Einstein'ın Evreninde Zamanda Yolculuk (1)

İsmet Berkan :

Richard Gott, Amerika'daki ünlü Princeton Üniversitesi'nin saygın fizik profesörlerinden biri. Oldukça uzun bir zamandan beri, zamanda yolculuk üzerine çalışıyor. Daha doğrusu, profesör Gott'a göre zamanda ileri doğru yolculuk zaten yapılıyor, o zamanda geriye doğru gitmenin mümkün olup olmadığını araştırıyor. Tabii belli sınırlar içinde yapıyor bu araştırmasını. Başlıca sınır ise Einstein'ın genel ve özel görelilik kuramlarıyla oluşturduğu evren modeli. Bu evrende zamanda yolculuğu araştırıyor profesör Gott.


Richard Gott'un 'Time Travel in Einstein's Universe-Einstein'ın Evreninde Zamanda Yolculuk' adlı kitabı olmasaydı benim bilimkurgunun büyük ustası Robert Heinlein'ın 1959'da yazdığı 'All You Zombies-Siz Zombiler' adlı öyküsünden haberim olmayacaktı.

Öykünün özetini aktarmaya çalışayım: Bir adam bara gelir ve barmenle sohbet etmeye başlar ve kendisini 'Evlenmemiş anne' olarak tanımlar. Barmen meraklanınca anlatır...


Kendisi bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve doğumdan hemen sonra bir yetimhanenin önüne bırakılmıştır. O yüzden genç bir kızken kendi kendine söz vermiştir, 'Bir gün bir çocuğum olursa asla onu terk etmeyeceğim' diye. Ama bir gün karşısına bir adam çıkmış ve onu kandırmıştır, adamla beraber olmuş ve hamile kalmıştır ve bu arada adam da ortadan kaybolmuştur. Doğum çok ama çok zorlu geçmiş, sonunda bir kızı olmuştur. Doğumu gerçekleştiren doktorlar, başta rahmi ve yumurtalıkları olmak üzere bütün üreme organlarını aşırı tahribattan ötürü almak zorunda kalmış ve bu arada onun vücudunun içinde erkek organları da taşıdığını görmüş ve onu bir erkeğe çevirmişlerdir.


O hastanede iyileşmeyi beklerken bebeği hastaneden çalınmıştır... O gün bugün sokaklarda sarhoş biçimde dolaşmaktadır... Öykü barmeni çok etkiler. Zaten barmen öyle sıradan bir barmen değildir, bir nevi zamanda yolculuk ajanıdır. Bizim adama, 'Gel seninle geçmişe gidelim ve sen seni kandırıp sonra terk eden o adamı bul' der. Adam kabul eder ve birlikte zaman makinesine biner, hamile kaldığı zamandan biraz öncesine giderler. Barmen adamı orada bırakıp 9 aydan biraz fazla ileriye gider ve hastanede doğmuş olan kız çocuğunu çalar, sonra o bebeği 18 yıl önceye götürüp bir yetimhanenin önüne bırakır. Sonra 18 yıl ileri gider ve adama geri döner.


Adam o sırada bir genç kızla birlikte olmuştur. Adamı alır ve bugüne geri getirir. Aslında adam, kendi kendisinin hem annesi, hem babasıdır. Ve biraz sonra anlarız, barmen de adamın biraz daha yaşlanmış halidir sadece. Öykünün sonunda barmen, vücudundaki sezaryen izine bakar ve 'Ben nereden geldiğimi biliyorum ama peki ya siz Zombiler, siz nerden geliyorsunuz' der, öykü biter.

Evet, görüyorsunuz, zamanda yolculuk fikri bile insan fantezi dünyasını canlandıran ve bir sürü imkânlar yaratan bir fikir. Peki mümkün mü zamanda yolculuk? Haftaya devam edelim...


Einstein'ın Evreninde Zamanda Yolculuk (2) ...

Geçen hafta ABD'deki ünlü Princeton Üniversitesi'nin saygın fizik profesörlerinden Richard Gott'un kitabını anlatmaya başlamıştım, devam edelim... Einstein'ın genel ve özel görelilik kuramlarıyla oluşturduğu evrende zamanda yolculuk ihtimalini inceleyen Gott'a göre, zamanda yolculuk zaten yapılıyor. Gott'a göre, ışık hızına göre çok yavaş kalsa da biz dünyalılar için çok yüksek süratlere çıkan astronotlar ve uzayda çok zaman geçirenler, zamanda yolculuk yaptılar, bizlerden çok kısa bir süre bile olsa ileride, bize göre daha az YAŞLILAR. Onlar geleceğe yolculuk yapanlar.


Bu fark nereden kaynaklanıyor peki? Bu sorunun cevabı için Einstein'ın teorilerine girmek gerek. Bu konuya meraklılar için Türkçede çok sayıda iyi kitap bulunuyor, ben fazla detaya girmeyeceğim o yüzden. Einstein'ın teorisindeki temel kavramlardan biri ışık hızıdır. Işık hızı, ışığın gözlemciye yaklaşmasına veya ondan uzaklaşmasına göre değişmez. Bu hız sabittir. (Saniyede hemen hemen 300 bin kilometre.) Bir de geçmişe yolculuk var... Yıldızlı bir gecede kafanızı kaldırın ve yıldızlara bakın... Gördüğünüz parıltıların kimi 5, kimi 50, kimi 150 yıl öncesine ait görüntüler. Yıldızlarla aramızdaki mesafe öyle büyük ki, onların ışığının bize ulaşması milyonlarca yıl sürebiliyor ve doğal olarak baktığımızda gördüğümüz de milyonlarca yıl öncesi olabiliyor.


Güneş'e bakın, Güneş'in ışığı bize hemen hemen sekiz dakikada ulaşıyor. Yani, biz güneşin sekiz dakika önceki halini görüyoruz, şu anki halini değil! Aynaya bakın, kendinizin saniyenin belki milyar kere milyarda biri kadar önceki halini görüyor olacaksınız. Yani, aynaya baktığınızda da geçmişe yolculuk yapmış oluyorsunuz. Buraya kadar saydıklarım (geleceğe giden astronotlar hariç), 'Doppler etkisi' denen şeyden kaynaklanan zamanda yolculuk örnekleriydi. Ama tek örnek bu değil... Bundan sonra, elimizde o teknoloji olmadığı için ancak düşünce deneyleri yoluyla bazı örnekler geliştirebiliriz... Ayşe ve Fatma isimli ikiz kardeşleri düşünün... Bunlardan Ayşe olanı, ışık hızının yüzde 80'ine kadar hızlanabilen bir uzay gemisiyle yola çıkıyor olsun. Fatma ise Dünya'da kalsın. Fakat teknoloji öyle gelişmiş ki, bu seyahat boyunca Ayşe, Fatma'nın, Fatma da Ayşe'nin kolundaki saati görebiliyor olsun.


Dünya'da kalan Fatma, uzayda ışık hızının yüzde 80'iyle gitmekte olan Ayşe'nin saatinin tik taklarının kendi saatine göre çok ama çok yavaşladığını görecek. Tabii Ayşe de tam tersini, yani Fatma'nın saatinin çok hızlandığını. Yani, yeryüzünde kalan Fatma, uzayda hız yapmakta olan Ayşe'den çok daha hızlı bir biçimde yaşlanacak. Ayşe yeterince bir süre sonra Dünya'ya geri döndüğünde, aslında geleceğe yolculuk yapmış olacak, yani ikiz kardeşinin kendisinden çok daha yaşlı olduğunu görecek.
İçinizden, 'Benim hayalimdeki ve filmlerde gördüğüm zamanda yolculuk bu değil' dediğinizi duyar gibiyim. Biliyorum, ben de aslında H. G. Wells'inki gibi bir zaman makinesine oturmak ve bir anda geçmişe ya da geleceğe sıçramak istiyorum aslında. Ama filmlerdeki hayatla gerçek hayat her zaman birbirinin aynısı olmuyor. Haftaya devam edelim.

Einstein'ın Evreninde Zamanda Yolculuk (3)
İsmet Berkan

Amerika'daki ünlü Princeton Üniversitesi'nin saygın fizik profesörlerinden Richard Gott'un kitabı hakkında yazmaya ve kitaptan bazı görüşleri aktarmaya devam ediyorum. Einstein'ın özel ve genel görelilik teorileriyle kurduğu evrenimizde bir temel kısıtımız var: Işık hızı. Einstein'a göre ışık hızı bir sınır. O sınırı bir taraftan ötekine geçemezsiniz. Yani, hızlanıp önce ışık hızına yükselmeniz teorik olarak mümkün olsa bile sonrasında o hızı geçmeniz mümkün değildir. Işık hızından daha hızlı hareket edemezsiniz. Einstein bunu açıkça söylemez ama daha sonra onun yazdıkları hakkında yorum yapanlar, Einstein'ın bazı nesnelerin ışıktan hızlı hareket etmesini yasaklamadığını söylediler. Yani, bu yoruma göre, zaten ışıktan hızlı hareket eden bir nesne varsa, o da bu kez ışık hızından daha yavaş hızlara yavaşlayamaz, yani ışık hızı bariyerini o da yukarıdan aşağıya doğru geçemez.

Peki bir nesne, diyelim ben, ışık hızına yakın bir hızda yol almaya başlarsam ne olurum?
Bir kere, ışık hızına yaklaşmak demek, her şeyin ama her şeyin yavaşlaması demektir. Beni oluşturan atomların çekirdekleri etrafında dönen elektronlar dahil her şey yavaşlar ışık hızına yaklaşıldıkça.
Zaten bu yavaşlama hali zamanda geleceğe doğru yolculuğu mümkün kılar. Siz yüksek hızlarda yavaşlarsınız ama dünyadakiler eskisi gibi yaşamaya devam ederler. O çok hızlı seyahatinizden döndüğünüzde, ikiz kardeşinizi sizden 3-5 yaş daha büyük bulursunuz. Yani sizin için geleceğe ulaşırsınız! Yalnız bir dizi sorun var... Mesela, tam ışık hızına eriştiğinizde ne oluyor? Atomlarınız, onların içindeki parçacıklar duruyor mu? Ne demek 'durmak'? Daha da ileri gidelim, ışık hızı aşılacak olursa ne oluyor? Evet Einstein bunu yasaklıyor ama insan merak etmeden duramıyor. Acaba ışık hızı aşıldığında zamanın oku terse mi dönüyor?

Richard Gott'un kitabı, neredeyse her sayfasında zamanda yolculuk olasılığı üzerinde duruyor ama her sayfasında bir kez daha anlıyoruz ki biz ölümlüler için zamanda yolculuk pek mümkün değil.
Ama zamanda yolculuk üzerinde çalışmak, Profesör Gott'a kendi kendini yaratan evrenlerle ilgili teorisinde çok yardımcı oldu. Bu teoriyi size uzun uzun anlatacak değilim ama en azından bir iyi haber verebilirim. Ben bu yazıyı yazmak içim oturduğumda bir elektronik posta mesajı aldım.
Mesajı Arkadaş Yayınevi gönderiyordu ve Richard Gott'un benim burada üç haftadır sözünü ettiğim kitabı Türkçeye çevrilmiş ve yayımlanmıştı. Malum, bu yıl Einstein Yılı ve yayınevi bu kitabı Einstein Yılı etkinliklerinden biri olarak yayımlamış. Meraklısına duyurulur.

Bir zaman makinesi yapmak...

Geçmiş ve gelecek tam olarak nerededir? Geçmişin yok olduğu ve tekrar geri getirilemeyeceği çok açıktır, gelecek bulanık ve henüz yaşanmamıştır ve şimdi ise "asıl gerçeklikte akıp giden bir an"dan ibarettir. İnsanın varolmayan bir dünyaya gitmesi nasıl mümkün olabilir? Bunu bir an için bir kenara bırakırsak, geçmişe yolculuk yapıp, değişikliklere sebep olmanın beraberinde getirdiği kaçınılmaz paradokslar hakkında ne diyebiliriz? Bunun şimdiye nasıl bir etkisi olur? Ye eğer zaman yolculuğu mümkünse, o zaman gelecekten geri gelip. 21. yüzyıl dünyasını incelemek isteyen zaman turistleri ile neden hiç karşılaşmıyoruz?

Zamanın Gizli Sahipleri:

Yazar : Jacgues Bergier
Yayınevi : Ruh ve Madde Yayınları



"Biz, 'zaman yeteneği'nden geçmiş içinde yolculuk etmek, geçmişle iletişimde bulunmak ve sonra geçmişten geri gelmek gücünü anlıyoruz.

Zamanda yolculuk uzayda sonsuz yer değiştirmeleri içerir. Zamanda yolculuk için korkunç enerji nicelikleri gerekir."

Kuantum köpüğü ve wormhole'ler...

( KUANTUM KÖPÜĞÜ... Örümcek ağı evrenin süper sicimleridir (ve zayıftır) ve köpük de bu sicimlerin içindeki kuanta malzemesidir (köpük de zayıftır). Kuantum köpüğü bahsini iyice bilmeden bu konuya  giremeyiz. Yani öncelikle kuantum köpüğü diye bir şeyi (Misal Alemi, Süper Uzay Dokusu) iyice işlememiz gerekecek. Ondan sonra da yeniden Esir’den indirildi (Planck Sabiti aralığından bize fırladı). Devamında "Evren bir plazma idi" deniyor. Vadiler, “indi-çıktı” dalgalanmaları anlatıyor... Ve Kuantum Köpüğü oluşuyor. İşte bu noktada mutlaka KUANTUM KÖPÜĞÜ denen olguyu bilmemiz gerekiyor ki devam edeyim.

Göreceksiniz ki, köpük denen şey GEON denen bir tek YAPITAŞIDIR. O ise "TÜMDEN VE GERÇEKTEN YARATIM" denen blok evren yapısıdır. TÜMDEN YARATIM! Yani bir geondan istediğiniz herşeyi yapabilirsiniz (Geonlar Misal Alemi/Süper Uzay’ın KÖPÜKLÜ yapıtaşlarıdır)... Kuantum Köpüğü=Atomaltı düzlem olguları... Kuantum Köpüğü’nün evrenin doğumundan kalan, ancak üzerinde hala araştırma yapılan ve bir türlü varlığı kanıtlanamayan bir olgu. Kuantum Köpüğü yani Worm Hole (Solucan Tünelleri) SÜPER UZAY'dadır. Tüneller bir girişi KARADELİK, çıkışı ise akdeliktir. Karadelik girişinibir KARANOKTA verebiliyor ama çıkışı ise bir AKNOKTA verebiliyor, yani yapay AKNOKTACIK teknolojisi anlatılmış ...  bir KİRİŞ (Sedd) oluşturacak bir yapay karanokta...

Köpük yani belirsiz GEONLAR, ya da  aynı anda gerçekleşen zamansız geonlar HİÇBİR ŞEY yapmazlar ama onlardan birinden bir TOHUM gibi bir evren şişer. Yani köpük  kuantum köpüğü ile dokunur ama ondan koca ve devasa bir EVREN “Bang!” diye açılır ve biz de içine gireriz. Yani evren içinde varoluruz.

Kuantum köpüğü dikkat ediniz: EVRENİN DOĞUMUNDAN KALAN diye tanımlanıyor verilerde. Gerisi ise kuşkucu ve maksatlı bilim adamcıklarının sözlerinden ibaret: Kanıtlanmayan! Nasıl kanıtlayacaksınız ki? Gideceksiniz Süper Uzay'a bir GEON içeren köpük alacaksınız. Süper Uzay’dan o zaman bir büyük patlamayla bir evren açılacak fakat kıvrılı boyutta kalacaktır. Onu şişireceksiniz. Aniden evren genişleyip Planck Sabiti’nin üstüne çıkacak! Sonra inanılmaz sonsuz derecede sıcaklar içinden bir evren yaratılacak! İyi de bunu hangi laboratuarda yapacağız? Nasıl kanıtlayacağız? Bana öyle bir laboratuar bulun ki size evrenler oluşturayım.

Süper Uzay  gündeme gelecek. Çünkü evrenin başka bir yaratım tarzı daha yok. Tek bir kuanttan (Geon) yaratmış koca evreni... Ve sadece basit eksi ve artı birer takımdan oluşturmuş.  eksi elektronu ve artı protonu yaratıp vermiş. Biz onun üzerinde oynayabiliyoruz. Yani biz yaratılan malzemeyi bilim yoluyla değerlendiriyoruz. Asıl hüner +p ve -e yi YOKTAN YARATMAMIZDA! Bunu da yaratıcıdan başka hiçbir kuvvet yapamaz! Köpük konusuna ileride yeniden döneriz. Çünkü Kuantum Köpüğü’nü bilmek FARZ derecesinde bir ödev bize... Bunun ardından bazı maddelerden YAPAY BİR AKNOKTACIK yapabilme TEKNOLOJİSİ gelecektir. Yapay karanoktacık ...yapay bir aknoktacık da Riemann Uzayı’nı Lobatchevski Uzayı’na çevirmektedir.  

Birgün bizler FUSION reaktörü yapacağız (şimdikiler Fission reaktörü). O zaman bu tekniğin daha da ilerletilmesiyle  bir kaç bin ton demirden bir karanokta yapabilecek kadar ileri bir düzeye geleceğiz. )

E=hv ışık ile ilgili planck formülü, sıradan fotonu anlatır. Dev bir posterden bir parça keserseniz, o bütününü göstermez. e=2hv ise Cohorent bir formüldür. Laser ışınını anlatır. Laser ışınından ise bildiğiniz üzere HOLOGRAM denen çok boyutlu dijital görüntü üretilir. Küçücük bir parçasını alsanız bile, o size TÜMÜNÜ bir hologram olarak gösterecektir.Evrendeki bir quant içinde, evrenin tüm HOLOGRAMI saklıdır, bütünü izlenebilir. HOLO=HALAU=HAYAL ve HÜLYA kökenlidir. (Ortak dile göre) Bunun ötesinde gerçek olan ise (Mirac'da olduğu gibi)RÜYA kökenli RÜYET'tir.Evren bir hayaldir (Tam tasavvufça oldu) Gerçek olan ise RÜYET'tir. Ancak kim hangi taraftaysa orası gerçek karşı taraf ise "Hayal ve Rüyet"tir.

Bir de soruya E=2hv olarak bakınız. Bu evrenin bir hologram (Virtüel bir serap) olduğu anlamına gelir. Evren bir HOLOGRAMDIR. Bunu bize e=hv göstermezken E=2hv gösterir. Ama iki E birbirine eşit değildir. Biri 2E olabir (Negatif enerjileri, ışıktan hızlı giden takyonik enerjileri de düşünürseniz) E=E diye eşitlememeliyiz. Her ikisini de dışarlayarak, hv=mc2 olunca, bundan yalnız bırakma yoluyla h(Planck sabiti) v(dalga  boyu) m (özkütlesi sıfır madde) c=Işık hızı ve üssü de kilometre kare/saniye kare olursa yalnız bırakma yöntemiyle bu dört elemanın denklemlerini oluştururuz. Bunun içinde ayrıntılar da cabası. Örneğin dalgaboyu denklemleri, açısal momentumlar vb.

Bilen bilir bu kadar ayrıntıları bırakalım. Şimdi ana konu şu:

V+1 (Kök içinde bir) x uzunluk boyutu ise Minkowski formülü gereği zaman V-1 yani Xj denen sanal bir boyut oluyor. (Boyut enerjisi)  km2/s2 olduğunda bir de y ve Yj boyutları eklenmiş oluyor. (Kozirev'in zaman enerjisi) km3/sn3 dediğimizde ise z ve Zj eklenmiş oluyor. Kilometreküp/saniye küp...

Kilometreküpü anlıyoruz. En, boy, yükseklik, mikab denen şey Saniye küpten ne anlıyoruz. Üç boyutlu zaman.Bu soruyu ta 26 yaşında yrd.doç. iken kendime sormuştum.Planck'a göre hem kuant hem zaman noktasaldır. Kozirev'e göre zaman noktasal değil World Line=Evren hattı bir uzunluktur. O halde, ZAMANIN bir boyut enerjisi vardır.O çağda henüz quantların süper sicim özelliği bulunmamıştı. Zorunlu olarak ben km2/sn2 üzerinde durdum: s=Evren hattı bir zaman boyutu ise s2 (Saniye kare) de evren zarı=World Membran olmalıydı.

