle bir gelecekte olmamanız, sizin geleceğe giden varlığınızın da olmayacağı anlamındadır. Galiba geçmiş, gelecek ve şu an birer hayalden öte değil... Bütün bunlar bizleri ağır ve zorlu tartışmalara götürür. Üstelik bu tartışmalarla bir yere varılmayacaktır. Zira denenmesi gereken şey deneyin ta kendisi yani zaman yolculuğunu yapabilmektir. Bir başka yaklaşıma göre ise gelecek zaten yoktur çünkü oluşmamıştır öyleyse zamanın gerçekleşmiş ve gerçekleşmemiş iki ayrı yönü vardır. Geleceğin varsayımlarla dolu olması, şu anda yapacaklarımızın sonuçlarını içerir ama bu varsayımların sınırsız olmadığı da unutulmamalıdır. Her bireyin gelecekte sınırlı varsayımları vardır, bunlardan birisi gerçekleşecektir veya hiç birisi gerçekleşmeyecektir çünkü birey ölmüş olacaktır. O zaman da bireyin geleceği bildiğimiz anlamda yoktur ya da çok küçücük bir yaklaşımla ölü bireyin geleceği ölümün görülmesi yani tanımlanmasıdır. Geçmişle ilgili paradokslar şaşırtıcı olabilirler ama geleceğin paradoksları çok daha şaşırtıcı olabilir. Geçmişteki olaylara müdahale etmeye kalkışmak ise, varlığınızı ortadan kaldırabilir. Atom bombasının Hiroşima`ya atılmasını engellemek inanılmaz bir alternatif zaman devamlılığını ortaya çıkarabilir, böyle bir gelecekte II. Dünya Savaşı daha sürecek, belki ölenler ölmeyecek, ölmeyecek olanlar ise ölecektir. Bugünün dünyası oluşmayacak, zaman makinesi yapılmayacak ve böyle bir geçmiş gelecek olasılıgında geçmişe gidilemeyecektir. Oysa ilk yapılan eylem geçmişe gidip atom bombasını engellemekti demek ki buna kalkışıldığında tekrar çıkış noktasına hiçbir şey olmamış gibi dönülecektir. Sonuçta, zaman yolculuğu fikren mümkündür ama pratikte mümkün değildir çünkü geçmişe dönen zaman yolcusu bulunduğu yere tekrar dönemeyecektir. Bu da her şeyin göreceli olduğu bir evrende yaşıyoruz anlamındadır. Zamanda yolculuk -zamanda ve uzayda yerdeğiştirmek... by Çetin BAL E-Mail yoluyla Amerikalı bir arkadaşın sorusuna verdiğim yanıtı sizlerle paylaşmak istedim. Sevgili Stewart Philadelphia deneyi konusunda sana kendi fikirlerimi çok daha ayrıntılı olarak yazmak isterdim.Ama ingilizcem fazla iyi değil ve bu e-mail'ide ingilizce bilen bir arkadaşın yardımıyla sana yazıyorum.Ama yinede philadelphia deneyine dair sana yardımcı olacak kendi temel düşüncemi kısaca belirtmek istiyorum. Türkiyede malesef bu tür konular için maddi destek bulmak nerdeyse imkansız.Amerikada bu tür işlerin daha kolay olacağını sanıyorum.Çünkü Amerika bilimsel - akademik çalışmalara ciddi bir bütçe ayırmakta.Bu nedenle tüm dünya bilim adamları Amerikada yaşama olanağı aramaktadırlar.Ben Amerikanın bu tür konulara desteğini bir bilim insanı olarak taktir ediyorum. Türkiyede zaman yolculuğunu araştırma ve uygulama merkezi kurmayı düşünüyorum ama sen de bilirsin ki bunlar ciddi bir ekip işi! Amerikada olsaydım şimdiye kadar zamanda yolculuğu sağlayacak teknik düzenekleri kurmuş olurdum heralde! Ama er geç bunu yapacağım. Gelelim philadelphia deneyine; Seninde bildiğin gibi bu konuda bir çok spekülasyon var.Ama işin temeli Albert Einstein'ın kütleye sahip herşeyin uzay/zamanı bükeceği fikrine dayanır.Fakat bu deneyin sırrı uzay/zaman içinde bir parçacık ve dalgacığın yapısal doğasında saklıdır.Şimdi bir parcacığın oluşturduğu kütleçekimsel uzay/zaman eğriliği uzay/zamanda görünmezliğe neden olmazken ‘‘EM dalgaların oluşturduğu kütlesel enerji miktarı’’ Einstein'ın öngörüsünden bile daha az düzeylerde, uzay/zamanda belirli bir noktada yoğunluk kazandıklarında belli bir pozitif kritik yoğunluk eşiğinden sonra bu enerji bulutu kendisini uzay/zamanda sıfır yoğunluğa ve negatif yoğunluğa doğru indirgeyerek ortadan kaybolur. Şimdi burdaki hadisede yoğun enerji bulutunun kütlesel yoğunluğunun gerçek anlamda yok olması diye bir şey söz konusu değil.Aslında pozitif yoğunluk belli bir kritik değere yükseltgendiğinde o yoğunluk değeri hep kendi içinde korunur.Ama o manyetik yoğunluk kriteri uzaya bağlı zaman faktörünü değiştirici bir rol oynama noktasın da, değişen zaman boyutundan( eğrilik kazanan uzay) dolayı kendi kütlesel yoğunluk değerini de negatifleştirmeye başlar. Bir nevi iki tane hızlı dönen tekerlek düşünelim. Bu iki tekerlek elektromanyetik hologram plakası olan uzay/zamanda iki ayrı noktayı temsil etsinler.Uzay/zaman’ı bir noktalar kümesi olarak düşünürsek.Ve her bir dönen tekerleği bir uzay- zaman noktası’na benzetirsek.Her bir tekerleğin dönüş hızını uzaya bağlı zaman akış hızına benzetebiliriz.Bu her bir noktasal tekerleğin hızı ışık hızı denen kinetizmal bir enerji değerliliğine sahiptir.Biz bu hızı bir kuant(foton)’da doğrudan ölçemeyiz.Biz bu enerjiyi zamansal bir akım olarak sembolik ölçüm düzenekleriyle temsil edebiliriz.Şimdi manyetik yoğunluğun uzay zamanı eğmesi yada zaman kaymasına neden olmasının bilimsel espirisini kavrayabildin mi? Eğer uzaya ait tüm fotonları tek bir hacimde aşırı derecede yoğunlaştırmaya çalışırsak iki yada bir çok fotonun yada bu iki ayrı dönen tekerleğin birbiriyle sürtünüp - çatıştığı noktada tekerleklerin dönme hızları( zaman akış hızı) değişeceğinden o çatışma noktasındaki fotona bağlı zaman akım hızı evrenin diğer noktalarına göre daha farklı olacağından bu farklılaşmış zaman fenomeninden dolayı yoğunlaşmış enerji alanı kütleçekimsel bir yoğunluk altında fiziksel olarak kendi zaman boyutunu değiştirerek görünmez olacaktır.Burda tekerleğin hızıyla tekerleğin kütlesi arasındaki bağıntıya dikkat et!!Tekerleğin hızı değiştiğinde ( artsada -azalsada ) tekerleğin kütlesi daima pozitif bir değerlilikten negatif bir değerliliğe doğru kayacaktır.Ki bu da Albert Einstein’ın rölativistik hızlardaki ve daha üstü rölativistik alanlardaki kütlenin sonsuza yaklaşması kuramını geçersiz kılar.Zaman değişimi daima kütleyi pozitif değerlilikten negatif değerliliğe doğru sıfırlayarak yok olmasına neden olur.Aslında temelde kütlenin negatif olması diye bir şey söz konusu değildir.Daha doğru biçimde cisim kendi kütlesini yavaş yavaş bir diğer zaman boyutuna doğru kaydırır.Biz izleyici olarak sanki kütlenin gittikçe azaldığını ve gözlerimizin önünde silindiğini-yok olduğunu algılarız.Yani gerçek anlamda bir pozitif yoğunluktan negatif yoğunluğa geçiş diye bir şey yoktur.Söz konusu olan bir yoğunluk düzeyinden bir başka yoğunluk düzeyine geçiştir.Yani cismin bizim boyutumuzda yoğunluğu azalırken diğer içine girdiği boyutta yoğunluk kazanması söz konusudur.Bir açıdan boyutlar arası değişim, cismin kendi kütlesel yoğunluğunu bir boyuttan diğerine kaydırarak transfer etmesidir diye biliriz.Yine aynı şeye geliyoruz.Yani bir zaman değişiminden söz ettiğimizde karşımıza bir kütle değişimide çıkmaktadır.KÜTLE , ZAMAN ve BOYUT ilişkisi! ( Bu teoriye göre bir karadeliğin yada nötron yıldızının yoğun madde ve enerji birikintisi içinde zaman değiştirmesi gerektiği düşünülür.Ama insanlar henüz karadelikteki yada bir nötron yıldızındaki fiziksel dinamikleri tam olarak bilmediklerinden bu konuda yanlış bir kanaate sahip olurlar.Karadelik ve nötron yıldızlarının kendi zaman çerçevesini değiştirmemesinin temel nedeni o dev yapılardaki yerçekimsel etkilerin parçacık kaynaklı olmasından ötürüdür.Milyonlarca ton nötronu ve protonu ve kuarkı bir araya getirsekse oluşan uzay zaman eğriliği parçacık merkezli kütçekimsel bir uzay/zaman eğriliği olacağından bu dev sistemler bizim boyutumuzdan kaybolup gidecek şekilde bir zaman değişimi içine giremezler.O noktalarda daha farklı bir zaman değişimi etkisi vardır…) Ama temelde bir parçacık özelliği taşımayan serbest foton dalga paketlerinden kurulu bir yoğunluk alanı içinde, kendi başına merkezi bir kaynağı olmayan bağımsız bir uzay/zaman eğrilik alanı yaratmış oluruz.Böyle bir zaman değişimi ve uzay eğriliği alanı fiziksel bir görünmezlikle sonuçlanır. Elektromanyetik dalgalarla elde edilen yoğun enerji bulutları içinde zaman değiştirici bir durum elde edebiliriz.Dikkat edin parçacıklar değil DALGAlardan kurulma bir alan!! Ve sadece ışık enerjisi bir dalga paketi özelliği taşır! Dalgasal alanların kullanımı ile zaman ve uzayda değişiklikler yaratılabilir. Bu dalgasal alan içindeki cisimlerin kütlesel yoğunluğu da değişen zaman faktörüyle doğru orantılı olarak değişmekte ve bir başka boyutun içerisinde gerçeklik kazanmaya başlamaktadır.Dolayısıyla bizim fizik gerçekliğimiz terkedilirken cisim kendi enerji alanlarıyla birlikte bir başka fiziksel gerçeklik realitesine doğru girmeye başlar.Bizde cismi sanki sıfır ve negatif bir kütleye doğru geçiş yapıyormuş gibi algılarız.Ama cisim yine kendi içinde aynı pozitif değerlikli kütlesini korur! Boyut değişimi bir zaman değişimini ve zaman değişimi ise kütleye ait bir değişimi beraberinde getirir.Çok kısa ve öz olarak madde bir enerjidir.Enerji elektromanyetik nitelikli kuantumsal bir yoğunluktur.Bu her bir kuantumun belirli bir dalga frekansı ve genliği vardır.Uzay ve zaman kuantumsal dalga paketlerinden kurulma bir hologramdır.Yani uzay/zaman elektromanyetik bir seraptır.İşte bu kuantumsal dalga paketlerine ait dalga boyu ve frekans değerliliği ile oynamaya başladığımızda belli bir yoğunluk ve frekans ayarlamasıyla ''özel olarak tasarlanmış belli bir enerji alanı içinde'' zaman ve uzayın boyutlarını değişime uğratacak kritik enerji düzeylerini yakalama şansımız ortaya çıkar. Gönderdiğin yazında bahsettiğin termal alan diye özel bir alanın kullanılması diye bir şey söz konusu değildir.Bunlar spekülasyondur.Ama gerçek olan bir şey varsa o da bir şekilde yoğun bir radyo dalga frekansı alanının kullanılmış olduğu gerçeğidir.Yani gemiyi görünmez yapan ve uzay/zamanı eğen temel kriter, temel faktör kullanılan alanın türünden(tipinden) çok alanın yoğunluğudur. Not: Alanın frekansı öncelikli bir etken değildir.Bilinen anlamda zamanda yolculukla, zaman kayması arasında doğrudan bir benzerlik yoktur.Örneğin bizim boyutumuzun anti boyutları vardır.Yada kendi zaman ve uzay alanımız içinden çıkmadan zaman ve uzayı bir miktar bükerek kendimizi bir zaman perdesiyle gizleyebileceğimiz uzay/zaman çukurları yaratarak kendi zaman ve uzayımız içinde bir çeşit saklambaç oyunu oynayabiliriz.Uzay ve zaman çok boyutlu olarak büküp açılabilecek, uzatılıp kısaltılabilecek hatta üst üste bindirilip katlanılabilecek bir çeşit plastiksi ve dinamik bir yapıdır.Bazen zamanın bu plastiksi özelliğinden dolayı geçmişe ve geleceğe doğru kuantum vakumu düzeyinde atom altı parçacıkların atlayabileceği geometrik geçitler ve tüneller oluşabilmektedir.Kuantum enerji düzeylerindeki inişler ve çıkışlar arasındaki girdaplarda bir parçacık ansızın kendisini geçmişte yada gelecekte bir yerde bulabilir. Aşırılaştırılmış elektromanyetik yoğunluk uzay/zaman boyutunu kendi içinde esneterek harmonik bir zaman frekansı içinde saklar.Gemi fiziksel olarak yok olur ama hala kendi uzayzaman alanı içindedir.Bu sanki kendi zaman labirentimiz içinde saklambaç oynamak gibi bir şeydir.Gemi kendi boyutunu esneterek hafif bir zaman çukuru (zaman eğrisi- Time Warp) içine kendini gizleyerek saklar.Ama bu tür bir zaman kayması ile mekanda bir tür ışınlama -yerdeğiştirme gerçekleşebilir.Eğer gerçek anlamda tam bir zaman değişimi ve boyut değişimi yaratılmak isteniyorsa (ki bu zamanda yolculuğuda olanaklı kılar) elektromanyetik alanın yoğunluk kriterinden ziyade frekans yapısıyla ilgilenmeliyiz.Manyetik yoğunluk, zaman boyutunu kısaltıp daraltarak bir zamansal faz farkı yaratımı altında bir görünmezlik sağlarken.Belli bir manyetik frekans yükseltimi şimdiki zaman genişliğini olduğundan daha da genişletek bizi daha üst bir boyutun içerisine taşır... Çetin BAL -26-12-2004-Denizli Geçmişe
