Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli                                   

 

İki Amerikalı bilim insanı, 1887 yılında, gözlemcinin hızı ne olursa olsun, ışığın hızının hep aynı değeri aldığını keşfettiler.Bu, tarihi Galileo’ya kadar uzanan genel hareket yasalarıyla çelişiyordu ve Einstein’ın  ışık hızının ve bütün fizik kurallarının, gözlemcinin hızına bakılmaksızın aynı olduğunu önermesine yol açtı.Bu basit düşünce, sıradan cisimlerin uzunluk ya da kütle gibi özelliklerinin, gözlemcilere göre, hızları uyarınca  değiştiği gibi büyük bir sonucu doğurdu.Özel Görelilik Kuramı diye adlandırılan bu kuram, bilim dünyasında devrim yaptı.E =Mc2 formülüne giden yol açılmıştı.Bu formül, nükleer enerjinin ve hidrojen bombasının temelinde yer alacaktı.Kuvantum mekaniğinin kurallarıyla bir araya getirildiğinde ise, kimyasal elementlerin neden var olduğunu gösterip, anti-maddenin keşfedilmesine aracı oldu.Işık hızından daha hızlı yolculuğa getirdiği kısıtlama ise, artık tehtid altında.Böylece Uzay Yolu dizindeki gibi uzay yolculukları mümkün olabilecek.Özel Görelilik Kuramı’nın  son söz olmadığına ilişkin işaretler de var.Bu kuram, büyük olasılıkla, uzay ve zamanla ilgili daha geliştirilmiş bir kurama giden araştırmacıların başlangıç aşaması.

Özel Görelilik Kuramı’nın etkilerinin araştırılmasına devam ediliyor.Özel Görelilik’in çok karmaşık bir uzantısı olan, Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı aracılığıyla, Özel Görelilik Kuramı’nın ışık hızından hızlı yolculuğa koyduğu kısıtlamanın aşılmasına çalışılıyor.Galler Üniversitesi’nden Miguel Alcubierre, Genel Görelilik’in, ışık hızından hızlı yolculuğun taklidini mümkün kılan bir uzay-zaman eğrilmesine izin verdiğini  gösterdi.Ancak, uzay zamanın nasıl büküleceği hala bilinmiyor.Son yıllarda, Özel Görelilik denilen dev kayanın üzerinde çatlaklar belirmeye başladı.Kurama göre  derin uzaydan gelen kozmik ışınların bir sınırı olduğu halde, bu sınırı aşan ultra-hızlı ışınlar gözlendi.Bazı kuramcılar, bütün gözlemcilere göre aynı hıza sahip olmanın, sadece ışığa özgü bir özellik olmadığını düşünüyorlar.Evrensel değere sahip bir enerji eşiğinin varlığı da mümkün.      

   

 << 1994- Miguel Alcubierre, uzay ve zamanın teknolojik cihazlarla bükülmesiyle, ışık hızının aşılabileceğini öne sürdü.>>

‘‘İki Kat Özel Görelilik’’ çalışmaları, henüz emekleme döneminde. Buna rağmen, Einstein’ın devriminden daha büyük etkiler yaratabilecek bir kuramın kapılarını aralayabilecek güce sahip.

Karadelikler  uzay/zaman geçitleri:

Karadelikler evrenin en korkunç ve en esrarlı cismidir. Bir karadelik uzay-zamanı yırtar, dipsiz bir kuyu açar, civarındaki herşey kendine çekerek, içine alır. Yoğunluğu ve çekim gücü sonsuzdur. Işık bile ondan kaçıp kurtulamaz ve bu yüzden o bir karadeliktir.

1 cm3 'ü 200 milyon ton gelir. İçinde zaman durmuştur. Etrafında olay-ufku denilen bir girdap, ortasında ise tekillik noktası vardır. Yaklaşan bir cisim olay-ufkuna girince hızla çekilir, cismin boyu uzar, parçalarına ayrılır ve sonsuz hızla tekillikten içeri alınır. Dışarıdan bakan birisi cismi olay-ufkunda asılı duruyormuş gibi görür, çünkü orada zaman artık durmuştur. Çünkü, çekim kuvveti arttıkça zaman yavaşlar, çekim gücü sonsuz olunca zaman durur.

Olay-ufkuna girenler asla geri dönemez ve ışık hızı ile ortadaki tekillik noktasına çekilirler. Tekillik noktasının çapı 10-33 cm olup, buraya doğru yol alanlar x-ışını çıkarırlar. X-ışınları içeri girmekte olan cisimlerin ölüm çığlığıdır. Tekillik noktasında bizim bütün yasalarımız, formüllerimiz geçerliliğini kaybeder, başka bir evrenin yasaları işler. Tekillik noktasının malzemesine kuantum köpüğü denir.

Karadeliklerin ömrü 1056 yıldır. Sonunda buharlaşıp yok olurlar. Yerinde sabit duranlar olduğu gibi, saniyede 10.000 defa dönenleri de vardır. Karadeliğin dönüş yönünde yol alanlar geleceğe, tersi yönünde yol alanlar ise geçmişe giderler.

Bir proton büyüklüğünde fakat milyarlarca ton ağırlığında olan mini karadeliklerin sayısı çok fazladır. Bunlar tespit edilemez ve bir gezegenin içine girince onu içerden yiyip bitirirler. Mini karadelikler sonunda buharlaşıp yok olurlar ve 10 milyon tane 1 Mega tonluk nükleer bomba şiddetinde etki çıkarırlar.

Civarımızdaki en yakın karadelik 1972'de keşfedilen Cygnus x-1 olup, son zamanlarda Hubble teleskopu çok sayıda karadeliği belirlemiştir. Cygnus x-1 bizden 8.000 ışık yılı uzaklıkta olup, eğer bize doğru geliyorsa, belli bir süre sonra saniyenin 50 milyonda biri bir zaman içinde dünyayı yutacaktır.

Karadelikleri anlamanın en iyi örnekleri :

• Kartopunun sıkıştırılması

• Bir sünger yatağa yukardan bırakılan bir gülle

• Dünyanın bir uzay devi tarafından 1 cm'e sıkıştırılması

KARADELİĞİN ARKASI :

Karadeliğe giren cisimler (gezegenler, yıldızlar ve hatta komple bir galaksi) nereye gidiyor ? Bunlar tekrar bizim evrenimize geri dönmüyorlar. Dönselerdi bunların çıkardıkları ışınlardan anlardık. O zaman bütün bu malzeme nereye gidiyor ?

Karadeliğin tekilliğinden 10-33 cm genişliğinde bir kurt deliği başlıyor. Kurt deliği bir köprü gibidir, öbür ucu bir akdeliğe bağlı, ortasında bir bebek evren var. Karadelik bizim evrenin çıkış kapısı, akdelik ise yanımızdaki diğer bir evrenin giriş kapısıdır. Karadelik daima çeker, akdelik ise daima iter. Karadelik yutar, akdelik fışkırtır. Karadeliğe girenler sıfır zaman ve sonsuz hızla kurt deliğini geçip akdelikten öbür evrene dalar ve asla geri dönemezler.

Bir karadeliğin yuttuğu malzemenin bir kısmı ortadaki bebek evrene girer, onu besler. Bebek evren bu malzeme ile büyür ve sonunda tam bir evren haline gelir. Malzemenin geri kalan kısmı ise, bir daha geri dönmemek üzere, akdeliğe geçer.

HİPER UZAY :

Ortada, sonsuz boyutlu bir vakum (hiperuzay) mevcut, içinde çok sayıda evrenler var, herbiri birbiri ile karadelik+kurtdeliği+akdeliklerle bağlantılıdır. Aralarında devamlı malzeme alış verişi mevcut, evrenler birbirine paralel durumda veya biri bir diğerindeki bir atom çekirdeğinin içine yerleşmiş durumdadır.

Sistem sonsuz bir denge içinde inanılmaz bir hassasiyette işlemektedir. Tanrı'nın, bütün bu oluşumları dizayn eden, inşa eden, Hiper Uzay'ın dışında sistemin çalışmasını gözlemleyen bir güç olması düşünülebilir ancak. Sistemin daha 10 32 yıl (protonun bozunma süresi) işleyeceği, önce veya sonra yine bir tekilliğe gidileceği hesaplanmaktadır.

SONUÇ :

Karadelikler: neler yaptıklarını iyi biliyoruz. Kurt delikleri+Akdelikler: neler yaptıklarını hesaplarımız gösteriyor. Bunların gözlemleri henüz mümkün olmadı.

   

Bilimde yeni ufuklar

Zaman ve mekanda yolculuk, eşyanın görünmez olması ve ışınlanma gibi ilginç hususlar artık bilimin gündeminde. Yoğun manyetik ortamlarda bu potansiyelin işaretlerinin elde edilmesi ilerleyen yıllarda 'ışınlama'nın karşımıza bir 'teknoloji' olarak çıkacağının sinyallerini veriyor...

'Beşinci boyutu' teşkil eden insan zihni, atomdan galaksilere, hücreden vücuda kadar her şeyi düzenli, parça parça; ama yek vücut mükemmel bir yapıda ve düzende yaratarak insanın hizmetine sunan tek bir Yaratıcı'nın varlığını daha iyi takdir etmeye başlamıştır...

19. yüzyıla kadar atomla ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlı idi. Atom içi dünyanın özellikleri ve Kuantum Teorisi ile 20. yüzyıl, elektromanyetik dalgalardan ibaret enerji ve ışınların yüzyılı oldu. Şimdi ise, ilmin ilerleme sınırı ışığı da geçti, fizik ötesi dünyaları sorgulamaya başladı.

Kainat tablosu

İlmin baş döndürücü gelişmeleri ile bir yandan atom içi dünyalara nüfus edilirken, öbür taraftan da galaksiler arası uzayın derinliklerine girilmektedir. Dev teleskoplardan elektron mikroskoplarına ve atom içi partikülleri tanımak için kurulan dev parçacık hızlandırıcılarına varıncaya dek nice vasıtalarla kainatta hükmeden kanunlar ve kozmik gerçekler bizim için okunur ve görülür hale geldi. Bilimin gördüğü, gören gözlere de gösterdiği kainat tablosunu artık daha etraflıca görmeye başladık.

Yeni çağın eşiğinde...

Evrende mevcut ve var olan; ama belirli ve görünüşü ile sembollerin ardında gizlenen bilgilerin ortaya çıkarılmasını "keşif" olarak adlandırırız. Son yüzyılın keşiflerden en belli başlılarına baktığımızda onların "yeni çağın" bilimsel anlayışını oluşturacağını ve ayrıca ışınların ötesine ulaşan bu gelişmelerle yeni bir çağın eşiğinde olduğumuzu da fark edebiliriz.

'İzafiyet teoremi', bizim idrak alanımızı aşan bir zaman denen dördüncü boyutun varlığından söz etmekte ve zaman ile uzayın, aslında birbirinden ayrılamayacağını göstermektedir. Yeni çağın bilimlerinden bir diğeri "Kuantum Fiziği"dir. Kuantum fiziği, atom-altı dünyaya inerek, oradaki gerçek durumu, içinde yaşadığımız kainatı oluşturan zerrelerin dünyasının bildiğimiz dünyadan çok farklı olduğunu keşfetti. Bu bilime göre birbirinden ayrı ve farklı duran atom parçacıkları aslında birbiriyle alakalı ve bağlı; bölünmez ve dinamik bir bütünlük içinde bulunur. Birbirinden çok uzak şeylerin sebep-sonuç zinciri olmaksızın birbirine bağlıdır. Yüksek enerji fiziği deneylerindeki gelişmeler gösterdi ki, parçacık dünyası dinamik bir yapıya sahiptir. Parçacıklar değişmez ve sabit değiller; pekala başka parçacıklara dönüşebilmektedir.

Yine Kuantum mekaniğinin bulgularına göre aslında parçacık denen şey hareketten ibaret kalan bir şeydi. Parçacıklar enerjiden oluşturulabildikleri gibi, tamamen enerjiye de çevrilebilirlerdi. Böylece, içinde yaşadığımız dünyada "temel parçacık", "maddesel öz" ya da " yalıtılmış nesne" gibi klasik kavramlar artık anlamsız hale gelmektedir.

Evrenin birbirinden ayrı yalıtılmış nesnelerden oluştuğu görüşü geçerliliğini kaybedince zaman ile uzayın geleneksel anlamları ve bilinen sebep-sonuç ilişkisi gibi kavramlar da rafa kaldırıldı.

Halogram teorisi

'Halogram Teorisi'nin ortaya koyduğu gerçekler ise daha şaşırtıcı olmaktadır: Bu teori, bütün var edilmişlerin aynı bütünün parçaları olduğunu, dolayısıyla hepsinin özlerinin bir ve birbirine eş bulunduğunu, her birimin bütünün bilgisini içinde taşıdığını ve ona uygun gelişme sağlanırsa, bütünün tam görüntüsünü yansıtabileceğini ileri sürmektedir. Bütün bilgilerin her an ve her yerde kullanıma hazır bulunduğunu söylemektedir.

Tüm fiziki prensiplerin ters yüz olduğu "kara delikler " ile, madde ve kuant ötesi varlıkları ortaya koyan "takyonlar teoremi" ışıktan hızlı dünyaları fizik ötesi dünyaları önümüze sermektedir.

Bu gelişmeler, madde ve cisimden başka madde ötesi varlıkları da gündeme getirdi. Şimdi özkütle olarak, bütün evrenin muhtevası ve kapsamının üç çeşit ana yapıdan oluştuğunu biliyoruz. Bunlardan birincisi sıfırdan büyük, madde alemi, ikincisi sıfırdan küçük karşı evrenler. Üçüncüsü ise ikisinin arasında sınır oluşturan enerji ışımasıdır. Görünen alem, yani geliştirdiğimiz teknolojik aletlerin idrak sınırlarında kalan varlıklar, mutlak soğuk derece denen -273ºC ile ışık hızı (300 bin km/sn) arasında kalan dar bir bölge olarak kabul görmektedir. Bu bölgelerin dışında kalan engin bölgelere kısaca fizik ötesi yada "soyut evren" denildi.

