|
Ernest Rutherford |
Niels Bohr |
Erwin Schrödinger |
Werner Heisenberg |
|
|
NÜKLEER TEKNOLOJİNİN TARİHÇESİ
Bizlerin anladığı anlamda radyoaktivitenin ilk bulunuşu 1895 yılında
olmuştur. Alman fizikçi, Profesör Wilhelm Roentgen
vakumdan elektrik boşalmasının etkilerini araştırırken bilmediği bir
ışını keşfetmiş ve buna matematikte bilinmeyen anlamında kullanılan
X-ışını adını vermiştir.
Zamanda Yolculuk © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
X-ışınlarının keşfinden sonra bir çok bilim adamı bu ilginç ışınların
sırrını çözmek için deneylere başlamışlar ve sonunda bunun görülebilen
ışığın yapısında, kısa dalga boylu bir radyasyon olduğuna
göstermişledir. X ışınlarını araştıran Fransız fizikçisi Henri
Becquerel uranyum tuzunun da benzer
ışınımlar yaptığını gözlemlemiştir.
Bu olaydan esinlenen fizik doktora
öğrencisi Maric Sklodowska Curie
ile eşi Piere Curie,
polonyum ve radyumu keşfetmişlerdir. Daha sonra Curie'ler
yeni bir olgu olan radyoaktivite üzerine
araştırmalarını yoğunlaştırmışlar ve bu olayın ağır radyoaktif
elementlerin doğal bir bozunumu
sonucu olduğuna karar
vermişlerdir. 1903 yılında Curie'ler ile Becquerel
bu çalışmalarından dolayı Nobel ödülünü
kazanmışlardır. Bu olayın ardından bir çok bilim adamı yeni buluşlar
yapmak ve Nobel ödülünü almak için çalışmalara başlamıştır. Bu bilim
adamlarından bazıları, İngiltere'den Rutherford ve
Soddy, Almanya'dan Hahn ve Meitner,
İtalya'dan Fermi, Danimarka'dan Bohr'dur. 1919
yılında, Rutherford havadaki
azotu alfa ışınları ile bombardıman ederek oksijene dönüştürmeyi
başarmıştır. 27 Şubat 1932'de ise, James Chadwick
alfa parçacıklarıyla berilyumu bombalayarak yüksüz bir parçacık olan
nötronu keşfetti.
Frederic Joliot ve Irene Cutie
çiftinin kararlı bir element olan alüminyumun alfa
parçacıkları ile bombardımanı sonucu yapay
olarak radyoaktif olabileceğini göstermelerinin ardından,
fizikçiler yeni radyoizotoplar bulmak için
araştırmalara başladılar. Bu gelişmeler olurken, bir çok fizikçi
yanılgıya düşmüş ve deneysel olarak fisyon
reaksiyonunun gözlenmesine karşın böyle bir reaksiyonun olabileceğini
hayal bile edememişlerdir. Örneğin, Rutherford 1933
yılında
yaptığı bir konuşmada atomun parçalanarak enerji elde edileceğini
çok basit bir düşünce ve hayal olduğunu
söylemekteydi. Bu olaydan sadece altı yıl sonra, 6 Ocak 1939 yılında
Berlin'de Otto Hann ve
Eritz Strassmann'ın makalesi Naturwissenschaften (Doğal
bilimler) dergisinde yayınlanır. Ancak, atomun yapısını anlamamızda
büyük katkıları olan Lord Rutherford
bu olayı görecek kadar yaşayamamıştır. Daha
sonra bu buluşu destekleyen deneyler
Amerika'da da yapılmıştır. Uranyum atomu nötron bombardımanı altında
yaklaşık yarı ağırlıkta iki atoma bölünebilmektedir ve bir fisyon
reaksiyonu sonucu yaklaşık 150 milyon
elektron volt enerji açığa
çıkmaktadır.
Bunun anlamı ise, 1 kg U 235
izotopunun parçalanmasından çıkan enerjinin âncak 3 milyon ton kömür
yakılarak elde edilebileceğidir. Bu haberin Nazi Almanya’sı
ve Faşist İtalya'da duyularak fisyon
reaksiyonu sonucu açığa çıkan enerjinin bomba yapımında
kullanılabileceği endişesi, Nazi Almanya'sından kaçan bir çok göçmen
bilim adamının bu olayın üzerine düşmesine sebep olmuştur.Eylü1 1939
tarihinde Hitler Almanya'sının
Polonya'yı işgali macar göçmen bilim
adamlarından Leo Szilard ve Eugene Wigner'in
uranyumun öneminin, Başkan Roosevelt'in
dikkatine sunulması gereği konusunda girişimde bulunmalarına neden olmuş
ve Albert Einstein'ın
Başkan Roosevelt'e konunun
önemini belirten bir mektup yazmasını sağlamışlardır.
Einstein, Roosevelt'e yazdığı
mektupta, E. Fermi ve L.
Szilard'ın çalışmaları hakkında bilgi vererek uranyumun zincirleme
reaksiyonu sonucu açığa çok fazla
miktarda enerji ve radyum benzeri elementlerin çıkacağını belirtmiştir.
