Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

Zamanda yolculuk olasılığı

21 Haziran, 2005 15:42:00 (TSİ)

Japonya Uzay Havacılık Dairesi (JAXA) ve Tokyo Üniversitesi'nde görev yapan Doç.Dr. Serkan Anılır, zamanda yolculuk konusunu cnnturk.com için yazdı.

Zamanda yolculuk dendiğinde aklımıza hep ünlü bilim adamı Stephen Hawking'in yaklaşımı gelir. 'Eğer zamanda yolculuk mümkün olsaydı, neden bugün gelecekten gelmiş zaman yolcularıyla karşılaşmıyoruz?' Peki ya ileride zamanda yolculuk gerçekten mümkün olursa ve gelecekten gelmiş kişiler aramızda yaşayıp bizi izliyorlar ve içlerinden gülüyorlarsa? Gelin, hep beraber bu olasılığı düşünelim.

Zannederim, uzmanlık alanı olmasa da herkes, zamanda yolculuğun ancak ışık hızına ulaşabilmemiz durumunda mümkün olduğunu biliyordur.

Gelecekte, zaman yolculuğu ile ilgili bütün engelleri ortadan kaldırıp ışık hızından daha hızlı hareket etmeye yönelik teknolojiyi geliştirdiğimizi varsayarsak, nasıl bir zaman yolculuğu yaşanacağını da hayal edebiliriz.

Wells'in romanı ve 'warp' fikri

Zamanda yolculuk üzerine en tanınmış yazılı roman, ünlü yazar H.G.Wells tarafından kaleme alınmıştır. Romanda zaman makinası geçmişe ve geleceğe tek bir çizgi üzerinde hareket ederken, bugün zamanda yolculuğun gerçekleşeceğine inanan birçok bilim adamı, bazı zorlukları yok etmek için 'warp' fikrini ortaya atmaktadır.

'Warp'ı basit bir örnekle açıklayacak olursak, bir kağıdın sol alt köşesine (X), sol üst köşesine (Y) yazalım. X'den (şimdiki zaman) Y'ye (geçmiş zaman) bir çizgi çekelim.

Wells'in modelinde, zaman makinası bu çizgi üzerinde hareket etmektedir. Ama, harflerin yazılı olduğu iki köşeyi kağıdı kaldırıp ortası sarkacak şekilde biraraya getirirsek, bu iki farklı nokta arasında hareket etmek için varolan çizgiyi takip etmek yerine direkt atlama yapabileceğimizi görürüz. 'Warp' budur.

Her ne kadar bu imkansız gibi düşünülse de, bugün doğadaki formlara baktığımızda, mükemmel bir kare veya dikdörtgen benzeri bir form göremeyiz. Doğa, bizim '3.5 boyut' ismini verdiğimiz mevcut form cetvelleriyle tanımlanamayan 'fraktal'lerden oluşur.

Kar tanesi ve yansımalar

Buna en güzel örnek ise bir 'kar tanesinin' şekli. Kyoto Üniversitesi'nden Prof. Dr. Koji Miyazaki ile beraber yaptığımız bir araştırma sırasında, kar taneleri ve benzer milyonlarca fraktal şekillerin aslında dördüncü boyuttan üçüncü boyuta yansımalar olduğunu bilgisayar modelleriyle kanıtlayıp başarılı olduk.

Einstein'in 'zaman' olarak tanımladığı dördüncü boyutun, belki de farklı bir kurgusu olan bir üst 'mekan' olabileceğine dair bir tez de geliştirdik.

Uzayın şekli ve boyut konusunu daha derinden kavramak, ileride belki de zaman makinasının önünü açabilir.

Zaman makinasına geri dönecek olursak, bugüne kadar büyük bütçeler ve derin araştırmalarla hazırlanmış bütün filmlerde kahramanımız zaman makinasıyla geçmişe veya geleceğe giderken, farklı zaman diliminde başladığı nokta ile çıktığı nokta aynıdır.

Örneği tekrar düşünürsek, bir kağıt üzerindeki iki nokta arasındaki çizgiyi takip etmeden o noktalar arasında gidip gelmek bir gün mümkün olsa da, herhalde o gün zaman makinası üzerine çalışanlar, çok önemli bir gerçeği fark edecekler. O da kağıdın hareket halinde olması... Yani uzayın hareket ediyor olması.

Nasıl mı?

Dünya saatte yaklaşık bin 600 km hızla dönmektedir. Eğer bir zaman yolcusu 'warp' ile, zamanda bir saat geriye gidecek olursa, çıkacağı nokta ilk başlangıç noktasından bin 600 km ötede olacaktır.

Tabii ki bu durumda, uzaya dışarıdan bakacak olursak, dünyanın aynı bir saat içinde güneşin etrafında da 107 bin km yol katettiğini, güneşin de Samanyolu galaksisinde 810 bin km, Samanyolu'nun da Andromeda galaksisine doğru 240 bin km, 'Local Group' adı verilen bizim sistemimizin de Virgo kümesine doğru 2 milyon 770 bin km ve komple olarak Virgo sisteminin de 'Great Attractor' adı verilen görünmeyen bir kümeye doğru 2 milyon 150 bin km ile hareket ettiğini düşünmemiz gerekir.

Zamanda yolculuk hayalleri ile yola çıkan pilotumuz, sadece ve sadece bir saat geriye dönmeye kalkışırsa, yola çıktığı noktadan yaklaşık 5 milyon kilometre uzaklıktaki farklı bir noktada ortaya çıkacaktır.

Burada önemli olan, yolculuğa başladığı noktada gene ortaya çıkmış olsa bile, bu sırada uzay bir saat içinde hareket etmeye devam etmiştir.

Bu kadar kötümser olmamak için, olaya bir de iyi tarafından bakalım. 5 milyon kilometre uzakta çıkma olasılığından bahsettiğim halde, bütün yıldız ve kümelerin aynı yöne hareket etmediği gerçeğini göz önünde bulunduracak olursak, buradan birbirlerini sıfırlama şansları olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün bilim adamlarının 'uzayın duvar kağıdı' olarak da tanımladıkları arka plandaki 'kozmik kısa dalga fon radyasyonu' (Büyük patlama, yani Big Bang adını verdiğimiz evrenin doğuşunda meydana gelen patlamadan geriye kalan radyasyon) ölçümleri ışığında, dünyanın saatte yaklaşık 1 milyon 400 bin km hareket ettiğini biliyoruz.

Bu uzaklıkları şu ana kadar sadece bir saatlik bir zaman yolculuğu macerası olarak düşündük. Bunu günlere, aylara, yıllara vurursak ortaya çıkan mesafe farklılıklarını zannediyorum herkes hesaplayabilir.

Basit bir örnek verecek olursak, 2105 yılından zamanımıza dönmeye çalışan bir kişi, dünyadaki başladığı noktadan yaklaşık 1 trilyar kilometre uzakta çıkacaktır, bize o noktada mesaj gönderse, dünyaya ulaşması yaklaşık 47 gün alacaktır.

Uzay keşifleri

Eğer bu şekilde bir yolculuk imkanı olursa, yani uzayın sürekli hareket halinde olmasını kendi avantajımıza çevirmek istersek, bunlardan birisi uzay keşifleri olabilir.

Mesela aynı hesaplama sistemi ile gidersek, şu an ki bulunduğumuz noktada 17.4 gün sonra Jüpiter gezegeninin olacağını tahmin ederek (dünyaya en yakın olduğu zamanda 587 milyon kilometre) buna ayarlayarak bir keşif gemisini gönderebiliriz.

Tabii ki x-y düzleminde başarılı olunacağı tahmin edilse bile, uzay ortamındaki x-y-z sisteminde düşünürsek, belki uzaklık olarak doğru noktada çıkabiliriz ama Jüpiter'in o andaki konumuna göre tam olarak yanında çıkma şansımızın çok zayıf olduğu da bir gerçektir.

Ancak bu teknoloji eğer başarılı olursa, mesela dünya yörüngesine uydu veya benzeri yük taşıması için son derece pratik bir çözüm olabilir.

Hayal gücümüzü zorlamaya devam edecek olursak, ben bir gün zaman makinasıyla yolculuk yapma şansını yakalasam iki seçeneğim vardır. Birincisi ne kadar dünyadan uzakta ortaya çıksam bile, en kısa zamanda dünya ile bağlantı kurup yönümü bulmak ve geriye dönmeye çalışmak.

İkincisi ise, zaten geri dönemeyeceğim gerçeğini kabul ederek, gitmişken sonuna kadar gideyim fikrine de sarılarak, uzayın başladığı zamana dönmek.

Acaba Big Bang patlamasının olduğu ana kadar gidebilir miydim? Uzayın henüz bin yaşında olduğu ve sadece taneciklerden meydana geldiği bir döneme dönebilecek olsam, acaba benim zaman makinem de o anda tanelerine ayrılır mıydı?

'Warp' fikrinde zamanın etrafında dönerek, yani o çizgi üzerindeki olaylardan etkilenmeyerek hareket edebileceğimizi varsayarak, 'Big Bang'den öncesine dönmeye kalkışsaydık? Bu durumda uzayın varolmayacağı ve uzayın varolmasından dolayı ortaya çıkan ve insanlar tarafından yorumlanarak 'fizik kanunları' olarak kabul edilmiş, ve benim zaman makinamla o noktaya kadar gitmeme imkan sağlamış bütün kuralların da varolmayacağını düşünersek?

'Terminator' filminde zamanda geriye giderek, ileride lider olacak insanların ailelerini yok etme düşüncesi nereye kadar mümkün bilemiyorum.

Buna başka bir yaklaşım getirsem, mesela ileride olacak çok büyük bir felaketi dünyaya mesaj olarak yollayarak tedbir almaları için uyarabilirdim.

Bu belki ileride mümkün olabilir ancak böylesine bir felakette ölmesi gereken bir kişi, benim yollayacağım mesaj sayesinde kurtulur ve ileride dedemi bir kavga sırasında öldürürse?

Zaman yolculuğu tartışması yıllarca sürer... Sonuç itibariyle Doç.Dr. Serkan Anılır'a göre zaman yolculuğu tartışması yıllarca sürer

"Işınla beni Scotty!"

10 Haziran, 2005 17:26:00 (TSİ)

Doç.Dr. Serkan Anılır / JAXA

Japonya Uzay Havacılık Dairesi (JAXA) ve Tokyo Üniversitesi'nde görev yapan Doç.Dr. Serkan Anılır, ışınlanma konusunu cnnturk.com için yazdı.

'Star Trek' filmiyle insanların aklında yer eden, bir yerden başka bir yere ışınlanma fikri hakkındaki ilk söylentiler, aslında çok daha eski tarihlerde, 1943 yılında 'Philadelphia deneyi' adıyla bilinen bir spekülasyonla başlar.

Bu spekülasyona göre, İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD'nin savunma teknolojisini geliştirmeye yönelik çalışmalarında, Philedelphia eyaletinde 'USS Eldridge' gemisinin radarlara görünmemesi amacıyla, içine büyük boyutlarda jeneratörler yerleştirilerek kuvvetli mıknatıs alanları oluşturulup radar sinyalleri aldatılmak istenmiştir.

Yapılan deneyler sırasında, gemi bir anda gözden kaybolmuş ve söylentiye göre Norfolk açıklarında yeniden belirmiştir.

Deyim yerindeyse, proje üzerinde çalışan bilim adamları, gemiyi görünmez yapmak isterken yanlışlıkla ışınlamışlardır.

Bu konuda internette inanılmaz rakamlarda web sayfaları da mevcut. 

Hepsi ışık oyunu

Gözlerimizin görebildiği tek şey ışık. Mesela kırmızı bir elma, mavi bir gökyüzü veya yeşil bir yaprak diyerek renkle tanımladığımız bütün nesnelerin doğal veya yapay ışık olmaması durumunda siyah renge dönüşmeleri ya da görünmemeleri buna güzel bir örnek olabilir.

Bugün dünyanın en ünlü sihirbazı bile gözümüzün önünden içi yolcu dolu bir otobüsü yok edip bizleri 'nasıl yaptı' diye dehşete düşürürken, aslında yaptığı tek şey bizim gözümüze bir ışık oyunu yaşatarak aslında var olmayan bir görüntüyü gerçek olarak algılamamazı sağlamaktır.

Otobüs ve yolcular yok olmamıştır, hala aynı yerdedir. Ama bizim gözümüze yansıyan ışık farklıdır.

Bir kez daha şunu anlıyoruz ki, bizler mevcut objeyi değil, sadece o objeden gözümüze yansıyan ışığı görürüz. Bir filozofun gözünden bakarsak, objeyi görmek yerine onu hayal ettiğimizi söylemek yanlış olmaz.

Böyle bir enerji yok

Bir geminin, içindeki mürettabatı ile beraber hatayla başka bir şehre ışınlanmış olması tabii ki üzerinde spekülasyon yapacak enteresan bir teori haline gelirken, bunu üzerinde gerçekten düşünmeye değer bir konu haline getirecek nokta ise böyle bir transfer için gerekli olan enerji miktarı.

Işınlama için bütün diğer zorlukları bir kenara bırakıp, sadece gerekli enerjiyi düşünecek olursak, güneşin merkezindeki mevcut enerjiden bile defalarca büyüklükteki gerekli miktarın bir geminin üzerine yerleştirilecek en kuvvetli jeneratörlerle bile oluşturulamayacağını tahmin edebiliriz.

Ama ışık örneğine geri dönerek, manyetik alanların ışığın yönünü değiştirebileceği olasılığını gözönünde bulundurursak, gözümüze kadar erişmeyen ışık nedeniyle geminin kaybolduğunu düşünmemiz mümkün olabilir. Yani gerçekte gemi kaybolmamıştır.

Oluşan manyetik alanların etkisiyle gemiyi görememiş olmamız (ya da gerçekte olduğu yerden daha farklı bir yerde görmüş olmamız veya gözümüze yansımış olması diyelim) bilimsel olarak açıklanabililir bir durum olmasına rağmen, bunun ihtimali de çok düşüktür.

Foton transferinde başarı

Işınlanmanın gerçekleşebilirliğine bakacak olursak, 'Star Trek' benzeri nefes alan insanların bir yerden bir yere ışınlanması için gerekli sistemlerin gelecekte neredeyse imkansız olduğunu görürüz. Çünkü bu tür sistemlerin kurulabilmesi için toparlanamayacak derecede çok bilgiye ihtiyaç var.İnsanların ışınlanması mümkün değilken, bir fotonun (ışık parçasının) sahip olduğu kuantum parçacıklarının ışınlanmasında başarılı sonuçlar alındı.

Bu deneylerde ise kuantum karmaşası adı verilen iki parçacığın birbirine bağlanarak oluşturduğu 'ikiz foton' özellikleri kullanılarak başarılı olundu.

İstanbul-Tokyo foton transferi

Bu konuyu basit bir örnekle açıklamaya çalışalım: İki tane foton düşünelim. Bu fotonlardan biri İstanbul'da, aynı özelliklere sahip bir ikizi ise Tokyo'da olsun.

Eğer İstanbul'da olan fotonu bir başka foton ile birleştirip 'ikiz foton' oluşturduğumuzu düşünürsek, Tokyo'da olan foton (asıl ikizi) bu durumdan tabii ki etkilenmeyecektir.

Ancak olayın enteresan kısmı burda başlıyor. Eğer İstanbul ve Tokyo'da olan bu iki fotonu fiber optik bir kabloyla birbirine bağlarsak, herhangi bir tarafta olan değişiklik anında diğer tarafa yansır.

Çok basit bir cümleyle söyleyecek olursak, kablo ile bağlı iken İstanbul'daki fotona bir başka fotonu bağladığınızda, hattın diğer ucundaki Tokyo fotonuna da bir başka foton kendiliğinden ortaya çıkarak bağlanmaktadır.

Olmayan bir fotunun kendiliğinden ortaya çıkıp, hattın diğer ucundaki ikiziyle aynı özelliğe ulaşmak isteyerek bağlanmasının mantıklı bir açıklaması olmamasına rağmen, tamamen rastlantı ve şans faktörleri üzerine kurulu kuantum fiziğinde, doğanın kurallarının tamamen farklı olduğu gerçeğini bir kez daha görebiliriz.

Böylesine bir teknoloji geliştirildiği ve günümüze adapte edildiği takdirde, kuantum bilgisayarlarının icadı ve haberleşme teknolojisinde de büyük yenilikler gerçekleşebilir. Ama kendimizi ışınlamak her zaman bir hayal olarak kalacaktır.

Scotty mi haklı, Mahmut mu?

Kaptan Kirk'ü istediği yere ışınlayan Scotty mi, yoksa Cem Yılmaz'ın "ışınla beni" dediğinde "makine soğuk" diyerek ışınlayamayan Mahmut mu haklı sorusuna gelince...

Aslında her ikisi de hem bizim gerçek/hayal dünyamıza hem de bugünkü teknolojiye ulaşmamızı sağlayan insanoğlunun yaratıcılığının temelinde yatan 'merak' unsuruna iki farklı yaklaşım.

Merakımızı öldürmezsek önümüze açılacak yeni ufukların sınırları olduğunu düşünmüyorum. Bu ufuklardan birtanesi de 'zaman makinesi'.

Zaman yolculuğu yapılabilir mi?

Bilim ve Ötesi...

H.G. Wells´in ünlü romanı "Zaman Makinesi"inde, zaman gezgini, özel bir iskemleye oturur, ışıklar yanıp söner, gezgin bir numaratörü çevirir ve sonra kendisini binlerce yıl sonrasına fırlatılmış olarak bulur. Çok uzak geleceğin İngiltere´sinde dünya çok farklıdır, Morlock´lar ve Eloi´ler adlarında iki garip ırktan başka kimse yoktur. Kısacası İnsanlık değişmiştir. Bu iyi bir romanın özetidir ama aslında fizikçiler bilim tarihi boyunca, zaman yolculuğu fikriyle alay etmişlerdir. Zaman Yolculuğu fikri çok yakın zamana kadar, genelde bilim kurgucuların, mistiklerin, fanatiklerin ve şarlatanların ilgi alanında kalmıştır. Buna karşın, son yıllarda hızla gelişen kuantum kuramı ve çekim alanı bu fikri yeniden getirdi diyebiliriz ve şimdi zaman yolculuğu fikri günümüzün teorik fizikçilerinin çok sık oynadıkları bir oyuna dönüşmüştür. Ama nasıl?

 

Michio Kaku

New York Üniversitesi Fizik Bölümü

Fikrin temel ve vazgeçilmez sorunu, ortaya çıkacak olan çeşitli türlerdeki bulmacalar yani paradokslardır. Örneğin bunlardan bir tanesi ailesi olmayan adamdır; Zaman içinde geriye giden birisi annesini ve babasını, kendisi doğmadan önce öldürürse ne olacaktır? İşte bu bir paradokstur yani sizin anneniz ve babanız siz doğmadan evvel ölürlerse, siz nasıl olur da onları öldürebilirsiniz? Geçmişi olmayan adam paradoksu da, buna benzer. Örneğin, genç bir bilim adamının laboratuarında bir zaman makinesi inşa etmeye çalıştığını varsayalım. Birden kendisinden daha yaşlı bir adam laboratuarda ortaya çıkar, nereden geldiği belli değildir ve genç bilimciye zaman makinesinin yapılışının sırrını verir. Genç adam, öncelikle çok zengin olacaktır; borsada, at yarışlarında, müşterek bahislerde oynar ve daima kazanır çünkü geleceği bilmektedir. Sonra geçmişe bir kez daha dönüp, kendisine yani daha genç haline zaman makinesinin sırrını vermeye karar verir ve paradoks ortaya çıkar. Yani laboratuara gelen adam, aslında kendisidir ama aynı zamanda da kendisine verilen sır dışardan yani gelecekten gelmiştir. Öyleyse, zaman makinesini yapan kimdir? Her ikisi de mi? Ama ikisi aynı kişi değil midir?

