Zaman
Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Max
Planck (1858 - 1947)
Alman bilim adamı
ve Kuantum Kuramı'nın kurucusudur. Berlin’de Kirchoff ve Hemholtz’un yanında
öğrenime başladı, 1879’da Münih Üniversitesi’nden mezun oldu. Burada beş yıl
öğretim görevliliğinden sonra, Kiel Üniversitesi’nde matematik profesörü oldu.
1889’da
Kirchoff’tan boşalan kürsüye çağrıldı ve 1928’de emekliye ayrılana dek bu
görevinden ayrılmadı. Planck, Hitler rejimine karşı çıktığı için, savaşın
bitimine kadar çeşitli güçlüklere uğradı. İkinci oğlu, Hitler’e düzenlenen
suikastta yeraldığı için idam edildi.
Naziler yaşlı
Planck’a, "Nazizme inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun idamdan
kurtulsun" önerisini getirdiler. Planck, tek umudu olan oğlunun ölümü pahasına,
yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamadı. Birkaç sene sonra da öldü.
Planck’ın
buluşu, enerjinin sürekliliği fikrini temelden sarsıyordu. Eski Latin özdeyişi,
"Natura non facit saltus" (Doğa asla sıçramaz), böylece yanlış çıkmış,
klasik fiziğin dayalı olduğu sütunlardan belki de en önemlisi, doğanın
sürekliliği varsayımı, belki de çökmüş oluyordu.
Doğa
olgularını mekanik modellere oturtarak değil, soyut matematiksel ilişkilere
indirgeyerek açıklama yoluna giden ikinci ve belki de daha önemli bilimsel devrim Max
Planck’ın başlattığı Kuantum Kuramı ile gerçekleşmiştir (Birincisi
Einstein’ın Görecelik Kuramlarıdır).
19. yüzyılın
sonlarında ısıtılarak kızıl-kor hale gelmiş bir metalin çıkardığı ısı ve
ışık radyasyonunun niteliği pek çok fizikçinin ilgisini çeken bir problem
oluşturuyordu. Özellikle radyasyonu yalnız sıcaklık faktörüne dayanan "kara
cisim" denilen aydınlatma standardı, ideal bir durum ortaya koyduğundan,
çalışmalar daha çok bu tür radyasyon üzerinde toplanmıştı.
Bilindiği gibi,
ateşte kızdırılan bir maşadan, önce spektrumun kızıl-altı kesimine düşen uzun
dalgalı radyasyonlar çıkmaya başlar. Bu süreçte maşa önce kırmızı, sonra
turuncu, daha sonra sarı, en sonunda diğer renklerin eklenmesiyle beyaz görünür.
Sıcaklığın
daha da artmasıyla radyasyon spektrumun morötesi kesimine göre gözle görülemeyecek
kadar kısa dalgalara dönüşür. Kara cisim
(veya herhangi bir metal) spektrumu enerjinin farklı dalga uzunlukları arasında nasıl
dağıldığını göstermektedir.
Planck
çalışmaya başladığında, bu enerji dağılımı ölçülebilmekteydi; problem,
ölçme sonuçlarının beklenene uymamasından doğuyordu. Radyasyon enerjisi sürekli
bir akış biçiminde kabul edildiğinden, spektrumun kısa dalga (yüksek frekans)
kesiminin alabildiğine geniş olması, hatta sınırsız uzaması gerekirdi. Başka bir
deyişle, dalga uzunluğunun giderek kısalmasıyla, enerjinin sonsuza doğru artması
söz konusuydu.
Fizikçiler bunu,
"morötesi-katastrof" diye niteliyorlardı. Ne var ki, deney hiçbir maddenin,
ne denli kızdırılırsa kızdırılsın, sonsuz enerji vermediğini gösteriyordu.
Üstelik çıkan enerjinin büyük bölümünün orta dalga uzunlukta olduğu
görülüyordu. Çözüm basitti: Mor-ötesi katastrof beklentisine yol açan, ayrıca
gözlemlere yeterince uymayan radyasyon enerjisinin sürekliliği varsayımından
vazgeçmek.
Ancak bize şimdi
açık ve basit görünen bu çözüm o sırada akıldan geçirilemeyecek kadar ters ve
anlamsızdı. Doğanın sürekliliği, bir hipotez ya da varsayım değil, kuşku
götürmez bir gerçek sayılıyordu. Aslında problemi çözmekle büyük bir devrime yol
açan Planck bile klasik fiziği reddetmiş değildi. Durum gerçekten paradoksaldı.