Katı ve sert madde

Bizler ve tüm evren sonuçta atom denen "boş" mini küreciklerin birlikteliğinden ibaretiz. Akla ister istemez şöyle bir soru gelmektedir: "Eğer çevremizdeki her şey ve hatta biz bile, büyük bir çoğunlukla boş uzaydan oluşuyorsak, o zaman niçin kapalı bir bina ve kapıdan geçemiyoruz? Yani maddeleri "katı ve sert" yapan nedir?

Atomların bu ilginç ve şaşırtıcı özelliği, Kuantum Teorisi bulgularına göre elektronların "dalgasal" özelliklerinden kaynaklanır. Yani maddenin sert ve katı özelliği, tipik bir "Kuantum etkisi" neticesinde meydana gelir. Bu etki, maddenin "dalga/parçacık" özelliğine bağlıdır ve bu ikilik, sadece atom-altı seviyelerde görülebilen, ancak makroskopik dünyamızda var olmayan bir hadisedir. Gerçekten de, elektronların atom gibi küçük bir mekana sıkıştırılmaları olağanüstü büyüklükte hızlara neden olmaktadır. Örneğin normal bir elektron, atom içinde saniyede yaklaşık 1000 km gibi bir hızda dönmektedir. İşte bir atom, söz konusu yüksek hızlardan dolayı katı ve sert bir küre biçiminde idrak edilmektedir. Benzer etki ile yüksek bir hızla dönen pervaneleri düz bir disk şeklinde görürüz.

"Kimyasal bağlanma" dediğimiz olayda atom tuğlaları elektronların elektrik özelliği ile birbirine raptedilmektedir. Bu bağlanmada rol alan elektron sayısı arttıkça neticede meydana gelen nesne de o nispette "sert ve katı" olarak idrak edilmektedir. Mesela sertlikleri ile dikkat çeken elmas 4 adet bağı ile buna iyi bir örnek teşkil eder. Metalik bağlanmada tek elektronun rol aldığı sodyumun yumuşaklığı, daha çok elektronun rol aldığı titanın sertliği diğer misallerdir. Şimdi makro sistemlerin ve topyekün cisimlerin "özel şartlarda" kendilerini meydana getiren elektronlar gibi "dalga yahut ışın yapısı", sergileyip sergilemeyeceği sorgulanmaktadır.

Işınlanma teknolojisi

Dolayısıyla "zaman ve mekanda yolculuk", "eşyanın görünmez olması" ve "ışınlanma" gibi ilginç hususlar bilimin gündemindedir. Yoğun manyetik ortamlarda bu potansiyelin işaretlerinin elde edilmesi ilerleyen yıllarda "ışınlama"nın karşımıza bir "teknoloji" olarak çıkacağının sinyallerini vermektedir.

Evrende ve çevremizde neye baksanız, akla gelebilecek her şeyin element denen atomlardan kurulu olduğunu görürüz. Elementlerin hepsi de proton, nötron ve elektron üçlüsünden meydana gelir. Daha altta ise kuarklar var. Bunların altında ise leptokuarklar bulunuyor. Neticede kuvvet alanları, gravitino, rişanik bozon, fotino, gluon, süper simetri parçacıkları ile tek noktaya iniyorlar. Böylece, kendisini maddede dört farklı kuvvet halinde ortaya koyan madde ötesinin kapısına dayanılıyor.

Kainatın bütünlüğü ve hiyerarşisine olan inanç ilim adamlarını kainatı izah edecek daha temel ve basit bir teoriyi bulmaya doğru koşturuyor. Madde alemini ayakta tutan dört temel kuvvetin -elektromanyetik kuvvet, çekim, nükleer, zayıf nükleer kuvvetler- atomun temelinde tek bir kuvvet haline gelmesi gerçeğini fark eden ilim adamları bütün olayları açıklayacak "her şeyin teorisi" nin peşine düştüler. Birleşik Alanlar Teorisi bu yönde ulaşılmış önemli bir merhale olarak kabul ediliyor. Birleşik Alanlar Teoremi bunca çeşit mahlukatın ve kuvvetlerin aslında tek bir kuvvetin farklı yansımaları ve tecellileri olduğunu ifade etmektedir. Böylece önceleri ayrı ayrı mefhumlar kabul edilen kuvvet alanları, ışık, ısı, elektrik ve manyetizma artık tek bir yapının farklı görünüşlerinden ibaret olmaktadır Evrendeki tüm sistemlerin ahenkle işlemesinde rol alan kuvvetler ve topyekün maddi unsurlar, sonuçta tek bir hakikatin değişik yansımalarından ve tecellilerinden başka bir şey olmadığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır.

Wheeler'in ilginç görüşleri

Meşhur araştırmacı John Wheeler bu konuda duygularını şöyle dile getiriyor:

"Bir gün gelecek, bütün eşyayı tek, harikulade bir görüntü içinde anlayacağız. Bu görüntü öylesine sade, öylesine güzel olacak ki, hepimiz birbirimize 'Ah, biz ne kadar aptalmışız! Nasıl oldu da anlayamadık. Başka türlüsü olamazdı herhalde' diyeceğiz."

Wheeler şöyle devam ediyor. "Fiziğin ortaya koyduğu gerçekler, aklın kainatta imtiyazlı bir yeri olduğunu gösterir. Bu, zeki seyirciler topluluğu olmadan belki de hiçbir şeyin manalı bir varlığa sahip olamayacağını ortaya koyuyor."

Meşhur fizikçi Paul Davies aynı gerçeğe parmak basmaktadır: "Evet yeni fizikteki gelişmeler insan şuur ve idrakini evrenin merkezine yerleştirir. Kuantum fiziği, içinde kainatı seyreden bir seyirci bulunmaksızın anlamsızdır. İnsan şuuru kainatta tek başına bağımsız olarak var olan herhangi bir düzen değil, bütün varlık olarak nizamın gerçekleştiği, aksettiği bir aynadır. Yani kainatın gayesi, hayat vasıtasıyla insan zihnine düşünce konusu olmaktadır."

Star Trek'teki "warp drive(*)" ve madde teleportasyonu ne kadar başarılabilir?

Gözlediğimiz biçimdeki fiziksel yasaların, Uzay Yolu'ndaki gibi, gerek ışıktan hızlı seyahate gerekse maddenin nakledilerek yeniden monte edilmesine ciddi bir şekilde izin verdiğini hiç sanmıyorum. Işıktan hızlı seyahat sadece spesifik ve nadir durumlarda mümkün görünüyor.

Quantum mekaniği ve Heisenberg Belirsizlik İlkesi parçacıkların ışıktan hızlı seyahat etmelerine izin verir, ancak bu olay hiç bir surette gözlenemez ve bilgi transfer etmek için kullanılamaz.

Bu günlerde kara delikler ve solucan delikleri "warp" hızlarına ulaşmanın moda adayları, ancak  kara delikler nadir bulunuyor. Ayrıca onların uzay/zamanın diğer bölgelerine gitmek için kullanılacak pratik "kapılar" olamayacaklarını gösteren bir çok teknik argüman var.

Maddenin nakline gelince ... insanlar atomlardan çok fazla bir şeydir, vücuttaki her ana parçacığın quantum durumlarını, yerlerini ve hızlarını bilgisi muazzam ölçüdedir. Bu bilginin miktarı hayali aşar ve onu bir yerden başka bir yere bir kaç saniyede nakletmek ancak hayallerde mümkündür.

Bu belki atomların esas olarak özdeş oldukları ve sabit geometrik yerlerde bulundukları inorganik kristal maddelerde yapılabilir. Ancak basit bir nesnenin bile trilyonlarca atoma sahip olması ve bilgi iletme hızlarının saniyede gigabaytlarla ölçülmesi nedeniyle, nesneyi bir dizi dijital talimatla alıcıda yeniden yaratmak yine uzun bir zaman alacaktır.

Organik nesneler için kısa yollar bulunsa bile, örneğin hafıza ve davranışı kontrol eden beynin trilyonlarca sinirsel bağlantılarının yer ve durumlarını kodlarken, bir tek bilgi kaybı bile ölümcül sonuçlara yol açabilir.

Uzay Yolu ilkel kaldı

Efsanevi bilim-kurgu dizisi Uzay Yolu’nda, bilim ile bilim-kurgu arasındaki sınırı zorlayan 24. yüzyıl kurgu teknolojilerinin bazıları çoktan gerçeğe dönüştüler.Bazıları...

Günümüzde kullanılan bir çok cihaz, Uzay Yolu deneyimini farkında olmasak da “günlük” hale getirirken, kimi bilim-kurgu fikirler ise ilk günkü heyecanını koruyor. Bilim-kurgunun yaşama nasıl dahil olduğunu irdeleyen yazıda, bilim-kurgu, bilim ışığında değerlendiriliyor.

                       

Kurgu: Albert Einstein hiçbir maddenin uzay-zamanda ışık hızından daha hızlı hareket edemeyeceğini öne sürmüştü. Ancak, Uzay Yolu gemileri, uzay-zamanın fiziksel sınırlarında ışık hızının ötesine geçerek yolculuk yapıyorlardı.
Bilim: Bilim adamları uzay-zamanın ne koşullarda genişleyebileceği ya da ne zaman daralabileceği konusunda uzun zamandır kafa yoruyorlar. Şimdiye dek, bunun pratikte nasıl mümkün olacağına dair herhangi bir ipucu yok.
Son Söz:
Bilim adamalarına göre, ışık hızını aşmak imkansız.

Kurgu: Uzay Yolu’nda kimi zaman uzay-zaman geriliyor ve katlanıyordu. Bu “katlanma” ile yolculuk yapılan uzay-zaman içerisinde maddeyi ışık hızının ötesine taşıyan tüneller oluşuyor ve “katlanan” uzay-zaman içerisinde uzak galaksilere kısa yollar oluşuyordu. Uzaygemileri de bu kısa yollardan uçuyorlardı.
Bilim: Bilim adamları uzay-zamanın katlanması fikrine teorik olarak mümkün gözüyle bakıyorlar, ama katlanma ile tünellerin açılması için insanoğlunun hayal edemeyeceği devasallıkta bir enerji uygulaması gerekiyor. Ancak, eğer bu başarılabilir ise, tüneller esasen birer zaman tüneli gibi açılarak, maddeyi farklı uzay-zaman boyutlarına taşıyabilir.
Son Söz: Spekülasyonu bile heyecanlandırsa da, nefesleri tutmak için çok erken.


Kurgu: Elde tutulabilen, kemer tokası büyüklüğünde ve binlerce kilometre uzaklıktan komünikasyon sağlayan mobil iletişim aleti.
Bilim: Kaptan Kirk pekala cep telefonundan video konferans yapıp, email yollayabilir ve keşfe çıktığı gezegenlerin renkli fotoğraflarını çekebilirdi. Bugün bizim yaptığımız gibi.
Son Söz: 21. yüzyılın daha 3. yılı dolmadan, 24. yüzyıl bilim-kurgusunu solladık.

Kurgu: Işınlama teknolojisi ile insanlar ve diğer maddeler önce atomlarına ayrılarak diğer bir noktaya “ışın”lanabiliyorlardı. Daha sonra atomları geri toplanan insanlar, tekrar yekvücut makineden çıkıyorlardı.
Bilim: Halihazırda, kuantum düzeyinde ışınlama deneyleri laboratuvarlarda atom-altı parçacıklarla yapılıyor. Atom-altı parçacıkların bir noktadan diğerine “yollanması” deneysel olarak başarıldı. Ancak, Uzay Yolu’ndaki gibi, bir insanı atom-altı parçalarına ayırarak yollamak olanaksız, zira atom-altı parçacıklara erişmek için önce esas bedenin parçalanması gerekiyor, ki bu yolcunun pratikte ölmesi demek. İyi haber; bu işlemden sonra, esas bedenin bir “atom-altı kopya”sı ışınlanabiliyor.
Son Söz: Sonuçlar kuantum teknolojisi ve kriptografi açısından başarılı. İnsanlara tavsiye edilmez.

Kurgu: Değişik gezegenlerde karşılaşılan yaşam-formlarının bedenlerini tarayan bir el cihazı. Tarayıcı iç organları inceleyerek, karşı bedendeki tıbbi sorunları kullanıcıya bildiriyor.
Bilim: Kızılötesi görüntüleme, MRI, tomografi ve ultrason gibi teknikler “tricorder” cihazını aslında gerçeğe dönüştürdü diyebiliriz. Şimdi sırada, bu büyük tıbbı aletlerin, elde taşınacak küçüklüğe inmeleri ve mümkünse marketlerde satılması.
Son Söz: Nanoteknolojiye dikkat.

Kurgu: Virtüel-Gerçeklik odası. Bu odanın içinde tamamen sanal bir çevre ve gerçekte “var” olmamakla birlikte gerçeklik etkisi veren unsurlar bulunuyor. Konuşabilen sanal insanlar, dokunulabilen sanal bitki örtüsü gibi.
Bilim: Sanal-gerçeklik odaları artık var. Bilim adamları hücre çekirdeği ya da Dünya’nın merkezi gibi ortamları, CAVE adı verilen sanal gerçeklik odalarında yaratabiliyorlar. Tek farkla, etkileşimler Uzay Yolu’ndakinden biraz daha “sanal”, zira sanal elementler video oyunu tadında. Şimdilik.
Son Söz: Araştırmacılar dokunma hissi üzerinde çalışıyorlar.