Zaman enerjisinin karesi? Bu ne demekti. Evren yüzeyinde bir zaman enerjisi vardı.Madem evren üç boyutlu bir mekandan yapılmışsa, zaman niçin üç boyutlu bir küre, ZAMAN KÜRE=Chronospher yani Riemann tarzında bir zaman küresi olmasındı? O zaman km3/s3 üzerinde durdum, fakat gördüm ki denklemler böyle göstermiyordu.Bir örnek E=mc2'yi birer yükseltelim. E2(E)=m2.c4 oluyordu. Sorun şu: km3/s3 halen bildiğimiz değerleri vermiyordu. km4 anlamsızdı. (E, boy, yükseklik tamam da öteki ne?) Çaresiz bekliyordum. Zamana eşdeğer olan bir soyut enerjiyi, yani magnetizmayı, dr.Kaluza, beşinci işlemin etkisi olarak kanıtladı.Bunun ardından İsveçli Alfven'in önerdiği 6'boyutu Danimarkalı Klein kanıtladı. Sonunda on boyutlu bir evrene ulaşıldı. STRİNG=Sicim teoremine göre, kuantlar da evren zarı=World Membran özelliğindeydi. O halde quantların da bir üst sistemi olmalıydı, tıpkı s3 gibi....Benim rolüm şurada ortaya çıktı: 1.on boyutun evreni açıklayamayacağını, bir üst boyut yani s3 yerine geçen 11 boyutlu olması gerektiği... İlla ki 12'den küçük tek sayı olması gerekiyordu. Scherk böylece ünlü buluşunu yaptı:

Quantlar world membran denen evren zarının BİR TÜNEL biçiminde kıvrılıp ÜÇ boyutlu olmasından kurulu SÜPER STRİNG=Süper iplik dizgesidir. Bunlar evrenin zarı değildi (Rahman 33 ve Enbiya-104'deki aktarıssemavat=Göklerin çapları, uzayın bir kağıt külah gibi kıvrılması) bunlar TÜNEL SÜRECİYDİ. Hemen quantum teoreminde "Tünel Süreci" başladı. Örneğin, radyoaktif bir maddenin her iki atomundan birine bir tünel uzanıyor, onu yutuyor ve böylece o madde, YARI ÖMÜR yaşıyordu.

Şimdi beynimde legolar yerine oturmaya başlamıştı Öncelikle, quantum teoreminde TÜNEL süreci ile WORM HOLE=Solucan  deliği, aslında aynıydı ama nasıl? Magnetik alan şiddetlendikçe, beşinci boyutun kapısında beklediği için, bir tünel uzatıyor ve o şeyi cazibesi altına alıyordu. Karadeliklerdeki çekim aşır haller,  bir tünel üretiyorlardı ve tutsak ettiklerini (Enerji, ışık, zaman, madde vb.) hortumluyorlardı.Şimdi bir çift sorun kalmıştı. Karadelik tünelleri devasa yani makro kozmos ile ilgiliydi ve mikrokozmosdaki quantum tünel sürecini kapsamıyorlardı. İkinci sorun ise şuydu: Relativite makrokozmos da geçerliydi, mikrokozmosu zerrece kapsamıyordu.Bir darbe oldu: Stepheh W. Hawking isminde bir dahi, ortağı Penrose ile, "Kaçınılmaz tekillikleri" isbatladıktan sonra buluşlarını ilerletti ve karadelik buharlaşmasını kanıtlaması ardından, o muhteşem buluşu yaptı:

Evrenin en başındaki şiddet etkinlikleri öylesine büyüktü ki, tekillik=BigBang açılmasında zorunlu olarak bir hidrojen atomunun binde biri çapında MİNİ KARA NOKTACIKLAR oluşmak zorunda kalmıştı. İşte bu, mini karanoktalar ile bizim yıldız artığı karadelikleri bir kalemde birleşmişti. İşte bu, büyük ölçeklerde geçerli olan genel relativiteyi, küçük ölçeklerde de geçerli kılmıştı. İşte bu mini karanoktalar tüneli=kuantum tünelinin aynı şey olduğunu kanıtlamıştı.

Bunlar resmi bilim atağıydı. Oysa ben resmi bilimin hem içinde hem dışındayım. Çünkü, Resmi bilim "Deneyseldir" Zigzag öğretisinin alternatif bilimi ise ilke olarak şöyle düşünmektedir. "Bilimin yasaklamadığı herşey evrende vardır.."
Gelelim, bizim chronospher=Zaman küresine... O zaman şunu anladım: Bir skaler vektör olmayan arayöney vardı. Buna Mirror Sheet, looking-glass membran= Ayna düzlemi vardı. (CPT simetrileri gereği)

Bizim üç boyutumuz reel idi, x,y,z  (Uzay boyutları) Karşıda imajiner üç boyut vardı Xi, Yi, Zi (Soyut uzay boyutları) Yani bizim taraftaysak, burası reeldir, öteki taraf HAYALDİR. Eğer öteki boyutlar vb.da isek, bu taraf HAYAL orası gerçekti. Ama evrenimiz dört boyutluydu: Üçü mekan biri zaman. Zaman olan ise örneğin Xi adını alıyordu ve aslında diğer boyutlar  örneği bir uzunluğun ta kendisiydi ama o soyut olduğu için biz onu metre değil de saat gibi algılıyorduk. Öteki tarafa bizden eklenen metre de öte tarafın SAATİ oluyordu, ama tersine çalışarak. (Bilim için , zamanın ileri ya da geri akması özdeştir.)

Aslında bu altılı üçü somut, üçü soyut malum bir Parite simetrisiydi. Tüm okurlarımı hesaba katarak, bir deney sunuyorum. Bir kağıdı alanız ve köşegenlerinden katlayınız. İki köşegenin kat yerleri tam ortada birleşecektir. Şimdi tam ortadaki çakışma noktasına bildiğimiz kartezyan koordinatları canlandıran en, boy yükseklik grafiğiyle çizelim. Sonra da bunların uzantısını eksi en, eksi boy, eksi yükseklik (Absis eksen ordinat) olarak uzatalım. Gördüğünüz gibi 6 boyutlu bir şekil çıktı. Şimdi sadece köşegenlerden birini boydan boya çizelim. Bu işte Mirror effect= Ayna etkisi oluyor. Kendisi de bir boyut olduğundan toplam 7 boyutlu bir evreni çizdik. Biz 7 boyut saydık. Pekiyi evren nasıl oluyor da 11 boyutlu oluyor? Şimdi elimizdeki kağıdın En ve Boy'dan oluştuğunu biliyoruz. Başkaca da bir değeri yok. axb=Yüzeyden ibaret.

Şimdi o kağıdı alalım ve külah gibi kıvıralım. Yüzey değişmedi yine axb ama bir şeyi farkettiniz mi? Daha önce kağıdımızda olmayan bir şey=Çap Çünkü kağıt yuvarlandı ve bir tünel haline geldi. axbxçap= 11 boyut olmaktadır. (Bunun açıklaması öyle uzun ve formüllü ki, burada zamanı değil. Ben çok basit yazdım r=çap ama pi, sayısından sinüs eğrilerine tutun da neler var neler) Bunda şaşılacak bir şey yok bilim evrenin çekim etkisiyle eğrilmiş olduğunu söylüyor zaten. Dinsel metinlerden biri olan Kur'an'da da Rahman 33, çaplardan ve Enbiya 104 ise benim verdiğim kağıt KÜLAH misalini aynen anlatıyor.Sonuç olarak, evren çok küçük bir noktadaki tekillik tünelinden 11 boyutlu olarak ÜFÜRÜLDÜ, genişleme h=planck sabitine kadar sürdü. (Bu quantlaşma yani maddeleşme limitidir,) bunun üzerine en, boy, yükseklik ve bir de ZAMAN BOYUTU çıktı.

Bilime biraz dini perspektif karıştırırsak...

Diğer 7 boyut mesani=İçiçe kıvrılı kaldı yani açılamadılar, Planck arkasındaki uzayda kıvrımlardan bir tünel oluşturdular. Bizim kağıdımızın kıvrılması gibi... O tünelin dışı yani h sabitesinden itibaren ortaya çıkan şeyler m=maddedir ve maddenin eşdeğeri olan E=Enerji ışıkhızının karesiyle anlatılmaktadır.
Arkada ne oldu? Arkasının adı HİLBERT uzayı, burada quantlaşma olmaz, herşey ışıktan hızlı gittiği için=Takyon enerjisi ve soyut maddeden oluşur. (Ruhumuz eksi yetmiş kilodur, melekler eksi onyüzmilyonbin tondur vb.) ama yine de bir gramdan küçüktürler, teraziye gelemezler, ölçülemezler. Kitaplarımdan verdiğim örnekle "Kalbe düşen korku" ağırlığındadırlar, gölgemiz ya da gökkuşağı ağırlığı(!) gibi...

Bizler bu kağıdın dışında karınca gibi ve karınca kararınca yaşıyoruz. Kağıdın içinde ise bir TÜNEL ÇAPI saklı (Rahman 33'deki Sultan uzunluk) Tünelin boyu ise uzun mu uzun. Öyle ki melekler ve Ruh onun ucuna birgünü=ellibin yıl olan bir günde giderler.

 Evrende yalnız değiliz

WMAP adlı uydunun gönderdiği bilgiler evrende yalnız olmadığımızı öne sürenlerin görüşlerini destekler nitelikte. Artık tek bir evrenden değil, sayısız paralel evrenlerden söz ediliyor

londra-  Yazan: Nevsal Elevli -26 Nisan 2005 / Salı-

Büyük Patlama'dan önce ne oldu? Bu, bir fizikçiye sorabileceğiniz en utanç verici soru olmalı... Fizikçi bir arkadaşın davetinde, kendimi tutamayıp sorduğumda aldığım cevap aşağı yukarı şöyleydi:
"Biz fizikçiler en zor kozmik soruları (örneğin yıldızların enerji kaynaklarının nereden geldiği, evrenin kaç yaşında olduğu gibi) cevaplamaktan çekinmeyiz ama bu masum soruya gelince dilimiz tutulur, daha doğrusu kısa bir süre öncesine kadar böyleydi!"
Çok yakından bilmediğim ama beni hep kendine çeken evrene ilişkin o gün arkadaşımın anlattıklarını sizlerle paylaşayım istedim...
En son teknolojik yeniliklerle donatılarak iki yıl önce uzaya gönderilen WMAP adlı uydunun gönderdiği bilgiler ışığında, evrenin yaratılışıyla ilgili bilim adamlarının görüşleri radikal biçimde değişti. Bu bağlamda astronomi kitaplarında yıllardır verilen klasik bilgilerin çoğunu da çöpe atmak gerekecek gibi görünüyor. Bu kitaplar evreni, sabun köpüğünde görülen bir baloncuğa benzetir. Baloncuk büyümekte ama büyüme hızı azalarak şişmektedir. Yıldızlar ve galaksiler de, zamklı kağıda yapışmış sinekler gibi bu baloncuğun üzerinde yaşar.


WMAP'ın gönderdiği bilgilerin ışığında, bizim baloncuğumuzun yalnız olmadığı, sınırsız sayıdaki başka baloncukların yanında yüzmekte olduğu görüşü ağırlık kazandı. Yani özetle tek bir evren kavramı yerini sayısız paralel evrenler kavramına bıraktı. Eğer bu doğruysa, bizim evrenimizin, belki de 5-10 santim üstünde var olan başka bir evren mevcut.
Bu "çok evrenlilik" kavramı birbirine zıt iki görüşü ahenk içinde bir potada eritiyor. Budizmin "Nirvana"sı ile Hıristiyanlığın "Yaratılış"ı (Genesis).

Yutulan yıldızlar nereye gidiyor?
Zaman kavramı olmayan Nirvana'da da, Hıristiyanlığın Genesis'in de büyük patlamalar her an yaşanmakta... Sabun köpüğünde oluşan baloncuklar gibi mevcut evrenler yavru evrenler doğurmakta... Bu evrenler hafif bir esintide uçuşan sabun köpükleri misali evrenin ötesinde, "siyah delik"ler içinde yüzüyor. Bu delikler o denli büyük ki, koskoca yıldızları yutabiliyor.
Bir teoriye göre siyah deliklere düşen yıldızlar "beyaz delik" denilen bir başka boyuta fırlatılıyor. Siyah deliğin tersine beyaz delik maddeyi "kusuyor" ve eski haline getirebiliyor. Beyaz ve siyah delikleri ''Solucan deliği" denilen bir tünel birleştiriyor. Bu iki boyut arasında bir kapı adeta.
WMAP'tan gelen bilgiler bu teoriyi destekliyor ama kayıtsız şartsız ispatlamıyor... Bu teorinin doğru mu yanlış mı olduğunu ancak altı yıl sonra öğrenebileceğiz. NASA 2011'de LISA'yı uzaya gönderecek. Birbirine bağlı üç hassas uydudan oluşan LISA, uzayda tek bir atomun yüzde 1'i küçüklüğündeki titreşimleri algılayabilecek. Yani LISA'nın başka bir evrenin titreşimlerini hissetmesi mümkün. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi halinde, bizim evrenimizin yani tek evrenli dönemin yerini çok evrenli bir galaksi alacak.
Bir gün güneş sönecek, yıldızların nükleer enerjileri bitecek, okyanuslar donacak ve kaçınılmaz son... Evrenimiz müthiş donun pençesinde fizik kanunlarının imzaladığı ölüm fermanına boyun eğecek.

Akıllı canlılar için tek seçenek
Evrim teorisine göre iklim değişikliğinde canlı varlıklar ya kendilerini bu değişikliğeadapte ederler, ya ölürler ya da kaçarlar. Kaçınılmaz sona yaklaşıldığında akıllı canlılar için, içinde bulundukları evrenlerden kaçmaktan başka bir seçenek söz konusu değil. Yani tek kurtuluşları   Solucan tünelinden geçebilecek; onları güneşi, yıldızı olan başka bir evrene götürecek bir makine icat etmek. (Garip ama bizi en yakın bir başka evrene götürecek böyle bir taşıtı yapabilmek fizik kanunları dahilinde.) Yeterince ileri bir uygarlık, evreni "kaynatacak" bir araç yapabilir. Su kaynatıldığında buhar haline gelir. Boşluğu aklın alamayacağı kadar yüksek ısı derecesine (Buna Planck Derecesi deniyor) eriştirirsek boşluk kaynamaya başlıyor. Meydana gelen kabarcıkların her biri aslında paralel bir evrene açılan birer Solucan deliği tüneli. Evrenimiz söndüğünde akıllı canlı varlıkların kaçışı bu tünellerin içinden geçmekle mümkün olacak.


Bu paralel evrenler neye benziyor acaba? Büyük olasılıkla çoğu dolu. Atomları dengede olmadığı için yaşam mümkün olmayabilir. Diğer bir olasılık, bu paralel evrenlerin tek bir kuantum olayıyla bizim evrenimizden kopmuş olması.
Solucan delikleri boşluktaki uzak noktaları ve de zamanı birleştirebildiğine göre, akıllı canlılar bunları paralel evrenlere veya kendi evrenlerinin geçmiş zamanına geri gitmek için kullanabilirler.
Size ne kadar garip gelirse gelsin, teori fizik ve biyoloji kanunlarına uygun. Aynı zamanda da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış canlı varlıklar için tek çıkış yolu olan paralel bir evrene kaçmak, eskisinde donmaktan iyidir herhalde! Sizce de öyle değil mi?

DONNIE DARKO...
Yazan: Emre BİLGİÇ

Filmde zaman hakkında yapılan vurgu zamanın sürekli devretmesidir. Zaman farklı boyutlarda devreder. Filmi -sonu hariç- aynı boyutta izliyoruz. Bu sırada zaman olarak daha ileri boyutta Donnie'nin annesinin bindiği uçaktan bir parça düşmüştür. Zaman yolculuğunun şartlarını hatırlayalım:

1- Bir metal araç (jet motoru)
2- Süper yüksek hız
3- Bir solucan deliği

Tüm şartlar sağlandığında jet motoru filmin geçtiği asıl boyuta yolculuk yaptı ve Donnie'nin odasına düştü. Donnie ölmedi çünkü Frank onu kurtarmıştı. (Frank hayali bir boyuttan). Frank Donnie'nin uykularına girerek istediği şeyleri yaptırır. Donnie bir süre sonra insanların göğsünden çıkan jelimsi şeyler görmeye başlar. Ölü ninenin kitabında yazıldığı gibi bunlar bir tür ışındır. Bu ışınlar zaman yolculuğunun   ''Solucan deliği" şartını sağlar. Her insana yerleştirilmiştir.

Donnie kıyametten kurtulmak için kız arkadaşını da yanına alarak ölü ninenin evine Frank'i beklemeye gider. Fakat Frank kızı arabayla ezer ve Donnie Frank'i vurur. Donnie sevgilisinin cesedini alarak jet motorunun düştüğü yere gider. Donnie bir şekilde jet motorunun zamana yolculuğuna katılır ve motorun eve düştüğü geceye gider. Nitekim Donnie odasındayken motor düşer ve Donnie ölür. sevgilisini yaşatmak için hayatını feda etmiştir.

Solucan deliği'ne dair bir hikaye...

Arada bir bakarım eve chronicles'a enteresan bişey var mı diye, ama burda yazanları herkesin bilmesinde yarar var. Aslında backstory olarak geçiyor, ama bütün chronicles'ın başı sayılabilir.




Astroid madenciliği ve vakum üretimi ile kârlı hale gelen uzun uzay yolculukları ile, insanların güneş sisteminin bütün gezegenleri ve uydularına yerleşmeleri çok uzun sürmedi. Doğal olarak, bu gelişme Dünya'nın ekonomik büyümesini hızlandırarak insanların derin uzaya ulaşmasına imkan sağladı. Güneş sistemleri arasındaki uzaklık aşılması güç bir engel oluşturuyordu, ama ışık hızı (warp) teknolojisinin keşfi herşeyi değiştirdi. Atlama kapıları (jump gates), negatif enerji ile katlanan çekimi kullanıp stabil solucan delikleri (wormhole) yaratarak, uzayın iki noktası arasında anlık seyahatler yapılmasını sağladı. Bu kapıların fiziksel olarak o noktalara taşınma gerekliliği, getirdiği avantajlar yanında dikkate alınmadı ve insan ırkının diğer güneş sistemlerine yolculuğu başladı.

İkinci büyük keşif ışık hızı teknolojisinin atlama sürücülerinin (jump drives) bulunmasıydı. İlk sürümleri aynı güneş sistemi içerisinde kısa atlamalara izin veriyordu ancak ileri sürümleri, gemilerin sistemler arasında atlama kapılarının yardımı olmaksızın seyahat edebilmesini sağladı. Bu genişleme hareketinin oldukça hızlanmasına sebep oldu, ve kısa süre içerisinde insanlar yüzlerce sisteme yerleşti, onlarcası tam donanımlı koloniler haline geldi. Buna rağmen, gittikçe artan büyüme hamlesi, bürokrasi nedeniyle zorlaşmaya başlamıştı. Neredeyse ulaşılabilen her güneş sistemi, kolonizasyonun başlamasından çok önce satın alınmıştı, yada kiralanmıştı. Yeni bir dünyaya yerleşmek isteyen bir çok kişi, hayallerini gerçekleştirmek için yıllarca beklemek zorundaydı.

Canopus sistemi yakınındaki, doğal solucan deliği, herşeyin değişmesine sebep oldu. Uzun zamandır varlığı bir çok spekülasyona kaynak olsa da, bu bilinen fenomen ile ilk doğal tanışmaydı. Solucan deliğine yollanan ilk sondalar, oldukça stabil bir yapıya sahip olduğunu ve bilinmeyen bir galaksideki güneş sistemine açıldığını keşfetti. Bu Samanyolu galaksimizin uzak bir ucu, evrenin diğer uzundaki bir galaksi, hatta bir başka boyut yada paralel evren olabilirdi.

