Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

Nedensellik ve "Özgür İrade"


Her şeyin bir nedeni mi vardır? Başka deyişle her şey birbirine nedensellik bağıyla mı bağlıdır?Bir olguyu biliyorsak onun nedenini de biliyoruz diyebilir miyiz? Benzer koşullar, benzer sonuçlara mı yol açar? Gecenin nedeni gündüz müdür? Neden sorusu,bilimin temel bir sorusu mudur? Bizler bir ırmakta yüzen kütük (affedersiniz!) parçası gibi miyiz;yoksa özgür irademiz de işe karışıyor mu?

Nedensellik kavramı çok eskilere Aristo'ya kadar gidiyor. Ortaçağdaki İslam Rönesansı döneminde de bazı bilgeler bu kavramı koruyorlar. Sonunda David Hume ile birlikte bu kavram sorgulanmaya başlıyor. Görelilik ve Kuantum kuramlarıyla birlikte nedenselliğin ya da determinizmin düşünsel egemenliği tahtından oluyor. Neden sorusu,sanıldığı gibi bilimin ya da düşünmenin temel sorusu değildir. Örneğin ışık hızı neden evrenin en yüksek hızıdır sorusuna bir neden gösterilemez. Benzer şekilde Evren,neden var ya da her şey neden var sorusu yanıtlanamaz.

Neden sorusunu hepimiz kullanır ve ona bir yanıt veririz. Ama soru ve yanıtları, gündelik düşünmelerimizi ve sağduyuya dayanan deneyimlerimizi içerir. Bilimin asıl sorusu "nasıl" sorusudur. Bilimsel düşünce olaylar arasında nedensellik bağı değil olasılık bağı kurar. Önce ve sonra ya da ardışık kavramlarımız,yüksek hızlar ve kuantum dünyasında kesinlik taşımaz.  Benzer nedenlerin evrenin her yerinde ve her zaman benzer etkiler doğuracağı düşüncesi bir inançtır ve doğru değildir. Doğada yalnızca bir düzen olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz;rastlantı ve kaos da var.  Kafa patlatmaya bire bir konular...Heisenberg, D.Ruelle,İlya Progogine,Karl Popper, R.Feynman,Stephen Jay Gould gibi ustalardan görüşler alacağız.

İnsanoğlu, Evren' in en bilgili varlığıdır. Evrende insandan daha akıllı ya da uygar varlıkların bulunduğu düşüncesinin hiçbir kanıtı yok. Olsa bile insanın geldiği aşama, ötekilerle kıyaslanabilir nitelikte olmalı... İnsan bildikçe, yeni bilinmezlerin kapısını açıyor. Evet, günümüzde astrolog denen tiplerin, borsa simsarlarının, başbakan ve başkanların kendine birer "falcı" tuttuğunu okudukça, kahinler(biliciler) dönemine döndüğümüzü düşünmekten kendimi alamıyorum. Ama inanın onlar, geçici varlıklardır ve asla geleceğin belirlenmesinde herhangi bir katkıları olmamıştır , olmayacaktır.

Geleceği okuyabilir miyiz?
Eğer kahinlikte, falcılıkta bir yere varılabilseydi, yeryüzünün en zengin insanlarının matematikçiler ve daha sonra fizikçiler olması gerekirdi! Ama bunun böyle olmadığını özellikle bizim bilim adamlarından , örneğin Cahit Arf' tan, Feza Gürsey' den, Ali Nesin' den biliyorum. Bu insanlar, eğer oynamışlarsa bile kumar masasında asla kazanamamışlardır (Aşk da kazanıp kazanmadıklarını bilmiyorum).
Eğer kehanette çok zeki olduğunuza inanıyorsanız size bir iki sorum var:
Önümüzdeki 10 yıl içinde başbakan olacakların isimlerini sayınız.
20. yüzyılın bitişinde hangi başkan neler söyleyecektir?
İki bin yılından itibaren 20 yıl içinde kimler başbakan ya da başkan olacaktır?

Anımsayabildiğim ilk olay, bir kitabın adıydı. " Allahlar Susamışlardı" Anatole France’ in bir yapıtının adıydı. Ama bir kabile dininden gelme benim gibi bir insan için çok değişik bir ad idi. Allah mı Allahlar mı? Bu kitabı yazanı Tanrı koruyordu; daha doğrusu bu adla bir kitap bile yazmasına izin veriyordu.
Düşünme gücü bakımından ne kadar çok gerideydim/gerideydik? Eğer, kader diye bir şey varsa birey ne yapabilir ki? Kaderin çizdiği kesin bir yolda ilerlemekten başka bir seçenek var mı?
Geleceği bilebilir miyiz? Eğer bilebileceğinizi savunuyorsanız, siz bir artık bir kahinsiniz, bir astrolog olma yolunda hızla ilerliyorsunuz. Bir saniye sonra ya da üç gün sonra neler olacağını bilebilir misiniz?