dair olan arkeolojik kalıntı ve bulgularda zaman yolcularının izini aramak! Güney Afrika'nın henüz aydınlanmamış bir sırrı var. Batı Transvaal'de küçük bir şehir olan Ottosdal yakınlarındaki Prekambriyen bir çökelti tabakası içinde, birtakım metal kürelere rastlanıyor. Bunlar, yıllardan beri madenciler tarafından çıkartılıyor. Bu küreler iki çeşit. Bir tanesi mavimsi renkli, üzeri beyaz puanlı metal bir top şeklinde. Diğeri ise ortasında beyaz ve süngerimsi bir tabaka bulunan oyuk bir küre biçiminde. Kürelerden çoğu beysbol topu büyüklüğünde ve yine beysbol topu gibi çevrelerinde birbirine paralel üç tane oluk yer alıyor. Bugüne dek bunlardan yüzlercesi toplandı. Görünüşte insan yapımı özellikleri taşıyorlar, ancak bulundukları yer itibarıyla en azından 2.8 milyar yıl önce yapılmış olmalılar. Potchefstroom Üniversitesi'nde görev yapan önemli bir jeolog olan Prof. A. Bisschoff, limonit oluşumlar olduğunu düşünüyor, ancak bu teori ile ilgili olarak da bazı problemler var. Limonit, diğer demirsi minerallerin oksitlenmesiyle biçimlenen bir tür demir cevheridir. Bataklıklarda, çökelme sonucu oluşmuş taşlarda, özellikle de kireç taşı tabakaları arasında yaygın olarak bulunur. Boya imalatçıları onu toprak boyası ya da aşı boyası kaynağı olarak tanırlar. Bu şekilde, taşlaşmalar (concretion: zaman içerisinde merkezi bir çekirdek etrafında sıkışarak oluşan sert taş kütleleri için kullanılan jeolojik terim) oluşması doğaldır, ancak limonit kütleleri sarı, kahverengi ya da siyahtır... Mavi üzerine beyaz benekli değil. Bunları genelde gruplar halinde, hatta iç içe bulursunuz. Birbirinden uzak küreler halinde değil. Genelde oluklu bir görünüm taşıdıkları da görülmemiştir. Standart Mohs ölçeğine göre 4 ile 5.5 arasında bir sertlik faktörü sergilerler, bu da çok sert olmadıkları anlamına gelir. Oysa bu metal kürelerin yapısı o denli sert ki, çelik bile çizemiyor. Eğer limonit değillerse, o halde bunlar ne olabilir? Klerksdorp Müzesi müdürü Roelf Marx'a göre burada sergilenmekte olan küreler bir profilit tabakasında bulunmuş. Öyleyse bu küreler silikat mineralinin toplaşmasıyla oluşmuş diyebilir miyiz? Yanıtımız yine "hayır" olacaktır. Silikat mineralleri basınç etkisiyle kristaller oluştururlar, metal toplar değil. Profilit, talkı andırır ve benzer amaçla kullanılır. Bazı granüler kütleler oluştursa da bunlar gri renklidir ve yağlı bir görünüm taşırlar. Sertlik konusu bizi sonuca daha da çabuk götürür. Mohs şemasında profilitin yeri 1 ile 2 arasındadır. Yani daha yumuşağını bulmanız mümkün değildir. Eğer bu küreler doğal bir biçimde oluşmamışlarsa, nereden geldiler? Görünüşte sanayi ürünlerine benziyorlar. Sanki bir fabrikada çeliğin özel bir biçimde sertleştirilmesiyle imal edilmiş ve özel bir amaç için üretilmişler. Ancak öte yandan bunların insan yapımı olmaları da pek olası değil. Uzmanlara göre, modern insanlığın ilk örnekleri olan Homo sapiens'ler, bundan 100.000 yıl önce Güney Afrika'da yaşamış. Öyleyse metal topların bulunduğu yer bakımından bir sorunumuz yok. Ancak zaman ve uygarlık düzeyi tamamen çelişkili. Bu insanlar yaşamlarını yalnızca avcılık-toplayıcılık yaparak sürdürüyorlardı. Taş, kemik, tahta kullanıyorlardı ama metali bilmiyorlardı. Çeliği eritmek bir yana en basit demirin işlenmesi dahi onları çok aşıyordu. Teknoloji farkını görmezden gelsek bile zaman konusunu aşmamız olanaksız. Modern insanın ataları, Homo erectus'lar (Dik Durabilen İnsan) 1.8 milyon yıl önce Olduvai Gorge'da kendi barınaklarını inşa edebiliyorlardı. Bu, sapienslerin var oluşundan çok önce, ama Batı Transvaal'e herhangi bir şey tarafından düşürülen kürelerin varlığından çok sonra idi. Modern insanın daha önceki ataları olan Homo habilis'ler (Usta İnsan) bile 2.5, 3 milyon yıl önce bazı ilkel taş aletler yapabiliyorlardı. Ama metal toplar yapmaları olanaksızdı ve zaman olarak metal taşlar yine çok daha öncelere dayanıyordu. Aslında kürelerin bulunduğu yer, maymunlarla insanların ilk olarak farklılaştığı 5 ile 8 milyon yıl önceki bir zaman dilimine denk düşmekte. Güney Afrika'daki bu kürelerin ait oldukları zaman dilimini daha iyi bir perspektife oturtmak için, Prekambriyen çağın, 4.6 milyar yıl önce dünyanın oluşması ile 600 milyon yıl önce Paleozoik devrin başlaması arasında yer aldığını belirtmek ve bunun çok uzun bir jeolojik tarih dilimi olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. O dönemden geriye çok az sayıda fosil kalmış olmasına rağmen jeologlar dönemin yaygın özelliklerini yansıtan kaba bir resim ortaya çıkarmışlar. O dönemde atmosfer büyük bir olasılıkla şimdiki durumuna benziyor, nitrojen, karbondioksit, buhar ve oksijen içeriyordu. Denizler ve kıtalar yine vardı, ancak sınırları bugünkünden farklıydı. Dünya, bilim adamlarının süper kıtalar dedikleri çok büyük kara parçaları ile kaplıydı. Daha sonra bunlar bölünerek günümüzdeki şekillerini aldılar. Biyolojik yaşam başlamıştı. Güney Afrika'daki taşlar arasında, üç milyon yıl öncesine ait yosun ve bakteri fosilleri bulunmuştur. Sığ sulardaki yosun tabakalarının altında oluşan taş türlerinden olan stromatolitler de bunu doğrular. Ancak karada yaşayan hayvanlara ya da bugün denizlerde rastladığımız türden canlılara hatta deniz kabuklarına ait fosillere dahi rastlanmamıştır. Jeologların bu dönemle ilgili olarak bulabildikleri en gelişmiş canlı örnekleri, yumuşakçalara benzeyen çok hücreli bazı organizmalardır. Bunlar resmi olarak hayvanlar sınıfına dahil edilmişlerdir, ancak evrim merdiveninde deniz anasından bile aşağıda yer alırlar. Böylece Prekambriyen çağlara ait hiçbir canlının Transvaal kürelerini yapmış olamayacağı ortaya çıkmaktadır. Açıklama gerektiren çelişkiler yalnızca bunlarla kalmıyor. Fransa, Laon'daki Société Académique'in başkan yardımcısı Maximilien Melleville, The Geologist'in Nisan 1862 sayısında, evinin yakınlarındaki bir Eosen linyit yatağında bulunan ve kusursuz görünen bir tebeşir toptan söz etmişti. Bu top sanki daha büyük bir bloktan yontulmuş, dikkatlice şekillendirilmiş ve işlenmişti. Bir başka deyişle, imal edilmişti. Topun bu tabaka arasına sonradan yerleştirilmiş olması ise olanaksızdı. Melleville, yazısında şöyle diyordu: "Topun yüksekliğinin beşte dördü hizasında içinden ziftli siyah bir renk geçiyor ve yukarıya doğru sarı bir halkaya dönüşüyordu. Bu durum, topun bulunduğu yerde uzun bir süre linyitle temas halinde olmasından kaynaklanıyordu... Topun içinde bulunduğu taşa gelince, son derece bakir olduğu ve önceden hiçbir işleme tabi tutulmadığı konusunda garanti verebilirim. Topun bulunduğu taş ocağının çatısı da aynı şekilde el değmemiş bir durumdaydı. Topun yukarılardan bir yerden düştüğünü gösteren ne bir çatlak ne de herhangi bir oyuk vardı." Öyle görünüyor ki burada da insan elinden çıkmış izlenimini veren bir oluşumla karşı karşıyayız. Ancak linyit tabakası içerisinde aldığı yere bakılırsa, bu top kırk beş-elli milyon yıl önce, yani gezegenimizde insan varlığının ilk kez ortaya çıkmasından çok daha önce var olmalı. Çok daha yakın bir zamanda, bundan daha da büyük sırlar taşıyan bazı şeyler ele geçmiştir. 1928 yılında Atlas Almon Mathis adında bir madenci Heavener, Oklahoma'nın iki mil kuzeyindeki bir madende çalışıyordu. Birkaç dinamitleme operasyonu sonunda 30 cm boyunda, cilalanmış, kübik bazı bloklar ortaya çıktı. Bunların bir tür betondan yapıldıkları açıkça görülüyordu. Kazılar sonucunda bunların 140 metre uzunluğundaki bir duvara ait oldukları anlaşıldı. Ancak, bir kömür damarında bulunmaları, bu blokların en azından 286 milyon yaşında olduklarını gösteriyordu. Öyleyse bu duvarı kimler inşa etmişti? Belki de Güney Illinois'in Pana ya da Taylorville madenlerindeki kömür damarına "antik bir işçilikle işlenmiş olan" altın zinciri düşürenler yine bu kişilerdi. Yaktığı ateşe kömür atmak isteyen Mrs. S. W. Culp, kırılan bir kömür parçasının içinde bu zinciri keşfetmişti. Aynı döneme ait olarak başka çelişkili örnekler de gösterebiliriz. Willburton, Oklahoma'daki bir kömür madeninde varil biçiminde olan ve üzerinde bazı baskılar bulunan gümüş bir kütle bulundu. Yine aynı madenden demir bir kap çıkarıldı. Frank J. Kenwood, 1912 yılında Thomas, Oklahoma'daki Belediye Elektrik Fabrikası'nda çalışırken, çok büyük olduğu için kullanıma elverişli olmayan bir kömür parçasını balyozla kırdı. Kömür ikiye ayrıldı ve içinden bir kap düştü. Bu olaya görevlilerden biri de şahit olmuştu. Webster City, Iowa yakınlarındaki bir madenin kömür damarında yukarıdakilerden de garip bir taşa rastlandı. Daily News'un Omaha, Nebraska baskısında yayınlanan rapor şöyle idi: "Çok sert olan bu taşın yüzeyinde belli açılarla çizilmiş ve kusursuz birer elmas şekli oluşturan çizgiler var. Elmasların her birinin merkezinde yaşlı bir adamın portresi yer alıyor ve portreler dikkat çekici bir biçimde birbirine benziyor. İki tanesi hariç bütün portreler sağa bakıyor."1 1884 yılının Haziran ayında, London Times gazetesi, Tweed nehri yakınlarındaki bir taş ocağında bulunan ilginç bir taştan söz ediyordu. Taşın içerisinde altın bir iplik parçası bulunmuştu. Yukarıda belirtilen bütün nesneler en azından 260 milyon yıl öncesine ait. Altın iplik ise 360 milyon yaşında olmalı. İngiliz Bilimsel Gelişim Derneği'nin kurucusu olan Sir David Brewster, ünlü oluşunu büyük bir oranla, 1844'te yayımladığı bir rapora borçluydu. Raporda, İskoçya'daki Kingoodie taş ocağı'nda, bir kum taşı bloğu içerisinde gömülü olarak bulunan metal bir çividen söz ediyordu. Kum taşı bloğu, Devonik çağa yani 360 ile 408 milyon yıl öncesine aitti. Çivinin başı tamamen taşın içine gömülüydü. Taş oluştuktan sonra oraya çakılmış olması olanaksızdı. 1852 Haziran ayında, Dorchester, Massachusetts'de bulunan kalıntı daha da eskidir. Scientific American dergisindeki bir raporda, Meeting House Hill'deki dinamitleme operasyonları sonucunda parçalanan taşlar arasında, iki parçaya ayrılmış metal bir kap bulunduğundan söz edilir. Ayrıntılar raporda şöyle anlatılmaktadır: "İki parça birleştirildiğinde çan biçiminde bir kap ortaya çıktı. Kabın yüksekliği 11.5 cm, alt kısımda 16.5, üst kısımda 6.3 cm genişliğinde. Kalınlığı 0.3 cm, kadar. Gövdenin rengi çinkoyu ya da içinde büyük oranda gümüş bulunan metal bir alaşımı andırıyor. Yan kısımda, saf gümüşle çok güzel bir biçimde işlenmiş altı tane figür veya bir çiçek ya da buket yer alıyor. Daha alt kısımda ise yine gümüşle işlenmiş bir asma yaprağı ya da çelenk var. Oyma, kakma ve işlemeleri onun çok hünerli bir ustanın ellerinden çıktığını gösteriyor."2 Ancak bu zarif vazoyu yapabilecek ustanın o dönemde yaşamış olması olanaksızdır, çünki içinden çıkarıldığı taş, 600 milyon yıl öncesine aittir.