Solucan deliğine, sunduğu yeni dünyalar, yeni başlangıçlar nedeniyle, EVE adı konuldu. Sadece özel donanımlı gemiler deliği kullanabildiğinden, EVE'nin iki yanına, atlama kapıları konmasına karar verildi. Dahası, bilim adamları EVE'nin birkaç on yıl içinde kapanacağını söylüyordu. Sonuç olarak, insan ve mühimmat taşıyan gemiler diğer tarafa geçti, yeni sistemde üsler kuruldu. Kısa süre sonra yeni sisteme New Eden adı verildi. EVE'nin iki tarafındaki kapılar, EVE kapıları, EVE'nin stabil olmayan doğasından ve bilinmeyen uzaklıktan dolayı, fazlasıyla büyük olmak zorundaydı. Ve insanoğlu o güne kadar yaptığı en büyük yapıyı, o günlerde sahip olunan zenginliğe rağmen, 200 senede inşaa etti. Yeni dünyanın herkes için açık olduğu, ilk gelenin sahibi olacağı buyuruldu. Açılışıyla birlikte, yüzlerce bağımsız organizasyon keşiflere ve yerleşime başladı.

EVE, kapıların inşaası bitmeden kapandı. Bu, önceleri kapıların inşaasını etkilemedi ve 70 yıl daha kusursuz bir şekilde süren inşaat bir felaketle noktalantı: tam olarak açıklanamayan bir dizi fenomen, EVE kapılarını, ölümcül bir manyetik-çekimsel (magno-gravity) etkiye sokarak, kullanılmaz hale getirdi, ve paha biçilemeyen New Eden sistemini değersiz bir moloz yığınına çevirdi. New Eden'daki EVE kapıları hala mevcuttur ama yaklaşmaya çalışan her gemi, çekim-fırtınaları (magno-storm) tarafından parçalara ayrılmaktadır.

EVE'nin kapanışının etkileri, oldukça ani ve dramatikti. EVE dünyasındaki, New Eden sisteminin hatta eski dünyanın sanayi altyapısına mahküm olan üsler ve yerleşimler, kendilerini izole ve bağlantısı kopmuş bir yıkım içersinde buldular. Birçok koloni sadece bir kaç yıl yada bir kaç on yıldır yerleşik olduğundan, çok azı kendine yetecek durumdaydı. Teker teker yok oldular, oksijen yetersizliğinden, su ve yiyecek eksikliğinden öldüler. Kurtulmayı başaran birkaç tanesi zamanla, yedek parça, mühimmat eksikliğinden, sahip oldukları teknolojileri ve bilgileri kaybettiler.

Binlerce yıl boyunca, dağılmış halde bulunan bu insan yerleşim bölgeleri, birbirlerinden habersiz olarak, izole bir şekilde yaşadılar, ve büyüdüler. Zamanla, yaşadıkları çevreler, her komşuyu diğerinden ayrı kılan fiziksel özelliklerinde küçük farklılıklar yarattı.

Bir solucan deliği hikayesi..( Ölüm bölgesi)

yazan: Mehmet Emin Arı

Bu olay, ölümler ve tabi ki ölüm bölgesi gerçeküstü ya da doğa üstü bir olay sonucu meydana gelmedi. Bir açıdan doğaüstü sayılabilir ama bununda bilime ya da mantığa aykırı olduğunu düşünmüyorum. En doğrusu olayı en başından almak sanırım.

Ankara'da bize verilen brifingde ilk dikkatimi çeken şey kaydedilmiş konuşmalardı. Bölgeye ilk ulaşan timin komutanı ölmeden önce ne demişti hatırladınız mı? Dümdüz yukarı çıkan ve hiç dağılmayan bir dumanı tarif etmişti tim komutanı. Rüzgar esmese bile hiçbir duman yani akışkan dümdüz yukarı çıkmaz. Bütün akışkanlar bir noktadan sonra tıpkı sigara dumanı gibi dalgalanmaya ve türbülanslı bir akış göstermeye başlar. 
 

Benzer şekilde bölgenin fotoğraflarında görünen bulutlarda tuhaftı, alışılmadık şekilde dümdüz ve şekilsizdiler. 


Akışkanlarda türbülans dediğimiz şey aslında akışkanın kaotik bir yapıya girmesi sonucu oluşur. Kaotik olmasının sebebi de akışkanlar dinamiğini tanımlayan Navier-Stroke denklemlerinin doğrusal olmamasından kaynaklanır. Bu denklemin içinde bir sürü doğrusal olmayan terim vardır, kareler, diferansiyel denklemler, üstler vs. Denklem, daha doğrusu denklem seti doğrusal olmadığı için tüm akışkanlar bir süre sonra kaotik akmaya başlarlar yani türbülans oluşur. 

Peki bu bölgede akışkanlar, yani dumanlar neden türbülanslı akış göstermiyorlardı? Dumanlar dümdüz yukarı çıkıyor ve bulutlar pişmaniye telleri gibi oluyordu.

Evet neden?"

Albay sorumu tekrarladı "evet neden?"

"Size garip gelecek ama bunun basit, çok basit bir açıklaması var. Bulutlar dümdüz oluyordu çünkü bu bölgede kaosu oluşturacak sebep ortadan kalkmıştı yani Navier-Stroke denklemleri burada işlemiyordu, evet denklemler çalışmıyordu." 

Herkes şaşkınlıkla bana baktı. Beni dinleyenlerden keçi sakallı biri alaycı gülümsemeyle bana baktı ama sözümü kesmedi. 

"Kaos her ne kadar kötü bir şey olarak algılansa da akışkanların belli durumlarda türbülanslı akım içinde olmaları bizim için çok önemli; örneğin motorlarda, yakıt ve havanın karışması için şart. Bu karışım olmazsa motor hemen durur. 

Ayrıca kalp de sonuçta bir pompadır. Beynin normal hali kaotik bir yapı sergiler, kaos ortadan tamamen kalkarsa beyin dalgaları düzenli olur yani alfa düzeyine gelir. Bu durumda kalbe gönderilen sinyaller bozulur ve ani bir ölüm olur. 

Doğa bu bölgede, bu bir kilometre çaplık alanda oyunun tüm kurallarını birdenbire değiştirdi. Birden nasıl olduysa non-linear olmaktan vazgeçti ve lineer yani doğrusal davranmaya karar verdi. Birdenbire, Allahın unuttuğu bu dağ başındaki 14 milyar yıllık alışkanlıklarından vazgeçti.

"Olur mu Emin bey? Doğa kanunları her yerde geçerlidir" diye itiraz etti dinleyicilerimden biri. En sonunda dayanamamıştı. 

"Doğa kanunlarının evrenin her yerinde geçerli olduğu doğrudur. Yani bir laboratuarda bir denklem bulduysanız bunun dünyanın ve evrenin her yerinde geçerli olması gerekir. Haklısınız, bilimin temel paradigmalarından biridir bu. 

Ama fizik yasalarının geçerli olup olmadığını bilmediğimiz yerler var, örneğin kara delikler" dedim.

"Hadi canım sizde, orada bir kara delik mi vardı? Peki niye etrafındaki her şeyi yutmadı" dedi aynı dinleyici gülümseyerek. 

Haklısınız, bir kara delik yoktu, orada bir ak delik vardı. Bildiğiniz gibi, teoriye göre kara delikler uzay-zaman eğrisini bir tekillik yaratacak şekilde bükerler ve uzay-zaman eğrisinde bir solucan deliği oluştururlar, teorik olarak bu mümkün. Bir hipoteze göre kara deliğin uzay zaman eğrisinde bir  solucan deliği  ile bağlanan bir çıkışı olmalı, buna da ak delik diyorlar. 

Bir diğer bulguya dikkatinizi çekmek istiyorum. Şehit olan bütün askerlerin kolundaki saatler durmuştu. Hatırlıyor musunuz? Aslında saatler durmadı, o bölge bir ak delik olduğu için zaman durdu. Saatler aslında çalışıyordu ama o bölgede gösterecek zaman durmuştu. O yüzden biz saatleri durmuş gibi algıladık. 

Benim teorime göre, evrenin herhangi bir yerinde çok büyük bir yıldız söndü ve kara delik halini aldı. Yaptığım hesaplamalara göre bir kilometre çapında bir kara  deliği  oluşturabilecek bir yıldız, yaklaşık olarak bizim güneşimizden bir milyon kat daha büyük olmalı. Samanyolu galaksisinde yakın çevremizde bu büyüklükte bir yıldız yok. Messier kataloguna bakabiliriz tabi. Zaten bize yakın olması da gerekmiyor. Uzay-zamanı büktüğüne göre evrende herhangi bir yerinde olabilir. Yıldız muhtemelen bizden çok uzak olduğu için belki de milyonlarca yıl sonra onun ölüp, kara delik halini aldığını gözlemleyeceğiz. Tabi o bizim ömrümüz yetmez. 


Ölüm bölgesinin fotoğraflarına baktığımda bir şey daha dikkatimi çekmişti. İlk ölen askerler bölgenin dışındaydı. Bölgeye sürülen mayın eşekleri ise askerlerden otuz metre sonra ölmüşlerdi. Ölümlerin ani olması gerektiğine göre neden eşekler daha içerde öldü. Eşekler daha sağlam bir biyolojik yapıya sahip olduğu için mi? Hayır. Bu konuda kafamda bir çok varsayım geliştirdim ama en doğru açıklama ölüm bölgesinin küçüldüğüydü.

Ak deliğin solucan deliği ile bağlandığı kara delik küçülüyordu, bu yüzden ak delik de küçülüyordu. Zaten tam bir bağlantı olduğunu sanmıyorum. Diğer taraftaki kara delik stabil değildi. Fakat o karadeliğin yok olması ile ak deliğin yok olması zaman açısından aynı hızda olmadı. Kara delik muhtemelen milyon yıllarla ifade edilen bir sürede küçüldü ama ak delik ise sanırım bir ay içinde küçüldü. Biz son beş güne rastladık. Neyse.

Ak deliğin küçülüp küçülmediğini ve hangi hızda küçüldüğümü ölçmek için basit bir metot kullandım, bir sinek öldürmek cihazı, adı her neyse işte, büyük miktarda duman yaratmak için ideal bir çözümdü. 

Beklediğim gibi dumanlar ölüm bölgesine girdikten sonra düzgün ve türbülanssız akışa geçiyorlardı. 

Böylece ölüm bölgesinin hayali sınırlarını tam olarak belirleyebilmem mümkün oldu. Yaptığım ölçümlerden bu hayali sınırın gitgide küçüldüğünü gördüm. Bu küçülme ivmeli şekilde oluyordu. Basit ivme hesaplarından bu ivmenin hızını bulmam zor olmadı. İvmeyi bulduktan sonra bölgenin ne zaman tam olarak yok olacağını hesaplamak için basit lise matematik bilgisi yeterli, türevin integralini al!

Ve beklediğim gibi oldu. Yaptığım hesaplarla, ölçümleri karşılaştırınca sonuç aynıydı. Yine de emin olmak için son kez duman püskürttüm. 

Bu kara deliğin çıkış kapısı da ölüm bölgesi olarak burada, dünyamızda oluştu fakat kara delik kararlı halde kalamadığı için dağıldı ve tabi ki çıkış kapısı da kapandı. Ak delik kayboldu. Doğa tekrar eski alışkanlıklarına döndü, yani türbülans ve fizik kanunları tekrar yürürlüğe girdi ve Navier-Stroke denklemleri yeniden çalışmaya başladı.

Her şeyi bu şekilde açıklamam mümkün. Tek açıklayamadığım şey ise radyo dalgaları. Dalgalar içeri giriyor ama dışarı çıkamıyorlardı. Peki ışık nasıl dışarı çıkıyordu?

Ben de bilmiyorum. Yani açıklayamıyorum. 

SONSUZ EVRENLER VE VAKUM DALGALANMALARI MODELİ

Evrende herhangi bir gerçekliği daha iyi anlamamıza yaramayan matematiksel modeller Ockhamlı’nın usturasıyla kesilmelidir. Çünkü matematiksel bir model, ancak evrendeki gerçeklikleri anlamamıza katkısı olduğu ölçüde değerli olabilir. Yoksa salt zihinsel bir kurgunun ötesine geçemez. Evrenin bol boyutlu tasarımıyla ilgili matematiksel boyutlar böyledir. Evrenin algılanan esas boyutları dışındaki boyutlarının çok küçük ve kıvrılmış olduğunu söyleyen bu tasarımların çoğu bilgimize hiçbir katkı yapmaz. Bu tasarımlar, evrende gözlenen olguları anlamamıza katkı yapmadığı ve ciddi delile dayanmadığı müddetçe kaale alınmamalıdır.

Evrenin sayısını sonsuzca büyüten, tek bir evreni sonsuz evrenle açıklamaya çalışan modelleri, Ockhamlı William duysa, bu modelleri herhalde lime lime doğrardı. Bu modellerin hiçbirinin tek bir delili olmadığı gibi, evrendeki herhangi bir olguyu daha iyi anlamamıza en ufak bir katkıları da yoktur.(Evrenimiz dışında tabi ki evrenler olabilir. “Evrenimiz dışında evren olamaz.” demek “Tanrı bu evren dışında evren yaratamaz.” demektir. Fakat “Evrenimiz dışında bir evren olamaz” demek kadar, bilimsel açıdan evrenimiz dışında bir evren olduğunu savunmak da mümkün görünmemektedir.) Sonsuz evrenli modellerin çoğu evrendeki oluşumları tesadüfle izah etme çabasının ürünüdür. Ockhamlı’yı dinlesek hiç kaale almamamız gereken bu modelleri, Ockhamlı’nın haklı tavsiyesini dinlemeyerek ilerideki “tasarım delili” bölümünde ele alacağız ve bu modeller doğru olsaydı bile, evrendeki bilinçli tasarımı reddedemeyeceğimizi göstereceğiz.

Edward Tyron’un 1973 yılında ortaya attığı Vakum Dalgalanmaları modeli (Vacuum Fluctuation Model), bizim evrenimizin ve diğer birçok evrenin kuantum dalgalanmaları sonucunda oluştuğunu söylemiştir. Bu modele göre tüm evrenleri doğuran süper-uzay adeta bir sabun okyanusudur ve her evren bu süper-uzaydan çıkan bir baloncuktur. Bizim evrenimiz de bu sonsuz sayıdaki baloncuklardan biridir. Christopher Isham bu modelin teorik açmazlarını göstermiştir. Bu modelin iddia ettiği gibi sonsuz zaman geriye gidersek, bu baloncuk evrenler her yere saçılacaktır ve bu evrenler genişledikçe birbirine geçecek ve çarpışacaktır. Bu ise tüm gözlemlere aykırıdır. Ockhamlı’nın usturası ise bu modeli inkar için delil aramaz, onun delilsiz oluşunu ve tek evreni sonsuz evrenle açıklamaya kalkışını usturayı indirmek için yeterli bulur.

Andrei Linde’nin Kaotik Şişme (Chaotic Inflationary) modeli ise, şişen evrenlerin mini evrenlere bölündüğünü, daha sonra bu mini evrenlerin şişip yeni mini-evrenlere bölündüklerini, bu sürecin kesintisiz devam ettiğini söyleyerek sonsuz evrenler önerir. 1994’te Arvind Borde ve Aleksander Vilenkin, sonsuzdan beri şişen bu modelin şekil (geodesy) olarak geçmişte tam olamayacağını, bu yüzden bu modelin de bir başlangıç tekilliğinden kaçamayacağını göstermişlerdir. Sıra dışı iddia ciddi delil gerektirir. Diğer sıra dışı “sonsuz evren” modelleri gibi bu model de ciddi hiçbir delile sahip değildir. Ockhamlı’nın usturası, bu tip bir modelin de bilimsel açmazını dinlemeye gerek bile duymaz, bu modelin bilimsel bir delile sahip olmaması ve sonsuz evrenle tek bir evreni açıklaması usturayı çalıştırmaya yeterlidir.

Fizikçiler büyük yok oluştan 7 adımda kaçış planı hazırladı!

Evren artık kontrolden çıktı. Sorun yalnızca genişlemesi değil, aynı zamanda genişlemenin kendisinin de hızlanması. Böyle bir genişlemenin tek bir olası sonucu olabilir: sonsuz bir sessizlik ve karanlık, mutlak sıfıra vuran sıcaklık ve yaşamın hiçbir şekilde var olamayacağı şartlar.Evren artık kontrolden çıktı. Sorun yalnızca genişlemesi değil, aynı zamanda genişlemenin kendisinin de hızlanması. Böyle bir genişlemenin tek bir olası sonucu olabilir: sonsuz bir sessizlik ve karanlık, mutlak sıfıra vuran sıcaklık ve yaşamın hiçbir şekilde var olamayacağı şartlar.

Bu tez 1998’de neredeyse kanıtlandı. Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı ile Avustralya Ulusal Üniversitesi'ndeki astronomlar, bizden çok çok uzakta gerçekleşen, Ia Tipi süpernova patlamalarını inceliyor ve dünyadan uzaktaki hareket hızlarını ölçüyorlardı. Ia Tipi süpernovalar, evrenin genelinde aşağı yukarı aynıdırlar; bu yüzden evrenin genişleme hızını ölçmede "bir ışık" görevi görürler. Fizikçiler, kökeni belirsiz bir "kara enerji"nin, kütle karşıtı çekim kuvveti gibi davranarak galaksileri birbirinden uzaklaştırdığı sonucuna vardı.

Evren genişledikçe, bu evrenin daha da hızlı genişlemesine neden olan kara enerji miktarı da artıyordu. Kara enerji fikrini ilk kez, 1917’de Albert Einstein ortaya atmıştı. Geçen yıl Büyük Patlama’dan (Big Bang) kalan kozmik radyasyonu analiz eden uydu WMAP’nın verdiği verilerle bu fikre ilişkin daha çok kanıt elde edildi.

Bu verilere göre, evrenin tamamının yüzde 73’ü kara enerjiydi. Kara madde ise yüzde 23’ünü oluşturuyordu. Bize tanıdık olan maddeler, yani gezegenler, yıldızlar, gaz bulutlarıysa ancak evrenin sadece yüzde 4’ünü işgal edebiliyor.

Zekanın sonu

Giderek artan miktardaki kara enerji ise galaksileri birbirinden daha daha hızlı uzaklaştıracak ve evrenin karanlık, soğuk ve yalnız bir hale gelmesine neden olacak. Kalan enerji daha geniş alana yayılacağından, sıcaklıklar da hızla düşecek. Yıldızlar nükleer yakıtlarını tüketecek, galaksiler gökyüzünü aydınlatmayı durduracaklar ve evren de, ölü cüce yıldızlar, eskimiş nötron yıldızları ve kara deliklerin çöplüğüne dönüşecek.

En ileri uygarlıklar, titrek titrek ışık yayan enerji közlerinin, yani kara deliklerin yaydığı silik, Hawking radyasyonunun etrafına üşüşecekler.

O kadar ki, bilgiyi işleyen zeka da yok olacak. Hidroelektrik barajlar olsun, piller olsun, hepsi sıcaklık veya enerjiye bağlı değişim ölçümlerine bağlı çalışıyorlar. Kozmik sıcaklıklar, aynı en en düşük noktaya ulaştıklarında, farklılıklar da yok olacak. İş, enerji akışı, bilgi ve bunlara bağlı olan yaşam, cansız, buz gibi bir durma noktasına inecek. Zeka da aynı kaderi yaşayacak.

Siyah, soğuk bir evren trilyonlar olmasa da milyarlarca yıl uzakta bizi bekliyor. İnsanlarsa bu arada, savaşlar, salgın hastalıklar, buzul çağları, göktaşı çarpmaları gibi onlarca felaket yaşayacak. Yaklaşık 5 milyar yıl içinde, Güneş’in dev bir kırmızı yıldıza dönüşmesiyle Dünya’nın nihai yok oluşunu da unutmayalım.