Nedensellik ve Tarihsel Kehanet
Hegel, Comte, Mill ve Marx ' ın tarih yorumları "iyimser" dir. Onlara göre tarih, hiç durmadan ve hep "ileriye" doğru akmaktadır. Yarın, bugünün rahminde döllenmektedir onlara göre. Ayrıca yarının dölü, bugününkünden ileridir. Platon ve Spengler ise kötümserdir. " İlerleme gerçeği " diyor H. A. L. Fisher, " tarih sayfalarına büyük harflerle yazılmıştır; ama; ilerleme, bir doğa yasası değildir. Bir kuşağın kaydettiği ilerlemeyi öteki kuşak yitirebilir. " ( Karl Popper, Açık Toplum Ve Düşmanları, 2. cilt s:175)
Tarihin çizgisi, her toplum için eşitsiz ve değişken bir yol izliyor. Kimisi geri, kimisi ileri gidiyor. Fransız İhtilali, özgürlük ve insan hakları konusunda insanlığa inanılmaz bir ders verdi. Ama bu uğurda inanılmaz kurbanlar da verdi. Almanya, sanayi devriminin yükselen bu devi, Hitlerle birlikte ne oldu? Avrupa’yı ateşe verdi; yükseldi ve çöktü. Bu konuda insanlığın en büyük deneylerinden biri olan "sosyalist sistemi" alalım. Rusya’daki Ekim 1917 devrimi, Çarlık Rusyası denen "Halklar Hapisanesi" ni, her ulusun kendi kaderini kendisinin tayin ettiği "özgür halkların" gönüllü kardeşliğine bırakmıştı güya! Ama 1990'larda Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, "reel" durum ortaya çıkıverdi . 1970'lerin ortalarında "komünist toplum" aşamasına geldiği ilan edilen Sovyetleri Birliği' nin hâlâ köylü toplumu aşamasındaki toplumların basit bir karışımı olduğu görülüverdi. Bilimsel ve teknolojik gerilik, abartılı bir ajitasyonla(edebiyatla) örtülmeye çalışılıyordu(Sosyalist sistemin ideologları bizi aldatıyordu. Bu aldananlar içinde bendenizin de bulunduğunu belirteyim). Anlayacağınız geleceği göremediğimizi biz de gördük!
Aslında Libya , Irak ve Cezayir , Sovyet sisteminin arkaik ürünleriydi. Onları da sosyalist sistemin yedekleri olarak görüyorduk. Onları "ilerici" diye nitelendiriyorduk,ABD'yle araları açık ya.
Gerçekten acaba İran, mollalar rejimiyle ileri mi gitmiştir? Siyasi tarihçiler, “İran Devrimi(!)" konusunda CİA’nın yanıldığını sanıyorlar. Oysa asıl yanılanlar, kendilerini “Yüce Sovyetler Birliği” nin bağlaşığı sayanlar ve de İran Komünist Partisi (TUDEH) olmuştur. Evet, Şah Rıza Pehlevi, ABD emperyalizminin Ortadoğudaki en sadık uşağı rolünü üslenmişti. Güya Ortadoğu’nun teknolojisi en yüksek ordusuna sahipti. Ama Fransa’da üslenen bir Molla, Şahlık düzenine duyulan öfkeyi ihtilale dönüştürdü ve gidip İran’ın başına küflenmiş kara bir okka olarak oturdu. Tarih’in iyimser yorumu, bir kez daha deneyle yadsındı. Ama bazıları bütün bunları, “tarihi akışını doğrulayan halk hareketleri olarak” görmeye devam ediyor. Ne yazık.
İran, Ortadoğu için neredeyse bir örnek oldu. Afganistan çöktü. "Talibanlar" denen ilkel çeteler koca Afganistan’ı ele geçirdi.
Cezayir, bir başka kurban. 1997'lerde Mısır, yeniden köktendinciliğin arenası.
19. yüzyılda yaşayan Fransız filozofu Auguste Compte, yıldızlara gidemeyeceğimiz için onların hangi maddelerden yapıldıklarını hiç bir zaman bilemeyeceğimizi söylemişti. Ne büyük bir yanılgı Compte için. İnsanaoğlu Ay' a ayak bastı, gezegenlere uzay araçları yollamaya devam ediyor. Ve daha önemlisi Güneş' ten ve başka yıldızlardan gelen ışıkların analiziyle (spektroskopi ile) onların hangi maddelerden yapılı olduklarını iyice biliyoruz.
(Omnes,Roland;Evren ve Dönüşümleri,Onur yayınları, s: 9)

Şimdi Hawking'e söz veriyoruz:
Bir kimsenin nasıl davranacağı önceden bilinebilir mi? Eğer bilinebiliyorsa kişinin bir özgür iradesi olmadığı, önceden belirlenmiş olduğu açıktır. "Bir defa tam bir birleşik kuram bulduğumuzda insanların ne yapacakları konusunda kestirimde bulunabileceğimiz gerekçesiyle, özgür iradeninin bu tanımına karşı çıkılabilir. Ancak insan beyni de belirsizlik ilkesine tabidir. Bu yüzden insan davranışında kuantum mekaniğiyle bağlantılı bir rasgelelik unsuru vardır. Fakat beyindeki ilgili enerjiler düşüktür, bu nedele kuantum mekaniksel belirsizlik küçük bir etkidir. İnsan davranışı hakkında kestirimde bulunamayışımızın gerçek nedeni, bunun yalnızca çok zor olmasıdır. Halihazırda beynin faaliyetlerini yöneten temel fiziksel yasaları biliyoruz ve bu yasalar göreli olarak basittir. Fakat birkaç parçacıktan daha fazlası varsa denklemleri çözmek zordur. Daha basit Newton kütlesel çekim kuramında bile denklemler tam olarak yalnızca iki parçacık durumunda çözülebilir. Üç veya daha fazla parçacık için yaklaştırmalara başvurmak zorunludur ve parçacık sayısı ile birlikte güçlük hızla artar. İnsan beyni yaklaşık olarak on üzeri yiraltı(yüz milyon milyar milyar ) parçacık taşır. Bu bizim, denklemleri çözebilmemiz ve ilk durumu ve gelen sinir verisi bilindiğinde beynin nasıl davranacağını kestirmemiz açısından çok fazladır. Aslında kuşkusuz ilk durumun ne olduğunu bile ölçemeyiz, çünkü bunu yapabilmek için beyni parçalamamız gerekir. Bunu yapmaya hazır olsak bile, kaydedecek çok fazla parçacık olurdu. Ayrıca büyük olasılıkla beyin ilk duruma karşı çok duyarlıdır; ilk durumda küçük bir değişiklik daha sonraki davranışta çok büyük bir değişikliğe yol açabilir. Böylece beyni yöneten temel denklemleri biliyorsak da insan davranışını kestirmek için onları pek kullanamayız."
(S. Hawking, Karadelikler ve Bebek Evrenler s: 130-131)
Hawking, beyinde çok sayıda parçacık olmasıyla makroskopik sistemlerdeki uğraşlarımızın çakıştığına dikkat çekiyor ve yaklaştırmalarla etkili kuramlar ürettiğimizi belirtiyor. "Bir örnek akışkanlar mekaniğidir." diyor. Su , atom çekirdeklerinin, elektronların ve nihayet atomların kimyasal bağlanmaları sonucu su moleküllerinin oluşturduğu bir bileşiktir. Milyarlarlarca milyar parçacık... Yine de suyu biz, hız, yoğunluk ve sıcaklıkla tanımlanan sürekli bir ortam gibi sunarız. Bu bir yaklaştırmadır. Kestirimleri de tam değildir. Hava tahminlerinde olduğu gibi. Ama akışkanlar mekaniği, gemiler veya petrol boru hatları tasarımına yetecek kadar da iyidir."

