|
Einstein'ın
Evreninde Zamanda Yolculuk (1)
İsmet Berkan :
Richard Gott, Amerika'daki ünlü Princeton
Üniversitesi'nin saygın fizik profesörlerinden biri. Oldukça uzun bir
zamandan beri, zamanda yolculuk üzerine çalışıyor. Daha doğrusu, profesör
Gott'a göre zamanda ileri doğru yolculuk zaten yapılıyor, o zamanda geriye
doğru gitmenin mümkün olup olmadığını araştırıyor. Tabii belli sınırlar
içinde yapıyor bu araştırmasını. Başlıca sınır ise Einstein'ın genel ve özel
görelilik kuramlarıyla oluşturduğu evren modeli. Bu evrende zamanda
yolculuğu araştırıyor profesör Gott.
Richard Gott'un 'Time Travel in Einstein's Universe-Einstein'ın Evreninde
Zamanda Yolculuk' adlı kitabı olmasaydı benim bilimkurgunun büyük ustası
Robert Heinlein'ın 1959'da yazdığı 'All You Zombies-Siz Zombiler' adlı
öyküsünden haberim olmayacaktı.
Öykünün özetini aktarmaya çalışayım:
Bir adam bara gelir ve barmenle sohbet etmeye başlar ve kendisini
'Evlenmemiş anne' olarak tanımlar. Barmen meraklanınca anlatır...
Kendisi bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve doğumdan hemen sonra bir
yetimhanenin önüne bırakılmıştır. O yüzden genç bir kızken kendi kendine söz
vermiştir, 'Bir gün bir çocuğum olursa asla onu terk etmeyeceğim' diye. Ama
bir gün karşısına bir adam çıkmış ve onu kandırmıştır, adamla beraber olmuş
ve hamile kalmıştır ve bu arada adam da ortadan kaybolmuştur.
Doğum çok ama çok zorlu geçmiş, sonunda bir kızı olmuştur. Doğumu
gerçekleştiren doktorlar, başta rahmi ve yumurtalıkları olmak üzere bütün
üreme organlarını aşırı tahribattan ötürü almak zorunda kalmış ve bu arada
onun vücudunun içinde erkek organları da taşıdığını görmüş ve onu bir erkeğe
çevirmişlerdir.
O hastanede iyileşmeyi beklerken bebeği hastaneden çalınmıştır... O gün
bugün sokaklarda sarhoş biçimde dolaşmaktadır...
Öykü barmeni çok etkiler. Zaten barmen öyle sıradan bir barmen değildir, bir
nevi zamanda yolculuk ajanıdır. Bizim adama, 'Gel seninle geçmişe gidelim ve
sen seni kandırıp sonra terk eden o adamı bul' der. Adam kabul eder ve
birlikte zaman makinesine biner, hamile kaldığı zamandan biraz öncesine
giderler.
Barmen adamı orada bırakıp 9 aydan biraz fazla ileriye gider ve hastanede
doğmuş olan kız çocuğunu çalar, sonra o bebeği 18 yıl önceye götürüp bir
yetimhanenin önüne bırakır. Sonra 18 yıl ileri gider ve adama geri döner.
Adam o sırada bir genç kızla birlikte olmuştur. Adamı alır ve bugüne geri
getirir.
Aslında adam, kendi kendisinin hem annesi, hem babasıdır. Ve biraz sonra
anlarız, barmen de adamın biraz daha yaşlanmış halidir sadece.
Öykünün sonunda barmen, vücudundaki sezaryen izine bakar ve 'Ben nereden
geldiğimi biliyorum ama peki ya siz Zombiler, siz nerden geliyorsunuz' der,
öykü biter.
Evet, görüyorsunuz, zamanda yolculuk fikri bile insan fantezi dünyasını
canlandıran ve bir sürü imkânlar yaratan bir fikir.
Peki mümkün mü zamanda yolculuk? Haftaya devam edelim...
Einstein'ın Evreninde Zamanda
Yolculuk (2) ...
Geçen hafta ABD'deki ünlü Princeton Üniversitesi'nin saygın fizik
profesörlerinden Richard Gott'un kitabını anlatmaya başlamıştım, devam
edelim...
Einstein'ın genel ve özel görelilik kuramlarıyla oluşturduğu evrende zamanda
yolculuk ihtimalini inceleyen Gott'a göre, zamanda yolculuk zaten yapılıyor.
Gott'a göre, ışık hızına göre çok yavaş kalsa da biz dünyalılar için çok
yüksek süratlere çıkan astronotlar ve uzayda çok zaman geçirenler, zamanda
yolculuk yaptılar, bizlerden çok kısa bir süre bile olsa ileride,
bize göre daha az YAŞLILAR. Onlar geleceğe yolculuk yapanlar.
Bu fark nereden kaynaklanıyor peki?
Bu sorunun cevabı için Einstein'ın teorilerine girmek gerek. Bu konuya
meraklılar için Türkçede çok sayıda iyi kitap bulunuyor, ben fazla detaya
girmeyeceğim o yüzden.
Einstein'ın teorisindeki temel kavramlardan biri ışık hızıdır. Işık hızı,
ışığın gözlemciye yaklaşmasına veya ondan uzaklaşmasına
göre değişmez. Bu hız sabittir. (Saniyede hemen hemen 300 bin kilometre.)
Bir de geçmişe yolculuk var... Yıldızlı bir gecede kafanızı kaldırın ve
yıldızlara bakın... Gördüğünüz parıltıların kimi 5, kimi 50,
kimi 150 yıl öncesine ait görüntüler. Yıldızlarla aramızdaki mesafe öyle
büyük ki, onların ışığının bize ulaşması milyonlarca yıl sürebiliyor ve
doğal olarak baktığımızda gördüğümüz de milyonlarca yıl öncesi olabiliyor.
Güneş'e bakın, Güneş'in ışığı bize hemen hemen sekiz dakikada ulaşıyor.
Yani, biz güneşin sekiz dakika önceki halini görüyoruz, şu anki halini
değil! Aynaya bakın, kendinizin saniyenin belki milyar kere milyarda biri
kadar önceki halini görüyor olacaksınız.
Yani, aynaya baktığınızda da geçmişe yolculuk yapmış oluyorsunuz.
Buraya kadar saydıklarım (geleceğe giden astronotlar hariç), 'Doppler
etkisi' denen şeyden kaynaklanan zamanda yolculuk örnekleriydi.
Ama tek örnek bu değil... Bundan sonra, elimizde o teknoloji olmadığı için
ancak düşünce deneyleri yoluyla bazı örnekler geliştirebiliriz...
Ayşe ve Fatma isimli ikiz kardeşleri düşünün... Bunlardan Ayşe olanı, ışık
hızının yüzde 80'ine kadar hızlanabilen bir uzay gemisiyle yola çıkıyor
olsun. Fatma ise Dünya'da kalsın. Fakat teknoloji öyle gelişmiş ki, bu
seyahat boyunca Ayşe, Fatma'nın, Fatma da Ayşe'nin kolundaki saati
görebiliyor olsun.
Dünya'da kalan Fatma, uzayda ışık hızının yüzde 80'iyle gitmekte olan
Ayşe'nin saatinin tik taklarının kendi saatine göre çok ama çok
yavaşladığını görecek. Tabii Ayşe de tam tersini, yani Fatma'nın saatinin
çok hızlandığını.
Yani, yeryüzünde kalan Fatma, uzayda hız yapmakta olan Ayşe'den çok daha
hızlı bir biçimde yaşlanacak. Ayşe yeterince bir süre sonra Dünya'ya geri
döndüğünde, aslında geleceğe yolculuk yapmış olacak, yani ikiz kardeşinin
kendisinden çok daha yaşlı olduğunu görecek.
İçinizden, 'Benim hayalimdeki ve filmlerde gördüğüm zamanda yolculuk bu
değil' dediğinizi duyar gibiyim. Biliyorum, ben de aslında H. G. Wells'inki
gibi bir zaman makinesine oturmak ve bir anda geçmişe ya da geleceğe
sıçramak istiyorum aslında.
Ama filmlerdeki hayatla gerçek hayat her zaman birbirinin aynısı olmuyor.
Haftaya devam edelim.
Einstein'ın Evreninde Zamanda Yolculuk (3)
İsmet Berkan
Amerika'daki ünlü Princeton Üniversitesi'nin saygın fizik profesörlerinden
Richard Gott'un kitabı hakkında yazmaya ve kitaptan bazı görüşleri aktarmaya
devam ediyorum.
Einstein'ın özel ve genel görelilik teorileriyle kurduğu evrenimizde bir
temel kısıtımız var: Işık hızı.
Einstein'a göre ışık hızı bir sınır. O sınırı bir taraftan ötekine
geçemezsiniz. Yani, hızlanıp önce ışık hızına yükselmeniz teorik olarak
mümkün olsa bile sonrasında o hızı geçmeniz mümkün değildir. Işık hızından
daha hızlı hareket edemezsiniz.
Einstein bunu açıkça söylemez ama daha sonra onun yazdıkları hakkında yorum
yapanlar, Einstein'ın bazı nesnelerin ışıktan hızlı hareket etmesini
yasaklamadığını söylediler.
Yani, bu yoruma göre, zaten ışıktan hızlı hareket eden bir nesne varsa, o da
bu kez ışık hızından daha yavaş hızlara yavaşlayamaz, yani ışık hızı
bariyerini o da yukarıdan aşağıya doğru geçemez.
Peki bir nesne, diyelim ben, ışık hızına yakın bir hızda yol almaya
başlarsam ne olurum?
Bir kere, ışık hızına yaklaşmak demek, her şeyin ama her şeyin yavaşlaması
demektir. Beni oluşturan atomların çekirdekleri etrafında dönen elektronlar
dahil her şey yavaşlar ışık hızına yaklaşıldıkça.
Zaten bu yavaşlama hali zamanda geleceğe doğru yolculuğu mümkün kılar. Siz
yüksek hızlarda yavaşlarsınız ama dünyadakiler eskisi gibi yaşamaya devam
ederler. O çok hızlı seyahatinizden döndüğünüzde, ikiz kardeşinizi sizden
3-5 yaş daha büyük bulursunuz. Yani sizin için geleceğe ulaşırsınız!
Yalnız bir dizi sorun var... Mesela, tam ışık hızına eriştiğinizde ne
oluyor? Atomlarınız, onların içindeki parçacıklar duruyor mu?
Ne demek 'durmak'?
Daha da ileri gidelim, ışık hızı aşılacak olursa ne oluyor? Evet Einstein
bunu yasaklıyor ama insan merak etmeden duramıyor. Acaba ışık hızı
aşıldığında zamanın oku terse mi dönüyor?
Richard Gott'un kitabı, neredeyse her sayfasında zamanda yolculuk olasılığı
üzerinde duruyor ama her sayfasında bir kez daha anlıyoruz ki biz ölümlüler
için zamanda yolculuk pek mümkün değil.
Ama zamanda yolculuk üzerinde çalışmak, Profesör Gott'a kendi kendini
yaratan evrenlerle ilgili teorisinde çok yardımcı oldu.
Bu teoriyi size uzun uzun anlatacak değilim ama en azından bir iyi haber
verebilirim. Ben bu yazıyı yazmak içim oturduğumda bir elektronik posta
mesajı aldım.
Mesajı Arkadaş Yayınevi gönderiyordu ve Richard Gott'un benim burada üç
haftadır sözünü ettiğim kitabı Türkçeye çevrilmiş ve yayımlanmıştı. Malum,
bu yıl Einstein Yılı ve yayınevi bu kitabı Einstein Yılı etkinliklerinden
biri olarak yayımlamış.
Meraklısına duyurulur.
Bir zaman makinesi yapmak...
Geçmiş ve gelecek tam olarak nerededir? Geçmişin yok olduğu ve tekrar
geri getirilemeyeceği çok açıktır, gelecek bulanık ve henüz yaşanmamıştır ve
şimdi ise "asıl gerçeklikte akıp giden bir an"dan ibarettir. İnsanın
varolmayan bir dünyaya gitmesi nasıl mümkün olabilir? Bunu bir an için bir
kenara bırakırsak, geçmişe yolculuk yapıp, değişikliklere sebep olmanın
beraberinde getirdiği kaçınılmaz paradokslar hakkında ne diyebiliriz? Bunun
şimdiye nasıl bir etkisi olur? Ye eğer zaman yolculuğu mümkünse, o zaman
gelecekten geri gelip. 21. yüzyıl dünyasını incelemek isteyen zaman
turistleri ile neden hiç karşılaşmıyoruz? Zamanın Gizli
Sahipleri:
Yazar : Jacgues Bergier
Yayınevi : Ruh ve Madde Yayınları
"Biz, 'zaman yeteneği'nden geçmiş içinde yolculuk etmek, geçmişle iletişimde
bulunmak ve sonra geçmişten geri gelmek gücünü anlıyoruz.
Zamanda yolculuk uzayda sonsuz yer değiştirmeleri içerir. Zamanda yolculuk
için korkunç enerji nicelikleri gerekir." Kuantum köpüğü ve
wormhole'ler...
( KUANTUM KÖPÜĞÜ...
Örümcek ağı evrenin süper sicimleridir (ve zayıftır) ve köpük de bu
sicimlerin içindeki kuanta malzemesidir (köpük de zayıftır). Kuantum köpüğü
bahsini iyice bilmeden bu konuya giremeyiz. Yani öncelikle kuantum
köpüğü diye bir şeyi (Misal Alemi, Süper Uzay Dokusu) iyice işlememiz
gerekecek. Ondan sonra da yeniden Esir’den indirildi (Planck Sabiti
aralığından bize fırladı). Devamında "Evren bir plazma idi" deniyor.
Vadiler, “indi-çıktı” dalgalanmaları anlatıyor... Ve Kuantum Köpüğü
oluşuyor. İşte bu noktada mutlaka KUANTUM KÖPÜĞÜ denen olguyu bilmemiz
gerekiyor ki devam edeyim.
Göreceksiniz ki, köpük denen şey GEON denen bir tek
YAPITAŞIDIR. O ise "TÜMDEN VE GERÇEKTEN YARATIM" denen blok evren yapısıdır.
TÜMDEN YARATIM! Yani bir geondan istediğiniz herşeyi yapabilirsiniz (Geonlar
Misal Alemi/Süper Uzay’ın KÖPÜKLÜ yapıtaşlarıdır)... Kuantum Köpüğü=Atomaltı
düzlem olguları... Kuantum Köpüğü’nün evrenin doğumundan kalan, ancak
üzerinde hala araştırma yapılan ve bir türlü varlığı kanıtlanamayan bir
olgu. Kuantum Köpüğü yani Worm Hole (Solucan Tünelleri) SÜPER UZAY'dadır.
Tüneller bir girişi KARADELİK, çıkışı ise akdeliktir. Karadelik girişinibir
KARANOKTA verebiliyor ama çıkışı ise bir AKNOKTA verebiliyor, yani yapay
AKNOKTACIK teknolojisi anlatılmış ... bir KİRİŞ (Sedd) oluşturacak bir
yapay karanokta...
Köpük yani belirsiz GEONLAR, ya da aynı anda
gerçekleşen zamansız geonlar HİÇBİR ŞEY yapmazlar ama onlardan birinden bir
TOHUM gibi bir evren şişer. Yani köpük kuantum köpüğü ile dokunur ama
ondan koca ve devasa bir EVREN “Bang!” diye açılır ve biz de içine gireriz.
Yani evren içinde varoluruz.
Kuantum köpüğü dikkat ediniz: EVRENİN DOĞUMUNDAN KALAN diye
tanımlanıyor verilerde. Gerisi ise kuşkucu ve maksatlı bilim adamcıklarının
sözlerinden ibaret: Kanıtlanmayan! Nasıl kanıtlayacaksınız ki? Gideceksiniz
Süper Uzay'a bir GEON içeren köpük alacaksınız. Süper Uzay’dan o zaman bir
büyük patlamayla bir evren açılacak fakat kıvrılı boyutta kalacaktır. Onu
şişireceksiniz. Aniden evren genişleyip Planck Sabiti’nin üstüne çıkacak!
Sonra inanılmaz sonsuz derecede sıcaklar içinden bir evren yaratılacak! İyi
de bunu hangi laboratuarda yapacağız? Nasıl kanıtlayacağız? Bana öyle bir
laboratuar bulun ki size evrenler oluşturayım.
Süper Uzay gündeme gelecek. Çünkü evrenin başka bir
yaratım tarzı daha yok. Tek bir kuanttan (Geon) yaratmış koca evreni... Ve
sadece basit eksi ve artı birer takımdan oluşturmuş. eksi elektronu ve
artı protonu yaratıp vermiş. Biz onun üzerinde oynayabiliyoruz. Yani biz
yaratılan malzemeyi bilim yoluyla değerlendiriyoruz. Asıl hüner +p ve -e yi
YOKTAN YARATMAMIZDA! Bunu da yaratıcıdan başka hiçbir kuvvet yapamaz! Köpük
konusuna ileride yeniden döneriz. Çünkü Kuantum Köpüğü’nü bilmek FARZ
derecesinde bir ödev bize... Bunun ardından bazı maddelerden YAPAY BİR
AKNOKTACIK yapabilme TEKNOLOJİSİ gelecektir. Yapay karanoktacık ...yapay bir
aknoktacık da Riemann Uzayı’nı Lobatchevski Uzayı’na çevirmektedir.
Birgün bizler FUSION reaktörü yapacağız (şimdikiler Fission
reaktörü). O zaman bu tekniğin daha da ilerletilmesiyle bir kaç bin ton
demirden bir karanokta yapabilecek kadar ileri bir düzeye geleceğiz. )
E=hv ışık ile ilgili planck formülü, sıradan fotonu anlatır. Dev bir
posterden bir parça keserseniz, o bütününü göstermez. e=2hv ise Cohorent bir
formüldür. Laser ışınını anlatır. Laser ışınından ise bildiğiniz üzere
HOLOGRAM denen çok boyutlu dijital görüntü üretilir. Küçücük bir parçasını
alsanız bile, o size TÜMÜNÜ bir hologram olarak gösterecektir.Evrendeki bir
quant içinde, evrenin tüm HOLOGRAMI saklıdır, bütünü izlenebilir. HOLO=HALAU=HAYAL
ve HÜLYA kökenlidir. (Ortak dile göre) Bunun ötesinde gerçek olan ise (Mirac'da
olduğu gibi)RÜYA kökenli RÜYET'tir.Evren bir hayaldir (Tam tasavvufça oldu)
Gerçek olan ise RÜYET'tir. Ancak kim hangi taraftaysa orası gerçek karşı
taraf ise "Hayal ve Rüyet"tir.
Bir de soruya E=2hv olarak bakınız. Bu evrenin bir hologram (Virtüel bir
serap) olduğu anlamına gelir. Evren bir HOLOGRAMDIR. Bunu bize e=hv
göstermezken E=2hv gösterir. Ama iki E birbirine eşit değildir. Biri 2E
olabir (Negatif enerjileri, ışıktan hızlı giden takyonik enerjileri de
düşünürseniz) E=E diye eşitlememeliyiz. Her ikisini de dışarlayarak, hv=mc2
olunca, bundan yalnız bırakma yoluyla h(Planck sabiti) v(dalga boyu) m (özkütlesi
sıfır madde) c=Işık hızı ve üssü de kilometre kare/saniye kare olursa yalnız
bırakma yöntemiyle bu dört elemanın denklemlerini oluştururuz. Bunun içinde
ayrıntılar da cabası. Örneğin dalgaboyu denklemleri, açısal momentumlar vb.
Bilen bilir bu kadar ayrıntıları bırakalım. Şimdi ana konu şu:
V+1 (Kök içinde bir) x uzunluk boyutu ise Minkowski formülü gereği zaman V-1
yani Xj denen sanal bir boyut oluyor. (Boyut enerjisi) km2/s2
olduğunda bir de y ve Yj boyutları eklenmiş oluyor. (Kozirev'in zaman
enerjisi) km3/sn3 dediğimizde ise z ve Zj eklenmiş oluyor.
Kilometreküp/saniye küp...
Kilometreküpü anlıyoruz. En, boy, yükseklik, mikab denen şey Saniye küpten
ne anlıyoruz. Üç boyutlu zaman.Bu soruyu ta 26 yaşında yrd.doç. iken kendime
sormuştum.Planck'a göre hem kuant hem zaman noktasaldır. Kozirev'e göre
zaman noktasal değil World Line=Evren hattı bir uzunluktur. O halde, ZAMANIN
bir boyut enerjisi vardır.O çağda henüz quantların süper sicim özelliği
bulunmamıştı. Zorunlu olarak ben km2/sn2 üzerinde durdum: s=Evren hattı bir
zaman boyutu ise s2 (Saniye kare) de evren zarı=World Membran olmalıydı.