"Benim annem, yine benim!"

Bir tane daha var; Kendi kendisinin annesi olan adam; Jane sokakta bulunmuş ve öksüzler yurduna verilmiş bir çocuktur, genç bir kız olduğunda kötü bir aşk ilişkisi yaşar, terk edildiğinde hamiledir. Felaket başlamıştır, Jane bir kız olan bebeğini tek başına doğururken ölüme çok yaklaşır, tam o anda bebek kaçırılır, doktorlar Jane´i bulduklarında ölmek üzeredir, hemen müdahale ederler. Gariplikler sürmektedir; tedavi sırasında doktorlar Jane´in çift cinsiyetli olduğunu fark ederler; Jane´de erkeklik organları da vardır; gereken ameliyat yapılır Jane´in adı Jim olur. Jim, iyileştikten alkolik olur ve bir gün bir barmenle dost olur. Barmen bir zaman gezginidir ve kendini düzeltmesi için Jim´i geçmişe yollar, Jim çok güzel bir genç kızla karşılaşır, kız hamiledir ve bir kız bebeği olur. Jim bebeği kaçırır ve bir öksüzler evine verir. Daha sonra zaman gezginlerine katılır ve seçkin bir göreve getirilir. Bir görevinde barmen olur ve geçmişte Jim adlı bir alkolikle tanışır. Bu bilimsel hayalin sonucunda şimdi söyleyin bakalım; Kim Jane´in annesi, babası, kardeşi, kızkardeşi, büyükanne ve babası ve çocuğudur?

Zaman nehrine doğru...

Zaman yolculuğunun olanaksızlığı boşuna değildir. Newton, zamanı bir atılan oka benzetirdi. Yaydan fırlayan, yükselen ve sonra düşmeye başlayan bir oka. Bir okun dünyadan, bir diğerinin Mars´dan atıldığını düşünün. Atılış anları da, evrensel ritmde aynı değerde olsun ama iki okun atılış, yükseliş ve düşüş eğrileri farklı olacaktır çünkü mekan farklılığı zamanı etkiler ve başka gerçekliklere neden olur. Einstein, daha katı bir resim çizer; zamanı daha çok bir nehre benzetir. Bu nehir, yıldızların ve galaksilerin çevresinde akarken, hızı etkilendiği ve etkilediği katı kütlelere göre azalır veya çoğalır. Yani dünyadaki bir dakika, Mars´daki bir dakika değildir. Evrensel ritm aynı olabilir ama ritmi çalan davulcu farklıdır. Einstein, ölümünden evvel çok önemli bulduğu bir sorunla karşılaşmıştı, sorun zaman yolculuğu denklemiydi. Princeton´daki komşusu Kurt Gödel ise, belki de son 500 yılın en büyük matematik mantığına sahipti ve Einstein´ın zaman yolculuğu denklemine uygun çözümü o buldu. Zaman nehri, bir girdaba dönüştüğünde, zaman kendi kendisini bir burgaç gibi kendi üzerine sarar. Gödel´in çözümü dahiceydi; bir postula olarak evrenin bir musluktan akan ve bir kovayı dolduran suya benzettiği zamanla dolduğunu düşündü, kovaya dolan suyun yani evrene dolan zamanın bir doluş yönü veya rotası vardı. Rota yönünde ilerleyen birisi, kendisini kaçınılmaz biçimde yine başlangıç noktasında bulacaktı yani zaman içinde geriye gidiş imkansızdı. Akıntıya karşı gidilemez ve rotadan çıkılamazdı. Einstein anılarında, denkleminin çözümünden rahatsız olduğunu yazıyordu, tam tatmin olmamış gibiydi, denklemin içinde zaman yolculuğuna izin veren birşeyin saklı olduğu umudunu sürdürüyordu. Sonunda bir karar verdi ve yazdı; evren bir rotası yoktu, evren genişleyen bir şeydi (Big Bang) ve bu nedenle Gödel´in çözümü doğru değildi. Buna göre, eğer Big Bang´in yani Büyük Patlama´nın akan değil, genişleyen bir rotası varsa, evren boyunca zaman yolculuğu mümkün olacaktır.

Kurt delikleri bulunuyor;

1963´de Yeni Zelanda´lı matematikçi Roy Kerr, Einstein´in denklemini bir "kara delik"le bütünleştirdi, zaman akışı kara deliklere doğruydu, orada bükülerek girdaplaşıyor yani dönmeye başlıyordu. Halkanın hızı arttıkça da, Schrödinger´in santrifüj gücü kuramına göre zaman çekim alanının gittikçe artan gücü sonucunda eziliyordu. Yani halka bir aynaya dönüşüyor, üzerinde yürüyen birisi ölmüyor fakat başka bir alternatif evrene geçiyordu. Buna "nötrön kurt deliği" dendi. Daha sonralarda Einstein´ın denklemini çözmeye yönelik yüzlerce "kurt deliği" çözümü daha geliştirildi. Kurt delikleri sadece uzayın iki bölgesi arasında ilişkiyi sağlamıyordu, aynı zamanda da iki ayrı zaman arasındaki ilişkiyi sağlıyordu. Yani prensip olarak Kurt Deligi bir zaman makinesi gibi kullanılabilirdi. Kuantum kuramının çekim kavramına katkısı nedeniyle (artık buna herşeyin kuramı deniyor), paradoks sorununa da yeni boyutlar eklendi. Kuantum kuramında, bir cismin çeşitli durumları vardır. Örneğin bir elektron benzer ama farklı rotalar çizer, zaman içinde geri gidersek, alternatif geçmişler bulabilir ve paralel evrenler yaratabiliriz. Yani birisinin geçmişi değişebilir; örneğin John Kennedy suikastten kurtulur ama bizim geçmişimizdeki Kennedy hala ölüdür. Yani o başka bir geçmiştir, bir altenatiftir, biz oraya geçersek başka sonuçlarla karşılaşırız. Bu bir zaman çatalıdır, nehrin kollara ayrılması gibi...

Yeterince akıllı değiliz...

Peki bu şekilde düşünerek, Wells´in zaman makinesini yapıp, bir numaratörü çevirerek, İngiltere´nin binlerce yıl sonrasına gidebilir miyiz? Cevap hayırdır veya en azından şimdilik hayırdır. Daha bunun için sayısız engel vardır. Bir kere ana sorun enerjidir, zaman makinesi için inanılmaz değerde bir enerji kaynağı olmalıdır hatta bunun için yıldızların gücü gerekir. Belki bir egzotik maddenin veya bir negatif enerjinin bulunması gerekmektedir. Fizikçilere göre negatif madde imkansız bir şeydi ama son zamanlarda deneysel alanda çok minik ipuçlarına raslandı (Buna Casimir efekti deniyor). Ama bunların büyük miktarlarda elde edilmesi çok güç bir iştir, en azından yüzlerce asır gerekecektir. Bir diğer sorun dengedir, Kerr´in rotası olan kara deliği dengesiz olabilir. Stephen Hawking kuantum etkisinin içine girmeden evvel bir kurt deliğini yok edebileceğini belirtiyor. Unutulmamalı ki, bizim matematikçilerin denge konusunda yeterince cevabı bulunmamaktadır. Çünkü "herşeyin kuramı"na gerçekten ihtiyaç vardır. Kuantum gücü ve çekim alanı bütünleşmelidir, günümüzün bu süper kuramı eninde sonunda ebedi ve tek kuram olmaya adaydır, üstelik rakibi de yoktur. Kuantum, henüz Einstein´in denklemini çözebilmiş değil ama zaten kendisi de tam anlamıyla tanımlanmış sayılmaz, dünyada henüz hiç kimse denklemle, kuram arasındaki ilişkiyi kurup, çözüme gidecek kadar akıllı görünmüyor.

Geleceğin geçmişe yolculuk turistleri nerede?

İlginçtir, Stephen Hawking bir zamanlar zaman yolculuğu fikrine karşıydı, fazla fantastik olduğunu düşünüyor ve eğer zaman yolculuğu gerçekleşmiş olsaydı, şu anda aramızda gelecekten gelen bir sürü turistin bulunması gerektiğini söylüyordu. Ama henüz gelecekten gelen hiçbir turiste raslamadık çünkü zaman yolculuğu imkansızdır. Ayrıca, Hawking, son beş yılda bu konuda teorik fizikçilerin yaptıkları çalışmaların, çok fazla olduğunu düşünüyor ve bu çabayla dünyanın başka sorunlarının bazılarına belki de çözüm getirilebilirdi, diyordu. Fakat Hawking şimdilerde fikrini değiştirdi, artık zaman yolculuğunun pek pratik olmasa da, olası olduğuna inanıyor. Kimbilir belki de bizler gelecekten gelecek veya gelebilecek olan turistler için yeterince ilginç değiliz. Yani yıldızların gücüne kontrol edebilen birisi için, bizler öylesine ilkel olabiliriz ki... Bir karınca yuvasının girişine gidin ve karıncalara süs eşyaları, kitaplar, tıp bilgisi ve güç verin? Ne ifade eder ki? Bir diğeriniz ise, bir grup karıncanın üzerine bassın, bu da karıncalar için fazla birşey ifade etmeyecek ve onlar koşuşturmalarına hiçbir şey olmamış gibi devam edeceklerdir. Sonuçta yine de dikkatli olun; birgün kapınız çalabilir ve birisi gelip sizin kendisinin büyük-büyük-büyük-büyük ve de büyükanneniz olduğunu söyleyebilir ve tekrar ediyoruz sakın unutmayın, çünkü o haklı olabilir.

Geçmişe veya geleceğe dönebilir miyiz?

Bilim ve Ötesi ....

Zaman Yolculuğu mümkün mü?

Bilim ilerliyor ve araştırıyor, bugün kuramsal olarak zaman yolculuğu mümkün ama pratikte uygulanması mümkün değil. Geçmişe giden zaman yolcusu kendi varlığını ve yola çıktığı geleceği ortadan kaldırabilir. Gelecekte ise, eğer öldüyse zaten varolmayacaktır.

Bilim kurgu tutkunlarının değişmez rüyası olan zaman yolculuğu, günümüzde önemli araştırmalara neden oluyor. Bilimciler ve düşünürler, H. G. Wells´in öngördüğü bir tür zaman makinesinin yapılabileceğini varsayıyorlar, zaman içinde yolculuk fikri geliştirilirken yeni yaklaşımlar da ortaya çıkıyor, zamanda yolculuğun, uzayda yolculuk anlamına gelmediği aksine "kendi içinde yolculuk" olarak düşünülmesi gerektiği yani zaman içinde ileriye ve geriye yolculuk yapılabileceği iddia ediliyor. Bütün bu varsayımlara karşı çıkanlar da var; beş dakikalık bir süre içinde yüz yıllık bir zaman dilimi aşılsa dahi yine aynı yerde kalınacağı söyleniyor. Einstein´ın Görecelik Kuramı geliştirildikçe, zaman yolcusunun uzaydaki göreceli hareketi de zamanla eşit olacağından, zaman yolculuğunun yeni olasılıklara izin vermeyeceği belirtiliyor.

Einstein ve Kurt Gödel 1931

Gödel´in Evreni

1949 yılında Kurt Gödel, Einstein´ın alan denklemlerini kullanarak, bir evren modeli tasarladı. Tasarım Einstein´ınkine benziyordu ama Gödel´in yaklaşımında kozmolojik sabitlere negatif bir değer veriliyor (Einstein formüllerine göre evrenin genişlemesi durmuştu) ve kozmik bir zamanın tanımlanması imkansızlaşıyordu. Çünkü yerel zaman gözlemcileri ile maddenin hareketi bir dünya zamanı içinde uyumsuzlaşıyordu. Modelin en inanılmaz yönü, varoluş kapanıyor, zamansal düğümler bir roketin gökte çizdiği yay gibi ancak yeterli eğimi çizdikten sonra, gözlemci geçmiş veya gelecekteki bir konuma gidip gelebilme imkanını bulabiliyordu. Her ne olursa olsun, dünyadaki herhangi bir konumda deneysel olarak varsayılan dönülebilir geçici bir dönem varoluyor ve eğer P ve O gibi iki hayali noktayı varsayarsak, P, O´dan önce geliyor ama daha sonra zaman çizgisi P ile O´yu birleştiriyor ve bu kez O, P´den önce geliyordu. İşte bu dönülebilir zaman çizgisi Wells´in rüyası olan zaman çizgisiyle iş değerdedir. Gödel´in evreni aslında yeterince tanımlanmış değildi ve sonuç olarak da zaman yolculuğunun imkansız olduğu sonucuna varıyordu. Kısacası, Gödel´in evreni imajinatifti, fiziksel olasılıklara dayanmıyordu.

Zaman yolcusu ne yapacağını çok iyi bilmelidir

G. J. Whitrow´a göre ise, kozmik rota yani dizinsel zaman akımı kuramı yerine kozmik zaman olayı düşünülmelidir. Radyasyonun temelinde bulunan mikro-dalgalar kalıcıdırlar ve çoğulun tıpatıp örneğine sahiptirler yani bütünün aynısıdırlar. Whitrow şöyle diyor; "Sonuç olarak, biz evrenin baştanberi homojen bir varoluş olduğu düşüncesindeyiz. Bu da kozmik zamanın varolduğunun güçlü bir kanıtıdır." Bu yaklaşım Gödel´in modeli ile uyumsuzdur. zaman yolculuğuna izin verir ama yolculuğun fiziksel olarak yapılabileceği imkansız görünür. Herşeye rağmen zaman yolculuğunun imkansız olduğu düşüncesinin duygusal bir yaklaşım olduğu düşünülmektedir çünkü düşüncenin temelinde doğaya karşı gelmek vardır. Gödel rahatsızdı zira birisinin geçmişe yolculuk yaparak, kendi gençliği ile karşılacağına inanıyor ve; "Düşünün ki, bu insanın anılarında bu durumu yaşadığı bulunmuyor." diyordu. Bu bakış açısı, kaderciliğin neden-sonuç ilişkisi inancına aykırıdır, bir anlamda yeni bir kaderin oluşacağı var sayılabilir yani kişinin yapacağı olacak olandır. Bu nedenle, Gödel´in endişelendiği gibi kişinin ne olduğunu hatırlamaması önemli değildir ama bu noktada dikkat edilmelidir ki, zaman yolculuğu varsayımına engel olan şey, kişinin kendisidir çünkü kendi kendisinden korkacaktır. Öyleyse zaman yolculuğunda geçerli kural ne yapacağınızı bilmenizdir.

Bir sinema izleyicisi gibi olabilecek miyiz?

Eğer Abraham Lincoln öldürüldüğünde siz zaman içinde geriye dönüp, dondurma yiyorsanız, gelecek Lincoln öldürüldüğünde siz dondurma yediniz şeklinde oluşacaktır. Burada Lincoln´un ölümü ile sizin dondurma yemeniz arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Çünkü dondurma yemeniz veya yememeniz Lincoln´un ölümünü etkilemez. Sonuç olarak bilimle felsefenin karşıtlığı, felsefe ile dinin karşıtlığını benzer ve ikilimler arasında destekleyici etkenler vardır. Bu yüzden dinsel kadercilik tartışması sonuçta zaman yolculuğunun takyonlar yapılıp, yapılmayacağı sonucunu oluşturur. Geçmişteki olaylar, mantıklı olmayabilirler, öngörülmemiş bir olay yaklaşımı ile de değerlendirilemezler çünkü yapılmamış eylem ancak olasılıktır. Veya geçmişteki olayları değiştiremeyiz yaklaşımına girmemiz gerekir. Zaman yolculuğunu yapabilirsiniz ama müdahale etmeniz yasaklanabilir. Sessiz kalmanız gerekecektir. Zaman yolculuğu hakkında endişelerin azalması için belki de gerekli olan şey, ilahi bir bilgi ya da mantı ötesi bir bilgi kaynağının konuyla ilişkisi olduğunu varsaymaktır. bu da bizi Tanrı inancına götürür veya Tanrı´nın neyi bildiği düşüncesine...

Geri döndüğünüzde kendinizi bulamayacaksınız ama giden kimdi?

Zaman yolculuğunun önemli olup olmadığı çok dikkat edilmesi veya tartışılması gereken bir olaydır. Eğer bu teknolojiye ulaşılmış olunsa dahi. o noktada durmak gerekebilir. Geçmişi öğrenmek, çok ama çok pahalıya malolabilir zira içinde bulunduğunuz anı kaybetmeniz olasılığı çok yüksektir. Örneğin inandığınız bir inancın çok farklı bir şey olduğunu hatta olmadığını öğrenmek çok büyük yıkımlara neden olabilir. Tarihi olayların zaman içersinde ne derece değişmiş olduklarını ya da değiştirildiğini görmek sanıldığından çok daha büyük bir felakete götürebilir. Ama karşıt anlamda bu eşiğin aşılması kaçınılmaz da olabilir, er veya geç bu noktaya gelinecektir. Böyle bir durumu, bir bilgisayarı sıfırlamaya benzetebilirsiniz. Herşey yeniden başlayacaktır, hatta artık geçmiş yoktur yani geçmişinizi yitirmiş olacaksınız. Yepyeni ve hatta hiç hoşlanmayacağınız bir geçmişiniz olacaktır. Bireysel olarak ortaya çıkabilecek riskler de aynı düzeydedir. Geçmişe ve çok daha tehlikelisi ama daha doğru anlamda imkansıza yani geleceğe gidip gelmek makul mantık eşiğini aşmaktadır. Ölmüş olduğunuz bir geleceğe gitmek, Wells´in Zaman Makinesi´nde varolmayan bir kavramdır ama öyle bir gelecekte olmamanız, sizin geleceğe giden varlığınızın da olmayacağı anlamındadır.

Galiba geçmiş, gelecek ve şu an birer hayalden öte değil...

Bütün bunlar bizleri ağır ve zorlu tartışmalara götürür. Üstelik bu tartışmalarla bir yere varılmayacaktır. Zira denenmesi gereken şey deneyin ta kendisi yani zaman yolculuğunu yapabilmektir. Bir başka yaklaşıma göre ise gelecek zaten yoktur çünkü oluşmamıştır öyleyse zamanın gerçekleşmiş ve gerçekleşmemiş iki ayrı yönü vardır. Geleceğin varsayımlarla dolu olması, şu anda yapacaklarımızın sonuçlarını içerir ama bu varsayımların sınırsız olmadığı da unutulmamalıdır. Her bireyin gelecekte sınırlı varsayımları vardır, bunlardan birisi gerçekleşecektir veya hiçbirisi gerçekleşmeyecektir çünkü birey ölmüş olacaktır. O zaman da bireyin geleceği bildiğimiz anlamda yoktur ya da çok küçücük bir yaklaşımla ölü bireyin geleceği ölümün görülmesi yani tanımlanmasıdır. Geçmişle ilgili paradokslar şaşırtıcı olabilirler ama geleceğin paradoksları çok daha şaşırıtıcı olabilir. Geçmişeki olaylara müdahale etmeye kalkışmak ise, varlığınızı ortadan kaldırabilir. Atom bombasının Hiroşima´ya atılmasını engellemek inanılmaz bir alternatif zaman devamlılığını ortaya çıkarabilir, böyle bir gelecekte II. Dünya Savaşı dana sürecek, belki ölenler ölmeyecek, ölmeyecek olanlar ise ölecektir. Bugünün dünyası oluşmayacak, zaman makinesi yapılmayacak ve böyle bir geçmiş-gelecek olasılığında geçmişe gidilemeyecektir oysa ilk yapılan eylem geçmişe gidip atom bombasını engellemekti demek ki buna kalkışıldığında tekrar çıkış noktasına hiçbirşey olmamış gibi dönülecektir. Sonuçta, zaman yolculuğu fikren mümkündür ama pratikte mümkün değildir çünkü geçmişe dönen zaman yolcusu bulunduğu yere tekrar dönemeyecektir. Bu da herşeyin göreceli olduğu bir evrende yaşıyoruz anlamındadır.