Herşey Önceden Belirlenmiştir Masalı....
Özgür irade ve eylemlerimiz için bir ahlaki sorumluluktan söz edebilir miyiz? Diyelim ki, yaptığımız her şey, önceden belirlenmiştir. Nedensellik dalgası içinde akıp gitmekten başka bir seçeneğimiz yok mu acaba? Feleğin bizim için yazdığı ama bize okutmadığı gizli kitaba göre mi yaşıyoruz? Bizler gölge oyununda oynayan ve ipleri oynatanın elinde olan Karagöz ve Hacıvat' lar mıyız? Yoksa biz, bu evrenin evrimleşmiş ve artık kendi yolunu kendi çizmesi gereken varlıkları mıyız?
"Yaptığımız herşey bir büyük birleşik kuram tarafından belirlenmiş olabilir. Eğer kuram, bizim asılmayla öleceğimizi belirlemişse, o takdirde boğulmayacağız demektir. Fakat bir fırtına sırasında küçük bir botla denize açılmak için darağacında öleceğinizden son derece emin olmanız gerekir. Herşeyin önceden belirlenmiş olduğunu ve bunu değiştirmek için hiçbir şey yapamayacağımızı ileri süren insanların bile karşıdan karşıya geçmeden önce yola baktıklarını farkettim. Belki bakmayanlar, masalı anlatmak üzere hayatta kalmazlar. İnsan, davranışını herşeyin belirlenmiş olduğu fikri üzerinde temellendiremez, çünkü neyin belirlenmiş olduğunu bilemez. Onun yerine özgür iradesi olduğu ve davranışlarından sorumlu olduğu şeklindeki kuramı kabul etmek zorundadır. Bu kuram, insan davranışını kestirmede çok iyi değildir. Fakat onu kabul ederiz, çünkü temel yasalardan çıkan denklemleri çözme şansı yoktur. Ayrıca özgür iradeye inanmamızı etkileyen Darvin'ci bir gerekçe de vardır. Kişilerin davranışlarından kendini sorumlu hissettiği bir toplumun birlikte çalışması ve değerlerini yaymak üzere hayatta kalması daha olasıdır. Kuşkusuz arılar birlikte çok iyi çalışırlar. Fakat öyle bir toplum, durağandır(statiktir) .Tanıdık olmayan sorunlara çözüm getiremez, yanıt veremez veya yeni fırsatlar geliştiremez. Ancak, belli karşılıklı amaçları paylaşan bir özgür fertler topluluğu ortak hedeflerinde işbirliği yapabilirler ve yine yenilikler yapma esnekliğine sahip olabilirler. Böyle bir toplumun, gelişmesi ve değer sistemini yayması daha olasıdır.".

Özgür irade kavramı, temel bilim yasalarınınkinden farklı bir alana aittir. Eğer insan davranışı bilim yasalarından çıkarılmaya çalışılırsa kendi kendine devinen sistemlerin mantıksal paradoksuna yakalanabilir. Eğer bir kişinin ne yapacağını temel yasa ışığında kestirebilirsek, o zaman kişinin davranışı da değiştirilebilir. " Bu durum benim hiçbir zaman mümkün olmayacağını düşündüğüm zaman yolculuğunun mümkün olması durumunda karşılaşabilecek problemler gibidir. Eğer gelecekte ne olacağını görebilseydiniz onu değiştirebilirdiniz." Spor toto, at yarışı ve başka kumar olaylarında hiçbir matematikçi'nin, fizikçinin ya da başka bir bilimcinin servet kazanmadığını bilmeniz yerinde olur. Eğer gelecekte hangi sorunların çıkabileceği kavranmak istenirse, Hawking' in deyişiyle" Geleceğe Geri Bakmak" gerekir. Bu da olanaklı değildir. İnsan davranışını çıkarsamak (öngörmek, belirlemek ) için fizik yasalarını kullanamayız. Birinci neden, böylesine karmaşık olan denklemleri çözmeyiz. İkinci olanak eğer bir kestirimde bulunsak bile, bu sistemi etkiler.

 (S. Hawking, Karadelikler ve Bebek Evrenler s: 132- 133)
S.Hawking diyor ki:
Gravitasyonun kuantum kuramı, çoğunlukla kuantum kuramı ile ilişkilendirilen belirsizliğin dışında ve onun üzerinde, yeni bir önceden bilinemezlik düzeyi getirmektedir. Gelecek konuşmamda, bu ek belirsizliği zaten gözlemiş olabileceğimizi göstereceğim. Geleceğin kesin olarak öngörülebileceğine dair bilimsel determinizmin ümidine bununla bir son verilmektedir. Tanrının hala yeninde sakladığı birkaç sürprizi olduğu anlaşılmaktadır.
                                             (Hawking ve Penrose,   Uzay ve Zamanın doğası s:74)
Bilim Teknik' in sürekli yazarlarından Selçuk Alsan "Popüler bilim dergilerinin bir amacının da meslekler arasındaki duvarları yıkmak olduğunu söyleyebilirim" diyor ve şöyle devam ediyor: Başka hayatları ve başka meslekleri tanımamak, insanları anlamamak, hayatı derinliğine tanımamak demektir. Başka insanları, başka ülkeleri, başka bilimleri ve başka düşünceleri tanımak hoşgörü getirir. İnsanlar bilemedikleri şeylerden korkarlar; korkan insan zalim ve saldırgan olur. Bu usavurmayı devam ettirirsek bilgiyi arttırmak korkuyu, zulmü ve saldırganlığı önler; barışa ve hoşgörüye giden yolları çiçeklerle bezer. Bir suyu durmadan ısıtırsanız sonunda su kaynar ve buhar haline dönüşür. Niceliksel birikimler (sıcaklık artışı), bir nitelik değişikliği doğurmuştur(sıvının buhar haline geçişi). Benzer olarak bir insan diğer hayatları ve bilimleri öğrendikçe bilgi derecesi artar ve nihayet öyle bir an gelir ki o insan "bilge" haline dönüşür; bilge olmak için bilgi gerekir, ama yeterli değildir; bilge, bilginin üzerine sonsuz bir iyilik, ahlak, olgunluk, anlayış, barış ve hoşgörüyü eklemiş kimsedir"
(Bilim ve Teknik, Ekim 1996, 347. sayı)

NEDENSELLİK İLKESİ VE ÖZGÜR İRADE ÜZERİNE

"Neden ?" sorusu kuşkusuz düşünmenin ve bilimsel gelişmenin anahtar sorularından biri oldu. Bu kavram, yüzyıllar boyunca değişikliklere uygulanarak günümüze kadar gelmiştir. Newton' dan sonraki dönemin doğa bilimlerindeki gelişmelerin sonuçlarını inceleyen Kant, nedensellik kavramını 19. yüzyıldaki genel anlamıyla şöyle ele alıyordu: "Bir şeyin meydana geldiğini duyduğumuz zaman, ondan önce bir başka şeyin meydana geldiğini ve birincinin ondan doğduğunu düşünürüz hep " (Çağdaş Fizikte Doğa s: 39) Buna göre, bir doğa olayını ya da doğanın bir parçasını kavrayıp bilmemiz, geleceği kestirmemize yeter sayılıyordu. Her doğa olayının bir nedeni vardı ve bu doğa olayı da "gelecekteki" bir doğa olayının nedeni olmak durumdaydı.