Zaman enerjisinin karesi? Bu ne demekti. Evren yüzeyinde bir zaman enerjisi
vardı.Madem evren üç boyutlu bir mekandan yapılmışsa, zaman niçin üç boyutlu
bir küre, ZAMAN KÜRE=Chronospher yani Riemann tarzında bir zaman küresi
olmasındı? O zaman km3/s3 üzerinde durdum, fakat gördüm ki denklemler böyle
göstermiyordu.Bir örnek E=mc2'yi birer yükseltelim. E2(E)=m2.c4 oluyordu.
Sorun şu: km3/s3 halen bildiğimiz değerleri vermiyordu. km4 anlamsızdı. (E,
boy, yükseklik tamam da öteki ne?) Çaresiz bekliyordum. Zamana eşdeğer olan
bir soyut enerjiyi, yani magnetizmayı, dr.Kaluza, beşinci işlemin etkisi
olarak kanıtladı.Bunun ardından İsveçli Alfven'in önerdiği 6'boyutu
Danimarkalı Klein kanıtladı. Sonunda on boyutlu bir evrene ulaşıldı. STRİNG=Sicim
teoremine göre, kuantlar da evren zarı=World Membran özelliğindeydi. O halde
quantların da bir üst sistemi olmalıydı, tıpkı s3 gibi....Benim rolüm şurada
ortaya çıktı: 1.on boyutun evreni açıklayamayacağını, bir üst boyut yani s3
yerine geçen 11 boyutlu olması gerektiği... İlla ki 12'den küçük tek sayı
olması gerekiyordu. Scherk böylece ünlü buluşunu yaptı:
Quantlar world membran denen evren zarının BİR TÜNEL biçiminde kıvrılıp ÜÇ
boyutlu olmasından kurulu SÜPER STRİNG=Süper iplik dizgesidir. Bunlar
evrenin zarı değildi (Rahman 33 ve Enbiya-104'deki aktarıssemavat=Göklerin
çapları, uzayın bir kağıt külah gibi kıvrılması) bunlar TÜNEL SÜRECİYDİ.
Hemen quantum teoreminde "Tünel Süreci" başladı. Örneğin, radyoaktif bir
maddenin her iki atomundan birine bir tünel uzanıyor, onu yutuyor ve böylece
o madde, YARI ÖMÜR yaşıyordu.
Şimdi beynimde legolar yerine oturmaya başlamıştı Öncelikle, quantum
teoreminde TÜNEL süreci ile WORM HOLE=Solucan deliği, aslında aynıydı
ama nasıl? Magnetik alan şiddetlendikçe, beşinci boyutun kapısında beklediği
için, bir tünel uzatıyor ve o şeyi cazibesi altına alıyordu.
Karadeliklerdeki çekim aşır haller, bir tünel üretiyorlardı ve tutsak
ettiklerini (Enerji, ışık, zaman, madde vb.) hortumluyorlardı.Şimdi bir çift
sorun kalmıştı. Karadelik tünelleri devasa yani makro kozmos ile ilgiliydi
ve mikrokozmosdaki quantum tünel sürecini kapsamıyorlardı. İkinci sorun ise
şuydu: Relativite makrokozmos da geçerliydi, mikrokozmosu zerrece
kapsamıyordu.Bir darbe oldu: Stepheh W. Hawking isminde bir dahi, ortağı
Penrose ile, "Kaçınılmaz tekillikleri" isbatladıktan sonra buluşlarını
ilerletti ve karadelik buharlaşmasını kanıtlaması ardından, o muhteşem
buluşu yaptı:
Evrenin en başındaki şiddet etkinlikleri öylesine büyüktü ki, tekillik=BigBang
açılmasında zorunlu olarak bir hidrojen atomunun binde biri çapında MİNİ
KARA NOKTACIKLAR oluşmak zorunda kalmıştı. İşte bu, mini karanoktalar ile
bizim yıldız artığı karadelikleri bir kalemde birleşmişti. İşte bu, büyük
ölçeklerde geçerli olan genel relativiteyi, küçük ölçeklerde de geçerli
kılmıştı. İşte bu mini karanoktalar tüneli=kuantum tünelinin aynı şey
olduğunu kanıtlamıştı.
Bunlar resmi bilim atağıydı. Oysa ben resmi bilimin hem içinde hem
dışındayım. Çünkü, Resmi bilim "Deneyseldir" Zigzag öğretisinin alternatif
bilimi ise ilke olarak şöyle düşünmektedir. "Bilimin yasaklamadığı herşey
evrende vardır.."
Gelelim, bizim
chronospher=Zaman küresine... O zaman şunu anladım: Bir skaler vektör
olmayan arayöney vardı. Buna Mirror Sheet, looking-glass membran= Ayna
düzlemi vardı. (CPT simetrileri gereği)
Bizim üç boyutumuz reel idi, x,y,z (Uzay boyutları) Karşıda imajiner üç
boyut vardı Xi, Yi, Zi (Soyut uzay boyutları) Yani bizim taraftaysak, burası
reeldir, öteki taraf HAYALDİR. Eğer öteki boyutlar vb.da isek, bu taraf HAYAL
orası gerçekti. Ama evrenimiz dört boyutluydu: Üçü mekan biri zaman. Zaman
olan ise örneğin Xi adını alıyordu ve aslında diğer boyutlar örneği bir
uzunluğun ta kendisiydi ama o soyut olduğu için biz onu metre değil de saat
gibi algılıyorduk. Öteki tarafa bizden eklenen metre de öte tarafın SAATİ
oluyordu, ama tersine çalışarak. (Bilim için , zamanın ileri ya da geri
akması özdeştir.)
Aslında bu altılı üçü somut, üçü soyut malum bir Parite simetrisiydi. Tüm
okurlarımı hesaba katarak, bir deney sunuyorum. Bir kağıdı alanız ve
köşegenlerinden katlayınız. İki köşegenin kat yerleri tam ortada
birleşecektir. Şimdi tam ortadaki çakışma noktasına bildiğimiz kartezyan
koordinatları canlandıran en, boy yükseklik grafiğiyle çizelim. Sonra da
bunların uzantısını eksi en, eksi boy, eksi yükseklik (Absis eksen ordinat)
olarak uzatalım. Gördüğünüz gibi 6 boyutlu bir şekil çıktı. Şimdi sadece
köşegenlerden birini boydan boya çizelim. Bu işte Mirror effect= Ayna etkisi
oluyor. Kendisi de bir boyut olduğundan toplam 7 boyutlu bir evreni çizdik.
Biz 7 boyut saydık. Pekiyi evren nasıl oluyor da 11 boyutlu oluyor? Şimdi
elimizdeki kağıdın En ve Boy'dan oluştuğunu biliyoruz. Başkaca da bir değeri
yok. axb=Yüzeyden ibaret.
Şimdi o kağıdı alalım ve külah gibi kıvıralım. Yüzey değişmedi yine axb ama
bir şeyi farkettiniz mi? Daha önce kağıdımızda olmayan bir şey=Çap Çünkü
kağıt yuvarlandı ve bir tünel haline geldi. axbxçap= 11 boyut olmaktadır.
(Bunun açıklaması öyle uzun ve formüllü ki, burada zamanı değil. Ben çok
basit yazdım r=çap ama pi, sayısından sinüs eğrilerine tutun da neler var
neler) Bunda şaşılacak bir şey yok bilim evrenin çekim etkisiyle eğrilmiş
olduğunu söylüyor zaten. Dinsel metinlerden biri olan Kur'an'da da Rahman 33, çaplardan ve Enbiya 104 ise
benim verdiğim kağıt KÜLAH misalini aynen anlatıyor.Sonuç olarak, evren çok
küçük bir noktadaki tekillik tünelinden 11 boyutlu olarak ÜFÜRÜLDÜ,
genişleme h=planck sabitine kadar sürdü. (Bu quantlaşma yani maddeleşme
limitidir,) bunun üzerine en, boy, yükseklik ve bir de ZAMAN BOYUTU çıktı.
Bilime
biraz dini perspektif karıştırırsak...
Diğer 7 boyut mesani=İçiçe kıvrılı kaldı yani açılamadılar, Planck
arkasındaki uzayda kıvrımlardan bir tünel oluşturdular. Bizim kağıdımızın
kıvrılması gibi... O tünelin dışı yani h sabitesinden itibaren ortaya çıkan
şeyler m=maddedir ve maddenin eşdeğeri olan E=Enerji ışıkhızının karesiyle
anlatılmaktadır.
Arkada ne oldu?
Arkasının adı HİLBERT uzayı, burada quantlaşma olmaz, herşey ışıktan hızlı
gittiği için=Takyon enerjisi ve soyut maddeden oluşur. (Ruhumuz eksi yetmiş
kilodur, melekler eksi onyüzmilyonbin tondur vb.) ama yine de bir gramdan
küçüktürler, teraziye gelemezler, ölçülemezler. Kitaplarımdan verdiğim
örnekle "Kalbe düşen korku" ağırlığındadırlar, gölgemiz ya da gökkuşağı
ağırlığı(!) gibi...
Bizler bu kağıdın dışında karınca gibi ve karınca kararınca yaşıyoruz.
Kağıdın içinde ise bir TÜNEL ÇAPI saklı (Rahman 33'deki Sultan uzunluk)
Tünelin boyu ise uzun mu uzun. Öyle ki melekler ve Ruh onun ucuna birgünü=ellibin
yıl olan bir günde giderler.
Evrende
yalnız değiliz
WMAP adlı uydunun gönderdiği bilgiler evrende yalnız olmadığımızı öne
sürenlerin görüşlerini destekler nitelikte. Artık tek bir evrenden değil,
sayısız paralel evrenlerden söz ediliyor
londra- Yazan:
Nevsal Elevli -26 Nisan 2005 / Salı-
Büyük Patlama'dan önce ne oldu? Bu, bir fizikçiye sorabileceğiniz en utanç
verici soru olmalı... Fizikçi bir arkadaşın davetinde, kendimi tutamayıp
sorduğumda aldığım cevap aşağı yukarı şöyleydi:
"Biz fizikçiler en zor kozmik soruları (örneğin yıldızların enerji
kaynaklarının nereden geldiği, evrenin kaç yaşında olduğu gibi)
cevaplamaktan çekinmeyiz ama bu masum soruya gelince dilimiz tutulur, daha
doğrusu kısa bir süre öncesine kadar böyleydi!"
Çok yakından bilmediğim ama beni hep kendine çeken evrene ilişkin o gün
arkadaşımın anlattıklarını sizlerle paylaşayım istedim...
En son teknolojik yeniliklerle donatılarak iki yıl önce uzaya gönderilen
WMAP adlı uydunun gönderdiği bilgiler ışığında, evrenin yaratılışıyla ilgili
bilim adamlarının görüşleri radikal biçimde değişti. Bu bağlamda astronomi
kitaplarında yıllardır verilen klasik bilgilerin çoğunu da çöpe atmak
gerekecek gibi görünüyor.
Bu kitaplar evreni, sabun köpüğünde görülen bir baloncuğa benzetir. Baloncuk
büyümekte ama büyüme hızı azalarak şişmektedir. Yıldızlar ve galaksiler de,
zamklı kağıda yapışmış sinekler gibi bu baloncuğun üzerinde yaşar.
WMAP'ın gönderdiği bilgilerin ışığında, bizim baloncuğumuzun yalnız
olmadığı, sınırsız sayıdaki başka baloncukların yanında yüzmekte olduğu
görüşü ağırlık kazandı. Yani özetle tek bir evren kavramı yerini sayısız
paralel evrenler kavramına bıraktı. Eğer bu doğruysa, bizim evrenimizin,
belki de 5-10 santim üstünde var olan başka bir evren mevcut.
Bu "çok evrenlilik" kavramı birbirine zıt iki görüşü ahenk içinde bir potada
eritiyor. Budizmin "Nirvana"sı ile Hıristiyanlığın "Yaratılış"ı (Genesis).
Yutulan yıldızlar nereye gidiyor?
Zaman kavramı olmayan Nirvana'da da, Hıristiyanlığın Genesis'in de büyük
patlamalar her an yaşanmakta... Sabun köpüğünde oluşan baloncuklar gibi
mevcut evrenler yavru evrenler doğurmakta... Bu evrenler hafif bir esintide
uçuşan sabun köpükleri misali evrenin ötesinde, "siyah delik"ler içinde
yüzüyor. Bu delikler o denli büyük ki, koskoca yıldızları yutabiliyor.
Bir teoriye göre siyah deliklere düşen yıldızlar "beyaz delik" denilen bir
başka boyuta fırlatılıyor. Siyah deliğin tersine beyaz delik maddeyi
"kusuyor" ve eski haline getirebiliyor. Beyaz ve siyah delikleri ''Solucan
deliği" denilen bir tünel birleştiriyor. Bu iki boyut arasında bir kapı
adeta.
WMAP'tan gelen bilgiler bu teoriyi destekliyor ama kayıtsız şartsız
ispatlamıyor... Bu teorinin doğru mu yanlış mı olduğunu ancak altı yıl sonra
öğrenebileceğiz. NASA 2011'de LISA'yı uzaya gönderecek. Birbirine bağlı üç
hassas uydudan oluşan LISA, uzayda tek bir atomun yüzde 1'i küçüklüğündeki
titreşimleri algılayabilecek. Yani LISA'nın başka bir evrenin titreşimlerini
hissetmesi mümkün. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi halinde, bizim evrenimizin
yani tek evrenli dönemin yerini çok evrenli bir galaksi alacak.
Bir gün güneş sönecek, yıldızların nükleer enerjileri bitecek, okyanuslar
donacak ve kaçınılmaz son... Evrenimiz müthiş donun pençesinde fizik
kanunlarının imzaladığı ölüm fermanına boyun eğecek.
Akıllı canlılar için tek seçenek
Evrim teorisine göre iklim değişikliğinde canlı varlıklar ya kendilerini bu
değişikliğeadapte ederler, ya ölürler ya da kaçarlar. Kaçınılmaz sona yaklaşıldığında
akıllı canlılar için, içinde bulundukları evrenlerden kaçmaktan başka bir
seçenek söz konusu değil. Yani tek kurtuluşları Solucan
tünelinden geçebilecek; onları güneşi, yıldızı olan başka bir evrene
götürecek bir makine icat etmek. (Garip ama bizi en yakın bir başka evrene
götürecek böyle bir taşıtı yapabilmek fizik kanunları dahilinde.) Yeterince
ileri bir uygarlık, evreni "kaynatacak" bir araç yapabilir. Su
kaynatıldığında buhar haline gelir. Boşluğu aklın alamayacağı kadar yüksek
ısı derecesine (Buna Planck Derecesi deniyor) eriştirirsek boşluk kaynamaya
başlıyor. Meydana gelen kabarcıkların her biri aslında paralel bir evrene
açılan birer Solucan deliği tüneli. Evrenimiz söndüğünde akıllı canlı
varlıkların kaçışı bu tünellerin içinden geçmekle mümkün olacak.
Bu paralel evrenler neye benziyor acaba? Büyük olasılıkla çoğu dolu.
Atomları dengede olmadığı için yaşam mümkün olmayabilir. Diğer bir olasılık,
bu paralel evrenlerin tek bir kuantum olayıyla bizim evrenimizden kopmuş
olması.
Solucan delikleri boşluktaki uzak noktaları ve de zamanı birleştirebildiğine
göre, akıllı canlılar bunları paralel evrenlere veya kendi evrenlerinin
geçmiş zamanına geri gitmek için kullanabilirler.
Size ne kadar garip gelirse gelsin, teori fizik ve biyoloji kanunlarına
uygun. Aynı zamanda da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış canlı
varlıklar için tek çıkış yolu olan paralel bir evrene kaçmak, eskisinde
donmaktan iyidir herhalde! Sizce de öyle değil mi?
DONNIE DARKO...
Yazan: Emre BİLGİÇ
Filmde zaman hakkında yapılan vurgu zamanın sürekli
devretmesidir. Zaman farklı boyutlarda devreder. Filmi -sonu hariç- aynı
boyutta izliyoruz. Bu sırada zaman olarak daha ileri boyutta Donnie'nin
annesinin bindiği uçaktan bir parça düşmüştür. Zaman yolculuğunun şartlarını
hatırlayalım:
1- Bir metal araç (jet motoru)
2- Süper yüksek hız
3- Bir solucan deliği
Tüm şartlar sağlandığında jet motoru filmin geçtiği asıl
boyuta yolculuk yaptı ve Donnie'nin odasına düştü. Donnie ölmedi çünkü Frank
onu kurtarmıştı. (Frank hayali bir boyuttan). Frank Donnie'nin uykularına
girerek istediği şeyleri yaptırır. Donnie bir süre sonra insanların
göğsünden çıkan jelimsi şeyler görmeye başlar. Ölü ninenin kitabında
yazıldığı gibi bunlar bir tür ışındır. Bu ışınlar zaman yolculuğunun
''Solucan deliği" şartını sağlar. Her insana yerleştirilmiştir.
Donnie kıyametten kurtulmak için kız arkadaşını da
yanına alarak ölü ninenin evine Frank'i beklemeye gider. Fakat Frank kızı
arabayla ezer ve Donnie Frank'i vurur. Donnie sevgilisinin cesedini alarak
jet motorunun düştüğü yere gider. Donnie bir şekilde jet motorunun zamana
yolculuğuna katılır ve motorun eve düştüğü geceye gider. Nitekim Donnie
odasındayken motor düşer ve Donnie ölür. sevgilisini yaşatmak için hayatını
feda etmiştir.
Solucan deliği'ne dair bir hikaye...
Arada bir bakarım eve chronicles'a enteresan bişey var mı diye, ama burda
yazanları herkesin bilmesinde yarar var. Aslında backstory olarak geçiyor,
ama bütün chronicles'ın başı sayılabilir.
Astroid madenciliği ve vakum üretimi ile kârlı hale gelen uzun uzay
yolculukları ile, insanların güneş sisteminin bütün gezegenleri ve
uydularına yerleşmeleri çok uzun sürmedi. Doğal olarak, bu gelişme Dünya'nın
ekonomik büyümesini hızlandırarak insanların derin uzaya ulaşmasına imkan
sağladı. Güneş sistemleri arasındaki uzaklık aşılması güç bir engel
oluşturuyordu, ama ışık hızı (warp) teknolojisinin keşfi herşeyi değiştirdi.
Atlama kapıları (jump gates), negatif enerji ile katlanan çekimi kullanıp
stabil solucan delikleri (wormhole) yaratarak, uzayın iki noktası arasında
anlık seyahatler yapılmasını sağladı. Bu kapıların fiziksel olarak o
noktalara taşınma gerekliliği, getirdiği avantajlar yanında dikkate alınmadı
ve insan ırkının diğer güneş sistemlerine yolculuğu başladı.
İkinci büyük keşif ışık hızı teknolojisinin atlama sürücülerinin (jump
drives) bulunmasıydı. İlk sürümleri aynı güneş sistemi içerisinde kısa
atlamalara izin veriyordu ancak ileri sürümleri, gemilerin sistemler
arasında atlama kapılarının yardımı olmaksızın seyahat edebilmesini sağladı.
Bu genişleme hareketinin oldukça hızlanmasına sebep oldu, ve kısa süre
içerisinde insanlar yüzlerce sisteme yerleşti, onlarcası tam donanımlı
koloniler haline geldi. Buna rağmen, gittikçe artan büyüme hamlesi,
bürokrasi nedeniyle zorlaşmaya başlamıştı. Neredeyse ulaşılabilen her güneş
sistemi, kolonizasyonun başlamasından çok önce satın alınmıştı, yada
kiralanmıştı. Yeni bir dünyaya yerleşmek isteyen bir çok kişi, hayallerini
gerçekleştirmek için yıllarca beklemek zorundaydı.
Canopus sistemi yakınındaki, doğal solucan deliği, herşeyin değişmesine
sebep oldu. Uzun zamandır varlığı bir çok spekülasyona kaynak olsa da, bu
bilinen fenomen ile ilk doğal tanışmaydı. Solucan deliğine yollanan ilk
sondalar, oldukça stabil bir yapıya sahip olduğunu ve bilinmeyen bir
galaksideki güneş sistemine açıldığını keşfetti. Bu Samanyolu galaksimizin
uzak bir ucu, evrenin diğer uzundaki bir galaksi, hatta bir başka boyut yada
paralel evren olabilirdi.