İKİNCİ BÖLÜM Yukarıda incelediğimiz buluntular için yalnızca iki tür açıklama yapılabilir. İlk görüşe göre, bunlar esrarengiz doğal oluşumlardır. Prof. A. Bisschoff, Transvaal Küreleriyle ilgili olarak bu görüşü tartışma konusu yapmıştır. Fransa'daki tebeşir top için de buna benzer bir açıklama getirilmiştir. Ama diğer buluntular arasında sayabileceğimiz metal çivi, kap ve özellikle de ince bir biçimde dekore edilmiş olan vazo, nasıl olur da tamamıyla doğal süreçlerin ürünü olabilirler? Eğer bunlar doğal oluşumlar değillerse, herhangi bir yerde, zeka sahibi herhangi bir kişi -ya da bir şey- tarafından üretilmiş olmalılar. Acaba bunlar dünya dışındaki yaşamın varlığını gösteren ilk gerçek kanıtlar olabilirler mi? Diğer gezegenlerdeki yaşam olasılığını araştırırken üç koşul üzerinde önemle dururuz: ısı, su ve atmosfer. Bu koşulların tam olarak dünyadakilerle aynı olması gerekmemekle birlikte bilim adamları bildiğimiz anlamda bir hayatın mevcut olabilmesi için gerekli olan limitleri belirlemişlerdir.1 Bu limitler ekosfer olarak tanımlanmıştır. Herhangi bir yıldızın ekosferi, ona değişik uzaklıklarda (genellikle yakın) olan gezegenlerde yaşam için uygun ısının, sıvı olarak suyun ve uzayda buharlaşmayan bir atmosferin bulunmasıyla tanımlanır. Bizim güneşimizin ekosferi Dünya, Ay ve Mars'ı içerir. Ancak bu son iki tanesinde yapılan araştırmalar, yaşam için uygun koşulların ekosfer içinde dahi garantili olmadığını göstermiştir. Ay'da ne atmosfer ne de su vardır. Sıcaklığı 117°C (240 °F) ile -190 °C (-310 °F) arasında değişir. Mars biraz daha ümit vericidir. Kutuplar bölgesinde donmuş halde su olabileceği düşünülmektedir. Sıcaklık ekvatorda 17 °C (62 °F) civarındadır. Bu ısı, gezegeni ziyaret eden insanlar için hoş olabilir, ancak atmosferinde yalnızca saf karbondioksit vardır ve basınç yalnızca 6 milibardır. (Bizim atmosfer basıncımız, deniz seviyesinde 1000 milibarın üstündedir.) Bir zamanlar burada mikroskobik organizmaların yaşamış olabileceğine ilişkin ipuçları vardır, ama birçok bilim adamı Marslıların yalnızca bilim kurgu romanlarda yaşadıkları konusunda kesin bir fikir birliğine varmıştır. Ekosferin dışına çıkıldığında ise, Merkür ve Venüs'ün yani daha içeride kalan gezegenlerin yaşam oluşması için çok sıcak, daha dışarıda kalanların da çok soğuk oldukları görülür. Güneş sistemimizde yaşam belirtilerinin aranabileceği tek aday, Jüpiter'in üçüncü en yakın uydusu olan Io'dur. Io, bilinen en hareketli volkanik kütledir. 1979 yılında uzay aracı Voyager I tarafından çekilen resimlerde çapının 2259 mil olduğu (Dünya'nın dörtte biri kadar), sarı, kırmızı, kahverengi, siyah ve beyaz olarak göründüğü ortaya çıkmıştır. Yüzey ısısı -148°C (-235°F) olarak ölçülmüştür. Ancak Voyager'in kayıtlarına göre volkanik püskürtülerin yakınlarında ısı 27°C'yi (80°F) bulur. Bu durum, Io'da sınırlı bir organik yaşamın var olabileceğine ilişkin bazı spekülasyonlar yapılmasına yol açmıştır. Ama bilim adamları çoğunlukla bunu kabul etmeyerek burada yosundan daha yüksek bir organizmanın yaşam olanağı bulamayacağını ileri sürerler. Öyleyse Transvaal Kürelerinin geldikleri yer Io olamaz. Ancak güneş sisteminin ötesine baktığımızda durum biraz değişir. Evrende o kadar çok yıldız vardır ki, başka bir yerlerde yaşamın varolma olasılığı neredeyse kesinlik kazanır. Hatta bunlardan bazılarının zeki canlılar olmaları da neredeyse kesindir. Ancak sizin aradığınız yanıt, yanlarında metalik küreler ya da benzeri kargolar taşıyan ziyaretçilerle ilgili olduğunda, mesafe de bir sorun olarak karşınıza çıkacaktır. Evrende en hızlı hareket eden şeyin ışık olduğu varsayılır. Işığın hızı saniyede 186.000 mildir (299.792 km). Einstein, ışık hızının mutlak olduğunu söylemiştir; hiçbir şey onu geçemez. Bir ışık yılının astronomik ölçümü, ışığın boşlukta bir yıl içerisinde kat ettiği mesafeye göre hesaplanır. Bu, aşağı yukarı 9.46 trilyon kilometredir. Bize en yakın yıldız olan Alpha Centauri, 4.3 ışık yılı uzaklığındadır. Bunun anlamı dünyalı olmayıp da dünyamızı ziyaret eden herhangi bir turistin ancak bizim galaksimizden gelebileceğidir. Bundan ötesi ziyaret için çok uzaktır. Samanyolunda, uzay yolculukları yapabilecek kadar gelişmiş olan bir uygarlığın varolma olasılığı nedir? Bununla ilgili değişik faktörleri açıklayan radyo astronomu Frank Drake'in Yeşil Bölge Formülü çok ünlüdür: N= R*fpneflfifcL. Bu ürkütücü denklem, Samanyolu galaksisindeki teknik uygarlıkları, zeki bir yaşam için gerekli olan faktörlerle ifade eder. Bu faktörlerden ilk üçü fizikseldir; yıldızların oluşma oranı, kendi gezegenlerine sahip olan yıldızların orantısı ve her yıldızın yaşam koşullarına uygun olan gezegenlerinin sayısal ortalaması. Diğer iki faktör biyolojiktir: Yaşamın gerçekten varolduğu gezegenlerin orantısı ve zeki yaşamın bulunduğu gezegenlerin orantısı. Son iki faktör ise sosyaldir. Bunlar yıldızlar arası iletişim kurabilen teknik uygarlıkları üzerinde barındıran gezegenlerin orantısı ve bu tür uygarlıkların yaşam süresi ortalamalarıdır. Bu faktörlerin hepsi de ölçümleri çok zor olan faktörlerdir. Galaksimizdeki yıldız oluşum oranının ortalama on olduğunu söyleyebilmek için geçerli gerekçelerimiz vardır, fakat bunun ötesine geçtiğimiz zaman giderek daha derin bir biçimde tahminlerin içine batarız. Güneş sistemimizin dışındaki hiçbir gezegen kesin bir biçimde keşfedilmemiştir. Bize en yakın yıldızların yarısında, yörüngesel değişimler gezegenler tarafından gerçekleştirilebilir. Ancak kesin olarak saptansa bile, bunun genel bir kural olarak tüm galaksiye uyarlanıp uyarlanamayacağını bilmemiz olanaksızdır. Yaşamın kökenleri konusu da aynı oranda bir belirsizlik taşır. 1953 yılında Amerikalı biyokimyager Stanley Lloyd Miller, amonyak, hidrojen, metan ve su buharının radyasyonla karşılaşması sonucunda organik moleküllerin ortaya çıkacağını göstermişti. Daha sonraki araştırmalar, Dünya'daki yaşamın temelleri olan DNA ile RNA'nın da bu şekilde üretilebileceğini ortaya koydu. Bu keşiflerden sonra organik moleküllerin boşlukta serbest bir halde dolaştıkları kabul edildi. Ancak bunların nasıl olup da yaşama dönüştüğü hala tam olarak bilinmemektedir. Teknik evrim konusuna gelindiğinde sorun daha da derinleşir. Teknik uygarlık olarak gösterebileceğimiz tek örnek kendi uygarlığımızdır. Böyle bir teknolojinin gelişimi için ne kadar süre geçmesi gerekir? Bunu belirleyebilmek için önce teknolojinin başlangıç noktasını tanımlamalıyız: Ateşin bulunması mı? Tekerleğin keşfi mi? Yoksa guguklu saatin üretilmesi mi? Yani başka bir deyişle başlangıç, bilim adamının kişisel ön yargılarına göre değişmektedir. Bu belirsizlikler bilim adamını "en iyi tahmin" yöntemine itmiştir. Böylece galaksimizdeki teknik uygarlıkların sayısını araştırır ve yalnızca bir tane bulunduğu sonucuna varır. Bu keşfi sadece pencereden dışarıya bakarak da yapabilir. Farklı görüşler elbette ki farklı sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Nitekim bazı bilim adamları galaksideki olası teknik uygarlıkların sayısını on milyona varan rakamlarla ifade ederler. Bunun yalnızca bir tahmin olduğunu kimse inkar edemez, ancak tahmin de olsa bu çalışmaların SETI (Search for Extraterrestrial Intelligence/Gezegenimiz Dışındaki Zeki Varlıkların Araştırılması) projelerinin oluşturulmasına ön ayak olduğu bir gerçektir. Yüzyıllar boyunca teleskoplar vasıtasıyla yapılan yeryüzü merkezli çalışmalardan sonra, 1976 yılında iki Viking uzay aracının Mars'a inmeleriyle birlikte güneş sistemimizdeki yaşam arayışları en son noktasına ulaştı. Bu araçlarda özellikle metabolizmanın biyolojik süreçleri, fotosentez ve solunuma ilişkin olarak tasarlanmış deneyler yer alıyordu. Metabolizma deneyinde, Mars'tan alınan toprak örneği radyoaktif karbon-14 içeren bir besinle kaplanıyor ve toprakta herhangi bir organizmanın varolması halinde onun bu besini tüketerek karbon-14 gazını açığa çıkaracağı umuluyordu. Gerçekten de büyük miktarda gaz tespit edilmişti, ancak yine de o zamanki bilimsel görüş, hiçbir yaşam belirtisine rastlanmadığı doğrultusundaydı. 