Gerçekten Newton fiziğine göre, bir sistemin belli bir andaki durumunu biliyorsak, o sistemin gelecekteki durumunun/hareketinin ne olacağı hesaplayabilirdik. Bir başka deyişle bir sitemin şu andaki konumunu biliyorsak, hızını; hızını biliyorsak konumunu belirleyebiliriz. Laplace' a göre analatırsak, belli bir anda atomların durumunu ve hareketini (devinimini) bilebilen bir şeytan veya bir üstün zekalı, evrenin geleceğini toptan kestirebilirdi. "Nedensellik", dar anlamıyla her olayda sebep-sonuç ilişkisi aramaktı. "Bununla şunu demek istiyorlar : bir sistemin bugünkü durumuna bakılarak gelecekte alacağı durumu kesinlikle belirleyen değişmez bir takım doğa yasaları vardır. " (Heisenberg, Çağdaş Fizikte Doğa, s: 39)

Neden kavramı, günümüz bilimsel düşünmesinde belki nedenler olursa bir anlam taşır. Çünkü bir olayın olmasının nedeni asla tek bir nedenle açıklanamaz.

Neden kavramı Üzerine

Çocukların uzay, zaman ve hareket ya da dünya anlayışları üzerinde yapılan araştırmalar, ilk çağın yetişkin bilim adamlarıyla çocuklarınki arasındaki çarpıcı koşutluklar ortaya koyar. Jean Piaget’nin bilim tarihinin yarattığı düşünsel ilgiyle ruhblimsel çalışmaları arasındaki ilişkiyi keşfetiğini belirten T. Kuhn “Her tarihçiden çok benim üstadım olmuş olan Alexandre Koyré ile ilk karşılaşmamda, bu etkinin nasıl yer aldığını dipdiri anımsamaktayım. Aristoteles fiziğini anlamayı Piaget’nin çocuklarından öğrendiğimi kendisine bildirmiştim. Yanıt: “Aristotoles’in fiziği, Piaget’nin çocuklarını anlamayı öğretti bana” şeklinde olmuştu; o zaman öğrenmiş olduğum şeyin önemini daha derinden duymuştum. Nedensellik gibi şimdi artık tamamen anlaşamayacağımız konularda bile Piaget’nin etkisinin silinmez izlerini kabul etmekle kıvanç duyuyorum.

Fizik tarihçisinin, neden kavramının çözümlenmesinde başarılı olmak istiyorsa eğer, bu kavramın incelemeye alışık olduğu yanlarının çoğundan farklı, birbirine bağlı iki yanı olduğunu kabul etmesi gerekir sanırım. Daha başka kavramsal çözümlemelerde olduğu gibi, “neden” ve “çünkü” gibi sözcüklerin, bilim adamlarının konuşmasında ve yayınlarında gözlemlenen geçişinden yola çıkılması gerekir. Ancak bu sözcükler, konum, devinim, ağırlık, zaman vb gibi kavramlarla ilgili olanlardan farklı olarak bilimsel söylemde düzenli bir biçimde geçmez her zaman ve geçtiklerinde de, söylem çok özel bir türden olur. İşte bunun için, çeşitli sebeplerden dolayı M.Grize’in yapmış olduğu bir saptamaya kapılarak, “neden” teriminin fizikçilerin sözlüğünde bilimsel olarak değil, bilimsel ötesi olarak, her şeyden önce işlerlik gösterdiği söylenir.

Ama bu gözlem, neden kavramı, konum, kuvvet ya da devinim gibi daha tipik kavramlar kadar önemli değildir demeye gelmemeli. tersine, eldeki çözümleme araçlarının iki durumda adeta farklı biçimde işlediğini anlatmış olmalıdır. Neden kavramını çözümlerken tarihçi ya da filozof, dilin ve davranışın ayrıntılarına her zamankinden daha çok duyarlı olmalıdır. “Neden” gibi terimlerin geçişlerini değil sadece bu terimlerin çağrıştırdıkları özel durulmları da ayrıca gözönüne almak gerekir. Buna karşılık o, çözümlemesinin ana görünüşlerini de, içinde bir neden açıkça sağlanmış olsa bile, toplam iletişimin hangi kesiminin nedenlere yollama yaptığını gösteren hiçbir terimin yer almadığı bağlamlar üzerindeki gözleemine dayandırmalıdır. İşini bitirmeden önce bu yolda giden çözümlemeci, sözgelişi, neden kavramının, konuma kıyasla, temel dilsel ve küme-ruhbilimsel bileşenleri olduğu sonucuna varabilir.