Kurgu: Uzaylılar insana benziyorlar. Görünüşleri insandan biraz daha “farklı” olsa da, duygu ve düşünceleri ile oldukça insansılar ve iletişim kurabiliyoruz.
Bilim: Eğer bir yerlerde uzaylılar var ise, büyük olasılıkla insana benzemeyebilirler. Uzaylıların insana benzemesi için, Dünya benzeri doğal şartlarda evrimlerini tamamlamış olmaları gerekiyor. Eğer fizik olarak insana benzeseler dahi, kültürel ve tarihsel gelişimleri açısından fikren biz Dünyalılardan farklı olacak, hatta düşüncelerini ve dillerini hiç anlayamayabiliriz.
Son Söz: Herhangi bir uzaylı varlık ile ilk kontağımız, büyük olasılıkla, robot elçiler ya da sinyaller aracılığıyla gerçekleşecek.

 Zamanda yolculuğa bir-iki

Bilim kurgu klasikleri arasında yer alan 'Zamanın Bekçileri'nde Isaac Asimov, Türkçeye 'çaydanlık' diye çevrilen bir aletle zamanda yolculuk yapan ve olaylara müdahale edip geleceği değiştiren 'zaman mühendisleri'ni anlatır.

Zamanda yolculuk, bilimkurgunun popüler konularından biridir. H. G. Wells'in 'Zaman Makinesi'nden beri bu çekici konuyu okumaya doyamayız.

Bilimkurgu, zamanda yolculuk fantezisiyle cılkı çıkana kadar oynar ama bilim aynı şeyi söylemez maalesef. Hepimizin bayılarak izlediği çocukluğumuzun 'Uzay Yolu' dizisini hatırlayın. Kaptan Kirk, başmühendis Scotty'ye 'Maksimum güç istiyorum' diye bağırır. 'Atılgan' zaten 'warp 3'le gitmektedir, kaptansa 'warp 4' istemektedir. Öyle anlarız ki, zaten Atılgan ışık hızının üç katı hızla gitmektedir, kaptan bunun dörde çıkmasını istemektedir.

Peki bu mümkün müdür?

Einstein'a soracak olursanız, hayır!

Zaman nedir? Elle tutabilir, onu ölçebilir misiniz? Uzun uzun felsefe yapmaya kalkışmadan hemen cevap vereyim: Zaman, tek başına, bağımsız bir varlık değildir. Daha doğrusu bir varlık değildir. Zaman, fizikte belki de en güvenilmez ölçü birimidir. Çünkü zaman sabit değildir.

'Zaman' kavramına bakışımız, 20. yüzyılın başında İsviçre'de patent bürosunda çalışan ufak tefek bir adamın geliştirdiği bir teori ile kökünden değişti. Zamanın 'göreli' olduğunu, sadece psikolojik anlamda değil fiziksel olarak da 'göreli' olduğunu onun sayesinde öğrendik.

Einstein, 'Görelilik Teorisi'nde ışık hızının (ışık, bir saniyede 299.792.458 metre yol kat eder) aşılamayacağını söyler. İster ışıktan hızlı olup ışık hızına yavaşlamaya çalışın, ister yavaş olup ışık hızına yükselmeye, tam olarak ışık hızına erişebilmeniz için sonsuz miktarda enerjiye ihtiyaç duyarsınız, yani bu bariyeri geçemezsiniz. (Tabii bu arada kütlenizi de kaybedersiniz.)

Kısacası, Kaptan Kirk, Scotty'den imkânsızı istemektedir. Basit bir ölümlü olarak onun önce moleküllerine, sonra atomlarına ve giderek atomaltı parçacıklarına ayrılmadan ışık hızının yanına gelmesine imkân yoktur.

Zamanda yolculukla ışık hızı arasında doğrudan bir bağlantı var. Daha önce bu köşede yazmıştım, hatırlayanlar çıkabilir, eğer ikiz kardeşinizden tam da 18. yaşgününüzde ayrılıp bir rokete biniyor ve diyelim ışık hızının yarısı kadar süratle uzaya çıkıyorsanız, sizin zamanınızla ikiz kardeşinizin zamanı farklılaşır.

Siz, kardeşinizin kolundaki saatin gösterdiği Dünya zamanıyla 1 yıl sonra, yani onun 19. yaşgününde geri dönersiniz. Kardeşiniz bir yıl daha yaşlanmıştır ama sizin için sadece birkaç gün geçmiştir.

Bunun adı zamanda yolculuk değildir. Evet, siz geleceğe yolculuk yapmışsınızdır, birkaç günde 1 yıl sonrasına ulaşmışsınızdır ama 1 yıl sonranın Milli Piyango'da ya da lotoda kazanan numaralarını öğrenip geri dönme ve sonra zengin olma imkânınız yoktur.

Eğer çok inatçıysanız ve o kazanan loto numarasına oynayıp zengin olmayı istiyorsanız, yapmanız gereken şey, ışık hızı bariyerini aşacak bir araç geliştirmektir. Çünkü zaman, siz ışık hızına eriştiğinizde duraklar. Bu olduğunda, sizin açınızdan mesafeler anlamını yitirir. Her an her yerde olmanız mümkün hale gelir.

Işık hızının üstüne çıktığınızda, zaman sizin için geriye doğru çalışmaya başlar ve ancak o zaman tarihte geri dönüp kazanacak loto biletine oynamanız mümkün olabilir. 'Mümkün olabilir' diyorum ama acaba gerçekten olabilir mi? Haftaya devam edelim...

Genel Görecelik Kuramı
Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu Genel Görecelik Kuramı ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar:

"Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik Kuramı'nı çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların olasılı bir sırası ise, zaman da olayların olasılı bir sırasıdır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur."

Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur.
Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.

Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir."

Ceviz Kabuğunda Evren

"Teorik fiziğin parlak zekası olan Stephen Hawking"in "Ceviz Kabuğunda Evren" adlı eseri de, bu alanda birçok merakı giderecek teorilerle ilgililerine ışık tutuyor. Tekerlekli sandalyeye bağlı yaşamıyla, ülkemizde daha çok magazinel biçimde ele alınan fizikçi Hawking, bugün uzay-zaman ve karadelikler üzerine dünyada tartışmasız bir otorite durumunda.

Hawking'in bir önceki eseri olan "Zamanın Kısa Tarihi"nde olduğu gibi bu yeni eserinde de ele aldığı konular ve ortaya attığı teoriler, kafa yorucu, ama meraklıları için bir o kadar da açıklıkta. Eser, ürküten bir çekiciliği olan evrenin oluşumundan, sıradan bir kavram haline gelen zamanın evren için vazgeçilmez bir parametre olduğuna, zamanda yolculuk gibi merak uyandıran kanulardan başka gezegenlerdeki canlıların varlığına kadar birçok konuda teorik çıkarsamalar içeriyor. Tabii ki bütün bu teorilerde geçen bilimsel terimler, Hawking'in ince keyifli dili ve ayrıntılı grafik tasarımıyla okuyucuda sıkıntı yaratmıyor.

...Laplace'nin bilimsel determinizm teorilerine değinen Hawking, ilerleyen bölümlerde karadelikler üzerine ayrıntılı açıklamalarda bulunuyor. Zamanın karadelikte yokolacağı tezini sürdürüyor: "Karadeliğe düşen astronot için zaman son bulacaktır."

                           

                    -Geleceğe dönüş ( Back to  The Future ) filminde gösterilen zaman makinesi-

Zamanda yolculuk

Hollywood filmlerinin vazgeçilmez öğelerinden zamanda yolculuk mümkün mü? Kitapta bu konu birçok açıdan incelenmiş. Grafikler yardımıyla oldukça anlaşılır kılınan bu bölüm, Hawking'in "zaman makinesi için yeterli bükülmenin bulunma olasılığı sıfırdır" tesbitiyle özetlenebilir. Daha açık bir deyişle, Hawking'e göre birinin geriye dönüp büyükbabasını öldürme olasılığı olarak on ve ardından bir trilyon trilyon trilyon trilyon trilyon sıfırda birden düşüktür. On beş milyar yıl gibi aklın hayal bile edemeyeceği uzun bir zaman ve sürekli genişleyen sonsuz bir boşluk... Bilimin böylesine 'bakir' bir alanla ilgili yaptığı çalışmalar, kuşkusuz şu anda çok geri düzeyde. Ancak daha önceki yüzyıllarda evrenin tarihi 5-10 bin yılla açıklandığı düşünüldüğünde, alınan mesafenin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.                

Tabii ki, bu gelişmelerin sürekli bir ilerleme ve diyalektik bir bütünlük göstereceği düşünüldüğünde, bilimin devrimci rolü bir kez daha ortaya çıkacaktır.

Görünmezlik pelerini gerçek mi oluyor?



Amerika Birleşik Devletleri'nden bilimadamları, bir nesneyi teorik olarak görünmez hale getirmenin yolunu bulduklarını söylüyorlar


BBC

Saygın bilim dergisi Nature'ın internetteki versiyonu olan www.nature.com adlı sitede yayımlanan bir makaleye göre, bu fikri Pennsylvania Üniversitesi'ndeki iki uzman geliştirdi.
Andrea Alu ve Nader Engheta adlı elektronik mühendisleri üzerine örtüldüğü nesnenin görünmemesini sağlayacak bir örtü geliştirilebileceğini savunuyor.
Bu fikir uzun yıllardır edebiyat ve film dünyasına esin kaynağı olmuş, bilim kurgu eserlerinde sık sık kullanılmıştı.
Yıldız Savaşları, James Bond ve Harry Potter filmlerinde görünmezlik, kahramanı çoğu zaman en zor durumlardan kurtaran bir çözümdü.

 



Elektrik dalgaları

Yöntemin temelinde, plazmon adı verilen ve bazı metallerin yüzeyinde oluşan küçük elektrik dalgalarının kullanılması yatıyor.
Bu dalgalar bir nesneden yansıyan ve görülmesini sağlayan ışığı yutuyor.
Böylece asıl yüzey yerine, nesnenin gerisinde kalan şeylerin sanki arada hiç bir şey yokmuş gibi görülmesi öngörülüyor.
Tüm bunlar Yıldız Savaşları filmlerinde bir tuşa basılarak ekranlardan silinen uzay gemileri ile ilgili sahneleri anımsatsa da, uzmanlar buluşun şimdilik böyle bir imkan vermeyeceği uyarısında bulunuyor.
Bu yöntem ancak çok küçük nesneleri gizlemek için kullanılabilecek durumda.
Uzmanlar normal ışık altında görünmezlik için şu aşamada fazla başarılı olmasa da, yöntemin en azından radarlara karşı kullanılması ihtimali olabileceğini savunuyor.

Görünmezliğin sırrı çözülüyor

Harry Potter kitapları ve filmleriyle Uzay Yolu dizilerinden bildiğimiz görünmezlik pelerini gerçek mi oluyor? Amerikalı ve İngiliz bilimadamlarına sorarsanız, filmlerdeki kadar kapsamlı olmasa da, evet

20 Ekim 2006 Cuma

BBC Türkçe

ABD'deki Duke Üniversitesi'nde bir laboratuvarda yapılan deneyde, özel maddelerden hazırlanan bir 'perde' ilk kez bir nesnenin radardan yok olmasını sağladı.

Bilimadamları bu deney için doğada varolmayan malzemelerden oluşan ve meta-madde olarak nitelenen maddelerden bir paravan üretti.

Bu paravan bakırla kaplı 10 fiberglas halkadan oluşuyor.

Deney kapsamında bilimadamları paravana mikro dalgalar gönderdi.

Radar aletlerinde kullanılan mikro dalgalar, normalde nesnelere çarparak yansır, gölgeler yaratır ve görünmelerini sağlar.

Ancak bu deneyde kullanılan paravan, dalgaların yolunu hafifçe saptırarak nesnenin ötesine sanki önünde engel yokmuşçasına geçmesini sağladı.

Bilimadamlarına göre bu uygulamayı akarsu örneğiyle de açıklamak mümkün.

Nehirlerde de sular, önlerine çıkan kayaların çevresinden dolaşıp kayanın arkasında sanki hiçbir engelle karşılaşmamışçasına akmaya devam ediyor.

Uzmanlar tank ve uçaklarının düşman radarlarına görünmez olmasını isteyen orduların bu deneyi çok ilginç bulacaklarından emin.

Bilimadamları nesneleri ışınlardan, yani insan gözünden saklayabilmek içinse çok daha başka meta-maddeler gerekeceğinin altını çiziyor.

Dolayısıyla da gerçek anlamda görünmezlik, hala bilim kurgu öykülerinde kalıyor. Yani şimdilik.


ABD ordusu, ışınlama ile ilgileniyor -Haber Tarih:12 02 2005

ABD ordusunun, Uzay Yolu dizisiyle özdeşleşen ışınlama (teleportasyon) tekniğini araştırdığı ortaya çıktı.
Uzay Yolu dizisinde mürettebatı bir noktadan bir noktaya transfer etmek için kullanılan teleportasyon, gelecekte tankların ve askerlerin ışınlanmasında mı kullanılacak? Daha önce radara yakalanmayan uçak ve lazer teknolojilerini ABD ordusuna kazandıran Ohio’daki Wright-Patterson Üssü laboratuvarları, ışınlama teknolojilerinin askeri uygulamalarını inceliyor. ABD Hava Kuvvetleri ışınlama teknolojilerinin geliştirilmesi için bu konuda uzmanlaşan Warp Drive Metrics şirketi ile bir anlaşma yaptı. Şirketin ordu için hazırladığı 78 sayfalık raporda, “Mevcut teknoloji insanları ve nesneleri ışınlamaktan uzaktır. Bu konuda kaydedilmesi gereken birçok gelişme var” deniliyor.
       Laboratuvarın direktörü Kurmay Albay Mike Heil, raporu ‘ışınlamanın şimdi ve gelecekte ordu için pratik bir çözüm olmayacağı’ şeklinde yorumluyor. Albay Heil ışınlama çalışmasını şu sözlerle tanımlıyor: “Geleceğe bakmak zorundayız, sadece bugünün değil, geleceğin ihtiyaçlarına göre de donanım hazırlıyoruz, diyelim ki 30 yıl sonrasının”.