 

Zaman Zaman İçinde  - ( Time After Time )

Tür
Korku / Bilim Kurgu / Fantastik

Yönetmen

Nicholas Meyer

Senaryo

Karl Alexander , Steve Hayes , Nicholas Meyer

Görüntü Yönetmeni

Paul Lohmann

Müzik

Miklós Rózsa

Yapım

1979, ABD , 112 dk.

Oyuncular
Malcolm McDowell (H. G. Wells) , Mary Steenburgen (Amy Robbins) , Charles Cioffi (Komiser Mitchell) , Kent Williams (asistan) , Andonia Katsaros (Bayan Turner) , Patti D'Arbanville (Shirley) , James Garrett (Edwards) , Leo Lewis (Richardson) , David Warner (Karındeşen Jack)

H.G. Wells'i tanırsınız, hani şu Zaman Makinesi ve Dünyalar Savaşı gibi bilim kurgu klasiklarini yazmış olan, "çağının önünde giden" İngiliz yazar...

İşte bu son derece önemli şahsiyet, 1979 yapımı filmimizde de başrole soyunuyor. Karındeşen Jack'ten bir türlü kurtulamamış durumdaki 19. yüzyıl sonu Londra'sının sislerini geride bırakıp, bu kez kelimenin tam anlamıyla "çağının önüne" gidiyor.

Dost bilip evinde satranç oynadığı, hatta kendi yapmış olduğu (ve güneş ışığıyla çalışan) zaman makinesini çekinmeden gösterdiği Doktor Kohn Lesley Stevenson'ın aslında bizzat Karındeşen olduğunu ve polis baskınında paçayı kurtarmak için makine marifetiyle geleceğe gittiğini anlayınca, idealist yazarımız seçeneksiz kalıyor:

Karındeşen'in gitmiş olduğu 1979 yılı, şüphesiz ki insanlığın hayli gelişmiş, asayişin ise berkemal olduğu bir ütopyadır... Ve kendi elleriyle yaptığı zaman makinesinin bu ütopyayı mahvedecek çaptaki bir caniye yaraması, Wells'i seçeneksiz bırakır: O da 1979'a gidecektir!

Gider netekim, ve görür göreceğini: Geride bıratığı Londra'yı mumla aratacak çapta yoz ve şiddet dolu bir çağ, adeta bir anti-ütopya'dır bulduğu. Dahası, kendisine adanmış sergi etkinliği ile birlikte, sadece zaman değil mekan da değiştirerek Amerika'ya gitmiştir.

Bir İngiliz beyefendisi olarak yaptığı araştırmalar sırasında hem Karındeşen'in izini, hem de "özgür" bir kadını yakından tanıma fırsatını bulur. Kendi döneminde kadın hareketinin önde gidip bayrak tutan bir neferi idiyse de, cinsellikten rahatça dem vuran ve bir erkek kadar işine düşkün olan bu kadına zor alışır Herbert George Wells.

Time After Time, politik göndermelerle dolu arka planda dönemin atmosferini eleştirirken, gerçekten yaşamış iki karakter olan Karındeşen'i ve Wells'i mükemmele yakın bir yorumla sinemanın kurgusal boyutunda diriltiyor. Her ikisinin de etkisini koruyarak hem mizahı hem de şiddeti başarıyla kullanan yapım, başrol oyuncularını zaman yolculuklarını konu alan iki filme de taşıdı:

Duygusal arayışlar içindeki özgür 20. yüzyıl kadını Mary Steenburgen, bu filmdeki rolüne atıfta bulunacak şekilde Robert Zemeckis tarafından 1990 tarihli Geleceğe Dönüş 3'ün kadrosuna davet edildi. Çılgın profesörümüzün gönlünü kapan öğretmen hanım rolünde tam anlamıyla "tüm zamanların" en iyi zaman yolcularında biri oluverdi böylece... H. G. Wells'i canlandıran Malcolm McDowell ise, komedi/bilimkurgu türü Fransız filmi Les Visiteurs'ün Amerikan uyarlaması Just Visiting'de büyücü Merlin'i canlandırdı, ve bir kez daha geçmişin Avrupa'sından çağımızın Amerika'sına geldi.

Filmin baş karakterleri, kitapçılarda ve internetteki satış noktalarında sizi farklı yorumlarla ve farklı öykülerle bekliyor:Karındeşen Jack'in çağları atlayarak günümüze geldiği Dylan Dog serüvenini ya da H.G. Wells'in Zaman Makinesi'ni okumak, sizi DVD formatında izleyebileceğiniz filmin atmosferine sokacaktır...

''Time After Time'' filminden bazı sahneler:

 

 

         

              

   

       

         

---------------------------------------------------------------------------------------------------------

J.Richard Gott-Einstein Evreninde Zaman Yolculuğu / Zamanda Yolculuk Olasılığı

Kitap Adı : Einstein Evreninde Zaman Yolculuğu / Zamanda Yolculuk Olasılığı

Yazarı : J.Richard Gott

Kitap Hakkında...

Ünlü astrofizikçi Gott şaşırtıcı bir üslupla en müşkülpesent eleştirmenleri bile zamanda yolculuğu düşünmeye yöneltiyor.

Discover

Zamanda yolculuk kavramının kusursuz bir anlatımı. Gott hem anlattığı konuya hakim bir bilim adamı hem de bilgisini açık seçik aktarabilen bir dil ustasıdır.

Hugh Downs

Sıradışı bir araştırmacı olan Gott'un ortaya attığı fikirler herkesin anlayabileceği ve anladıktan sonra da afallayacağı türden. Burada fanteziler astrofizik kanunları ve matematik ile dans ediyor ve okura zevk veren bir yapıt haline geliyor.

Baltimore Sun

Gott, büyük bir ustalıkla karmaşık fiziksel olayları basite indirgiyor ve okurun merakını uyandırıp, hayal ufkunu genişletiyor.

Science News

Zaman yolculuğuna dair olumlu yada olumsuz bir takım düşünceler...

Zamanın ne olduğu ve zamanda yolculuk üzerine antik yunandan günümüze farklı bir çok anlayış mevcuttur. Anlatılanlar bilimsel bir anlayıştan ziyade felsefi bir temele oturduğu için doğruluk boyutu üzerinde irdelenebilir. Sorulan sorular ve iddia edilenlere cevap olması açısından continium adlı rpg oyunu ve zamanda yolculuk kavramını ileri atan ilk yazar olan h.g. wells'in “zaman yolculuğu” fikir verebilir. Yok ben bunları okuyamam diyenler için kısaca özetleyebilirim:

Wells'e göre, ki bu fikir o dönemin (1895 görüldüğü üzere einstein'dan bayağı bir önce) matematikçileri tarafından da kabul görmekteydi, zaman evrendeki dördüncü boyuttur ve nasıl iki boyutlu bir çizimde perspektif aracılığıyla üçüncü boyut ifade ediliyorsa üç boyutlu ortamda da zaman aynı şekilde anlaşılabilir. Zaman nasıl diğer üç boyut birbirine dik ve ayrılamaz şekilde konumlanmışsa dördüncü boyut olarak aynı nitelikleri taşır. Zamanda seyahatin mümkünlüğünü tartışabilmek için zamanın içinde bulunduğu ya da bir başka deyişle gerektirdiği fiziksel koşulları anlamak gerekir. Zaman her boyut ya da düzlemde aynı koşulları sağlamak durumunda değildir. Basit bir analojiyle daha anlaşılır kılmak gerekirse insan dünya'da üçüncü boyut üzerinde fiziksel olarak zıplayarak bir hareket gerçekleştirebilir. Temel olarak tepkisel bir sonuçla yer çekiminin etkisiyle eski konumuna döner. Zaman bizim maruz kaldığımız koşullarıyla geçmişten geleceğe bir akış halindedir. Bu akış yer çekimine benzer. Zamanda bir zıplama doğal olarak kısıtlı ve kaçınılmaz olarak da tepkisel olacaktır. Yani basitçe geçmişe giden biri günümüze dönmek zorundadır. Geçmişe gitmenin olasılığı ise bu yüzden kara deliklere endeksli durumdadır. Bilim adamlarının kara deliklere ilgisi kara delikleri içinde bulunduğu koşulların bizim zaman algımızın ötesinde bir şeylere işaret etmesindendir.

Zamanda geleceğe yolculuk ise einstein'ın izafiyet kuramı üzerine temellidir. Işık hızı ile giden bir maddenin maddesel dönüşümü yani diğer üç boyuttaki hareketi yavaşlamaktadır. Dördüncü boyutun diğer üç boyutla açık bir etkileşimi mevcuttur. Zaman akıyor olduğu halde siz değişmezseniz normal şartlarda gelecekte ölmüş olacağınız bir zamana hala genç olarak erişebilirsiniz. Bu sizin aradaki zamanı atladığınız değil hızlı yaşadığınız anlamına gelir. Geçmiş ile geleceğe seyahat arasındaki en önemli fark budur. Geleceğe seyahat bizim içinde yer aldığımız zaman koşulları dahilinde de mümkündür. Zamanda atlama ve zamanda seyahat bu yüzden ayırt edilmelidir.

Zamanda yolculuk son derece tehlikeli bir kavramdır. ama yine de buna rağmen herkesin hayalidir. olayın tehlikesini şöyle özetleyebiliriz.

Varolduğumuz zamanda bizimle aynı şehirde yaşayan adamın birini akrep sokup öldürüyor. Bundan haberimiz yok.. Zamanda yolculuk tartışıla dudurken 15 yıl geçiyor ve zaman makinesi bulunuyor ve zaman yolculuğu yapıyoruz. Işınlandığımız yer geniş bir arazi. Orada yürürken akrebin birini ezip geçiyoruz. Tesadüf bu ki ezip öldürdüğümüz akrep bir adamın ölümüne yol açan akrep. Doğal olarak bu adam ölmüyor. Günlük yaşantısına devam ediyor. Her gün işten eve evden işe. Fakat bir gün arabayla evine dönerken yolda birine çarpıp çarptığı kişinin ölmesine sebep oluyor. Fakat o da ne birden kayboldunuz. (tabi bunu anlayamıyorsunuz) meğer çarptığı insan sizin 15yıl önceki halinizmiş. Böylece akrebi ezerek başlayan bitmek bilmez bir paradoksun kurbanı oluyorsunuz.

Burda bitti mi? hayır. Siz öldüğünüz için ileride zaman yolculuğuna gidecek birisi olmuyor ve akrebe kimse basmıyor. Doğal olarak akrep ölmediği için adamı akrep öldürüyor. Adam ölmediği için de sizin gelecekten 15 yıl önceki halinizi arabayla ezmiyor. Siz de ileride zaman yolculuğu yapıyorsunuz ve akrebi eziyorsunuz. Akrep ezildiği için de... işte böyle döner durursunuz sonsuz boşlukta.

''Zamanda yolculuk'' kelimesinden ziyade uzay-zamanda yolculuk kelimesinin daha uygun olduğu kavram.

Şöyle ki ; zamanda yolculuk derken mesela dünyadaki herhangi bir mekana -diyelimki 500 yıl önceki istanbul'a gitmek- kastediliyorsa ve siz zaman makinenizi 2004 yılında istanbul'a kurduysanız, 500 sene önceki istanbul'a gitmeniz olanaksızdır. Çünkü 500 sene önce dünya sizin şu anda bulunduğunuz uzay koordinatında değildir. Dünya güneşin etrafinda saatte yüzellibin kilometreden fazla bir hızla dönmekte, güneş te yine büyük bir hızla samanyolu galaksisinin merkezi etrafinda dönmektedir. Samanyolu galaksisi de bir şekilde birşeylerin etrafinda dönmekte olduğundan, bırakın 500 yılı bir saat öncesine bile gitseniz nerede olacağınızı allah bilir.

Dolayısıyla sadece zaman boyutunda hareket etmenin pratik bir faydası yok. Aynı zamanda uzayın ilk üç boyutunda da istenilen yöne gidilebilecek bir yöntem geliştirilmek zorundadır.

Zaman yolculuğu için aynı anda hem şimdi hem de geleceğin var olması lazım fikrimce.Başka bir deyişle de tüm senaryo çoktan yazılmış biz rollerimizi doğru yanlış oynamaktayız. Eğer geçmişe dönmek mümkün olsaydı biz (geçmişte yaşayanlar) herhalde çoktan gelecekten gelenleri görürdük. Diyelim ki egoist bilim adamları keşfetti bunu o zaman hiç haberimiz olamayacak.Zaman yolculuğu için geçmiş ve geleceğin aynı anda varolması gerektiğinden eğer böyle bir şey mümkünse hikayenin başlangıcından beri keşfedilmişti o zaman...bu da benim zaman yolculuğuna dair az çok anlatmaya çalıştığım fikrim.

Einstein, özel görelilik kuramında iki olay arasında ölçülen zaman aralığının gözlemcinin nasıl hareket ettiğine bağlı olacağını söyler. Temel olarak, farklı şekillerde hareket eden iki gözlemci, aynı iki olay arasında farklı zaman aralıkları deneyimleyeceklerdir. Bu genellikle ikizler açmazı ile açıklanır. İki kardeş var biri evde otururken diğer kardeş bir rokete bindirilip yüksek bir hızla başka bir yıldıza gönderilir, sonra tekrar dünyaya gelir. Bu kardeş için yolculuk bir yıl sürmüştür; ama geriye döndüğünde dünyada 10 yıl geçmiş olduğunu görür. Aynı gün doğmalarına rağmen artık aynı yaşlarda değildirler. Bu kardeş dünyanın geleceğine doğru 9 yıllık bir sıçrama yapmış olur.

Işık,zaman ve mekan kavramları bir arada işliyor, basit bir matematik denklemi gibi..

Madde ; ışık,zaman ve mekanla sınırlı..

Eğer şunlara teoride ve pratikte yanıt verilebilirse çok şey değişecek kanımca ..

Hız + mekan = ışık + devinim

Karanlık madde ise ; ışık ; karanlığa (boşluk) eş değil mi ?

Boşluk - mekan = sonsuzluk mu ??

Çoğuna saçma gelebilir,ancak çözüm bekleyen formüller kabaca bunlardır..düşünün yanıt için..

Zamanda 10 dk. gibi kısa bir zaman dilimi geriye gidilirse,

Zaman yolculuğu için hazırlık yapmakta olan kendinizi görebilirsiniz... bu da şu demek olur; evrenin kütlesini arttırdınız.

Hatta atomları klonladınız. Çünkü kendini seyreden kişi ile seyredilen kişi aynı moleküler bileşimdir.

Raistlin geçmişe gidip fistandantilus'un bilgisine sahip olup dark queen'le çatışmaya girmeyi planlar.Zaman yolculuğunun mantığı şudur; zaman bir nehirdir, nehirde sürüklenirken çıkıp biraz geriye gidip tekrar nehire girerseniz nehrin akışı değişmez.Bu şu şekilde yorumlanır; doğal şartlar altında geçmişe gitmek tarihi değiştirmez, daha önce olmuş bir olay tekrar olacaktır.

Geleceğe gitmenin imkansız olduğunu düşünmekle beraber geçmişte gitmek en azından geçmişi görebilmek konusunda düşünceliyim. En basitinden havaya yıldızlara baktığımızda geçmişi görüyoruz daha doğrusu her zaman geçmişi görüyoruz teorik olarak (bu yanlış oldu pratik olarak da gördüğümüz andakinden daha öncenin görüntüsü ama fazla pratik olduğu için anlaşılabilir). Ama geçmişe gitmek mümkün olsaydı ya da olacak ise gelecekte, bir soru çıkıyor? Gelecek sonsuz mu sonlu mu? Tabiki sonlu (dünyanın bir ömrü var) bu soru neden önemli ? Gelecek sonsuz ise ve zaman makinesi icat edilecekse gelecekte zamanımıza gelecekten gelenler olması gerekirdi. Geliyor da bu zamana gelmiyor olabilirler mi sorusu sonsuz gelecekte sonsuz kere kullanılan zaman makinesinden zamanımıza gelinme ihtimali ihtimal olmaktan öte! Gelecek sonlu olduğuna göre bir de dünya ölmeden başka gezegenlerde yaşabilme koşullarını sağlayabilme ihtimali olur mu insanın sorusu çıkıyor. Mümkün olursa ve de sonsuza kadar insan ırkı devam edebilirse yine zamanımızda ya da geçmişte gelecekten gelen insanların kalıntıları olmalı. O zaman burdan ne anlıyoruz! Zamanımızda veya daha önce gelecekten gelen insan göremediğimize göre ya zaman makinesi sonsuza kadar icat edilemeyecek ya da gelecekte dünyanın ömrü tükenince insan başka bir gezegende yaşama imkanına sahip olamayacak. Peki UFO sanılan şeyler piramitler ve hatta dinler, zaman makinesi kanıtı olabilir mi, gelecekten gelen insanların yaşadıkları zamanda karmaşa içinde olan dünyanın o kadar karmaşa içinde olmaması için insanları uyarmalarından ibaret olabilir mi? Dinler ve kutsal kitaplarda yazdığı söylenen mucizeler ve yine yazdığı söylenen ve bilim tarafindan keşfedilmeden kitaplarda açıklanan bilimsel gerçekler bunun kanıtı olabilir mi? Bu doğruysa da yine çıkmazda kalınıyor. Böyle birşey varsa ve dinler yoluyla dünyadaki yaşamı değiştirdilerse gelecekten gelenler ve de bu değişen dünyada zaman makinesi icat edilemeyecekse...

Bütün bu söylediklerimin sonucunda ben de kendi kendime bir çelişkiye düşüyorum. İki yol var, biri diyor ki kader kesin bir belirlilikle her şeyi kontrol eder, zamanda yolculuk var olan kütlenin başka bir zaman noktasına taşınması olsa bile etkisi olamaz, zamanda yolculuk da anlamsız olur. Zaten senin zamanda yolculuk yapacağın da bellidir, nasıl tepkiler verip ne sonuçlara sebep olacağın da belirlidir.

Kanıtlanan gerçekler de, açık seçik belirtmektedir ki, madde elektronlardan oluşmaktadır- ki bu bize daha saçlarımızı ortadan ayırdığımız dönemlerden, ilkokul sıralarından beridir öğretilegelmektedir. Bu da şu anlama gelmektedir ki, madde daimi bir titreşim halindedir. Elektronlar sürekli hareket halindedir. Bu gerçeği kabullendiğimiz anda, bedemizin, klavyenin, odunun, bardağın da daimi hareket içerisinde olduğunu da kabullenmişizdir. Ve bu da şu tümevarımı ortaya çıkarır:

 On, yüz, bin, beşyüz, altımilyon yada milyarda bir ihtimal de olsa maddelerin birbirleri içerisinden geçme imkanları vardır. Elektronların titreştiği anı hayal edersek bunların aralarında mevcut olan boşluğu da hesaba katmamız gerekmektedir. İşte bu ihtimal öylesine gerçektir ki; duvara fırlatılan bardağın, o ulvi anda, iki elimizin parmaklarını kenetlemişizcesine, duvardan geçmesi muhtemeldir. Bardağın elektronları arasındaki boşluk ve duvarın elektronları arasındaki boşluklar, olur ha, işte bu anda birbirleri üzerine denk gelmiştir ve bardak duvarın öbür tarafına geçip, şankırt diye düşerek kırılmıştır. Mantık dahilinde gerçekleştirlen bu varsayımın gerçek olması ihtimali tüyler ürperticidir.