1996 yılında, NASA'daki bilim adamları, Antartika'da ele geçen ve Mars'a ait olan bir meteor parçasında bazı bakteri fosillerine rastladıklarını duyurdular. Bu fosiller, milyarlarca yıl önce gezegenin yüzeyinde bazı ilkel yaşam biçimlerinin var olduğunu gösteriyordu. Ancak bilim adamları burada değil zeki yaşam, az gelişmiş yaşamların dahi var olamayacağını ısrarla vurguladılar. Güneş sistemi dışındaki zeki yaşamlara ilişkin olarak sürdürülen çalışmalar, günümüzde radyo teleskoplardan yararlanılarak yapılmaktadır. Bu konudaki ilk adımlar 1960 yılında Frank Drake tarafından atılmıştı. Kendisi Green Bank, West Virginia'daki Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi'nde görevliydi. Drake'in Ozma Projesi, Epsilon Eridani ve Tou Ceti yıldızları üzerine odaklanmıştı. 1960 ve 1980 yılları arasında, dünya dışı zeki yaşamlarla ilgili en azından sekiz araştırma yapıldı. Ancak bunların hiçbiri uzun sürmedi ve hepsi de başarısızlıkla sonuçlandı. Zaman zaman konuya ilişkin çeşitli heyecanlar yaşanmasına rağmen bu durum hiç değişmeden günümüze dek devam etti. Henüz Dünya'nın dışında herhangi bir yaşam izine rastlamamış olmamız onun var olmadığını göstermez ve eğer bugün oralarda bir yaşam varsa 2,8 milyar yıl önce de var olması mümkündür. Böyle bir yaşamın, üzerindeki en üstün yaşam türü bir yosundan ibaret olan belirsiz bir gezegeni neden ziyaret etmek isteyeceğini anlamak zor olabilir. Belki de galaksimizin uzak yerlerinden gelen bu yabancı yaratıklar tesadüfen Güney Afrika'nın Prekambriyen vahşi topraklarına inmişler ve orada metal kürelerini düşürmüşlerdi. Ama Utah'da bulunan 500 milyon yaşındaki ayak izi bir insana aitti. Dünyada yalnız mıyız? İlginç bir filim: Donny Darko
Sayı: 446 | Nihal Bengisu Karaca - n.bengisu@aksiyon.com.tr Donnie Darko Yön: Richard Kelly Oyn: Jake Gyllenhaal (Donnie Darko), Jena Malone (Gretchen Ross), Mary McDonnell (Rose Darko), Drew Barrymore (Karyn Pomeroy), Patrick Swayze (Jim Cunningham) Sen: Richard Kelly ' Zamanda yolculuk" teması ile "yalnızlık korkusu" arasında nitelikli bir bağlantı var. İnsanoğlunun uzaya, uzaysal zaman ve mekanla ilgili araştırmalara yönelen ilgisi hep bu "bağlantıdan" çıkmıyor mu? Soru şu: "Evrende yalnız mıyız?"Donny Darko sarsıntı yaratan filmlerden; bir kere olayların merkezinde ergenliğin tehlikeli ve sancılı döneminde bir de şizoid sorunlarla boğuşan son derece zeki ve hüzünlü bir genç var; görüşü açık, ufku geniş ama bunlar onu "istikbali parlak" bir genç yapmıyor. Çünkü 80"lerde, istikbali parlak olmanın yolu "korkunu aş" "sevgiye kucak aç" türü antin kuntin sloganlara inanmaktan ve bütün bunları talep ettiğin iktidara ulaşmak için örgütleyebilmekten geçiyor.Üzgünüz Donny "yalnızlık ne menem bir şeydir?" ya da "Zamanda yolculuk mümkün müdür?" gibi sorular soran ve hayali arkadaşı tavşan Frank"le uyurgezerlik nöbetlerinde volta atan doğuştan hüzünlülere verebileceğimiz bir pay yok; sana, sırf "aykırı" fikirlere sahip olduğu için dışladığımız şu edebiyat öğretmenine ve şu şişman Çinli kıza, verebileceğimiz hiçbir şey yok! Anlatacaklarımızın filmi izlememiş olanlara bir şeyler ifade etmesi zor. Bir yazar, yazarlığı "çocukluğa olgunlaşmak" diye tarif etmiş. Bu söz sinema için Donny Darko"ya uyarlanabilir: Donny Darko"yu izleyince "sinema gençliğe olgunlaşmaktır" diyor insan. Donny Darko, eleştirisi ve tanıtımı yapılabilecek bir film olmaktan çok üzerinde analiz yapılmayı gerektiren filmlerden. David Lynch"in "Mullholand Çıkmazı" ile aynı düzeyde değilse de aynı kulvarda olduğunu söyleyelim, siz anlayın. Donny Darko psikiyatri tedavisi gören, ergenliğin bitiminde ilk gençliğin başlarında sorunlu bir çocuk, "iyi" bir ailesi, "iyi" bir doktoru var. Daha bu noktada bile insanın gözü kamaşıyor; çünkü bu bir bağımsız yapım değil de sıradan bir gençlik filmi olsaydı, ya da sıradan sloganları pelesenk etmiş "anarşist" bir tavrı benimsemiş olsaydı, Donny"nin hastalığının anlayışsız ve cahil ailesine ya da aptal doktoruna bağlanması kaçınılmaz olurdu. Oysa tıbbi veriler açısından da "doğru" bir şekilde, Donny eğitimli ve anlayışlı ailesine rağmen ve onun için gerekeni yapma noktasında elinden geleni esirgemeyen doktoruna rağmen hasta. Çünkü hastalıkları belli bir ya da iki merkezin kusuru imiş gibi göstermek "ehlileştirilmiş eleştiri"nin bir oyunu. Oysa bu öylesine büyük ve girift bir oyun ki, "sağlıklı" bir insan değilsen, normal değilsen, hemen yabancılaşıp dışına kaçamıyorsan hayatın, Donny gibi sadıksan sorulara, başın büyük belada demektir. Şizofreni tedavisi gören Donny"ye doğru sorular yalnızca "uykuda" gelmekte; Donny gündüzlerini makul dozlardaki isyan ve sorgulamalarla geçiştirebiliyor; devrim uykuda gerçekleşiyor. Donny bir uyurgezer ve bir arkadaşı da var; garip bir tavşan kostümü giymiş Frank adında hayali biri. Bir ara ona "Neden bu aptal tavşan kostümünü giyiyorsun?" diyor, Frank ise "Ya sen neden o aptal insan kostümünü giyiyorsun?" diye cevap veriyor. Sorularla ve Frank"in manipülasyonlarıyla geçen gecelerin bir çözümlemesi, bir açıklaması var mı? Donny Darko hayali arkadaşı Frank"in soft başlayan ama giderek dozu yükselen "yıkım" önerilerini yerine getirirken bir yandan da okula yeni gelen bir kız arkadaş ediniyor. Son derece naif bir düzlemde ilerleyen bu gönül ilişkisi Donny"nin nihai kararında, en çok da Stephan Hawking"in solucan deliği teorisine göre "mümkün olabilen" zamanda yolculuk takıntısının varacağı noktada önemli bir rol oynuyor. Zamanda yolculuk saplantısı üzerinden "kader" ile, "zaman" ile bir çok felsefi tartışmaya göz kırpıyor film. Gotik edebiyatı, dahası Hollywood mahreçli gençlik filmlerini çağrıştıran ama suratımıza fırlatmayan referansları da var. Ama tüm bunların ötesinde en hoş olanı, filmin türünü teyid etme noktasında da işimizi zorlaştıran, "zamanda yolculuk" teması ile Donny"nin altında ezildiği türden bir gerçeklik olan "yalnızlık korkusu" arasındaki nitelikli bir bağlantı. İnsanoğlunun uzaya, uzaysal zaman ve mekanla ilgili araştırmalara yönelen ilgisi hep bu "bağlantıdan" çıkmıyor mu, soru şu: "Evrende yalnız mıyız?" Donny Darko bana göre nihai olarak "ağır takılan" değil, gerçek anlamda "ağır" bir "gençlik" filmi. Psikolojik, fantastik, dini ve felsefi eğilimlerine rağmen, aslında ele aldığı insanın ancak genç yaşlarında kapıldığı ancak büyüdükçe yitirdiği sorulara coşkuyla bağlanması ihtimalinde yaşanabilecek zihinsel serüven. Bu trajik olduğu kadar diğerkam olabilecek bir süreç. Donny Darko"nun bu hikayeyi anlatmak için 80"leri seçmesi ayrıca ilginç. Muhafazakâr politikalarla, tek tipleştirici/aynileştirici Amerikan tarzı banliyö yaşamıyla sarmalanan dönem filmin eleştiri oklarından payını alıyor. Ancak film meselenin sadece politik atmosfer ile ve gençlik filmlerinin sandığı şekilde aile ve çevre baskısı, uyuşturucu satıcıları ya da şiddet filmleri ile ilgili olmadığını da söylüyor. Sorun "dışarıdan" gelen uyarılarla tetikleniyor, ama asıl kaynak "içeride".
Bu işin dönüşü yok! Ünlü fizikçi Stephen Hawking'in karadeliklere ilişkin yeni açıklamalarının ardından zaman yolculuğunun mümkün olup olmadığını araştırdık. Radikal Cumartesi'ye özel açıklama yapan Stanford Üniversitesi'nden profesör Susskind'e göre geleceğe gitmek kolay, ama geri dönmesi imkansız SEVGİ YÜKSEL (Arşivi) - 2004-07-31 Stephen Hawking geçen çarşamba günü Dublin'de bir konferansta bilimkurgu dünyasını hüsrana uğratarak karadelikler aracılığıylazamanda yolculuk zamanda yolculuk yapılamayacağını açıkladı. Yıllardır tekerlekli sandalyeye mahkûm olup, bir bilgisayar sayesinde iletişim kurabilen ünlü fizikçinin anlattıklarına göre bir karadeliğin içine çektiği maddelere ilişkin bilgi yok olmuyor, değişime uğramış olarak ışık formunda geri püskürtülüyor. Böylece dünyanın değişik ülkelerinde parmakla sayılır akıllı birkaç adamı geceleri uykusuz bırakan paradokslardan biri daha çözüm bulmuş oldu. Peki hepimizin çocukluk hayali zaman yolculuğuna ne oldu? Bir gün vişne rengi kıyafetlerle Osmanlı döneminin Pera'sında dolaşabilir miyim?