Bilimkurgu Nedir?

Çetin BAL: Bugünün bilim-kurgu'su yarının  gerçeği olabilir....

Bilim-kurgu yazını, geçmişteki tek tük örnekler bir yana bırakılırsa çağımızın bir olgusudur. Söylemeğe gerek yok, bilim ve teknik gelişmenin çok hızlandığı, yoğunlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Yeni bulgular, yeni bilimsel uygulamalar baş döndürücü bir hızla birbirini kovalıyor. İnsanoğlu nerdeyse artık ne olup bittiğini tam kavrayamaz duruma geldi. Çağımız insanı bir yandan bilimin üstünlüğüne ve yüceliğine boyun eğerken ve ona inanırken, bir yandan da bilime ve onun uygulamalarına yabancılaştı. Bilime ilkel bir korku içinde kavranması güç mucizeler yaratan bir araç gözüyle bakmaya başladı.

    Bugün bilime derinden inanıyoruz, kimi zaman bir din gibi, kimi zaman tek kurtarıcı gibi bakıyoruz ona. Aynı  zamanda da korkuyoruz ondan, tam anlayamadığımız için. Bugün kim anlıyor kuantum varsayımını ya da Einstein'ın birtakım formüllerini. Bilim Adamlarının kendi aralarındaki konuşmalarını kim anlayabiliyor doğru dürüst. Büyük çoğunluk radyonun ya da televizyonun düğmesini çeviriyor ama elindeki aracın çalışma yasalarını bilmiyor. Olağanüstü bir şeymiş gibi bakıyor ona.

 Star Trek-Uzay Yolu- dizisinde uzaydaki ışık yılları  ile  ölçülen  uzaklıkları  çok  kısa  sürede  aşmaya ve atlamaya olanak tanıyan wormhole tünelleri:

 

    Tam olarak kavrasak da kavramasak da büyük gelişmeler oldu son yıllarda bilim ve uygulama alanında. Bir yandan uzay kapısı açıldı ve insanoğlu aya ayak bastı. Haberleşme araçları son derece gelişti. Elektronik alanda minyatürleşme görülmedik bir düzeye ulaştı. Korkunç öldürücü araçlar, bombalar, kıtalararası füzeler güçlerini her gün biraz daha arttırıyor. Atom ve hidrojen bombaları insanoğlunun tepesinde Demokles'in kılıcı gibi asılı duruyor. Çekirdeksel bir savaş korkusu etkisini sürdürüyor. Büyük devletler, çekirdeksel, kimyasal ya da biyolojik silâhların kullanılacağı bir dünya savaşından kaçınmak için ellerinden geleni yapıyorlar ama yerel savaşlarda teknik ilerlemenin yeni etkilerini görüyoruz her gün. Bir bölgenin iklimi değiştiriliyor, yapay yollardan yağmur yağdırılıyor, ormanlar ortadan kaldırılıyor, varacağı hedefi arayan bombalar insanları kovalıyor. İnsan öldürme alanında durum böyle. Biyoloji alanında hücrenin yapısını çözmek ya da tüpte hayat yaratmak konusunda önemli gelişmeler sağlanıyor. Propaganda ve beyin yıkama yöntemleri korkulacak bir düzeye ulaşıyor. Kısacası bilimsel ve teknik gelişmenin iyice yoğunlaştığı, insanları tümüyle etkisi altına aldığı bir çağda yaşıyoruz.

     

    Bütün bunları bilim-kurgu yazınının ortaya çıkış etkenlerini göstermek için yazıyorum. Bilim-kurgu yazınının ortaya çıkışına sadece bütün bu olağanüstü bilimsel ya da teknik gelişmeler mi yol açmıştır? Hayır, insanların düşe, olağanüstülüğe, doğa-dışı olaylara düşkünlüğünü unutamayız bu arada. Hepimiz masallarla büyüdük. Acayip olayları, değişik ülkelerde olup bitenleri yalan da olsa, uydurma da olsa dinlemek merakı vardır insanda. Bu merakı doyuracak çeşitli araçlar görürüz her çağda.

     

  Bilim-kurgu yazını da belki, bilim ve tekniğin bu derece egemen olduğu bir çağda insanların yukarda belirttiğimiz gereksinmelerini gidermek için çıkmıştır ortaya. Eskiden insanlar cinlere, perilere, tansıklara (mucizelere) inanıyordu. Bugün onların yerine füzelere, atom bombasına ya da başka teknik gelişme örneklerine inanıyor. Bilim-kurgu yazınının çağımızla derinden bağlantısı vardır öyleyse. Okurları başka dünyalara, olağanüstülüğe, doğa-dışına sürüklese de kullandığı dil bilim dilidir ya da bilimsi bir dildir hiç olmazsa. Bilim-kurgu yazını geleceğe, özgür olanaklara açılmış bir kapıdır bir bakıma. Sınır tanımaz bir ölçüde. Güçlük tanımaz. İnsanoğluna güveni tamdır çoğu kez.

 

Bilim-kurgu yazınının, aşırı tutkunların öne sürdükleri gibi, çağımızın en önemli, geleceğe kalacak tek yazın biçimi türü olduğunu söyleyemeyiz. Ama bilim-kurgu türünün, öteki yazın dallarında olduğu gibi iyi ya da kötü örnekleri bulunduğunu söylemekle yetinebiliriz. Ucuz tefrika romanlarındaki, kovboy filmlerindeki serüvenlerin benzerlerini bu yazın türü içinde deneyenler olduğu gibi, üstün bir deyiş ve kurgu gücüyle okuyuculara yeni dünyalar açan, yeni kavramlar getiren yazarlar da vardır. Öyleyse bilim-kurgu yazı türüne ne heyecanla bağlanmak, ne de onu küçük görmek çıkar bir yol değildir. Başka yazın türlerine verdiğimiz önem kadarını buna da vermeliyiz. Soğukkanlılıkla bilim -kurgu olayına eğilmeliyiz.

     

Bilim-kurgu yazınının tanımına girişelim şimdi de.

Nedir bilim-kurgu?

    Tanım bir ölçüde güç olacaktır. Çünkü kimi zaman, bilim-kurgu alanı, başka alanlarla istenerek karıştırılmakta, böylece ya bilim-kurgu alanının genişletilmesine yada bilim-kurgunun başka bir yazın alanı içine sokulmasına çalışılmaktadır. Biz ise burada ne genişletme ne de daraltma yapmadan sınırlı bir tanıma girişeceğiz.

    Çoğu kez bilim-kurgu yazını ile ilgilendiğinizi söylediğiniz zaman kimse anlamaz ne demek istediğinizi. Ama Uzay öyküleri okuyorum. ya da Başka dünyalarda geçen öyküler okuyorum. diye anlatmaya kalkışınca karşınızdaki Haa, evet anladım. der, geçer. Gözünün önüne belki de Bin bir roman zamanından kalma Bay-tekin öyküleri gelir. Bilim-kurgu ise aslında çok az ilgilidir bu gibi konularla. Uzay öyküleri ya da başka dünyalarda deyimleri yetersizdir çünkü bilim-kurgu yapıtlarını anlatmaya. Uzayda geçen olayları da ele alır bilim-kurgu yazını, ama hepsi bununla kalmaz. Bakarsınız bir öykü uzayda geçer de bilim-kurgu alanına girmez.

 

Bilim-kurgu yazınını Türkçe anlatabilecek en iyi deyim belki de Olmaz olmaz deme! Olmaz olmaz! sözüdür. Çünkü bilim-kurgu, olabileceklerle, olması olanak içinde olanlarla uğraşır.

    Bilim-kurgu yazını, Kingsley Amis'in de belirttiği gibi, bilim ve teknik alanda yeni buluşlara ya da varsayımlara, giderek bunların kurgusal yollarla ileri götürülmüş biçimlerine dayanan bir durumu ele alır ve bu durum üzerine kurar öyküsünü, romanını. Söz konusu bilim ve teknik alandaki gelişmeler yeryüzünde daha ortaya çıkmamış olabilir. Gelecekte ortaya çıkması mümkün görülüyorsa sorun yoktur. O da olmadı başka yıldızlarda var olduğu yazarca ortaya atılan bilimsi ya da tekniğimsi verilere göre yaratılmış bir durum da ele alınabilir. Michel Butor Bilim-kurgu, bilimin izin verdiği oranda mümkün olabilecek olanı kullanan bir yazındır, gerçekçilikle sınırlandırılmış bir düşçülüktür. diyor. En iyi tanımı yapıyor belki de böylece. Çünkü bilim-kurgu, aslında çağdaş birtakım gerçeklerden başlayarak, bunları gelecekte ya da başka dünyalarda uzatır ve geliştirir düşsel yöntemlerle. Bu nedenle bilimsel gerçeklerden ya da günümüz gerçeklerinden uzaklaşamaz tam olarak. Bir kaçış yazını değildir bilim-kurgu.

     


Bilim-kurgu yazarı, ya bugünün çağdaş bilim ve teknik gelişmelerini ya da bunların kısa sürede gerçekleştirecekleri sanılan etkilerini dikkate alır, bunlar olmazsa gelecekte var olacağını öne sürdüğü bir bilimsel gelişmeye dayandırır öyküsünü. Bu bilimsel gelişme ya da teknik buluş salt uydurma da olabilir, çağımızdaki bir varsayımın uzantısı da olabilir, örneğin  Jules Verne, çağdaş bilim verilerine saygılıdır ve onların dışına çıkmaz pek. Öyküleri öğretici nitelikte bilimsel tanımlar ve kuramlarla doludur. Verne, aya adam gönderirken, füzenin itme gücünü, yer çekiminden kurtulması için gereken zamanı ve başka güçlükleri hesap eder. Çağdaş yazarlar ise bilim verilerine pek aldırmazlar, bilimsi bir açıklama onlar için yeterlidir.

     

     

    Bu noktada bilim-kurgu yazını ile bu yazına yakın olduğu sanılan başka türleri birbirinden ayırmaya çalışalım. Bilim-kurgunun karıştırıldığı başlıca tür düşsel fantastique denilen türdür. Örneğin Fransız eleştirmen R.M. Alberes bilim -kurguyu düşsel tür içinde incelemektedir. Oysa düşsel türde olayları, durumları bilimsel ya da bilimsi bir yolla açıklama kaygısı yoktur. Masallarda olduğu gibi cinler, periler, cüceler, devler, Drakulalar, vampirler, büyücüler, olağanüstü ama gerekçesiz olaylarla karşılaşırız düşsel yazın türünde. Bilim-kurgu türünde ise bunların yerini uzay gemileri, başka dünyalardaki inanılmaz yaratıklar, teknik olağanüstü buluşlar almıştır. Bilim-kurgu türünde her zaman bilimsel yada bilimsi gerekçe bulma kaygısı yaygındır.

Wormhole tünellerinden evrenin  paralel boyutlarındaki bir başka mekana geçiş yapan Star Trek yolcuları:

     


    Bilim-kurgu yazınının en çok üzerinde durduğu konulan şöyle özetleyebiliriz:

  1. Uzay gezileri, zaman içinde yer değiştirme ya da zaman içinde geziler, başka boyutlarda ya da koşut evrenlerde geziler.

  2. Başka yıldızlardan gelen akıllı ya da akılsız yaratıklarla, uzay canavarlarıyla karşılaşma.

  3. Dünyanın gelecekteki tarihi ya da varsayımlı tarih. Dünyanın sonu.

  4. Olağanüstü buluşların yarattığı durumlar. Robotlar. Telepati ve duyular üstü algılama (ESP).

  5. Ütopyalar, kurgusal dünyalar.

    Şimdi bu konuları teker teker inceleyelim.

    Lukianos ile Cyrano'yu saymazsak daha geçen yüzyılda Jules Verne ve H. G. Wells aya yapılacak gezileri düşlemişler ve bunları romanlarında anlatmışlardı. Onlardan sonra pek çok yazar ay yolculuğunu konu olarak ele almıştı. Onların düşleri artık gerçekleşti bugün. Ay yolculuğu yapıldı. İnsanoğlu aya ayak bastı. Ay yüzeyinde yürüdü. Gözlemler yaptı. Örnekler toplayarak dünyaya döndü. Böylece bilim-kurgu yazınının önceden haber verdiği bir düş daha gerçekleşmiş oldu. Bilim-kurgu yazarlarının öngördükleri her şey gerçekleşir mi ? Hayır. Ama ay yolculuğu gibi başka örneklerde vardır. Örneğin, 1944'lerde Amerika gizlice atom bombası hazırlıkları içindeydi. O sıralarda yayımlanan bir bilim-kurgu dergisinde çıkan bir öykü, atom bombasının nasıl yapılacağını nerdeyse gerçeğe yakın bir biçimde anlatıyordu. FBI çok telâşlanmıştı ama öykü yazarının böyle gizli bir denemeden haberi bile olmadığı ortaya çıktı.