Planck, çözümü
getiren formülü ortaya attığında, bunun inandığı fiziği temelinden
sarsabileceğini aklından geçirmemişti. Çözümüne, ölçme sonuçlarını ve bu
sonuçlar arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak dile getiren masum bir formül
gözüyle bakıyordu. Kaldı ki, anlamını iyice kavramadığı formülünü açıklığa
kavuşturmak için kullandığı matematiksel işlemi doğru uyguladığı da söylenemez.
Ancak, formülün,
kara cisim radyasyon problemine, doğru bir çözüm getirdiğinden emindi. Çok
geçmeden, bir tür deneme-yanılma yoluyla ulaştığı denklemin temel varsayımları
nasıl alt üst ettiğini gördüğünde kendisi de şaşıracaktır.
Planck, problemin
çözümünü ararken, Boltzmann’ın istatiksel metodundan yararlanma yoluna gider. Bir
durumun olasılık derecesini belirlemeye yarayan bu yöntem, uygulandığı konunun
sayılabilir olmasını gerektirir. Enerjiye uygulanması da enerjinin birtakım kesinti
veya bölümlerden ibaret olduğunu varsaymakla ancak mümkün olabilirdi.
Nitekim bu
noktayı gören Boltzmann ve onu izleyenler enerjinin böyle bölünmesini elverişli, ama
geçici bir hesaplama tekniği saymışlar, sonunda başka bir teknik aracılığıyla
enerjiyi sürekli kılan duruma dönülebileceğinden söz etmişlerdi.
Mor-ötesi
katastrof beklentisine düşmekten sakınma yolunu arayan Planck, son adımda, belki de
bilmeyerek, enerji bölümlerini birleştirmeden bırakır ve tam bu noktada formülünde
dile getirdiği ilişki gözleri önünde belirerek amacına ulaşır. Çünkü kesik veya
bölümler biçiminde ele alınan enerji sonsuza dek bölünemez, bu da radyasyon
enerjisinin sürekli veya miktar olarak sonsuz olmadığı demektir. Kaldı ki,
bölümlerin eşit olmadığı düşünülürse, enerji dağılımını çoğu kısa
dalgalara gitmeyecek şekilde düzenlemek mümkündür.
İşte
Planck, bu yoldan giderek Kuantum Kuramı'nın temel taşı olan basit formülüne
ulaşır: E = hf (Formülde, E enerji, f radyasyon frekansı demektir; h ise sabit
bir sayıyı C.G.S. sisteminde 0.0000000000000000000000000066, veya kısaca 6.6x10-27
birim erg-saniye olarak temsil etmektedir.)
Formül
Planck’ın "kuantum" dediği bir enerji parçacığıyla bir dalga frekansı
arasındaki ilişkiyi dile getirmektedir. Buna göre, bir kuantum enerjisini bulmak için
dalga frekansını Planck sabiti ile çarpmak gerekir. Öte yandan, herhangi bir
radyasyonda verilen enerji miktarı dalga frekansına bölündüğünde sonucun daima
h’ye, yani Planck sabitine, eşit olduğu görülür (Işık hızı gibi Planck sabiti
de doğanın temel değişmezlerinden biri olarak kabul edilmektedir).
Planck’ın
buluşu, "Işığın Dalga Teorisi" ne doğrudan bir tehlike teşkil etmiyordu
belki, fakat enerjinin sürekliliği fikrini temelden sarsıyordu.
Kara cisim
radyasyonunda enerjinin kesik kesik veya sıçrayarak (bu sıçramalar h ile temsil
edildiğine göre son derece küçük olmalı) değiştiğini kabul etmek gereği
çıkmıştı ortaya çünkü.
Eski Latin
özdeyişi, "Natura non facit saltus" (Doğa asla sıçramaz), böylece yanlış
çıkmış, klasik fiziğin dayalı olduğu sütunlardan belki de en önemlisi, doğanın
sürekliliği varsayımı, belki de çökmüş oluyordu.
Ünlü fizikçi
Max Born, Planck için şöyle diyordu: "Yaradılıştan tutucu bir kafa yapısına
sahipti; devrimsel hiçbir istek ve eğilimi olmadığı gibi, spekülasyondan da
hoşlanmazdı. Ne var ki, olguların mantıksal sonuçlarına öyle saygılıydı ki,
fiziği temelinden sarsan en devrimci fikri ileri sürmekten kendini alamadı".
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu
bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL'
a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005
Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi
Defteri /
E-Mail / UFO Technology
Time Travel Technology /
Kuantum Teleportation /
Duyuru
/
Roket bilimi /
CetinBAL
/Astronomy