İşte buradan yola çıkarsak, zaman yolculuğu mümkündür.Çünkü uzay bükümlüdür- misal deniz dalgaları- ve uzay mekiği ya da her neyse uzayın bükümlü kıvrıklarından (bkz: swh) birini delip geçtiği takdirde bambaşka bir yerde bulunması mümkündür. Uzay bükümlüdür çünkü; paralel evrenler- ki öyle birşey gerçekten varsa, kelebek etkisi adı verilen paralel evren kesişmeleri dahilinde sürekli, üslü sayıların katbekat artışı gibi, genişlemektedir. ve her yeni evrende yeni olasılıklar vücuda gelmektedir.

Varsayım şu yöndedir ki; her evrenin kendi enerjisi kendi içerisinde sabittir yani içinde bulunduğumuz anın enerjisi, bir sonraki anınkine eşittir. Çünkü enerji dönüşümü, evrenin kendi içerisinde sağlanmaktadır; aynen çarkı döndüren suyun kinetik ve potansiyel enerjilerinin santralde elektrik enerjisine dönüşmesi gibi. İşte bu sayede, ilerleyen teknolojinin olanakları dahilinde evrenin enerjisini bir şekilde hesaplayabilmemiz mümkündür. Eğer bu başarılabilirse, zaman yolculuğunun mümkünatı vardır. Ve şu şekilde mevz-u bahistir: bu andan söküp alınan bir madde- ki bu da bizlere zaman yolculuğu dediğimiz şeyin yalnızca ve yalnızca geçmişe doğru, geriye doğru bir "madde transferi" olduğu gerçeğini kanıtlamaktadır- bir önceki ana, o andan eşit enerjiye sahip bir madde çıkarıldığı takdirde- ki zor olan da işte budur- geçmişe transfer edilebilir ve bu paralel evren arasındaki sabit enerjili bir dönüşümle mümkündür. Ve anlar arası geçişin, bükümlü uzayın sırları çözüldüğü takdirde, muhtemelen kara deliklerin enerji emme ve enerji boyutlandırma nitelikleri kullanılarak, sağlanması tahayyül edilebilir.

Daha önemlisi de şu sorudur; eğer günün birinde zaman yolculuğu yapılacaksa, o yolculuk çoktan "yapılmış" demektir! Yani atıyorum 2345 yılında yapılan zaman yolculuğu evren için bir milattır ve şu an yaşadığımız herşey aslında önceden planlamış, daha doğrusu sonradan planlanmış bir sistemin işler halde bulunuşudur. 2345 yılında zaman yolculuğuna imza atan bilimadamları, 2004 yılında pills diye biri sözlüğe biriyle bir entry girsin demişler, ve beni bir şekilde bu bilgisayarın başına oturtmuşlardır. Ve daha daha önemli soruda şudur: eğer bu varsayım gerçekse, bu an gerçek değildir ve kelebek etkisi tamamı ile gerçektir, şu an milyarlarca evrenle aynı anda yaşıyoruzdur ve şu an içinde bulunduğumuza inandığımız bu dünya, olması gereken ve bize yaşatılan dünyadır. Aslında Thales diye biri yoktur muhtemelen, veya Newton veya Kleopatra ve bildiğimiz , öğrendiğimiz, "inandığımız" herşey, aslında bu sistemin bir parçasıdır. Ve zaman yolculuğu yapıldıktan sonraki gelecek tamamı ile bir muammadır. İşte asıl ürkütücü olan da budur. Zaman belki de ileriye doğru değil geriye doğru ilerlemektedir. Ve back to the future da olduğu gibi, geçmişe gidip, kendimizi öldürebilmemiz dahilinde, bu sistemin çöküp çökmeyeceği sorunsalı konuyu kendi içerisinde kilitlemektedir. Eğer "yazılmış" bir tarih varsa, bizim bu tarihin ilerlemesine yardımcı olan minicik, önemsiz, planlanmış, dizayn edilmiş oyuncaklar olduğumuz varsayımı inanç, gerçek, varoluş üçgenin üzerine oturtulmuş olan hayat temellerini derinden sarsmaktadır. Fakat tekrar başa dönersek, ve elektron teoremlerimize bir kez daha göz atarsak, asıl çözümlemesi zor olanın bunlar olduğunu görmemiz çok doğaldır. Ve kimyasal, elektriksel, biyolojik ve matematiksel değerler üzerine kurduğumuz hayatlarımızın ne denli komplike ve ne kadar karmaşık olduğunu...

Eğer zaman yolculuğu mümkün olsaydı şu an ortalık gelecekten gelen adamlarla dolu olurdu. Madem istenilen zamana gidilebiliyor zaman makinesinin veya zamanda yolculuğun icadının bir önemi yoktur. Bundan 75 bin yıl sonra bu buluş gerçekleşmiş olsa bile bugüne gelebilirlerdi. Böyle bir şey olmadığına göre (olduğu herkes tarafından aşikar olmadığına göre) zaman yolculuğu diye bir şey yoktur. Tabi bu sav tek bir evren ve tek bir zaman çizgisi için mantıklı olmakla beraber paralel evrenlerin varlığı kabulünü dışarıda bırakmaktadır. Eğer zamanda yolculuk mümkünse fakat yolculuk yapılan evren veya zaman dilimi zaman yolculuğuna çıkılmadan önceki evren ve zaman dilimi ile aynı değilse bu durumda zaman yolculuğunun mümkün olabileceği düşünülebilir. Fakat bu durumda da geçmiş ve gelecek kavramlarının birbirine girmesi nedeniyle zaman kavramından bahsetmek olanaksızdır. Bu durum ancak zaman kavramının olmadığı bir evrende mümkün olabileceğine göre zaman kavramının var olduğu bizim evrenimiz için pek de olanaklı bir olay değildir.

ZAMAN İÇİNDE YOLCULUK YAPMAK TEORİK OLARAK MÜMKÜN MÜ?

Bu soruya yanıt verebilmek için zaman içinde yolculukla ne kastettiğimizi biraz daha belirginleştirmeliyiz. Zamanın günlük ilerleyişini bir kenara bıraktığımızda soru iki parçaya bölünebilir:Kısa bir süre içinde (insan ömründen az bir sürede)uzak geleceğe yolculuk yapmak mümkün mü? Geçmişe yolculuk yapmak mümkün mü? Günümüzün temel fizik anlayışına göre ilk sorunun cevabı “kesinlikle evet” iken, ikincisinin cevabı “belki” dir.

Uzak geleceğe yolculuk yapma mekanizması, Özel Görelilik Kuramı’nın zaman genişlemesi etkisi ile açıklanır.Bu etkiye göre,hareket den bir saat ışık hızına yaklaştıkça daha yavaş çalışır.Deneylerle ölçülerek varlığı kanıtlanmış zaman genişlemesi etkisi biyolojik saat de dahil olmak üzere tüm saatler için geçerlidir.

Eğer bir astronot sabit g ivmesi ile devamlı olarak hızlanan(bu ivme yeryüzündeki yerçekimine eş bir kuvvet üretecektir.) bir uzay aracına binip dünyadan ayrılırsa bu astronot yaklaşık bir yıl içinde ışık hızına yaklaşmaya başlayacaktır.Uzay aracı hızlanmaya devam ettikçe ışık hızına giderek yaklaşacak ve uzay aracındaki saatler de dünyadakilere oranla gittikçe yavaşlayacaklardır.Bu koşullar altında galaksimizin merkezine gidip dünyaya dönerek atılacak tur (60000 ışık yılı mesafesi) uzay aracının zamanına göre sadece 40 yıldan biraz daha az bir sürede tamamlanacaktır.Astronot dünyaya geri döndüğünde sadece 40 yıl yaşlanmış olurken yeryüzünde 60000 yıl geçmiş olacaktır.

Böyle bir yolculuk güç mühendislik sorunları yaratır: kütlenin tam olarak enerjiye dönüştürüldüğü bir durumda bile ihtiyaç duyulan enerji gezegen kütlesinden daha büyüktür. Ancak buna rağmen bilinen fizik kanunlarına göre bu yolculuğu engelleyecek bir şey olamaz.

Geçmişe yolculuk ise –çoğu insanın zamanda yolculuktan kastettiği budur- çok daha belirsiz bir konudur. Einstein’in Genel Görelilik denklemlerinde bir kişinin kendisine ya da belki büyükannesine rastlayacağı bir zaman çizgisini takip etmesini sağlayacak bir çok çözüm vardır. Ama buradaki sorun bu çözümlerin gerçek evrende gerçekleşmesi mümkün durumları mı gösterdiği yoksa hepsinin aslında bilinen fizikle bağdaşmayacak matematiksel tuhaflıklar mı olduğuna karar vermenin zorluğundan kaynaklanır.Bugün itibariyle evrenimizde zaman yolculuğunun olabileceğini işaret eden herhangi bir deney ya da gözlem yoktur.Geçtiğimiz senelerde birçok teorik fizikçi tarafından, daha önce zamanda yolculuğun gerçekleşmediği bir evrende zaman makinesi yapmanın başka bir deyişle geçmişe uzanan yeni yolar yapmak amacıyla uzay-zamanla maddeyi birlikte yönetebilmenin saptanmasını amaçlayan çalışmalar yapılmıştır.

Peki bir zaman makinesi nasıl yapılabilir? Şimdilerde tartışılmakta olan en basit yolu solucan deliği (uzay-zamandaki iki ayrı bölgeyi birbirine bağlayan tünel) bulup, deliğin ağızlarından birindeki hızın diğerinden daha büyük olmasını sağlamak. Bu durumda solucan deliğinden geçişle zamanda geriye yolculuk yapılmış olacaktır.

Peki solucan deliğini nasıl bulabiliriz? Solucan deliklerinin özellikleri geçtiğimiz on yılda uzun uzun incelenmiş ve solucan deliklerinin özelliklerine dair kapsamlı bilgi edinilmiş olsa da, makroskobik ( bir insanın ya da uzay aracının geçebileceği büyüklükte) bir solucan deliğinin nasıl yapılabileceğine dair çok az bilgiye sahibiz. Bazı kuantum yerçekimi teorilerine göre uzay-zaman solucan deliklerinin çok küçük ölçeklerinde (1033 santimetre veya bir elektrondan milyarlarca kez daha küçük halinde) karmaşık, köpüğümsü bir yapıdadır. Bazı fizikçiler bu gerçekten mikroskobik boyutlardaki kurt deliklerinden birini tutup onu kullanılabilir bir büyüklüğe kadar genişletmenin mümkün olduğuna inanmaktadırlar.Ancak bu fikirler hala varsayım olma özelliğini korumaktadır.

Teorik fizikçiler, fiziğin çeşitli açılarından şu ya da bu doğa kanununun kronolojiyi koruyarak zaman makinesinin yapılmasına engel teşkil edip etmeyeceğini saptamak için çeşitli araştırmalar yapmışlardır.Ancak tüm bu çalışmalar içinde solucan deliğini kullanarak zamanda yolculuğun yapılmasını engelleyebilecek bir tek şeye rastlamışlardır.1982’de birleşik devletler deniz akademisinden Deborah A.Konkowski’nin yürüttüğü çalışmalarda kütlesiz nicelikli alanın (örneğin bir foton) vakum durumundaki enerjisinin, zaman makinesi çalıştırıldığında büyüyebileceğini ve makinenin çalışmasını engelleyebileceğini gösterdi. Daha sonraki çalışmalar ise büyüyen enerjinin uzay-zaman geometrisinin makinenin çalışmasını durduracak denli hızlı değiştireceği konusunda bir kesinlik olmadığını göstermiştir.Son çalışmalar kütleye sahip bir alanın (örneğin elektron) vakum halindeki enerjisinin sınırsız şekilde büyümeyeceğini göstermiştir. Bu bulgular parçacık fiziğini düzenleyerek zaman makinesinin çalışmasını sağlayacak bir yol olabileceğine işaret etmektedir.

Başka bir fikir: Uzay, elektromanyetik bir matkapla delinebilir... Maddesel serbestlik uzayda ancak "on üzeri eksi yirmibeş" çapında bir koridordan geçebilme yeteneğine sahiptir. Bu pratik olarak bir ağız kalabalığı değildir. Bu koridorun genişlemesi için etrafindaki gravitasyon ağının açılması gerekir. Bu da elektromanyetik ve aynı fazda dönebilen bir matkap etkisi ile mümkündür.

Zaman ve Genel Görecelik Kuramı

Zamansızlık gerçeğini anlamamıza yardımcı olacak önemli bir konu, “yüzyılın en büyük bilimadamı” sıfatını taşıyan Albert Einstein’in geliştirdiği Genel Görecelik Kuramı’dır. Görecelik, zamanın evrenin farklı noktalarında farklı “hız”larla aktığını, hatta “durabildiğini” göstererek, mutlak bir kavram olmadığını, değişken bir algı olduğunu ispatlar.

Öncelikle, zamanın ne anlama geldiğini düşünmeye çalışalım. Zaman; duyu organlarımız tarafından art arda gelen birtakım olaylar neticesinde hissedilen, tarifi son derece güç olan bir tür algıdır. Zamanın akışını, etrafımızda gözlemlediğimiz hareket değişikliklerini birbirlerine kıyaslayarak anlarız. Örneğin; bardak yere düşer ve kırılır, kömür yanar ve kül olur, yürürüz ve bir an önce odanın bir ucundayken bir an sonra odanın diğer ucunda oluruz. İşte sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde meydana gelen tüm bu olaylar, çevremizde gözlemlediğimiz tüm bu hareketlilik bize zamanın geçtiğine dair bir izlenim verir.

Ama zamanı ölçmek için kullandığımız kavramlar, çok değişkendir. “Yarım saat” dediğimiz süre, eğer sıkıcı bir bekleme içindeysek, saatler kadar uzun gelebilir. Aynı yarım saati, çok eğlenceli ve bitmesini istemediğimiz bir durumda, üç-beş dakika kadar kısa bir süre gibi algılarız. Yani aslında zaman algısı, bizim için farklı “hız”larda akabilmektedir.

Zamanın akış hızı hakkında bir fikre sahip olmamıza neden olan etken ise, zaman için kullandığımız referanslardır. Güneş doğar ve batar ve ertesi gün tekrar doğduğunda “bir gün geçti” deriz. Bu olay 30-31 kez tekrarlandığında bu kez “1 ay geçti” deriz; ama sorulduğunda bu bir ayla ilgili fazla detay hatırlamadığımızı, geçen zamanın sanki sadece bir an gibi olduğunu düşündüğümüzü itiraf ederiz. Eğer gündüz geceyi, gece gündüzü takip etmese ve elimizde zamanın geçtiğini gösterir bir saatimiz olmasa, belki de geçen zamanın ne kadar olduğuna, bir günün ne zaman başlayıp ne zaman biteceğine dair doğru bir tahminde bulunmamız mümkün olmayacaktı. Bu açıdan zaman, bizim için belirli referanslar olmaksızın, ne hızla aktığı konusunda kesin bir yargıya varamayacağımız bir algıdan ibarettir.

Ama önemli olan bu referansların değişmez ve sabit olmamasıdır. Bu gerçek bizi Genel Görecelik Kuramı’na götürür.

H.G.Wells 'in Zaman Makinesi (Time Machine):

Einstein'ın Görecelik teorisi, hıza ve konuma göre uzayda farklı zaman dilimleri olduğunu göstermiştir. Karadelikler ise zamanın durduğu zamansızlık ve sonsuzluk boyutunun meydana geldiği fiziksel olaylar olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bunlar,  mitsel ve dinsel metinlerde'de  bahsedilen zamanın göreceliğinin bilimsel açıklamalarıdır.

Hız ve Zaman

Einstein, zamanın göreceliği kavramını bilimsel olarak ortaya koymuştur. Bu teoriye göre, zaman mutlak ve değişmez değildir. Zaman, her cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre hızlı veya yavaş geçmektedir.

Einstein’a göre bir sistem hızlandıkça o sistem üzerinde zaman yavaşlamaktadır. Işık hızına yakın bir hızla hareket eden bir aracın içinde zaman daha “ağır” akar. Her türlü organik, biyolojik ve anatomik yapı daha ağırdan işlemeye başlar. Atom düzeyindeki tüm hareketler yavaşlar. Zamanın hıza göre olan bu değişimini, uzayda hareket eden bir araçtaki gözlemci, yani bir astronot anlayamaz. Çünkü onun da her türlü hücre fonksiyonu, dolaşım ve solunum sistemi daha ağır işleyecektir. Dünyada bildiğimiz 3 saatlik bir zaman geçtiğinde uzay kapsülü içindeki adam için sadece 3 dakika geçmiştir.

Görecelik Kuramı olarak bilinen bu teoriyi açıklamak için kullanılan bir diğer örnek “ikizler paradoksu”dur. Bu örnekte aynı yaşlardaki ikizlerden biri dünyada kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır.

Rakamlarla ifade etmek gerekirse, eğer ikizlerden uzayda yolculuk yapanın roketi ışık hızının yüzde doksandokuzuna erişirse, dünyada 30 yıl geçerken uzayda yalnızca 2.9 yıl geçer. Bu örnek bir baba-oğul için düşünülecek olursa uzay yolculuğuna çıkan baba 27 yaşında dünyadaki oğlu ise 3 yaşında olsa, 30 dünya yılı sonra baba dünyaya döndüğünde kendisi 30 yaşında olacağı halde oğlu 33 yaşında olacaktır. Diğer bir deyişle oğlu babasından yaşlı olacaktır.

Güneş yüzeyine çok yakın bulunan bir astronotun saati dünyadaki saatlere göre daha yavaş işler. Çünkü Güneş dünyaya kıyasla daha büyük kütlelidir.

Bu kurama göre hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır, daha yavaş işleyerek sanki durma noktasına yaklaşmaktadır. Einstein tüm bunları denklemlerle, formüllerle haber vermiştir.

Ayrıca Einstein, bir cismin sadece hızının değil, konumunun da zamanı etkilediğini ispatlamıştır. Buna göre, büyük cisimlere yaklaştıkça zaman yavaşlamaktadır. Örneğin, Güneş yüzeyine çok yakın bulunan bir astronotun saati dünyadaki saatlere göre daha yavaş işler. Çünkü Güneş dünyaya kıyasla daha büyük kütlelidir.

Zamanın göreceli oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından mekanik bir zembereğin ağır işlemesinden değil; tüm sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir. Başka bir deyişle zamanın kısalması içinde bulunan kişi için ağır çekim bir filmde rol almaya benzemez. Zamanın kısaldığı böyle bir ortamda insan vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri dünyaya göre daha ağır işlemektedir. Kişi zamanın yavaşlamasını hiç farketmeden günlük yaşamını sürdürür.

Ünlü yazar Lincoln Barnett, Genel Görecelik Kuramı’nın ortaya koyduğu bu sonuçları şöyle özetler:

“Einstein sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını bir yana bıraktı. Ona göre zaman duygusu da renk duygusu gibi bir algıydı. Rengi ayırtedecek bir göz yoksa renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir. Zamanı en iyi Einstein’ın şu sözleri açıklar; ‘Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar ‘daha önce’ ve ‘daha sonra’ ölçüsüne göre sıralanmış gibidir.”

Bir cismin hızına ve konumuna göre hızlanıp yavaşlayabilen zaman, belli şartlarda tamamen durabilmektedir. Bu durumda “zamansızlık” ve “sonsuzluk” gibi kavramlarla karşılaşılmaktadır. Astrofizikçi William Kaufmann, karadeliklerin olay ufkunda zamanın tümüyle duracağını ve bu durumun sonsuza kadar süreceğini şöyle belirtmektedir:

“Karadeliği çevreleyen olay ufkunda zaman tümüyle durur. Eğer bir arkadaşınızı karadeliğe doğru giderken izleyebilseydiniz, saatinin gittikçe yavaşladığını görecektiniz. Olay ufkunu geçtiği anda da zaman sonsuza değin duracağından arkadaşınızın saati de duracaktır.”