    İnsanoğlu aya ayak bastıktan sonra bilim-kurgu yazarları için ay yolculuğu konusu kapanmış sayılır. Ama uğraşacakları sonsuz başka konular vardır önlerinde: Merih, Zühre ve bütün öteki gezegenler, en yakın yıldızlar ve galaksiler, bütün Samanyolu açıktır onlara. Buralara yapılacak gezileri, yolculukları kurarlar ve onları anlatırlar okuyuculara. Nitekim yapıyorlar da bunu yıllardan beri. Uzay yolculuklarını anlatırken yazar bütün hayal gücünü kullanabilir. Yazarın sihirli değneğini bir dokundurmasıyla gözlerimizi menekşe rengi bir gök kubbenin altında açabiliriz. Bir bakarız ki gökyüzünde biri portakal rengi, öbürü yeşil iki güneş asılıdır ve uzayın bilinmeyen köşesindeki bu gezegeni aydınlatmakta, ısıtmaktadır. Gezegenin denizleri amonyaktan, dağları kurumuş cıvadan, atmosferi ise diyelim ki fluor di oksittendir. Bu ortam içinde olayın kahramanını izleriz.

    Uzay yolculuklarında bilim-kurgu yazarlarının karşılaştıkları birtakım güçlükler vardır. Bunlardan başlıcası Einstein'ın bir formülüdür. Buna göre herhangi bir  madde ışık hızına ulaştığı zaman kitlesi sonsuz olacaktır. Yani uzay gemileri ışık hızına ulaşamazlar. En yakın yıldız bile ışık yıllarıyla ölçülen bir uzaklıkta olduğuna göre, ışık hızına da ulaşılamayacağına göre, en yakın yıldızlara ulaşmak bile yıllarca sürecektir. Her şeyi bilime ya da bilimsi kuramlara dayandırmak zorunda olan bilim-kurgu yazarı birkaç yolla bu çıkmazı aşar:

    Ya böyle bir yolculuğa çıkanları dondurur ya da başka teknikler uygulayarak kış uykusuna yatırır. Kış uykusu süresince ya da donmuş durumda, uzay yolcuları güçlerini yitirmezler ve yaşlanmazlar. Uzay gemisi kendi kendine yoluna devam eder, sonunda uzay yolcuları varacakları yere yaklaşınca kış uykusundan uyandırılırlar.                                                

    Ya da yazar, uzay yolcularını büyük bir uzay gemisine, aileleri ile bindirir. Bunlar yıllarca süren uzay yolculuğunda ölürler, yerlerine çocukları büyür, çocukları yollarına devam eder, onlar da ölür, aradan birkaç kuşak geçtikten sonra uzay gemisi erişeceği yere gelir. Bu arada yazar, yiyecek sorununu da çözümlemek zorundadır. Bu sorun da, ya yapay yollardan yiyecek üreten araçlar ya da hidroponik denilen sürekli üreyen alg'ler kullanarak çözümlenir. Böyle birkaç kuşak süren bir uzay yolculuğunu İngiliz yazarı Brian Aldiss Yıldız Gemisi (Starship)  adlı romanında çok ilginç bir biçimde işlemiştir. Romanda aradan birkaç kuşak geçtikten sonra amaçlarını unutan, içine kapandıkları uzay gemisini tek evren sayan bir uzay yolcuları topluluğunun öyküsü anlatılır. Harry Harrison da Tutsak Evren (Captive Universe) adlı romanında buna benzer bir durumu anlatır. Burada başka bir dünyaya yol alan bir uzay yolcuları topluluğu, bilerek yapay yabanıl bir ortamda yaşatılmaktadır. Böylece varacakları dünyanın koşullarına daha kolayca alışabileceklerdir.

    Uzak yıldızlara ulaşmak ve kısa sürede büyük yol almak amacıyla yazarlar ayrıca, uzayın dışında uzay üstü hyperspace denilen bir bölge olduğu varsayımını ortaya atarlar. Uzay gemileri dünyadan ayrıldıktan sonra uzay-üstü bölgeye geçerler, bu bölgede Einstein yasası işlemediği için yüzlerce yılda gidilebilecek bir yolu kısa sürede aşarak amaçlarına erişirler. Bilim-kurgu yazarları, uzay yolculukları için bir de Transmitter yani Geçirgeç diyebileceğimiz bir araç uydurmuşlardır. Kapı gibi bir şey olan bu araçtan geçtiniz mi kendinizi istediğiniz başka bir gezegende bulursunuz. J.T. Mclntosh'un Limbo'dan Altı Geçit (Six gates from Limbo) adlı romanı böyle araçların varlığı gerekçesine dayandırılmıştır. Romanın kişileri uzaydaki bir merkezden altı ayrı yıldıza altı ayrı geçitten geçerek yolculuk yaparlar.

    Böylece bilim-kurgu yazarları, bilime dayalı ya da bilime yakın uydurma yöntemlerle okurlarını uzayın derinliklerinde başka dünyalara sürükler. Uzay yolculuklarını konu alan başlıca yazarlar arasında Ray Bradbury, Hal Clement, Harry Harrison, Robert A. Heinlein, Van Vogt, Alfred Bester'i sayabiliriz, özellikle Ray Bradbury'nin yazdığı Merih Günlüğü ( Martian Chronicles ) adlı yapıt dünyanın her yerinde büyük ilgi görmüştür. Merih Günlüğü kısa öykülerle doludur. Bu öykülerden birinde Merih'e inen bir uzay gemisinin kaptanı anlatılır. Merih acayip bir yerdir ama orada da yeryüzündekilere benzeyen insanlar, evler ve kentler vardır. Uzay gemisi kaptanı Merih'e indiklerinde kendilerini karşılayanlar olacağını sanır ama kimse onu karşılamaz. Karşısına çıkan ilk evin kapısını çalar ve kapıyı açan Merihli ev sahibine kendinin dünyadan ilk defa gelen uzay gemisinin kaptanı olduğunu bildirir. Merihli aldırmaz ve başka bir Merihliye gönderir kaptanı. O Merihli de başkasına gönderir. Kaptan her seferinde Dünyadan geldiğini anlatır. En sonunda kaptanı bir yere kapatırlar. Burası hastane gibi bir yerdir. Kaptan neden sonra bir tımarhaneye kapatıldığını anlar.              

    Zamanda yolculuk ise H.G. Wells'in Zaman Makinesi'nden başlayarak pek çok yazara konu olmuştur. Bilim-kurgu yazarları, zaman da bir boyut olduğuna göre bu boyut üzerinde ileri ya da geri gidilebileceği varsayımına dayanarak öykülerini düzenlerler. Bu öykülerde kişilerden kimi, zaman içinde geriye giderek kendi büyük babalarıyla, kimi zaman kendileriyle karşılaşırlar, olmadı Roma ordularına komutanlık yaparlar, ya da geleceğe giderek, olacakları önceden bilmeye çalışırlar. Çeşitli aykırılıklarla karşılaşılır bu arada. Zamanda geri giden bir kişi, daha önce işlediği bir kötü eylemi düzeltebilir mi? Alın yazısını değiştirebilir mi? Bir bakarsınız ilk çağları görmek isteyen bir zaman yolcusu, bakır çağında ezdiği bir kelebek yüzünden kendi zamanına dönüşünde her şeyin değişmiş olduğunu görür. Böyle şeyler olmasın diye örneğin Paul Anderson'un Zaman Kokuları (Guardians of time) adlı romanında, tarihin akışını düzenli tutmak için çaba harcayan bir örgütün çalışmaları anlatılır.

    Dördüncü boyutta ya da başka boyutlarda yolculuklar ele alındığında bilim-kurgu öykülerinin kişileri üç boyutlu olan evrenimizden ayrılarak serüvenlerini dört ya da daha çok boyutlu evrenlerde yaşarlar. İlgi çekici başka bir konu ise koşut dünyalar ya da koşut evrenlerdir.

    Başka yıldızlardan gelen yaratıklarla karşılaşma konusu da Voltaire'in Micromegas'sından bu yana çeşitli yazarlarca işlenmiştir. Başka yıldızlardan gelen yaratıklar, ya insanlara benzerler fa da benzemezler. Ya akıllı yaratıklardır ya da canavar gibidirler. Ya iyidirler ya da kötü. Ama kötü niyetli ve tehlikeli oldukları kanısı yaygındır bu çeşit bilim-kurgu öykülerinde. Bilim-kurgu yazarları, ya ilk kez başka bir yıldızdan gelen yaratıkla karşılaşma konusunu işlerler, ya da çok iyiymiş gibi gözüküp sinsice insanların kuyusunu kazan yaratıklardan söz açarlar. Bakarsınız sevimli gibi gözüken yaratıklar birdenbire canavar kesilirler. Kimi zaman başka yıldızlardan gelen dünya dışı yaratıkların gözünden insanların nasıl göründüğünü anlatan öyküler de vardır.

Çoğunlukla insanlar dünya dışı yaratıklarla savaşırlar ve savaşlarından çoğu kez başarıyla çıkarlar. H.G. Wells'in Dünyalar Şavaşı adlı romanında insanları Merihlilerin elinden, birtakım mikroplar kurtarır. Brian Aldiss Çevirmen (The Interpreter) adlı romanında uzayda bir sömürge imparatorluğu kuran ve dünyayı da işgal eden yaratıklarla yapılan çarpışmayı anlatır.


    Dünyanın gelecekteki tarihi pek çok yazara konu olmuştur. Örneğin Amerikalı yazar Isaac Asimov, insanlığın büyük bir uzay uygarlığı kurduğunu düşleyerek, bu uygarlığın tarihini ayrıntılı bir biçimde yazmıştır. Robert Heinlein de yazdığı bir dizi romanda aynı yolda bir denemede bulunmuştur. Bir de varsayımlı tarih denilen bilim-kurgu örnekleri vardır. Burada yazar, tarihteki bir olayın başka bir biçimde sonuçlanması durumunda ne olabileceğini kurarak yola çıkar, iyi bir örneği Philip K. Dick'in Yüksek Şatodaki Adam (The Man in The High Castle) adlı romanıdır. Yazar, Hitler'in İkinci Dünya Savaşını kazandığı varsayımını kabul ederek, dünyanın ne durum alabileceğini düşünmüş ve romanını bunun üzerine kurmuştur. Tlön Uqbar Orbis Tertius adlı öyküsünü de örnekler arasında sayabiliriz.

                                        
    Bütün bu bölümlemenin dışında toplumsal konulara eğilen ya da belli toplumsal eğilimleri yansıtan bilim-kurgu öykülerini, romanlarını ayrıca incelemek gerekir. Bu çeşit bilim-kurgu öyküleri aslında çağımızı ilgilendiren başlıca sorunları ele almaktadır. Toplumsal, dinsel, cinsel, siyasal her çeşit konu girer bunun içine. Amerikalı ortak yazarlar Pohl ve Kornbluth Uzay Tacirleri (The Space Merchants) adlı romanlarında Amerika'daki reklâm ve halkla ilişkiler şirketlerini eleştirirler. Aynı yazarlar Hukuk Gladyatörü (Gladiator at Law) adlı kitaplarında ise devleşmiş şirketler ve elektronik beyinle çalışan bir borsa merkezinin karşısında ezilen insanları ve onların çabalarını dile getirmektedirler. Ünlü yazar Ray Bradbury aslında çağımızı eleştirir yapıtlarında. Yaya (The Pedesterian) adlı öyküsünde hemen herkesin otomobille dolaştığı ve yaya kaldırımlarının yok olmaya başladığı bugünün Amerika'sından esinlenir. Öyle bir dünya kurar ki orada yayalar bozguncu diye hapse atılır. Bradbury Fahrenheitt 451 adlı romanında da dünyamızın taşıdığı tehlikelere işaret eder. Yazara göre bugünkü eğilimler insanlığı öyle bir noktaya götürmüştür ki kitap okumak ve bulundurmak suç olmuş, itfaiyeciler de yangın söndürmek yerine kitapları yakmak görevini yüklenmiştir. Bradbury aslında TV, resimli roman ve özetleme tekniğinin alabildiğine geliştiği Amerikan toplumunu eleştirmektedir böylece.
 

Türkiye'de Durum

   Bilim-kurgu yazını konusunda Türkiye' deki durum pek iç açıcı değildir. Şimdiye kadar yabancı dillerden o da çoğunlukla kötü çevirilerle yetinilmiştir. En çok dikkat gösterilen çevirilerin Jules Verne'in yapıtları olduğunu sanıyorum. Onlar da çocuk kitapları olarak değerlendirilmiştir. Bir ara Çağlayan Yayınları ucuz cep kitapları arasında on kadar önemli bilim-kurgu çevirisi yayımlamıştır. Ancak ne yazık ki hangi yazarlardan çevrildiğini belirtmek gereği bile duyulmamıştır. Bu çeviriler içinde Asimov, Van Vogt gibi önemli bilim-kurgu yazarlarının yapıtları da bulunmaktadır. Son zamanlarda Okat Yayınevi, bir Uzay Serisi yayımlamıştır. İçinde Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451'ı, Asimov'un Çelik Mağaralar'ı ve Kan Damarlarında Yokculuk'u, Pierre Boulle'un Maymunlar Gezegeni de bulunmaktadır.

    Türk bilim-kurgu yazarının ne zaman çıkacağını bilmiyoruz. Ama herhalde bilim ve teknik gelişmeye bağlı olsa gerek. Umalım bu da yakındır.

Bilim kurgudan gerçeğe....

Stephen Hawking "Zamanın Kısa Tarihi" adlı eserinde zamanda yolculuğun bugünkü  imkanlar çerçevesinde  mümkün olmadığını söylemektedir.Bunu takiben  California Institute of Tecnology'deki yakın dostu Kip Thorne 1994'de yayınlanan "Kara Delikler ve Zaman Boşlukları" isimli kitabında Einstein'in varlığını öngördüğü varsayımsal uzay boşlukları olarak solucan deliklerinden (wormhole) bahsetmiş ve eğer uzayda böyle boşluklar var ise zaman da boşluklar olmalıdır savıyla zamanda yolculuğun mümkün olabildiğini ancak bu boşlukların atomdan milyar kere daha küçük ve hayal edilemeyecek kadar kısa süre ile var olduğunu dolayısıyla bu delikleri yakalayıp içinden insan geçecek genişliğe getirerek zamanda yolculuk yapmanın çok zor olacağını belirtmiştir. Yani gelecekte zamanda yolculuk, ışınlama yolu ile yolculuk gibi yeni buluşların ortaya çıkması  bu teknolojilerin gelecek kuşakların yaşamları üzerinde doğrudan etkili olacağı bir bilim kurgudan çok bilimsel bir gerçeklik olarak  önümüzde durmaktadır.