Hem var hem yok Bilim adamları fizik yasalarının zamanda yolculuğa izin verip veremeyeceğini tartışırken, bazı filozoflar böyle bir yolculuğun her şeyden önce mantığa aykırı olduğunu düşünüyor. Geçmişe yolculuğun çelişkili sonuçlar doğuracağını, bunun da böyle bir yolculuğun imkansızlığını kanıtladığını savunuyorlar. Büyükbaba Paradoksu'nu örnek verebiliriz. Ergenlik çağında depresyona girmiş bir arkadaşımız -adını Ali koyalım -geçmişe gider ve büyükbabasını büyükannesi ile tanışmadan öldürür ve böylece kendi doğumunu engellemiş olur. Bu durumda Ali'nin hem var olduğu, hem de var olmadığı sonucu çıkar. Bu en temel mantık yasalarımız ile çelişir. Filozoflar mantık yasalarının çiğnenemeyeceğini ve bu yüzden zaman yolculuğunun ancak tarih içerisinde tutarlılık korundukça olabileceğine inanıyor. Geleceğe Dönüş filminin kahramanı Marty McFly Ali'ninkine benzer bir problemle karşılaşmıştı. Annesiyle babasının gençlik yıllarına yolculuk yapan Marty'e annesi aşık olmuş, böylece annesiyle babasının âşkı ve tabii ki Marty'nin varlığı tehlikeye düşmüştü. Tarih içinde tutarlılık zorunluluğu Marty'nin yavaş yavaş fotoğraflardan silinmesiyle gösterilmişti. Zaman Makinesi filminde de yakışıklı Guy Pearce evlenme teklif edeceği gün ölen nişanlısını kurtarmak için defalarca geçmişe dönmüş, ama ne yaparsa yapsın sevgilisinin ölümüne engel olamamıştı. Kurtçuk deliği Ne yazık ki daha zaman makinesi icat edecek bir Doctor Brown veya Guy Pearce çıkmadı. Şimdilik en popüler planlar, "Önce uzayda bir kurtçuk deliği bul," gibi kulağa çılgın gelen ifadelerle anlatılıyor. Gerçekten de Einstein'dan sonra ilk Kurt Gödel'in fark ettiği gibi genel görelilik kuramı aslında fiziksel bir maddenin ışık hızından daha düşük bir hızla yolculuk yaparak kendi geçmişine geri dönmesini mümkün kılıyor. MIT profesörü Alan Guth, Genel Görelilik kuramını özetliyor: "Uzay-zaman kütleye nasıl hareket edeceğini söylüyor. Kütle uzay-zamana nasıl büküleceğini söylüyor." Uzay-zaman kavramını en kolay dört ucundan gerilerek tutulmuş bir çarşafa benzeterek düşünebiliriz. Çarşafın ortasına yerleştirilen bir futbol topu kütlenin uzay-zamanı büktüğü gibi çarşaf yüzeyinin şeklini değiştirir. Eğer çarşafın üzerine bir tenis topu daha koyarsak, oluşan çukurdan dolayı futbol topuna doğru yuvarlanmaya başlar. Bu da uzay-zamanın kütleye nasıl hareket etmesi gerektiğini söylemesidir. Kara delikler de, yerleştirilen bir bowling topunun çarşafı delmesi gibi uzay-zaman yüzeyinde oluşan sonsuz çukurlardır. Zamanda yolculuk yolculuğun gerçekleşebilmesi için uzay-zaman yüzeyinin iki noktasının birbirine değecek şekilde bükülmüş olması gerekir. Evrenin bu bölümünde zaman kapalı olarak tanımlanıyor, çünkü zamanda ilerliyoruz ilerliyoruz sonra bir bakıyoruz başladığımız yere geri dönmüşüz. İşte fizikçilerin kurtçuk deliği dedikleri de böyle bir şey. Boğaziçi Üniversitesi fizik profesörü Metin Arık anlatıyor: "Elmanın yüzeyini evren gibi düşünürsek, kurt deliği gibi evren bir yerinden deliniyor ve öbür tarafından birleşiyor." Böylece teorik olarak bu delikleri kullanarak bir zaman diliminden diğerine geçiş yapmak mümkün. Fakat heyecanlanmak için daha erken çünkü daha evrende bir kurtçuk deliği gözlemlenememiş. Zaman oku İnsan zamanda yolculuğun nasıl bir şey olacağını düşlerken bile zorlanıyor. Sanki zamanın akışı hakkında en iyi bildiklerimize aykırı. Zamanın sadece bir doğrultuda aktığının farkındayız çünkü herkes yaşlanırken kimse gençleşmiyor veya çaya atılan şeker hep bin bir parçacık olup eriyor, ama hiçbir zaman çaydan küp şeker çıkmıyor. Geleceğe şu an, şu ana da geçmiş neden oluyor, şimdi daima geçmişe dönüşüyor, ama geçmişi gelecek açıklamıyor. Evden şemsiyesiz çıktığım için açık hava konserinde ıslanıyorum, ama ıslandığım için evden şemsiyesiz çıkmıyorum. Geçmişe yolculuğu düşlemek zor çünkü bildiğimiz dünyada nedensellik sadece bir yönde işliyor. Ali'nin büyükbabasını öldürmesinde de olduğu gibi geleceğin geçmişi etkilemesi deneyimlerimize ters. Stanford Üniversitesi teorik fizik profesörü Leonard Susskind bu nedenle geçmişe yolculuğun mümkün olamayacağına inanıyor: "Eğer geçmişe gidebilseydik domuzların DNA'sıyla oynar, onları kanatlı bile yapabilirdik. Ama bu imkansız." Prof. Arık'a göre Ali'nin büyükbabasını öldürmesi felsefi bir çelişki. Önemli olan fizik kuramlarının felsefeye değil matematiğe uygun olması. Arık, nedensellik ilkesinin Kuantum Alanları teorisinden çıkarıldığını ve Einstein'ın genel görelilik kuramında yer almadığını belirtiyor. Zaten şu an teorik fiziğin problemi bu iki önemli teorinin birleştirilememesi. Arık zaman yolculuğu ile ilgili soruların ancak bu gerçekleştikten sonra yanıtlanabileceğine inanıyor. Diğer yandan Susskind'e göre geleceğe yolculuk gayet kolay. İşte bize gönderdiği özel tarifi: "Önce kendini bir karadeliğin etrafında dönmekte olan bir uzay gemisinin içinde bul. Gemiye bağladığın sağlam bir halatla kendini tam ufuk çizgisinin biraz üstünde kalacak şekilde karadeliğe bırak. Kendi saatine göre burada on beş dakika takıl. Daha sonra kendini yukarı geri çektiğinde yaklaşık 1000 yıl geçtiğini göreceksin. Geleceğe gitmek kolay, zor olan geri dönmek. Ben bunun imkansız olduğuna inanıyorum." Zamanda Yolculuk eğer mümkünse, insan neden daha önce hiç ziyaretçimiz olmadığını düşünmeden edemiyor tabii. Hawking gibi birkaç karamsar bunu bizim zamanımızın pek bir sevimsiz olduğuna ve zaman turistlerinin başka dönemleri tercih ettiğine bağlıyor. Bana kalırsa Angelina Jolie gibi güzelleri, Brad Pitt gibi yakışıklıları, Mehmet Ali Erbil gibi sunucuları, Ayşe Hatun Önal gibi şarkıcıları, Popstar gibi yarışmaları, futbol gibi hayat felsefesi ile görmeye değer bir zamanda yaşıyoruz. Kim bilir belki de kimliklerini gizli tutan ziyaretçiler -zaman casusları-aramızda dolaşıyor... Zamanın tarihçesi Tarih boyunca fizikçiler ve filozoflar-zaten eskiden bu ikisini ayrılmak zormuş- zamanı anlamaya çalıştılar. Eflatun zamanın göklerdeki dairesel hareket olduğunu söylemiş, Aristo ise zamanın bu hareketlerin ölçüsü olduğunu eklemişti. 17. yüzyılda Newton zaman ve değişim arasında kurulan bağlantıya karşı çıkarak zamanın herhangi bir hareketten bağımsız var olduğunu savundu. 1687'de Principia Mathematica adlı kitabında zaman ve uzay için ilk matematiksel modeli oluşturan Newton'a göre zaman, hep var olduğu ve var olacağından yola çıkılarak, uzaydan ayrı olarak iki yöne doğru sonsuza kadar giden bir doğru gibi düşünülmeliydi. Buna karşın birçok insan evrenin yaratıldığına inanıyordu. Bu yaratılıştan önce sonsuz bir bekleyiş olduğu anlamına gelirdi. Eğer, evren her zaman var olduysa, gerçekleşecek her şey neden önceden gerçekleşmemişti? Alman düşünür Kant bu problemi "saf aklın çelişkisi" ("antimony of pure reason") olarak adlandırdı ve farklı bir bakış açısından, zamanı insan aklının dış dünyadaki nesneleri algılarken kullandığı form olarak düşündü. Einstein 20. yüzyılın başında genel görelilik kuramı ile uzay ve zamanı, olayların içersinde gerçekleştiği bir kap olmaktan çıkarıp, evrenin dinamikleri arasında etkin katılımcılara dönüştürdü. Çok sayıda deneyle uyum gösteren kuram uzay ve zamanının birbirine ayrılmaz biçimde bağlı olduğunu ifade ediyor. Yorumlar: Fiziğin Estetiği Yazan : Ozan Emre ŞENER Konudan ziyade yazı ve estetiği ile ilgilenen bir yorum olacak benimkisi.Oldukça teknik ve de bilimsel olan bir haberden gayet keyifli bir yazı çıkarmış Sevgi YÜKSEL.Örnekleri ve anekdotlarıyla,bir an gözleri gazeteden öteye çevirip,bir kaş hareketi eşliğinde,o anı kafamda canlandırmaya çalışırken,istemeden gülümsememe neden oldu.Osmanlı devrinde dolaşmak aklımdan geçmiştir,ama 'vişne' rengi kaftan...Açıkhava'da ıslanmak ve Şeker Küpü paradoksları da,özel olarak, mutlu eden diğer örneklerdi.Yalnız,zaman turistleri -casus biraz entrika katıyor- için,M.A.Erbil gibi sunuculardan gayrı,A.Çakar,E.Toroğlu gibi TV 'yıldız'larının,ya da Teksoy haberciliğinin!! daha ilginç ve çekici olacağını düşünüyorum.Ayrıca,hariçten gazel okumak gibi olsa da,ben zaman yolculuğunun yapılabileceğine inanıyorum,en azından böyle olabileceğini düşünmek daha çok hoşuma gidiyor, ve bu yüzden daha çok işime geliyor. Ama dediğim gibi, ben Stanford Üniversitesinde teorik fizik profesörü değilim! zaman casusları Yazan : taner taner Imkansiz olan hicbir sey yoktur.Fazla degil, 50 yil once buyukanneme TV denen nesneyi anlatsam bana deli derdi.Ben sahsen insanoglunun dusleyebildigi her seyi bir gun gerceklestirebilecegini dusunuyorum. Aramizda dolasan 'zaman casuslari' olup olmadigini bilmiyorum ama UFO'larin gelecekten geldikleri ile ilgili ciddi suphelerim var. Belki gelecekten gelip bizi gozetliyorlardir, kim bilir? Bu arkadaslardan bir-iki tanesini birgun yakalarsam soracagim ilk soru bu olacak sanirim :) Uzay Yolu IV - Star Trek IV: The Voyage Home Bilim Kurgu / Uzay
Oyuncular Kirk ve ekibi Dünya gezegeninde yargılanmayı beklemektedir. Suçları Yıldızgemisi Atılgan'ı kaçırmaktır (Uzay Yolu 3). Ancak birdenbire yeni bir maceraya sürükleneceklerdir.
Uzaydan gelen bir nesne dünyayı yoketmek istemektedir çünkü çok uzun zamandır iletişim kurduğu bir uzaylı memeli türün 23. yüzyılda soyu tükenmiştir. Garip bir şekilde bu canlı türünün dev balinalar olduğu ortaya çıkar. Kirk, Spock ve ekibin geri kalanı 1986 yılının San Fransisco'suna zaman yolculuğu yaparlar. Burada kültür şoku yaşayan kahramanlarımız bir yandan kimliklerini gizlemek bir yandan da yanlarında geleceğe götürmek için dostcanlısı bir balina bulmak zorundadır. Sıradışı konusu ve bilimkurgu ile dramanın tüm öğelerini başarılı biçimde kaynaştıran bu dördüncü Uzay Yolu filmi, dizinin en başarılı sinema adaptasyonlarından biri kabul ediliyor. 1986'da En İyi Görüntü ve Özgün Senaryo dallarında Oscar'a aday gösterilmişti.
Zamanda yolculuk -Time Machine İnsanoğlunun en büyük fantezilerinden birisi olan zamanda yolculuk düşü bir kez daha sinemalarda. “Zaman Tüneli” (Time Machine)’nin yönetmenliğini Simon Wells gerçekleştirmiş. Korku-bilimkurgu türündeki filmde; Guy Pearce, Samantha Mumba, Omero Mumba ve Jeremy Irons önemli rollerde.
Bilim adamı ve mucit Alexander Hartdegen, zamanda yolculuk yapabileceğini kanıtlama konusunda kararlıdır. Başına gelen trajedi, bu kararlılığını umutsuzluğa dönüştürür ve geçmişi değiştirmek ister. Kendi icadı olan zaman makinesi ile bu teorisini gerçekleştirmeye çalışan Hartdegen 800.000 sene sonrasına gider. Burada insanlar iki türe ayrılmışlardır; avlayan ve avlanan… H.G.Wells’in “ The Time Machine ” adlı klasikleşmiş bilimkurgu romanından Simon Wells tarafından beyazperdeye aktarılan filmde, Alexander Hartdegen karakterini “Memento-Akıl Defteri” ve “L.A. Confidential-Los Angeles Sırları” adlı filmlerde oynayan aktör Guy Pearce canlandırıyor... [ H.G. Wells’in ünlü bilimkurgu klasiğinden beyazperdeye yapılan bu uyarlamanın yönetmenliğini H.G. Wells’in torunu Simon Wells yapmış. Kitabı okuyanlar görecekler ki film gidişat olarak kitapla belli noktalarda ayrılıyor. Bilim adamı ve mucit Alexander Hartdegen zamanın da bir boyut olarak diğer üç boyuttan farksız olduğunu ve bu boyutta da aynı diğer boyutlarda olduğu gibi yolculuk yapılabileceğine inanmaktadır. Başından geçen bir trajedinin ardından zaman yolculuğunu yapma isteği daha da artar. Zamanda yolculuk yapıp geçmişi değiştirmeyi kafasına koymuştur. Çalışmaları sonucunda bir zaman makinesi yapmayı başarır ve zamanda 800 bin yıl ileri gider. Fakat bu gelecekde hiç bir şey beklediği gibi değildir. Geçen binyıllar boyunca insanoğlu iki ayrı canlıya evrimleşmiştir. Avcı ve av.] TIME MACHINE / ZAMAN TÜNELİ TRAJİK OLAMAYAN BİR ZAMAN SARHOŞU -ELEŞTİRİ - by Fırat Yücel....