Solucan deliğine, sunduğu yeni dünyalar, yeni başlangıçlar nedeniyle, EVE
adı konuldu. Sadece özel donanımlı gemiler deliği kullanabildiğinden,
EVE'nin iki yanına, atlama kapıları konmasına karar verildi. Dahası, bilim
adamları EVE'nin birkaç on yıl içinde kapanacağını söylüyordu. Sonuç olarak,
insan ve mühimmat taşıyan gemiler diğer tarafa geçti, yeni sistemde üsler
kuruldu. Kısa süre sonra yeni sisteme New Eden adı verildi. EVE'nin iki
tarafındaki kapılar, EVE kapıları, EVE'nin stabil olmayan doğasından ve
bilinmeyen uzaklıktan dolayı, fazlasıyla büyük olmak zorundaydı. Ve
insanoğlu o güne kadar yaptığı en büyük yapıyı, o günlerde sahip olunan
zenginliğe rağmen, 200 senede inşaa etti. Yeni dünyanın herkes için açık
olduğu, ilk gelenin sahibi olacağı buyuruldu. Açılışıyla birlikte, yüzlerce
bağımsız organizasyon keşiflere ve yerleşime başladı.
EVE, kapıların inşaası bitmeden kapandı. Bu, önceleri kapıların inşaasını
etkilemedi ve 70 yıl daha kusursuz bir şekilde süren inşaat bir felaketle
noktalantı: tam olarak açıklanamayan bir dizi fenomen, EVE kapılarını,
ölümcül bir manyetik-çekimsel (magno-gravity) etkiye sokarak, kullanılmaz
hale getirdi, ve paha biçilemeyen New Eden sistemini değersiz bir moloz
yığınına çevirdi. New Eden'daki EVE kapıları hala mevcuttur ama yaklaşmaya
çalışan her gemi, çekim-fırtınaları (magno-storm) tarafından parçalara
ayrılmaktadır.
EVE'nin kapanışının etkileri, oldukça ani ve dramatikti. EVE dünyasındaki,
New Eden sisteminin hatta eski dünyanın sanayi altyapısına mahküm olan üsler
ve yerleşimler, kendilerini izole ve bağlantısı kopmuş bir yıkım içersinde
buldular. Birçok koloni sadece bir kaç yıl yada bir kaç on yıldır yerleşik
olduğundan, çok azı kendine yetecek durumdaydı. Teker teker yok oldular,
oksijen yetersizliğinden, su ve yiyecek eksikliğinden öldüler. Kurtulmayı
başaran birkaç tanesi zamanla, yedek parça, mühimmat eksikliğinden, sahip
oldukları teknolojileri ve bilgileri kaybettiler.
Binlerce yıl boyunca, dağılmış halde bulunan bu insan yerleşim bölgeleri,
birbirlerinden habersiz olarak, izole bir şekilde yaşadılar, ve büyüdüler.
Zamanla, yaşadıkları çevreler, her komşuyu diğerinden ayrı kılan fiziksel
özelliklerinde küçük farklılıklar yarattı.
Bir solucan deliği hikayesi..( Ölüm bölgesi)
yazan:
Mehmet Emin Arı
Bu olay, ölümler ve tabi ki ölüm bölgesi
gerçeküstü ya da doğa üstü bir olay sonucu meydana gelmedi. Bir açıdan
doğaüstü sayılabilir ama bununda bilime ya da mantığa aykırı olduğunu
düşünmüyorum. En doğrusu olayı en başından almak sanırım.
Ankara'da bize verilen brifingde ilk dikkatimi çeken şey kaydedilmiş
konuşmalardı. Bölgeye ilk ulaşan timin komutanı ölmeden önce ne demişti
hatırladınız mı? Dümdüz yukarı çıkan ve hiç dağılmayan bir dumanı tarif
etmişti tim komutanı. Rüzgar esmese bile hiçbir duman yani akışkan dümdüz
yukarı çıkmaz. Bütün akışkanlar bir noktadan sonra tıpkı sigara dumanı gibi
dalgalanmaya ve türbülanslı bir akış göstermeye başlar.
Benzer şekilde bölgenin fotoğraflarında
görünen bulutlarda tuhaftı, alışılmadık şekilde dümdüz ve şekilsizdiler.
Akışkanlarda türbülans dediğimiz şey aslında akışkanın kaotik bir yapıya
girmesi sonucu oluşur. Kaotik olmasının sebebi de akışkanlar dinamiğini
tanımlayan Navier-Stroke denklemlerinin doğrusal olmamasından kaynaklanır.
Bu denklemin içinde bir sürü doğrusal olmayan terim vardır, kareler,
diferansiyel denklemler, üstler vs. Denklem, daha doğrusu denklem seti
doğrusal olmadığı için tüm akışkanlar bir süre sonra kaotik akmaya başlarlar
yani türbülans oluşur.
Peki bu bölgede akışkanlar, yani dumanlar neden türbülanslı akış
göstermiyorlardı? Dumanlar dümdüz yukarı çıkıyor ve bulutlar pişmaniye
telleri gibi oluyordu.
Evet neden?"
Albay sorumu tekrarladı "evet neden?"
"Size garip gelecek ama bunun basit, çok basit bir açıklaması var. Bulutlar
dümdüz oluyordu çünkü bu bölgede kaosu oluşturacak sebep ortadan kalkmıştı
yani Navier-Stroke denklemleri burada işlemiyordu, evet denklemler
çalışmıyordu."
Herkes şaşkınlıkla bana baktı. Beni dinleyenlerden keçi sakallı biri alaycı
gülümsemeyle bana baktı ama sözümü kesmedi.
"Kaos her ne kadar kötü bir şey olarak algılansa da akışkanların belli
durumlarda türbülanslı akım içinde olmaları bizim için çok önemli; örneğin
motorlarda, yakıt ve havanın karışması için şart. Bu karışım olmazsa motor
hemen durur.
Ayrıca kalp de sonuçta bir pompadır. Beynin normal hali kaotik bir yapı
sergiler, kaos ortadan tamamen kalkarsa beyin dalgaları düzenli olur yani
alfa düzeyine gelir. Bu durumda kalbe gönderilen sinyaller bozulur ve ani
bir ölüm olur.
Doğa bu bölgede, bu bir kilometre çaplık alanda oyunun tüm kurallarını
birdenbire değiştirdi. Birden nasıl olduysa non-linear olmaktan vazgeçti ve
lineer yani doğrusal davranmaya karar verdi. Birdenbire, Allahın unuttuğu bu
dağ başındaki 14 milyar yıllık alışkanlıklarından vazgeçti.
"Olur mu Emin bey? Doğa kanunları her yerde geçerlidir" diye itiraz etti
dinleyicilerimden biri. En sonunda dayanamamıştı.
"Doğa kanunlarının evrenin her yerinde geçerli olduğu doğrudur. Yani bir
laboratuarda bir denklem bulduysanız bunun dünyanın ve evrenin her yerinde
geçerli olması gerekir. Haklısınız, bilimin temel paradigmalarından biridir
bu.
Ama fizik yasalarının geçerli olup olmadığını bilmediğimiz yerler var,
örneğin kara delikler" dedim.
"Hadi canım sizde, orada bir kara delik mi vardı? Peki niye etrafındaki her
şeyi yutmadı" dedi aynı dinleyici gülümseyerek.
Haklısınız, bir kara delik yoktu, orada bir ak delik vardı. Bildiğiniz gibi,
teoriye göre kara delikler uzay-zaman eğrisini bir tekillik yaratacak
şekilde bükerler ve uzay-zaman eğrisinde bir solucan deliği oluştururlar,
teorik olarak bu mümkün. Bir hipoteze göre kara deliğin uzay zaman eğrisinde
bir solucan deliği ile bağlanan
bir çıkışı olmalı, buna da ak delik diyorlar.
Bir diğer bulguya dikkatinizi çekmek istiyorum. Şehit olan bütün askerlerin
kolundaki saatler durmuştu. Hatırlıyor musunuz? Aslında saatler durmadı, o
bölge bir ak delik olduğu için zaman durdu. Saatler aslında çalışıyordu ama
o bölgede gösterecek zaman durmuştu. O yüzden biz saatleri durmuş gibi
algıladık.
Benim teorime göre, evrenin herhangi bir yerinde çok büyük bir yıldız söndü
ve kara delik halini aldı. Yaptığım hesaplamalara göre bir kilometre çapında
bir kara deliği
oluşturabilecek bir yıldız, yaklaşık olarak bizim güneşimizden bir milyon
kat daha büyük olmalı. Samanyolu galaksisinde yakın çevremizde bu büyüklükte
bir yıldız yok. Messier kataloguna bakabiliriz tabi. Zaten bize yakın olması
da gerekmiyor. Uzay-zamanı büktüğüne göre evrende herhangi bir yerinde
olabilir. Yıldız muhtemelen bizden çok uzak olduğu için belki de milyonlarca
yıl sonra onun ölüp, kara delik halini aldığını gözlemleyeceğiz. Tabi o
bizim ömrümüz yetmez.
Ölüm bölgesinin fotoğraflarına baktığımda bir şey daha dikkatimi çekmişti.
İlk ölen askerler bölgenin dışındaydı. Bölgeye sürülen mayın eşekleri ise
askerlerden otuz metre sonra ölmüşlerdi. Ölümlerin ani olması gerektiğine
göre neden eşekler daha içerde öldü. Eşekler daha sağlam bir biyolojik
yapıya sahip olduğu için mi? Hayır. Bu konuda kafamda bir çok varsayım
geliştirdim ama en doğru açıklama ölüm bölgesinin küçüldüğüydü.
Ak deliğin solucan deliği ile bağlandığı
kara delik küçülüyordu, bu yüzden ak delik de küçülüyordu. Zaten tam bir
bağlantı olduğunu sanmıyorum. Diğer taraftaki kara delik stabil değildi.
Fakat o karadeliğin
yok olması ile ak deliğin yok olması zaman açısından aynı hızda olmadı. Kara
delik muhtemelen milyon yıllarla ifade edilen bir sürede küçüldü ama ak
delik ise sanırım bir ay içinde küçüldü. Biz son beş güne rastladık. Neyse.
Ak deliğin küçülüp küçülmediğini ve hangi hızda küçüldüğümü ölçmek için
basit bir metot kullandım, bir sinek öldürmek cihazı, adı her neyse işte,
büyük miktarda duman yaratmak için ideal bir çözümdü.
Beklediğim gibi dumanlar ölüm bölgesine girdikten sonra düzgün ve
türbülanssız akışa geçiyorlardı.
Böylece ölüm bölgesinin hayali sınırlarını tam olarak belirleyebilmem mümkün
oldu. Yaptığım ölçümlerden bu hayali sınırın gitgide küçüldüğünü gördüm. Bu
küçülme ivmeli şekilde oluyordu. Basit ivme hesaplarından bu ivmenin hızını
bulmam zor olmadı. İvmeyi bulduktan sonra bölgenin ne zaman tam olarak yok
olacağını hesaplamak için basit lise matematik bilgisi yeterli, türevin
integralini al!
Ve beklediğim gibi oldu. Yaptığım hesaplarla, ölçümleri karşılaştırınca
sonuç aynıydı. Yine de emin olmak için son kez duman püskürttüm.
Bu kara deliğin çıkış kapısı da ölüm bölgesi olarak burada, dünyamızda
oluştu fakat kara delik kararlı halde kalamadığı için dağıldı ve tabi ki
çıkış kapısı da kapandı. Ak delik kayboldu. Doğa tekrar eski
alışkanlıklarına döndü, yani türbülans ve fizik kanunları tekrar yürürlüğe
girdi ve Navier-Stroke denklemleri yeniden çalışmaya başladı.
Her şeyi bu şekilde açıklamam mümkün. Tek açıklayamadığım şey ise radyo
dalgaları. Dalgalar içeri giriyor ama dışarı çıkamıyorlardı. Peki ışık nasıl
dışarı çıkıyordu?
Ben de bilmiyorum. Yani açıklayamıyorum.
SONSUZ EVRENLER VE VAKUM DALGALANMALARI MODELİ
Evrende herhangi bir gerçekliği daha iyi anlamamıza yaramayan
matematiksel modeller Ockhamlı’nın usturasıyla kesilmelidir. Çünkü
matematiksel bir model, ancak evrendeki gerçeklikleri anlamamıza katkısı
olduğu ölçüde değerli olabilir. Yoksa salt zihinsel bir kurgunun ötesine
geçemez. Evrenin bol boyutlu tasarımıyla ilgili matematiksel boyutlar
böyledir. Evrenin algılanan esas boyutları dışındaki boyutlarının çok küçük
ve kıvrılmış olduğunu söyleyen bu tasarımların çoğu bilgimize hiçbir katkı
yapmaz. Bu tasarımlar, evrende gözlenen olguları anlamamıza katkı yapmadığı
ve ciddi delile dayanmadığı müddetçe kaale alınmamalıdır.
Evrenin sayısını sonsuzca büyüten, tek bir evreni sonsuz evrenle
açıklamaya çalışan modelleri, Ockhamlı William duysa, bu modelleri herhalde
lime lime doğrardı. Bu modellerin hiçbirinin tek bir delili olmadığı gibi,
evrendeki herhangi bir olguyu daha iyi anlamamıza en ufak bir katkıları da
yoktur.(Evrenimiz dışında tabi ki evrenler olabilir. “Evrenimiz dışında
evren olamaz.” demek “Tanrı bu evren dışında evren yaratamaz.” demektir.
Fakat “Evrenimiz dışında bir evren olamaz” demek kadar, bilimsel açıdan
evrenimiz dışında bir evren olduğunu savunmak da mümkün görünmemektedir.)
Sonsuz evrenli modellerin çoğu evrendeki oluşumları tesadüfle izah etme
çabasının ürünüdür. Ockhamlı’yı dinlesek hiç kaale almamamız gereken bu
modelleri, Ockhamlı’nın haklı tavsiyesini dinlemeyerek ilerideki “tasarım
delili” bölümünde ele alacağız ve bu modeller doğru olsaydı bile, evrendeki
bilinçli tasarımı reddedemeyeceğimizi göstereceğiz.
Edward Tyron’un 1973 yılında ortaya attığı Vakum
Dalgalanmaları modeli (Vacuum Fluctuation Model), bizim evrenimizin ve diğer
birçok evrenin kuantum dalgalanmaları sonucunda oluştuğunu söylemiştir.
Bu modele göre tüm evrenleri doğuran süper-uzay adeta bir sabun
okyanusudur ve her evren bu süper-uzaydan çıkan bir baloncuktur. Bizim
evrenimiz de bu sonsuz sayıdaki baloncuklardan biridir. Christopher Isham bu
modelin teorik açmazlarını göstermiştir. Bu modelin iddia ettiği gibi sonsuz
zaman geriye gidersek, bu baloncuk evrenler her yere saçılacaktır ve bu
evrenler genişledikçe birbirine geçecek ve çarpışacaktır. Bu ise tüm
gözlemlere aykırıdır. Ockhamlı’nın usturası ise bu modeli inkar için delil
aramaz, onun delilsiz oluşunu ve tek evreni sonsuz evrenle açıklamaya
kalkışını usturayı indirmek için yeterli bulur.
Andrei Linde’nin Kaotik Şişme (Chaotic Inflationary) modeli ise, şişen
evrenlerin mini evrenlere bölündüğünü, daha sonra bu mini evrenlerin şişip
yeni mini-evrenlere bölündüklerini, bu sürecin kesintisiz devam ettiğini
söyleyerek sonsuz evrenler önerir. 1994’te Arvind Borde ve Aleksander
Vilenkin, sonsuzdan beri şişen bu modelin şekil (geodesy) olarak geçmişte
tam olamayacağını, bu yüzden bu modelin de bir başlangıç tekilliğinden
kaçamayacağını göstermişlerdir. Sıra dışı iddia ciddi delil gerektirir.
Diğer sıra dışı “sonsuz evren” modelleri gibi bu model de ciddi hiçbir
delile sahip değildir. Ockhamlı’nın usturası, bu tip bir modelin de bilimsel
açmazını dinlemeye gerek bile duymaz, bu modelin bilimsel bir delile sahip
olmaması ve sonsuz evrenle tek bir evreni açıklaması usturayı çalıştırmaya
yeterlidir.
Fizikçiler büyük yok oluştan 7 adımda kaçış planı
hazırladı!
Evren
artık kontrolden çıktı. Sorun yalnızca genişlemesi değil, aynı zamanda
genişlemenin kendisinin de hızlanması. Böyle bir genişlemenin tek bir olası
sonucu olabilir: sonsuz bir sessizlik ve karanlık, mutlak sıfıra vuran
sıcaklık ve yaşamın hiçbir şekilde var olamayacağı şartlar.Evren artık kontrolden
çıktı. Sorun yalnızca genişlemesi değil, aynı zamanda genişlemenin
kendisinin de hızlanması. Böyle bir genişlemenin tek bir olası sonucu
olabilir: sonsuz bir sessizlik ve karanlık, mutlak sıfıra vuran sıcaklık ve
yaşamın hiçbir şekilde var olamayacağı şartlar.
Bu tez 1998’de neredeyse kanıtlandı. Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı
ile Avustralya Ulusal Üniversitesi'ndeki astronomlar, bizden çok çok uzakta
gerçekleşen, Ia Tipi süpernova patlamalarını inceliyor ve dünyadan uzaktaki
hareket hızlarını ölçüyorlardı. Ia Tipi süpernovalar, evrenin genelinde
aşağı yukarı aynıdırlar; bu yüzden evrenin genişleme hızını ölçmede "bir
ışık" görevi görürler.
Fizikçiler, kökeni belirsiz bir "kara enerji"nin, kütle karşıtı çekim
kuvveti gibi davranarak galaksileri birbirinden uzaklaştırdığı sonucuna
vardı.
Evren genişledikçe, bu evrenin daha da hızlı genişlemesine neden olan kara
enerji miktarı da artıyordu.
Kara enerji fikrini ilk kez, 1917’de Albert Einstein ortaya atmıştı. Geçen
yıl Büyük Patlama’dan (Big Bang) kalan kozmik radyasyonu analiz eden uydu
WMAP’nın verdiği verilerle bu fikre ilişkin daha çok kanıt elde edildi.
Bu verilere göre, evrenin tamamının yüzde 73’ü kara enerjiydi. Kara madde
ise yüzde 23’ünü oluşturuyordu. Bize tanıdık olan maddeler, yani gezegenler,
yıldızlar, gaz bulutlarıysa ancak evrenin sadece yüzde 4’ünü işgal
edebiliyor.
Zekanın sonu
Giderek artan miktardaki kara enerji ise galaksileri birbirinden daha
daha hızlı uzaklaştıracak ve evrenin karanlık, soğuk ve yalnız bir hale
gelmesine neden olacak. Kalan enerji daha geniş alana yayılacağından,
sıcaklıklar da hızla düşecek.
Yıldızlar nükleer yakıtlarını tüketecek, galaksiler gökyüzünü aydınlatmayı
durduracaklar ve evren de, ölü cüce yıldızlar, eskimiş nötron yıldızları ve
kara deliklerin çöplüğüne dönüşecek.
En ileri uygarlıklar, titrek titrek ışık yayan enerji közlerinin, yani kara
deliklerin yaydığı silik, Hawking radyasyonunun etrafına üşüşecekler.
O kadar ki, bilgiyi işleyen zeka da yok olacak. Hidroelektrik barajlar
olsun, piller olsun, hepsi sıcaklık veya enerjiye bağlı değişim ölçümlerine
bağlı çalışıyorlar. Kozmik sıcaklıklar, aynı en en düşük noktaya
ulaştıklarında, farklılıklar da yok olacak. İş, enerji akışı, bilgi ve
bunlara bağlı olan yaşam, cansız, buz gibi bir durma noktasına inecek. Zeka
da aynı kaderi yaşayacak.
Siyah, soğuk bir evren trilyonlar olmasa da milyarlarca yıl uzakta bizi
bekliyor. İnsanlarsa bu arada, savaşlar, salgın hastalıklar, buzul çağları,
göktaşı çarpmaları gibi onlarca felaket yaşayacak. Yaklaşık 5 milyar yıl
içinde, Güneş’in dev bir kırmızı yıldıza dönüşmesiyle Dünya’nın nihai yok
oluşunu da unutmayalım.