Nedensel kavramların çözümlenmesinin bu yanı Piaget ’nin bu konferansın başından beri üzerinde durduğu bir ikinci yanına sıkı sıkıya bağlıdır. O, neden kavramını dar ve geniş olmak üzere iki başlık altında incelememiz gerekir demişti. Bana kalırsa dar kavram etkin bir eyleyen, iten ya da çeken, bir kuvvet etkiyen ya da bir güç gösteren eyleyici ile ilgili işin başında benmerkezci bir kavramdan türer. O, Arsitoteles’in etkili neden kavramına, diyeceğim çarpışma sorunlarının ilk kez 17. yy çözümlemeleri sırasında teknik fizikte önemli ölçüde işlev gösteren bir kavrama çok yakındır. Geniş anlamdaki kavram ise en azından ilk bakışta çok farklıdır. Piaget onu genel açıklama kavramı olarak betimlemişti. Bir olayın nedenini ya da nedenlerini betimlemek, onun niçin olduğunu açıklamak demektir. Nedenler, fiziksel açıklamalarda görülür ve fiziksel açıklamalar da genelde nedenseldir. Ama yine de çoğunun, neden kavramını yöneten ölçütlerin kimisinin yapısındaki öznelliğiyle yine karşılaşacağını kabul ederim. Hem tarihçi ve hem de ruhbilimci, fiziğin ya da çocuk gelişiminin bir keresinde bir açıklama sağlayan bir sözcük dizisinin başka bir evrede sadece daha çok soruya yol açabileceğini çok iyi bilir. Genel çekim dolaysıyla elma yeryüzüne düşer demek, yeterli midir, yoksa, çekimin kendisi, soru sorma istenci sona ermeden önce açıklanmış mı olmalıdır? Açıklanmış bir tümdengelim yapısı, nedensel bir açıklamanın uygunluğu için gerekli bir koşuldur; ama yeterli bir koşul değildir. Bu yüzden, nedenselliği çözümlerken, tanrısal gücün tecellisi dışında, nedensel soruların gerilemesini bir tıkanıklığa götürecek özel yanıtların araştırılması gerekir.

Nedenin iki anlamının bir arada bulunması da yukarıda kısaca değindiğimiz sorunlardan bir başkasını da yeğinlendirir. En azından kısmen tarihsel nedenlerden ötürü, dar anlamdaki kavram çoğun temel olarak alınır ve geniş anlamdaki kavram da çoğun, sonunda bir zorlama ile ona uydurulur. Dar anlamdaki nedensel açıklamalar her zaman bir eylemci ve bir denek(s:48), bir neden ve bir sonuç etki sağlar. Ama, kendilerinden ne bir ilk olayın ya da görüngünün, ne de herhangi bir etkin eylemcinin neden olarak çıktığı-az sonra aşağıda inceleyeceğimiz- doğal görüngülerin daha başka açıklamaları vardır. Bu gibi açıklamaların nedensel olmadığını söylemekle bir şey kazanılmaz (ve dilsel doğallıktan da çok şey yitirilir):Bir kez sağlandıktan sonra, gözden kaçırılmış neden diye alınabilecek bir şeyleri de eksik değildir. Ayrıca, sorunların nedensel olmadığı da söylenemez: Başka koşullar altında sorulduğunda, dar anlamda nedensel bir yanıtı çağrıştırırlar. Doğal görüngülerin nedensel ve nedensel olmayan açıklamaları arasına herhangi bir çizgi çekilebilirse nasılsa, o, burada yeri olmayan inceliklere bağlı olacaktır. Öte yandan, bu gibi açıklamaları, sözlü ya da matematiksel bir yolla, neden olarak işlerin bir ilk durumunun ortaya atılmasına yol açan bir biçime dönüştürmek de yararlı bir iş değildir. Belki dönüşüm her zaman iyi yürütülebilir (konuk meslektaşlarım Bunge’un sunumunda örneklenmiş olan ince tekniklerden biriyle kimi zaman), ama sonuç, çoğun; dönüştürülmüş anlatımı açıklayıcı kuvvetinden yoksun bırakmak olur.

Fizikte neden kavramlarının evrimindeki dört ana evrenin şematik bir örneği, buraya değin söylenenleri hem belgeleyecek ve hem de derinleştirecektir. Ayrıca daha genel birkaç vargı için de yol hazırlayacaktır. Yaklaşık 1600'e değin fizikte önde gelen gelenek Aristotelesçiydi ve onun neden çözümlemesi egemenliğini kurmuştu. Bununla birlikte, birincisi bir yana atıldıktan sonra da, ikincisi kullanımda kalmayı sürdürebilmişti ve bu yüzden de başlangıçta, ayrı bir incelemeyi hak eder. Aristoteles’e göre, dünyaya gelmek de içinde olmak üzere, her değişikliğin dört nedeni bulunuyordu: Maddesel, etkili, biçimsel ve ereksel. Bu dört neden bir değişiklik açıklaması isteğine verilebilecek yanıt tiplerini belirliyordu. Sözgelimi, yontu söz konusu olduğunda, varlığının maddesele nedeni mermerdir; etkili nedeni, yontucunun araçlarınca mermer üzerine uygulanan kuvvettir; biçimsel nedeni, işin başında iken yontucunun zihninde var olan, bitirilmiş nesnenin idealize edilmiş biçimidir; ereksel nedeni de, Yunan toplumu üyelerince bilinen, güzel şeylerin sayısında bir artıştır. (T. Kuhn, s:49)

İlkece her değişiklik her bir değişiklik tipinden biri bu dört nedene bağlıydı; ama, pratikte fiili açıklama için başvurulan neden çeşiti, bir alandan öbürüne büyük değişiklik gösteriyordu. Fizik bilimleri alanında çalışırken, Arsitotelesçiler genel olarak biçimsel ve ereksel olmak üzere yalnız iki neden kullanıyorlardı ve bunlar herzaman bir tek nedende birleşiyordu. Hızlı değişiklikler, diyeceğim, kozmosun doğal düzenini bozan değişiklikler, etkili nedenlere, itmelere ve çekmelere yükleniyorlardı doğal olarak; ama bu tüar değişiklikler daha ileri açıklamaya yatkın görünmüyorlar ve fiziğin dışında kalıyorlardı. Bu konu, yalnız doğal düzenin yeniden kurulması ve ayakta kalmasıyla uğraşıyor ve bunlar da yalnızca biçimsel nedenlere bağlı bulunuyorlardı. Böylece taşlar, özyapıları ya da biçimleri sadece bu konumda bütünüyle gerçekleşebeldiği için, evrenin merkezine doğru düşüyor; aynı sebepten alev de dış çevreye doğru yükseliyordu; gök cisimleri de uzayda düzenli bir biçimde ve sonsuz olarak dönmek yoluyla, özyapılarını gerçekleştiriyorlardı.