Kaçış planı olabilir

Evrenin en son gününe kadar yaşayabilmek için, gelişmiş bir uygarlığın, galaksinin çok uzağına kadar uzanacak bir yıldızlararası yolculuğa öncülük etmesi ve yavaşlayan, soğuyan ve karanlıklaşan bir evrenle nasıl baş edileceğini öğrenmesi gerekir. En büyük zorlukları, evren öldüğünde, "burada olmamayı nasıl başarabiliriz" sorusunu yanıtlamak olacaktır.

                 

Bu evrenden kaçma planı kulağa absürd gelebilir. Ancak, fizikte böyle bir yolculuğu yasaklayan hiçbir şey yok. Einstein’ın görelilik kuramı, paralel delikleri birbirine bağlayan, kimi zaman da Einstein-Rosen köprüleri diye nitelenen kurt deliklerin var olduğunu savunur; kuramsal ve deneysel fizikçilere göre de, paralel evrenler bilim kurgu değiller. Çok evrenlilik -yani bizim evrenimiz de sonsuz sayıda diğer evrenlerle birlikte vardır- kavramı, bilim adamları arasında büyük destek buluyor.

MIT’den Alan Guth’un sunduğu ve Büyük Patlama’dan sonraki saniyenin trilyonda biri kadar bir zaman dilimi içinde evrenin nasıl davrandığını açıklayan genişleme kuramı, WMAP’den alınan verilerle de tutarlılık gösteriyor.


Bebek evrenler yaratılıyor

Genişleme kuramına göre, evren bugünkü boyutuna, zamanın daha başında kelimelerle anlatılamayacak kadar çabuk ulaştı.Stanford Üniversitesi'nden Andrei Linde ise bu kuramı daha da ileri götürerek, genişleme sürecinin bek bir olay olmayabileceğini ve "anne evrenler"in, sonu olmayan bir döngü içinde, sürekli "bebek evrenler" yarattıklarını öne sürdü.

              



Eğer Linde’nin teorisi gerçekse, kozmik genişlemeler her zaman gerçekleşmekte ve siz bu satırları okurken bile yeni evrenler oluşmakta. Bu evrenden bir diğerine kaçma önerisi doğal olarak bazı sorular da yaratmıyor değil. Mesela, ileri bir medeniyet tam olarak nereye gidebilir, sorusuyla başlayalım. Aslında fizikçiler, paralel evrenlerin doğasını öğrenmeye milyarlarca dolar harcıyorlar. 1997’den beri Colorado Üniversitesi'ndeki bilim adamları, belki de bizimkinin bir milimetre uzağında bulunan par alel evrenlerle ilgili deneyler yürütüyorlar.

İsviçre’de çalışmalar

Benzer bir çalışmaysa İsviçre’de gerçekleştiriliyor. 2007’de Cenevre’de, dünyanın en büyük atom parçalayıcısı olan Large Hadron Collider çalışmaya başlayacak. Çapı 5.5 kilometreden büyük olan bu dev makine, bir protonun 1/10000’i boyutundaki uzaklıkların izini sürebilecek ve belki de Büyük Patlama’dan bugüne görülmemiş egzotik parçacıkları toplayacak.

Makinenin ayrıca, yüksek boyutlarda paralel evrenlerin varlığına işaret edecek, minyatür kara delikler gibi parçacıklar veya süpersimetrik parçacıkları yaratması umuluyor.

Bunlara ek olarak da, merkezi uzay olacak, LISA kütle çekim dalgası dedektörü de 2012’de fırlatılacak. Dünya’nın Güneş çevresindeki yörüngesini izleyecek olan LISA. 3 uydu içerecek. Lazer ışınlarıyla birbirleriyle iletişim kuracak olan bu uydular, bir kenarı 3 milyon kilometreden daha büyük uzunlukta bir üçgen oluşturacak. LISA çok çok uzaklardaki, belirsiz kütle çekim dalgalarını tespit etmek üzere tasarlandı. Bilim adamları, bu hassas cihaz sayesinde, diğer evrenlerin varlığının da incelenmesini umuyor.

Peki biz neden bekliyor ve şimdiden bu evrenden kaçmayı planlamıyoruz? Yazının geri kalan bölümünde, kaçmak isteyen bir uygarlığa yol gösterici deneyler ve planlar yer alıyor; diğer bir deyişle, evrenin sonunda hayatta kalma kılavuzu.

Gitme Zamanı

Kozmik kaçışımızı planlamaya başlamamızın zamanı geldi. Buradaki, dev galaksi M87 gibi görüntüler, evren çağlar boyunca ilerledikçe ölümsüz anılar arasına girecek. Kara enerji sayesinde, yakınlardaki galaksiler bile bizden ışık hızından daha büyük bir hızla uzaklaşacak ve hiçbirinden haber alamayacağız. Sonunda atomlar bile hareket edemeyecek kadar soğuyacak; zaman bile kendini donduracak ve çırpınan uygarlıklar için artık çok geç olacak.

Evreni terk etmenin 7 yolu

Bu durumda insanlığın önündeki tek seçenek, bizim evrene paralel var oldukları öne sürülen, ama göremediğimiz diğer bir evrene, bir kurt deliği yaratarak kaçabilmek ve uygarlığımızı orada yeniden kurabilmek... İşte bir kurt deliği yaratmanın 7 yolunun bilim kurgusal senaryosu.


HER ŞEYİ İÇEREN BİR KURAM BUL VE BU KURAMI DENE

İleri bir uygarlık, bilinmeyene dalmadan önce, diğer tarafa geçişi mümkün kılacak yolları iyi öğrenmesi gerekir. Sona ilerlerken bilim adamlarının, evrenimizi diğerlerine bağlayan solucan deliklerin kararlılığını hesaplamak için kuvantum kütle çekimi kanunlarını keşfetmesi gerekiyor. Bugünse, her şeyi kapsayan Ğkimilerine göreyse tek kuramın, Sicim Kuramı ya da M-kuramı olduğuna inanılıyor. Bu kuram, tüm yarı-atomik parçacıkların, minik bir sicim veya zar üzerindeki farklı titreşimler olduğunu savunur. Bunlar sıradan sicimler değil, yüksek boyuttaki hiper-uzayda titreşen sicimlerdir.

İlkesel olarak, evrenimiz 11 boyutta sürüklenen dev bir zar olabilir ve sonunda da komşu zarlar veya evrenlerle çarpışabilir. Evrenimiz ile komşu evrenin, iki paralel sayfa gibi birbirlerinin 1 milimetre mesafesinde gezinmeleri olasıdır. Bu denli küçük bir mesafeyi birleştirmek içinse, dev güçte bir düzeneğe ihtiyacımız vardır.


DOĞAL YOLLARDAN OLUŞMUŞ BİR KURT DELİĞİ ARAŞTIR

Eğer bu evrenden bir diğerine kaçmak istiyorsak uygun bir çıkış bulmamız lazım; mesela bir kurt deliği, boyutsal bir kapı veya burayı oraya bağlayan kozmik bir tünel. Kimi doğal yollarla oluşacak birçok olasılık var. İnanılmayacak kadar çok enerji açığa çıkarmış olan Büyük Patlama; kozmik ipler, yanlış boşluklar veya negatif madde veya enerji gibi, fiziğin tüm sıra dışı varlıklarını da geride bırakmış olabilir. Evrenin ilk genişlemesi öyle çabuk ve patlayıcı şekilde gerçekleşmiş olabilir ki küçük kurt delikleri bile esnemiş ve çıplak gözle görülebilir boyutlara parçalanmış olabilir. Böyle varlıkların keşfi, ölmekte olan bir evrenden kaçmaya büyük yarar sağlar. Eğer gerçekten varlarsa, onları bulsak iyi olur. Buna ihtiyaç duyana kadarsa, belki de bugünden milyarlarca yıl sonra, gelişmiş bir uygarlık bu kapıların birinin önünde sendeleyecektir.



Bilgisayarınızı geliştirin

Einstein’ın denklemleri, paralel evrenlerin varlığına izin veriyor. Ancak kurt deliğinin diğer tarafında ne olduğunu hesaplamak için, bugün varolanların da ötesinde devasa boyutlarda bilgisayar gücüne ihtiyacımız olacak.

BİR KARADELİK İÇİNE İNSANSIZ BİR UZAY ARACI YOLLA

Kaçışın bir diğer yolu, karadeliklerdir. Karadeliklerin bir avantajı, evrende çok fazla bulunmalarıdır. Evrenimizin ortasındaki karadelik, güneşimizin tam 3 milyon katı kütleye sahiptir. Tabii ki halledilmesi gereken birkaç teknik sorun var. Birçok fizikçi, karadelik içine yapılacak bir yolculuğun ölümcül olacağını düşünüyor. Einstein’ın denklemleri, karadelik içinden geçişin mümkün olabileceğini söylese de, kuvantum etkileriyle başa çıkılamayabilir. Öte yandan, bizim karadelik fiziği üzerine bilgimiz henüz çok başında ve bu varsayımlar henüz hiç denenmedi.

Mantıklı bir denemeyse, karadeliğin içinden geçmesi için bir uzay aracı gönderilebilir. Tabii ki, böyle bir yolculuğun bileti tek gidiş kesilecektir. Çünkü her bir karadelikten geri dönüş yoktur; ışık bile yoğun kütle çekiminden kaçamaz. Aracın, bu ufuk noktasından geçene ve tüm iletişimin kesileceği ana kadar vereceği bilgiler toplanabilir. Bu noktayı, yoğun ve büyük olasılıkla ölümcül bir radyasyon alanı sarar. Bir araç, bu bölgeden tam olarak ne kadar radyasyon geçtiği saptayabilir. Bu, sonraki uçuşlar için önemli bir veri olabilir.

Bir araç beraberinde, karadeliklerin kararlılığı hakkında kritik sorular da getirebilir. 1963’te matematikçi Roy Kerr, hızlı dönen bir karadeliğin bir noktaya değil, daha çok merkezkaç kuvveti yüzünden parçalanamayan bir halkaya dönüşeceğini gösterdi. Kerr’in halkasına bakarak şu söylenebilir: evrenimizin merkezindeki bir kurt deliği, bizi aynı evrendeki diğer noktalara veya sonsuz sayıdaki paralel evrenlere bağlayabilir. Bu paralel evrenler, bir gökdelendeki asansörün katları gibi üst üste yığılmış olabilir.

Bilim adamlarıysa, Kerr’in halkasına giren birine ne olacağı konusunda farklı görüşleri savunuyor. Bazıları, bir aracın gönderilmesinin ufuk noktasını tekilliğe indirgeyeceğini ve tüm deliği tamamen kapatacağını öne sürüyor. Bu tartışma, Stephen Hawking’in 7 yıl önce yaptığı ünlü açıklamasını temmuz ayında geri çekmesiyle daha da alevlendi.

Hawking, karadeliğe giren bir bilginin, bir daha ele geçmeyecek şekilde kaybolmayabileceğini söylüyordu. Ünlü bilimciye göre, karadeliğe bir araç yollamak, deliğin yaydığı Hawking radyasyonunu rahatsız edebilir ve bilginin dışarı sızmasına izin verebilirdi. Bir araç yollamak ve neler olacağını görmek için birçok nedeniniz var aslında.


YAVAŞ ÇEKİMDE BİR KARADELİK YARAT

Bir karadeliğin ufuk çizgisi yakınında üsteleneceği özellikleri araştırdıktan sonra yapılacak iş, yavaş çekimde bir karadelik yaratmak ve uzay-zaman’daki özelliklerine ilişkin daha detaylı deneysel veri elde etmek olabilir. Einstein 1939’daki bir makalesinde, kendi kütlesi altında yavaş yavaş çöken yıldızlara ait birikmiş yığınak kütlesini ele almıştı. Bu denli bir kütlenin tek başına büyük bir karadelik yaratamayacağı sonucuna varan Einstein, ancak yine de cismi şiddetle içeri doğru çökebileceği şeklindeki, bize bugün tanıdık gelen kavramı hiç dikkate almamıştı. Bilim adamının çalışmaları, "dönen bir sisteme, eğer birisi yavaşça ek madde veya enerji gönderirse, bir içe çökme yaşanabileceği ve bir karadelik oluşabileceği" olasılığına yanıt vermiyor.

Sözgelimi bir uygarlığın, galaksi düzeyinde madde tutma kapasitesine sahip olduğunu hayal edin. Bir kara delik oluşturmak için boyutu Manhattan kadar olan, ancak Güneş’imizden daha büyük kütleye sahip, dönen nötron yıldızları bir araya toplanabilir. Kütle çekimi yıldızları aşamalı olarak birbirlerine yaklaştıracaktır.

Mümkün olan noktada, ileri teknolojiye sahip bilim adamlarımız da karışıma daha fazla nötron yıldızı katabilirler. Toplam madde 3 güneş kütlesini geçtiği anda, birleşik kütle çekimi yıldızları dönen bir halka içine, yani Kerr kara deliğine çökmeye zorlar. Gelecekteki bilim adamları, solucan deliklerinin nasıl oluştuklarına ilişkin çok fazla bilgiye sahip olacaklar.


Nazikçe karıştır:

Bilim adamlarının, düzensiz bir süpernova patlamasına benzeyen bir patlamaya neden olmamaları için nötron yıldızlarının hareketinin yavaş olması gerekiyor. Eğer düzgün gerçekleştirilirse, süreç sonunda biri bu evrende diğeriyse öbür evrende olmak üzere iki Kerr halkası yaratılması gerekir.

NEGATİF ENERJİ YARAT

Kerr halkalarının öldürücü veya kozmik ortamlar için çok kararsız olduğu kanıtlanırsa, gelişmiş bir uygarlık, negatif madde veya negatif enerji kullanarak yeni bir kurt deliği açmayı düşünebilir (İlkesel olarak, negatif madde veya enerjinin, neredeyse hiçbir ağırlığı yoktur. Bu, pozitif enerji taşıyan ve aşağı düşen karşı-kütleden farklıdır).

Caltech Üniversitesi'nden Kip Thorne ve ekibi, 1988’de, yeterli negatif madde veya enerji bulunuyorsa, bir ziyaretçinin içinden serbestçe geçip geri dönebileceği bir kurt deliğinin yaratılabileceğini ortaya koymuştu.

Henüz hiç kimse negatif enerji veya negatif maddeyi görmemiş olsa da, laboratuarda "Casimir Etkisi" adı altında saptandı.

İki yüksüz, paralel levha olduğunu düşünün. Teorik olarak aralarındaki kuvvetin sıfır olması gerekir. Ancak, eğer yalnızca birkaç atom kadar birbirlerinden uzağa konurlarsa, o zaman aralarındaki boşluk, düzensiz kuantum değişikliklerinin oluşması için yeterli olmayacaktır. Bunun sonucunda da, levhalar çevresindeki alanda yaşanan kuantum değişikliği sayısı, aralarındaki boşluktan büyüktür. Bu fark, iki levhayı itici bir net kuvvet yaratır. Hendrik Casimir, bu etkiyi 1948’de tahmin ederken o günden bugüne kadar da deneysel olarak kanıtlandı.

Sözü geçen enerji miktarı çok önemsizdir. Casimir etkisini pratik dünyaya uygulamak için, paralel levhaların birbirlerine, en ileri teknoloji kullanılarak aklın hayalin alamayacağı bir yakınlıkta yerleştirilmeleri gerekir. Bu değer, uzunluğun en küçük ölçüsü olan Planck uzunluğunda (10 üzeri eksi 33) olabilir.

Ardından da, bu iki paralel levhanın tek bir küre haline getirildiğini ve bu fraksiyonel aralık içinde birbirlerine bastırıldıklarını düşünün. Ortaya çıkan Casimir etkisi, küre içinde bir kurt deliği açmaya yetecek enerjiyi yaratabilir.



BEBEK EVREN OLUŞTUR

Hem Kerr halkası hem de negatif enerji teorisinin güvenilmez çıkması halinde, Guth’un genişleme kuramı daha zor bir kaçış planı sunuyor: bir bebek evren yaratmak. Guth’un da altını çizdiği gibi, evrenimize benzeyen bir şeyler yaratmak için, 10 üzeri 89 foton, 10 üzeri 89 elektron, 10 üzeri 89 pozitron, 10 üzeri 89 nötrino, 10 üzeri 89 antinötrino, 10 üzeri 79 proton ve 10 üzeri 79 nötrona gerek vardır. Ancak Guth’a göre, bu maddenin pozitif enerjisi, kütle çekiminin negatif enerjisiyle tamamen ortadan kaldırılmıyor. (Eğer ki evrenimiz tamamen kapatılsaydı ki durum öyle değil, her iki değer de birbirini yok ederdi). Diğer bir deyişle, bir bebek evren yaratmak için gereken toplam madde miktarı, yalnızca birkaç onsa (0.028 kg.) denk gelebilirdi.

                  

Prensipte, uzay-zamanın belirli bölgesinin kararsız olması ve "yanlış boşluk" denilen bir hale girmesi durumunda bebek evrenler doğar. Evrenimizi yaratmak için gereken yanlış boşluk, 10 üzeri -26 santimetre genişlik gibi inanılmayacak küçük bir değerdir. Eğer, bir onsluk maddeden böyle bir yanlış boşluk yaratılmışsa, yoğunluğu santimetre küp başına 10 üzeri 80 gram gibi hayret verici bir değer olacaktır. Birkaç onsluk maddeyi bir araya getirmek kolaydır; gereken küçük hacme sıkıştırmaksa bugünkü koşullarda mümkün değildir.
                          
Çözüm için, aşağı yukarı Planck enerjisine eşit gerçeküstü bir enerji miktarının küçük bir alanda toplanması gerekir. İşte size, gelişmiş bir uygarlığın deneyebileceği 2 yaklaşım.

6a.Lazerle İçeri Doğru Çökecek Bir Makine Yap

Lazer ışınlarının gücü aslında sınırsızdır; yalnızca lazer yayan maddenin kararlılığı ve güç kaynağın enerjisiyle sınırlandırılmıştır. Günümüzde katrilyon vat üreten Petavat lazerleri mevcuttur. Karşılaştırmak gerekirse, dev bir nükleer santral, sürekli de olsa yalnızca bir milyar vat üretebilir. Bir X ışınının, nükleer bombanın ürettiği enerjiyi hedef alıp akla hayale gelmeyecek kadar büyük bir güç itkisi oluşturması ise teorik olarak mümkündür.


Gelişmiş bir uygarlık, çok daha büyük ölçekte bir cihaz yaratabilir. Geleceğin bilim adamları, göktaşlarının üzerine dev lazer istasyonları kurup, ardından da tek bir notaya milyonlarca lazer vuruşu ateşleyerek günümüz teknolojisini silip süpürecek sıcaklıklar ve basınçlar yaratabilir. Her bir lazerin gücü, nükleer bir bombayla sağlanabilir. Ancak böyle bir cihaz, sadece tek bir kullanımlık olabilir.

Bu dev lazer ışınlarını ateşlemenin bir amacı, bir odayı 10 üzeri 29 Kelvin derecesine ısıtarak içerde yanlış bir boşluk yaratmaktır.
Bir diğer amaçsa, birbirlerine Planck mesafesinde olacak bir çift küresel tabakayı sıkıştırmak ve Casimir etkisiyle negatif enerji yaratmak olabilir. Her iki durumda da, oda içinde evrenimizi bir diğerine bağlayacak bir solucan deliği açılarak kaçmamız sağlanmalıdır.

6b.Kozmik Atom Parçalayıcısı Yap

Su anda bilim adamlarının kullanabildiği en büyük güç üreten cihaz, Large Hadron Collider’dır. 2007’de devreye girmesiyle 14 trilyon elektron volt üretmesi bekleniyor, ancak bu değer bile yanlış boşluk yaratmak için gereken enerjinin katrilyonda biridir.

Ancak, güneş sistemimizin çapında bir parçacık hızlandırıcısı da işi görebilir. Devasa büyüklüklerdeki sac mıknatıslar, göktaşları üzerine stratejik aralıklarla yerleştirilebilir. Bunun amacı, Güneş çevresinde hedef alınan bir ışını kırmak ve odaklamaktır.