Kaçış planı olabilir
Evrenin en son gününe kadar yaşayabilmek için, gelişmiş bir uygarlığın,
galaksinin çok uzağına kadar uzanacak bir yıldızlararası yolculuğa öncülük
etmesi ve yavaşlayan, soğuyan ve karanlıklaşan bir evrenle nasıl baş
edileceğini öğrenmesi gerekir. En büyük zorlukları, evren öldüğünde, "burada
olmamayı nasıl başarabiliriz" sorusunu yanıtlamak olacaktır.
Bu evrenden kaçma planı kulağa absürd gelebilir. Ancak, fizikte böyle bir
yolculuğu yasaklayan hiçbir şey yok.
Einstein’ın görelilik kuramı,
paralel delikleri birbirine bağlayan, kimi zaman da Einstein-Rosen köprüleri
diye nitelenen kurt deliklerin var olduğunu savunur; kuramsal ve deneysel
fizikçilere göre de, paralel evrenler bilim kurgu değiller. Çok evrenlilik
-yani bizim evrenimiz de sonsuz sayıda diğer evrenlerle birlikte vardır-
kavramı, bilim adamları arasında büyük destek buluyor.
MIT’den Alan Guth’un sunduğu ve Büyük Patlama’dan sonraki saniyenin
trilyonda biri kadar bir zaman dilimi içinde evrenin nasıl davrandığını
açıklayan genişleme kuramı, WMAP’den alınan verilerle de tutarlılık
gösteriyor.
Bebek evrenler yaratılıyor
Genişleme kuramına göre, evren bugünkü boyutuna, zamanın daha başında
kelimelerle anlatılamayacak kadar çabuk ulaştı.Stanford Üniversitesi'nden Andrei Linde ise bu kuramı daha da ileri
götürerek, genişleme sürecinin bek bir olay olmayabileceğini ve "anne
evrenler"in, sonu olmayan bir döngü içinde, sürekli "bebek evrenler"
yarattıklarını öne sürdü.
Eğer Linde’nin teorisi gerçekse, kozmik genişlemeler her zaman
gerçekleşmekte ve siz bu satırları okurken bile yeni evrenler oluşmakta.
Bu evrenden bir diğerine kaçma önerisi doğal olarak bazı sorular da
yaratmıyor değil. Mesela, ileri bir medeniyet tam olarak nereye gidebilir,
sorusuyla başlayalım.
Aslında fizikçiler, paralel evrenlerin doğasını öğrenmeye milyarlarca dolar
harcıyorlar. 1997’den beri Colorado Üniversitesi'ndeki bilim adamları, belki
de bizimkinin bir milimetre uzağında bulunan par alel evrenlerle ilgili
deneyler yürütüyorlar.
İsviçre’de çalışmalar
Benzer bir çalışmaysa İsviçre’de gerçekleştiriliyor. 2007’de Cenevre’de,
dünyanın en büyük atom parçalayıcısı olan Large Hadron Collider çalışmaya
başlayacak. Çapı 5.5 kilometreden büyük olan bu dev makine, bir protonun
1/10000’i boyutundaki uzaklıkların izini sürebilecek ve belki de Büyük
Patlama’dan bugüne görülmemiş egzotik parçacıkları toplayacak.
Makinenin ayrıca, yüksek boyutlarda paralel evrenlerin varlığına işaret
edecek, minyatür kara delikler gibi parçacıklar veya süpersimetrik
parçacıkları yaratması umuluyor.
Bunlara ek olarak da, merkezi uzay olacak, LISA kütle çekim dalgası
dedektörü de 2012’de fırlatılacak. Dünya’nın Güneş çevresindeki yörüngesini
izleyecek olan LISA. 3 uydu içerecek. Lazer ışınlarıyla birbirleriyle
iletişim kuracak olan bu uydular, bir kenarı 3 milyon kilometreden daha
büyük uzunlukta bir üçgen oluşturacak. LISA çok çok uzaklardaki, belirsiz
kütle çekim dalgalarını tespit etmek üzere tasarlandı. Bilim adamları, bu
hassas cihaz sayesinde, diğer evrenlerin varlığının da incelenmesini umuyor.
Peki biz neden bekliyor ve şimdiden bu evrenden kaçmayı planlamıyoruz?
Yazının geri kalan bölümünde, kaçmak isteyen bir uygarlığa yol gösterici
deneyler ve planlar yer alıyor; diğer bir deyişle, evrenin sonunda hayatta
kalma kılavuzu.
Gitme Zamanı
Kozmik kaçışımızı planlamaya başlamamızın zamanı geldi.
Buradaki, dev galaksi M87 gibi görüntüler, evren çağlar boyunca ilerledikçe
ölümsüz anılar arasına girecek. Kara enerji sayesinde, yakınlardaki
galaksiler bile bizden ışık hızından daha büyük bir hızla uzaklaşacak ve
hiçbirinden haber alamayacağız. Sonunda atomlar bile hareket edemeyecek
kadar soğuyacak; zaman bile kendini donduracak ve çırpınan uygarlıklar için
artık çok geç olacak.
Evreni terk etmenin 7 yolu
Bu durumda insanlığın önündeki tek seçenek, bizim evrene paralel var
oldukları öne sürülen, ama göremediğimiz diğer bir evrene, bir kurt deliği
yaratarak kaçabilmek ve uygarlığımızı orada yeniden kurabilmek... İşte bir
kurt deliği yaratmanın 7 yolunun bilim kurgusal senaryosu.
HER ŞEYİ İÇEREN BİR KURAM BUL VE BU KURAMI DENE
İleri bir uygarlık, bilinmeyene dalmadan önce, diğer tarafa geçişi mümkün
kılacak yolları iyi öğrenmesi gerekir. Sona ilerlerken bilim adamlarının,
evrenimizi diğerlerine bağlayan solucan deliklerin kararlılığını hesaplamak
için kuvantum kütle çekimi kanunlarını keşfetmesi gerekiyor. Bugünse, her
şeyi kapsayan Ğkimilerine göreyse tek kuramın, Sicim Kuramı ya da M-kuramı
olduğuna inanılıyor. Bu kuram, tüm yarı-atomik parçacıkların, minik bir
sicim veya zar üzerindeki farklı titreşimler olduğunu savunur. Bunlar
sıradan sicimler değil, yüksek boyuttaki hiper-uzayda titreşen sicimlerdir.
İlkesel olarak, evrenimiz 11 boyutta sürüklenen dev bir zar olabilir ve
sonunda da komşu zarlar veya evrenlerle çarpışabilir. Evrenimiz ile komşu
evrenin, iki paralel sayfa gibi birbirlerinin 1 milimetre mesafesinde
gezinmeleri olasıdır. Bu denli küçük bir mesafeyi birleştirmek içinse, dev
güçte bir düzeneğe ihtiyacımız vardır.
DOĞAL YOLLARDAN OLUŞMUŞ BİR KURT DELİĞİ ARAŞTIR
Eğer bu evrenden bir diğerine kaçmak istiyorsak uygun bir çıkış bulmamız
lazım; mesela bir kurt deliği, boyutsal bir kapı veya burayı oraya bağlayan
kozmik bir tünel. Kimi doğal yollarla oluşacak birçok olasılık var.
İnanılmayacak kadar çok enerji açığa çıkarmış olan Büyük Patlama; kozmik
ipler, yanlış boşluklar veya negatif madde veya enerji gibi, fiziğin tüm
sıra dışı varlıklarını da geride bırakmış olabilir. Evrenin ilk genişlemesi
öyle çabuk ve patlayıcı şekilde gerçekleşmiş olabilir ki küçük kurt
delikleri bile esnemiş ve çıplak gözle görülebilir boyutlara parçalanmış
olabilir. Böyle varlıkların keşfi, ölmekte olan bir evrenden kaçmaya büyük
yarar sağlar. Eğer gerçekten varlarsa, onları bulsak iyi olur. Buna ihtiyaç
duyana kadarsa, belki de bugünden milyarlarca yıl sonra, gelişmiş bir
uygarlık bu kapıların birinin önünde sendeleyecektir.
Bilgisayarınızı geliştirin
Einstein’ın denklemleri, paralel evrenlerin
varlığına izin veriyor. Ancak kurt deliğinin diğer tarafında ne olduğunu
hesaplamak için, bugün varolanların da ötesinde devasa boyutlarda bilgisayar
gücüne ihtiyacımız olacak.
BİR KARADELİK İÇİNE
İNSANSIZ BİR UZAY ARACI YOLLA
Kaçışın bir diğer yolu,
karadeliklerdir. Karadeliklerin bir avantajı, evrende çok fazla
bulunmalarıdır. Evrenimizin ortasındaki karadelik, güneşimizin tam 3 milyon
katı kütleye sahiptir. Tabii ki halledilmesi gereken birkaç teknik sorun
var. Birçok fizikçi, karadelik içine yapılacak bir yolculuğun ölümcül
olacağını düşünüyor.
Einstein’ın denklemleri, karadelik içinden geçişin mümkün olabileceğini
söylese de, kuvantum etkileriyle başa çıkılamayabilir.
Öte yandan, bizim karadelik fiziği üzerine bilgimiz henüz çok başında ve bu
varsayımlar henüz hiç denenmedi.
Mantıklı bir denemeyse, karadeliğin içinden geçmesi için bir uzay aracı
gönderilebilir. Tabii ki, böyle bir yolculuğun bileti tek gidiş
kesilecektir. Çünkü her bir karadelikten geri dönüş yoktur; ışık bile yoğun
kütle çekiminden kaçamaz. Aracın, bu ufuk noktasından geçene ve tüm
iletişimin kesileceği ana kadar vereceği bilgiler toplanabilir. Bu noktayı,
yoğun ve büyük olasılıkla ölümcül bir radyasyon alanı sarar. Bir araç, bu
bölgeden tam olarak ne kadar radyasyon geçtiği saptayabilir. Bu, sonraki
uçuşlar için önemli bir veri olabilir.
Bir araç beraberinde, karadeliklerin kararlılığı hakkında kritik sorular da
getirebilir. 1963’te matematikçi Roy Kerr, hızlı dönen bir karadeliğin bir
noktaya değil, daha çok merkezkaç kuvveti yüzünden parçalanamayan bir
halkaya dönüşeceğini gösterdi. Kerr’in halkasına bakarak şu söylenebilir:
evrenimizin merkezindeki bir kurt deliği, bizi aynı evrendeki diğer
noktalara veya sonsuz sayıdaki paralel evrenlere bağlayabilir. Bu paralel
evrenler, bir gökdelendeki asansörün katları gibi üst üste yığılmış
olabilir.
Bilim adamlarıysa, Kerr’in halkasına giren birine ne olacağı konusunda
farklı görüşleri savunuyor. Bazıları, bir aracın gönderilmesinin ufuk
noktasını tekilliğe indirgeyeceğini ve tüm deliği tamamen kapatacağını öne
sürüyor. Bu tartışma, Stephen Hawking’in 7 yıl önce yaptığı ünlü
açıklamasını temmuz ayında geri çekmesiyle daha da alevlendi.
Hawking, karadeliğe giren bir bilginin, bir daha ele geçmeyecek şekilde
kaybolmayabileceğini söylüyordu. Ünlü bilimciye göre, karadeliğe bir araç
yollamak, deliğin yaydığı Hawking radyasyonunu rahatsız edebilir ve bilginin
dışarı sızmasına izin verebilirdi. Bir araç yollamak ve neler olacağını
görmek için birçok nedeniniz var aslında.
YAVAŞ ÇEKİMDE BİR KARADELİK YARAT
Bir karadeliğin ufuk çizgisi yakınında üsteleneceği özellikleri
araştırdıktan sonra yapılacak iş, yavaş çekimde bir karadelik yaratmak ve
uzay-zaman’daki özelliklerine ilişkin daha detaylı deneysel veri elde etmek
olabilir. Einstein 1939’daki bir makalesinde, kendi kütlesi altında yavaş
yavaş çöken yıldızlara ait birikmiş yığınak kütlesini ele almıştı. Bu denli
bir kütlenin tek başına büyük bir karadelik yaratamayacağı sonucuna varan
Einstein, ancak yine de cismi şiddetle içeri doğru çökebileceği şeklindeki,
bize bugün tanıdık gelen kavramı hiç dikkate almamıştı. Bilim adamının
çalışmaları, "dönen bir sisteme, eğer birisi yavaşça ek madde veya enerji
gönderirse, bir içe çökme yaşanabileceği ve bir karadelik oluşabileceği"
olasılığına yanıt vermiyor.
Sözgelimi bir uygarlığın, galaksi düzeyinde madde tutma kapasitesine sahip
olduğunu hayal edin. Bir kara delik oluşturmak için boyutu Manhattan kadar
olan, ancak Güneş’imizden daha büyük kütleye sahip, dönen nötron yıldızları
bir araya toplanabilir. Kütle çekimi yıldızları aşamalı olarak birbirlerine
yaklaştıracaktır.
Mümkün olan noktada, ileri teknolojiye sahip bilim adamlarımız da karışıma
daha fazla nötron yıldızı katabilirler. Toplam madde 3 güneş kütlesini
geçtiği anda, birleşik kütle çekimi yıldızları dönen bir halka içine, yani
Kerr kara deliğine çökmeye zorlar. Gelecekteki bilim adamları, solucan
deliklerinin nasıl oluştuklarına ilişkin çok fazla bilgiye sahip olacaklar.
Nazikçe karıştır:
Bilim adamlarının, düzensiz bir süpernova patlamasına benzeyen bir
patlamaya neden olmamaları için nötron yıldızlarının hareketinin yavaş
olması gerekiyor. Eğer düzgün gerçekleştirilirse, süreç sonunda biri bu
evrende diğeriyse öbür evrende olmak üzere iki Kerr halkası yaratılması
gerekir.
NEGATİF ENERJİ YARAT
Kerr halkalarının öldürücü veya kozmik ortamlar için çok kararsız olduğu
kanıtlanırsa, gelişmiş bir uygarlık, negatif madde veya negatif enerji
kullanarak yeni bir kurt deliği açmayı düşünebilir (İlkesel olarak, negatif
madde veya enerjinin, neredeyse hiçbir ağırlığı yoktur. Bu, pozitif enerji
taşıyan ve aşağı düşen karşı-kütleden farklıdır).
Caltech Üniversitesi'nden
Kip Thorne ve ekibi, 1988’de, yeterli negatif madde veya enerji bulunuyorsa,
bir ziyaretçinin içinden serbestçe geçip geri dönebileceği bir kurt
deliğinin yaratılabileceğini ortaya koymuştu.
Henüz hiç kimse negatif enerji veya negatif maddeyi görmemiş olsa da,
laboratuarda "Casimir Etkisi" adı altında saptandı.
İki yüksüz, paralel levha olduğunu düşünün. Teorik olarak aralarındaki
kuvvetin sıfır olması gerekir. Ancak, eğer yalnızca birkaç atom kadar
birbirlerinden uzağa konurlarsa, o zaman aralarındaki boşluk, düzensiz
kuantum değişikliklerinin oluşması için yeterli olmayacaktır. Bunun
sonucunda da, levhalar çevresindeki alanda yaşanan kuantum değişikliği
sayısı, aralarındaki boşluktan büyüktür. Bu fark, iki levhayı itici bir net
kuvvet yaratır. Hendrik Casimir, bu etkiyi 1948’de tahmin ederken o günden
bugüne kadar da deneysel olarak kanıtlandı.
Sözü geçen enerji miktarı çok önemsizdir. Casimir etkisini pratik dünyaya
uygulamak için, paralel levhaların birbirlerine, en ileri teknoloji
kullanılarak aklın hayalin alamayacağı bir yakınlıkta yerleştirilmeleri
gerekir. Bu değer, uzunluğun en küçük ölçüsü olan Planck uzunluğunda (10
üzeri eksi 33) olabilir.
Ardından da, bu iki paralel levhanın tek bir küre haline getirildiğini ve bu
fraksiyonel aralık içinde birbirlerine bastırıldıklarını düşünün. Ortaya
çıkan Casimir etkisi, küre içinde bir kurt deliği açmaya yetecek enerjiyi
yaratabilir.
BEBEK EVREN OLUŞTUR
Hem Kerr halkası hem de negatif enerji teorisinin güvenilmez çıkması
halinde, Guth’un genişleme kuramı daha zor bir kaçış planı sunuyor: bir
bebek evren yaratmak. Guth’un da altını çizdiği gibi, evrenimize benzeyen
bir şeyler yaratmak için, 10 üzeri 89 foton, 10 üzeri 89 elektron, 10 üzeri
89 pozitron, 10 üzeri 89 nötrino, 10 üzeri 89 antinötrino, 10 üzeri 79
proton ve 10 üzeri 79 nötrona gerek vardır. Ancak Guth’a göre, bu maddenin
pozitif enerjisi, kütle çekiminin negatif enerjisiyle tamamen ortadan
kaldırılmıyor. (Eğer ki evrenimiz tamamen kapatılsaydı ki durum öyle değil,
her iki değer de birbirini yok ederdi). Diğer bir deyişle, bir bebek evren
yaratmak için gereken toplam madde miktarı, yalnızca birkaç onsa (0.028 kg.)
denk gelebilirdi.
Prensipte, uzay-zamanın belirli bölgesinin kararsız olması ve "yanlış
boşluk" denilen bir hale girmesi durumunda bebek evrenler doğar. Evrenimizi
yaratmak için gereken yanlış boşluk, 10 üzeri -26 santimetre genişlik gibi
inanılmayacak küçük bir değerdir. Eğer, bir onsluk maddeden böyle bir yanlış
boşluk yaratılmışsa, yoğunluğu santimetre küp başına 10 üzeri 80 gram gibi
hayret verici bir değer olacaktır. Birkaç onsluk maddeyi bir araya getirmek
kolaydır; gereken küçük hacme sıkıştırmaksa bugünkü koşullarda mümkün
değildir.
Çözüm için, aşağı yukarı Planck enerjisine eşit gerçeküstü bir enerji
miktarının küçük bir alanda toplanması gerekir. İşte size, gelişmiş bir
uygarlığın deneyebileceği 2 yaklaşım.
6a.Lazerle İçeri Doğru Çökecek Bir Makine Yap
Lazer ışınlarının gücü aslında sınırsızdır; yalnızca lazer yayan maddenin
kararlılığı ve güç kaynağın enerjisiyle sınırlandırılmıştır. Günümüzde
katrilyon vat üreten Petavat lazerleri mevcuttur. Karşılaştırmak gerekirse,
dev bir nükleer santral, sürekli de olsa yalnızca bir milyar vat üretebilir.
Bir X ışınının, nükleer bombanın ürettiği enerjiyi hedef alıp akla hayale
gelmeyecek kadar büyük bir güç itkisi oluşturması ise teorik olarak
mümkündür.
Gelişmiş bir uygarlık, çok daha büyük ölçekte bir cihaz yaratabilir.
Geleceğin bilim adamları, göktaşlarının üzerine dev lazer istasyonları
kurup, ardından da tek bir notaya milyonlarca lazer vuruşu ateşleyerek
günümüz teknolojisini silip süpürecek sıcaklıklar ve basınçlar yaratabilir.
Her bir lazerin gücü, nükleer bir bombayla sağlanabilir. Ancak böyle bir
cihaz, sadece tek bir kullanımlık olabilir.
Bu dev lazer ışınlarını ateşlemenin bir amacı, bir odayı 10 üzeri 29 Kelvin
derecesine ısıtarak içerde yanlış bir boşluk yaratmaktır.
Bir diğer amaçsa, birbirlerine Planck mesafesinde olacak bir çift küresel
tabakayı sıkıştırmak ve Casimir etkisiyle negatif enerji yaratmak olabilir.
Her iki durumda da, oda içinde evrenimizi bir diğerine bağlayacak bir
solucan deliği açılarak kaçmamız sağlanmalıdır.
6b.Kozmik Atom Parçalayıcısı Yap
Su anda bilim adamlarının kullanabildiği en büyük güç üreten cihaz, Large
Hadron Collider’dır. 2007’de devreye girmesiyle 14 trilyon elektron volt
üretmesi bekleniyor, ancak bu değer bile yanlış boşluk yaratmak için gereken
enerjinin katrilyonda biridir.
Ancak, güneş sistemimizin çapında bir parçacık hızlandırıcısı da işi
görebilir. Devasa büyüklüklerdeki sac mıknatıslar, göktaşları üzerine
stratejik aralıklarla yerleştirilebilir. Bunun amacı, Güneş çevresinde hedef
alınan bir ışını kırmak ve odaklamaktır.