Görüldüğü gibi, insan zihni zamansızlığı kavrayamamasına rağmen zamansızlık kavramı fizik formüllerine girmiş bilimsel bir gerçektir. Ve bu gerçek, materyalist felsefenin 19. yüzyılın köhne bilgilerinden miras kalan varsayımlarını açıkça geçersiz kılmaktadır.

Einstein'ın görecelik teorisine göre, bir cisim hızlandıkça o cisimde zamanın akışı yavaşlar. Örneğin ışık hızına yakın bir süratte giden bir uzay gemisindeki zaman, durağan cisimlere göre çok daha ağır akar.

 

 

.....:: Nazi Almanyasının Teknolojik Sırları ve UFO'lar::.....

       

7 haziran 1945 tarihli new york times gazetesindeki haber şöyleydi: "uçan daireler bir gizli silahtır. Almanlar tarafından üretilmiş ve ülkenin batı sınırında ortaya çıkmıştır. Amerikan hava kuvvetlerinin verdiği bilgiye göre , almanya göklerinde uçan gümüş balonlar görülmüştür.Hatta bunların bazıları neredeyse saydam yapıdadır."

    

Haberi izleyen günlerde UFOların alman yapımı silahlar olduğu dedikodusu hızla yayıldı.Alman silah endüstrisinin bu garip nesneleri ürettiğine inanılıyordu.UFO gözlemleri hızla artarken,özellikle iskandinavya gökleri sık sık uçan gemiler tarafından ziyaret ediliyordu.İskandinavyada alman garnizonları kurulmuş ve bunlar savaşın sonuna kadar bölgede kalmışlardı.Bu dönemde "SS" ideolojisi, yapılan bilimsel araştırmalar doğrultusunda insanlığın yararına ve çok sayıda kişi tarafından kullanılabilecek yeni enerji kaynakları aramaya yönelikti.Araştırma birimleri U-13 ve E-4, bu yeni teknolojiyi mükemmel hale getirmek için çalışıyordu.Böylece Victor Schönberger 'in uçandaire taslakları ortaya çıktı.Cisimlere Haunebu-1 ve haunebu-2 isimleri verildi. Hazırlanan plan ve çizimlerin, ünlü temascı George Adamski'nin 1952 yılında resmini çektiği ufolarıyla inanılmaz bir benzerliğe sahipti...

   

Almanlar 1941 ve 1942 yıllarında daire biçimli uçak üretimine çoktan girmişti bile.Ancak ilk denemelerde çok büyük yapım hataları ortaya çıktı. V-1, V-2, V-4 den sonra,1942 yılında mühendis Richard Miethe, italyan bilim adamı Giuseppe Bellonzo ile V-7 nin yeni modeli üzerinde çalışmaya başladı. Zaman geçerken Hitler'in de desteğini alan Miethe-bellonzo ekibi, Schriever-Habermohl ikilisiyle ortak araştırmaya girdiler.Böylece inanılmaz efsanevi V-7 ortaya çıktı ilk uçuş denemesi 20.813 metre, ikinci uçuşta ise 24.200 metreye kadar yükseldi.

Diğer yandan Vril adıyla bilinen uçan diskler projeside devam ediyordu. Bu projenin mimarı Schumann grubuydu ve mucize yaratan silahlar konusunda uzmanlaşmış SS E-4 bölümünden destek alıyordu. Vril-1 serisinde tam17 cismin üretildiği biliniyor. Disklerin çapı 11.56 metre idi ve 2.900 kilometre saat hızına ulaşabiliyorlardı. garip bir biçimde Vril-1 ve Vril-9 un görünümleri, amerikalı astronot Edwin Aldrige'in ay yüzeyinde gördüğü nesnelere çok benziyordu!..

Almanlar savaşın sonuna kadar silahlarını mükemmel hale getirmek için çalışmayı sürdürdüler. Yeni projelerine " ateş topu" adını wermişlerdi. Radyo dalgalarıyla yönlendirilen ateş toplarının tek amacı vardı: yok etmek!.. Düşman uçaklarından çıkan gazı buluyor ve radarlarını işlemez hale getiriyordu. Motorun yada elektrik sisteminin tümüyle çökmesini sağlayan ateş topları ürkütücüydü. Bu özellik, bazı UFO gözlemlerinde, UFO'nun yakın teması sırasında araba motorlarını durdurması , elektrik kesilmesi yada elektrikle çalışan cihazlardaki geçici bozulmayı akla getiriyor.

O dönemde, bugün UFO adını verdiğimiz dairesel biçimli taşıt araçları inşaa edildi, kullanıldı we tanıklar tarafından sayısız gözlem yapıldı. Şimdi bu tanıklardan birini orjinal almanca metinden yapılan çeviriyle yeniden gözden geçirelim.Çok gizli askeri belge özelliği taşıyan gözlemde tanığın adı ve kimliği açıklanmamıştır:

"Almanya'nın Bavyera bölgesindeydim.Cumartesi öğleden sonra, akşam olmak üzereydi. Karşı taraftan yüksekliği pek de fazla olmayan uçan bir cismin yaklaştığını gördüm.Çapı 8 ila 20 metre arasındaydı. Çevresine ıslık sesi yayıyordu ve cisim hafif bir titrreşim ile sarsılıyordu.Cismin alt kısmında üç yarım küre bir tanede mavi nokta vardı. Ortadaki gamalı haç resmi hemen dikkatimi çekti.Pencere benzer bir şey yoktu sadece delikler vardı. Bu ıssız mekanda ve çevrede artık çalışmayan eski fabrikalardan başka bina yoktu.Garip cisim alçaldı ve görebildiğim kadarıyla bir duvarın arkasında yere indi. Az sonra ortaya çıkan kamyon cisme yaklaştı ve uzaktan pek de seçemediğim şeyler olmaya başladı.Sadece insan formunda iki silüet görebildim. Biri uçan cismin alt tarafında diğeri ise üstündeydi.Uçan disk yüzeyi metal plakalarla kaplanmışa benziyordu. Hem alttaki üç küre hemde üst tarafta çıkış borusuna benzeyen bölümler dikkatimi çekti. Az sonra 'NSU 80 Solingen' plakalı bir araba geldi. Bunu yeşil bir volkswagen izledi.Gidip yakından bakmaya karar verdiğimde ise, uçan cisim çoktan ortadan kaybolmuştu.Yaptığım gözlemden bir hafta sonra, bu bölgede pek çok kişinin UFO gördüğüne dair raporlar verildi.Benimle aynı cismi yada benzerlerini görmüş olabileceklerini düşündüm.Benzincide çalışan bir adamla konuştuğumda onunda aynı cismi gördüğünü öğrendim."

                                       

                                

Çetin BAL:  UFO teknolojisi konusunda çalışmalar yapan ''Nazi Almanyası'' görünmezlik teknolojisi, zamanda yolculuk ve boyut atlaması konularıylada yakından ilgilenmişlerdir.Hatta bu ve benzeri teknolojilerin araştırılması için Tibet ve Hindistan taraflarına VİMANA adı verilen, destanlarda adı geçen uçan araçların tarih öncesi kayıtlarının incelenmesi yönünde bir ekip gönderildiği speküle edilmektedir.Benim kanımca o dönemdeki NAZİ bilim adamları elektromanyetik gücün bir çok doğa üstü gibi görünen fenomenlere yol açabileceğini biliyorlardı.Ve bahsi geçen teknolojilerin elektromanyetizmin gizemli yapısı içinde çözülebileceğini her nasılsa bir şekilde biliyorlardı.Ve elektromanyetizmin prensiplerini kullanarak yerçekimine karşı gelebileceklerini düşünüyorlardı.

                                                   

                 

Hitler OKÜLT bilimlerlede ilgileniyordu.Alman ırkının geçmişteki büyük bir uygarlığın (ATLANTİS'in) devamı olan üstün bir ırk olduğunu düşünüyordu.Adolf Hitler spiritüel (ruhsal) bilgilerle ve bu kanaldan yapılan dünya dışı bağlantılarla da ilgilenmekteydi.Her ne kadar da bilinen alışıldık tarih kayıtları içinde yer almasa da Hitler'in ufolar ile ilgili bir takım çalışmalar yaptığı ve hatta UFO'ları kullandığı doğrudur. İnanması hayli güç bir spekülasyona göre O zamanlar Adolf Hitler'in sağ kolu Genaral Himmler'e bu görev verilmişti. O da son derece negatif bir varlık olduğu için düşünce formu şeklinde negatif Orion'lu uzaylılardan yardım alarak çok gelişmemiş UFO araçları yaparak kullandıkları söylenebilir ama gelişmiş UFO'ları kullanmalarına ''Dünya Dışı Konfederasyon'' tarafından izin verilmemiştir... Eğer dünyaya koruyucular ve Satürn Konseyi tarafından karantina uygulanmamış ve özgür irade yasası olmasaydı, Hitler gelişmiş Ufo'ları devreye alacak ve tüm dünyayı 1 hafta içinde denetim altına alabilecekti...

Almanya'da ortaya çıkan yeni tarihi kaynaklar Hitler'in savaşın son döneminde UFO'lara benzeyen uçaklar geliştirdiğini ortaya koydu. Alman belgeseline göre 1943 yılında Naziler Avrupa'da üstünlüğünü korumaya devam ediyordu. Ancak diğer bölgelerde orduları gerilemeye başlamıştı. Bunun üzerine Hitler çareyi Pseudonym 7 adı verdiği kanatsız uçaklar üretmekte buldu. Andreas Epp adlı bir mühendisten çalınan planlarla hazırlanan prototip uçaklar, radarlara yakalanmıyor ve kendi çevrelerinde dönerek hareket ediyordu. Hazırlanan 15 prototip uçağın görünüşü UFO'lara benziyordu.

Mussolini'ye tanıttı

Hitler test uçuşları başarıyla sonuçlanınca bunları dostu İtalya lideri Mussolini'ye de tanıttı. Mussolini'nin silah danışmanlarından Luigi Romersa (84) Almanlar'ın UFO'sunu "Yuvarlaktı, ortasında çevresi tamamen camla kaplı bir kokpiti, kenarında jet motorları vardı" diyerek tarif ediyor. Fabrika hataları nedeniyle uçaklar üretilemedi. Savaşın son aylarında da Prag'da Skoda fabrikası ile beraber çizimleri ve prototipleri de yok edildi.

   

ADOLF HİTLER, EMELLERİNE ULAŞABİLMEK İÇİN BİLİMİN EN UÇ SINIRLARINA GİTMEYİ DE İHMAL ETMEDİ. KUSURSUZ IRK İÇİN GENLERLE OYNADI, DÜNYAYI FETHETMEK İÇİN UFO İMAL ETTİRDİ.”

Haziran 1937”de, Hitler ve Goering”inde aralarında bulunduğu Nazi ordusunun başta gelenleri, birliklerinden özel olarak seçilmiş kuvvetleri ülke dışına yolladılar. Bu birliklerin görevi, uzay ve uzaylılarla ilgili bilgi toplamaktı. Araştırmalar sırasında Türkiye sınırları içinde Nuh”un Gemisinin bulunduğu farz edilen Ağrı Dağı”nda bazı hikayeler dinlediler.

Bu hikayelere göre 200 nesil önce, gökyüzünden büyük ve de çok gürültülü bir ev yeryüzünüze indi. Ev olarak adlandırılan uçan nesnenin çıkardığı gürültü, köyde bulunan herkes tarafından duyulmuştu. Daha sonraları köy halkından biri; bu nesneyle karşılaşmış. İçinden çıkan insana benzeyen varlıklar adamı selamlamış. Adama gemiye gelmesini söylemiş. Adam köylülere geminin dışının dokunulmayacak kadar sıcak ve parlak olduğunu, ayrıca içeri girdikten sonrada geminin havalanıp bir kuş gibi uçtuğunu, adamların içeri girdikten sonra taştan yapılmış şapkalarını çıkarıp onunla konuştuğunu anlatmış.

Resimlerin çekildiği tarih: 1944

                    

               

Anlatılan hikaye Almanya”ya bildirildi. Bir ay sonra aynı bölgeye iki birlik daha gönderildi. Birinci grupta, Hitlerin ünlü kimyasal ölüm silahlarını üreten bilim adamları vardı. Bu grup, bahsedilen evi bulmak üzere görevlendirilmişti. Bilim adamları, o günün bütün teknolojisini kullanarak bahsedilen evi aramaya başladılar. Sonunda da bu amaçlarına ulaştılar. Bir dağın tepesindeki mağaranın içinde bu gemiyi buldular. UFO, 25 metre genişliğinde ve 8 metre yüksekliğindeydi. Dünyada bulunmayan katı bir maddeden yapılmıştı. Bilim adamları gemiyi çalıştırmayı denediyse de başarılı olamadı.

Aralık 1938 yılında, bulunan UFO, büyük bir gizlilik içinde Almanya”ya getirildi. UFO araştırması için Almanya”da ki en ünlü bilim adamları Münih’in kuzeyinde kurulan bölgeleye getirildiler. Araştırma laboratuarı, başka kuvvetler tarafından fark edilmemesi için eski tuz madenlerinin bulunduğu bir bölgeye konuşlandırıldı. Fakat bu bölgenin Amerika Birleşik Devletleri ajanları tarafından fark edilmesi uzun sürmedi. Nazi bilim adamları ise, UFO ve bileşenleri hakkında birçok bilgiye sahip olmuşlardı.

Temmuz 1941”de, Amerika Birleşik Devletleri, Oz kod adını verdikleri bir ajanını bu laboratuara sokmayı başardı. Oz, buranın resimlerini çekmiş, burası hakkında birçok belge almıştı. Fakat bunların Amerika”ya gönderilmesi sırasında, Almanya”da ki Nazi hazinesini toplayan Rus birlikleri tarafından bu belgelere ve resimlere el konulmuştu. Büyük bir Rus birliği bu topraklara gönderilmiş, ondan sonraki zamanlarda da ne bu kurulan UFO üssünden ve ne de belgelerden hiçbiri bulunamamış.

Nazilerle UFO’ların yakınlığı hakkında birçok belge ve söylenti mevcut. II.Dünya Savaşı”nda Nazi”lerin bu UFO’ları kullandığı söylentisi var.Gerçekten bu teknoloji savaşta kullanılabilmişmiydi? Yada buna fırsat oldumu? Bunu kimse bilmiyor ama bir gerçek varki oda ortalığın bunca dumana boğulduğu bir yerde mutlaka bir gerçek payı olmalı..!

   

THULE örgütü -Nazi ideolojisi ve Gizli zaman yolculuğu deneyleri

Çetin BAL: Aşağıda bahsi geçen Thule örgütüne dair resmi tarih kayıtlar içinde yer almayan ve sadece bir takım söylentilerden ibaret olan ilginç bazı bilgileri siz okurlarımın dikkatine sunmam gerektiğini düşündüm.Çünkü en az bir çok gizemli olay kadar Thlu örgütü ve Nazi teknolojisi ve Nazilerin ilginç araştırmacı yanları ve Nazi bilim adamlarının ilgi alanları hep bir sis perdesi altında kalmış ve bu noktada bir çok spekülasyon üretilmiştir.Bu spekülasyonlar NAZİ lerin Atom bombası yapma girişimlerinden, yerçekime karşı gelen uçan disk teknolojilerine ve zaman yolculuğu araştırmalarına kadar bir çok konuyu kapsamaktadır.Bunlar ne kadar gerçek yada ne kadarı doğru bunu bilmek yada bu konuda net bir fikir beyan etmek oldukça güç ve hemen hemen imkansızdır.Resmi ve bilimsel anlamda tarihe baktığımızda tüm bunlar bir deli saçmasıdır.Ama ben Modern bilimin gelişen serüveni içinde bu NAZİler ve zaman yolculuğu hikayesini en tutarlı konsept içinde kalmaya çalışarak ve en uçlarda gezerek toplamaya çalıştım.Sonuç olarak sizler için biraz fantastik/ bilimkugusal gelebilecek aşağıdaki kısa makaleyi oluşturdum.

Bizim söz konusu edeceğimiz Thule ise, bir ezoterik öğreti ve örgüt...

Şurası hiç de ilginç değildir ki, Thule Örgütünün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Söylemsel kökleri, kayıp kıta Mu'ya dayanan bu öğretinin temel konusu, insan psikolojisinin derinlikleri ve zamandır.Kimileri bu çift boynuzlu migferin bir wormhole tünelini simgelediğini düşünmektedir.

(...Yanınızdakilerle birlikte bir zamandan başka bir zamana sıçrayabilmektesiniz! Bu yanınızdaki, bir çakmak da bir uçak da bir uzay gemisi de bir fabrika da olabilir!)

Thule örgütü'nün amaçlarına gelince ; bunlar özetle :

· Zamanda gidip gelen üstün yaratıklarla ilişkiye geçmek,

·   Üstün bir Âri ırk oluşturmak : (Bunun için de saf bir Cermen ırkı oluşturup pan-Cermenik bir Alman Imparatorluğu'nu kurmak ve bu imparatorluğu Âri ırkın oluşturulmasında kullanmak) ve bu arada,

·   Hıristiyanlık öncesi antik Alman kültürünün yeniden uyandırmak,

·   Böylece dünyanın yazgısını değiştirmek ve

·   Mu uygarlığına ulaşmaktı.

Gizlici örgüt ve öğreti olarak Thule'un felsefesine gelince; Bunu Eckart, şöyle açıklıyordu: "Tule'un tüm sırları, eski bir kayıp uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile dış zekalar arasında bazı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. İşte bu güçtür ki, Almanya'yı dünyaya egemen kılacaktır". Bu sözler, Nazizmin de temelini oluşturuyordu.

Dikkat edilirse bu sıralamada adı geçen öğreti ve örgütlerin, aslında yeterince heterojen bir kök ve geçmişe sahip olmadıkları görülür. Üyelerin çoğunluğunun Hristiyan görünmelerine karşın, Thule için bu bile gerek ve yeter bir koşul değildir. Açıkçası, Thule'un üye ve öğreti olarak içeriğini netleştirmek oldukça zordur. Bu içerik içinde Pagan, Cermen, Gnostik, Kabalacı yani yahudi mistizmi, Âri ırk ve bolca Katolik unsurlar vardı. Yani, Thule'un oluşumu tek tip ve homojen değildi. Bir kök Tötonlara giderken öbürü Cermenlere, bir başkası Mu'ya, bir başkası Hint ve Tibet Aryenlerine, bir başkası Tapınakçılara, bir başkası ise, doğrudan Masonlara gidiyordu. Saydığım ve saymadığım bir çok öğe ve etken, kolayca Thule'da bir araya gelebiliyorlardı ; çünkü ortak ve temel bir konu vardı: Zaman gezmenliği!

19. yüzyılın başında, Almanya'da aşırı sağ eğilimleri ve birbirleriyle de yakın ilişkileri olan Tapınakçılığa bağlı üç örgüt kurulmuştu: Armanenschafft, Ordo Templi Orientis ve Ordo Novi Templi. Her üçü de Tapınakçıydı.Bu üç örgütün en önemli işlerinden biri, Germenorden (Alman Tarikatı) adlı örgütün kurulmasına katkıda bulunmalarıydı. Bu Alman Tarikatı 1912'de kuruldu ve Âri ırkın varlığına ve üstünlüğüne inanıyordu.

1. Dünya Savaşı sırasında ateşli Alman milliyetçilerini organize etmişti. Onu önemli kılan asıl şey ise, Tuhule örgütünün oluşmasına önayak olmasıydı. Thule Derneği ya da Almanca adıyla "Thule Gesselschaft".