Ayrıca Large Hadron Collider’ın, dev halka çevresinde yarı-atomik parçacıkları güçlendirmek için radyo frekansı enerjilerini kullanan dev parçacık hızlandırıcı teknolojisinin son örneği olabileceğini not etmekte yarar var. Fizikçiler, lazerle çalışan ve milyarlarca elektron volt üretebilecek hızlandırıcıların masa üstüne koyulacak boyutlarını geliştirmeye başladı bile.

Bilim adamları bugüne kadar, güçlü lazer ışınlarını kullanarak metrede 200 milyar elektron volt hızını elde ettiler, ki bu yeni bir rekordur. Süreç çok hızlı ilerliyor ve enerji faktörü her 5 yılda 10 faktör büyüyor. Gelişmiş bir uygarlığın bunları mükemmelleştirmek için uzun yılları var.

NANO-ROBOTLARI GÖNDER

Buraya kadar saydığımız kurt deliklerinin işe yaramadığını varsayalım. Belki de kararlı değillerdi, içinden geçilemeyecek kadar küçüktüler ya da radyasyon etkisi bakımından çok yoğundular. Peki ya geleceğin bilim adamları, bir kurt deliğinden yalnızca atom boyutundaki parçacıkların güvenle geçeceklerini saptarsa? Durum böyleyse, zeki uygarlığın tek bir seçeneği kalır: diğer tarafta insan uygarlığını yeniden yaratmak için kurt deliğine bir nanobot (Nano-robot) gönderilmelidir.

Aslında bu, doğada hep var olan bir süreçtir. Bir meşe ağacı, yeni bir ağaç yaratmak için gereken tüm genetik bilgiye sahip tohumları üretir ve yayar. Bu tohumlar ayrıca, kolonileşmeyi mümkün kılacak yeterlilikte besinle doludur.

Nanoteknolojiyi kullanan gelişmiş bir uygarlık, bu kendi kendini kopyalayabilen, minik makine içine büyük miktarlardaki bilgiyi kodlayabilir ve bu makineyi boyutsal bir geçiş noktasına gönderebilir.

Atom boyutlarındaki madde, ışık hızında yolculuk yapabilir ve kararlı ve değerli minerallerle dolu bir aya inebilir. Yerleştikten sonra, elindeki hammaddelerden faydalanarak kendinin milyonlarca kopyasını yapacak kimyasal bir fabrika yaratabilir. Bu yeni robotlar, daha sonra diğer yakın aylara ateşlenerek yeni fabrikalar kurar ve daha milyonlarca kopya oluşturur. Kısa bir süre sonraysa, trilyonlarca robot uzay aracından oluşan bir küre, ışık hızına yakın genişler ve tüm galaksiyi ele geçirir.

Ardından bu robot araçlar, dev biyoteknoloji laboratuarları kurarlar. Taşıdıkları çok değerli bilgiyi Ğyani uygarlığın en eski yerlilerinin yeniden yüklenmiş DNA sekanslarını- kuvözlere enjekte ederler ve tüm türü klonlarlar. Geleceğin bilim adamları, yerel halkın kişiliklerini ve anılarını bu nanobotlara kodlamayı başarırsa uygarlık yeniden doğmuş olacaktır.

Eğer gün gelir de başka bir zeka yaşam tarzıyla karşılaşırsak bu, Enterprise yıldız gemisi gibi uçan bir tencere içinde olmayacaktır. Ay üzerinde terk ettikleri bir robot araçla karşılaşmamız çok daha büyük bir olasılıktır. Discover, bilim dergisinden (Michio Kaku) aktardığımız bu astrofiziksel bilimsel ve kurgusal senaryo şöyle bitiyor:

"Bu, Arthur C. Clarke’ın 2001: A Space Odyssey hikayesinin temelini oluşturuyordu. Clarke’ın hikayesi, belki de dünya dışı bir zekayla karşılamanın bilimsel olarak en doğru anlatımıydı. Filminde, bu mantık bilim adamlarınca ilk dakikalarda birleştirilmişti, ancak yönetmen Stanley Kubrick son düzeltmelerinde söyleşileri kesip attı.

Garip Ama Gerçek: Kulağa biraz fantastik gelse bile, tüm bu senaryolar geleceğin uygarlığının kapasiteleri dahilindeki fizik ve biyoloji kanunlarıyla tutarlılık gösterir. Bunların tümü, genişleyen bir evrenin son günlerini yaşayan uygarlığın yegane kaçış şansları olabilir.  
 

Bu işin dönüşü yok!

Ünlü fizikçi Stephen Hawking'in karadeliklere ilişkin yeni açıklamalarının ardından zaman yolculuğunun mümkün olup olmadığını araştırdık. Radikal Cumartesi'ye özel açıklama yapan Stanford Üniversitesi'nden profesör Susskind'e göre geleceğe gitmek kolay, ama geri dönmesi imkansız

31/07/2004

SEVGİ YÜKSEL (Arşivi)

Stephen Hawking geçen çarşamba günü Dublin'de bir konferansta bilimkurgu dünyasını hüsrana uğratarak karadelikler aracılığıyla zamanda yolculuk yapılamayacağını açıkladı. Yıllardır tekerlekli sandalyeye mahkûm olup, bir bilgisayar sayesinde iletişim kurabilen ünlü fizikçinin anlattıklarına göre bir karadeliğin içine çektiği maddelere ilişkin bilgi yok olmuyor, değişime uğramış olarak ışık formunda geri püskürtülüyor. Böylece dünyanın değişik ülkelerinde parmakla sayılır akıllı birkaç adamı geceleri uykusuz bırakan paradokslardan biri daha çözüm bulmuş oldu. Peki hepimizin çocukluk hayali zaman yolculuğuna ne oldu?
Bir gün vişne rengi kıyafetlerle Osmanlı döneminin Pera'sında dolaşabilir miyim?
 

Hem var hem yok
Bilim adamları fizik yasalarının zamanda yolculuğa izin verip veremeyeceğini tartışırken, bazı filozoflar böyle bir yolculuğun her şeyden önce mantığa aykırı olduğunu düşünüyor. Geçmişe yolculuğun çelişkili sonuçlar doğuracağını, bunun da böyle bir yolculuğun imkansızlığını kanıtladığını savunuyorlar. Büyükbaba Paradoksu'nu örnek verebiliriz. Ergenlik çağında depresyona girmiş bir arkadaşımız
-adını Ali koyalım -geçmişe gider ve büyükbabasını büyükannesi ile tanışmadan öldürür ve böylece kendi doğumunu engellemiş olur. Bu durumda Ali'nin hem var olduğu, hem de var olmadığı sonucu çıkar. Bu en temel mantık yasalarımız ile çelişir. Filozoflar mantık yasalarının çiğnenemeyeceğini ve bu yüzden zaman yolculuğunun ancak tarih içerisinde tutarlılık korundukça olabileceğine inanıyor.
Geleceğe Dönüş filminin kahramanı Marty McFly Ali'ninkine benzer bir problemle karşılaşmıştı. Annesiyle babasının gençlik yıllarına yolculuk yapan Marty'e annesi aşık olmuş, böylece annesiyle babasının âşkı ve tabii ki Marty'nin varlığı tehlikeye düşmüştü. Tarih içinde tutarlılık zorunluluğu Marty'nin yavaş yavaş fotoğraflardan silinmesiyle gösterilmişti. Zaman Makinesi filminde de yakışıklı Guy Pearce evlenme teklif edeceği gün ölen nişanlısını kurtarmak için defalarca geçmişe dönmüş, ama ne yaparsa yapsın sevgilisinin ölümüne engel olamamıştı.
  

Kurtçuk deliği
Ne yazık ki daha zaman makinesi icat edecek bir Doctor Brown veya Guy Pearce çıkmadı. Şimdilik en popüler planlar, "Önce uzayda bir kurtçuk deliği bul," gibi kulağa çılgın gelen ifadelerle anlatılıyor. Gerçekten de Einstein'dan sonra ilk Kurt Gödel'in fark ettiği gibi genel görelilik kuramı aslında fiziksel bir maddenin ışık hızından daha düşük bir hızla yolculuk yaparak kendi geçmişine geri dönmesini mümkün kılıyor.

              


MIT profesörü Alan Guth, Genel Görelilik kuramını özetliyor: "Uzay-zaman kütleye nasıl hareket edeceğini söylüyor. Kütle uzay-zamana nasıl büküleceğini söylüyor." Uzay-zaman kavramını en kolay dört ucundan gerilerek tutulmuş bir çarşafa benzeterek düşünebiliriz. Çarşafın ortasına yerleştirilen bir futbol topu kütlenin uzay-zamanı büktüğü gibi çarşaf yüzeyinin şeklini değiştirir. Eğer çarşafın üzerine bir tenis topu daha koyarsak, oluşan çukurdan dolayı futbol topuna doğru yuvarlanmaya başlar. Bu da uzay-zamanın kütleye nasıl hareket etmesi gerektiğini söylemesidir. Kara delikler de, yerleştirilen bir bowling topunun çarşafı delmesi gibi uzay-zaman yüzeyinde oluşan sonsuz çukurlardır.


Zamanda yolculuğun gerçekleşebilmesi için uzay-zaman yüzeyinin iki noktasının birbirine değecek şekilde bükülmüş olması gerekir. Evrenin bu bölümünde zaman kapalı olarak tanımlanıyor, çünkü zamanda ilerliyoruz ilerliyoruz sonra bir bakıyoruz başladığımız yere geri dönmüşüz. İşte fizikçilerin kurtçuk deliği dedikleri de böyle bir şey. Boğaziçi Üniversitesi fizik profesörü Metin Arık anlatıyor: "Elmanın yüzeyini evren gibi düşünürsek, kurt deliği gibi evren bir yerinden deliniyor ve öbür tarafından birleşiyor." Böylece teorik olarak bu delikleri kullanarak bir zaman diliminden diğerine geçiş yapmak mümkün. Fakat heyecanlanmak için daha erken çünkü daha evrende bir kurtçuk deliği gözlemlenememiş.

 

Zaman oku

İnsan zamanda yolculuğun nasıl bir şey olacağını düşlerken bile zorlanıyor.

Sanki zamanın akışı hakkında en iyi bildiklerimize aykırı. Zamanın sadece bir doğrultuda aktığının farkındayız çünkü herkes yaşlanırken kimse gençleşmiyor veya çaya atılan şeker hep bin bir parçacık olup eriyor, ama hiçbir zaman çaydan küp şeker çıkmıyor. Geleceğe şu an, şu ana da geçmiş neden oluyor, şimdi daima geçmişe dönüşüyor, ama geçmişi gelecek açıklamıyor. Evden şemsiyesiz çıktığım için açık hava konserinde

ıslanıyorum, ama ıslandığım için evden şemsiyesiz çıkmıyorum. Geçmişe yolculuğu düşlemek zor çünkü bildiğimiz dünyada nedensellik sadece bir yönde işliyor. Ali'nin büyükbabasını öldürmesinde de olduğu gibi geleceğin geçmişi etkilemesi deneyimlerimize ters. Stanford Üniversitesi teorik fizik profesörü Leonard Susskind bu nedenle geçmişe yolculuğun mümkün olamayacağına inanıyor: "Eğer geçmişe gidebilseydik domuzların DNA'sıyla oynar, onları kanatlı bile yapabilirdik. Ama bu imkansız."

Prof. Arık'a göre Ali'nin büyükbabasını öldürmesi felsefi bir çelişki. Önemli olan fizik kuramlarının felsefeye değil matematiğe uygun olması. Arık, nedensellik ilkesinin Kuantum Alanları teorisinden çıkarıldığını ve Einstein'ın genel görelilik kuramında yer almadığını belirtiyor. Zaten şu an teorik fiziğin problemi bu iki önemli teorinin birleştirilememesi. Arık zaman yolculuğu ile ilgili soruların ancak bu gerçekleştikten sonra yanıtlanabileceğine inanıyor.

Diğer yandan Susskind'e göre geleceğe yolculuk gayet kolay. İşte bize gönderdiği özel tarifi: "Önce kendini bir karadeliğin etrafında dönmekte olan bir uzay gemisinin içinde bul. Gemiye bağladığın sağlam bir halatla kendini tam ufuk çizgisinin biraz üstünde kalacak şekilde karadeliğe bırak. Kendi saatine göre burada on beş dakika takıl. Daha sonra kendini yukarı geri çektiğinde yaklaşık 1000 yıl geçtiğini göreceksin. Geleceğe gitmek kolay, zor olan geri dönmek. Ben bunun imkansız olduğuna inanıyorum."

Zamanda yolculuk eğer mümkünse, insan neden daha önce hiç ziyaretçimiz olmadığını düşünmeden edemiyor tabii. Hawking gibi birkaç karamsar bunu bizim zamanımızın pek bir sevimsiz olduğuna ve zaman turistlerinin başka dönemleri tercih ettiğine bağlıyor. Bana kalırsa Angelina Jolie gibi güzelleri, Brad Pitt gibi yakışıklıları, Mehmet Ali Erbil gibi sunucuları, Ayşe Hatun Önal gibi şarkıcıları, Popstar gibi yarışmaları, futbol gibi hayat felsefesi ile görmeye değer bir zamanda yaşıyoruz. Kim bilir belki de kimliklerini gizli tutan ziyaretçiler -zaman casusları-aramızda dolaşıyor...


Zamanın tarihçesi

Tarih boyunca fizikçiler ve filozoflar-zaten eskiden bu ikisini ayrılmak zormuş- zamanı anlamaya çalıştılar. Eflatun zamanın göklerdeki dairesel hareket olduğunu söylemiş, Aristo ise zamanın bu hareketlerin ölçüsü olduğunu eklemişti. 17. yüzyılda Newton zaman ve değişim arasında kurulan bağlantıya karşı çıkarak zamanın herhangi bir hareketten bağımsız var olduğunu savundu. 1687'de Principia Mathematica adlı kitabında zaman ve uzay için ilk matematiksel modeli oluşturan Newton'a göre zaman, hep var olduğu ve var olacağından yola çıkılarak, uzaydan ayrı olarak iki yöne doğru sonsuza kadar giden bir doğru gibi düşünülmeliydi. Buna karşın birçok insan evrenin yaratıldığına inanıyordu. Bu yaratılıştan önce sonsuz bir bekleyiş olduğu anlamına gelirdi. Eğer, evren her zaman var olduysa, gerçekleşecek her şey neden önceden gerçekleşmemişti?

Alman düşünür Kant bu problemi "saf aklın çelişkisi" ("antimony of pure reason") olarak adlandırdı ve farklı bir bakış açısından, zamanı insan aklının dış dünyadaki nesneleri algılarken kullandığı form olarak düşündü.

Einstein 20. yüzyılın başında genel görelilik kuramı ile uzay ve zamanı, olayların içersinde gerçekleştiği bir kap olmaktan çıkarıp, evrenin dinamikleri arasında etkin katılımcılara dönüştürdü. Çok sayıda deneyle uyum gösteren kuram uzay ve zamanının birbirine ayrılmaz biçimde bağlı olduğunu ifade ediyor.


Hızın Doğası ve Görelilik

Bir yamaçtan aşağı pedal çevirmeden giden bir bisikletçinin hızı giderek artar; çünkü potansiyel enerjiyi hız enerjisine ya da kinetik enerjiye dönüştürmektedir. Kinetik enerjinin basit bir tanımı var: değeri (1/2) mv2 biçiminde verilir. Burada m cismin kütlesi ve v hızıdır. Kütle, kilogram olarak; hız ise saniyede metre olarak ifade edildiğinde kinetik enerjinin birimi joule olarak verilir. Bisikletçi aldığı hızla, yine pedal çevirmeden, öteki yamaca tırmanmaya başlarsa yavaşlar, kinetik enerjisi potansiyel enerjiye ve sürtünmeden dolayı ısıya dönüşür. Böylece, bütün hareketlerde kinetik enerji değişimleri ve bunun başka enerji biçimlerine dönüşümü büyük rol oynar.

Fizikçiler için hızın bir doğrultusu olur. Bu doğrultu bir vektörle temsil edilir. Sözgelimi, bir otomobil sürücüsü için ortalama hız, katedilen yol uzunluğunun yolda geçen süreye bölünmesidir. Fizikçi için ortalama hız, iki noktayı birleştiren vektörün süreye bölünmesidir. Bu ikisi aynı şey değil. Otomobilin kapalı bir döngüye girdiği durumda, varış noktası, çıkış noktasıyla çakışır ve fizikçi için ortalama hız sıfırdır. Bu tanım önemli bir açıklamanın yapılmasını sağlıyor: Ortalama hızın doğrultusu ve ölçüsü, çıkış ve varış noktalarının konumlarıyla tanımlanır. Demek ki tanım, bu noktalara bir takım koordinatlar bağlanmasına olanak veren koordinat sistemi gerektirir. Sonuçta fiziksel bir anlamı olan hız, belli bir koordinat sistemine göre tanımlanan hızdır. Bu nokta, Galileo göreliliğinde önemli bir role sahip. Günlük yaşamımızda karşılaştığımız pek çok durumda koordinat sisteminden söz edilmez, çünkü böyle bir şeye gereksinim duyulmaz. Sözgelimi bir 100 metre koşucusu, piste göre 100 metre koşar. Bu arada söz konusu pistin. Dünya'nın yörüngesi üzerinde ve aynı zaman aralığında hareket etmiş olmasının önemi yoktur. Atlet 100 metreyi on saniyede koşuyorsa, ortalama hızının doğrultusu, koştuğu kulvarın doğrultusudur ve değeri saniyede on metredir. Koşunun nasıl gerçekleştiğiyle ve özellikle hızlanma aşamalarıyla ilgili kesin bir fikir elde etmek isteniyorsa, o zaman daha ince kesitler ele almak gerekir.

Görelilik sözcüğü genelde Einstein'ı hatırlatır. Ne var ki bu durumun taşıdığı önemi fark eden ilk kişi 17. yüzyılda yaşamış olan Galileo Galilei'dir. Galileo yalnızca modern fiziğin ilk öncülerinden biri değil, aynı zamanda deneyin belirleyici rolüne ilk dikkat çeken, Kopernik sisteminin ateşli bir taraftarı olan ve bunu kanıtlayıcı tezler ortaya koymaya çalışmış bir gökbilimciydi. Kendi geliştirdiği teleskopuyla bu tür kanıtlar elde etmiş, ama bunları mekanik ve genel fizik yasaları alanında da aramıştı. Dünya ve Güneş için aynı yasaları ortaya koyan bu girişimi devrimci nitelikteydi ve kiliseyle anlaşmazlıkların başlangıcını oluşturmuştu. Oysa, Dünya'nın yer değiştirmesine karşı ortaya atılan en önemli iddia, Dünya'nın hareket etmesi durumunda cisimlerin onu izleyemeyeceği olgusuydu. Ne Ay, ne atmosfer, ne kuşlar ne de insanlar Dünya üzerinde kalabilirdi. Jüpiter'in dört uydusunu teleskopuyla keşfettiğinde duyduğu sevincin büyük olması anlaşılabilir. Bir gezegeni izleyen bir değil, tam dört av vardı ve bunların hareket ettiğini kimse inkar edemezdi. Galileo bu durumda Dünya'nın kımıldamadığının hissedilmesi olayına görelilik ilkesiyle yanıt veriyordu: Hız hissedilmez. Einstein savlarını açıklamak için trenleri ve gar peronlarını örnek göstermekten hoşlanıyordu. Galileo, aynı konuda gemi ve kıyı örneğini gösterdi. Hareket etmeyen bir geminin direğinin tepesinden bir cisim bırakılırsa, bu doğruca direğin dibine düşer. Peki gemi ilerlerse ne olur? Cisim düşerken direğin dibi yer değiştirirse ne olur? Galileo cismin yine direğin dibine düşeceğini söyler. Başka bir deyişle, kıyıdan bakıldığında düşen cisim, gemiyle birlikte ilerler. Ama gemiden bakıldığında gemi ister hareketsiz olsun, ister düzgün doğrusal, yani sabit bir hızla hareket etsin, cismin hareketi tümüyle aynı olacaktır. Dahası, geminin içinde yapılan hiçbir deney geminin hareketsiz mi olduğunu yoksa düzgün doğrusal bir hareket mi yaptığını bilmemize olanak vermez. Kuşkusuz, hızının ister büyüklük bakımından (yavaşlama ya da hızlanma) ister doğrultu bakımından (dönme) olsun değiştiği bilinebilir. Ancak, hız değişimleri hissedilebilir, hızın kendisi değil.