Zamanda yolculuk, özellikle Hollywood sineması tarafından sık sık kullanılan bir anlatı şablonu. Burada şablon kelimesini kullanmamın nedeni, Hollywood'un Zamanda yolculuk temasını sürekli tekrar edilen bir senaryo modeline dönüştürdüğünü düşünmem. İster orijinal bir metinden yola çıkılmış olunsun, ister H. G. Wells'in klasikleşmiş bir romanı baz alınsın, belirli anlatı kalıpları söz konusu filmlerin merkezine yerleştiriliyor, yeni anlatı kalıpları oluşturmak konusunda herhangi bir çaba sarfedilmiyor. Sürekli tekrar edilen bu kalıpların başında, Zaman Tüneli filminde "What if?" kelimleriyle açıklanan "geçmişi değiştirme isteği" geliyor. Bu kalıp, çoğunlukla bir aşk öyküsü ile iç içe veriliyor ve ana karakterin yaşanan bir trajediden sonra geçmişi değiştirme çabası filmin ana eksenine oturtuluyor. Zaman Tüneli'nin senaryosu, ana hatlarını çizmeye çalıştığım bu şablon üzerine kurulmuş. Filmin asıl sorunu da, temelini dayadığı bu şablonun gereklerini yerine getirememesinden kaynaklanıyor. Alex karakterinin "geçmişi değiştirmek mümkün mü?" sorusunun peşine düşerek geleceğe gittiği ve iki farklı ırkın varolduğu yeni bir dünya ile karşılaştığı kısımlarda film, Alex'in Emma'yı tekrardan hayata döndürme çabası üzerine kurulu olan anlatıdan oldukça uzaklaşıyor. Öyle ki filmin sonunda Emma'nın esamesi bile okunmuyor. Film, Alex'in zaman ilerledikçe, 'ilerleme duygusunun' ve 'zaman yolculuğunun' çekiciliği içerisinde kaybolarak, ilk motivasyonundan (Emma'yı kurtarmak) giderek uzaklaştığını çeşitli anlatı yolları ile seyirciye hissettirebilirdi. Bu, Alex kahramanını binlerce yıllık evrim içerisinde kaybolan, giderek küçülen trajik bir figür haline getirebilirdi. Oysa filmin kendisini futuristik bir tragedyaya dönüştürebilecek böyle bir tema arayışı yok. Tam tersine, özellikle son kısımlarda, anlamsız ve özelliksiz aksiyon sahnelerine odaklanılıp ve hem ilk başlardaki 'Emma izleği'nden hem de daha sonradan oluşturulabilecek temalarden tamamıyla uzaklaşıldığı söylenebilir... Oysa ki ana karakter Alex'in trajik bir figüre dönüşebilmesi için her türlü metinsel olanak, filmin yönetmeninin elinin altında. Alex'in Emma'yı tekrar hayata döndürmek için geçmişe dönmesi fakat talihsiz bir şekilde Emma'nın bir kez daha hayatını yitirmesi ve bunun büyük olasılıkla bu şekilde devam edecek olması (paradoksal zaman anlayışı) başlı başına Alex'i bir tragedya figürüne dönüştürmek için yeterli. Alex, tıpkı Sisyphus gibi tekrar tekrar aynı şeyi yaşayan mahzun bir karakter ve yaşadıklarının farkında oluşu onu enteresan bir figüre dönüştürüyor. Fakat Zaman Tüneli, Alex'in içinde bulunduğu bu ilginç konumu dramatik bir öğeye dönüştüremiyor. Alex, 'saplantılı bilim adamı' stereotipinin klişeleriyle seyirciye aktarılıyor: Kara tahtada tebeşir ile saatlerce problem çözen gözü uyku görmemiş darmadağınık bir adam. Bu noktada Alex'in Akıl Oyunları'ndaki (A Beautiful Mind) John Nash karakterinden pek de bir farkı kalmıyor, o da aynı klişe mantalite ile çiziliyor. Yazının başlangıcına geri dönersek Zaman Tüneli, 'zamanda yolculuk izleği'nden özgün anlatılar ve tematik problemler çıkartamıyor. Bunun büyük ölçüde filmin bir roman uyarlaması olduğundan kaynaklandığını söylemek mümkün, yine de unutmamak gerekir ki en iyi uyarlamalar romanın metnine yeni bir boyut ekleyebilmiş uyarlamalardır (bkz. Shining). Zamanda yolculuk teması, şu ana kadar Hollywood filmlerinde işlenmemiş olan birçok problematiğin su yüzüne çıkarılabileceği bir alan sunuyor yönetmenlere: benlik ve hafıza ilişkisi, evrim teorilerinin sorgulanması, geçmiş ve kimlik sorunu... Fakat bu alanı kullanan şu ana kadar çıkmadı. Evrenin sonsuzluğunda... Naci Oğuz Alfa Yayınları'ndan çıkan "Ceviz Kabuğunda Evren", ürküten bir çekiciliği olan evrenin oluşumundan, sıradan bir kavram haline gelen zamanın evren için vazgeçilmez bir parametre olduğuna, zamanda yolculuk gibi merak uyandıran kanulardan başka gezegenlerdeki canlıların varlığına kadar birçok konuda teorik çıkarsamalar içeriyor. Uçsuz bucaksız toprakları ve engin sularıyla yeryüzü, hiç kuşkusuz üzerinde yaşayan sayısız canlı için devasa bir yaşam alanı oluşturur. Henüz ayak basılmayan toprakları ve esrarengiz yaşamları derinliklerinde gizleyen okyanusları ile dünya; insanoğlu için hâlâ büyük bir sır olarak kendini saklıyor. Ancak keşfetmeyi yakın geçmişte öğrenen ve bu yönde büyük ilerleme kaydeden insanoğlu için bu sır uzun süre saklı kalmayacak görünüyor. Bu büyük düzeneğin okyanusta bir damla kadar yer kaplamadığını öğrenen insanda yaşanan hayal kırıklığı, sonsuzluğun yarattığı başdöndürücü etkinin gölgesinde kaldı bile... Özellikle 20. yüzyılın başından itibaren bilim ve teknolojide yaşanan büyük sıçrama bilimcilere uzayın derinliklerine inmenin yollarını da açtı. Sonsuz boşluk, nostaljik bir gecede görülen yıldızlar, başdöndürücü rakamlarla ifade edilerek insanın hayal gücünü zorluyor. Öyle ki, yeryüzünün iri cüssesi bile uzayın derinliklerinde bir topluiğne başı kadar yer kaplamıyor. Sonsuz boşluk, galaksiler, yıldız sistemleri, gezegenler ve bunların arasındaki kopmaz bağ zaman... Bütün bunlar insanlar için sadece gökyüzüne bakılarak merak uyandıran 'soyut' kavramlar olmaktan çıkmış durumda. Bilim çevreleri için eşsiz bir nimet olan bu kavramlar, günümüzde bilmkurgu safsatalarıyla bir piyasa malzemesi haline dönüştürüldü. Ancak bilim bu safsatalara aldırış etmeyen tavrı ile meraklılarına yeni eserler sunmaya devam ediyor. Ceviz Kabuğunda Evren "Teorik fiziğin parlak zekası olan Stephen Hawking"in "Ceviz Kabuğunda Evren" adlı eseri de, bu alanda birçok merakı giderecek teorilerle ilgililerine ışık tutuyor. Tekerlekli sandalyeye bağlı yaşamıyla, ülkemizde daha çok magazinel biçimde ele alınan fizikçi Hawking, bugün uzay-zaman ve karadelikler üzerine dünyada tartışmasız bir otorite durumunda. Hawking'in bir önceki eseri olan "Zamanın Kısa Tarihi"nde olduğu gibi bu yeni eserinde de ele aldığı konular ve ortaya attığı teoriler, kafa yorucu, ama meraklıları için bir o kadar da açıklıkta. Eser, ürküten bir çekiciliği olan evrenin oluşumundan, sıradan bir kavram haline gelen zamanın evren için vazgeçilmez bir parametre olduğuna, zamanda yolculuk gibi merak uyandıran kanulardan başka gezegenlerdeki canlıların varlığına kadar birçok konuda teorik çıkarsamalar içeriyor. Tabii ki bütün bu teorilerde geçen bilimsel terimler, Hawking'in ince keyifli dili ve ayrıntılı grafik tasarımıyla okuyucuda sıkıntı yaratmıyor. Bir milad: Einstein Hawking, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de oldukça popüler. Popüler olmayı uzay-zaman üzerine yaptığı teorik çalışmalarla fazlasıyla hakeden Hawking, magazine edildiği gibi bu alanda tek fizikçi ya da bilimadamı değil kuşkusuz. "Ceviz Kabuğunda Evren"de yaptığı teorik çalışmaların, geçmişte ve şu anda onlarca bilimadamı tarafından yapılan teorik çalışmaların ve tartışmaların bir bütünü üzerinden geliştiğini aktarmaya çalışan Hawking, oldukça da mütevazi davranıyor. Kuşku yok ki bu alanda ilk isim de Albert Einstein oluyor. Yedi bölümden oluşan eserin ilk bölümünü Einstein'in hayatına ve bilimsel kuramına ayıran Hawking, bütün bilim çevreleri gibi Einstein'i bu alanın miladı olarak kabul ediyor. Einstein'in bir önceki yüzyılın iki mutlak kuramını -mutlak durağanlık ve mutlak/evrensel zaman- yıkan ve doğa kanunlarının serbest hareket eden bütün gözlemciler için aynı olacağı hakkındaki Genel Görelilik Kuramı, uzayın ve zamanın derinliklerinin bilim adamlarının kollarına açılmasının da anahtarı oluyor. Çünkü söz konusu kuram, sadece göreli hareketi ima ediyordu ve kütle ile enerji arasındaki şimdiki birçok teoremin kaynağını oluşturan ilişkiyi ortaya koyuyordu. Hawking, Einstein'in yarattığı bu büyük sıçramayı şöyle tarif ediyor: "Einstein'in makalesinden bu yana geçen yıllar boyunca, bu modele birkaç şey ekledik. Ancak zaman ve uzayla ilgili modelimiz, hâlâ, Einstein'in önermelerine dayanıyor. (...) Einstein'in devrimci makalesinden bu yana geçen yıllarda düşüncelerimizin gelişimini anlatacağız. Bu çok sayıda kişinin çalışmasıyla erişilmiş bir başarının hikayesidir." Geliştirdiği kuramların nükleer bomba yapımına yol açtığı gerekçesiyle Einstein'in acımasız ve yersizce eleştiren "bilim hümanistlerine" ise Hawking'in bir çift sözü oluyor: "Bazıları, kütle ve enerji arasındaki ilişkiyi keşfettiği için, atom bombası konusunda Einstein'i suçladı; ancak bu durum, yerçekimini keşfettiği için uçakların düşmesinden dolayı Newton'u suçlamaya benzer." Evrenin oluşumu Sadece bilim çevrelerinin değil, geniş kesimlerin de üzerinde tartışıp bir sonuca ulaşamadığı evrenin oluşumu konusundaki tartışmalara da değinen Hawking, bu konuya da belli açıklıklar getiriyor. Evrenin, büyük patlamayla oluşmasının ve sürekli genişlemesinin ispatlanması, bilim çevrelerinde yarattığı etkiye eşdeğer bir biçimde dini çevrelerde de geniş yankı buldu. Asırlar boyu hep metafizik ve bağnazlıkla mücadele etmiş bilimin başlangıç hakkındaki bu görüşü; dahası Stephen Hawking gibi bir dehanın bunu söylemesi, papaz takımını ve din bezirganlarını sevince boğar. Çünkü bunun anlamı, zamanın ve evrenin bir başlangıcının olmasıdır. Evrenin oluşumu konusunda bu tartışmalar üzerinden fizikçi Hartle ile yeni teorik çıkarsamalarda bulunan Hawking'in, yaratılış safsatalarına ve din bezirganlarına verdiği yanıt ise, sevinçleri kursakta bırakır: "Evren, dışardından hiçbir şeyin saat düzeneğini kurmasına ve çalıştırmasına gerek duymayacaktır. Bunun yerine evrendeki her şey bilim kanunları ve evren içerisinde zar atışları ile belirlenecektir" Astroloji Astroloji, dünya üzerindeki olayların gezegenlerin hareketleriyle ilgili olduğunu, dolayısıyla insanların psikolojilerinin de bu hareketlerden etkileneceğini ileri sürer. Hawking eserinde, astrolojiyle de ince bir alay geçmektedir. "Eğer astroloji kesin öngörüler yapmayı göze alsaydı, test edilebilir bir hipotez olurdu. Bununla birlikte astrologlar tahminlerini o kadar akıllıca ve belirsiz biçimde yaparlar ki, bu öngörüler herhangi bir sonuçla bağdaşabilir. (...) Çoğu bilimadamının astrolojiye inanmamasının gerçek nedeni, (...) astrolojinin deneylerle sınanan diğer kuramlarla tutarlılık göstermemesidir." Bu bölümde Laplace'nin bilimsel determinizm teorilerine değinen Hawking, ilerleyen bölümlerde karadelikler üzerine ayrıntılı açıklamalarda bulunuyor. Zamanın karadelikte yokolacağı tezini sürdürüyor: "Karadeliğe düşen astronot için zaman son bulacaktır." Zamanda yolculuk Hollywood filmlerinin vazgeçilmez öğelerinden zamanda yolculuk mümkün mü? Kitapta bu konu birçok açıdan incelenmiş. Grafikler yardımıyla oldukça anlaşılır kılınan bu bölüm, Hawking'in "zaman makinesi için yeterli bükülmenin bulunma olasılığı sıfırdır" tesbitiyle özetlenebilir. Daha açık bir deyişle, Hawking'e göre birinin geriye dönüp büyükbabasını öldürme olasılığı olarak on ve ardından bir trilyon trilyon trilyon trilyon trilyon sıfırda birden düşüktür. On beş milyar yıl gibi aklın hayal bile edemeyeceği uzun bir zaman ve sürekli genişleyen sonsuz bir boşluk... Bilimin böylesine 'bakir' bir alanla ilgili yaptığı çalışmalar, kuşkusuz şu anda çok geri düzeyde. Ancak daha önceki yüzyıllarda evrenin tarihi 5-10 bin yılla açıklandığı düşünüldüğünde, alınan mesafenin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Tabii ki, bu gelişmelerin sürekli bir ilerleme ve diyalektik bir bütünlük göstereceği düşünüldüğünde, bilimin devrimci rolü bir kez daha ortaya çıkacaktır. Bilimi kendi çıkarları için metalaştırmaya çalışanlar, bu ilerlemenin altında ezilecektir. Hawking'in bu yalın ve kolay anlaşılır başyapıtı da bu ilerlemeye katkıda bulunuyor.