Çetin BAL-Zamanda yolculuk

Soru: Muhterem; sorduğum soru senin yazdıklarının yanında belki çok basit olacak ama aşikar biçimde diyorsun ki zaman içinde yolculuk mümkün.. Anladığım kadarı ile çok hızlı biçimde hareket edersen zaman diğerlerine göre senin için yavaşlar. Peki bu sadece bu saatten sonra mı mümkün. Gerçekten ışık hızı ile gitmek mümkün olsa ve sen bunu zarar görmeden yaşasan zaman yavaşlarsa sen günümüze göre geride olacaksın. Peki mesela 1000 sene öncesine nasıl gidilir. Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi? Çalışmalarında başarılar diliyorum.

Çetin BAL:  Bilinen klasik anlamda zamanda yolculuk anlayışı Einstein'ın rölativistik kuramına giren bir zamanda yolculuk anlayışıdır.Bu anlayış içinden bakarsak karşımıza seninde söylediğin sorun çıkar yani geleceğe tamam ama geçmişe yolculuk nasıl olur? Gerçi einstein'ın göreceliksel kuramı incelendiğinde yani senin anlayacağın dilde einstein'ın yerçekimsel uzay/zaman eğriliği kuramı ve evrenin geometrik şekli göz önüne alındığında matematiksel denklemler geçmişe doğru uzanan uzay/zamansal tüp geçitlere olanak verecek şekilde bükülebilir...bu büküm hem geçmişe hemde geleceğe doğru yol verebilir. Ama sonuçta tünelin nereye çıkacağı kimse tarafından bilinmiyor.Sadece geçmişe yada geleceğe bir uzay/zamansal deliğin açılabileceği öngörüsü sözkonusu.Hız  ile zamanın yavaşlaması hadisesi ise özel görecelik kuramının bir sonucudur.Ve tek başına hız sizin dediğiniz gibi sadece geleceğe bir yolculuk sağlar.Ama bu yolculuk biçimi seninde anladığın gibi bir çeşit dondurucuda beklemek gibi bir şey! Benim kuramsal öngörülerime göre buna tam anlamıyla zamanda yolculuk denemez! Zamanda yolculuk bir anda cismin uzay boyutundan silinip başka bir zaman boyutu içine girmesi demektir! Zamanda atlamak yani! Ama einstein'ın matematiksel denklemleri içinde böyle bir kayboluş ve zaman atlama etkisi yok tabi! Sende bunu anlamışsın zaten.Ama işin can alıcı tarafı şurda yani tüm zamanda yolculuk kurgusunun bilimsel zemini, rölativistik hızlarda ki zaman yavaşlamasıdır! Bu etki zaman boyutunun sandığımız gibi sanal hayali bir kavram olmadığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır.Yani zaman esneyebilir bükülebilir ve belirli bir hızsal akışa sahip bir tür gizemli nehir gibi...bu zaman yavaşlaması en derin felsefi düzlemde zamanın geçmiş boyutu kadar gelecek boyutununda bir şekilde uzaysal koordinatlar cinsinden ( dört boyutlu uzay) varolduğu gerçeğini ifade eder.İşte bu gerçek bilimkurgu yazarlarının hayal gücünü harekete geçirerek zamanın bizim göremediğimiz ama varolan bu geçmiş ve gelecek boyutları arasında dolaşabilen bir Zaman Makinesi fikrine götürür.Kuramsal olarak bu saçma değildir.Ama bilimsel olarak zaman boyutunun sadece yerçekimsel alanlarda ve rölativistik hızlarda değişme gösterdiğini ve esnekleştiğini görebiliyoruz.Belkide bilim kurgu yazarlarını haklı çıkaracak ve ZAMANI etkileyebilecek farklı ve daha basit bir yol bulunabilir.


                     


Zamanı zaten bir dördüncü boyut olarak ele aldığımızda geçmiş ve gelecek zaman boyutlarının zaten tek bir bir potada eriyen iç içe yada üst üste binen AN lar dan kurulu üç boyutlu zaman sayfaları  olduğu anlayışına ulaşırız Kimileri buna paralel evrenler diyor.

Geçmiş ve gelecek var! Ama bu zaman dilimlerinin yer aldığı bu boyuta yükselebilecek bir yol bir yöntem henüz bilinmiyor.Işık hızı sadece kendi zaman ve uzay boyutumuzdan çıkmadan zamanı bir süreliğine frenlemekten başka bir işe yaramıyor.Yine yerçekimi de benzer etki yaratıyor.Ama geçmişe yolculuk için bilim dünyası ışık hızının ötesindeki hızlara ve yüksek çekimsel etkiye sahip karadeliklerin ötesine umutlarını bağlamış durumdalar.Henüz bilim ışık hızı nedir, ışık hızı aşılabilir mi? zaman nedir, yerçekimi nedir, zaman ve yerçekimi aşılabilir mi? kontrol edilebilir mi? sorularının yanıtlarını arıyorlar....Bilim dünyası henüz sorulara yanıt vermekten çok daha yeni yeni bu soruları sorabilecek karşılarına alabilecek bir zeka düzeyine ulaşmıştır..Ama bu gerçeklerin ötesini görebilmek için bilim daha çok yol katedmek zorundadır...(M.S.2005)

 
Spekülasyon ve bilim kurgunun kesiştiği noktada zaman yolculuğu

Bundan birkaç yıl önce ABD’nin Internet yazışma ve sohbet gruplarında, John Titor adlı biri belirdi, belki duymuşsunuzdur. Bir tek kişi bile yüzünü görmedi, sesini duymadı ama forum ve sohbet odalarında söyledikleriyle, sansasyonu çok seven Amerikan halkını heyecanlandırmayı başardı bu “sanal” kişilik. İddia ettiğine göre, “gelecekten” geliyordu bu muhterem, 2030 yılından falan. O tarihlerde, (anlattığına göre) artık zaman yolculuğu mümkündü ve ailesini görmeye gelmişti John Titor. Bu arada vaktini de boşa harcamayıp, biz yirmi birinci yüzyıllılara, mesajlar vermişti. Zaman gezgini Titor’a göre, ABD büyük bir çalkantı yaşamıştı “tarihin” derinliklerinde. Ona göre “tarih”ti tabii bu; bize göreyse, henüz “yakın gelecek.” John Titor, 2005 yılında ABD’de büyük bir “iç savaş” yaşandığından ve ülkenin harabeye döndüğünden söz ediyordu!

Bilimkurgu edebiyatının en vazgeçilmez ve en klasik konularından biri, ''zamanda yolculuk” temasıdır herhalde. Şöyle bir zihninizi tararsanız, çocukluğunuzdan beri izlediğiniz filmlerin, okuduğunuz romanların ya da “baktığınız” çizgi romanların içinden en az on beş, yirmi dolayında “zaman makinesi” konusu üzerine kurulmuş hikâyeyi eleyip bulabilirsiniz. Benim çocukluğumda, şimdikinden daha da revaçtaydı sanki geçmişe ya da geleceğe yolculuk etme fantezisi. Belki de H. G. Wells’in ünlü romanından uzun bir süre sonra bu motifin en fazla müşteri bulduğu zaman dilimi, “uzaya adım atılan” altmışlı ve yetmişli yıllar oldu desek yeridir.

Yalnız, bir önemli fark vardı eski dönemlerin zaman yolculuğu hikâyelerinde. Neredeyse sözleşmiş gibi, bu konuda kalem oynatan yazarların çoğu, sessiz bir anlaşmayla aralarında belirledikleri bir ilkenin uygulanması konusunda bir hayli titizdiler: Tarihi değiştiremezsiniz ve değiştirmemelisiniz! Bu nedenle, kahramanların sözde geçmiş yüzyıllara yaptıkları gezileri işleyen roman ve filmlerde, nedense hep bir “pasif izleyici” olma durumuna tanık olurduk. “Amman ha, geçmişte olan biten değiştirilmez! Sakın bir şeye müdahale etmeyin!” Çocuktuk o zamanlar; bu yaklaşımın aslında alabildiğine muhafazakâr ve “kaderci” bir bakış açısının, hatta adını koymak gerekirse “hıristiyan tutuculuğunun” dünyaya ve hayata bakışını yansıttığını anlayacak halde değildik. Nereden bilebilirdik ki kendini çok “rasyonel” sanan Batı toplumunun, bütün kültürünün arka planına sinsice sızıp yerleşmiş, “Olgular, daha önce peygamberlerin sözleriyle ‘kitapta’ belirtildiği gibi gerçekleşmek zorundadır” saplantısına teslim olduğunu?

Biz yine John Titor’a dönelim. Büyük olasılıkla, zeki, donanımlı, sezgileri güçlü ve akıllı birinin “internet şakası”ydı gelecekten gelme motifine yasladığı hikayeler. (Gerçi zaman makinesinin şemalarını bile çizip verdiği söyleniyor ya, bilemeyeceğim.) Bir süre forum ve sohbet odalarında çarpıcı açıklamalar yapan bu gizli beyefendinin gelecekten gelmediği, ama sezgileri ve öngörü yetenekleriyle “geleceği önceden yaşadığı” söylenebilir. Yaptığı da, şu zaman yolculuğu temalı film ve romanların geleneksel muhafazakârlığının aksine, “yaşanmamış geleceği,” yani “henüz yazılmamış tarihi” değiştirme yolunda küçücük bir çabaydı belki. Çünkü, John Titor adının belirdiği günler, bugün iyice tansiyonu yükselen Mavi-Kırmızı kutuplaşması yolunda ilk belirtilerin ortaya çıktığı dönemdi:.......

Zaman yolculuğu forumlar:

Çetin BAL: Zaman yolculuğuna dair bazı arkadaşların  bu kuramı  destekleyen ve desteklemeyen  bazı ilginç fikirlerini sizlerle paylaşmak istedim.

06-09-2004, 07:34 PM - by Oziloz- Geyik Forum:

Bugünün bilim olanaklarıyla günümüzde zamanda yolculuk etmek imkansız gibi gözüküyor.Peki,zamanda yolculuk gerçekten mümkün mü?Bazı bilim adamlarının iddialarına göre bu tamamen aptalca bir düşünce.Zamanda yolculuk imkansız bir kanı.Fakat günümüzde bir grup bilimadamı,zamada yolculuk teorisini gerçek hale getirmek için çalışmaktadırlar.Şimdi bu teoriye bir göz atalım.
-
Albert Einstein'nın izafiyet teorisine göre "Eğer bir cisim ışık hızında ilerliyorsa, yanından geçen zaman yavaşlıyacaktır.Yani başka bir değişle,cisim ışık hızına ulaştığı zaman,içinde bulunduğu zaman kavramı duracak ve bir zamansızlık boyutunda yer alacaktır.Bunun oluşması için cismin saniyede 300,000 km.hızla gitmesi gerekmektedir. Böylece zamanın ilerisine ve gerisine yolculuk mümkün hale gelecektir.Kolay geliyor değil mi?
-
Fakat günümüzde,herhangi bir cismin saniyede 300,000 km.hıza ulaşabilmesi tamamen imkansız.Cisim hızlandıkça kütlesi artacaktır.Ve cismi dahada hızlandırmak için her defasında çok daha büyük bir kuvvete ihtiyaç olacaktır.Günümüzde hiçbir bilim adamı bunun nasıl yapılacağını bilmiyor.Yani imkansız.
-
Işık hızına ulaşmamızı engelleyen şeyin kütle olduğunu biliyoruz.Peki kütlesi sıfır olan bir cismi zaman yolculuğuna yollayabilir miyiz?Elbette mümkün.Kütlesi olmadığı için hızlandırma konusunda herhangi bir problem yaşanmayacaktır.Peki kütlesi olmayan o şey bir cisim midir?Bilindiği üzere cisimlerin bir kütlesi vardır.Ve bunun korunması gereklidir.Yoksa o şey cisim kavramından çıkar.Peki evrende kütlesi olmayan bir cisim var mı?Bilim adamları,evrende var olan ve adı Tachyon olan bir cismin kütlesinin sıfır olduğuna inanıyorlar.Bilim adamlarının teorilerine göre, tachyonic hızlandırma denilen bir metodla zamanda yolculuk yapmak mümkün.
-
Birkaç ay önce bilim adamları taychon maddesini hızlandırarak ışık hızına yaklaştırdılar ve ileri bir zamana geçirmeyi başardılar.Fakat şu an için,insanların zamanda yolculuk etmesi imkansız.Bir insanın bir arabaya binipte,saatte 88 mile ulaştktan sonra zaman kavramları arasında yolculuk etmesi mümkün değil.Eğer cisimlerin kütlelerini sabit tutmayı başarabilseydik,böyle bir şeyin olması için arabanın saatte 88 mil hızla değil,bu hızın bir milyon katı daha hızlı gitmesi gerekmekteydi. Ayrıca teorilere göre,bu hızı yakalayıp geçmişe gitmek mümkün olabilir.Fakat geçmişe gittiğiniz zaman orada kalırsınız.Asla kendi zamanınıza dönemezsiniz.Tabi bunların bir teori olduğunuda unutmayalım.Gelecekte neler olacağını kimse bilemez değil mi? Gelecek şu an için süprizlerle dolu bir bekleme salonu bizim için....