Ayrıca Large Hadron Collider’ın, dev halka çevresinde yarı-atomik
parçacıkları güçlendirmek için radyo frekansı enerjilerini kullanan dev
parçacık hızlandırıcı teknolojisinin son örneği olabileceğini not etmekte
yarar var. Fizikçiler, lazerle çalışan ve milyarlarca elektron volt
üretebilecek hızlandırıcıların masa üstüne koyulacak boyutlarını
geliştirmeye başladı bile.
Bilim adamları bugüne kadar, güçlü lazer ışınlarını kullanarak metrede 200
milyar elektron volt hızını elde ettiler, ki bu yeni bir rekordur. Süreç çok
hızlı ilerliyor ve enerji faktörü her 5 yılda 10 faktör büyüyor. Gelişmiş
bir uygarlığın bunları mükemmelleştirmek için uzun yılları var.
NANO-ROBOTLARI GÖNDER
Buraya kadar saydığımız kurt deliklerinin işe yaramadığını varsayalım.
Belki de kararlı değillerdi, içinden geçilemeyecek kadar küçüktüler ya da
radyasyon etkisi bakımından çok yoğundular. Peki ya geleceğin bilim
adamları, bir kurt deliğinden yalnızca atom boyutundaki parçacıkların
güvenle geçeceklerini saptarsa? Durum böyleyse, zeki uygarlığın tek bir
seçeneği kalır: diğer tarafta insan uygarlığını yeniden yaratmak için kurt
deliğine bir nanobot (Nano-robot) gönderilmelidir.
Aslında bu, doğada hep var olan bir süreçtir. Bir meşe ağacı, yeni bir ağaç
yaratmak için gereken tüm genetik bilgiye sahip tohumları üretir ve yayar.
Bu tohumlar ayrıca, kolonileşmeyi mümkün kılacak yeterlilikte besinle
doludur.
Nanoteknolojiyi kullanan gelişmiş bir uygarlık, bu kendi kendini
kopyalayabilen, minik makine içine büyük miktarlardaki bilgiyi kodlayabilir
ve bu makineyi boyutsal bir geçiş noktasına gönderebilir.
Atom boyutlarındaki madde, ışık hızında yolculuk yapabilir ve kararlı ve
değerli minerallerle dolu bir aya inebilir. Yerleştikten sonra, elindeki
hammaddelerden faydalanarak kendinin milyonlarca kopyasını yapacak kimyasal
bir fabrika yaratabilir. Bu yeni robotlar, daha sonra diğer yakın aylara
ateşlenerek yeni fabrikalar kurar ve daha milyonlarca kopya oluşturur. Kısa
bir süre sonraysa, trilyonlarca robot uzay aracından oluşan bir küre, ışık
hızına yakın genişler ve tüm galaksiyi ele geçirir.
Ardından bu robot araçlar, dev biyoteknoloji laboratuarları kurarlar.
Taşıdıkları çok değerli bilgiyi Ğyani uygarlığın en eski yerlilerinin
yeniden yüklenmiş DNA sekanslarını- kuvözlere enjekte ederler ve tüm türü
klonlarlar. Geleceğin bilim adamları, yerel halkın kişiliklerini ve
anılarını bu nanobotlara kodlamayı başarırsa uygarlık yeniden doğmuş
olacaktır.
Eğer gün gelir de başka bir zeka yaşam tarzıyla karşılaşırsak bu, Enterprise
yıldız gemisi gibi uçan bir tencere içinde olmayacaktır. Ay üzerinde terk
ettikleri bir robot araçla karşılaşmamız çok daha büyük bir olasılıktır.
Discover, bilim dergisinden (Michio Kaku) aktardığımız bu astrofiziksel
bilimsel ve kurgusal senaryo şöyle bitiyor:
"Bu, Arthur C. Clarke’ın 2001: A Space Odyssey hikayesinin temelini
oluşturuyordu. Clarke’ın hikayesi, belki de dünya dışı bir zekayla
karşılamanın bilimsel olarak en doğru anlatımıydı. Filminde, bu mantık bilim
adamlarınca ilk dakikalarda birleştirilmişti, ancak yönetmen Stanley Kubrick
son düzeltmelerinde söyleşileri kesip attı.
Garip Ama Gerçek: Kulağa biraz fantastik gelse bile, tüm bu senaryolar
geleceğin uygarlığının kapasiteleri dahilindeki fizik ve biyoloji
kanunlarıyla tutarlılık gösterir. Bunların tümü, genişleyen bir evrenin son
günlerini yaşayan uygarlığın yegane kaçış şansları olabilir.
Bu işin
dönüşü yok!
Ünlü fizikçi Stephen
Hawking'in karadeliklere ilişkin yeni açıklamalarının ardından zaman
yolculuğunun mümkün olup olmadığını araştırdık. Radikal Cumartesi'ye özel
açıklama yapan Stanford Üniversitesi'nden profesör Susskind'e göre geleceğe
gitmek kolay, ama geri dönmesi imkansız
31/07/2004
SEVGİ YÜKSEL (Arşivi)
Stephen Hawking geçen çarşamba günü Dublin'de bir konferansta bilimkurgu
dünyasını hüsrana uğratarak karadelikler aracılığıyla zamanda yolculuk
yapılamayacağını açıkladı. Yıllardır tekerlekli sandalyeye mahkûm olup, bir
bilgisayar sayesinde iletişim kurabilen ünlü fizikçinin anlattıklarına göre
bir karadeliğin içine çektiği maddelere ilişkin bilgi yok olmuyor, değişime
uğramış olarak ışık formunda geri püskürtülüyor. Böylece dünyanın değişik
ülkelerinde parmakla sayılır akıllı birkaç adamı geceleri uykusuz bırakan
paradokslardan biri daha çözüm bulmuş oldu. Peki hepimizin çocukluk hayali
zaman yolculuğuna ne oldu?
Bir gün vişne rengi kıyafetlerle Osmanlı döneminin Pera'sında dolaşabilir
miyim?
Hem var hem yok
Bilim adamları fizik yasalarının zamanda yolculuğa izin verip veremeyeceğini
tartışırken, bazı filozoflar böyle bir yolculuğun her şeyden önce mantığa
aykırı olduğunu düşünüyor. Geçmişe yolculuğun çelişkili sonuçlar
doğuracağını, bunun da böyle bir yolculuğun imkansızlığını kanıtladığını
savunuyorlar. Büyükbaba Paradoksu'nu örnek verebiliriz. Ergenlik çağında
depresyona girmiş bir arkadaşımız
-adını Ali koyalım -geçmişe gider ve büyükbabasını büyükannesi ile
tanışmadan öldürür ve böylece kendi doğumunu engellemiş olur. Bu durumda
Ali'nin hem var olduğu, hem de var olmadığı sonucu çıkar. Bu en temel mantık
yasalarımız ile çelişir. Filozoflar mantık yasalarının çiğnenemeyeceğini ve
bu yüzden zaman yolculuğunun ancak tarih içerisinde tutarlılık korundukça
olabileceğine inanıyor.
Geleceğe Dönüş filminin kahramanı Marty McFly Ali'ninkine benzer bir
problemle karşılaşmıştı. Annesiyle babasının gençlik yıllarına yolculuk
yapan Marty'e annesi aşık olmuş, böylece annesiyle babasının âşkı ve tabii
ki Marty'nin varlığı tehlikeye düşmüştü. Tarih içinde tutarlılık zorunluluğu
Marty'nin yavaş yavaş fotoğraflardan silinmesiyle gösterilmişti. Zaman
Makinesi filminde de yakışıklı Guy Pearce evlenme teklif edeceği gün ölen
nişanlısını kurtarmak için defalarca geçmişe dönmüş, ama ne yaparsa yapsın
sevgilisinin ölümüne engel olamamıştı.
Kurtçuk deliği
Ne yazık ki daha zaman makinesi icat edecek bir Doctor Brown veya Guy Pearce
çıkmadı. Şimdilik en popüler planlar, "Önce uzayda bir kurtçuk deliği bul,"
gibi kulağa çılgın gelen ifadelerle anlatılıyor. Gerçekten de Einstein'dan
sonra ilk Kurt Gödel'in fark ettiği gibi genel görelilik kuramı aslında
fiziksel bir maddenin ışık hızından daha düşük bir hızla yolculuk yaparak
kendi geçmişine geri dönmesini mümkün kılıyor.
MIT profesörü Alan Guth, Genel Görelilik kuramını özetliyor: "Uzay-zaman
kütleye nasıl hareket edeceğini söylüyor. Kütle uzay-zamana nasıl
büküleceğini söylüyor." Uzay-zaman kavramını en kolay dört ucundan gerilerek
tutulmuş bir çarşafa benzeterek düşünebiliriz. Çarşafın ortasına
yerleştirilen bir futbol topu kütlenin uzay-zamanı büktüğü gibi çarşaf
yüzeyinin şeklini değiştirir. Eğer çarşafın üzerine bir tenis topu daha
koyarsak, oluşan çukurdan dolayı futbol topuna doğru yuvarlanmaya başlar. Bu
da uzay-zamanın kütleye nasıl hareket etmesi gerektiğini söylemesidir. Kara
delikler de, yerleştirilen bir bowling topunun çarşafı delmesi gibi
uzay-zaman yüzeyinde oluşan sonsuz çukurlardır.
Zamanda yolculuğun gerçekleşebilmesi için uzay-zaman yüzeyinin iki
noktasının birbirine değecek şekilde bükülmüş olması gerekir. Evrenin bu
bölümünde zaman kapalı olarak tanımlanıyor, çünkü zamanda ilerliyoruz
ilerliyoruz sonra bir bakıyoruz başladığımız yere geri dönmüşüz. İşte
fizikçilerin kurtçuk deliği dedikleri de böyle bir şey. Boğaziçi
Üniversitesi fizik profesörü Metin Arık anlatıyor: "Elmanın yüzeyini evren
gibi düşünürsek, kurt deliği gibi evren bir yerinden deliniyor ve öbür
tarafından birleşiyor." Böylece teorik olarak bu delikleri kullanarak bir
zaman diliminden diğerine geçiş yapmak mümkün. Fakat heyecanlanmak için daha
erken çünkü daha evrende bir kurtçuk deliği gözlemlenememiş.
Zaman oku
İnsan zamanda yolculuğun nasıl bir şey olacağını düşlerken bile
zorlanıyor.
Sanki zamanın akışı hakkında en iyi bildiklerimize aykırı. Zamanın sadece
bir doğrultuda aktığının farkındayız çünkü herkes yaşlanırken kimse
gençleşmiyor veya çaya atılan şeker hep bin bir parçacık olup eriyor, ama
hiçbir zaman çaydan küp şeker çıkmıyor. Geleceğe şu an, şu ana da geçmiş
neden oluyor, şimdi daima geçmişe dönüşüyor, ama geçmişi gelecek
açıklamıyor. Evden şemsiyesiz çıktığım için açık hava konserinde
ıslanıyorum, ama ıslandığım için evden şemsiyesiz çıkmıyorum. Geçmişe
yolculuğu düşlemek zor çünkü bildiğimiz dünyada nedensellik sadece bir yönde
işliyor. Ali'nin büyükbabasını öldürmesinde de olduğu gibi geleceğin geçmişi
etkilemesi deneyimlerimize ters. Stanford Üniversitesi teorik fizik
profesörü Leonard Susskind bu nedenle geçmişe yolculuğun mümkün
olamayacağına inanıyor: "Eğer geçmişe gidebilseydik domuzların DNA'sıyla
oynar, onları kanatlı bile yapabilirdik. Ama bu imkansız."
Prof. Arık'a göre Ali'nin büyükbabasını öldürmesi felsefi bir çelişki.
Önemli olan fizik kuramlarının felsefeye değil matematiğe uygun olması.
Arık, nedensellik ilkesinin Kuantum Alanları teorisinden çıkarıldığını ve
Einstein'ın genel görelilik kuramında yer almadığını belirtiyor. Zaten şu an
teorik fiziğin problemi bu iki önemli teorinin birleştirilememesi. Arık
zaman yolculuğu ile ilgili soruların ancak bu gerçekleştikten sonra
yanıtlanabileceğine inanıyor.
Diğer yandan Susskind'e göre geleceğe yolculuk gayet kolay. İşte bize
gönderdiği özel tarifi: "Önce kendini bir karadeliğin etrafında dönmekte
olan bir uzay gemisinin içinde bul. Gemiye bağladığın sağlam bir halatla
kendini tam ufuk çizgisinin biraz üstünde kalacak şekilde karadeliğe bırak.
Kendi saatine göre burada on beş dakika takıl. Daha sonra kendini yukarı
geri çektiğinde yaklaşık 1000 yıl geçtiğini göreceksin. Geleceğe gitmek
kolay, zor olan geri dönmek. Ben bunun imkansız olduğuna inanıyorum."
Zamanda yolculuk eğer mümkünse, insan neden daha önce hiç ziyaretçimiz
olmadığını düşünmeden edemiyor tabii. Hawking gibi birkaç karamsar bunu
bizim zamanımızın pek bir sevimsiz olduğuna ve zaman turistlerinin başka
dönemleri tercih ettiğine bağlıyor. Bana kalırsa Angelina Jolie gibi
güzelleri, Brad Pitt gibi yakışıklıları, Mehmet Ali Erbil gibi sunucuları,
Ayşe Hatun Önal gibi şarkıcıları, Popstar gibi yarışmaları, futbol gibi
hayat felsefesi ile görmeye değer bir zamanda yaşıyoruz. Kim bilir belki de
kimliklerini gizli tutan ziyaretçiler -zaman casusları-aramızda dolaşıyor...
Zamanın tarihçesi
Tarih boyunca fizikçiler ve filozoflar-zaten eskiden bu ikisini ayrılmak
zormuş- zamanı anlamaya çalıştılar. Eflatun zamanın göklerdeki dairesel
hareket olduğunu söylemiş, Aristo ise zamanın bu hareketlerin ölçüsü
olduğunu eklemişti. 17. yüzyılda Newton zaman ve değişim arasında kurulan
bağlantıya karşı çıkarak zamanın herhangi bir hareketten bağımsız var
olduğunu savundu. 1687'de Principia Mathematica adlı kitabında zaman ve uzay
için ilk matematiksel modeli oluşturan Newton'a göre zaman, hep var olduğu
ve var olacağından yola çıkılarak, uzaydan ayrı olarak iki yöne doğru
sonsuza kadar giden bir doğru gibi düşünülmeliydi. Buna karşın birçok insan
evrenin yaratıldığına inanıyordu. Bu yaratılıştan önce sonsuz bir bekleyiş
olduğu anlamına gelirdi. Eğer, evren her zaman var olduysa, gerçekleşecek
her şey neden önceden gerçekleşmemişti?
Alman düşünür Kant bu problemi "saf aklın çelişkisi" ("antimony of pure
reason") olarak adlandırdı ve farklı bir bakış açısından, zamanı insan
aklının dış dünyadaki nesneleri algılarken kullandığı form olarak düşündü.
Einstein 20. yüzyılın başında genel görelilik kuramı ile uzay ve zamanı,
olayların içersinde gerçekleştiği bir kap olmaktan çıkarıp, evrenin
dinamikleri arasında etkin katılımcılara dönüştürdü. Çok sayıda deneyle uyum
gösteren kuram uzay ve zamanının birbirine ayrılmaz biçimde bağlı olduğunu
ifade ediyor.
Hızın Doğası ve Görelilik
Bir yamaçtan aşağı pedal çevirmeden giden bir bisikletçinin hızı giderek
artar; çünkü potansiyel enerjiyi hız enerjisine ya da kinetik enerjiye
dönüştürmektedir. Kinetik enerjinin basit bir tanımı var: değeri (1/2) mv2
biçiminde verilir. Burada m cismin kütlesi ve v hızıdır. Kütle, kilogram
olarak; hız ise saniyede metre olarak ifade edildiğinde kinetik enerjinin
birimi joule olarak verilir. Bisikletçi aldığı hızla, yine pedal çevirmeden,
öteki yamaca tırmanmaya başlarsa yavaşlar, kinetik enerjisi potansiyel
enerjiye ve sürtünmeden dolayı ısıya dönüşür. Böylece, bütün hareketlerde
kinetik enerji değişimleri ve bunun başka enerji biçimlerine dönüşümü büyük
rol oynar.
Fizikçiler için hızın bir doğrultusu olur. Bu doğrultu bir vektörle temsil
edilir. Sözgelimi, bir otomobil sürücüsü için ortalama hız, katedilen yol
uzunluğunun yolda geçen süreye bölünmesidir. Fizikçi için ortalama hız, iki
noktayı birleştiren vektörün süreye bölünmesidir. Bu ikisi aynı şey değil.
Otomobilin kapalı bir döngüye girdiği durumda, varış noktası, çıkış
noktasıyla çakışır ve fizikçi için ortalama hız sıfırdır. Bu tanım önemli
bir açıklamanın yapılmasını sağlıyor: Ortalama hızın doğrultusu ve ölçüsü,
çıkış ve varış noktalarının konumlarıyla tanımlanır. Demek ki tanım, bu
noktalara bir takım koordinatlar bağlanmasına olanak veren koordinat sistemi
gerektirir. Sonuçta fiziksel bir anlamı olan hız, belli bir koordinat
sistemine göre tanımlanan hızdır. Bu nokta, Galileo göreliliğinde önemli bir
role sahip. Günlük yaşamımızda karşılaştığımız pek çok durumda koordinat
sisteminden söz edilmez, çünkü böyle bir şeye gereksinim duyulmaz. Sözgelimi
bir 100 metre koşucusu, piste göre 100 metre koşar. Bu arada söz konusu
pistin. Dünya'nın yörüngesi üzerinde ve aynı zaman aralığında hareket etmiş
olmasının önemi yoktur. Atlet 100 metreyi on saniyede koşuyorsa, ortalama
hızının doğrultusu, koştuğu kulvarın doğrultusudur ve değeri saniyede on
metredir. Koşunun nasıl gerçekleştiğiyle ve özellikle hızlanma aşamalarıyla
ilgili kesin bir fikir elde etmek isteniyorsa, o zaman daha ince kesitler
ele almak gerekir.
Görelilik sözcüğü genelde Einstein'ı hatırlatır. Ne var ki bu durumun
taşıdığı önemi fark eden ilk kişi 17. yüzyılda yaşamış olan Galileo
Galilei'dir. Galileo yalnızca modern fiziğin ilk öncülerinden biri değil,
aynı zamanda deneyin belirleyici rolüne ilk dikkat çeken, Kopernik
sisteminin ateşli bir taraftarı olan ve bunu kanıtlayıcı tezler ortaya
koymaya çalışmış bir gökbilimciydi. Kendi geliştirdiği teleskopuyla bu tür
kanıtlar elde etmiş, ama bunları mekanik ve genel fizik yasaları alanında da
aramıştı. Dünya ve Güneş için aynı yasaları ortaya koyan bu girişimi
devrimci nitelikteydi ve kiliseyle anlaşmazlıkların başlangıcını
oluşturmuştu. Oysa, Dünya'nın yer değiştirmesine karşı ortaya atılan en
önemli iddia, Dünya'nın hareket etmesi durumunda cisimlerin onu
izleyemeyeceği olgusuydu. Ne Ay, ne atmosfer, ne kuşlar ne de insanlar Dünya
üzerinde kalabilirdi. Jüpiter'in dört uydusunu teleskopuyla keşfettiğinde
duyduğu sevincin büyük olması anlaşılabilir. Bir gezegeni izleyen bir değil,
tam dört av vardı ve bunların hareket ettiğini kimse inkar edemezdi. Galileo
bu durumda Dünya'nın kımıldamadığının hissedilmesi olayına görelilik
ilkesiyle yanıt veriyordu: Hız hissedilmez. Einstein savlarını açıklamak
için trenleri ve gar peronlarını örnek göstermekten hoşlanıyordu. Galileo,
aynı konuda gemi ve kıyı örneğini gösterdi. Hareket etmeyen bir geminin
direğinin tepesinden bir cisim bırakılırsa, bu doğruca direğin dibine düşer.
Peki gemi ilerlerse ne olur? Cisim düşerken direğin dibi yer değiştirirse ne
olur? Galileo cismin yine direğin dibine düşeceğini söyler. Başka bir
deyişle, kıyıdan bakıldığında düşen cisim, gemiyle birlikte ilerler. Ama
gemiden bakıldığında gemi ister hareketsiz olsun, ister düzgün doğrusal,
yani sabit bir hızla hareket etsin, cismin hareketi tümüyle aynı olacaktır.