Thule Derneği’nin kurucusu "Baron Rudolf von Sebottendorff"tur. Diğer adı, Rudolf Glauer.Yüksek öğrenimini yarım bırakıp, gemilerde üç yıl elektrikçi olarak çalıştı. Böylece bir çok yer gezmiş oldu. Uzak Doğuya, ezoterik öğreti ve gruplara da ilgisi bu sayede oluştu. Bu gezileri sırasında simya, astroloji ve Kabala üzerinde çalışmış, Gül-Haç felsefesi üzerinde de uzun araştırmalar yapmıştı.

Türkiye'de onu "Gizli Müslüman Baron" olarak biliyorlardı. Sufizmi ayrıntılı biçimde biliyordu. Birçok tarikatla ilişkisi vardı. Güçlü bir Mason kariyerine sahip olarak özellikle, Bektaşilikle ilgilenmişti.

Rudolf Hess: Bu topluluğa ilk katılanlardan biri kimdi dersiniz? Rudolf Hess; Hitler'in kötü yoldaşı! Antisemitik düşünceleriyle ünlü, "Oyuk Dünya Kuramı"nın babası, Aryan ırkının varlığına ve üstünlüğüne inanan, ezoterik ve inisiyatik tarikatlarla bağlantılı bir bilim adamıdır.

Barış görüşmeleri için İngiltere’ye gönderildi ama orada tutuklandı. Spandau cezaevinde ömür boyu hapse mahkum edildi.

Haushoffer: Thule’un en önemli ve etkili üyelerinden biri. 1869 doğumlu. Bir bilim adamı, Münih üniversitesinde profesör. Profesör ve general. Hitlerle onu tanıştıran Rudolf Hess'ti. Kavgam'ı Hess ve Haushoffer yazdırmıştı Hitler'e. Nazi Partisi için Gamalı Haçı seçen de oydu. Deitrich Eckart'tan sonra Hitleri en çok etkileyen ikinci insandı. 1934'de genç bir general ve çok güvenilir bir kâhindi. Düşmanın saldıracağı yeri, saati ve mermilerin düşeceği yerleri söylüyordu. Hitlere de Parise ne zaman gireceğini, nerede ne kadar dirençle karşılaşabileceğini söylemişti. Rooswelt'in ölüm tarihini de doğru olarak vermişti.

Uzak doğuda uzun yıllar resmi görevde bulundu. Japonca biliyordu. Ona göre Alman ırkının kökleri Orta Asya'da idi. Aslında o da bir Gurdjief öğrencisiydi. İkisi de Tibet Locası'na üyeydiler ve bu Tibet Loca'sının dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün bir tür ile ilişkisinin olduğuna inanıyorlardı. Hitler, Himmler, Goring, fizikçi Morell de aynı locanın üyeleri idiler.

Thule derneğinin özünü şöyle açıklıyordu: Thule'un tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya'yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Thule’un da Nazizmin de temelini oluşturmaktadır.

Yaşlı bir okültist kadının kendisine yıllar önce anlattığı "Almanya'yı kurtaracak Mesih" prototipini Hitler'de görmüştü. Bu nedenle bu genç adamın elinden tuttu, onu Thule'nin zengin ve etkili üyeleri ile tanıştırdı. 1923 yılında kurulan Milliyetçi Sosyalist Parti’nin yedi kurucu üyesinden biriydi.

Aynı yıl öldüğünde, elindeki tüm bilgi birikimini Karl Haushofer’e bırakmıştı. Vasiyetinde ise, şöyle diyordu: Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.

Eckart ve Rosenberg 1920'de Hitler’le tanıştılar ve onu üç yıl sıkı bir eğitimden geçirdiler. Hitler’e doğu ezoterizmini, gizli dilini ve bu dille konuşmayı öğreten Eckart'tı. Öğretisini iki bölümde Hitlere aktarmıştı : Gizli öğreti ve propaganda.

Bu da gösteriyor ki, Hitler üzerinde birinci derecede etkili olan bir isimdir. 1923'de Nazi partisi kurulduğunda Kurucu yedi üyeden biriydi.

Hiç kuşkusuz, Hitler’in ve Nazi Partisinin Thule’un bir ürünü olduğu söylenebilir. Onun da Thule’a derin ilgi duyduğu, onayladığı, çalışmalarını yakından izlediği, zaman zaman derneği ziyaret ettiği doğrudur. Hiç kuşkusuz, onun akıl hocaları ve yaratıcıları oradaydı. Hitler’i tetikleyen, eğiten, ideolojisini, düşünce yapısını veren, hedeflerini belirleyen onlardı.

Eckart başta olmak üzere Alfred Rosenberg ve Karl Haushofer Hitlere çok zaman ayırmışlar, ilgi göstermişler ve onu eğiterek hazırlamışlardı. Özelikle Eckart, Hitler’e mistik doğunun gizemlerini öğretmiş ve Thule’un temel değer ve öğretisini benimsetmişti.

Thule’de Güneş, Aryanların kutsal sembolü olarak bilinirdi. Bir Tibet söylencesine göre, üç-dört bin yıl önce, Orta Asya’da, Gobi’de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık yıkıldı ve Gobi de bir çöle dönüştü. Buradan canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa’ya ve Kafkasya’ya göç ettiler.

Thule Örgütü’nün ermişleri, bu Gobi göçmenlerinin, insanlığın temel ırkını (Âri soyunu) oluşturduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden General Haushofer, kaynaklara dönmeyi istiyor, bunun için de Doğu Avrupa’yı, Türkistan’ı, Pamir’i, Gobi’yi ve Tibet’i ele geçirmeyi planlıyordu. Ona göre, bu bölgeleri ele geçiren, Dünya’ya egemen olacaktı.

Hiç kuşkusuz, Hitler'i siyasete sokan, yükselten ve ona mali destek bulan da Gamalı haçı Nazi bayrağı yapan da Thule idi.

Tuhule, temelinde, o bir tür Zaman Gezmenleri Derneği idi! Hitler’i seçmesinin temel nedeni, Hitler’in bir çok özelliklerinin yanısıra onun zaman gezmenliğine duyduğu ilgi idi.

Bu durum Hitler’de Thule’a karşı direnilemez bir çekim oluşturuyordu. Ayrıca Hitler sıkı bir ezoterikçi idi. Öne çıkmağa, kahraman olmağa meraklıydı ve tipik bir medyumdu! Onun bu özellikleri de Thule’un ona çekilmesini sağlıyordu.

Şimdi Hitler’in biraz da medyumsal-parapsişik yönünden söz edelim: Zaten tamamı kırklara karışmış bir kasabada doğmuştu. O kasabada ruhlardan, medyumlardan geçilmiyordu! Kendisinin de medyumik yeteneği vardı. Bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler' in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, bir çok varlıktan söz ettiği kayıtlara geçirilmiştir. Hatta bu yüzden şizofren olduğundan bile kuşkulanılmıştır. Onun hitabeti ve kitleleri etkilemesi de bir çok kişilerce parapsişik bir yetenek olarak algılanır. Keza yakın çevresi Hitler'in geceleri ''Büyük Ruh'' isimini verdiği bir bedensiz varlıktan geleceğe dair bilgi aldığı söylenir.

Bu bilgilerden sonra büyü, mitler, Büyük Ruh, Mu, Tuhule, zaman gezmenliği, Şamballa derken, Hitler’in nasıl bir zihinsel karmaşaya sürüklendiğini açıkça görüyoruz. Hess, Oyuk Evren kuramı yanında bir de buzul kozmozdan ve bir Buz Çağı'ndan söz ediyordu. Hitler kendi döneminde bu buz çağının ateş çağına dönüşeceğine inanmıştı. Üstelik bu çağı başlatmak için de kendisi seçilmişti! Rusya buzuluna orduyu yazlık elbiseyle göndermesinin nedeni buydu!

Hep bunlar, kara büyünün, Şamballa’nın, Büyük Ruh’un (aslında Einstein'lada bağlantılı olduğu düşünülen bir zaman yolculuğu grubuyla gelen, zaman Volf Messing'in telepati gücünün) marifetiydi.

Böylece süreç tapınakçılardan başlıyor, Masonlara bulaşıyor Germonerden’i (Alman Tarikatını) doğuruyor ve o da Thule’un doğuşunu hazırlıyordu. Sonra Thule örgütü kendi etkisi altında zaman gezmenliği uğruna Hitler’i ve Nazi Partisini yaratıyor. Âri Irk’la dünyanın kurtuluşu ve zaman gezmenliği uğruna Naziler, Doğu gizliciliğine bulaşıyor ve sonunda II. Dünya Savaşı ortaya çıkıyordu.

Bir çok başka amaç ve ideallerle kuşatılmasına ya da zenginleştirilmesine karşın Thule’nin merkezî konusu yine de Zaman'dı ve bu durum Hitler’in onlarla daima ilişkide olması için için yeterliydi.

Hitler’in eski uygarlıklara, mitolojilere olan ilgisi de Thule ile örtüşüyordu. Doğa yasalarının üstüne çıkmak istemesi ve bu yüzden büyü ile ilgilenmesi de öyle. Bir farkla ki, Thule ileri gelenlerinin hiç biri kendini böyle ortaya atmamasına karşın Hitler, güç ve imperium uğruna kırklara karıştığına ve seçilmiş olduğuna inanıyor ve dünya egemenliği fikrine lâpinler gibi atlıyor ve öne çıkıyordu.

HİTLER NAZİLER VE SEKÜLERİZM

Peki din ve dindarlık bakımından Hitler’in durumu neydi? O, sağın neresine düşmekteydi? Düz tarih bile, Hitler ve Naziler konusunda, din söz konusu olduğunda, bir garipliğin olduğunun farkındadır. Ortaya konan fotoğraflarda bir tuhaflık vardır gerçekten de... Marksizmle silahlı mücadele, yoğun bir Yahudi katliamı ve kiliseye çok soğuk bir yüz. Sağın da solun da neresine düştüğü belirsiz bir kimlik bu. Bence güce soyunmuş bir ezoterizmin tipik örneği. Tapınakçıların da soğuk ve din dışı bulunmalarının nedeni sanırım buradadır.

Ne ki, sonuçta Hitler de tüm güce soyunan ezoterik öğreti yandaşları gibi, sekülerliğini korumaktadır. Güç isteğinin girdiği yürekte Tanrı yada evrensel sevgi barınamamaktadır. Açık olan budur. Tanrının (evrensel birliğin) çıktığı gönle de genellikle güç isteği egemen olmakta ve bu da eski mısır'ın Tanrı-Kral misyonuna giden yolun kapısını aralamaktadır. Bu ne tapınakçıların ne başka misyonsal eğilimlerin ne de Nazilerin sorunudur...

Sekülerleşmenin gerçek kaynağı, ırkçılık değil, güç isteğidir ve bu güç isteği, zamanımızdaki bazı gizlici örgüt ve öğreti yandaşlarını bugün, dünya imparatorluğuna soyunma noktasına getirmiştir. Oysaki demaokratik, katılımcı,daha hoşgörülü ve sevgi dolu bir dünya gerçeği için daha uzun ömürlü bir insan uygarlığı için çoğulcu bir yönetim söz konusu olmalıdır.

Bu anlamda Devletlerin kendi aralarında savaş kararı alamadıklarını, savaş kararını almada kapitalist dünyada sömürü üzerine dayanan kar ve çıkar hesaplarının tehlikeye girdiği bu güç efendilerinin yani uluslararası büyük finans şirketlerinin bunda etkili olduğunu belirtmek gerekir. Demek ki, sanayileşmenin gündeme geldiği bu dünya arenasında savaş çıkaranlar, terörizmi bir şekilde destekleyenler işte bu güç efendileridir. Rasyonel değil de güdüsel güç isteğinin sonuçları daima savaştır. Bunun artık görülmesi gerekir.Birey bu noktada kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne almaktadır.

Gamalı Haç'ın NSDAP'a Thule Örgütü tarafından yerleştirildiği doğrudur. Ama aslında o, arşetipik bir şeydir. Onda paganik kökler de bulmak olanaklıdır, ama paganlığa mal etmek de yanlıştır. O, yalnızca Kabalacılığın tekelinde de değildir. Onun umulmadık kadar gerilere giden bir tarihi olduğu doğrudur. Söylentiye göre, Thule bu sembolü Mu uygarlığından alıp Nazi Partisi’ne amblem yapmış. Mu tabletlerinde gerçekten de bu sembol vardı ve Mu'ya özgü gizli bilgiler içeren çok önemli bir semboldü. Bu sır, çok sıkı eğitimden geçmiş, eski Mısır ve Tibet rahiplerince de biliniyordu ve onlar tarafından korunuyordu.

Bu sembol bir de iki yeraltı uygarlığı olan Şamballa ve Agartha'da kullanılıyordu. Nazilerin önde gelenleri de (yedi kurucu üye) bu sırrı öğrenmişlerdi ve bu bilgi de doğal olarak Tibet'le olan ilişkileri sayesinde ele geçirilmişti. Onların gamalı haç hakkında edindikleri bilgi Şamballa'dan geliyordu ve Şamballa pek de hırlı bir uygarlık ve güç olarak bilinmiyordu. Temeli şer ve karanlıktı. Bu da bize Hitler'in haklı olarak, nereye yakalandığı ve nereye hizmet ettiği hakkında bir fikir vermektedir.

Gamalı Haç'ın, Thule'nin Tapınakçı kökenine uygun olduğu da doğrudur ama bu sembol Tapınakçıların da tekelinde değildir. Ona eski Hint mandalalarında da Cengiz Han'ın yüzüğünde de rastlıyoruz! Öbür taraftan, Kabalistik ve Masonik kaynaklarda, Siyon yıldızı ile iç içe kullanıldığı da doğrudur.

Haushoffer'ın Hindistandaki çalışmaları sırasında bu sembolü görüp etkilenerek aldığı ve Nazi bayrağı yaptığı da söyleniyor. Aslında Gamalı Haç şekil olarak başka bir şeymiş de o şekli ters çevirerek Gamalı Haç yapmış. Hah! İşte burası ilginçtir. Ters çevirdiği orijinal örnek acaba neydi dersiniz?

UZAK DOĞU BAĞLANTILARI

Thule ve onun bir uzantısı olan Nazi Partisi, aktüel ve siyasi alanda dünyayı ateşe vermişti ama bunlar başında da sonunda da ezoterik içerikli ve nitelikliydiler.

Hess Oyuk Dünya kuramı geliştirmişti. 1930'larda tümüyle Atlantis gibi kayıp kıta ve toplumları araştırmaya adanmış dergiler çıkıyordu. Otto Rahn 1938'de Güney Fransa'da "Kutsal Kâse"yi aramaya girişmişti. Bu kâse son yemekte kullanılan şarap kabıydı ama olağanüstü bir sırrı da beraberinde taşıyordu. Ahit Sandığı gibi bir güç yaydığına inanılıyordu.

Thule'un Tibetli rahiplerle de ilişkileri vardı ve Dalai Lama ile iyi ilişkileri olmuştu.

Bu uzak doğu ilişkilerinin temelindeki nedenler;

·   Âri ırk
·   Ezoterizm ve
·   Zaman gezmenliği idi.

Thule de Nazi ileri gelenleri de tarih öncesi Ariyan ırkının Hindistan ve Tibet'te hâlâ var olduğuna inanıyorlardı. Önce Cermen ırkını saflaştırıp, bu ırkı Âri ırkın ortaya çıkması için hizmete koşacaklardı. Yani doğu ezoterizmini tanımak, oraya bağlanmak ve orayla ilişkide olmak zorundaydılar. İşte o nedenle,Thule Örgütü 1943 yılına kadar Tibet'le yakın ilişkisini sürdürmüş, birbirlerine karşılıklı heyetler göndermişlerdir.

Bu ilişki çok derin, anlamlı ve yoğundu; çünkü temelinde Âri ırk, uçandaireler ve zaman gezmenliği vardı! Bu Thule’yi de Hitleri de çok yakından ilgilendiriyordu. Bu ilişki konusunda ümitlenip heyecanlanmamaları olanaklı değildi. Çünkü uzak doğu yalnızca ezoterizm yönünden değil, uçandaireler ve zaman gezmenliği bakımından da görmezden gelinemez bir kaynaktı.

Hint-Tibet mitlerinde, zaman yolculuğu yapan Dhurakhapalama, Vaidor; UFO benzeri uçan disklere de Vimana denilmekteydi. Hint mitlerinde, Vaidor’ların, Turan Dağı’nda olduğu; Vimana’ların ise, Tor Dağı’ında bulunduğu, daha doğrusu inip, kalktıkları yazılıydı. Hatta, Çinliler’in, Fransızlar’ın (Kont Sédir) ve Ruslar’ın (Çar Nikola) büyük paralar harcayarak kurdukları ekiplerle Dhurakhapalam’ı arattırdıkları söylenir. General Haushofer da Tibet’te bu konuda araştırmalar yapmıştı. Onu Gurdjief bulmuştu ve Kamensky diye birini iki yıl ileri yani zamanda iki yıl geleceğe göndermişti.

Şu da var, Thule ve Nazi partisinin bu uzakdoğu ilişkisi pek tekin bir şey değildi ve Hitler’e de Almanlara da pahalıya patladı. Çünkü birçok araştırmacı, Nazilerin, aslında çok daha karanlık bir örgütün görünen yüzü olduğuna inanmıştır. Bunun için nedenler yok da değildir. Çünkü bir çok toplantıda, Nazi Partisi'nin ileri gelenlerinin yanında doğulu,  tipler görülmüştür. Bunların Nazilerin iplerini ellerinde tutan Tibetli rahipler olduğuna inanılıyordu.

1840'larda Almanya'da "Agarta"dan söz ediliyordu. Bu söylenceye göre, yer altında bir krallık vardı. Buranın kralı, dünyadaki birçok kralı denetiminde tutuyordu. O, dünyanın efendisiydi ve çok yakında da Dünya krallığını gerçekleştirecekti.

Yaygın kanıya göre, büyük bir olasılıkla Hitler onun bir numaralı adamıydı. Doğrusu Hitler de buna hiç hayır diyecek gibi görünmüyordu; çünkü elinde Amerika'nın bile işgali ile ilgili planlar vardı. İtalyanlar Afrika'yı, Japonlar Asya'yı yöneteceklerdi.

1926'da Berlin ve Münih'e küçük bir Hintli kolonisi yerleştirilmişti.

Ruslar Berlin'e girdiklerinde ölüler arasında bin kadar alman üniformalı ama kimlikleri olmayan Tibetlili ile karşılaşmışlardı.

Nazilerin "Odessa" adlı bilim örgütünde, üst rütbeli Tibetliler de bulunuyordu.

Thule'nin, Tibet kökenli "Yeşil Ejjder" örgütü ile de bağlantıları bilinmektedir.

II. Dünya Savaşı'nın sonunda yıkılan Nazi karargahında 12 Tibetli rahibin ne işi vardı? Önceleri buna bir anlam verilmemişti. Çünkü eylem zamanıydı; kimsenin soru soracak yorum yapacak durumu yoktu.

THULE örgütünün temel amacı zamanı saptırıp gelecekteki dünyada NAZİ egemenliğini sağlamaktı.Thule Örgütü’nün Hitler tarafından Nazi’leştirilmesinden sonra, Nazi’lerin, zaman yolculuğu teknolojisini siyasi amaçlarla kullanmak istemişlerdir.