Timeline (Zaman Ötesi) Editörün Notu : Michael Crichton'ın, en çok satan romanlarından biri. Geleceğe şaşırtıcı bir biçimde bakan film, Fransa'da Ortaçağa ait bir kaleyi inceleyen bir grup arkeoloji öğrencisinin çalışmaları sırasında, profesörlerinin birdenbire 14. yüzyılın içinde ortadan kaybolmasını konu alıyor. Konu : Feodal savaşın içinde profesörü kurtarmak için büyük bir tehlike içine giren öğrenciler, sadece geçmişi kazı yaparak bulmaya çalışmadıklarını, aynı zamanda geçmişin içinde yaşadıklarının da farkına varıyorlar. “Lethal Weapon” ve “Superman" gibi ünlü filmlerle adından söz ettiren Richard Donner'ın yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği “Timeline”, “X-Men” ve “Free Willy” gibi filmlerin yapımcısı olan Lauren Shuler Donner'ın da projede yer almasıyla birlikte film, yirmi yıllık sinema tecrübesine sahip isimleri arkasına alıyor. Fransa'daki Dordogne Vadisi'nin ortasında, bir grup arkeoloji öğrencisi ve profesörleri 14. yüzyıla ait kaledeki kalıntıları araştırmaya giderler. Profesör Edward Johnston için bu, uzun süredir hayalini kurduğu bir çalışmadır. Profesörün yardımcısı Andre Marek, oğlu Chris ve öğrenciler, Stern ve François ile Johnston çalışmaları sırasında sadece La Roque Castle keşfetmeyecek aynı zamanda Castlegard kasabasındaki manastırı ve yapıları da keşfedeceklerdir.
Fakat işler bir süre sonra bozulmaya başlar... Kazı işinde, bir de şüpheli yardımsever International Technology Corporation (ITC) adına çalışan Robert Doniger vardır. Profesör Johnston bazı yanıtları almak için New Mexico'daki ITC merkez bürosuna gittiği sırada öğrenciler 600 yıldan fazla zamandır kapalı olan bir oda keşfederler. Marek ve Kate bu odanın içine düşer ve çok şaşırtıcı iki şey keşfederler; oda mühürlendiği zaman keşfedilmesi imkansız çift odaklı bir mercek ve Profesör Johnston tarafından yazılmış 2 Nisan 1357 tarihli bir yardım çağrısı! Bu esrarengiz olayı çözmeye kararlı olan öğrenciler Dognier'in yeni bir buluşu olduğunu da öğrenirler. Bu üç boyutlu nesneleri uzaya gönderebilen bir makinedir. Bunun gemicilik konusunda bir devrim yaratacağını iddia eden Doniger, elinde olmadan 14. yüzyıla bağlanan bir yol açmıştır. Kendi hakkında bilgiler elde etmeye çalışan profesör ise şimdi Fransız ve İngiliz feodal savaşının tam ortasındadır. Johnston'ın öğrencileri dünyanın en vahşi savaşlarından birinin içinde,hayatta kalmayı başarabilecekler mi? Daha doğru bir soruyla 21. yüzyıla geri dönebilecekler midir? Yale Üniversitesi'nden bir grup arkeoloji öğrencisi Fransa'da bir tarihi yerleşim üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Çalışmalar sırasında ekibin liderliğini yapan profesör Edward Johnston ortadan kaybolur. Öğrenciler ITC adlı gizemli bir firma tarafından aceleyle ülkelerine geri götürülürler. ITC'nin başkanı Robert Doniger öğrencilere profesörlerinin şirketi tarafından üretilen ve insanların zamanda yolculuk yapmasını sağlayan bir alet yüzünden 14. yüzyılın Fransa'sında mahsur kaldığını açıklar... Bunun üzerine öğrencilerden Chris Hughes ve Kate Erickson profesörü kurtarmak için yanlarına arkeoloji uzmanı Andre Marek'i alarak 500 yıl öncesinin Fransa'sına bir yolculuk yapmaya karar verirler. Bu esnada gruptan David Stern de "şimdiki zamanda" kalarak Doninger'ın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışacaktır. ------------------------------------ Professör Edward Johnston ve asistanı liderliğindeki bir grup öğrenci, Fransa\'da bulunan 14. yüzyıldan kalma bir kale üzerinde arkeolojik araştırmalar yapmaktadırlar. Araştırmalar rutin şekilde devam ederken öğrenciler şans eseri 600 yıldır kimsenin keşfetmediği bir bölümde eski dökümanlar bulurlar. Bu yeni keşif üzerinde çalşırken, bir grup bilimadamının zaman içinde yolculuk yapmayı gerçekleştirdiğini öğrenirler. Böylece bu deneyi ilk kez olarak uygulamak onlara düşer ve 14. yüzyılın Fransa\'sına gönderilirler. Fakat ilk bakışta kolay gözüken olayın ne kadar tehlikeli olduğunu kısa zamanda anlayacaklardır. Eleştiri: Zaman Ötesi'nde Yeni Bir Şey Yok by Anıl Ergin Zamanda yolculuk kavramı sinemada, özellikle bilimkurgu sinemasında en çok işlenen konulardan birisidir herhalde. En basit bir televizyon filmini bile heyecan verici yapan bir konudur. Geçmişin ya da geleceğin bilinmezliklerine doğru yolculuk yapmak düşüncesi hep heyecan verir. Şöyle bir düşünürsek, Zaman Makinesi, 12 Maymun, Star Trek: Voyage Home veya Pleasentville, Frekans gibi görece olarak daha yeni olan filmler her zaman seyir keyfi vermişlerdir. Michael Crichton’ın romanından uyarlanan Zaman Ötesi'ni de rahatça bu filmler arasında sayabiliriz. Avrupa’da kazı yapan bir grup arkeoloğun, yanlışlıkla 14. yüzyıla yolculuk yapan bir sistem geliştiren sponsor firmaları sayesinde söz konusu döneme gitmelerini konu alan film, yukarıda adını andığımız örnekler arasında çok sivrilen bir yapıya sahip değil. Fakat bu tabii ki filmi elimizin tersiyle itmemize neden değil. Sadece konu fazlaca dallandırıp budaklandırmadan güzel bir ortaçağ öyküsü anlatılmış. Aslında Crichton’ın Timeline’ı çok başarılı bir roman olmamakla beraber ilginç bazı noktalara değiniyordu. Bir bilim adamı olmayan fakat yazmış olduğu her kitap için oldukca detaylı araştırmalar yapan ve konuya hakim olmayı başaran yazar, ortaçağa ilişkin pek çok bilgi veriyordu. Tabii ki İlber Ortaylı tadında değildi Crichton’ın verdikleri. Fakat ticari kaygılarla yazılmış bir romanın içinde ufkumuzu genişletecek bilgilere ulaşmak da keyif veriyordu. Richard Donner her edebiyat uyarlaması filmde olduğu gibi kitaptaki bazı unsurları elemek zorunda kalmış. Film heyecan verici bir konuya sahip olmakla beraber çok düz ilerliyor. 14. yüzyıla giden Profesor Johnston’ı bulmak için arkasından giden arkadaşlarının macerası bir noktadan sonra vasat bir maceraya dönüşüyor. 21. yüzyıldan 14. yüzyıla giden bilim adamları konusu dışında herhangi bir çarpıcılık yok. Profesör Johnston bulunuyor, kovalanıyorlar, terslik oluyor, dönemiyorlar… Aslında bir yandan oldukça eğlenceli bir film. Fakat örneklerini çok gördük. Özellikle 12 Maymun ve Geleceğe Dönüş gibi yaratıcılığın sınırlarını zorlayan filmleri defalarca izledikten sonra etkilemeyi başaramıyor. Öyküsünün dışında film genel olarak bir Richard Donner filminden beklenen her şeyi veriyor. Aksiyonu eksik değil. Olmaması beklenemezdi zaten. Filmin sonundaki Castlegard kuşatması sahnesi ise yetmişli yaşlarındaki yönetmen için heyecan verici olsa gerek. Filmin ana karakterlerinden olan Marek’in 14. yüzyılda aşık olması ise filme heyecan katan diğer bir nokta olmuş. Zaman Ötesi fırtınalar koparacak bir film değil. Zaten duyduğumuza gore ABD’de de pek bir hasılat yapamamış. Hatta DVD raflarında indirimli filmler arasına da düşebilir kısa zamanda. Fakat kötü bir film de değil. Belki yönetmen Richard Donner değil de daha farklı biri olsaydı çok daha renkli bir film olabilirdi. Donner aksiyon filmlerinin adamı evet ama böyle derinlik katıp alt metni güçlendirilmesi gereken bir filmde yetersiz kalmış.
Frequency (Frekans) FREKANS Orj. Adı: Frequency Geçmişle bugünün frekansı tutunca Zamanda yolculuk gibi popülaritesi yüksek bir konuyu, giderek düşen bir tempoyla anlatan Frekans adlı filmin öne çıkan noktalarından biri 'cast'in başarısı. TV'de ilk kez yayınlanacak olan film kader olgusuna yaptığı vurguyla da dikkatleri çekiyor. Başarılı bir polis olan John Sullivan, eski telsiziyle 30 yıl öncesinden bazı frekanslar alabildiğini farkeder. Konu üzerinde yoğunlaşınca bu frekansın yıllar önce bir yangında hayatını kaybeden babasına ait olduğunu görür. Babasıyla eski günleri konuşan John, zaman geçtikçe onun ölmesini engelleyebileceğini anlar. Ne var ki, bu yaptığı bir şekilde tarihin akışını değiştirecek ve o yıllarda üstüste cinayet işleyen bir katilin yakalanmasını engelleyecektir. Bunu farkeden baba oğul, telsiz konuşmaları ile bunu engellemek için mücadeleye girerler. New York Mets ve Cinncinati Reds Amerikan Futol takımlarının, reklam kampanyası için 30 yıl önce giydikleri formalarla bir gösteri maçı yaptığı film, bilimadamlarının ve insanoğlunun her zaman keşfetmeyi hayal ettiği bir buluş olan 'zamanda yolculuk'a odaklanıyor. Yönettiği Fallen ile bu türe aşina olan yönetmen Gregory Hoblit, ilk kez senaryo yazan Emmerich'in senaryosundan bu konuya el atıyor. Bu tür rollerde hep iyi performans gösteren Dennis Quaid, herkesin sahip olmak isteyeceği bir baba rolünde karşımıza çıkıyor. The Thin Red Line ile yıldızı parlayan Jim Caviezel ise duygusal sahnelerde başarılı. Film başlangıç itibariyle Final Destination gibi etkileyici bir fikirle açılıyor ama senaryodaki eksiklikler sebebiyle giderek zayıflıyor. Ama oyunculuk ve yönetmenlik açısından ondan daha başarılı olduğu da söylenebilir.
Zamanda geçmişe yolculuk yapıp bir şeyi değiştirme fırsatı elde etseydiniz ne yapardınız? Neyi değiştirirdiniz? John Sullivan için bu soruya verilecek cevap çoktan hazır. 12 Ekim 1969 gecesi kontroldan çıkan bir yangın nedeniyle kahraman bir itfaiyeci olan babasının ölümüyle sonuçlanan trajik olayları olmasını engellemek. Şu anda bir polis olan John o günden bu yana hayatını değiştirien ve onu yalnızlığa iten bu trajik layı değiştirebilmenin hayali ile yaşamıştır. Şimdi John'un eline tam böyle bir fırsat geçer. Babasının ölüm yıldönümünde bir gün önce, gökyüzünde etkileci aurora borealis fırtınlarının olduğu bir gece kendisine miras düşmüş evde babasının eski radyosunu bulur ve onu kurcalamaya başlar. Bir elektirik kaçağı sonucunda John kendisini tanımadığı birisiyle koşuyorken bulur. İşin garip yönü bu kişinin kendisin bir itfaiyeci olduğunu ve içinde bulunduğu yılın da 1969 olduğunu söylemesidir. Acaba John kendi evinde, 30 yıl önceki kendi babası ile mi konuşmaktadır? İlk başta ikisi de birbirine inanmaz ama John bu yeni tanıştığı babası Frank'le tüm gece boyunca konuşur ve hayatında ilk defa babasına karşı hissettiği duyguları ortaya döker. John bu sırada babasız büyümesine neden olan trajik olayı önleyebileceğinin farkına varar. Frank'i hayatına mal olacak hatası sonucunda uyararak onun yangından canlı çıkmasını sağlayabilecektir. Ertesi sabah uyandığında John duvarında babasının yaşlanmış fotoğraflarının bulunduğunu görür. John geçmişi değiştirerek yeni bir şimdinin oluşmasına neden olmuştur. Kafasında babasına ait yeni hatıraların bulunduğunun farkeder. Bunun yanısıra kısa bir süre sonra başka bazı şeylerin de değiştiğini öğrenir. Babasının kurtulması ile başlayan değişiklikler, annesinin de öldürülmesine de neden olan bir dizi seri cinayetin başlamasına neden olmuştur. Şimdi birbirinden 30 yıl mesafe ile ayrı olan John ve Frank zamana karşı yarışıp kaderlerini bir kez daha değiştirecek cinayetin olmasını engellemek zorundadırlar. Fakat Frank kendi zamanında ne zaman bir şey değştirse John yeni bir şimdiyle, yeni bir gerçeklikle uyanmaktadır. Zaman Polisi (Timecop)
...:::Günümüzün silahlarıyla geçmişe yolculuk yaparak altın taşıyan atlı arabaları soyan bir grup zaman yolcusu:::....