31.8.2004 14:40- by lahey - http://nedir.antoloji.com-

Dünya'nın yörüngesindeki Hubble olsun, dünya üzerindeki diğer güçlü radyateleskoplar olsun, ne kadar uzağa bakılırsa bakılsın bir anlamda geçmişi görmüyor muyuz? Bu nasıl oluyor?
---
Olay aslında tamamen ışığın hızıyla ilgili. Örneğin bize en yakın yıldız olan güneşin bize uzaklığı sadece 8 ışık dakikasıdır. Sözgelimi, güneş birden yok olsa veya kararıverse, ancak 8 dakika sonra bundan haberimiz olur. En güçlü teleskoplarla bile güneşi izliyor olsak ta durum değişmeyecektir. Çünkü teleskopun güçlü merceklerine gelen ışık ışınları da ancak 8 dakika önce güneşin yüzeyini terketmiş ve dünya üzerinde duran, gözümüzü vizorüne yapıştırdığımız teleskopumuza gelebilmiştir.

Teleskopumuzun kuvvetini ne kadar artırırsak artıralım, güneşin kararmasını anında görme lüksüne hiçbir zaman ulaşamayacağız demek ki, burası kesin. Bunun için tek çözüm zaman yolculuğu yapıp 8 dakika öncesine bir bakıvermek olacaktı, eğer mümkün olabilseydi tabii. Çünkü olay sadece bizim bulunduğumuz yer ile alakalı bir olaydir ve görecelidir (izafidir) . Dünya yerine güneş sistemindeki daha uzaktaki bir gezegende olsaydık güneşin kararmasını daha geç farkedecektik doğal olarak.

Şimdi, elimizdeki çok güçlü teleskopu burnumuzun dibindeki güneş dediğimiz yıldızdan daha uzaklara çevirirsek, teleskopumuza, yola 8 dakikadan çok daha önce çıkmış ışık ışınları gelecektir. Mesela 2 milyon ışık yılı ötedeki bir yıldıza teleskopumuzu odakladığımızı düşünürsek, teleskopun merceklerine gelen ışık ışınlarının da 2 milyon yıl öncesine ait olduğunun idrakine varmamız gerekir. Işığın sonlu bir hızı vardır. Işık, saniyede yaklaşık üçyüzbin kilometreden hızlı gidemez. Böyle olunca da, madem ışığın hızını biliyoruz, yıldızın bize olan uzaklığını da hesaplayabiliriz demektir. Üstelik gözlediğimiz o yıldız şu anda, bizim zamanımıza göre tam teleskopumuzu yönelttiğimiz doğrultuda değildir. Hatta çoktan yok olmuş bile olabilir. 2 milyon yılda çok şeyler olmuş olabilir. O yüzden, çok uzak yıldızları, gökadaları ve nebulaları gözlerken onların şu andaki durumlarını gözlememekteyiz. Teleskopumuzun içinden geçip gözümüze gelen görüntüyü oluşturan ışık ışınları 2 milyon yıl önce yola çıkıp ancak o an, bizim teleskopla o yıldıza baktığımız an bize kadar ulaşabilmiştir. Sözkonusu uzak yıldızın şu anki yerini bilmenin tek yolu vardir, o da ışıktan hızlı bir şekilde yol alıp yıldızın tahmini o an bulunacağı yöne doğru gitmektir. Ama belki de ışıktan hızlı giden bizler de daha bir kaç dakika sonra yıldızın parçalanıp yok olduğunu da gözleyebiliriz biz daha ona ulaşamadan. Yıldızın parçalandığı ana ilişkin ışık ışınlarına o an rastladık çünkü. Ve yıldızın parçalanmış olduğu ana ait ışık ışınları daha dünyaya varmamıştır. Biz ışıktan hızlı giden gemimizle tekrar dünyaya dönsek ve teleskopumuzun başına otursak, yıldızın hala mevcut olduğunu, yok olmadığını göreceğiz. Çünkü, yıldızın patladığı ana ait ışık ışınları daha dünyaya ulaşmamıştır, daha yoldadırlar. Ne kadar sonra patlayacağını göreceğinizi de artık hesaplarsınız.

Işıktan hızlı gidilebilir mi? Bu Einstein'a göre mümkün değil. Işık hızına yaklaşan bir hızla giden bir cismin kütlesi küçülecektir ve tam ışık hızında hiç kalmayacaktir. Buna karşın ışık hızı sınırına doğru hızı artırdıkça gerekecek olan enerji artacak, tam ışık hızına ulaştığımız anda sonsuza ulaşacaktır. Sonsuz bir enerji istiyor izafiyet teorisine göre ışık hızı.

Buna karşılık 'tychon' adı verilen parçacıklar yıllar önce gözle görülemese de formüllerle varlıkları kanıtlanmıştır. Bunlar ışık hızından defalarca hızlı olduğu varsayılıyor. Fizikteki Doppler olayına göre yapılan hesaplara göre bize yaklaşmakta olan gök cisimleri maviye, bizden uzaklaşmakta olan gök cisimleri ise kırmızıya kaymaktadir. Doppler olayını kullanarak astronomlar uzaydaki cisimlerin bize doğru gelmekte olduğunu veya bizden uzaklaşmakta olduğunu saptayabilmekteler. Ama vardıkları kesin sonuça göre daha çok uzaklaşmaktadırlar. Başka bir deyişle, evren genişlemekte olduğundan bir merkezi dikkate alarak tüm gökadalar, nebulalar ve diğer gök cisimleri, hem birbirlerinden hem de bizden uzaklaşmaktadırlar. Bize doğru gelenler ise daha azdır.

Birbirinden uzaklaşma olayına ilave etmek istediğim bir husus var. Tabii ki tüm gök cisimleri birbirinden uzaklaşmakta ama birbirine yaklaşanlar da olmakta. Yıllar önce keşfedilen iki galaksinin birbirinin içinden geçmesinin saptanması gibi. Düsünün bir kere. Milyonlarca yıldızdan, gezegenden, gazlardan ve diğer parçacıklardan oluşan bir sistem başka birisiyle çarpışıyor. Aslında bu tam bir çarpışma değildir. Çünkü birbirlerinin içinden geçip giderler. İçlerinde sahip oldukları gezegenlerin veya yıldızların çok cok azının 'belki' çarpışma ihtimali vardır. Bu çarpışma olayı da öyle bir anda olmaz tabii ki. Milyonlarca yıl önce başlamış, yine milyonlarca yıl sürecek bir çarpışmadan bahsediyorum ben. İşte bu devasa içi içe geçip gitme olayına çarpışma dedim sadece. Yıllar önceki astronomların da saptadığı zaten bu carpışmanın sadece bir anı idi. Sözkonusu iki galaksinin de bizden uzaklığı göz önünde tutulursa carpışmanın belki de çoktan bittiğini düşünebiliriz. Ne demiştim. Işık ışınları bize yeni gelmiştir de ondan.

Madem ki ışık hızından hızlı parçacıkları, gözleyemesek te ispat edebiliyoruz, o halde ışık hızından daha hızlı bir hızın da sözkonusu olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünuyorum (Eskiler şöyler derler: En hızlı şey düşünce hızıdır) . Mesela, 'düşünce' hızı ışık hızından hızlı bir olay. İnsan kendini düşünse, bir anda İzmir'de, bir anda Paris'te veya bir anda Guneş'te olabilir. Tabii bu mümkün olabilseydi taşımacılık sorunu kalmazdı. Düşünce hızı ışıktan çok hızlı bir olay. Ama ne yazık ki kendi kendimizi oraya buraya gönderemiyoruz henüz.

Peki zamanda yolculuk yapılabilir mi? İlk anda şunu söylerler: Geleceğe hayır ama geçmişe evet. Geleceğe niçin gidemiyoruz. Daha yaşanmamıştır da ondan! Bunun diğer bir ispati daha var. Madem geleceğe gidilebilir diyenlerdensiniz, şu soruya cevap verin: Bundan diyelim yüzyıllar sonra zamanda yolculuğun sırrı çözülecek ve insanlar zamanda seyahat etmeye başlayabilecekler. O insanlar geçmişe gidip bizim zamanımıza niye gelmiyorlar o zaman? Gördünüz mü? Zamanda yolculuk her ne kadar şu an için imkansiz görülse bile onun bile kuralları vardır. Gelecege gidilemez. Ama geçmiş yaşanmıstır. Geçmişe gittiğimizde yaşanmış kötü bir olayı engelleyebilir miyiz? Bence hiç karışmamalıyız. Geçmişe ancak pasif bir gözlemci olarak gidilmelidir. En doğrusu budur.

Geçmişe yapılacak olan zaman yolculukları bir paradoksa da yol açacaktır derler. Kişi geçmişe gidip kendi dedesini öldürebilir, eğer öldürürse kendisi nasıl geldi, kendisi nasıl doğdu?

Zamanda geriye doğru bir yolculuk yapıldığında, yeni bir boyut açılır. Zamanda ne kadar geçmişe gidilirse o kadar çok boyut açılır ve bu boyutların sonu, limiti yoktur. Kişi geçmişe gidip kendisini görüp gelebilir. Aynı kişi tekrar geçmişe gittiğinde farklı bir boyut açılır fakat orada kendisinden iki tane görür. Zamanda yolculuk yaparak gelmiş halini de görür. Herşeyi hatırlar. Fakat, zamanda yolculuk yaparak gelmiş ilk hali geleceği bilemez. 'Geleceğe Dönüş' filminde buna bir örnek vardı. Kişi geçmişe ne kadar döner ve kendi zamanına geri dönerse o kadar sayıda boyut açılacak ve geçmişteki o gidilen anda, o zamana ait kişiye ilave olarak zaman yolculuğu yapanların sayısı kadar sayıda o kişiden olacaktı. Bu herhangi bir sorun çıkarmaz. Zamanda geçmişe giderek bir şeyi değiştirdiğimizde değişen şey 'bize göredir'. Yeni bir boyut açarak gelen biz orada kalırsak normal hızı ile yaşlanmaya devam ederiz genç halimizle birlikte. O boyutu terk etmemiz ise tabii yine zamanda seyahat ederek olacaktır.

Geleceğe gidilebileceğini varsayarsak, bu da herhangi bir değişikliğe yol açmazdı. Gelecekteki bir şeyi değiştirsek bile.

Kısaca, gelecekten geçmişe gelerek bir şeyi değiştirdiğimizde yeni bir boyut oluşur ve zaman içinde bulunduğumuz boyutta bize göre akar. Yani, kendi geleceğimizi değiştirmiş oluruz. Geçmişe giderek geleceği değiştirebiliriz fakat, bunu yaparak farklı bir boyut açmış oluruz. Bu şekilde zamanda sapmalar yaparak kendimize göre farklı bir gelecek düzenleyebiliriz. Bizim bilmediğimiz, diğer farklı boyutlardan, farklı geleceklerden habersiz olarak o boyutta yaşamımızı sürdürürüz.

Yazar Stephan Hawking'e göre uzay zaman, evren genişlediği için ileri gitmekte. Yani, zaman ileriye doğru akmakta. Masanın üzerinden yere düşüp kırılan bir bardağı örnek alalim. Eğer, yerdeki parçalanmış bardağın camlarının yerden zıplayarak masanın üzerine yukseldiğini ve sapasağlam olarak bardağı oluşturduğunu görseydik, o zaman uzay zaman geriye dogru akıyor diyebilecektik, bu da evren büzülüyor demek olacaktı. Bu gibi sahneleri geriye doğru oynatılan film veya videolarda görmeye alışkın olan bizler, gerçek hayatta bunun örneklerini görememekteyiz. İlk andan itibaren zaman ileri doğru akmaya şu an da devam etmekte. Dördüncü boyut olan zamana insanoğlu henüz müdahale edememekte. Uzun yıllar da müdahale etmeye calışacak, bu uğurda kafasını çok yoracak gibi gözükmektedir.

2.12.2003 14:53 -by eclemif -- http://nedir.antoloji.com-

Geçmişe ve geleceğe yolculuk konusu çok geniş bir konu. İkisini de zaten ayrı olarak bahsedilmesi gerekir. Bu konular hakkında Einstein'dan tutun belki adlarını sayamıyacağımızdan daha fazla bilim adamı ilgi göstermiş ve teorilerde bulunmuştur. Bu teoriler çoğu romana ve filme konu olmuştur. Bunları bir yerde toplamak çok zaman alır, o yüzden aklıma gelen tarafalrını aktarayım.

Geçmişe yolculukla ilgili bir teoride (sanırsam Einstein'ındı) geçmiş yaşandığı için değiştilemiyeceğinden ancak bir şekilde belli bir tarihe gelinip orada olunabilir ama kimse ne zaman yolcusunu görebilir ne de zaman yolcusu bir şeye dokunabilir, sadece izlenebilecek şekilde olaylara tanık olabilir, çünkü yaşananlar yaşanmıştır, zaman yolcusu o zamana ait olmadığından gelecekten gecmise sedace gölgesi yansır yani siluettir.

Bunun dışında eğer gerçektende geçmişte bedenlebiliyorsak aramızda gelecekten gelmiş insanlar dolaşması lazım, ama şimdiye kadar gerçek bir delil olmadığından:
* belki zaman yolculuğu mümkün değil
* belki zamanımızın jenerasyonunun keşfedeceği bir şey olduğundan daha böyle bir olay gerçekleşmedi
* belki keşfedildi ama zamanın yönünü değiştirmemek için aramızda gizlice dolaşıyorlar.

* ya da yukarda dediğim gibi var ama göremiyoruz...
* Yine de mümkünse, zaman dilimini değiştireceğinden çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Geleceğe Dönüş filmlerine konu olmuş Zaman Yolculuğu teorisi akla daha yatkındır. Geçmişe yolculuk yapılırsa ve zaman dilimini değiştiricek bir hareket, geleceği değiştirmiş olur. Filmde de bahsettiği gibi A -> B normal zaman dilimi ise B -> A gidilirse B -> A -> C olur.