Einstein kendi göreliliğini bulduğuna göre, Galileo'nun göreliliğinde bazı şeylerin yanlış olduğu kanısına kapılabiliriz. Ama Galileo'nun görelilik ilkesi evrensel bir geçerliliğe sahip. Bazı özel koşullarda evrensel geçerliliğini kaybetmesi, bu göreliliğin, hızların bileşimine dayanarak yapılan yorumundan kaynaklanır. Hareket halindeki bir otomobilin içinde uçan bir sinek olduğunu varsayalım. Sineğin yola göre hızı, arabaya göre hızıyla, arabanın yola göre hızının toplamına eşittir. Galileo'nun ileri sürdüğü hızların birleşimi ilkesi budur ve söz konusu hızlar saniyede 300.000 km olan ışık hızı yanında çok küçük kaldığı sürece sorun yoktur. Ama tersi durumda her şey değişir. Çünkü ışığın arabaya göre hızı, arabanın hızı ne olursa olsun, yola göre hızıyla aynıdır.


Bir yamaçtan aşağı kayan kayakçının hızı giderek artar: çünkü potansiyel enerji hız enerjisine, yani kinetik enerjiye dönüşür.
Geçilemez bir duvar gibi ışık hızı, içinde yaşadığımız evrenin sınırlarını da belirliyor. Edwin Hubble, 1920'li yıllarda evrenin genişlediğini keşfetmişti. Hubble'ın keşfine göre, gökadaların bizden uzaklaşma hızları, uzaklıklarıyla doğru orantılı. Demek ki bir gökada ne kadar uzaktaysa, o kadar büyük bir hızla bizden uzaklaşıyor. Son yıllarda evrenin gözlenebilir sınırlarında gözlenen gökadaların, ışık hızına yaklaşan hızlarda uzaklaştığı saptandı. Buradan hareketle, daha uzaklarda gözlemlenecek cisimlerin ışık hızıyla hareket ettikleri söylenebilir.

Bizim bu cisimlerle haberleşme aracımız, gönderilen ışık. Evrenin uç sınırlarından gelen bilgiyi ışık taşıyor. Işık hızıyla uzaklaşan bir gökada varsa, onun ışığı bize gelemeyecek demektir. Böylece daha ilerisini göremeyeceğimiz karanlık bir sınır oluşacak. Bunun ötesinde milyonlarca galaksi olsa da, artık bizim için evren orada bitmiş demektir. Kuşkusuz bu kuramın doğruluğu matematik olarak mümkünse de fiziksel anlamda pek mümkün değil. Görelilik kuramının yasaları bunu yasaklar. Hiçbir şey ışıktan hızlı hareket edemez. Daha doğrusu, kütleli bir cismin ışık hızına ulaşması için kütlesinin sonsuza çıkması gerekir ki, bu olanaksız. Işığı (daha doğrusu elektromanyetik kuvveti) ileten parçacık olan foton, kütlesiz olduğu için boşlukta ışık hızında yol alır.

Bununla birlikte Einstein'ın formülleri çerçevesinde astrofizikçiler ve kozmologlar uzayı ve zamanı parçalayıp yeniden birleştirmeyi deniyor. Bununla tıpkı Uzay Yolu dizisinde olduğu gibi uzay/zamanı bükebilen motorlar yapılabilir. Televizyonlarımızda da gösterilen Uzay Yolu dizisinde, uzaygemisi Atılgan'ı sık sık ışık hızının üzerinde yolculuk yaparken görürüz. Einstein'ın özel görelilik kuramına göre bu mümkün değil. Boşlukta hiçbir şey ışıktan hızlı hareket edemez. Yine de bu hız sınırlaması yalnızca bölgesel. Kuramsal olarak uzay/zamandaki olağanüstü bir bükülme çok daha hızlı hareket etmeye yol açabilir.

1990'ların ortasında Cardiff’teki Galler Üniversitesi'nde fizikçi olan Miguel Alcubierre, uzay/zaman geometrisiyle ilgili kendine özgü bir formül geliştirdi. Onun düşündüğü bükülme motoru geminin ardındaki uzayı hızla uzatacak, böylece hızla ileri fırlayan gemi kısa sürede ışıkyılı uzaklıklarını katedebilecekti. Burada yapılmak istenen, atılgan gemisini evrende sanki bir dalganın üzerinde sörf yapıyormuş gibi ilerletebilmekti. Bu biraz da hava alanlarındaki yürüyen bantlara benziyor. Bacaklarınızı kullanmadığınız sürece kendi kendine hareket eden bandın üzerinde yol alabilirsiniz ama bu aletin hızıyla sınırlıdır. Işık hızının sınırlaması da bu bandın hızına benzetilebilir. Benzer öneri de Kip Thorne'un "kurt deliği" modeli. Uzay/zamanda bir çarpıklık yaparak, bir anlamda evreni eğip bükerek ışığın önüne geçmeyi öneren bu model de henüz gerçekleştirilmesi olanaksız gibi görünüyor.
Ne kadar ulaşılmaz görülse de insanoğlu hâlâ ışık hızını aşmanın bir yolunu bulmaya çalışıyor. Bu bile çağımızda hız kavramının ne kadar geliştiğinin bir göstergesi. Günümüzden 150 yıl önce saatte 25 milden hızlı gidilmesinin insanı öldüreceğini düşünenler vardı, bugünse ne yapsak da ışık hızını geçsek diye düşünüyoruz. Çağımız hız çağı, hızımızın üst sınırı yok gibi..
 

Karadelikler & wormhole


Kozmolojideki en korkutucu kavram, karadeliklerin dibinde yatmaktadır: Mutlak tekillik. Deliğin içinedüşen herhangi bir şey, tekliğin içinde yok olmaktadır. Sonsuz yoğunluk ve küçüklükte bir iğne deliği haline gelmektedir. Uzayın ve zamanın varlığı bile yok olmaktadır. Dışarıdaki evrende kalan tek şey, mutlak karanlıktanoluşan bir küre, ölen yıldızın yerçekimsel hayaletidir. Bu küre bir tür ufuk çizgisidir ve dipsiz kuyunun başladığıyeri belirtir. Bu olay ufku, maddeden ve hatta uzay-zamanın büzüşmesinden de oluşmamıştır, sadece bir alandır. İşte bu benzersiz alanın içindeki çekim gücü o kadar büyüktür ki, hiçbir şey buradan kaçıp kurtulamaz. Olay ufkunun çapı birkaç metre olsa da, mutlak hiçliğin devasa çekim gücü, ölçülmesi mümkün olmayan derinlikte bir delik yaratmış olabilir. Gökbilimciler, bu tür elle tutulamayan nesnelerin gerçek evrende varlığına dair kanıtlar olduğunu düşünmektedir.X ışını patlamaları, ancak patlama bittiği zaman gözlemlenebiliyor. Öncelikle, soluk ve soğuk yıldızlar, görülmeyen yoğun bir nesnenin yörüngesine girer. Bu noktada, yıldızın hareketlerini izlemek gerekir. Söz konusu yıldızlar, çıplak gözle göreceğimiz en soluk yıldızdan bir milyar (1.000.000.000) kez daha soluk yıldızlardır. Karadelik, yıldızı ölümcül bir dansla yakalar ve şanssız yıldızın gazını çekip alarak gazı yok edilmiş maddelerdenoluşan büyük bir alana atar. Madde, deliğe doğru sarmal hareketlerle ilerlerken ısınır ve dışarıda kalan dünyaya son umutsuz x-ışını sinyallerini yollar.Doğrudan bir karadeliğin içine düşüldüğünde, nelerin olacağı gerçekten bilinmemektedir.

 

Bu koşullar altında, uzayda, evrenin yaratılışında olduğu gibi daha da tuhaf şeyler olması olasıdır. Nitekim bazıları, genel olarak mutlak hiçlikten kaçabilmenin ve yeniden başka bir yere çıkabilmenin olası olduğunu ileri sürmüştür. Bu düşünce, daireselhareket eden bir karadeliğin içinden geçildiğinde, yeni bir evrene, yeni bir boyuta çıkılacağını savunur. Ancak, temel fizik yasaları, karadeliğin merkezinde uzay ve zamanın sonsuza kadar karıştığı ve içine giren maddenin yok olduğu bir alanın varlığına işaret etmektedir. Peki bu böyle olmak zorunda mıdır? Kontrol edilebilen karadelikler, fizik yasalarını aşmanın bir yolu olduğuna ilişkin spekülasyonlar, bilim-kurgunun dönüm noktasıolmuştur. İki karadelik, bir kurt deliği (wormhole) haline getirilmek üzere birleştirildiğinde ne olur? Bir kurt deliği, bizim boyutlarımız dışındaki bir tür üst uzayda yer alan bir tünelle bağlanan iki ayrı delikgibi düşünülebilir. Böyle bir kurt deliği yapabilmek için, uzay-zamanla uğraşmak gerekir. Öncelikle uzay-zaman, mutlak hiçlik oluşturma noktasına götürülmeden bir karadelik oluşturacak kadarbükülmelidir. İki deliği, üç boyutlu uzaydan geçen kesiksiz bir tüple birleştirmek üzere, bir çekim tüneli ikinci tünele bağlanmalıdır. İkinciadım, deliklerden birini, gidilmek istenilen herhangi bir yere doğru hareket ettirmek olacaktır. Bu deliklerden biri dünyamıza yakın, diğeri ise başka bir galakside olabilir. Tünel, son derece kısa -örneğin birkaç metre- ve aynı zamanda içinden bir yolcu geçmeye kalktığındayıkılabilecek kadar hassas olabilir. Yıldızlar arası kestirme bir yol açabilmek için, iş başında olan sınır tanımaz güçleri ehlileştirebilecek teknolojiyi geliştirmek gerekmektedir. Ancak o zaman bir galaksiden diğerine, mesela birkaç saniye gibi kısa bir sürede gidilebilir. Bir karadelik, sonunda mutlak hiçlik olan tek yönlübir cadde gibiyse; bir kurt deliği, yıldızlara açılan bir otoban olabilir.

Diğer taraftan, bazı bilim insanları ise, bilimsel kanıtların bu yolculuğun asla olmayacağını gösterdiğinidüşünmektedir. Bu bilim insanlarından biri olan Profesör Roger Penrose, karadeliklerin matematiğini farklı bir alana yöneltmiştir. Penrose, karadeliklerin büyük bir atığı yok oluşa gönderdiği dönüş hareketinden, çok büyük miktarda enerji çıkarabilmek için bir yöntem kurmuştur. Karadeliği oluşturan yıldızlar yok oldukları sırada kendi çevrelerinde döndükleri için, gerçek evrende birçok karadelik de kendi çevresinde dönerek devasa kütleleriyleçevrelerindeki uzayı bir girdaptaki su gibi karıştırıyor olmalıdır. Penrose’un enerji çıkarma işlemi, dönmekte olan delikten güvenilir bir uzaklıkta, enerji santrali kurulmasını gerektirmektedir. Dönmekte olan delik, çevresine, doğru açıdan bir sürü parçacık ya da nesne fırlatır ve dönüş karmaşasının gücü, bu parçacıkları darmadağın eder.

Bir parçacık, deliğe negatif enerji taşır ve bu, deliğin, kendi içine düşen nesneden daha fazla enerji taşıdığı anlamına gelir.Böylelikle bu süreç sayesinde bir karadelikten gerçekten enerjialınabilir. Bu parçacıklar, bir daha görmek istemediğinizherhangi eski bir malzeme bile olabilir. Bunların yarısı deliğin içinde kaybolacak, diğer yarısı da bir enerji tribününü çalıştırmak için kullanılabilecek çekim enerjisinin yarattığı sapan hareketiyle dışarı fırlatılacaktır. Söz konusu enerjinin kaynağı, karadeliğin dönüş hızının yavaşlamasıdır. Çünkü parçacıklardeliğe düştükçe deliğin hızını yavaşlatırlar. Ancak, bir eksenüzerinde hareket eden bir karadeliğin genellikle çok miktardahareket enerjisine sahip olması nedeniyle bu, enerji çıkarmak için olağanüstü etkili bir yöntemdir. Karadelikler, bir bilinmeyene işaret etmeleri nedeniyle ‘korku’ içeren sıfatlarla nitelendirilirler. Bilim insanları, bubilinmeyeni belki de anlamlı kılmak için gözlemlerine ve araştırmalarına devam ediyorlar. Birçok kuram ortaya atılıyor vbunlar üzerinde fikirler belirtiliyor. Yaratıcılıkta sınır tanıinsanoğlu, sahip olduğu teknolojiyle yetinmeyip çok daha ileriyedikiyor gözlerini. Karadeliklerin, enerji santralleri ya da zaman tünelleri olarak düşünülmesinin altında yatan neden de bu olsa gerek.
--------------------------------------------------------------------------------

SORULAR-CEVAPLAR

15 Temmuz 2004..


1. Soru:İki nesne (örneğin iki kişi) gerçekten birbirlerine dokunabilirler mi?

Yanıt: Anladığım kadarıyla moleküler düzeyde bir dokunmadan söz ediliyor. Şöyle başlayayım; doğada 4 temel kuvvet vardır, gravitasyonel, kuvvetli (strong), zayıf ve eloktromagnetik. İlkini herkes bilir, İkincisi atom çekirdeğinin içerisinde olup bitenlerden sorumlu, üçüncüsü lepton-lepton, lepron-baryonlar arası etkileşmelerden sorumlu. Sonuncusu ise temelde elektriksel yüklerin birbirleri ile olan çekme ve itme'den sorumlu ve doğadaki tek itme de yapabilen kuvvet. Dolayısıyla, Newton'un 3. Yasasındaki tepki'nin sorumlusu bu kuvvet. Öte yandan, herkese lise ve üniversite de öğretilen atom modelleri gerçeği tam yansıtmaz. Yani demek istediğim, atomlar, zannedildiği gibi leblebi ya da fındığa benzemez. Çekirdek adı verilen bir baryon kitkenin etrafında elektronlar adeta, başı sonu olmayan bir bulut gibidir. Dolayısıyla, yanyana iki atom için, hangisinin elektronları nerede başlıyor, nerede bitiyor pek belli olmaz. Bizim makro evrende dokunma ile adlandırdığımız olay, atomik boyutlu evrende pek geçerli değildir. Öte yandan, elektomanyetik orijinli kuvvetlerde, atomların birbirlerine bu anlamda değmeleri mümkün değildir. Hissedilen aradaki elektromagnetik itme kuvvetidir (atomların elektron bulutlarının itişmesi). Özet olarak yanıtım, "hayır, iki kişi el sıkışınca elleri bizim anladığımız anlamda birbirlerine değmez".

2. Soru: Gözlemcinin, gözlenen nesneye olan etkisi.

Yanıt: Bir otomobilin haraketini gözlemlediğinizi farkezin. Mekanizma şöyledir; Işık fotonları otomobile çarpar ve gözünüze yansır. Fotonlar, otomobil ile kıyaslandığında o kadar küçüktürler ki, hereketin değişmesine pratik olarak, neden olmazlar. Şimdi bir otomobil yerine, bir atomun hareketini gözlemlediğinizi farzedin. Aynı şeyi söyleyemezsiniz. Çünkü, atomun momentumu ile fotonların momentumu artık karşılaştırılacak kadar birbirlerine yakındır. Dolayısıyla, atoma her foton çarptığında, atomun hareketinin yönü ve büyüklüğünün değişmesini bekleyebiliriz. Neticede, gözlemlediğimiz, atomun orijinal hateketi değil, foton çarpması sonucu değişen hareketidir. Kuantum fiziğinde Heisenberg, kesinsizlik (doğru terim budur) ilkesi ile anlatılmaya çalışılan da budur.

3. Soru: Bose-Einstein yoğunlaşması.

Yanıt: İstatistik fizikte, tüm bilinen parçacıklar (elektron, proton, foton vs.) iki temel gruba ayrılır. Boson'lar ve Fermion'lar. Boson'lar spini tam sayı olanlardır ve tüm kuantum sayıları (spin, yük, açısal momentum vs.) aynı olsa bile aynı durumda bulunabilirler. Daha anlaşılabilir bir deyimle, aynı yeri işgal edebilirler. Fermion'lar ise bunun tam tersi. Eğer iki fermiaon'un tüm kuantum sayıları aynı ise yanyana bulunamazlar. Eğer yoğunlaşmayı, parçacıkların izin verilen, en sıkı bir biçimde yan yana gelmeleri olarak tanımlarsak, boson'lardan oluşmuş bir gazın yoğunlaşması, fermionlarınkinden çok daha sıkı olacaktır diyebiliriz. Neticede, bir boson gazının sıfır enerjili bir yoğunlaşma yapması beklenebilir, yani gazı sıfır mutlak sıcaklığına kadar soğutabilirsiniz. Fermionlarda bu olamaz. Yani, enerji düzeyini yöneten "n" baş kuantum sayısı aynı olan iki'den fazla fermiao olamaz. Dolayısıyla, fermion gazını sıfır mutlak sıcaklığına soğutamazsınız.

4. Soru: Dünyaya dair %100 doğrulanmış, ya da 100% yanlışlanmış hiçbir veri yoktur.

Yanıt: Soru, bence, bilimsel değil de biraz felsefi. Her tezin mutlaka bir antitezi oluşturulabilir. Soruya şöyle yanıt vereceğim. Şu anda odanızda oturmuş, televizyon seyrediyorsunuz. Biliyormusunuz ki, odadaki hava moleküllerinin hepsinin birden aynı yönde hareket edip, odanın bir köşesine çekilerek, sizi havasızlıktan boğabilme olasılığı sıfır değildir. Yani, pekala, bu olay meydana gelebilir ve siz de boğulursunuz. Ancak, şimdiye kadar hiç böyle saçma bir nedenden ölen birini duydunuz mu? Aynı mantık, verdiğiniz lambanın yanıp yanmaması örneği için de geçerli. Yeteri kadar uzun süre düğmeyi açıp kaparsanız, bir seferinde lamba yanmayabilir. Bakın dikkat edin, yanmaz demiyorum. Yanmayabilir diyorum. Çünkü bu, olağanüstü durumun ne zaman olacağını kestirme imkanım yok. Bu tür, olasılığı ihmal edilebilir düzeydeki, olaylar için biz pratikte hep kesin bir yanıt vermek, yani imkansız demek eğilimindeyiz.

5. Soru: Zeno paradox'u. Yani Aşil kaplumbağayı yakalayabilir mi, yakalayamaz mı?.

Yanıt: Arkadaşlarda biri bu paradox'u çok iyi yanıtlamış. Ben de, bir anlamda onu tekrar edeceğim. Burada, paradox, aşil'in hareketiyle, kaplumbağanın hareketi karşılaştırılırken, sadece yer değiştirmenin dikkate alınıyor oluşundan kaynaklanıyor. Zeno ve onu dinleyenler, matematikteki diferansiyel kavramını bilmediklerinden, hareket sırasındaki "dx" yerdeğiştirme aralıklarının küçülürken, zaman aralığı "dt" nin de küçüldüğünü ve oranlarını sabit kaldığını akıl edememektedirler. Newton'a kadar bu hikaye hep bir paradox olarak kaldı.