Örneğin satır aralarında, zaman gezmenliğinin fazla uzak olmayan bir zamanda başlayacağı... Bunun için ışık quantlarının bulunması daha doğrusu anlaşılması gerektiği, bu konuda her şeyin Thule’un yapacağı deneylere bağlı olduğu filan... gibi ilginç bilgilerin varlığından da bahsedilmektedir. Bu ne demek? Thule’un var ve devam ettiği demek. Zaman üzerine deneyler yaptığı demek!.Thulu örgütüne dahil olan bilim adamları magnetizmal alanlar içinde cisimleri geçmişe ve geleceğe doğru yürütebileceklerini düşünüyor ve iç içe dünyalar ve boyutlar gerçeğinden söz ediyorlardı.

Kitap kurdu olan çok yönlü araştırmacılar NAZİ bilim adamlarının bu konudaki çalışmalarının Amerika'daki Philadelphia deneyine, Montauk projesine ve ordan da 51.inci UFO araştırma üssüne doğru uzanan ilginç bir bağlantı ağını içerdiğini sezecektirler. Belki bu bağlantı doğrudan planlı bir bağlantı değil ama sonuçta bir şekilde bu bilgiler bir yerlerde kesişiyor.

Zaman ve Zamanda yolculuk hakkında kısa düşünceler...

MATEMETİK VE ZAMAN

Zamanın bir boyut gibi mekanla ilgisini ilk olarak Einstein ileri sürdü.Einstein'in "Zaman bir boyuttur ve dördüncü koordinattır" şeklinde özetlediği teorisinin bilimsel delil olarak ileri sürdüğü maddeler : A-) Zaman denklemi Sonsuz boyutlar için düşündüğü Matematiksel ifade'de N:4'e uymaktadır. B-)Zaman büyüme ve küçülmelerde diğer boyutlara yani geometrik zaman boyutlarına(Boy-En-Derinlik) aynı oranda uyarlık göstermektedir.Mesela milyarlarca Km.ile ifade edilen yıldızlar sisteminde zaman milyonlarca ışık yıllarıyla işlem görür. Atom çekirdeği ve elektronlarının hareket mesafeleriyse Milyar kere milyonda bir santime kadar küçülür. Bu şu demek oluyor Boyutlar büyüdükçe zaman da büyüyor boyutlar küçüldükçe zamanda salisenin binlerce alt birimi olarak değerlendirilir. Bu zamanın mekanla ne denli ilişki içinde olduğunu gösterir. Einstein'in teorisinin en ilginç tarafı 4.cü boyut olan zamandan ötede henüz algılıyamadığımız boyutlar olmasıdır.Bu teorinin bilimsel yönden Biyolojik bir gerçeğide vardır.Boyutlar canlılar tarafından çeşitli kademelerde algılanıyor. Örneğin bir çok sürüngen 2 boyut algılar. Derinlik duygusu bu canlılarda yoktur.Bu canlılar çevreyi fotoğraf gibi algılar.Dördüncü boyutu yalnız insan algılar.Einstein'den sonra Koziref Zamanın statik bir enerji olduğunu ileri sürdü bu bilim adamına göre zaman durgun bir enerjidir ve varlıklar o enerjiyi kullanabildikleri kadar varlıklarını sürdürür kullanamadığında yok olurlar!..

Hürriyet'ten... 25 Mart 2002

Gelelim can alıcı soruya: Zamanda yolculuk olacak iş midir gerçekten…

Önce olabilme durumunu örnekleyelim. Bugünün bilgisiyle zamanda yolculuk etmeniz için ışık hızının en az %99.995 ine ulaşabilmeniz şart. Eğer bir gemiye atlayıp böylesi bir hızda seyahat ederek evrenin derinliğine doğru 500 ışık yılı gider ve aynen geri dünyaya dönerseniz gemi içinde yaklaşık 10 yıl geçmiş olur. Oysa dünyadakiler sizi beklerken 1000 yıl yaşlanmışlardır. Çünkü Einstein'ın 1915 yapımı İzafiyet Teorisine göre zaman sabit değil göreceli bir boyuttur. Hareketli bir saat yerinde duran bir saatten daha yavaş ilerler. Ancak burada insanoğlu için en büyük sorun ışık hızını getirecek gücü bulmaktır. Bu konuda önümüzde henüz ispatlanamamış 3 seçenek durmakta: boyut atlama (wormhole) koridorları, kara delikler ve çoğul evren teorisi.

Einstein'ın ilk kez ortaya attığı ve sonradan geliştirilen teoriye göre yerçekimi nedeniyle uzay ve zaman boyutu düz değil eğiktir. Örneklersek, masadaki kağıt parçası üzerinde yürüyen karınca bir noktadan diğer noktaya 5 dakikada gidebilirken kağıdı katlarsak iki nokta yakınlaşacağı için daha kısa zamanda ilerler. İşte teorik olarak biz de iki kara delik arasında yerçekimi sonucunda oluşmuş zaman yırtıkları ile bir geçit yaratabilirsek ya da bulabilirsek boyut değiştirebiliriz. Contact filminde Jodi Foster'ın yaptığı gibi. Halen iki boyut arasında mikroskopik bağlantılar olabileceği bilim adamlarınca kabul görüyor.

Kuantum mekanikçileri ise çoğul evrenler üzerinde yoğunlaşmış durumdalar. İki atomik parça çarpıştığında bir evrende sola ama diğer evrende sağa giderler. Buna çok boyut özelliği deniyor. Sorun gidilecek noktayı tayin edememek. Back To The Future filmi de bu teoriye dayanıyordu. Orada gereken enerji plutonyum kullanılarak yaratılmıştı. Oysa gerçek yaşamda böyle bir enerji elde etmek için şu an bilinen en kuvvetli reaktörden 4 milyar kez güçlü bir kaynak bulmak gerekiyor maalesef.

Zaman yolculuğunu ispat etmeye çalışan her kim olursa öncelikle bilim adamları karşısında yanıtlaması gereken bir paradoks var. 'Büyükbaba Açmazı'. Yani zamanda geri gider ve büyükbabanızı öldürürseniz siz nasıl doğmuş olacaksınız; eğer yoksanız büyükbabanızı kim öldürdü.

Hawking'in yanıtı basit. 'Kronoloji Koruma Varsayımı (Chronology Protection Conjecture)'. Doğa kanunları zamanda bir yolculuğa asla müsaade etmez. Biraz şevk kırıcı ama...

David Deutsch ise yanıtın kuantum çekim yasalarındaki yeni düzenlemelerle verilebileceğine inanıyor. Gelecek 100 yıl içinde.

Dünya tarihinde zaman yolculuğu yapan insan da yok değil aslında. Mir Uzay İstasyonunda iki yıl geçiren kozmonot Sergei Avdeyev sürekli saatte 17.500 mil hızla yörüngede döndüğü için saniyenin 50 de biri kadar geleceğe gitmişti. Sprinterler için çok şey ifade edebilecek bir uzunluk aslında.

Son tahlilde zaman yolculuğu bizim nesil için biraz erken duruyor gibi. Şimdilik filmlerle idare edeceğiz.

BİR GÜN BU MÜMKÜN OLACAK.

İnsan aklına gelen her şey gerçekleşir diye bir teori vardır. Bir zamanlar Aya gitmek hayaldi ve Mark Twain bunu kitabında yazdığında ona deli gözüyle bakmışlardı. Ama gerçekleşti.Bir gün zaman tünelinde yolculuk ta getrçekleşebilir neden olmasın. Evrende hiç bir şey yok olmadığına göre?

Işık hızı

Zamanda hareket , başka galaksilere, başka yıldızlara ulaşmak... İnsanoğlunun önündeki bütün büyük emeller eninde sonuda ışık hızı engeline takılıyor.

Bu engel aşılabilecek mi?

Yeterince güçlü ya da yeterince yakıtı olan sabit ivmeli bir motorla uzun sürede ışık hızına çıkılabilir diyelim.

İyi de, uzay boş değil ki... Meteorlardan, gök cisimlerinden bahsetmiyorum: gaz bulutları bile ışık hızına çıkmanın önünde engel. Radyasyon dediğimiz nedir? Sub-atomik parçacıkların ışık hızında geziniyor olması. Zararı ne? O kadar hızlı ki parçacıklar, ortamdaki atomların çekirdeklerine ya da elektronlarına çarpınca, bu parçalar da atomdan koparak hızla dağılıyorlar. Al sana zincirleme reaksiyon.

Peki, ışık hızında giden bir uzay gemisinin bir hidrojen bulutuna girmesinin bundan ne farkı var? Yok!

Yani yeterince kalın bir zırh arkasında değilse, uzay gemisi saniyeler içinde termonükleer bir araca dönüşebilir. Peki zırh kalınlığı nasıl belirlenecek?

Işık hızının onda birine çıkmak bile büyük bir başarı olacak gibi geliyor bana.

Ne dersiniz?

Evrende ışık hızına çıkabilecek tek parçacık fotonlarıdr ki onlarında durağan kütleleri sıfır kabul edilir.Heleki insanların bu yüksek hızlara dayanabilmeleri mümküm değildir.İnsan vücudu saatte 12000km hızı bile kaldıramaz nerde kaldı saniyede 300.000 Km/Sn. Ayrıca ivmeli hareket eden her maddenin kütlesi ivmesine oranla büyür yani makine ne kadar hızlanırsa harcaması gereken yakıtta o kadar fazla olacaktır.yani ışık hızının 1/10una dayanabilecek parçacık şu anki fizik yasalarına göre teorik olarak yok

KARA DELİK NEDİR?

Kara delik, en basit ifadesiyle, yakınındaki nesnelerin kendi çekim alanından kaçıp kurtulmasına izin vermeyecek kadar büyük bir kütlenin yoğunlaştığı uzay bölgesidir. Çekim konusunda eldeki en iyi teori Einstein'ın Genel Relativite Teorisi (GRT) olduğuna göre kara delikleri anlamak için bu teorinin bazı sonuçlarını incelememiz gerekir. Bunun için çekimi oldukça basit bir durumda inceleyelim.

Bir gezegenin üzerinde durduğunuzu düşünün. Düşey yukarıya doğru bir taş atıyorsunuz. Çok hızlı atmadığınızı kabul edersek, taş bir süre yükselecek ve gezegenin çekimi nedeniyle oluşan zıt yönlü ivmenin etkisiyle yavaşlayıp duracak ve geriye düşmeye başlayacaktır. Taşı yeterince hızlı atarsanız, taşın gezegenin çekim etkisinden tamamen kurtulmasını sağlayabilirsiniz. Artık hep yükselir.

Taşın gezegenin çekim etkisinden kurtulmasına yetecek en küçük fırlatma hızına kaçış hızı denir. Tahmin edeceğiniz gibi, kaçış hızı gezegenin kütlesine bağlıdır: Gezegenin kütlesi çok büyükse, çekim çok kuvvetli ve kaçış hızı çok yüksektir. Hafif bir gezegenden kaçış hızı da küçüktür.

Kaçış hızı gezegenin merkezinden ne kadar uzak olduğunuza da bağlıdır: Merkeze ne kadar yakınsanız, kaçış hızı o kadar büyüktür. Yeryüzünden kaçış hızı 11.2 km/s'dir (atmosfer sürtünmeleri hariç). Yani, herhangi bir cismi yeryüzeyinden yukarıya doğru saniyede 11.2 km hızla atmayı başarabilirseniz, cisim size geri dönmez. Ay'da kaçış hızı 2.4 km/s'dir.

Şimdi, yüzeyindeki kaçış hızının ışık hızından da (saniyede 300 000 km) büyük olduğu, küçük bir yarıçapa yığılmış muazzam bir kütle hayal edin. Hiç bir şey ışıktan hızlı gidemeyeceğine göre, bu kütlenin çekim alanından hiç bir şey kaçamaz. Bir ışık demeti bile çekim etkisiyle durdurulup geri çekileceğinden, bu kütleden ışığın kaçması mümkün olmaz.

Işığın bile kaçamayacağı kadar yoğun kütle yığını fikri 18. yüzyılda yaşamış olan Laplace'a kadar uzanır. Einstein'ın genel relativiteyi geliştirmesinden neredeyse hemen sonra Karl Schwarzschild bu teorinin matematik denklemlerinin böyle bir nesneyi tanımlayan çözümlerini keşfetti. Çok daha sonraları, 1930'larda Oppenheimer, Volkoff ve Snyder gibi kimselerin çalışmalarıyla insanlar evrende böyle nesnelerin gerçekten var olabileceği olasılığını ciddi ciddi düşünmeye başladı. Bu araştırmacılar, yeterince büyük bir yıldızın yakıtı bitince, kendisini kendi çekim etkisine karşı destekleyemeyeceğini ve bir kara deliğe çökeceğini gösterdiler.

Genel relativitede çekim uzay/zamanın eğriliğinin bir manifestasyonudur. Büyük kütleli cisimler uzay ve zamanı çarpıtır, eğrileştirir ve büker; böylece geometrinin bildik kuralları oralara uygulanamaz olur. Bir kara delik yakınlarında uzayın çarpıklığı aşırılaşır ve kara deliklerin bazı çok acayip davranışlar göstermelerine neden olur. Örneğin bir kara deliğin olay ufku bulunur. Bu, kara deliğin sınırlarını işaretleyen küresel bir yüzeydir. Bu ufuktan içeriye geçebilir fakat dışarıya çıkamazsınız. Aslında, ufku bir kez geçtiniz mi kaderiniz geri dönüşsüz bir şekilde kara deliğin merkezindeki tekillik (singularite) noktasına yaklaşmaktır.

Bu ufku kaçış hızının ışık hızına eşit olduğu yer olarak düşünebilirsiniz. Ufkun dışında kaçış hızı ışık hızından küçüktür, dolayısıyla roketlerinizi yeterince güçlü çalıştırabilirseniz kaçma şansınız olabilir. Fakat kendinizi olay ufkunun içinde bulursanız, geçmiş ola, roketleriniz ne kadar güçlü olursa olsun kaçamazsınız.

Bu ufkun acayip geometrik özellikleri vardır. Kara delikten uzaklarda durmakta olan bir gözlemciye göre bu ufuk hoş, statik ve hareketsiz bir yüzey gibi görünür. Ancak ona yaklaştığınızda onun çok büyük bir hızının olduğunu fark edersiniz. Aslında o dışarı doğru ışık hızıyla hareket etmektedir! Bu durum, ufku içeri doğru geçmenin niçin kolay fakat dışarı çıkmanın niçin imkansız olduğunu açıklar. Ufuk dışarı doğru ışık hızıyla hareket ettiğinden onu dışarıya doğru geçmek için ışıktan hızlı hareket etmeniz gerekir. Işıktan hızlı gidemezsiniz ve bu nedenle de kara delikten kaçamazsınız.

Bunlar size çok acayip gibi geliyorsa, endişelenmeyin: Gerçekten acayiptir. Ufuk bir anlamda sakin durmaktadır, fakat başka bir anlamda ışık hızıyla hareket etmektedir. Birazcık "Aynanın İçinden"deki Alice'in durumuna benzer: Orada sadece aynı yerde kalmak için bile hızlı koşması gereken bir yerde bulur kendini Alice.

İçeri girdiniz mi, uzay/zaman, yarıçapsal uzaklığı ve zamanı tanımlayan koordinatların rollerini takas etmelerini gerektirecek kadar çarpıklaşır. Yani, merkezden ne kadar uzak olduğunuzu tanımlayan r koordinatı zaman-gibi, zamanı gösteren t koordinatı uzay-gibi haline gelir. Zamanı cetvelle, uzaklığı da saatle ölçmek zorunda kalırsınız.

Bu da şu demektir: Şu anda bulunduğunuz yeri (uzaydaki yerinizi = mekan koordinatlarınızı) istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz ya da isterseniz aynı yerde durabilirsiniz; ama zamanı durduramaz, geri döndüremez veya zamanda yolculuk yapamazsınız. Bir kara deliğin olay ufkunun içindeyse, bulunduğunuz yeri değiştirme imkanınız yoktur.

Genel görelilik evrende geçerlidir

Zaman akış hızı ve bu hızda çeşitli koşullar altında değişimi öngören genel görelilik kuramı bildiğimiz fizik sınırları içinde, yani evrende geçerlidir.Solucan delikleri üst-uzay (hyperspace) denilen evren dışında bir ortamdaki bir oluşumdur. Üst-uzayın çalışma frekansı evrenin çalışma frekansından farklı olabilir. 1sn-18 saat farkı zaman akış hızındaki farka bağlıdır.Bu zaman akış hızı ilginç bir kavram. Teoride, evrenin çalışma frekansına faz farkı ekleyerek zaman akışını hızlanmış ya da geriye doğru olarak gözlemek mümkündür: Gözümüzün saniyede 24-25 kare algılamasından dolayı ileri giden bir arabanın tekerleğini dönüş frekansına bağlı olarak duruyor, yavaş dönüyor ya da ters yönde dönüyor olarak gözleyebildiğimiz gibi... Bunun direk sonucu zaman ekseninde istediğin yönde harekettir, zaman yolculuğudur.

Philadelphia deneyi ve kuantum evreni :

U.S.S Eldrige gemisine yeterince güçlü jeneratörler bağlanıp çok güçlü bir manyetik alan oluşturulduğunda geminin ortadan yok olduğu ve geminin norfolk ta görüldüğü hakkında açıklamalar var (gerçekliği hakkında bilgim yok) bu mümkün olabilir mi (tabi olamaz ama) uzayın bükülmesiyle mi alakalı?

Soru: Çetin kardeşim sayfalarındaki bilgileri takip ediyorum bazen..Bazıları safsata olsada önemli olan düşünmek. Einstein'ın dediği gibi hayal etmek bilgiden daha önemlidir. Einstein'ın kuramına göre dünyanın manyetik alanı uzayı büküyor.Sen de diyorsunki maddede uzayı büküyor bu nasıl oluyor ? Biraz açabilirmisin...Jenarötörle meydana getirilen bükülme niye farklıdır dünyanın manyetik bükmesinden?

Sevgili SOLİD einstein'ın ''dünyanın manyetik alanı uzayı büker'' diye bir sözü yada iması yok!! Öncelikle bunu bilmeni isterim.Üstadı önce iyi tanı. Einstein, ''kütlesi olan herşeyin uzay/zamanı büktüğünü'' söyler.Genel Göreceliğin özü budur.

Çetin BAL  22/07/2005...Philadelphia deneyi ve kuantum evreni :

Bir maddeyi uzayda ışınlamanın temel mantığı: ''Bir uzay/zaman eğriliği elde edebilmek ve bu eğriliği yönlenedirebilmektir.''

Bugün bilim dünyası bir parçacığın yerçekimsel uzay /zaman eğriliği ile bir elektromanyetik enerji damlacığının yerçekimsel sapma alanlarını birbiriyle karıştırıyorlar.Bu çok derin bir uzay-zaman ve kütle'ye ait mühendislik bilgisini içerir.Şimdi çok bariz bir hata varki yani şunu biliyoruz MADDE yoğunlaşmış enerjidir.Bu tamam! Birde KÜTLE denen bir şey var! Einstein Birleşik Alanlar Kuramı dahilinde uzay/zaman eğriliğini tanımlarken kütle ile enerjinin bu eğrilik çerçevesinde matematiksel olarak nasıl bir ilintiyi barındırdığını açıklayamamıştı.Denklemin o bölümü boş bırakılmıştır. İşte PHİLADELPHİA DENEYİ nin esası burda gizli! Parçacıksal yerçekimi alanları dahilinde olan uzay/ zaman bükülümü büyüdüğünde bunun karadeliksel bir sonla noktalandığı herkesce ve denklemlerce bilinen bir şeydir. Ama parçacığa ait kütleden ileri gelen uzay/zaman eğriliği alanı ile yoğunlaştırılmış dalgalan enerji alanlarına ait KÜTLE faktörününde benzer şekilde bir uzay/zaman eğriliği karakterine sahip olacağı yani bir benzerinin açığa çıkacağı sanılıyor. Aslında tam bu noktada çok ince bir espiri var. İşte burda okuyucularıma bir göz kırpmam gerekirse yerçekimine gerçekten parçacıktaki yada bir enerji noktası yoğunluğundaki alan içinde uzay/zamanı eğen şeyin gerçekten her ikisinde ortak olan kütle faktörünün mü rol oynadığını sanıyorsunuz? Bunun yanıtını doğru bilenler farklı uzay/zaman eğrilikleri anlayışına ulaşır.İşte tam bu noktada bir kaç elektrik jenaratörüyle çok az bir hatırı sayılır elektromanyetik yoğunlaşmanın karşımıza çok farklı biçimde düzenlenmiş bir uzay/zaman eğrilik alanını ortaya çıkaracağı bilgisine ulaşırız. Uzayın bilinenden çok farklı olarak bu tarzda eğirilmesi bir karadeliksel yada bir gezegene ait yerçekimsel uzay/zaman eğriliği deformasyonundan çok farklı bir deformasyonu ifade eder! Sanırım geminin neden kaybolduğunu anladınız...