17. yy’da bu tür açıklamalar, mantık bakımından kusurlu, salt sözsel bir oyun, bir totoloji gibi görünmeye başlamıştı ve bu değerlendirme sürüp gitti. Afyonun insanları uyutma gücünü, “uyutucu nitelik” terimleriyle açıklamayla gülünç duruma düşen Moliere’in doktoru, günümüzde de geçerli bir gülünç kişiliktir. Bu gülünçlük etkili olmuştu ve 17. yy’da buna yer vardı. Ne ki, bu tür açıklamalarda hiçbir mantık aksaklığı yoktur. Aristotelesçilerin yapmış oldukları gibi, insanlar görece geniş doğal bir görüngüler alanını, görece küçük sayıda biçimler çerçevesinde açıklayabildikleri sürece, bu biçim(ler) çerçevesindeki açıklamalar da hep doyurucuydu. Yalnız her bir açık seçik görüngü, ayrı bir açık seçik biçimin bulunmasını zorunlu kıldığında, onlar da totoloji gibi görünmeye başlamışlardı. tam tamına koşut bir türden açıklamalar, toplumsal bilimlerin çoğunda hala apaçık görünmektedir. Bunlar isetinden daha az güçlü olurlarsa eğer, güçlük onların mantığında değil, tersine, sergilenen özel biçimlerdedir. Kısacası demek istiyorum ki, biçimsel açıklama günümüzde fizikte olağanüstü bir etkinlikle işlev görmektedir.

Bununla birlikte, 17. ve 18. yy’larda (T. Kuhn, s: 50) oynamış olduğu rol çok küçüktü. Yalın matematiksel düzenliliklere, daha ileri hiçbir çözümlemeyi gerekil görmeyen biçimsel nedenler olarak sık sık işaret eden Galileo ve Kepler’den sonra, her açıklamanın artık mekanik olması istendi. Tek tek kabul edilebilir biçimler, maddenin sonal parçalarının şekilleri ve konumlarıydı. İster konumun, ister renk ve sıcaklık gibi bir niteliğin olsun, her değişiklik, bir küme parçacığın başka bir küme üstüne yapmış olduğu fiziksel etkinin sonucu gibi anlaşılmak gerekiyordu. Nitekim Descartes, cisimlerin ağırlığını, çevredeki eter parçacıklarının cisimlerin üst yüzüne yapmış oldukları etkiden ileri geliyormuş gibi açıklamaktaydı. Aristoteles’in etkili nedenleri, itmeler ve çekmeler, değişiklik açıklamasında artık egemen durumdaydı. Parçacıklar arasında mekanik-olmayan etkileşimlere izin veriyormuş gibi geniş çapta yorumlanan Newton’un yapıtı bile etkili nedenin egemenliğini kırmak için pek az bir şey yapabilmişti. Elbet, salt mekanizme son vermeye de çalışmıştı; ama Newton’un uzaktan etkiyi getirmesi, varolan açıklama ölçütlerinin gerici bir çiğnenişi gibi gören kimselerce geniş ölçüde saldırıya uğramıştı. (Haklıydılar. 18. yy bilim adamları, her bir görüngü türü için yeni bir kuvvet işe karıştırabiliyordu. Birkaçı bu yolu tutmaya başlamıştı). Ama Newton’cu kuvvetler, genel olarak, temas kuvvetlerine benzeşimleri içinde işleniyordu ve açıklama da her şeyden önce mekanik niteliğini koruyordu. Özellikle fiziğin daha yeni kesimlerinde-tüm 18. yy boyunca açıklama, etkili nedenler çerçevesinde yürütülmüştü geniş ölçüde.

Bununla birlikte, 19, yy’da, ilkin mekanikte başlamış olan bir değişiklik, fiziğin bütününe yavaş yavaş yayılmıştı. Bu alan giderek daha matematiksel olduğu için, açıklama da giderek daha uygun biçimlerin sergilenmesine ve onların sonuçlarının türetilmesine bağlı kalmaya başlamıştı Özünde değilse de yapısında, açıklama yine Aristotelesçi fiziğin yapısındaydı. Özel bir fiziksel görüngünün açıklanması istendiğinde, fizikçi uygun bir diferansiyel denklem yazacak ve ondan söz konusu görüngüyü belirlenmiş sınır koşullarıyla birleşik olarak çıkarsayacaktı. Evet, doğru, o zaman da diferansiyel denklemleri seçmesini (s: 51) temellendirmek istenecekti kendisinden. Ne var ki bu istek açıklama tipine değil, özel bir formülasyona yöneltilmiş olacaktı. Doğru ya da yanlış bir denklem seçmiş olmak önemli değildi, diferansiyel bir denklemdi o; yani, olup bitenlerin açıklamasını sağlayan bir biçimdi. Ve denklem de bir açıklama olarak daha fazla bölünemezdi. Ciddi bir saptırmaya uğratmaksızın, zaman bakımından etkiden önce gelen, hiçbir etkin eyleyici ya da yalıtık bir neden çıkarılamazdı ondun.

Sözgelimi, Mars gezegeninin niçin elips bir dolancada devindiği sorununu ele alalım. Yanıt, çekimin karisyle ters orantılı, karşılıklı bir etkileşim içinde, iki katı cismin oluşturduğu yalıtık bir dizgeye uygulanan Newton yasalarını sergiler. Bu öğelerden her biri, bu açıklama için esastır; ama hiçbiri de görüngünün nedeni değildir. Açıklanacak görüngüden önce de gelmezler, eş zamanlı olurlar ya da ondan sonra gelirler daha çok. Şimdi Mars gezegeninin özel bir zamanda niçin gökyüzünde özel bir konumda olduğu gibi, daha sınırlı bir sorunu ele alalım. Yanıt, bir öncekinden sağlanabilir, daha önceki bir zamanda Mars gezegeninin hızının ve konumunun, denkleminin çözümüne sokulması yoluyla. Bu sınır koşulları, yasalardan yapılan bir çıkarımla, açıklanacak bir olaya bağlanmış olan daha önceki bir olayı betimlerler. Ancak o, sonsuz sayıda başkasının yerine geçebileceği önceki olaya, Mars gezegeninin daha sonra belirtilen bir zamandaki konumunun nedeni diyebilmek şansını elden kaçırır. Eğer sınır koşullar nedeni verirse, o zaman da nedenler açıklayıcı olmaktan çıkar.