6. Soru: Kaos ve kelebek etkisi.

Yanıt: Şöyle başlayayım; Eğer hangi kelebeğin bu durumu meydana getirebileceğini bilse idik, bu kaotik bir etki sınıfına girmezdi. Kelebeği yakalar, "aman dur yapma!.." diyebilirdik. Kaos, nonlineer diferansiyel denklemlerin, belirli bir başlangıç koşulu için sonuçta yarattığı karmaşık etki. Olaylar için, doğada, şimdilik kaos'u bir kenara bırakacak olursak, iki tip davranış var. Ya, periyodik, yani birbirini takrarlayan davranışlar (örnek, gezegenlerin güneş etrafındaki hareketi). Ya da, rastgele (random) (örnek, radyoaktif bozunma). Kaos ise bambaşka bir şey (örnek, musluktan akan su). Kaoscular ikiye ayrılıyor. Bir grup, temel davranış biçiminin kaos olduğu, diğer ikisinin bunun özel bir hali olduğunu düşünmekte. Diğer grup ise, temel davranışın yariyodik ya da rastgele oluşu, kaosu'un ise bu ikisinin karışımı olduğunu düşünmekte. Ben, ilk grubun görüşünü daha akla yakın buluyorum. Nedeni ise, periyodik ve rastgele davranışların ikisi de lineer diferansiyek denklemlerin çözümleri. Ama, doğa nonlineer.

7. Soru: Nükleer santraller.

Yanıt: Nükleer santrallere karşı olanların savundukları argümanların başında, çevre gelmekte. Bu görüş sahiplerine önerim, lütfen, hidroelektrik santrallerin çevre de yaptıkları tahribatı düşünsünler. O zaman hala aynı fikirde iseler ben buradayım.

8. Soru: Duvar!..hatırladığım kadarıyla tartışma, insan yeteri kadar hızlı koşarsa duvardan geçebilir mi?, sorusu üzerine idi.

Yanıt: Cevabım, kesinlikle hayır!.. Sorunun kendisi, dalga-parçacık kavramının yeterince anlaşılamadığını gösteriyor. Bu kavram ilk kez 1924 yılında de Broglie tarafından ortaya atıldı. Özetle, "her cisim aynı zamanda bir dalgadır da" demektedir. Dalganın boyu onun karekteristiğidir ve bu hipoteze göre, ? = h/p ifadesi ile verilir. Burada h Planck sabiti, p ise momentumdur ve p = mv ile verilir. m: kütle ve v: cismin hızıdır. Planck sabiti 10-34 joule saniye dir. Buna göre, insan gibi makroskopik bir cisime eşlik eden dalganın dalga boyu, yaklaşık 10-36 metre mertebesindedir. Duvar atomlardan yapıldığına göre ve atomların büyüklüklerinin de 10-10 metre mertebesinde olduğu düşünülecek olursak, insana eşlik eden dalganın dalga boyu, bu büyüklüğün milyar kere onmilyonda biridir. Yani, mukayese edilemeyecek kadar küçüktür. Dalga-parçacık ikilemindeki kural şudur; Eğer dalganın üzerine düştüğü cismin büyüklüğü, dalganın boyuna yakınsa cisim üzerine düşeni dalga gibi algılar, değilse, parçacık gibi algılar. Dolayısıyla, duvarın atomları, koşan adamı bir parçacık gibi algılar ve adam da fizik de "tunelling effect" adı verilen duvar geçme olayını yapamaz. Öte yandan, "yeterince hızlı koşarsa…" ifadesi durumu daha da kötüleştirmektedir. Zira, cisim daha hızlı hareket ederse momentumu artar ve dolayısıyla da eşlik eden dalganın boyu kısalır. Aslında, soruya mizahi bir cevap şöyle olabilirdi!. İnsan yeterince hızlı koşarsa, taşıdığı momentum artacağından, belki bir şekilde duvarı yıkıp öte yana geçme şansı da artar. Tabii, kafası gözü de yarılacaktır.

9. Soru: Eski fizik, yeni fiziğe ne kadar muhtaç?

Yanıt: Eski fizik-Yeni fizik, Klasik fizik-Modern fizik vs. Bu sınıflamalar fizikçilerin değildir. Onlar için fiziğin eskisi yenisi, klasiği moderni olmaz. Fizik bir tanedir. Bunlar, fiziğin dışındaki kimselerin, kendi birtakım kıstaslarına göre yaptıkları sınıflandırmadır. Ancak soruyu "Kuantum fiziği, Newton fiziğine nekadar muhtaç?" şeklinde sorarsak, bunun bir yanıtı olabilir. Benim yanıtım; Kuantum fiziği, Newton fiziğine yüzde yüz muhtaçtır. Zira, enerji, momentum vs. gibi kavramlar newton fiziğinin ürünüdürler. Bunlarsız da hiçbir şey olmaz. Aslında, Newton fiziği de kuantum fiziğinin bir özel halidir. Örneğin, Planck sabitini sıfır alırsak, kuantum fiziği, Newton fiziğine, ışık hızını sonsuz alırsak da, Lorentz dönüşümleri (yani özel relativite) , Galilei dönüşümlerine indirgenir.

10. Soru: Esir nedir?

Yanıt: Bu kavramın ortaya atıldığı dönemlerde, bilinen tek dalga türü madde içerisinde ilerleyen dalgalardı. Örneğin, ses dalgaları, sudaki dalgalar vs. Dolayısıyla, fizikçiler madde olmayan ortamlarda dalganın yayılamayacağı fikrine sahiptiler. Ancak ışığın boşlukta da yayılabildiğini biliyorlardı. Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için "Esir" (ingilizcesi ether) kavramını ortaya attılar. Buna göre, boşluk yoktu, onun yerine kütlesi olmayan esir adı verilen bir madde bütüm uzayı kaplamıştı. Bu nesnenin varlığını kanıtlayabilmek ve ışığın bu madde içerisindeki hızını ölçmek amacıyla, Michelson ve Morley 1880' lerde bir deney yaptılar. Ancak başarılı olamadılar. Daha sonraları, bu deneyin, eter fikrini ortaya atanlara göre olumsuz, ışık hızının kaynağın hızından bağımsız olarak evrensel bir sabit olduğunu savunanlara göre (ki bu tek kişi Einstein idi) olumlu sonucuna göre esir diye birşey yoktur ve ışık boşlukta da yayılabilir.

11. Soru: Zaman izafi (göreceli) midir?

Yanıt: Evet. Aslında zamanı anlayabilmek için kozmoloji ve yüksek enerji fiziği hakkında bilgimiz olması gerekir. Ama ben kısaca açıklayabilirim sanıyorum. Bu soruya en iyi yanıtı özel ve genel relativite verebilir. Bu kuramları anlayabilmek için de, zamanın da uzay gibi bir koordinat olduğunun iyi kavranması gerekir. Yani evren, bizim algılayabildiğimiz kadarıyla, üçü uzay ve biri de zaman olmak üzere dört boyutludur. Özel relativite, kendine göre v hızı ile hareket etmekte olan bir sistemi gözlemleyen gözleyici için uzay ve zaman koordinatlarının şu şekilde değişeceğini söyler.

Burada, x ,T gözlemcinin uzay ve zaman koordinatı, x' ve T' ise v hızı ile hareket eden sistemin uzay ve zaman koordinatlarıdır. v gözlenen sistemin hızı, c ise ışık hızıdır. Bu ifadelere göre, gözlemci diğer sistemdeki uzunlukları kısalıyorlarmış gibi, zamanı ise uzuyormuş gibi gözlemler. Gibi diyorum, zira örneğin yumurta her iki sistem de yaşayanlar için yine üç dakikada pişer. Ancak, örneğin ben diğer sistemdekinin yumurtası acaba kaç dakikada pişiyor diye merak edip kendi kolumdaki saati tutarsam bu üç dakikadan daha fazla gösterebilir. Dikkat edilirse, burada diğer sistemin hızının büyüklüğü önemli. Eğer sistem ışık hızına yakın hızlarda hareket ediyorsa etki büyük, değilse etki küçüktür. Bu ifadelerin son derece ilginç sonuçları var. İlk aklıma gelen ikizler paradoksu. Buna göre, yer yüzünde doğan ikizlerden biri bir roketle uzaya gidiyor roketteki takvime göre 10 yıl sonra geri geliyor. Geldiğinde, roketteki ikiz kardeşini 80 yaşında bulabilir. Hatta yeryüzünde canlıların yok olmuş olduğu bir binlerce yıl sonrası da olabilir. Bu, roketin hızının ne olduğuna bağlı. Sanırım bu hikaye, 1960'lı yıllarda Apollo uzay projelerinin birinde denendi. Yeyüzünde senkronize edlilmiş iki atomik sezyum saatinden birini astronotlar yanlarına aldılar. Döndüklerinde, yerdeki saatle arasında, çok küçük de olsa bir fark ortaya çıktığı saptandı. Öte yandan, çok yüksek gravitasyonel çekim alanlarının (örneğin kara delikler) yakınında uzayın büküldüğü, zamanın uzadığı genel relativite kuramının sonuçları arasında. Yani, büyük kütlesel çekimlerin bulunduğu ortamlarda, uzay ve zaman bambaşka bir yapıya sahip.

12. Soru: 5. Kuantum peri masalı!!!…

Yanıt: Sanırım hikaye Heisenberg'in kesinsizlik ilkesi ile ilgili. Eğer kutuları konum, incilerin renklerini momentum olarak benzeştirirsek bu ilke "bir incinin rengini ve hangi kutuda olduğunu aynı anda kesinlikle bilemezsin" temel kuralını getirir. Buna göre, kellesi gidenler her kutuda kesinlikle hangi renk inci olduğunu söylemeye zorlandıklarından, ilke ihlal edilmesin diye hep söylediklerinin tersi çıktı. Prendesle evlenen genç ise bu ilkeyi biliyor olmalı ki, ilk iki kutu için kesin birşey söylemedi ve dolayısıyla bir kutudan beyaz diğerinden siyeh inci çıktı. Sonuncu kutu için sadece bir tek renk seçeneği kaldığından, o da ilkeyi ihlal etmemek için açılmadı.


13. Soru: J. C. Maxwell, Elektromagnetizmayı tarif ederken eter (ether) kavramını var kabul etmiş ve başarılı sonuç almıştır……..

Yanıt: 19. Yüzyıl, hata 20. Yüzyılın başlarına kadar, dalga hareketinin maddesel bir ortam dışında var olamayacağı kanısı vardı, bilim adamları arasında. Maxwell'in elektromagnatizmayı açıklayan denklemlerinde ışık hızı vardır "c". Ancak, bu hızın hangi referans sistemine göre olduğu denklemlerde yer almaz. Dolayısıyla, Maxwell denklemleri, Galilei dönüşümleri altında invaryant (değişmez) değildir. Bu durum, Maxwell denklemlerinin evrensel yasalar olup olmadığı tartışmasına yol açtı. Bir grup bilim adamı, bu denklemlerin evrensel olmadığı gerekçesiyle yanlış olduklarını iddia etti. Diğer bir grup ise, eter kavramını ortaya attı. Bu anlayışa göre, boşluk (vacum) diye birşey yoktur, uzay eter adı verilen, bir madde ile doludur ve her nesnenin, ışık dahil, hızı buna göredir. Böylelikle, Maxwell denklemleri bir bakıma aklanmış oluyordu. Yalnız yanıtlanması gereken bir soru vardı. O da, "ışığın bu ortama göre hızı nedir?". Bunu saptamak için, meşhur Michelson - Morley deneyi yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcı idi. Işık, referans noktasının hızından bağımsız bir hızla hareket ediyordu!!.. Yani, ışık, kaynağının gözlemciye göre hızı ne olursa olsun hep sabit c=300 000 km/sn 'lik bir hızla yayılıyordu. Tartışmalar yeni bir boyut kazandı. Tüm bu tartışmalar arasında, tek sorgulanmayan Galilei dönüşümleri olduğundan, Lorentz onu da sorgulamaya başladı ve 1900'lerin hemen başında, Maxwell denklemlerini değişmez bırakan dönüşümleri elde etti. Bunlar, günümüzde bile hala geçerliliğini korur. Buna göre uzay ve zaman, Galilei dönüşümlerinde olduğu gibi, birbirlerinden bağımsız kavramlar değildi.

Artık evren 4 boyutlu (uzay-zaman) oldu. Yani r = (x,y,z,ct), "c" ışık hızı ve o da evrensel bir sabit. Lorentz dönüşümleri ayrıca, değişik referans sistemlerinde uzunlukların kısaldığı, zamanın uzadığı gibi bir takım, o çağda, asla anlaşılamayacak bir takım sonuçları da bereberinde getirdi. Buna, Lorentz'in kendiside pek bir yanıt bulamadı, belki de inanmadı. Aslında bulduğu doğru idi. Bilim dünyası bu gerçeği anlayabilmek için Einstein'I beklemek zorunda idi. Einstein'in Planck sabiti yerine, "delta" (????) adını verdiği sabit hakkında hiçbir bilgim yok. Bilimsel açıdan bir değeri olsa idi mutlaka bilirdim. Yani, fizik de adı bile geçmiyor. Eter sorununa geri dönelim. Şu anda da bilim dünyasında buna benzer bir tartışma var. Yalnız orijini Maxwell denklemleri değil, çok daha derin. İşin içerisine kozmoloji ve parçacık fiziği giriyor. Hikaye şu: Bilim adamları, şu sıralarda, karanlık madde (dark matter) adı verilen, galaksiler arası, bir maddenin varlığından şüpheleniyorlar. Nedeni de, evrenin bilinenen kozmolojik kuramlarla, olması gereken kütkesi ile, gözlemlenen kütlesi arasındaki çok büyük fark. İki ayrı yaklaşım var. Biri, bu maddenin, günümüzde bilinen parçacıklardan çok daha farklı bir takım nesnelerden oluşmuş olabileceği. Diğeri ise bugün kütlesiz olarak bilinen (örneğin, nötrinolar'ın), çok da küçük olsa kütlelerinin olabileceği varsayımına dayanıyor. Dolayısıyla iş, ya bu parçacıkları keşfetmek, ya da, nötrinoların kütleleri olduğunu kanıtlamak. Ancak, ortada elle tutulur bir sonuç henüz yok.

14. Soru: Cins, cinsi çeker ifadesinin yüksek enerji fiziğindeki anlamı nedir?

Yanıt: Soru da ima edilen elektrik yükleri olsa gerek. Zira doğada tek itici kuvvet zıt elektrik yükleri arasındaki kuvvettir. Yüksek enerji fiziği kuvvetli etkileşmelerle ilgilenir (strong forces). Bunlar, nükleonlar ve kuarklar arası etkileşimlerdir ve daima çekicidirler.

15. Soru: Işıkta bir madde olduğuna göre, uzayın tam olarak gözlemlenmesi olanaksız değil mi?

Yanıt: Einstein'in genel görelilik denklemleri zaten uzayın doğrusal olmayıp, aksine, eğri olduğunu göstermektedir. Elbette, ışık da, netice olarak, bir madde olduğundan, kütle yakınından geçerken bükülecektir. Daha öteye birşey söyleyeyim. Uzay deyince aklımıza, çok büyük bir küre içerisinde, rastgele saçılmış, yıldızlar galaksiler vs. gelir. Aslında bu doğru değil. Uzayın, çok büyük bir küre olduğu çok yanlış değil. Ancak, yıldızlar, galaksiler vs. (yani biz) bu kürenin içinde değil, yüzeyindeyiz. Dolayısıyla iki nokta arasındaki en kısa yol doğru değil, bir yay (jeodezik). Örnek, Paris - New York seferini yapan uçak, en kısa yol olarak rotasını, harita üzerinde cetvelle çizilmiş doğru yerine, merkezi yerin merkezinde bulunan ve yeryüzünü Paris ve New York norkalarında delen bir çember yayı üzerinde belirler. Onun içindir ki, önce kutuplara doğru yaklaşır, sonra güneye yönelir.

16. Soru: Madde için referans ne?, bir yıldızın yaşı için neyi referans alacağız?

Yanıt: Büyük patlama (Big bang) zamanı ve mekanı başlattı. Sadece kavramsal olarak değil, fiziksel olarak da. Zira, Bugün evreni dolduran tüm madde, büyük patlamadan önce bir noktada sıkışmış sonsuz yoğun bir durumda idi. Süper gravitenin olduğu yerde (örneğin kara deliklerin içi) zaman ve mekan boyutları birleşmiş bir durumdadır. Patlama ile bunlar birbirlerinden ayrılmaya başladılar. İşte o an zaman saati tıklamaya başladı. Bence, mutlak zaman referansı budur. Ancak bunun sorunun yanıtı olmadığını biliyorum. Zira, öyle ise tüm yıldızların yaşı da aynıdır. Öyleyse, sorunun yanıtı kozmolojik değil, astrofizikseldir. Yani yıldızın doğum anı, uzaydaki hidrojen atomlarının bir noktada yoğunlaşmaya başladıkları andır. Bu anı, demin tanımladığım, mutlak zamandan çıkarırsanız, yıldızın yaşını bulursunuz. Mekana gelince!!. Burada durum farklı. Sizi şaşırtıcı bir gerçekle söze başlayacağım. Yukarıda, uzayda iki nokta arasındaki en kısa uzaklığın bir jeodezik olduğunu söylemiştim. Düzeltiyorum, uzayda, herhangi iki nokta arasındaki en kısa uzaklık SIFIR' dır. İlginç değil mi? Şimdi uzayda, iki nokta alın, bu noktalarda, bir şekilde, kara delik etkisi yaratın, yani maddeyi sonsuz sıkıştırın (tabii ne kadar başarabilirseniz, ama doğa bunları başarabildiğine göre çok da olanaksız değil), zamanla mekan birleşeceklerdir. Buna, modern kozmolojide "kurt deliği" (worm hole) adı veriliyor. Mekan'ın olmadığı yerde uzaklıklar da sıfırdır. Buradaki fiziksel mekanizma şöyle: Gravitasyon uzayı büküyor, öyle ki, iki ayrık nokta birbiri ile çakışıyor. Örnek vermek gerekirse; elinize bir tabaka kağıt alın, bir köşegeninin iki ucuna iki nokta koyun. Sonra kağıdı elinize alıp, köşegene dik bir şekilde bükün. Sonunda iki nokta çakışacaktır ve aralarındaki uzaklık SIFIR olacaktır. Bilmem, Mesaj (Contact) adlı filmi izlediniz mi? Bu filmde de anlatılmak istenen buydu.

17. Soru: Kuantum evreninde de entropi kuralı geçerli mi?

Yanıt: Evet. Bir düzeltme yapayım: kuralın adı maksimum entropi'dir. Öte yandan, "….atomaltı dünyada parçacıkların sürtünmesizlik prensibine göre hareket ettikleri…" ile başlayan cümleden ne kastedildiğini pek anlayamadım. Bildiğim, sürtünme cisimleri oluşturan moleküllerin, moleküller arası Van der Waals adı verilen zayıf bir kuvvetle etkileşmelerine dayanır ve tamamen makroskopik bir etkidir. Entropi'ye gelince. Bu kavram tek bir parçacık için pek geçerli değildir. Zira entropi, parçacıkların oluşturduğu bir topluluk (ensamble) için tanımlanabilir. İlkenin ifadesi şöyledir: ?E ? 0, yani bir süreç sonunda sistemin entropisi ya değişmez yada büyür. Diğer bir deyişle, sistem düzenden, düzensizliğe doğru geçiş eğilimindedir. Örnek: Oda içerisindeki hava moleküllerini bir köşeye sıkıştırın ve entropisini hesaplayın. Daha sonra gazı serbest bırakın. Odanın içerisine yayıldığını göreceksiniz. Tersi olmaz, yani, odadaki diğer hava molekülleri de toplanıp köşeye sıkıştırılmış gaza doğru yürümezler. Entropiyi tekrar hesaplayın, büyümüş olduğunu göreceksiniz. Yani süreç, düzenzizliğe doğru gelişecektir.


18. Soru: Gravitasyon nedir? yapisi alan etkisinde midir, yoksa bir tur parcacikla ilişkili midir?


Yanıt: Gravitasyon doğada bilinenen dört etkileşmeden biri ve en zayıf olanıdır. Diğerleri, kuvvet sıralarına göre, Kuvvetli etkileşmeler, Zayıf etkileşmeler, Elektromagnetik etkileşmelerdir. Gravitasyon dahil tüm etkileşmeler alan denklemleri ile tanımlanabilirler. Ayrıca ilk üçü için sorumlu birer parçacıkta vardır. Kuvvetli etkileşmeler için "gluon", Zayıf etkileşmeler için "W" ve "Z" parçaçıkları, Elektromagnetik etkileşme için "Foton". Gravitasyon için de bir parçacık aranmakta. Henüz bulunamadı ama bir adı var "Graviton".

wormhole ?