* Zaman Döngüsüne (time loop) girilir, yani yaşananlar zaten yaşandığından zaman yolculuğu yapan insan yaşadıkları tekrar ve tekrar yaşar. Groundhog Day filminde bu teoriye deyinilmiştir.

Gelecek ise daha yaşanmadığı için zaman yolculuğu gerçekleştirilse bile:
* Zaman boşluğuna düşülebilinir.
* Zaman bulanımı. yolcu yaşlanıp ölebilir ya da vucudu fizik üsttü bu yolculuğu kaldıramaz...
* Zaman donması... Stephan King'in Geceyarısını Tam Dört Geçe'ye konu olan teoriye göre de, hangi zamandan çıkılmıssa yola o zaman aynı kalır ama insalar canlılar olmaz ve cansız maddelerde işlev göstermez, çünkü ne ölen ölmüştür ne de doğacak doğmuştur ve yakılacak kibrit bile daha yakılmamıştır sadece dekor olarak durur...
* Zaman çökmesi ya da patlaması... Zamanda kısadevre gibi etkisi yaratıp feleketlere yol açabilir.

Esasında geleceğe yolculuk direk olmasa da yine de yapıyoruz. Eskiden günlerce tutucak yürüme ile aşılacak yolları 20 dk. ulaşabiliyoruz, birisine yollacağımız aylarca sürecek olan mektubu saniyede net üzerinden göderebiliyoruz.

Vucudun dondurulması, derin uyku (Yedi Uyuyan ya da Kur'an'daki Eshab-ı Kehf) ışık hızına ulaşılma çalışmaları, lazer teknolojisi, kara delik teorileri, zaman yarıkları, zaman tüneli, zaman delikleri gibi daha saymakla bitmeyecek.

Tarih: Cmt Ekm 20, 2001 9:11 pm    Mesaj konusu: Zamanda Yolculuk.Bilim Fenerinin eski sayfasından Onur Kılıç'ın yazısı:

İnanılması güç ama, zaman yolculuğu fizikteki en basit olaydır. Nasıl mı? Zaman yolculuğu için gerekli ve yeterli olan tek şey harekettir. Yani siz
bisikletle giderken bile zaman yolculuğu yapmış olursunuz.

Bunlar işin teorik yanıydı elbette. Şimdi isi biraz pratige dökelim:

Bisiklet ile zaman yolculuğu yapmış olursunuz ama o kadar az ki 1000 yıl boyunca bisiklet sürseniz, yaptığınız zaman yolculuğu 1 saliseye bile ulaşamaz. Önemli  olan hareket etmek değil, hızlı hareket etmektir. Işık hızına ne kadar yaklaşırsanız, zamanda o kadar hızlı ilerlersiniz.

Örneğin; Işık hızının (300.000 km/saniye) %99,9999999999'una ulaşırsanız, 1 saniye yolculuk yaparak, yaklaşık 10.000 yıl geleceğe gidebilirsiniz.

Bunun açıklaması Einstein'in Özel görelilik kuramı'nın getirdiği "zaman uzaması" kavramında yatar. Siz ne kadar hızlı hareket ederseniz, göreli olarak,
zamanınız duran kişiye göre o kadar yavaş geçer. Mesela siz 1 saat ölçerken, hızınıza bağlı olarak, duran kişi 1 yıl ölçebilir.

Gelelim şu ikincil soruya:

Madem bir engel yok, neden gerçek manada zaman yolculuğu yapılmıyor?

Nedeni aslında bir engelin olmasıdır.Günümüzün teknolojisi bir insanın hızını ışık hızına yaklaştırabilecek seviyede değildir. Yani şu an, teknoloji açısından,
zaman yolculuğu için henüz erken.

Bu arada çok önemli bir noktayı göz önünde bulundurmak lazım: Şu ana kadar bahsettiğimiz gelecege yolculuk teorik olarak mümkünken, geçmişe yolculuk fiziksel olarak imkansızdır. Zaman makinesinin ayrıldığı değil de, indiği yerde zaman kırılır, iki farklı boyutta iki farklı dünya yaşar, "gelenler" birinde vardır, diğerinde yoktur.Böyle ele alınca olayı, kırık kırık zaman boyutları bir tarafa, daha tutarlı oluyo...!

6.7.2004 14:22 -eclemif  :   [ Oyunun teorisini özetlemek gerekirse Kahve veya Çay içeceksiniz, çayı seçen ya da kahveyi seçen olarak iki ayrı zaman boyutu vardır siz sadece hangi zaman boyutuna devam edeceğinizi seçerseniz. Kahveyi seçerseniz bu sefer sütlü mü sütsüz mü içekçeksiniz seçimi çıkar böyle basit bile görünen seçimlerden sonsuz sayılacak olasıklarla hayat devam eder. Bu oluşan farklı zaman boyutlarladaki sizle aranızda tabi ki bağ vardır ne de olsa seçimi yapan sizsiniz,,, Diyelim ki bu bağı kuracak bir makinanız var ya da keşfettiniz böylece zaman içinde yolculuk yapıp farklı zaman boyutlarına devam edebilirsiniz... Ya da ben oyunu yanlış anladım! ]

Gönderen: CoDe    Tarih: 12-01-2005 16:42 -Einstein'ın teorisini doğrulayan gözlem-inndir.com/haberler

Astrofizikçiler, karadeliklerin kendi etrafındaki zaman ve uzayı “büktüğü” yolundaki teoriyi doğrulayan bir gözlem gerçekleştirdi. Araştırma ekibinden John Miller, “Bu veriler, dev sifona benzeyen karadeliklerin, çevrelerinde zaman-uzay girdabı yarattıklarını gösteriyor” dedi.

Boston'daki Harvard astrofizik merkezinden bilim adamları, Dünya'dan 40 bin ışıkyılı uzaktaki Akila takımyıldızında bulunan GRS 1915+105 kod adlı karadeliğin çevresindeki uzay-zaman dalgası üzerinde tam anlamıyla “sörf” yapan gaz parçacıkları tespit etmeyi başardı.

Araştırma ekibinin, bu gözlemleri Amerikan Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesi'ne ait (NASA) Rossi-X ray Timing Explorer adlı uzay teleskopunu kullanarak yaptıkları kaydedildi.

Benzer bir gözlemi, başka bir astrofizik grubu da yaptı. Maryland üniversitesi astrofizik merkezi ve NASA ile ortak proje yürüten bilim adamları, Avrupa Uzay Ajansı'nın XMM-Newton uydusundan yararlanarak, bir karadelik çevresinde ışıktan yüzde 10 daha hızlı (saniyede 32 bin km) dönen çok yüksek hararete sahip parçacık kümeleri gözlemledi.

Bu gözlemler, bilim adamlarına bir karadelik etrafında tam tur atan madde parçalarını ilk kez izleme olanağı sundu.

Ekipten Jane Turner, uzmanların, bu veriler ışığında karadeliklerin kütleleri ve diğer özelliklerini ölçebileceklerini belirtti.

Turner ve arkadaşlarının gözlemlediği karadelik, 170 milyon ışıkyılı mesafedeki Coma Berenices takımyıldızında Markaryan 766 galaksisinde bulunuyor.

Albert Einstein, 1916 yılında karadeliklerin varlığından söz etmiş ve izafiyet teorisinde zaman ve uzayı “eğip büken” karadeliklerin çekim gücünden ışığın bile kaçamadığını söylemişti.

Einstein'ın öngörüsü, böylece gözlemlerle doğrulanmış oldu.

Gönderen: whatnext     Tarih: 24-01-2005 01:28 -inndir.com/haberler:
Bir yorum da benden! ışık hızı aşılabilir kuantum ortamında. Einstein bir sembol isim. Aslında ondan bu konuda çok ilerde bilim adamları var ama nedense bütün parsayı Einstein topluyor.Unutmayın Einstein\'in de bir çok hatası olmuştur bu rölativite konusunda. Ben yakın zamanda  ışınlanma olayının (teleportation) gerçekleşeceğini tahmin ediyorum. Zaten laboratuar ortamında ışığın ışınlanması gerçekleşmiş. Son haberlere gelince bunların doğru olması ya da olmaması birşeyi değiştirmez bizim bakış açımızdan başka.

Koniks.com/ forum: by dread_knight -06/02/2005 :  07:43:30 :

Merhaba arkadaşlar

Zamanda yolculuk konusunu görünce yorumlarınızı okumadan geçemedim...Bir de baktım ki üye oluvermişim.
Tümünü okumam mümkün değil ama ilk gözlemler itibariyle çok değişkenli bir fonksiyona yada her telden çalan bir saza benziyor bu site.
Sanırım bir (ya da birkaç) arkadaş edebiyat takılıyor ama ben zamanda yolculuk konusunda fikir beyanatında bulunacağım.Bunun için de sizlere, düşündürücü bulacağınızı umduğum bazı sorular yöneltmek istiyorum;

1- Diyelim ki ben saniyenin milyarda biri bir hızla aya gittim;


SORU ŞUDUR ARKADAŞLAR:

Ben bulunduğum zamandan saniyenin milyarda biri kadar ileri mi gittim; yoksa zamanda yolculuğu destekleyen kişilerin görüşüne göre ışıktan daha hızlı olduğum için zamanda geriye mi gittim?
2- Hiç bir yere gitmedim arkadaşlar ben buradayım;farzedelim ki şu anda ayda biri var ve benim zamanıma göre benden geride...Bu benim için neyi değiştirir ki?Sular akmaya devam ediyor.Ayı,dünyayı,tünelleri v.s. bir kenara bırakalım arkadaşlar,hiç kimse bir metre ötesinde olan olan biteni bile o anda görmüyor...Ay ile dünya arasındaki mesafe hiç bir şeyi değiştirmez...Söylemek istediğim şu ki arkadaşlar; zamanda yolculuktan kastedilen geçmişte
yaşananları görmekse zaten hiçkimse bir başkasının o anda yaşadıklarını görmüyor...
3- Diyelim ki ben ışıktan daha hızlı bir şekilde,dünyanın kendi etrafında dönüşünün tersi yönünde,dönüyorum...Başım dönmeye başladı ama zaman geriye dönmedi;neden?Çünkü dünya da dönmeye devam ediyor;Yani : 1 saniyede dünyanın etrafında bir milyon defa dönmek beni yalnızca bir saniye sonrasına götürür...

4- Diyelim ki ben dünyanın yörüngesi üzerindeki bir noktaya ışınlandım...ve dünya bu noktadan tam yüz gün sonra geçecek...İşte şimdi zamanda yolculuk başladı(!)Bilimsel olarak değil!!!Ama hiçbirşeyin olmadığı yerde 100 gün=1 asır.Bu da benim denklemim.Hayatın olmadığı yerde zaman da yoktur arkadaşlar.Yani zaman göreceli kavramdır ayağından girersek;Futbol aşkıyla(!) yanıp tutuşan bayanlar için maçlar 9 saat sürer, kodeste geçen üç yıl otuz yıla eşittir.Özetle arkadaşlar; zamanda yolculuğu bir bilim adamının tartışmasını bile esefle kınıyorum:)) (Einstein ile Hawkins'e söz hakkı doğdu) Çünkü zamanda yolculuk bir felsefe konusudur ancak...
İşin bir de dini felsefesine girersek zamanda yolculuk yaratılışın amacına aykırıdır.Ben bir gün teknolojinin ışık hızında madde transferini gerçekleştirebileceğine inanıyorum ama bu zamanda yolculuk değildir; çok daha basit: sadece yolculuktur.çok daha kısa sürede başka bir yerde olmaktır...

 ''Zamanda gezinebiliriz teorisi'' bobiler.org dak... Salı, 29/05/2001 - 07:51 bilim:

Bu makalede ışığı yavaşlatarak zamanda seyahat yapabiliriz'i savunan bir bireyin teorisini anlatmışlar. Hepsini okumak istemiyenler için işin özeti şöyle:

Eğer ışığın yoğunluğunu yeterince arttırırsak zaman ve uzay yer değiştirir (einstein denklemleri). Buna görede eğer ışığı yavaşlatabilirsek zaman uzayda diğer bildiğimiz boyutlar gibi olur. Yani bu durumda sağa doğru yürüyerek zamanda geri , sola doğru yürüyerek de zamanda ileri gidebiliriz.

Ama bu işi yapmak için pek bir fazla enerji gerekiyormuş.

Diğer yandan Hawking ve Thorne a göre zaman makinası yapmanın imkanı yokmuş. Böyle bir makinanın yapılması halinde anında kendi kendini patlatırmış.

Kaynaklar

1-Miguel Alcubierre- Focus Dergisi

2-Kozmostan Kuantuma  -Yalçın İnan

3- http://www.gulbahcesi.50megs.com/makale/bilim.htm --Bilimde yeni ufuklar--

4-İsmet Berkan:  Zamanda yolculuğa bir-iki --9 Eylül 2001 

5- Genel görecelik kuramı: MERCEK Aylık Bilim ve Kültür Dergisi - Zamansızlık ve Zamanda yolculuk

6-Görünmezlik pelerini gerçek mi oluyor? -Milliyet  internet gazetesi-

7-Bilim Kurgu Nedir? Orhan Duru  /Türk Dili Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi (1 Ocak 1973, S.334) derlemesinin önsözünden alınmıştır)

8-  Spekülasyon ve bilim kurgunun kesiştiği noktada zaman yolculuğu; (ABD'de kırmızı mavi gerginligi: yoksa kaos kapıda mı?   by Burak Eldem)


Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

 

Sayfalar: 1. 2.  3. 4.  5. 6. 7. 8.  9. 10. 11. 12. <<İNDEX  ANASAYFA