Bu iki örnek, bir ikinci yönden de aydınlatıcıdır ayrıca. Bunlar, en azından bir fizikçinin öbürüne sormaması gereken sorulara yanıtlardır. Yukarıda yanıt olarak gösterilenler, fizikçilerin kendileri için koyabilecekleri ya da öğrencileri için ortaya çıkarabilecekleri problemlere çözüm olarak, daha gerçekçi bir yolla belirlenebilirler. Şimdi bunlara açıklama adını veriyorsak, sebe i şudur: Bunlar bir kez ortaya konup anlaşıldıktan sonra, artık sorulacak hiçbir soru kalmaz: Fizikçinin açıklama olarak sağlayabildiği her şey, artık verilmiş olur. Bununla birlikte, daha başka bağlamlar da vardır ve bunların içinde benzeri sorular çok sorulabilir ve bu bağlamlarda yanıtın yapısı da değişik (s:52) olabilir. Diyelim ki Mars gezegeninin yörüngesinin (dolancasının) elips biçiminde olmadığı ya da özel bir zamandaki konumunun sınır koşullara bağlı, Newtoncu iki cisim sorununa getirilen çözümle öngörülmüş bulunan bir konunun tıpatıp aynı olmadığı gözlemlenmiştir. O zaman fizikçi neyin aksadığını, deneyin beklentilerinden niçin ayrıldığını sorar ( ya da görüngüler iyice anlaşılmadan önce sormuştur). Bu durumda yanıt da özgül bir nedeni ortaya çıkarır-burada, başka bir gezegenin genel çekimsel etkisidir bu. Düzenliliklerden farklı olarak, aykırılıklar da dar anlamda nedensel olan terimlerle açıklanırlar. Aristotelesçi fiziğe benzerlik bir kez daha çarpıcı bir biçimde karşımıza çıkıyor. Biçimsel nedenler, doğanın düzenini, etkili nedenler de onun düzenden yarılışlarını açıklar. Ama artık düzensizlik de düzenlilik gibi fizik alanına girmektedir.

Gök mekaniğinden alınan bu örnekler, mekaniğin öbür bölümlerinden ve akustik biliminden, elektrikten, optik biliminden ya da geç 18. yy’da ya da erken 19.yy’da bu konular geliştiği için, termodinamikten örneklerle çoğaltılabilir. Ama sorun artık zaten aydınlanmış olmalıdır. Bununla birlikte vurgulanması gereken bir nokta daha vardır: Bu alanlardaki açıklamalarla Aristotelesçi açıklama arasındaki bu benzerlik sadece yapısaldır. 19. yy fizik açıklamasında ortaya konmuş olan biçimler hiç de Aristoteles’inkiler gibi değildir; tersine 17. ve 18. yy’larda egemen olan Karteziyen ve Newton’cu biçimlerin matematiksel değişkenleridirler daha çok. Bu mekanik biçimlere yapılan kısıtlama, bununla birlikte, 19.yy’ın son yıllarına değin sürmüştür yalnız. Sonra, elektromanyetik alan için Maxwell denklemlerinin benimsenmesiyle ve bu denklemlerin mekanik bir eter yapısından türeyemeyeceğinin kabul edilmesiyle, fizikçinin açıklamalarda kullanabildiği biçimler listesi büyümeye başlamıştır.

20.yy’da sonuç olarak ortaya çıkan şey, fiziksel açıklamada bir devrimin daha olmasıydı; ama bu kez devrim açıklamanın yapısında değil, özündeydi. konuk meslektaşım Halbwachs, onun ayrıntılarının birçoğuna işaret etti. Ben de burada sadece, çok geniş birkaç genelleme yapacağım onun(s:53) üstüne. Yalnızca matematiksel denklemlerle tanımlanabilen ve biçimsel özellikler taşıyan, mekanik-olmayan köklü bir fiziksel kendilik olarak elekromanyetik alan, fiziğe alan kavramının sadece bir giriş noktasıydı. Çağdaş fizikçi daha başka alanlar da biliyor ve bunların sayısı da her gün artıyor. Büyük bir kesimiyle, 19.yy’da bilinmeyen olayları açıklamakta bile kullanılıyorlar; ama ayrıca sözgelimi elektromanyetizmde daha önce kendilerine yarılmış olan kimi alanlardaki kuvvetleri yerlerinden de ediyorlardı. 17. yy’da olduğu gibi bir zamanlar açıklama olan şey, artık bir açıklama değildir. Öte yandan yalnız alanlar da değil, yeni bir tür ya da kendilik değişikliğe karışmaktadır. madde de mekanik bir yolla akla gelmeyecek biçimsel özellikler kazanmıştır-özgül açısal moment (spin),tüm-eşitlik (parite), yabınsılık vb- bunların her biri yalnız matematiksel çerçevede betimlenebilmektedir. Son olarak, kökü kasınamayan açıkça olasıcı bir öğenin fiziğe girişi, açıklama yasalarında başka bir köklü değişikliğe neden olmuştur. Şimdi, gözlenebilir görüngüler üstüne iyi-kurulmuş sorular vardır; sözgelimi, bir alfa parçacığı bir çekirdekten ayrıldığı zaman, fizikçilerin söylediğine göre, ilkece, bilimin yanıtlayamayacağı bir sorundur bu. tek tek olaylar olarak alfa parçacığı salımı ve daha birçok benzeri görüngünün nedeni yoktur. Onların saklayacak herhangi bir kuram, kuantum kuramını yıkacaktır, ona basit bir ekleme yapmaktan çok. Fizik kuramın daha sonraki bir dönüşümü belki bu görüşü değiştirecek ya da ilgili soruların sorulmasını olanaksız kılacaktır. Ama şu anda fizikçilerin pek azı, nedensel gediğe bir yetersizlik gözüyle bakmaktadır. Bu gerçek de nedensel açıklama konusunda bize bir şeyler öğretir.

Bu kısa taslaktan özetle ne çıkmalıdır? minik bir özet olarak diyeceğim ki: Dar anlamdaki neden kavramı,17. ve 18. yy’lar fiziğinin yaşamsal bir parçası olsa da, 19. yy’da önemi azalmış ve 20. yy’da da neredeyese yok olmuştur. Başlıca ayrıksı durumlar, varolan fizik kuramını çiğner gibi görünen, ama gerçekte çiğnemeyen oluşumların açıklanmalarıdır., Aykırılığın özel nedenini ortaya çıkararak, diyeceğim, sorunun ilk çözümlenmesinde gözden kaçmış olan öğeyi bularak, bunlar açıklanırlar. Ne ki, bu durumlar (s:54) dışında, fiziksel açıklamanın yapısı, biçimsel nedenleri çözümlerken Aristoteles’in geliştirdiğine sıkıca benzemektedir. açıklamaların ilgili oldukları kendiliklerin birkaç belirtmiş, doğuştan özelliklerinden etkiler çıkarılmaktadır. Onlardan çıkarsanan açıklamaların ve bu özelliklerin mantıki statüsü,Aristoteles’in biçimlerininkiyle aynıdır. Fizikte neden, yine geniş anlamdaki neden olmuştur, diyeceğim, açıklama olmuştur.