Dahası, geminin içinde yapılan hiçbir deney geminin hareketsiz mi olduğunu
yoksa düzgün doğrusal bir hareket mi yaptığını bilmemize olanak vermez.
Kuşkusuz, hızının ister büyüklük bakımından (yavaşlama ya da hızlanma) ister
doğrultu bakımından (dönme) olsun değiştiği bilinebilir. Ancak, hız
değişimleri hissedilebilir, hızın kendisi değil.
Einstein kendi göreliliğini bulduğuna göre, Galileo'nun göreliliğinde bazı
şeylerin yanlış olduğu kanısına kapılabiliriz. Ama Galileo'nun görelilik
ilkesi evrensel bir geçerliliğe sahip. Bazı özel koşullarda evrensel
geçerliliğini kaybetmesi, bu göreliliğin, hızların bileşimine dayanarak
yapılan yorumundan kaynaklanır. Hareket halindeki bir otomobilin içinde uçan
bir sinek olduğunu varsayalım. Sineğin yola göre hızı, arabaya göre hızıyla,
arabanın yola göre hızının toplamına eşittir. Galileo'nun ileri sürdüğü
hızların birleşimi ilkesi budur ve söz konusu hızlar saniyede 300.000 km
olan ışık hızı yanında çok küçük kaldığı sürece sorun yoktur. Ama tersi
durumda her şey değişir. Çünkü ışığın arabaya göre hızı, arabanın hızı ne
olursa olsun, yola göre hızıyla aynıdır.
Bir yamaçtan aşağı kayan kayakçının hızı giderek artar: çünkü potansiyel
enerji hız enerjisine, yani kinetik enerjiye dönüşür.
Geçilemez bir duvar gibi ışık hızı, içinde yaşadığımız
evrenin sınırlarını da belirliyor. Edwin Hubble, 1920'li yıllarda
evrenin genişlediğini keşfetmişti. Hubble'ın keşfine göre, gökadaların
bizden uzaklaşma hızları, uzaklıklarıyla doğru orantılı. Demek ki bir gökada
ne kadar uzaktaysa, o kadar büyük bir hızla bizden uzaklaşıyor. Son yıllarda
evrenin gözlenebilir sınırlarında gözlenen gökadaların, ışık hızına yaklaşan
hızlarda uzaklaştığı saptandı. Buradan hareketle, daha uzaklarda
gözlemlenecek cisimlerin ışık hızıyla hareket ettikleri söylenebilir.
Bizim bu cisimlerle haberleşme aracımız, gönderilen ışık. Evrenin uç
sınırlarından gelen bilgiyi ışık taşıyor. Işık hızıyla uzaklaşan bir gökada
varsa, onun ışığı bize gelemeyecek demektir. Böylece daha ilerisini
göremeyeceğimiz karanlık bir sınır oluşacak. Bunun ötesinde milyonlarca
galaksi olsa da, artık bizim için evren orada bitmiş demektir. Kuşkusuz bu
kuramın doğruluğu matematik olarak mümkünse de fiziksel anlamda pek mümkün
değil. Görelilik kuramının yasaları bunu yasaklar. Hiçbir şey ışıktan hızlı
hareket edemez. Daha doğrusu, kütleli bir cismin ışık hızına ulaşması için
kütlesinin sonsuza çıkması gerekir ki, bu olanaksız. Işığı (daha doğrusu
elektromanyetik kuvveti) ileten parçacık olan foton, kütlesiz olduğu için
boşlukta ışık hızında yol alır.
Bununla birlikte Einstein'ın formülleri çerçevesinde astrofizikçiler ve
kozmologlar uzayı ve zamanı parçalayıp yeniden birleştirmeyi deniyor.
Bununla tıpkı Uzay Yolu dizisinde olduğu gibi
uzay/zamanı bükebilen motorlar yapılabilir. Televizyonlarımızda da
gösterilen Uzay Yolu dizisinde, uzaygemisi Atılgan'ı sık sık ışık hızının
üzerinde yolculuk yaparken görürüz. Einstein'ın özel görelilik kuramına göre
bu mümkün değil. Boşlukta hiçbir şey ışıktan hızlı hareket edemez. Yine de
bu hız sınırlaması yalnızca bölgesel. Kuramsal olarak
uzay/zamandaki olağanüstü bir bükülme çok daha hızlı hareket etmeye yol
açabilir.
1990'ların ortasında Cardiff’teki Galler Üniversitesi'nde fizikçi olan
Miguel Alcubierre, uzay/zaman geometrisiyle ilgili kendine özgü bir formül
geliştirdi. Onun düşündüğü bükülme motoru geminin ardındaki uzayı hızla
uzatacak, böylece hızla ileri fırlayan gemi kısa sürede ışıkyılı
uzaklıklarını katedebilecekti. Burada yapılmak istenen, atılgan gemisini
evrende sanki bir dalganın üzerinde sörf yapıyormuş gibi ilerletebilmekti.
Bu biraz da hava alanlarındaki yürüyen bantlara benziyor. Bacaklarınızı
kullanmadığınız sürece kendi kendine hareket eden bandın üzerinde yol
alabilirsiniz ama bu aletin hızıyla sınırlıdır. Işık hızının sınırlaması da
bu bandın hızına benzetilebilir. Benzer öneri de Kip Thorne'un "kurt deliği"
modeli. Uzay/zamanda bir çarpıklık yaparak, bir anlamda evreni eğip bükerek
ışığın önüne geçmeyi öneren bu model de henüz gerçekleştirilmesi olanaksız
gibi görünüyor. Ne kadar ulaşılmaz görülse de insanoğlu hâlâ ışık
hızını aşmanın bir yolunu bulmaya çalışıyor. Bu bile çağımızda hız
kavramının ne kadar geliştiğinin bir göstergesi. Günümüzden 150 yıl önce
saatte 25 milden hızlı gidilmesinin insanı öldüreceğini düşünenler vardı,
bugünse ne yapsak da ışık hızını geçsek diye düşünüyoruz. Çağımız hız çağı,
hızımızın üst sınırı yok gibi..
Karadelikler & wormhole
Kozmolojideki en korkutucu kavram, karadeliklerin
dibinde yatmaktadır: Mutlak tekillik. Deliğin içinedüşen herhangi bir şey,
tekliğin içinde yok olmaktadır. Sonsuz yoğunluk ve küçüklükte bir iğne
deliği haline gelmektedir. Uzayın ve zamanın varlığı bile yok olmaktadır.
Dışarıdaki evrende kalan tek şey, mutlak karanlıktanoluşan bir küre, ölen
yıldızın yerçekimsel hayaletidir. Bu küre bir tür ufuk çizgisidir ve dipsiz
kuyunun başladığıyeri belirtir. Bu olay ufku, maddeden ve hatta uzay-zamanın
büzüşmesinden de oluşmamıştır, sadece bir alandır. İşte bu benzersiz alanın
içindeki çekim gücü o kadar büyüktür ki, hiçbir şey buradan kaçıp
kurtulamaz. Olay ufkunun çapı birkaç metre olsa da, mutlak hiçliğin devasa
çekim gücü, ölçülmesi mümkün olmayan derinlikte bir delik yaratmış olabilir.
Gökbilimciler, bu tür elle tutulamayan nesnelerin gerçek evrende varlığına
dair kanıtlar olduğunu düşünmektedir.X ışını patlamaları, ancak patlama
bittiği zaman gözlemlenebiliyor. Öncelikle, soluk ve soğuk yıldızlar,
görülmeyen yoğun bir nesnenin yörüngesine girer. Bu noktada, yıldızın
hareketlerini izlemek gerekir. Söz konusu yıldızlar, çıplak gözle
göreceğimiz en soluk yıldızdan bir milyar (1.000.000.000) kez daha soluk
yıldızlardır. Karadelik, yıldızı ölümcül bir dansla yakalar ve şanssız
yıldızın gazını çekip alarak gazı yok edilmiş maddelerdenoluşan büyük bir
alana atar. Madde, deliğe doğru sarmal hareketlerle ilerlerken ısınır ve
dışarıda kalan dünyaya son umutsuz x-ışını sinyallerini yollar.Doğrudan bir
karadeliğin içine düşüldüğünde, nelerin olacağı gerçekten bilinmemektedir.
Bu koşullar altında, uzayda, evrenin yaratılışında olduğu gibi daha da
tuhaf şeyler olması olasıdır. Nitekim bazıları, genel olarak mutlak
hiçlikten kaçabilmenin ve yeniden başka bir yere çıkabilmenin olası olduğunu
ileri sürmüştür. Bu düşünce, daireselhareket eden bir karadeliğin içinden
geçildiğinde, yeni bir evrene, yeni bir boyuta çıkılacağını savunur. Ancak,
temel fizik yasaları, karadeliğin merkezinde uzay ve zamanın sonsuza kadar
karıştığı ve içine giren maddenin yok olduğu bir alanın varlığına işaret
etmektedir. Peki bu böyle olmak zorunda mıdır? Kontrol edilebilen
karadelikler, fizik yasalarını aşmanın bir yolu olduğuna ilişkin
spekülasyonlar, bilim-kurgunun dönüm noktasıolmuştur. İki karadelik, bir
kurt deliği (wormhole) haline getirilmek üzere birleştirildiğinde ne olur?
Bir kurt deliği, bizim boyutlarımız dışındaki bir tür üst uzayda yer alan
bir tünelle bağlanan iki ayrı delikgibi düşünülebilir. Böyle bir kurt deliği
yapabilmek için, uzay-zamanla uğraşmak gerekir. Öncelikle uzay-zaman, mutlak
hiçlik oluşturma noktasına götürülmeden bir karadelik oluşturacak
kadarbükülmelidir. İki deliği, üç boyutlu uzaydan geçen kesiksiz bir tüple
birleştirmek üzere, bir çekim tüneli ikinci tünele bağlanmalıdır. İkinciadım,
deliklerden birini, gidilmek istenilen herhangi bir yere doğru hareket
ettirmek olacaktır. Bu deliklerden biri dünyamıza yakın, diğeri ise başka
bir galakside olabilir. Tünel, son derece kısa -örneğin birkaç metre- ve
aynı zamanda içinden bir yolcu geçmeye kalktığındayıkılabilecek kadar hassas
olabilir. Yıldızlar arası kestirme bir yol açabilmek için, iş başında olan
sınır tanımaz güçleri ehlileştirebilecek teknolojiyi geliştirmek
gerekmektedir. Ancak o zaman bir galaksiden diğerine, mesela birkaç saniye
gibi kısa bir sürede gidilebilir. Bir karadelik, sonunda mutlak hiçlik olan
tek yönlübir cadde gibiyse; bir kurt deliği, yıldızlara açılan bir otoban
olabilir.
Diğer taraftan, bazı bilim insanları ise, bilimsel kanıtların bu
yolculuğun asla olmayacağını gösterdiğinidüşünmektedir. Bu bilim
insanlarından biri olan Profesör Roger Penrose, karadeliklerin matematiğini
farklı bir alana yöneltmiştir. Penrose, karadeliklerin büyük bir atığı yok
oluşa gönderdiği dönüş hareketinden, çok büyük miktarda enerji çıkarabilmek
için bir yöntem kurmuştur. Karadeliği oluşturan yıldızlar yok oldukları
sırada kendi çevrelerinde döndükleri için, gerçek evrende birçok karadelik
de kendi çevresinde dönerek devasa kütleleriyleçevrelerindeki uzayı bir
girdaptaki su gibi karıştırıyor olmalıdır. Penrose’un enerji çıkarma işlemi,
dönmekte olan delikten güvenilir bir uzaklıkta, enerji santrali kurulmasını
gerektirmektedir. Dönmekte olan delik, çevresine, doğru açıdan bir sürü
parçacık ya da nesne fırlatır ve dönüş karmaşasının gücü, bu parçacıkları
darmadağın eder.
Bir parçacık, deliğe negatif enerji taşır ve bu, deliğin, kendi içine
düşen nesneden daha fazla enerji taşıdığı anlamına gelir.Böylelikle bu süreç
sayesinde bir karadelikten gerçekten enerjialınabilir. Bu parçacıklar, bir
daha görmek istemediğinizherhangi eski bir malzeme bile olabilir. Bunların
yarısı deliğin içinde kaybolacak, diğer yarısı da bir enerji tribününü
çalıştırmak için kullanılabilecek çekim enerjisinin yarattığı sapan
hareketiyle dışarı fırlatılacaktır. Söz konusu enerjinin kaynağı,
karadeliğin dönüş hızının yavaşlamasıdır. Çünkü parçacıklardeliğe düştükçe
deliğin hızını yavaşlatırlar. Ancak, bir eksenüzerinde hareket eden bir
karadeliğin genellikle çok miktardahareket enerjisine sahip olması nedeniyle
bu, enerji çıkarmak için olağanüstü etkili bir yöntemdir. Karadelikler, bir
bilinmeyene işaret etmeleri nedeniyle ‘korku’ içeren sıfatlarla
nitelendirilirler. Bilim insanları, bubilinmeyeni belki de anlamlı kılmak
için gözlemlerine ve araştırmalarına devam ediyorlar. Birçok kuram ortaya
atılıyor vbunlar üzerinde fikirler belirtiliyor. Yaratıcılıkta sınır
tanıinsanoğlu, sahip olduğu teknolojiyle yetinmeyip çok daha ileriyedikiyor
gözlerini. Karadeliklerin, enerji santralleri ya da zaman tünelleri olarak
düşünülmesinin altında yatan neden de bu olsa gerek.
--------------------------------------------------------------------------------
SORULAR-CEVAPLAR
15 Temmuz 2004..
1. Soru:İki nesne (örneğin iki kişi) gerçekten birbirlerine dokunabilirler
mi?
Yanıt: Anladığım kadarıyla moleküler düzeyde bir dokunmadan söz ediliyor.
Şöyle başlayayım; doğada 4 temel kuvvet vardır, gravitasyonel, kuvvetli (strong),
zayıf ve eloktromagnetik. İlkini herkes bilir, İkincisi atom çekirdeğinin
içerisinde olup bitenlerden sorumlu, üçüncüsü lepton-lepton, lepron-baryonlar
arası etkileşmelerden sorumlu. Sonuncusu ise temelde elektriksel yüklerin
birbirleri ile olan çekme ve itme'den sorumlu ve doğadaki tek itme de
yapabilen kuvvet. Dolayısıyla, Newton'un 3. Yasasındaki tepki'nin sorumlusu
bu kuvvet. Öte yandan, herkese lise ve üniversite de öğretilen atom
modelleri gerçeği tam yansıtmaz. Yani demek istediğim, atomlar, zannedildiği
gibi leblebi ya da fındığa benzemez. Çekirdek adı verilen bir baryon
kitkenin etrafında elektronlar adeta, başı sonu olmayan bir bulut gibidir.
Dolayısıyla, yanyana iki atom için, hangisinin elektronları nerede başlıyor,
nerede bitiyor pek belli olmaz. Bizim makro evrende dokunma ile
adlandırdığımız olay, atomik boyutlu evrende pek geçerli değildir. Öte
yandan, elektomanyetik orijinli kuvvetlerde, atomların birbirlerine bu
anlamda değmeleri mümkün değildir. Hissedilen aradaki elektromagnetik itme
kuvvetidir (atomların elektron bulutlarının itişmesi). Özet olarak yanıtım,
"hayır, iki kişi el sıkışınca elleri bizim anladığımız anlamda birbirlerine
değmez".
2. Soru: Gözlemcinin, gözlenen nesneye olan etkisi.
Yanıt: Bir otomobilin haraketini gözlemlediğinizi farkezin. Mekanizma
şöyledir; Işık fotonları otomobile çarpar ve gözünüze yansır. Fotonlar,
otomobil ile kıyaslandığında o kadar küçüktürler ki, hereketin değişmesine
pratik olarak, neden olmazlar. Şimdi bir otomobil yerine, bir atomun
hareketini gözlemlediğinizi farzedin. Aynı şeyi söyleyemezsiniz. Çünkü,
atomun momentumu ile fotonların momentumu artık karşılaştırılacak kadar
birbirlerine yakındır. Dolayısıyla, atoma her foton çarptığında, atomun
hareketinin yönü ve büyüklüğünün değişmesini bekleyebiliriz. Neticede,
gözlemlediğimiz, atomun orijinal hateketi değil, foton çarpması sonucu
değişen hareketidir. Kuantum fiziğinde Heisenberg, kesinsizlik (doğru terim
budur) ilkesi ile anlatılmaya çalışılan da budur.
3. Soru: Bose-Einstein yoğunlaşması.
Yanıt: İstatistik fizikte, tüm bilinen parçacıklar (elektron, proton, foton
vs.) iki temel gruba ayrılır. Boson'lar ve Fermion'lar. Boson'lar spini tam
sayı olanlardır ve tüm kuantum sayıları (spin, yük, açısal momentum vs.)
aynı olsa bile aynı durumda bulunabilirler. Daha anlaşılabilir bir deyimle,
aynı yeri işgal edebilirler. Fermion'lar ise bunun tam tersi. Eğer iki
fermiaon'un tüm kuantum sayıları aynı ise yanyana bulunamazlar. Eğer
yoğunlaşmayı, parçacıkların izin verilen, en sıkı bir biçimde yan yana
gelmeleri olarak tanımlarsak, boson'lardan oluşmuş bir gazın yoğunlaşması,
fermionlarınkinden çok daha sıkı olacaktır diyebiliriz. Neticede, bir boson
gazının sıfır enerjili bir yoğunlaşma yapması beklenebilir, yani gazı sıfır
mutlak sıcaklığına kadar soğutabilirsiniz. Fermionlarda bu olamaz. Yani,
enerji düzeyini yöneten "n" baş kuantum sayısı aynı olan iki'den fazla
fermiao olamaz. Dolayısıyla, fermion gazını sıfır mutlak sıcaklığına
soğutamazsınız.
4. Soru: Dünyaya dair %100 doğrulanmış, ya da 100% yanlışlanmış hiçbir veri
yoktur.
Yanıt: Soru, bence, bilimsel değil de biraz felsefi. Her tezin mutlaka bir
antitezi oluşturulabilir. Soruya şöyle yanıt vereceğim. Şu anda odanızda
oturmuş, televizyon seyrediyorsunuz. Biliyormusunuz ki, odadaki hava
moleküllerinin hepsinin birden aynı yönde hareket edip, odanın bir köşesine
çekilerek, sizi havasızlıktan boğabilme olasılığı sıfır değildir. Yani,
pekala, bu olay meydana gelebilir ve siz de boğulursunuz. Ancak, şimdiye
kadar hiç böyle saçma bir nedenden ölen birini duydunuz mu? Aynı mantık,
verdiğiniz lambanın yanıp yanmaması örneği için de geçerli. Yeteri kadar
uzun süre düğmeyi açıp kaparsanız, bir seferinde lamba yanmayabilir. Bakın
dikkat edin, yanmaz demiyorum. Yanmayabilir diyorum. Çünkü bu, olağanüstü
durumun ne zaman olacağını kestirme imkanım yok. Bu tür, olasılığı ihmal
edilebilir düzeydeki, olaylar için biz pratikte hep kesin bir yanıt vermek,
yani imkansız demek eğilimindeyiz.
5. Soru: Zeno paradox'u. Yani Aşil kaplumbağayı yakalayabilir mi,
yakalayamaz mı?.
Yanıt: Arkadaşlarda biri bu paradox'u çok iyi yanıtlamış. Ben de, bir
anlamda onu tekrar edeceğim. Burada, paradox, aşil'in hareketiyle,
kaplumbağanın hareketi karşılaştırılırken, sadece yer değiştirmenin dikkate
alınıyor oluşundan kaynaklanıyor. Zeno ve onu dinleyenler, matematikteki
diferansiyel kavramını bilmediklerinden, hareket sırasındaki "dx"
yerdeğiştirme aralıklarının küçülürken, zaman aralığı "dt" nin de
küçüldüğünü ve oranlarını sabit kaldığını akıl edememektedirler. Newton'a
kadar bu hikaye hep bir paradox olarak kaldı.