Fizikçilerin tabiriyle, "uzay zamanın bükülerek, uzayda herhangi iki noktanın yanyana getirilmesi" ile oluşur solucan delikleri. Uzay zaman'ın ise nasıl büküleceği benim için hala bir muammadır.

Nasıl yapılıyordu bu... nötron yıldızı yoğunluğunda bir malzeme alıp, bunu güneşin etrafında dünya yörüngesi kadar bir halka şekline getirirseniz ve sonra o halkayı ışık hızına yakın çevirirseniz, bu işlemin aynısını yaptığınız bir başka halka ile arasında kurt deliği oluşurmuş teoriye göre. Nasa'nın Breakthrough Propulsion Physics projesinin yalancısıyım. En bir kötü tarafı kurt deliğini açmak istediğiniz yerde zaten olmak zorundasınız.

Kara delikleri veya kara deliklerle beyaz delikleri birleştirdikleri iddia edilen portallar.. bazı  fizikçilere göre teorik olarak zaman ve evrenler arasında yolculuğu mümkün kılmaktadır..

Galaksinin çeşitli noktaları arasında anlık yolculuk yapılabilmesine olanak sağlayan teorik geçitler silsilesi...

Evreni "s" şeklinde düşünürsek o "s" 'nin bir kıvrımından diğer kıvrımına direk bağlantı sağlayan olay
bir nevi evrenin bir ucundan diğer ucuna en kestirme yol.

Kütleçekimin özel koşullar altında itki yaratması özelliğinden faydalanılarak da yapılabilir.

Karadelik oluşturmaya yetmeyecek ve fakat kurtdeliği oluşturabilecek miktarda kütle alınır. Kütle kendi üzerine çökertilir; öyle ki madde kendi üstüne yeterince çökmüş lakin itki kuvvetleri karadelik oluşumunu engelleyecek şekilde dengedir. Oluşan kurtdeliğinin bir ucu diğerinden ayrılarak uzaklara, zamanın genişlediği mekanlara taşınır. Bir nötron yıldızı ya da karadelik yakınları bu iş için uygundur. Artık kurtdeliğinin bir ucunda zaman normal hızında seyrederken diğer ucunda da genişlemiştir.

Geçmişe yolculuk için zaman makinesi yapımında kullanılan bir malzeme olarak tariflerde verilsede yapay kurt deliğinin yapılması halinin nasıl olacağı şaibeli durum.

Uzay zaman eğrisini şöyle bir ucundan güzelce tutup, katlayıp üst üste gelen yüzeyler arasında bir delik açma olayı.Bana bu ne bu kardeşim TRT çocuk programı mı, kartondan ev mi yapıyoruz dedirten teorem. Bazen bu fizikçilerin sıkılıp, ya hadi komple saçma bir şey sallayalım, biz diyorsak inanırlar, biz de koparız güleriz falan dediklerini düşünüyorum..bazen ama.

İki paralel boyut arasındaki zaman örgüsü birbirlerine doğru bükülerek birleştirilir, bu aynı elma kurdu deliğine benzer. Bu delik iki boyutu birbirine sonsuz hızda bağlar yani bu deliğe giren inanılmaz bir hızda inanılmaz bir mesafe kaydeder. Geleceğe yönelik en büyük düş bu tünellerin kontrol edilebilmesidir. Bu sayede dünya ile milyonlarca ışık yılı uzak gezegenler arasındaki süre birkaç saniyeye indirilebilir.

Karmaşık uzay örgüsünde bir delik açmak için yeterince ağır ve yeterince küçük bir nesne gerekir. Bu nesne bir çivi görevi görerek zamanı eğecek ve bu eğilmenin belirli bir noktasında zaman delinecektir, karşı paralel boyutta aynı işi ters yönde uygulayarak bu iki boru birleştirilir. Böylece güzel bir kurt deliği oluşur. Mantıken uzaklığın kısa olup olmadığını çözemedim lakin deliğin iki tarafındaki zaman farklı işleyeceği için uzaklık uzun olsada zaman kısa gelecektir. Yada zaten uzaklık çok kısadır. (bkz: wormhole engineering)

‘‘Sonsuz ihtimali’’ temsil eder. Bizim bildiğimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz tünel burada üst üste labirent yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir. Bu atomaltı tüneller sayısız tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10e-33 cm’lik hortumlardır ve her an heryerdedirler.

Geleceğe gitmek için bir umut kaynağı olmuş; ancak çok küçük olduğuna inanılan, belki evrenin genişlemesinden dolayı o da genişlemiştir diye ümitlenilen delik, bu delikte zaman kavramı olmaz eğer kendinizi görebiliyor olsaydınız çıktığınızda kendinizi içeri giriyor olarak görürdünüz. (bkz: zamanda yolculuk)

Süper yay teoremi gibi çok boyutlu evren teoremlerinde üst boyutları kullanarak uzay zamanı bükmek suretiyle gidilecek yolu kısaltmaya yarayan delik. uzay zamanı yeteri kadar bükülebilirse geçmişe bile gidilebilir.

Uzay zaman doğrultusunda iki nokta arasındaki en kestirme yol.. Uzayı bükerek kaynak ile hedefin aynı noktada birleşmesi esasına dayanır.

Mobius şeridinde açılan bir delik gibidir. Bir anda başka bir mekana, ya da aynı mekanda başka bir zamana, belki de hem zamana hem mekana açılan hipotetik kapıdır.

Zaman yolculuğu mümkün, ama...

Kaynaklar: www.firstscience.com, www.sciam.com, www.spiegel.de

İnsanoğlunun en heyecan verici hayallerinden biri ne derecede gerçekleşebilir? Bilim kurgu filmlerinin vazgeçilmez konularından biri olan zaman yolculuğu tümüyle olanaksız değil. Bir İngiliz fizikçi zaman yolculuğu için gerekli donanımları bile önerdi.



Zaman yolcuğu bugüne dek birçok filme konu oldu ve bu tür filmleri izlerken hepimiz farklı zamanlara gitmeyi hayal ettik. Kimimiz firavunlar ülkesindeki görkemli piramitlerin ne şekilde inşa edildiğini veya dünyamızın 100 veya 200 yıl sonra ne duruma geleceğini merak eder.

Aslında geçmişe veya geleceğe yolculuk birçok açıdan insanların yararına olurdu. Mesela arkeologlar tarihöncesi dönemlere giderek, yorumlamakta zorlandıkları kalıntıları açıklayabilir ve bilgilerini tamamlayabilirlerdi.

Ya da geleceğe yolculuk edip, birkaç yüz yıl sonraki teknolojileri kopya etmek nasıl olurdu acaba?

Bu tür fantezileri hayal etmek çok kolay, ama bu konuyu bilimsel anlamda araştırmak zordur.

Örneğin, zamanda yolculuk üzerinde çok fazla duran bir bilim adamının, ödenekleri boşuna harcadığı gerekçesiyle eleştirilebileceğini ya da bu tür araştırmaların ordu tarafından gizlendiğini söyleyen Stephan Hawking, zaman yolcuğunu politik açıdan doğru bulmamakta.

Fakat fizik bilimi bu konuyu ‘kapalı zamansal eğri' gibi karmaşık terimlerin arkasında gizleyerek araştırmanın yolunu bulmuş bile.

Dünya 1000, siz 10 yıl

İnsanoğlunun zamanda yolculuk serüvenini başlatan Albert Einstein olmuştu. Fizikçinin özel ve genel görelilik kuramları, evrenin düzeni hakkında bambaşka bir tablo sunuyordu. Buna göre zamanın akışı, insanın uzayda ne hızla hareket etmesine bağlı olarak değişmekte.

Örneğin dünyadan bakıldığında, bir astronotun hızı, ışık hızına yaklaştıkta daha yavaş geçer. Bu etkiyle bin yıl sonraki dünyaya yolculuk edilebilir.

Amerikalı fizikçi Richard Gott, zaman yolculuğunun konseptini kısaca şu şekilde açıklıyor:

Bir uzay gemisine binin ve dünyamızdan 500 ışık yılı kadar uzaklıkta bir yıldıza gidip, geri dönün. Gidiş ve dönüş yolculuğu neredeyse ışık hızında yapıldığında dünya 1000 yıl, siz ise sadece 10 yıl yaşlanmış olursunuz.

Fakat teorik olarak mümkün gibi görünen yolculuk hayali, pratikte uygulanmak istendiğinde zorlu engeller çıkıyor ortaya. Bir kere bu kadar hızlı çalışan bir uzay aracı bulunmuyor henüz. Ve her şeyden önemlisi geleceğe yolculuk eden kişi günümüze nasıl dönecek? Sonuçta özel görelilik kuramına göre zaman tek yönlü!

Paralel evren

Geçmişe yolculukta da durumun daha iyi olduğu söylenemez. Einstein'ın genel görelilik kuramında uzay zaman yerçekiminin etkisiyle ‘bükülmekte' ve bu özellik 1967'de Amerikalı fizikçi John Wheeler tarafından ‘karadelik' olarak adlandırıldı.

Önüne gelen tüm maddeleri yutan karadeliğin muazzam kütle çekimine ışık bile karşı koyamıyor.

Albert Einstein ve öğrencisi Nathan Rosen, 1935 yılında bu tür oluşumların varolamayacağını kanıtlamaya çalıştıysalar da başarılı olamadılar ve bunun yerine bu iki uzay zaman kuyusunun birbirine dokunarak, dünyamız ve bir paralel evren arasında bir köprü oluşturduğunu buldular.

Aynı evrendeki iki nokta arasında bir tünel oluşturan bu köprü daha sonra ‘kurt deliği' olarak adlandırıldı. Buraya kadar her şey iyi güzeldi de bu ‘kurt delikleri' sabit değildi ve bu da işi yeniden zorlaştırıyordu.

Kurt deliği

Fakat Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü fizikçisi Kip Thorne, astrofizikçi ve roman yazarı olan arkadaşı Carl Sagan için sabit bir ‘kurt deliğinin' bulunup bulunmadığını kontrol edince olumlu bir sonuca ulaştı. Thorne, dostunun bu isteğini Einstein'ın formülüne uyarlayınca doğrudan doğruya bir kurt deliğine giden bir zaman halkası bulmuştu. Bilim adamları uzayda bir kurt deliğinin varlığını öğrendikten sonra bir zaman makinesi görevini görecek olanının ne şekilde üretilebileceğini düşünmeye başladılar.

Tıpkı bir kara delikte olduğu gibi, kurt deliğinin çekim alanı da geleceğe taşıyan bir araç olabilirdi.

Üstelik kurt deliği daha avantajlıydı, çünkü geçmişe de götürebilirdi. Ve A noktasından hızlı bir dönüşle yine terk edilen bölgeye dönülebilirdi.

Kuantum fizikçileri varlığını çok kısa bir süre sürdürebilen minik bir kurt deliğinin, evrenin ince yapısında yani uzay zaman köpüğünde (kuantum köpüğü) üretilebileceğini buldular.

Bu ‘sanal' kurt delikleri varlıklarını sadece bir nano saniyenin bilyonda bilyonda bilyonda yüzü kadar sürdürebilir ve çapları ise bir Planck uzunluğunun çapına eşit olurdu.

Zaman makinesi için
Fizikçiler sonunda zamanda ileriye ve geri doğru hareket etmenin bir olanağını bulmuşlardı ve zaman makinesinin tasarımını mümkün kılan yapı parçaları İngiliz fizikçi Paul Davies tarafından geliştirildi. Davies'in önerdiği parçalar şunlar:

Collider: (Parçacık hızlandırıcısı). Gerekli enerji miktarını üretiyor.

Imploder: (sıkıştırıcı ve yoğunlaştırıcı). Enerjiyi mikroskobik noktada sıkıştırıp yoğunlaştırıyor. Bu noktanın üzerinde kurt deliği yaratılmakta.

Inflator: (Genleştirici) Kurt deliğini, insanın içine sığabilecek şekilde büyültüyor.

Differentiator: (Farklılaştırıcı). Kurt deliğinde süreğen bir zaman farkı yaratarak zamanda yolcuğa izin veriyor.

Gerekli enerji

Bu durumda dönüş yolculuğu, genel görelilik kuramına göre yolculuk eden kişiye, çıktığı gezegenden farklı seyreden, normal bir uzay yolculuğu gibi yaşanırdı.

Süreğen bir kurt deliğinin üretilmesi için uzay zaman köpüğüne yeterli enerjinin aktarılması gerektiğini söyleyen Davies, bunun için yaklaşık olarak sadece on milyar julün gerekli olduğunu buldu.

Bu, büyük bir santralin birkaç saniye içinde çıkardığı enerjiye eşit ve bu enerji, ağır atom çekirdeklerinin üst üste fırlatılması ve bu şekilde tozlaşmalarıyla elde edilebilir.İkinci adım çok daha gelişkin teknolojiler istiyor.

Çünkü on milyar jullük enerjinin, bir Imploder içinde bir Planck uzunluğunda küçük bir mekana dönüştürülmesi gerekmekte.

Bu girişim, günümüzde parçacık hızlandırıcılarında yapıldığı gibi iki manyetik alanla gerçekleştirilmek istendiğinde, bunun için güneş sistemimizin büyüklüğünde bir santrale ihtiyaç duyulabilir. Üstelik iş bununla da bitmiyor.

İkinci aşamada kurt deliğinin, içine bir yolcu sığacak kadar büyütülmesi gerekmekte. Örneğin, çekim kuvvetine karşı negatif bir kütle çekimine sahip egzotik bir maddeyle. Bazı fizikçiler bu maddenin var olduğuna inanıyorlar.

Jüpiter' kütlesi kadar enerji

Davies ‘How to Build a Time Machine' adlı kitabında da anlattığı gibi bu madde bir Inflator (genleştirici) içinde yoğun enerjili lazerle son derece hızlı dönen ayna sisteminde elde edilen negatif enerjiyle üretilebilir.

Ancak Amerikalı fizikçi Matt Visser'in hesaplarına göre, bir metrelik kurt deliği için güneş sistemimizin en büyük gezegeni olan Jüpiter'in kütlesine eşit negatif enerji gerekmekte.

Bu şekilde içinden geçilebilecek bir metre uzunluğunda bir kurt deliği üretildiğinde geriye son bir zorluk kalmakta. Bir ‘differantiator'/farklılaştırıcı ile deliğin iki ağzında bir zaman farkının oluşturulması gerekiyor ki, bu Davies bunun genel görelilik kuramına göre zaman akışının çekim kuvvetini yavaşlatan son derece yoğun kütleli bir nötron yıldızı olabileceğini söylüyor.

Bunun için kurt deliğinin ağızlarından biri, nötron yıldızının yakınına itilmesi gerekmekte. Burada zaman yavaşlarken (nötron yıldızı ne kadar yoğun kütleli ise zaman o denli genişlemekte) diğer açıklıkta gayet normal geçer.

Merhaba Atatürk Dönemi!
Gerçi Davies bile bunun pratikte nasıl mümkün olabileceğini açıklayamasa da açıklık yine güneş sistemimize geri alınabilir. Bu teoriye göre yolculuk eden uzun bir koridorda yürür gibi kurt deliğinden geçerek kendisini mesela cumhuriyetin ilk yıllarında bulabilir.

‘Zaman yolcusu zamanı geriye almak yerine, geçmişte biten bir uzay yolcuğu gerçekleştirmekte' diye açıklıyor Davies kurt deliği ilkesine göre işleyen zaman makinesini.

Ancak geçmiş öyle istenildiği gibi tarihin derinliklerine uzanmaz. Çünkü farklılaştırıcının zamanı yavaşlattırdığı an, yani diğer sözlerle zaman makinesinin üretimi geçmişte yaşanmamıştır.

Bugüne kadar herhangi bir zaman makinesinin varlığının saptanmamış olması da, bugüne kadar gelecekten hiç kimsenin bizi ziyaret etmediğini de kanıtlar aslında.

O halde Paul Davies'in önerdiği zaman makinesi bizi eski Mısır'a veya tarihöncesi dönemlere de götürmeyecektir.

Terminatör filmi

Fizikçiler de zaten zaman yolculuğu hipotezinden pek memnun değiller. Fiziğin genel ilkelerinden biri olan nedensellik yara alabilir çünkü.

Bunu örneğin Geleceğe Dönüş/ Back to the Future filminde görmek mümkün. Filmde genç bir erkek doğumdan önceki zamana dönünce, annesi ona aşık olur. Peki ama bu yüzden babasıyla tanışıp onu hiç dünyaya getirmeseydi ne olurdu?

Kimi fizikçiler bu tür paradoksların ortaya çıkabileceğine hiç ihtimal vermiyorlar bile. Bir zaman yolcusu sadece olayların akışını izleyebilir. Mesela gelecekteki bir makinenin günümüze gönderildiğini konu eden ‘Terminator' filminde olduğu gibi.

Terminator, dünyada başkaldırıcı insanlığı yaratacak olan geleceğin liderini öldürmekle görevlendirilir. Fakat geleceğin insanlığı buna rağmen anneyi koruyacak ve daha sonra da aynı zamanda çocuğun babası olacak bir kurtarıcıyı Terminator'un peşine göndermeyi başarırlar.

Gerçi bu durumda tarihin akışı değiştirilmemiş olsa da insanlığın özgür iradesi tartışılmaya sunulmuştur.

Çıkış yolu

Bu ikilem için bir çıkış noktası bulan İngiliz fizikçi David Deutsch oldu: Evrenimiz içindeki olayların farklı bir şekilde geliştiği sayısız paralel evrenlerden sadece biri.

‘Kuantum fizikçilerinin birçoğu bu çok dünyalı yorumu fazlaca ciddiye alıyorlar' diyor Richard Gott. Buna göre bir zaman yolcusu içine ait olmayan alternatif bir dünya tarihinin yaratıcısı olur. Yani bu da diğer bir evrende gelişir.

Ve bu şekilde özgür irade kurtarılmış olur, ama zaman yolcusu kendi dünyasına geri döneceğinden nasıl emin olacak?

Zaman yolculuklarıyla entelektüel olarak ilgilenen fizikçilerden biri olan Hawkings, bu konuda 1992 yılında formüle almış olduğu ‘Kronoloji- Koruma- Tahmini' (‘chronology protection conjecture') teorisinin geçerli olmasını umuyor: ‘Fizik kanunları, makroskobik objelerin zaman yolcuğuna izin vermez.'

Fakat bu sadece tahmin olduğu müddetçe, zaman yolculuğu en azından teorik olarak imkansız sayılmaz.

Kaynaklar:

1- Alıntı :Kuantum köpüğü -HANS von AIBERG'İN SOHBET YAZILARI'ndan alınmış kısa bir alıntı.Not: Orijinal metin değiştirilmiştir.

2- Alıntı: ''Evrende yalnız değiliz''...Milliyet.com.tr 'sayfasından alınmıştır.

3- Alıntı: ''Fizikçiler büyük yok oluştan 7 adımda kaçış planı hazırladı!'' onlinefizik.com'dan alınmıştır.

4- Alıntı: ''Bu işin dönüşü yok!'' - radikal.com' adresinden alınmıştır

5-''Hızın Doğası ve Görelilik''-Kaynakça: Bilim ve Teknik Dergisi-S: 422 Ocak-2003

6- Karadelikler & wormhole -P I V O L K A, Yıl:2 Sayı:6, Sayfa:10

7-  Zaman yolculuğu mümkün, ama... ''http://hurarsiv.hurriyet.com.tr'' sayfasından alınmıştır.


Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

 

Sayfalar: 1. 2.  3. 4.  5. 6. 7. 8.  9. 10. 11.  12. 13. 14. 15. 16. 17. <<İNDEX  ANASAYFA