Ancak, eğer, çağdaş fizik kanıtlamalarının nedensel yapısıyla Aristoteles fiziğine benziyorsa, günümüzde fiziksel açıklamada yer alan özel içimler, Antikite ve Ortaçağ fizikçilerinkinden kökten farklıdır. Yukarıda yapılan kısa sergilemede bile, fiziksel açıklamada doyurucu bir biçimde işleyebilen biçim tiplerinde iki büyük geçiş gördük: Nitel biçimlerden (doğuştan gelen ağırlık ya da hafiflik) mekanik biçimlere ve sonra mekanik olanlardan matematiksel olanlara geçişleri. Daha ayrıntılı bir açıklama, birçok ince geçişleri de otaya koyabilecektir. Bu türden geçişler yine kısa ve dogmatik olmak zorunda olsa da yorum isteyen bir dizi soruyu ortaya çıkarır: Açıklama yasalarında bu gibi değişiklikleri doğuran nedir? Bunların önemi nedir? Eski açıklama biçimi ile yenisi arasındaki bağıntı nedir?

Bu soruların birincisiyle ilgili olarak diyeceğim ki, fizikte yeni açıklama yasaları, yeni kuramlarla doğmuştur ve büyük bir ölçüde onların üzerinde asalak olarak yaşarlar. Yani fizik kuramları,Newton’unkiler gibi yeni görüşün daha önce çözülemeyen sorunları çözmedeki ustalığını kabul ettikleri halde, buna karşılık yine de onun hiçbir şey açıklamadığı üzerinde duran kimselerce birçok kez reddedilmiştir. Daha sonraki kuşaklar, gücü dolaysıyla yeni kuramı kullanmak üzere yetiştirilmişler ve genellikle onu açıklayıcı da bulmuşlardır. Bilimsel bir kuramın pragmatik başarısı, onun ortaklaşa açıklayıcı biçiminin daha sonraki başarısına güvence sağlar gibidir. Ancak açıklayıcı kuvvet, uzun bir süre sonra gelebilir. Birçok çağdaşımızın kuantum mekaniği ve görelilikle deneyi göstermektedir ki insan, derin bir inançla yeni bir kurama inanabilir; ama yine de açıklayıcı olarak onu benimseyebilmek için yeni eğilim ve alışkanlıktan da yoksun olabilir. Bu yalnız zamanla gelir; ama şimdiye değin her zaman da gelmiştir (s:55)

Yeni kuramların sırtından geçinme (asalaklık), yeni açıklama biçimlerini önemsizleştirmez. Fizikçinin doğayı anlama ve açıklama çabası, çalışmasının temel bir koşuludur. kabul edilen açıklama yasaları hangi sorunun henüz çözülmesi gerektiğini, hangi görüngülerin açıklanmamış olduğunu kendisine söyleyen şeylerin bir bölüğüdür. Dahası, bir bilim adamı, hangi sorun üzerinde çalışırsa çalışsın, yürürlükteki açıklama yasaları onun başarabileceği çözüm türlerini koşullandırmakta çok işe yarar. Herhangi bir dönemin bilimi, bu bilimde çalışanların kabul ettiği açıklama kavranılmadan anlaşılamaz.

Son olarak, fizikte neden kavramlarının gelişmesindeki dört evreyi ana çizgileriyle gösterdikten sonra, bunların kurduğu ardışıklıkta herşeyi kapsamına alan bir örüntü görülebilir mi acaba diye soruyorum. Çağdaş fiziğin açıklayıcı yasalarının, örneğin, 18. yüzyılınkilerden daha ileri olduğu ve 18. yüzyılınkilerin de Antikite ve Orta Çağ’dakileri aşmış olduğu makul olarak söylenebilir mi? Bir anlamda olumludur yanıt açıkça. Bu dönemlerin her birinin fizik kuramı kendisinden önce geleninkinden geniş ölçüde daha güçlü ve kesindi. Açıklama yasaları fizik kuramının kendisiyle büsbütün birleşmiş olduğu için, zorunlu olarak ilerlemeye katılmış olmalıydılar. Bilimin ilerlemesi, hiç görülmedik daha ince görüngülerin açıklanmasına yol açar. Ne var ki açıklamalar değil, sadece görüngülerdir açık bir anlamda daha incelmiş olanlar. İçinde işlerlik gösterdiği kuramdan bir kez ayrıldıktan sonra, ağırlık, merkeze yönelik doğuştan gelen bir eğilimden farlıdır büsbütün: alan kavramı da kuvvet kavramından farklıdır kesinlikle. Kendilerini çağrıştıran kuramların açıklayabilecekleri şeye yollama yapmaksızın, açıklayıcı aygıtlar olarak kendi başlarına ele alındıklarında,fiziksel açıklama için kabul edilebilen çıkış noktaları,içkin olarak,bir sonraki çağda bir önceki çağdakinden daha ileri görünmezler. Giderek bir anlamda, açıklayıcı kiplerdeki devrimler, geriye dönük de olabilirler. İnandırıcı olmaktan uzaksa da bu kanıt, bir bilim ilerledikçe, açıklamalarda her zaman artan sayıda kesinkes farklı biçimlerini kullanıldığını da belirtmekten geri kalmaz. Açıklama bakımından bilimin sadeliği, tarihsel zamanla birlikte azalmış olabilir. Ama bu savın incelenmesi, başka bir denemeyi gerektirecektir; yalnız onu ele alma olanağı bile, burada, yeterli görülebilecek bir vargı demektir. kendi başlarına incelendiklerinde, açıklama ve neden fikirleri, türemiş olduklardı bilimce bunca açıklıkla sergilenmiş olan anlığın o ilerleyişi üstüne hiçbir açık kanıt sağlamazlar.”

(T. Kuhn , Asal Gerilim, Kabalcı Yayınevi, s: 46-57 )

Alıntı: sayfayı hazırlayan:Ramazan Karakale

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

 Ana Sayfa /İndex /Roket bilimi /  E-Mail /CetinBAL /Quantum Teleportation-2   

 Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri / DuyuruUFO Technology 

 Kuantum Teleportation / Kuantum Fiziği /Astronomy