6. Soru: Kaos ve kelebek etkisi.
Yanıt: Şöyle başlayayım; Eğer hangi kelebeğin bu durumu meydana
getirebileceğini bilse idik, bu kaotik bir etki sınıfına girmezdi. Kelebeği
yakalar, "aman dur yapma!.." diyebilirdik. Kaos, nonlineer diferansiyel
denklemlerin, belirli bir başlangıç koşulu için sonuçta yarattığı karmaşık
etki. Olaylar için, doğada, şimdilik kaos'u bir kenara bırakacak olursak,
iki tip davranış var. Ya, periyodik, yani birbirini takrarlayan davranışlar
(örnek, gezegenlerin güneş etrafındaki hareketi). Ya da, rastgele (random)
(örnek, radyoaktif bozunma). Kaos ise bambaşka bir şey (örnek, musluktan
akan su). Kaoscular ikiye ayrılıyor. Bir grup, temel davranış biçiminin kaos
olduğu, diğer ikisinin bunun özel bir hali olduğunu düşünmekte. Diğer grup
ise, temel davranışın yariyodik ya da rastgele oluşu, kaosu'un ise bu
ikisinin karışımı olduğunu düşünmekte. Ben, ilk grubun görüşünü daha akla
yakın buluyorum. Nedeni ise, periyodik ve rastgele davranışların ikisi de
lineer diferansiyek denklemlerin çözümleri. Ama, doğa nonlineer.
7. Soru: Nükleer santraller.
Yanıt: Nükleer santrallere karşı olanların savundukları argümanların
başında, çevre gelmekte. Bu görüş sahiplerine önerim, lütfen, hidroelektrik
santrallerin çevre de yaptıkları tahribatı düşünsünler. O zaman hala aynı
fikirde iseler ben buradayım.
8. Soru: Duvar!..hatırladığım kadarıyla tartışma, insan yeteri kadar hızlı
koşarsa duvardan geçebilir mi?, sorusu üzerine idi.
Yanıt: Cevabım, kesinlikle hayır!.. Sorunun kendisi, dalga-parçacık
kavramının yeterince anlaşılamadığını gösteriyor. Bu kavram ilk kez 1924
yılında de Broglie tarafından ortaya atıldı. Özetle, "her cisim aynı zamanda
bir dalgadır da" demektedir. Dalganın boyu onun karekteristiğidir ve bu
hipoteze göre, ? = h/p ifadesi ile verilir. Burada h Planck sabiti, p ise
momentumdur ve p = mv ile verilir. m: kütle ve v: cismin hızıdır. Planck
sabiti 10-34 joule saniye dir. Buna göre, insan gibi makroskopik bir cisime
eşlik eden dalganın dalga boyu, yaklaşık 10-36 metre mertebesindedir. Duvar
atomlardan yapıldığına göre ve atomların büyüklüklerinin de 10-10 metre
mertebesinde olduğu düşünülecek olursak, insana eşlik eden dalganın dalga
boyu, bu büyüklüğün milyar kere onmilyonda biridir. Yani, mukayese
edilemeyecek kadar küçüktür. Dalga-parçacık ikilemindeki kural şudur; Eğer
dalganın üzerine düştüğü cismin büyüklüğü, dalganın boyuna yakınsa cisim
üzerine düşeni dalga gibi algılar, değilse, parçacık gibi algılar.
Dolayısıyla, duvarın atomları, koşan adamı bir parçacık gibi algılar ve adam
da fizik de "tunelling effect" adı verilen duvar geçme olayını yapamaz. Öte
yandan, "yeterince hızlı koşarsa…" ifadesi durumu daha da
kötüleştirmektedir. Zira, cisim daha hızlı hareket ederse momentumu artar ve
dolayısıyla da eşlik eden dalganın boyu kısalır. Aslında, soruya mizahi bir
cevap şöyle olabilirdi!. İnsan yeterince hızlı koşarsa, taşıdığı momentum
artacağından, belki bir şekilde duvarı yıkıp öte yana geçme şansı da artar.
Tabii, kafası gözü de yarılacaktır.
9. Soru: Eski fizik, yeni fiziğe ne kadar muhtaç?
Yanıt: Eski fizik-Yeni fizik, Klasik fizik-Modern fizik vs. Bu sınıflamalar
fizikçilerin değildir. Onlar için fiziğin eskisi yenisi, klasiği moderni
olmaz. Fizik bir tanedir. Bunlar, fiziğin dışındaki kimselerin, kendi
birtakım kıstaslarına göre yaptıkları sınıflandırmadır. Ancak soruyu
"Kuantum fiziği, Newton fiziğine nekadar muhtaç?" şeklinde sorarsak, bunun
bir yanıtı olabilir. Benim yanıtım; Kuantum fiziği, Newton fiziğine yüzde
yüz muhtaçtır. Zira, enerji, momentum vs. gibi kavramlar newton fiziğinin
ürünüdürler. Bunlarsız da hiçbir şey olmaz. Aslında, Newton fiziği de
kuantum fiziğinin bir özel halidir. Örneğin, Planck sabitini sıfır alırsak,
kuantum fiziği, Newton fiziğine, ışık hızını sonsuz alırsak da, Lorentz
dönüşümleri (yani özel relativite) , Galilei dönüşümlerine indirgenir.
10. Soru: Esir nedir?
Yanıt: Bu kavramın ortaya atıldığı dönemlerde, bilinen tek dalga türü madde
içerisinde ilerleyen dalgalardı. Örneğin, ses dalgaları, sudaki dalgalar vs.
Dolayısıyla, fizikçiler madde olmayan ortamlarda dalganın yayılamayacağı
fikrine sahiptiler. Ancak ışığın boşlukta da yayılabildiğini biliyorlardı.
Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için "Esir" (ingilizcesi ether) kavramını
ortaya attılar. Buna göre, boşluk yoktu, onun yerine kütlesi olmayan esir
adı verilen bir madde bütüm uzayı kaplamıştı. Bu nesnenin varlığını
kanıtlayabilmek ve ışığın bu madde içerisindeki hızını ölçmek amacıyla,
Michelson ve Morley 1880' lerde bir deney yaptılar. Ancak başarılı
olamadılar. Daha sonraları, bu deneyin, eter fikrini ortaya atanlara göre
olumsuz, ışık hızının kaynağın hızından bağımsız olarak evrensel bir sabit
olduğunu savunanlara göre (ki bu tek kişi Einstein idi) olumlu sonucuna göre
esir diye birşey yoktur ve ışık boşlukta da yayılabilir.
11. Soru: Zaman izafi (göreceli) midir?
Yanıt: Evet. Aslında zamanı anlayabilmek için kozmoloji ve yüksek enerji
fiziği hakkında bilgimiz olması gerekir. Ama ben kısaca açıklayabilirim
sanıyorum. Bu soruya en iyi yanıtı özel ve genel relativite verebilir. Bu
kuramları anlayabilmek için de, zamanın da uzay gibi bir koordinat olduğunun
iyi kavranması gerekir. Yani evren, bizim algılayabildiğimiz kadarıyla, üçü
uzay ve biri de zaman olmak üzere dört boyutludur. Özel relativite, kendine
göre v hızı ile hareket etmekte olan bir sistemi gözlemleyen gözleyici için
uzay ve zaman koordinatlarının şu şekilde değişeceğini söyler.
Burada, x ,T gözlemcinin uzay ve zaman koordinatı, x' ve T' ise v hızı ile
hareket eden sistemin uzay ve zaman koordinatlarıdır. v gözlenen sistemin
hızı, c ise ışık hızıdır. Bu ifadelere göre, gözlemci diğer sistemdeki
uzunlukları kısalıyorlarmış gibi, zamanı ise uzuyormuş gibi gözlemler. Gibi
diyorum, zira örneğin yumurta her iki sistem de yaşayanlar için yine üç
dakikada pişer. Ancak, örneğin ben diğer sistemdekinin yumurtası acaba kaç
dakikada pişiyor diye merak edip kendi kolumdaki saati tutarsam bu üç
dakikadan daha fazla gösterebilir. Dikkat edilirse, burada diğer sistemin
hızının büyüklüğü önemli. Eğer sistem ışık hızına yakın hızlarda hareket
ediyorsa etki büyük, değilse etki küçüktür. Bu ifadelerin son derece ilginç
sonuçları var. İlk aklıma gelen ikizler paradoksu. Buna göre, yer yüzünde
doğan ikizlerden biri bir roketle uzaya gidiyor roketteki takvime göre 10
yıl sonra geri geliyor. Geldiğinde, roketteki ikiz kardeşini 80 yaşında
bulabilir. Hatta yeryüzünde canlıların yok olmuş olduğu bir binlerce yıl
sonrası da olabilir. Bu, roketin hızının ne olduğuna bağlı. Sanırım bu
hikaye, 1960'lı yıllarda Apollo uzay projelerinin birinde denendi. Yeyüzünde
senkronize edlilmiş iki atomik sezyum saatinden birini astronotlar yanlarına
aldılar. Döndüklerinde, yerdeki saatle arasında, çok küçük de olsa bir fark
ortaya çıktığı saptandı. Öte yandan, çok yüksek gravitasyonel çekim
alanlarının (örneğin kara delikler) yakınında uzayın büküldüğü, zamanın
uzadığı genel relativite kuramının sonuçları arasında. Yani, büyük kütlesel
çekimlerin bulunduğu ortamlarda, uzay ve zaman bambaşka bir yapıya sahip.
12. Soru: 5. Kuantum peri masalı!!!…
Yanıt: Sanırım hikaye Heisenberg'in kesinsizlik ilkesi ile ilgili. Eğer
kutuları konum, incilerin renklerini momentum olarak benzeştirirsek bu ilke
"bir incinin rengini ve hangi kutuda olduğunu aynı anda kesinlikle
bilemezsin" temel kuralını getirir. Buna göre, kellesi gidenler her kutuda
kesinlikle hangi renk inci olduğunu söylemeye zorlandıklarından, ilke ihlal
edilmesin diye hep söylediklerinin tersi çıktı. Prendesle evlenen genç ise
bu ilkeyi biliyor olmalı ki, ilk iki kutu için kesin birşey söylemedi ve
dolayısıyla bir kutudan beyaz diğerinden siyeh inci çıktı. Sonuncu kutu için
sadece bir tek renk seçeneği kaldığından, o da ilkeyi ihlal etmemek için
açılmadı.
13. Soru: J. C. Maxwell, Elektromagnetizmayı tarif ederken eter (ether)
kavramını var kabul etmiş ve başarılı sonuç almıştır……..
Yanıt: 19. Yüzyıl, hata 20. Yüzyılın başlarına kadar, dalga hareketinin
maddesel bir ortam dışında var olamayacağı kanısı vardı, bilim adamları
arasında. Maxwell'in elektromagnatizmayı açıklayan denklemlerinde ışık hızı
vardır "c". Ancak, bu hızın hangi referans sistemine göre olduğu
denklemlerde yer almaz. Dolayısıyla, Maxwell denklemleri, Galilei
dönüşümleri altında invaryant (değişmez) değildir. Bu durum, Maxwell
denklemlerinin evrensel yasalar olup olmadığı tartışmasına yol açtı. Bir
grup bilim adamı, bu denklemlerin evrensel olmadığı gerekçesiyle yanlış
olduklarını iddia etti. Diğer bir grup ise, eter kavramını ortaya attı. Bu
anlayışa göre, boşluk (vacum) diye birşey yoktur, uzay eter adı verilen, bir
madde ile doludur ve her nesnenin, ışık dahil, hızı buna göredir.
Böylelikle, Maxwell denklemleri bir bakıma aklanmış oluyordu. Yalnız
yanıtlanması gereken bir soru vardı. O da, "ışığın bu ortama göre hızı
nedir?". Bunu saptamak için, meşhur Michelson - Morley deneyi yapıldı. Sonuç
çok şaşırtıcı idi. Işık, referans noktasının hızından bağımsız bir hızla
hareket ediyordu!!.. Yani, ışık, kaynağının gözlemciye göre hızı ne olursa
olsun hep sabit c=300 000 km/sn 'lik bir hızla yayılıyordu. Tartışmalar yeni
bir boyut kazandı. Tüm bu tartışmalar arasında, tek sorgulanmayan Galilei
dönüşümleri olduğundan, Lorentz onu da sorgulamaya başladı ve 1900'lerin
hemen başında, Maxwell denklemlerini değişmez bırakan dönüşümleri elde etti.
Bunlar, günümüzde bile hala geçerliliğini korur. Buna göre uzay ve zaman,
Galilei dönüşümlerinde olduğu gibi, birbirlerinden bağımsız kavramlar
değildi.
Artık evren 4 boyutlu (uzay-zaman) oldu. Yani r = (x,y,z,ct), "c"
ışık hızı ve o da evrensel bir sabit. Lorentz dönüşümleri ayrıca, değişik
referans sistemlerinde uzunlukların kısaldığı, zamanın uzadığı gibi bir
takım, o çağda, asla anlaşılamayacak bir takım sonuçları da bereberinde
getirdi. Buna, Lorentz'in kendiside pek bir yanıt bulamadı, belki de
inanmadı. Aslında bulduğu doğru idi. Bilim dünyası bu gerçeği anlayabilmek
için Einstein'I beklemek zorunda idi. Einstein'in Planck sabiti yerine,
"delta" (????) adını verdiği sabit hakkında hiçbir bilgim yok. Bilimsel
açıdan bir değeri olsa idi mutlaka bilirdim. Yani, fizik de adı bile
geçmiyor. Eter sorununa geri dönelim. Şu anda da bilim dünyasında buna
benzer bir tartışma var. Yalnız orijini Maxwell denklemleri değil, çok daha
derin. İşin içerisine kozmoloji ve parçacık fiziği giriyor. Hikaye şu: Bilim
adamları, şu sıralarda, karanlık madde (dark matter) adı verilen, galaksiler
arası, bir maddenin varlığından şüpheleniyorlar. Nedeni de, evrenin
bilinenen kozmolojik kuramlarla, olması gereken kütkesi ile, gözlemlenen
kütlesi arasındaki çok büyük fark. İki ayrı yaklaşım var. Biri, bu maddenin,
günümüzde bilinen parçacıklardan çok daha farklı bir takım nesnelerden
oluşmuş olabileceği. Diğeri ise bugün kütlesiz olarak bilinen (örneğin,
nötrinolar'ın), çok da küçük olsa kütlelerinin olabileceği varsayımına
dayanıyor. Dolayısıyla iş, ya bu parçacıkları keşfetmek, ya da, nötrinoların
kütleleri olduğunu kanıtlamak. Ancak, ortada elle tutulur bir sonuç henüz
yok.
14. Soru: Cins, cinsi çeker ifadesinin yüksek enerji fiziğindeki anlamı
nedir?
Yanıt: Soru da ima edilen elektrik yükleri olsa gerek. Zira doğada tek itici
kuvvet zıt elektrik yükleri arasındaki kuvvettir. Yüksek enerji fiziği
kuvvetli etkileşmelerle ilgilenir (strong forces). Bunlar, nükleonlar ve
kuarklar arası etkileşimlerdir ve daima çekicidirler.
15. Soru: Işıkta bir madde olduğuna göre, uzayın tam olarak gözlemlenmesi
olanaksız değil mi?
Yanıt: Einstein'in genel görelilik denklemleri zaten uzayın doğrusal
olmayıp, aksine, eğri olduğunu göstermektedir. Elbette, ışık da, netice
olarak, bir madde olduğundan, kütle yakınından geçerken bükülecektir. Daha
öteye birşey söyleyeyim. Uzay deyince aklımıza, çok büyük bir küre
içerisinde, rastgele saçılmış, yıldızlar galaksiler vs. gelir. Aslında bu
doğru değil. Uzayın, çok büyük bir küre olduğu çok yanlış değil. Ancak,
yıldızlar, galaksiler vs. (yani biz) bu kürenin içinde değil, yüzeyindeyiz.
Dolayısıyla iki nokta arasındaki en kısa yol doğru değil, bir yay (jeodezik).
Örnek, Paris - New York seferini yapan uçak, en kısa yol olarak rotasını,
harita üzerinde cetvelle çizilmiş doğru yerine, merkezi yerin merkezinde
bulunan ve yeryüzünü Paris ve New York norkalarında delen bir çember yayı
üzerinde belirler. Onun içindir ki, önce kutuplara doğru yaklaşır, sonra
güneye yönelir.
16. Soru: Madde için referans ne?, bir yıldızın yaşı için neyi referans
alacağız?
Yanıt: Büyük patlama (Big bang) zamanı ve mekanı başlattı. Sadece kavramsal
olarak değil, fiziksel olarak da. Zira, Bugün evreni dolduran tüm madde,
büyük patlamadan önce bir noktada sıkışmış sonsuz yoğun bir durumda idi.
Süper gravitenin olduğu yerde (örneğin kara deliklerin içi) zaman ve mekan
boyutları birleşmiş bir durumdadır. Patlama ile bunlar birbirlerinden
ayrılmaya başladılar. İşte o an zaman saati tıklamaya başladı. Bence, mutlak
zaman referansı budur. Ancak bunun sorunun yanıtı olmadığını biliyorum.
Zira, öyle ise tüm yıldızların yaşı da aynıdır. Öyleyse, sorunun yanıtı
kozmolojik değil, astrofizikseldir. Yani yıldızın doğum anı, uzaydaki
hidrojen atomlarının bir noktada yoğunlaşmaya başladıkları andır. Bu anı,
demin tanımladığım, mutlak zamandan çıkarırsanız, yıldızın yaşını
bulursunuz. Mekana gelince!!. Burada durum farklı. Sizi şaşırtıcı bir
gerçekle söze başlayacağım. Yukarıda, uzayda iki nokta arasındaki en kısa
uzaklığın bir jeodezik olduğunu söylemiştim. Düzeltiyorum, uzayda, herhangi
iki nokta arasındaki en kısa uzaklık SIFIR' dır. İlginç değil mi? Şimdi
uzayda, iki nokta alın, bu noktalarda, bir şekilde, kara delik etkisi
yaratın, yani maddeyi sonsuz sıkıştırın (tabii ne kadar başarabilirseniz,
ama doğa bunları başarabildiğine göre çok da olanaksız değil), zamanla mekan
birleşeceklerdir. Buna, modern kozmolojide "kurt deliği" (worm hole) adı
veriliyor. Mekan'ın olmadığı yerde uzaklıklar da sıfırdır. Buradaki fiziksel
mekanizma şöyle: Gravitasyon uzayı büküyor, öyle ki, iki ayrık nokta birbiri
ile çakışıyor. Örnek vermek gerekirse; elinize bir tabaka kağıt alın, bir
köşegeninin iki ucuna iki nokta koyun. Sonra kağıdı elinize alıp, köşegene
dik bir şekilde bükün. Sonunda iki nokta çakışacaktır ve aralarındaki
uzaklık SIFIR olacaktır. Bilmem, Mesaj (Contact) adlı filmi izlediniz mi? Bu
filmde de anlatılmak istenen buydu.
17. Soru: Kuantum evreninde de entropi kuralı geçerli mi?
Yanıt: Evet. Bir düzeltme yapayım: kuralın adı maksimum entropi'dir. Öte
yandan, "….atomaltı dünyada parçacıkların sürtünmesizlik prensibine göre
hareket ettikleri…" ile başlayan cümleden ne kastedildiğini pek anlayamadım.
Bildiğim, sürtünme cisimleri oluşturan moleküllerin, moleküller arası Van
der Waals adı verilen zayıf bir kuvvetle etkileşmelerine dayanır ve tamamen
makroskopik bir etkidir. Entropi'ye gelince. Bu kavram tek bir parçacık için
pek geçerli değildir. Zira entropi, parçacıkların oluşturduğu bir topluluk (ensamble)
için tanımlanabilir. İlkenin ifadesi şöyledir: ?E ? 0, yani bir süreç
sonunda sistemin entropisi ya değişmez yada büyür. Diğer bir deyişle, sistem
düzenden, düzensizliğe doğru geçiş eğilimindedir. Örnek: Oda içerisindeki
hava moleküllerini bir köşeye sıkıştırın ve entropisini hesaplayın. Daha
sonra gazı serbest bırakın. Odanın içerisine yayıldığını göreceksiniz. Tersi
olmaz, yani, odadaki diğer hava molekülleri de toplanıp köşeye sıkıştırılmış
gaza doğru yürümezler. Entropiyi tekrar hesaplayın, büyümüş olduğunu
göreceksiniz. Yani süreç, düzenzizliğe doğru gelişecektir.
18. Soru: Gravitasyon nedir? yapisi alan etkisinde midir, yoksa bir tur
parcacikla ilişkili midir?