Bu olgunun bomba yapımında
kullanılması halinde çok güçlü olacağı vurgulamıştır. Aynı zamanda
Almanların da bu konuyla ilgili çalışmaları olduğu hakkında uyarıda
bulunmuştur. Bu olaylardan sonra, Başkan Roosevelt'in
girişimleri sonucu uranyum üzerine olan araştırmalara hız verilmiştir.
Bu sırada Amerikan Deniz Kuvvetleri
de uranyum maddesinin denizaltılarda kullanılabileceğini ve Fisyon
reaksiyonunun oksijene gereksinimi olmamasından dolayı, denizaltıların
su yüzeyine çıkmadan kıtalararası yolculuk yapabileceğini
düşünmekteydiler. 1940'lı yıllarda Deniz Kuvvetleri
bu konuda çalışmaları başlatmış ve bunun mümkün olacağı saptanmıştı.
Savaş boyunca Deniz Kuvvetleri bu
konudaki araştırmaları desteklenmiş.
ama tüm kaynaklar öncelikle atom bombasının geliştirilmesi ve yapımı
için yönlendirilmiştir. Bu
çalışmalar sonucu, California Llniversitesinden E. M. McMillan
atom numarası 93 olan ve Uranüs'den
sonraki gezegen Neptün'den adını alan , neptünyumu, daha sonrada
neptünyumun bozunumu sonucu açığa çıkan 94
atom numaralı element olan ve Neptün gezegeninden sonra
gelen Plüton'dan adını alan, plütonyumu
bulmuşlardır. Bu elementte U 235 izotopu gibi fisyon
reaksiyonu yapabilmektedir.
Zamanda Yolculuk © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Bu gerçek, atom bombası yapımı konusundaki
çalışmaları hızlandırarak, U 235 ve plütonyumun
alternatif malzemeler olarak düşünülmesine
neden olmuştur. Bu süreç ilerlerken,
Alman bilim adamlarından Walter Bothe ve Peter Jensen
1941 yılında grafıt ile ilgili ölçümler
yapmışlardır. Fakat, sonuç olarak grafıtin doğal uranyumla
kullanılamayacağına karar vermişlerdir. Bu yanılgı Almanların,
Amerika'da çalışmalarını sürdüren Fenni ve Szilard'ın aksine,
ağır suyu seçmelerine sebep olacaktır. Fransa'da çalışmalarını sürdüren
JoliotCurie ekibi de ağır su
kullanarak zincirleme fisyon
olayının gerçekleştirilmesi için çalışmalarını sürdürmekteydiler.
Fransa'nın işgali sonucu, bu ekip elemanlarından Halban ve
Kowarski İngiltere'ye, oradan da
Kanada'ya gidecekler ve ilk ağır su ile zincirleme fisyon
olayını 1945'de Kanada'da başaracaklardır.
Zamanda Yolculuk © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
2 Aralık 1942 yılında, Enrico Fermi ve grubu, Chicago
Üniversitesinin spor sahasının altında bulunan squash sahasında 6 ton
metal uranyum, 24 ton uranyum oksit ve nötronları yavaşlatmak için
kullanılan 385 ton grafıtden oluşan Chicago Pile (Şikago Yığını) adı
verilen yapıda, saat 09.45'den itibaren kadmiyum kontrol çubuklarını
yavaş yavaş elle dışarı çekerek, saat 15.20'de kritik değere ulaşmışlar
ve ilk kontrollü fisyon reaksiyonunu
gerçekleştirmişlerdir. Bit kaç yıl süre ile bu tür zincirleme
reaksiyonları yapan sistemlere, Chicago Pile'ın grafit
bloklarının üst üste yığılması sonucu inşa edilmesi nedeni ile, Pile
(yığın) ismi verilmiş ve bu isim
daha sonra kimyasal endüstride
kullanılan reaktör ile değiştirilmiştir.
Atom bombasının yapılabilmesi için,
doğal uranyumun izotoplarına
ayrıştırılarak U 235 izotopunun
oranının % 90'lara çıkartılması gerekmekteydi. Fakat, kimyasal olarak bu
işlem yapılamadığından ve difüzyon yönteminin çok yavaş sonuç vermesi
nedeniyle reaktörde yakıt içinde bulunan U 238 izotopu
nötronla bombardıman edilerek
plütonyum elde etmek ve açığa,çıkan
plütonyumu kimyasal yollarla ayrıştırmak
amaçlanmıştır. Bu nedenle inşa edilen ilk pilot reaktör X-10, 1943
yılında çalışmaya başlamış ve ilk kimyasal ayrıştırma işlemi 1944
yılında gerçekleştirilmiştir. hk
atom bombası denemesi ise 16 Temmuz 1945 yılında New Mexico'da
başarıya ulaşmıştır.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /İndex /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL /Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /
Duyuru
/ UFO Technology
Kuantum Teleportation /
Kuantum Fiziği
/Astronomy
|