Bilim Kurgu / Aksiyon
Zaman Makinesi-H.G.WELLS-Kitabın özeti: Time Machine KİTABIN ÖZETİ Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, değerli bir bilim adamı, İngiltere'deki evinde misafir ettiği konuklarına bir gösteri sunar. Bu gösteride, kendi yarattığı bir cihazı herkesin gözü önünde yok eder. Hayretle ne olduğunu soran gözlere, verdiği cevap, şekli kafese benzeyen bu aleti zamanda bir yolculuğa çıkarttığıdır. Misafirler, bilim adamına karşı saygılarından, bu açıklamayı duyduktan sonra akıllarına ilk gelenleri söylemezler, sadece ufak tepkiler vermekle yetinirler. Kimse farkında olmadan bilim adamı, büyük bir tutku ile içerdeki başka bir odaya girer, misafirler yemekteyken, diğerlerinin haberi olmadan bir insanı taşıyabilecek büyüklükteki ikinci bir zaman makinesi ile yolculuğa çıkar. Geriye döndüğünde, misafirler sadece bir kaç dakikalarını harcamışlardır. Oysa bilim adamı günlerdir hiç yıkanmamış bir insan görüntüsündedir. Üstü başı kir içindedir, yıpranmış ve yorgun görünmektedir. Neler olduğunu anlamayan misafirlere hikayesini anlatır. Misafirlerden editörlük yapan arkadaşı, bunu bir haber yapacağını düşünerek diğerleri gibi bilim adamının anlattıklarını can kulağı ile dinler. Zaman gezgini bilim adamı, yolculuğunu anlatırken, ilk önce güneşin ve ayın daha hızlı hareket ettiğinden söz eder. Daha sonra zaman makinesindeki manivelaları daha çok çevirerek hızını artırdığından söz eder. Çevresindekilerin jet hızında değiştiğinden, bir süre sonra evinin duvarlarının kaybolduğundan ve makinadaki zamanı gösteren cihazın sıfırlarının arttığından sözeder. Dışarıda insanlığın bir savaş yaşadığını, evlerin yıkıldığını farketmiştir. Büyük bir yıkım gözlerinin önünden birkaç dakikada geçer. Gerçekte ise bu sürecin çok uzun olduğunu zaman sayacından farketmiştir. Etraf bir süre sabit karanlığa gömülmüş daha sonra tekrar ağaçlar ve bitkiler yeşermeye başlamıştır. Güneş tekrar gökyüzünde hızlı dairesel hareketine başlamıştır. Tekrar ay ve yıldızları görebilmektedir. Yıldızların uzun süreli yer değiştirmelerini hızlı bir film seyreder gibi gözlemleyebilmektedir. Sonunda zaman makinasının üstünedeki manivelaları ters yöne çevirmeye
başlar. Güneşin hareketinin yavaşladığını hemen farkeder.Zamanda yaptığı
yolculuk yavaşlayan bir ivme ile sona erer. Zaman gezgini, zamanda ileri
doğru bir yolculuk yapmıştır. Durduğunda yemyeşil cennet gibi
bir yerdedir. Etrafında bugünkü insanlardan daha kısa boylu, sürekli gülen
ve sevgi içinde yaşayan herkesin tek tip kıyafet giydiği bir toplum vardır.
Toplulukla kısa sürede ilişki kurar. Bu toplulukla konuşmayı beceremese de,
sevgi dolu topluluk onu hemen kabul eder. Bu topluluktan en yakın arkadaşı
bir geleceğin kadın insanıdır. Bu arkadaşı ile dünyayı kısa sürede keşfeder.
İlerleyen günlerde zaman makinesinin ortadan kaybolduğunu farkeder. Bu sevimli dostlarının makineyi bir yere götürdüklerinden şüphelenir. Fakat daha sonra farkeder ki, bu dünyada yalnız bu tek tip geleceğin insanları yaşamamaktadır. Yer altında, farklı bir evrim geçirmiş ve yiyecekleri tükendiği için bu sevimli insanları bile yiyen bir tür yaşamaktadır. Geleceğin sisteminde yer altında kurulan büyük endüstiriyel şehirler, gözlerini karanlığa alıştırarak evrimleşen geleceğin ikinci insan türünden yukarıdaki mutlu topluluk da çok korkmaktadır. Zaman gezgini, makinesini tekrar ele geçirip, geriye dönebilmek için, karanlık dünyaya iner. Fakat yer altında, vahşi denebilecek bu toplumdan o da korkar, tam aklını kaçırmak üzereyken zaman makinesine ulaşır ve geri döner. Masada hala yemek yemekte olan misafirlere hikayesini anlatır. Kendisi bile bir an için rüya gördüğünü düşünür, fakat herkes kanayan ayağının ve elinin yüzünün kir içinde olduğunun farkındadır. Yemeğin sonunda editör arkadaşına bir kaç gün sonra daha detaylı görüşmek üzere randevu verir. Bir kaç gün sonra editör arkadaşı geldiğin de, bilim adamını elinde bir kamera ve sırtında bir çantayla görür. Bilim adamının ona birkaç dakika sonra herşeyi ispatlayacağını söylemesine bir mana veremez ve içerideki odaya girerken o da masanın üzerindeki gazeteyi okumaya başlar. Biraz sonra çığlığın geldiği odaya girer, fakat bilim adamını göremez. Zaman makinesi olduğu iddia edilen nesnenin de odada olmadığını fark ederken, bilim adamını sonsuza dek bekleyeceği aklına gelmemiştir. GEÇMİŞE YOLCULUK VAR !Einstein izafiyet teorisini ortaya attığından
bu yana, fizikçiler dünya üzerinde dört boyut bulunduğunu kabül ediyorlar.O
zamana kadar bilinen ve kabül gören üç boyut olan uzunluk, yükseklik ve
genişliğe ek olan diğer fiziksel boyut ise zaman olarak
biliniyor.Matematiksel olarak da kabül gören 4'üncü boyut, diğer üç boyuta
eşit değer taşıyor.Ancak insanlar dünya üzerinde üç boyutta, her yönde
hareket edebiliyorlar yani, yukarı ve aşağı, sola ve sağa, ileri ve geri.
Ancak zamanda sadece ileri doğru hareket edebiliyorlar, zamanda geriye doğru
hareket hiçbir zaman gerçekleşmiyor.Fakat fizik kanunlarında, zamanın geriye
doğru hareket edemeyeceğini söyleyen bir kural mevcut değil.Zaten
Einstein'in bu konuda ispatladığı hareket denklemi de zaman geriye
döndürüldüğünde gayet iyi çalışıyor.Ancak henüz hiç kimse zamanda geriye
seyahat etmeyi başaramadı. Bir Solucan Deliğinden Yıldızlara Bakmak... Hiperuzayda, o ne uzay ne de zaman, ne madde ne de enerji, ne bir şey ne de hiçbir şey olan hayal edilemez bölgede, insan bütün galaksiyi, zamanın birbiri ardına gelen iki anı arasında kat edebilir.
Uzaygemilerinin evrende, sanki evren Londra Metrosu'ndan biraz daha büyükmüşçesine hareket etmesine olanak tanıyan "hiperuzaydaki zıplamalar" olmasa, yıldızlar arası maceraları anlatan pek az bilimkurgu romanı akla yakın gelirdi. Ancak çok yakın zamana kadar fizikçiler böylesi yolculukları hayal ürünü diyerek göz ardı etme eğilimindeydi. Öyle olmasaydı ne kadar iyi olurdu! Işıktan daha hızlı yolculuk etmeyi olanaksız kılan kuralları hiçe sayan torunlarımız en yakın yıldız sistemindeki Alpha Centauri'ye birkaç haftada ulaşır, on-on beş binyılda da Samanyolu Galaksisi'ndeki yaşamaya elverişli bütün gezegenlerde koloniler kurarlardı. Hiperuzay yolculuğu hayalden ibaret olmayabilir. New Scientist'te çıkan bir makalede 1989'dan beri bu konuda büyük kuramsal ilerleme kaydedildiği bildiriliyor. Michael Morris ve Kip Thorne, 1989'da Carl Sagan'ın Contact (Temas) adındaki romanını akla yatkın göstermesine yardım etmek için bir yazı yayımlamışlar. Akla hayale sığmayacak karmaşıklıktaki bir tünel sistemiyle uzaydaki bölgeleri birbirine bağladığı varsayılan, uzay-zamanın yapısındaki '' solucan delikleri" bu işin anahtarı. Einstein'ın genel görelilik kuramının (1916) denklemlerine göre uzay-zamanın süreklilik gösteren bir yapısı var. Gezegenler ve yıldızlar gibi büyük cisimler etraflarındaki uzayı ve zamanı bükerler. Bu tünellerin girişleri her yerde ama -sorun da burada- çapları o kadar küçük ki, atomların gezegenler kadar büyük görünmesine neden oluyorlar. Fiziksel olarak mümkün olan en küçük ebatlardalar, bir santimetrenin trilyonda birinin trilyonda birinin milyarda birinden daha büyük değiller. Dolayısıyla, hiperuzay yolculuğunu gözde canlandırmanın üç yolu var. Birincisi uzaygemisini ve mürettebatını bu boya indirmek ve bildik uzaya çıktıklarında tekrar büyütmek ki pek mümkün görünmüyor, ikincisi alışılmamış bir mekanizmayla (Örneğin çekici kütleçekiminin zıddı olan itici kütleçekimiyle) bir solucan deliğini makul bir büyüklüğe getirmek ki bu da çok zor görünüyor. Üçüncü yol ise, Princeton Üniversitesi'nden Richard Gott ve Pullman'daki Washington State Üniversite-si'nden John Cramer'in ortaya attığı gibi, hali hazırda var olabilecek makul büyüklükte solucan delikleri aramak. Bu fikir evrenin kendi tarihinden kaynaklanıyor. 15 milyar yıl önce Büyük Patlamayla yaratıldığında evren çok çok küçüktü. Peki nasıl bu kadar büyüdü? Bu sorunun çoğu fizikçinin kabul ettiği cevabı "şişme", yani birkaç salisede itici kütleçekimiyle evrenin şimdiki büyüklüğüne ulaşması. Her şeyin büyümesine neden olan bu muazzam genişleme, ilkel solucan deliklerini de bugün olduklarını tahmin ettiğimiz alt-alt-mikroskobik büyüklükten milyonlarca değilse bile binlerce kilometrelik çaplara getirmiş olabilir. Bundan sonraki adım böyle bir solucan deliği bulmak. Bunun başarılması için çoğu gökbilimcinin rutin olarak yaptığı bir işe —ışıkları olağandışı bir biçimde titreşiyor mu diye milyarlarca yıldızı seneler boyu gözleme işine— biraz daha emek harcanması gerekiyor. Yıldızların ışıkları çeşitli şekillerde, çeşitli sebeplerden titreşebilir ama Morris bir yıldızla aramızdan geçen bir solucan deliğinin yıldızın çok farklı parlamasına neden olacağına inanıyor. İtici kütleçekimi yüzünden genişlemişse (ki büyük boy bir solucan deliği olabilmesi için başka çare yok) arkasındaki yıldızın, orta kısmı biraz sönük "çifte başak" şeklinde ışınlar yayacağını tahmin ediyor. Eldeki yıldız görüntüleri arasında, böyle alışılmamış parıltılar saçan yıldızları arayabiliriz. Ancak solucan tünelleri, ister küçük ister büyük olsunlar büyük olasılıkla son derece karmaşıklar. İçlerinde yolculuk etmenin hiç de kolay olmayacağını öngörüyor kuramlar, çünkü en kurnazca kazılmış labirentimsi bir Roma mezarından bile daha karmaşık bir biçimde dallanıp budaklandıkları düşünülüyor. Birbiri ardına yol ayrımları, birbiri ardına ilmekler kaybolmama şansını son derece düşürüyor. Kısacası kimse böyle bir labirentte nasıl yol alınacağını bilmiyor. Şimdilik solucan deliklerini bildiğimiz kadarıyla, insanın sadece nereye çıkacağını değil, ne zaman çıkacağını da bilmek olanaksız. Bazı kuramlar (ama hepsi değil) seyyahların zamanda geri gideceğini ileri sürüyor. Başka bir evrenin bildik uzayına çıkmaları gerekiyor çünkü bu evrenin geçmişine dönmeleri olanaksız. Neden mi? O zaman kendi anababalarını daha tanışmadan öldürmek olanağına sahip olur ve böylece yasak bir paradoks yaratmış olurlar da ondan. Bu nedenle uzaygemisi tasarımcılarının, bildik uzaya ve görece ağır bir hıza mı sadık kalacaklarına yoksa son derece karmaşık bir bilimin mi izini süreceklerine karar vermeleri gerekecek Kaynak: 1- Bir Solucan Deliğinden Yıldızlara Bakmak... ( ''Bilimkurgu2000'' yazınından alınmıştır) Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
|