Yanıt: Gravitasyon doğada bilinenen dört etkileşmeden biri ve en zayıf
olanıdır. Diğerleri, kuvvet sıralarına göre, Kuvvetli etkileşmeler, Zayıf
etkileşmeler, Elektromagnetik etkileşmelerdir. Gravitasyon dahil tüm
etkileşmeler alan denklemleri ile tanımlanabilirler. Ayrıca ilk üçü için
sorumlu birer parçacıkta vardır. Kuvvetli etkileşmeler için "gluon", Zayıf
etkileşmeler için "W" ve "Z" parçaçıkları, Elektromagnetik etkileşme için
"Foton". Gravitasyon için de bir parçacık aranmakta. Henüz bulunamadı ama
bir adı var "Graviton".
wormhole ?
Fizikçilerin tabiriyle, "uzay zamanın bükülerek, uzayda herhangi iki
noktanın yanyana getirilmesi" ile oluşur solucan delikleri. Uzay zaman'ın ise
nasıl büküleceği benim için hala bir muammadır.
Nasıl yapılıyordu bu... nötron yıldızı yoğunluğunda bir malzeme alıp, bunu
güneşin etrafında dünya yörüngesi kadar bir halka şekline getirirseniz ve
sonra o halkayı ışık hızına yakın çevirirseniz, bu işlemin aynısını
yaptığınız bir başka halka ile arasında kurt deliği oluşurmuş teoriye göre.
Nasa'nın Breakthrough Propulsion Physics projesinin yalancısıyım. En bir
kötü tarafı kurt deliğini açmak istediğiniz yerde zaten olmak zorundasınız.
Kara delikleri veya kara deliklerle beyaz delikleri birleştirdikleri iddia
edilen portallar.. bazı fizikçilere göre teorik olarak zaman ve evrenler
arasında yolculuğu mümkün kılmaktadır..
Galaksinin çeşitli noktaları arasında anlık yolculuk yapılabilmesine olanak
sağlayan teorik geçitler silsilesi...
Evreni "s" şeklinde düşünürsek o "s" 'nin bir kıvrımından diğer kıvrımına
direk bağlantı sağlayan olay
bir nevi evrenin bir ucundan diğer ucuna en kestirme yol.
Kütleçekimin özel koşullar altında itki yaratması özelliğinden
faydalanılarak da yapılabilir.
Karadelik oluşturmaya yetmeyecek ve fakat kurtdeliği oluşturabilecek
miktarda kütle alınır. Kütle kendi üzerine çökertilir; öyle ki madde kendi
üstüne yeterince çökmüş lakin itki kuvvetleri karadelik oluşumunu
engelleyecek şekilde dengedir. Oluşan kurtdeliğinin bir ucu diğerinden
ayrılarak uzaklara, zamanın genişlediği mekanlara taşınır. Bir nötron
yıldızı ya da karadelik yakınları bu iş için uygundur. Artık kurtdeliğinin
bir ucunda zaman normal hızında seyrederken diğer ucunda da genişlemiştir.
Geçmişe yolculuk için zaman makinesi yapımında kullanılan bir malzeme olarak
tariflerde verilsede yapay kurt deliğinin yapılması halinin nasıl olacağı
şaibeli durum.
Uzay zaman eğrisini şöyle bir ucundan güzelce tutup, katlayıp üst üste gelen
yüzeyler arasında bir delik açma olayı.Bana bu ne bu kardeşim TRT çocuk
programı mı, kartondan ev mi yapıyoruz dedirten teorem. Bazen bu fizikçilerin
sıkılıp, ya hadi komple saçma bir şey sallayalım, biz diyorsak inanırlar,
biz de koparız güleriz falan dediklerini düşünüyorum..bazen ama.
İki paralel boyut arasındaki zaman örgüsü birbirlerine doğru bükülerek
birleştirilir, bu aynı elma kurdu deliğine benzer. Bu delik iki boyutu
birbirine sonsuz hızda bağlar yani bu deliğe giren inanılmaz bir hızda
inanılmaz bir mesafe kaydeder. Geleceğe yönelik en büyük düş bu tünellerin
kontrol edilebilmesidir. Bu sayede dünya ile milyonlarca ışık yılı uzak
gezegenler arasındaki süre birkaç saniyeye indirilebilir.
Karmaşık uzay örgüsünde bir delik açmak için yeterince ağır ve yeterince
küçük bir nesne gerekir. Bu nesne bir çivi görevi görerek zamanı eğecek ve
bu eğilmenin belirli bir noktasında zaman delinecektir, karşı paralel
boyutta aynı işi ters yönde uygulayarak bu iki boru birleştirilir. Böylece
güzel bir kurt deliği oluşur. Mantıken uzaklığın kısa olup olmadığını
çözemedim lakin deliğin iki tarafındaki zaman farklı işleyeceği için uzaklık
uzun olsada zaman kısa gelecektir. Yada zaten uzaklık çok kısadır. (bkz:
wormhole engineering)
‘‘Sonsuz ihtimali’’ temsil eder. Bizim bildiğimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz
tünel burada üst üste labirent yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman
yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir. Bu atomaltı tüneller sayısız
tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep
kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10e-33 cm’lik hortumlardır ve
her an heryerdedirler.
Geleceğe gitmek için bir umut kaynağı olmuş; ancak çok küçük olduğuna
inanılan, belki evrenin genişlemesinden dolayı o da genişlemiştir diye
ümitlenilen delik, bu delikte zaman kavramı olmaz eğer kendinizi görebiliyor
olsaydınız çıktığınızda kendinizi içeri giriyor olarak görürdünüz. (bkz:
zamanda yolculuk)
Süper yay teoremi gibi çok boyutlu evren teoremlerinde üst boyutları
kullanarak uzay zamanı bükmek suretiyle gidilecek yolu kısaltmaya yarayan
delik. uzay zamanı yeteri kadar bükülebilirse geçmişe bile gidilebilir.
Uzay zaman doğrultusunda iki nokta arasındaki en kestirme yol..
Uzayı bükerek kaynak ile hedefin aynı noktada birleşmesi esasına dayanır.
Mobius şeridinde açılan bir delik gibidir. Bir anda başka bir mekana, ya da
aynı mekanda başka bir zamana, belki de hem zamana hem mekana açılan
hipotetik kapıdır.
Zaman
yolculuğu mümkün, ama...
Kaynaklar: www.firstscience.com, www.sciam.com, www.spiegel.de
İnsanoğlunun en heyecan verici hayallerinden biri ne derecede
gerçekleşebilir? Bilim kurgu filmlerinin vazgeçilmez konularından biri olan
zaman yolculuğu tümüyle olanaksız değil. Bir İngiliz fizikçi zaman yolculuğu
için gerekli donanımları bile önerdi.
Zaman yolcuğu bugüne dek birçok filme konu oldu ve bu tür filmleri izlerken
hepimiz farklı zamanlara gitmeyi hayal ettik. Kimimiz firavunlar ülkesindeki
görkemli piramitlerin ne şekilde inşa edildiğini veya dünyamızın 100 veya
200 yıl sonra ne duruma geleceğini merak eder.
Aslında geçmişe veya geleceğe yolculuk birçok açıdan insanların yararına
olurdu. Mesela arkeologlar tarihöncesi dönemlere giderek, yorumlamakta
zorlandıkları kalıntıları açıklayabilir ve bilgilerini tamamlayabilirlerdi.
Ya da geleceğe yolculuk edip, birkaç yüz yıl sonraki teknolojileri kopya
etmek nasıl olurdu acaba?
Bu tür fantezileri hayal etmek çok kolay, ama bu konuyu bilimsel anlamda
araştırmak zordur.
Örneğin, zamanda yolculuk üzerinde çok fazla duran bir bilim adamının,
ödenekleri boşuna harcadığı gerekçesiyle eleştirilebileceğini ya da bu tür
araştırmaların ordu tarafından gizlendiğini söyleyen Stephan Hawking, zaman
yolcuğunu politik açıdan doğru bulmamakta.
Fakat fizik bilimi bu konuyu ‘kapalı zamansal eğri' gibi karmaşık terimlerin
arkasında gizleyerek araştırmanın yolunu bulmuş bile.
Dünya 1000, siz 10 yıl
İnsanoğlunun zamanda yolculuk serüvenini başlatan Albert Einstein
olmuştu. Fizikçinin özel ve genel görelilik kuramları, evrenin düzeni
hakkında bambaşka bir tablo sunuyordu. Buna göre zamanın akışı, insanın
uzayda ne hızla hareket etmesine bağlı olarak değişmekte.
Örneğin dünyadan bakıldığında, bir astronotun hızı, ışık hızına yaklaştıkta
daha yavaş geçer. Bu etkiyle bin yıl sonraki dünyaya yolculuk edilebilir.
Amerikalı fizikçi Richard Gott, zaman yolculuğunun konseptini kısaca şu
şekilde açıklıyor:
Bir uzay gemisine binin ve dünyamızdan 500 ışık yılı kadar uzaklıkta bir
yıldıza gidip, geri dönün. Gidiş ve dönüş yolculuğu neredeyse ışık hızında
yapıldığında dünya 1000 yıl, siz ise sadece 10 yıl yaşlanmış olursunuz.
Fakat teorik olarak mümkün gibi görünen yolculuk hayali, pratikte uygulanmak
istendiğinde zorlu engeller çıkıyor ortaya. Bir kere bu kadar hızlı çalışan
bir uzay aracı bulunmuyor henüz. Ve her şeyden önemlisi geleceğe yolculuk
eden kişi günümüze nasıl dönecek? Sonuçta özel görelilik kuramına göre zaman
tek yönlü!
Paralel evren
Geçmişe yolculukta da durumun daha iyi olduğu söylenemez. Einstein'ın
genel görelilik kuramında uzay zaman yerçekiminin etkisiyle ‘bükülmekte' ve
bu özellik 1967'de Amerikalı fizikçi John Wheeler tarafından ‘karadelik'
olarak adlandırıldı.
Önüne gelen tüm maddeleri yutan karadeliğin muazzam kütle çekimine ışık bile
karşı koyamıyor.
Albert Einstein ve öğrencisi Nathan Rosen, 1935 yılında bu tür oluşumların
varolamayacağını kanıtlamaya çalıştıysalar da başarılı olamadılar ve bunun
yerine bu iki uzay zaman kuyusunun birbirine dokunarak, dünyamız ve bir
paralel evren arasında bir köprü oluşturduğunu buldular.
Aynı evrendeki iki nokta arasında bir tünel oluşturan bu köprü daha sonra
‘kurt deliği' olarak adlandırıldı. Buraya kadar her şey iyi güzeldi de bu
‘kurt delikleri' sabit değildi ve bu da işi yeniden zorlaştırıyordu.
Kurt deliği
Fakat Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü fizikçisi Kip Thorne, astrofizikçi
ve roman yazarı olan arkadaşı Carl Sagan için sabit bir ‘kurt deliğinin'
bulunup bulunmadığını kontrol edince olumlu bir sonuca ulaştı. Thorne,
dostunun bu isteğini Einstein'ın formülüne uyarlayınca doğrudan doğruya bir
kurt deliğine giden bir zaman halkası bulmuştu. Bilim adamları uzayda bir
kurt deliğinin varlığını öğrendikten sonra bir zaman makinesi görevini
görecek olanının ne şekilde üretilebileceğini düşünmeye başladılar.
Tıpkı bir kara delikte olduğu gibi, kurt deliğinin çekim alanı da geleceğe
taşıyan bir araç olabilirdi.
Üstelik kurt deliği daha avantajlıydı, çünkü geçmişe de götürebilirdi. Ve A
noktasından hızlı bir dönüşle yine terk edilen bölgeye dönülebilirdi.
Kuantum fizikçileri varlığını çok kısa bir süre sürdürebilen minik bir kurt
deliğinin, evrenin ince yapısında yani uzay zaman köpüğünde (kuantum köpüğü)
üretilebileceğini buldular.
Bu ‘sanal' kurt delikleri varlıklarını sadece bir nano saniyenin bilyonda
bilyonda bilyonda yüzü kadar sürdürebilir ve çapları ise bir Planck
uzunluğunun çapına eşit olurdu.
Zaman makinesi için
Fizikçiler sonunda zamanda ileriye ve geri doğru hareket etmenin bir
olanağını bulmuşlardı ve zaman makinesinin tasarımını mümkün kılan yapı
parçaları İngiliz fizikçi Paul Davies tarafından geliştirildi. Davies'in
önerdiği parçalar şunlar:
Collider: (Parçacık hızlandırıcısı). Gerekli enerji miktarını üretiyor.
Imploder: (sıkıştırıcı ve yoğunlaştırıcı). Enerjiyi mikroskobik noktada
sıkıştırıp yoğunlaştırıyor. Bu noktanın üzerinde kurt deliği yaratılmakta.
Inflator: (Genleştirici) Kurt deliğini, insanın içine sığabilecek şekilde
büyültüyor.
Differentiator: (Farklılaştırıcı). Kurt deliğinde süreğen bir zaman farkı
yaratarak zamanda yolcuğa izin veriyor.
Gerekli enerji
Bu durumda dönüş yolculuğu, genel görelilik kuramına göre yolculuk eden
kişiye, çıktığı gezegenden farklı seyreden, normal bir uzay yolculuğu gibi
yaşanırdı.
Süreğen bir kurt deliğinin üretilmesi için uzay zaman köpüğüne yeterli
enerjinin aktarılması gerektiğini söyleyen Davies, bunun için yaklaşık
olarak sadece on milyar julün gerekli olduğunu buldu.
Bu, büyük bir santralin birkaç saniye içinde çıkardığı enerjiye eşit ve bu
enerji, ağır atom çekirdeklerinin üst üste fırlatılması ve bu şekilde
tozlaşmalarıyla elde edilebilir.İkinci adım çok daha gelişkin teknolojiler
istiyor.
Çünkü on milyar jullük enerjinin, bir Imploder içinde bir Planck uzunluğunda
küçük bir mekana dönüştürülmesi gerekmekte.
Bu girişim, günümüzde parçacık hızlandırıcılarında yapıldığı gibi iki
manyetik alanla gerçekleştirilmek istendiğinde, bunun için güneş
sistemimizin büyüklüğünde bir santrale ihtiyaç duyulabilir. Üstelik iş
bununla da bitmiyor.
İkinci aşamada kurt deliğinin, içine bir yolcu sığacak kadar büyütülmesi
gerekmekte. Örneğin, çekim kuvvetine karşı negatif bir kütle çekimine sahip
egzotik bir maddeyle. Bazı fizikçiler bu maddenin var olduğuna inanıyorlar.
Jüpiter' kütlesi kadar enerji
Davies ‘How to Build a Time Machine' adlı kitabında da anlattığı gibi bu
madde bir Inflator (genleştirici) içinde yoğun enerjili lazerle son derece
hızlı dönen ayna sisteminde elde edilen negatif enerjiyle üretilebilir.
Ancak Amerikalı fizikçi Matt Visser'in hesaplarına göre, bir metrelik kurt
deliği için güneş sistemimizin en büyük gezegeni olan Jüpiter'in kütlesine
eşit negatif enerji gerekmekte.
Bu şekilde içinden geçilebilecek bir metre uzunluğunda bir kurt deliği
üretildiğinde geriye son bir zorluk kalmakta. Bir
‘differantiator'/farklılaştırıcı ile deliğin iki ağzında bir zaman farkının
oluşturulması gerekiyor ki, bu Davies bunun genel görelilik kuramına göre
zaman akışının çekim kuvvetini yavaşlatan son derece yoğun kütleli bir
nötron yıldızı olabileceğini söylüyor.
Bunun için kurt deliğinin ağızlarından biri, nötron yıldızının yakınına
itilmesi gerekmekte. Burada zaman yavaşlarken (nötron yıldızı ne kadar yoğun
kütleli ise zaman o denli genişlemekte) diğer açıklıkta gayet normal geçer.
Merhaba Atatürk Dönemi!
Gerçi Davies bile bunun pratikte nasıl mümkün olabileceğini açıklayamasa
da açıklık yine güneş sistemimize geri alınabilir. Bu teoriye göre yolculuk
eden uzun bir koridorda yürür gibi kurt deliğinden geçerek kendisini mesela
cumhuriyetin ilk yıllarında bulabilir.
‘Zaman yolcusu zamanı geriye almak yerine, geçmişte biten bir uzay yolcuğu
gerçekleştirmekte' diye açıklıyor Davies kurt deliği ilkesine göre işleyen
zaman makinesini.
Ancak geçmiş öyle istenildiği gibi tarihin derinliklerine uzanmaz. Çünkü
farklılaştırıcının zamanı yavaşlattırdığı an, yani diğer sözlerle zaman
makinesinin üretimi geçmişte yaşanmamıştır.
Bugüne kadar herhangi bir zaman makinesinin varlığının saptanmamış olması
da, bugüne kadar gelecekten hiç kimsenin bizi ziyaret etmediğini de kanıtlar
aslında.
O halde Paul Davies'in önerdiği zaman makinesi bizi eski Mısır'a veya
tarihöncesi dönemlere de götürmeyecektir.
Terminatör filmi
Fizikçiler de zaten zaman yolculuğu hipotezinden pek memnun değiller.
Fiziğin genel ilkelerinden biri olan nedensellik yara alabilir çünkü.
Bunu örneğin Geleceğe Dönüş/ Back to the Future filminde görmek mümkün.
Filmde genç bir erkek doğumdan önceki zamana dönünce, annesi ona aşık olur.
Peki ama bu yüzden babasıyla tanışıp onu hiç dünyaya getirmeseydi ne olurdu?
Kimi fizikçiler bu tür paradoksların ortaya çıkabileceğine hiç ihtimal
vermiyorlar bile. Bir zaman yolcusu sadece olayların akışını izleyebilir.
Mesela gelecekteki bir makinenin günümüze gönderildiğini konu eden
‘Terminator' filminde olduğu gibi.
Terminator, dünyada başkaldırıcı insanlığı yaratacak olan geleceğin liderini
öldürmekle görevlendirilir. Fakat geleceğin insanlığı buna rağmen anneyi
koruyacak ve daha sonra da aynı zamanda çocuğun babası olacak bir
kurtarıcıyı Terminator'un peşine göndermeyi başarırlar.
Gerçi bu durumda tarihin akışı değiştirilmemiş olsa da insanlığın özgür
iradesi tartışılmaya sunulmuştur.
Çıkış yolu
Bu ikilem için bir çıkış noktası bulan İngiliz fizikçi David Deutsch
oldu: Evrenimiz içindeki olayların farklı bir şekilde geliştiği sayısız
paralel evrenlerden sadece biri.
‘Kuantum fizikçilerinin birçoğu bu çok dünyalı yorumu fazlaca ciddiye
alıyorlar' diyor Richard Gott. Buna göre bir zaman yolcusu içine ait olmayan
alternatif bir dünya tarihinin yaratıcısı olur. Yani bu da diğer bir evrende
gelişir.
Ve bu şekilde özgür irade kurtarılmış olur, ama zaman yolcusu kendi
dünyasına geri döneceğinden nasıl emin olacak?
Zaman yolculuklarıyla entelektüel olarak ilgilenen fizikçilerden biri olan
Hawkings, bu konuda 1992 yılında formüle almış olduğu ‘Kronoloji- Koruma-
Tahmini' (‘chronology protection conjecture') teorisinin geçerli olmasını
umuyor: ‘Fizik kanunları, makroskobik objelerin zaman yolcuğuna izin
vermez.'
Fakat bu sadece tahmin olduğu müddetçe, zaman yolculuğu en azından teorik
olarak imkansız sayılmaz.
Kaynaklar:
1- Alıntı :Kuantum köpüğü -HANS von AIBERG'İN SOHBET YAZILARI'ndan
alınmış kısa bir alıntı.Not: Orijinal metin değiştirilmiştir.
2- Alıntı: ''Evrende yalnız değiliz''...Milliyet.com.tr 'sayfasından
alınmıştır.
3- Alıntı: ''Fizikçiler büyük yok oluştan 7 adımda kaçış planı
hazırladı!'' onlinefizik.com'dan alınmıştır.
4- Alıntı: ''Bu işin dönüşü yok!'' - radikal.com' adresinden alınmıştır
5-''Hızın Doğası ve Görelilik''-Kaynakça: Bilim ve Teknik Dergisi-S: 422
Ocak-2003
6- Karadelikler & wormhole -P I V O L K A, Yıl:2 Sayı:6, Sayfa:10
7- Zaman yolculuğu mümkün, ama... ''http://hurarsiv.hurriyet.com.tr''
sayfasından alınmıştır.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
|
|