Madde bir enerji damlasıdır ( bir enerji yoğunluğudur).Ama nasıl bir enerji damlasıdır.Madde aynı zamanda uzay/zamansal bir geometriyi temsil eder. Ve temeli elemanter parçacıklardır.Bunlar uzay/zamanın dalgalanan çizgisi içinde kuantum çölülünün holomikroskopik ölçeğinde elektriksel ve manyetik dalgalanmaların zamana bağlı farklılaşmlarından doğan boyutsal düzlemlerdeki uzayıp kısalmalar ( alçalıp yükselmeler) sonucunda meydana gelen elektromanyetik girdaplardır. Parçacık temelde bir ışık vorteksidir.Yani diğer anlamda bir maddesel parçacık uzay/zaman boyutundaki mikroskopik bozulmalar sonucunda uzay/zamanın çizgilerinin düğümlendiği birbiri üstüne dolandığı uzay/zaman iplikçiklerinden sarılı bir yün topu gibidir ve içi fotonlarla dolu bir tür uzay/zaman çukurudur. Şimdi bu noktada bir elemanter parçaçığa aynı anda bir elektromanyetik alan yükü eşlik ettiği gibi yine benzer şekilde merkezden uzaklaşıldıkça zayıflayan küresel bir uzay/zaman eğriliği atmosferi meydana getirir.Biz buna bir elektrondaki elektriksel alanlar ve kütleçekimi alanları adını veriyoruz. Bu alanlar elektronun merkezinden dış çevresine doğru birbiri üstüne biner vaziyette iç içe geçmiş biçimde dış uzaya doğru açılım gösterirler.Şimdi eğer biz bu elementer parçacıkları atomlar ve moleküller olarak bir araya yığarsak bir güneş kütlesi elde ederiz.Bu durumda kendi üstüne çökmüş ve düğümlenmiş bir uzay/zaman eğrilik kavisini yani bu türde bir yerçekimsel alan etkisinide yine makroskopik ölçeğe taşımış oluruz. İşte böyle bir uzay/zaman eğriliği atmoseferi içi dolmuş bir uzay/zaman eğrileşmesidir.Zaten bir parçacıkta bunu ifade eder.

Yani bir parçacığın enerji, zaman, kütle, kütleçekim ve uzay/zaman eğriliği denen alanı içinde bir parçacık başka bir parçacığı dahiline aldığında ortadan kaybolmaz sadece aynı etkiyi daha da büyütür.Yani normalde bir parçacığın temelde uzay/zaman içinde görünmez olan bir doku olması lazım.Çünkü bir parçacık uzay/zamanda bir eğriliği ifade eder.Ama bu eğri uzay/zaman çizgileri birbiri üstüne dolananınca biz bu eğrilmiş uzay/zaman parçasını bir elemenater parçacık olarak görüyoruz.Ve onla etkileşime giriyoruz.Şimdi eğer biz bir parçacığı oluşturan bu birbiri üstüne dolanan eğriltilmiş uzay/zaman çizgilerini tekrardan açıp düzleştirirsek parçacık ortadan kaybolur ve geriye sadece boş ve düz bir uzay/zaman geometrisi kalır. Peki parçacık nereye gitti? Parçacığa ne oldu? Anlatabildim mi! SIR burda! Yani tüm sır serbest uzay/zaman çizgilerini temsil eden elektromanyetik alanlar ile birbiri üstüne dolanık uzay/zaman çizgileri ile temsil edilen elektromanyetik vorteks denen parçacıklar arasındaki ilişkiyi anlamaktır.Eğer biz mikroskopik vakumdaki biribirini kesen ışık dalgaları noktasındaki uzay/zamansal değişimin yani bükülümün bir benzerini makroskopik ölçekte yaratabilirsek ve makroskopik aralıktaki elektromanyetik yoğunlaşma kriterleri içinde uzay/zaman kendi üstüne dolanıp çökmeyecek kadar geniş alanlarda eğrildiği için bu güç alanı içinde uzay/zaman bilinenden çok farklı bir biçimde eğrilecektir. Bu sanki merkezi bir çökme noktası olmayan boş bir uzay/ zaman eğriltisi olacaktır.İşte böyle bir alana giren maddeler bu uzay/zaman eğriltisi içine girdiğinde tümüyle uzay/zamanda kütlesel bir görünmezliğe sahip olacaktırlar. Aslında madde tam anlamıyla başka bir boyutta değildir.Madde yine ordadır ama bu bir çeşit gerçekliğin kendi içindeki geometriksel bir ilüzyonudur.

Zaman makinesi gerçek mi?

Bilim ve ötesi -Yazar: M. Ata Nirun

Fiziksel yasalar zaman makinesinin yapılabileceğine karşı çıkmazlar ama hiç kimse daha henüz böyle bir makineyi oluşturamamış ve bu bir umuttan öteye gidememiştir çünkü böyle bir oluşum için çok özel koşullar ve materyaller gerekmektedir ama bunlar henüz yoktur. Hayfa’daki Technion İsrail teknoloji enstitüsünden fizikçi Amos Ori şimdilerde zaman makinesinin dizaynı için daha pratik ve daha potansiyel çalışmaları sürdürmekte. Bunlar her ne kadar önceki çalışmalara benzemiyor ise de evrende varolan doğal vakum ve madde enerjisine yönelik çalışmaları içeriyorlar. Zaman yolculuğu kavramı temelde basit olarak “şimdi burada” mantığıyla başlıyor, yani bizim geleceğe sürüklenmemiz ya da gitmemiz için tek yönlü bir çıkış noktasını kullanmamız gerekiyor. Bunun anlamı zaman yolculuğunun yapılabilmesi için önce yola çıkış noktasının çok iyi belirlenmesi gerekiyor aksi halde yola çıktığınız yere dönemeyebilirsiniz. Çünkü Einstein’ın “Görecelik Kuramı” na göre geleceğe giderken zaman sizinle beraber iki kat hızlanıyor. Yani yolculuk esnasında zaman katlandığı için sonsuz bir hıza ulaşılıyor. Çünkü akıl almaz hıza ulaşan hareket, zaman yolcusunun içinde yaşadığı saati şiddetle etkiliyor ve bir anlamda da geçersiz kılıyor. Zaman yolcusu dünyaya geri dönebilirse çok uzun yılların geçmiş olduğunu görüyor hatta artık döneceği bir evinin olmadığını anlıyor. Yani uzun lafın kısası zaman yolculuğu daha da doğrusu zaman makinesinin yapılabilmesi yeterli değil. Bu makineyi yapsak dahi uzay-zaman ve mekan üçgeni içerisinde kaybolmamız kesin gibi, öyleyse önce evrensel gizemi çözmek gerekiyor.

Geçmişe veya geleceğe dönebilir miyiz?

Zaman Yolculuğu mümkün mü?

Kurt Gödel & Albert Einstein (1931)

Bilim ilerliyor ve araştırıyor, bugün kuramsal olarak zaman yolculuğu mümkün ama pratikte uygulanması mümkün değil. Geçmişe giden zaman yolcusu kendi varlığını ve yola çıktığı geleceği ortadan kaldırabilir. Gelecekte ise, eğer öldüyse zaten varolmayacaktır.

Bilim kurgu tutkunlarının değişmez rüyası olan zaman yolculuğu, günümüzde önemli araştırmalara neden oluyor. Bilimciler ve düşünürler, H. G. Wells´in öngördüğü bir tür zaman makinesinin yapılabileceğini varsayıyorlar, zaman içinde yolculuk fikri geliştirilirken yeni yaklaşımlar da ortaya çıkıyor, zamanda yolculuğun, uzayda yolculuk anlamına gelmediği aksine "kendi içinde yolculuk" olarak düşünülmesi gerektiği yani zaman içinde ileriye ve geriye yolculuk yapılabileceği iddia ediliyor. Bütün bu varsayımlara karşı çıkanlar da var; beş dakikalık bir süre içinde yüz yıllık bir zaman dilimi aşılsa dahi yine aynı yerde kalınacağı söyleniyor. Einstein´ın Görecelik Kuramı geliştirildikçe, zaman yolcusunun uzaydaki göreceli hareketi de zamanla eşit olacağından, zaman yolculuğunun yeni olasılıklara izin vermeyeceği belirtiliyor.

Gödel´in Evreni

1949 yılında Kurt Gödel, Einstein´ın alan denklemlerini kullanarak, bir evren modeli tasarladı. Tasarım Einstein´ınkine benziyordu ama Gödel´in yaklaşımında kozmolojik sabitlere negatif bir değer veriliyor (Einstein formüllerine göre evrenin genişlemesi durmuştu) ve kozmik bir zamanın tanımlanması imkansızlaşıyordu. Çünkü yerel zaman gözlemcileri ile maddenin hareketi bir dünya zamanı içinde uyumsuzlaşıyordu. Modelin en inanılmaz yönü, varoluş kapanıyor, zamansal düğümler bir roketin gökte çizdiği yay gibi ancak yeterli eğimi çizdikten sonra, gözlemci geçmiş veya gelecekteki bir konuma gidip gelebilme imkanını bulabiliyordu. Her ne olursa olsun, dünyadaki herhangi bir konumda deneysel olarak varsayılan dönülebilir geçici bir dönem varoluyor ve eğer P ve O gibi iki hayali noktayı varsayarsak, P, O´dan önce geliyor ama daha sonra zaman çizgisi P ile O´yu birleştiriyor ve bu kez O, P´den önce geliyordu. İşte bu dönülebilir zaman çizgisi Wells´in rüyası olan zaman çizgisiyle iş değerdedir. Gödel´in evreni aslında yeterince tanımlanmış değildi ve sonuç olarak da zaman yolculuğunun imkansız olduğu sonucuna varıyordu. Kısacası, Gödel´in evreni imajinatifti, fiziksel olasılıklara dayanmıyordu.

Zaman yolcusu ne yapacağını çok iyi bilmelidir

G. J. Whitrow´a göre ise, kozmik rota yani dizinsel zaman akımı kuramı yerine kozmik zaman olayı düşünülmelidir. Radyasyonun temelinde bulunan mikro-dalgalar kalıcıdırlar ve çoğulun tıpatıp örneğine sahiptirler yani bütünün aynısıdırlar. Whitrow şöyle diyor; "Sonuç olarak, biz evrenin baştanberi homojen bir varoluş olduğu düşüncesindeyiz. Bu da kozmik zamanın varolduğunun güçlü bir kanıtıdır." Bu yaklaşım Gödel´in modeli ile uyumsuzdur. zaman yolculuğuna izin verir ama yolculuğun fiziksel olarak yapılabileceği imkansız görünür. Herşeye rağmen zaman yolculuğunun imkansız olduğu düşüncesinin duygusal bir yaklaşım olduğu düşünülmektedir çünkü düşüncenin temelinde doğaya karşı gelmek vardır. Gödel rahatsızdı zira birisinin geçmişe yolculuk yaparak, kendi gençliği ile karşılacağına inanıyor ve; "Düşünün ki, bu insanın anılarında bu durumu yaşadığı bulunmuyor." diyordu. Bu bakış açısı, kaderciliğin neden-sonuç ilişkisi inancına aykırıdır, bir anlamda yeni bir kaderin oluşacağı var sayılabilir yani kişinin yapacağı olacak olandır. Bu nedenle, Gödel´in endişelendiği gibi kişinin ne olduğunu hatırlamaması önemli değildir ama bu noktada dikkat edilmelidir ki, zaman yolculuğu varsayımına engel olan şey, kişinin kendisidir çünkü kendi kendisinden korkacaktır. Öyleyse zaman yolculuğunda geçerli kural ne yapacağınızı bilmenizdir.

Bir sinema izleyicisi gibi olabilecek miyiz?

Eğer Abraham Lincoln öldürüldüğünde siz zaman içinde geriye dönüp, dondurma yiyorsanız, gelecek Lincoln öldürüldüğünde siz dondurma yediniz şeklinde oluşacaktır. Burada Lincoln´un ölümü ile sizin dondurma yemeniz arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Çünkü dondurma yemeniz veya yememeniz Lincoln´un ölümünü etkilemez. Sonuç olarak bilimle felsefenin karşıtlığı, felsefe ile dinin karşıtlığını benzer ve ikilimler arasında destekleyici etkenler vardır. Bu yüzden dinsel kadercilik tartışması sonuçta zaman yolculuğunun takyonlar yapılıp, yapılmayacağı sonucunu oluşturur. Geçmişteki olaylar, mantıklı olmayabilirler, öngörülmemiş bir olay yaklaşımı ile de değerlendirilemezler çünkü yapılmamış eylem ancak olasılıktır. Veya geçmişteki olayları değiştiremeyiz yaklaşımına girmemiz gerekir. Zaman yolculuğunu yapabilirsiniz ama müdahale etmeniz yasaklanabilir. Sessiz kalmanız gerekecektir. Zaman yolculuğu hakkında endişelerin azalması için belki de gerekli olan şey, ilahi bir bilgi ya da mantı ötesi bir bilgi kaynağının konuyla ilişkisi olduğunu varsaymaktır. bu da bizi Tanrı inancına götürür veya Tanrı´nın neyi bildiği düşüncesine...

Geri döndüğünüzde kendinizi bulamayacaksınız ama giden kimdi?

Zaman yolculuğunun önemli olup olmadığı çok dikkat edilmesi veya tartışılması gereken bir olaydır. Eğer bu teknolojiye ulaşılmış olunsa dahi. o noktada durmak gerekebilir. Geçmişi öğrenmek, çok ama çok pahalıya malolabilir zira içinde bulunduğunuz anı kaybetmeniz olasılığı çok yüksektir. Örneğin inandığınız bir inancın çok farklı bir şey olduğunu hatta olmadığını öğrenmek çok büyük yıkımlara neden olabilir. Tarihi olayların zaman içersinde ne derece değişmiş olduklarını ya da değiştirildiğini görmek sanıldığından çok daha büyük bir felakete götürebilir. Ama karşıt anlamda bu eşiğin aşılması kaçınılmaz da olabilir, er veya geç bu noktaya gelinecektir. Böyle bir durumu, bir bilgisayarı sıfırlamaya benzetebilirsiniz. Herşey yeniden başlayacaktır, hatta artık geçmiş yoktur yani geçmişinizi yitirmiş olacaksınız. Yepyeni ve hatta hiç hoşlanmayacağınız bir geçmişiniz olacaktır. Bireysel olarak ortaya çıkabilecek riskler de aynı düzeydedir. Geçmişe ve çok daha tehlikelisi ama daha doğru anlamda imkansıza yani geleceğe gidip gelmek makul mantık eşiğini aşmaktadır. Ölmüş olduğunuz bir geleceğe gitmek, Wells´in Zaman Makinesi´nde varolmayan bir kavramdır ama öyle bir gelecekte olmamanız, sizin geleceğe giden varlığınızın da olmayacağı anlamındadır.

Galiba geçmiş, gelecek ve şu an birer hayalden öte değil...

Bütün bunlar bizleri ağır ve zorlu tartışmalara götürür. Üstelik bu tartışmalarla bir yere varılmayacaktır. Zira denenmesi gereken şey deneyin ta kendisi yani zaman yolculuğunu yapabilmektir. Bir başka yaklaşıma göre ise gelecek zaten yoktur çünkü oluşmamıştır öyleyse zamanın gerçekleşmiş ve gerçekleşmemiş iki ayrı yönü vardır. Geleceğin varsayımlarla dolu olması, şu anda yapacaklarımızın sonuçlarını içerir ama bu varsayımların sınırsız olmadığı da unutulmamalıdır. Her bireyin gelecekte sınırlı varsayımları vardır, bunlardan birisi gerçekleşecektir veya hiçbirisi gerçekleşmeyecektir çünkü birey ölmüş olacaktır. O zaman da bireyin geleceği bildiğimiz anlamda yoktur ya da çok küçücük bir yaklaşımla ölü bireyin geleceği ölümün görülmesi yani tanımlanmasıdır. Geçmişle ilgili paradokslar şaşırtıcı olabilirler ama geleceğin paradoksları çok daha şaşırıtıcı olabilir. Geçmişeki olaylara müdahale etmeye kalkışmak ise, varlığınızı ortadan kaldırabilir. Atom bombasının Hiroşima´ya atılmasını engellemek inanılmaz bir alternatif zaman devamlılığını ortaya çıkarabilir, böyle bir gelecekte II. Dünya Savaşı dana sürecek, belki ölenler ölmeyecek, ölmeyecek olanlar ise ölecektir. Bugünün dünyası oluşmayacak, zaman makinesi yapılmayacak ve böyle bir geçmiş-gelecek olasılığında geçmişe gidilemeyecektir oysa ilk yapılan eylem geçmişe gidip atom bombasını engellemekti demek ki buna kalkışıldığında tekrar çıkış noktasına hiçbirşey olmamış gibi dönülecektir. Sonuçta, zaman yolculuğu fikren mümkündür ama pratikte mümkün değildir çünkü geçmişe dönen zaman yolcusu bulunduğu yere tekrar dönemeyecektir. Bu da herşeyin göreceli olduğu bir evrende yaşıyoruz anlamındadır.

Alıntı:  

 1-''Zamanda yolculuk olasılığı'' ve ''Işınla beni Scotty'' : www.cnnturk.com.tr' sayfasından alınmıştır

2- Geçmişe veya geleceğe dönebilir miyiz? --Zaman Yolculuğu Yapılabilir mi? ( Michio Kaku) -- Fenomen Dergisinden alıntı yapılmıştır.

3- ''Zaman içinde zaman'' Filim tanıtımı H.G.Wells -Beyazperde.com - adresinden alınmıştır.

4- ''Zaman Genel Görecelik Kuramı'' -Bilim Araştırma Vakfı- yazılarından alınmıştır.

5- Kaynaklar: THULU örgütü: a-) L. Pauwels - J. Bergier: Büyücülerin Sabahı b-) Turgut Gürsan: Hitler Almanyası’nın Gizli Tarihi

c-) Ergün candan : Gizli Sırlar Öğretisi, Net siteleri

6- Zaman Makinesi Gerçek mi? Alıntı: -Bilinmeyen.Com- yazar: M. Ata Nirun

7-Geçmişe veya geleceğe dönebilir miyiz? Zaman Yolculuğu mümkün mü? Alıntı: -Bilinmeyen.Com-

 8- Arzdan Arşa sonsuzluk kulesi kitabının yazarı Hans von Aiberg'in yazıları /Hitler Naziler ve

sekülerizm-Uzak doğu bağlantıları.

                 

Sayfalar: 1. 2.  3. 4.  5. 6. 7. 8.  9. 10. 11.  12. 13. 14. 15. 16. <<İNDEX  ANASAYFA