Kuantum
Kuantum fiziği geleneksel fizik ile çatışan bir bilim dalıdır.En temel
prensiplerinden biri de subatomic partiküllerin ayni anda her yerde
olabilirlilikleri veya hiç bir yerde olmayabilirlikleri. Başta imkansız
görünen bu tez, subatomic partiküllerin hızlarının sonsuz olduğunu ele
aldığınızda son derece mantıklı geliyor. Mesela İstanbul`da içtiğiniz
kahvenin bir atomunun bir elektronu ayni anda burada Manhattan`da da var
olabiliyor.
1.Soru:İki nesne (örneğin iki kişi) gerçekten
birbirlerine dokunabilirler mi?
Yanıt: Anladığım kadarıyla moleküler düzeyde bir
dokunmadan söz ediliyor. Şöyle başlayayım; doğada 4 temel kuvvet vardır,
gravitasyonel, kuvvetli (strong), zayıf ve eloktromagnetik. İlkini herkes
bilir, İkincisi atom çekirdeğinin içerisinde olup bitenlerden sorumlu,
üçüncüsü lepton-lepton, lepron-baryonlar arası etkileşmelerden sorumlu.
Sonuncusu ise temelde elektriksel yüklerin birbirleri ile olan çekme ve
itme`den sorumlu ve doğadaki tek itme de yapabilen kuvvet. Dolayısıyla,
Newton`un 3. Yasasındaki tepki`nin sorumlusu bu kuvvet. Öte yandan,
herkese lise ve üniversite de öğretilen atom modelleri gerçeği tam
yansıtmaz. Yani demek istediğim, atomlar, zannedildiği gibi leblebi ya da
fındığa benzemez. Çekirdek adı verilen bir baryon kitlenin etrafında
elektronlar adeta, başı sonu olmayan bir bulut gibidir. Dolayısıyla,
yanyana iki atom için, hangisinin elektronları nerede başlıyor, nerede
bitiyor pek belli olmaz. Bizim makro evrende dokunma ile adlandırdığımız
olay, atomik boyutlu evrende pek geçerli değildir. Öte yandan,
elektromanyetik orijinli kuvvetlerde, atomların birbirlerine bu anlamda
değmeleri mümkün değildir. Hissedilen aradaki elektromagnetik itme
kuvvetidir (atomların elektron bulutlarının itişmesi). Özet olarak
yanıtım, `hayır, iki kişi el sıkısınca elleri bizim anladığımız anlamda
birbirlerine değmez`.
2. Soru: Gözlemcinin, gözlenen nesneye olan
etkisi.
Yanıt: Bir otomobilin hararetini gözlemlediğinizi
farz edin. Mekanizma şöyledir; Işık fotonları otomobile çarpar ve gözünüze
yansır. Fotonlar, otomobil ile kıyaslandığında o kadar küçüktürler ki,
hareketin değişmesine pratik olarak, neden olmazlar. Simdi bir otomobil
yerine, bir atomun hareketini gözlemlediğinizi farz edin. Ayni şeyi
söyleyemezsiniz. Çünkü, atomun momentumu ile fotonların momentumu artık
karşılaştırılacak kadar birbirlerine yakındır. Dolayısıyla, atoma her
foton çarptığında, atomun hareketinin yönü ve büyüklüğünün değişmesini
bekleyebiliriz. Neticede, gözlemlediğimiz, atomun orijinal hareketi değil,
foton çarpması sonucu değişen hareketidir. Kuantum fiziğinde
Heisenberg, kesinsizlik (doğru terim budur) ilkesi ile anlatılmaya
çalışılan da budur.
3. Soru: Bose-Einstein yoğunlaşması.
Yanıt: İstatistik fizikte, tüm bilinen
parçacıklar (elektron, proton, foton vs.) iki temel gruba ayrılır. Boson`lar
ve Fermion`lar. Boson`lar spini tam sayı olanlardır ve tüm kuantum sayıları (spin,
yük, açısal momentum vs.) aynı olsa bile aynı durumda bulunabilirler. Daha
anlaşılabilir bir deyimle, ayni yeri işgal edebilirler. Fermion`lar ise
bunun tam tersi. Eğer iki fermiaon`un tüm kuantum sayıları
aynı ise yanyana bulunamazlar. Eğer yoğunlaşmayı, parçacıkların izin
verilen, en sıkı bir biçimde yan yana gelmeleri olarak tanımlarsak, boson`lardan
oluşmuş bir gazın yoğunlaşması, fermionlarinkinden çok daha sıkı olacaktır
diyebiliriz. Neticede, bir boson gazının sıfır enerjili bir yoğunlaşma
yapması beklenebilir, yani gazı sıfır mutlak sıcaklığına kadar
soğutabilirsiniz. Fermionlarda bu olamaz. Yani, enerji düzeyini yöneten
`n` bas kuantum
sayısı aynı olan iki`den fazla fermiao olamaz. Dolayısıyla, fermion gazını
sıfır mutlak sıcaklığına soğutamazsınız.
4. Soru: Dünyaya dair %100 doğrulanmış, ya da 100%
yanlışlanmış hiçbir veri yoktur.
Yanıt: Soru, bence, bilimsel değil de biraz
felsefi. Her tezin mutlaka bir antitezi oluşturulabilir. Soruya söyle
yanıt vereceğim. Şu anda odanızda oturmuş, televizyon seyrediyorsunuz.
Biliyormusunuz ki, odadaki hava moleküllerinin hepsinin birden ayni yönde
hareket edip, odanın bir kösesine çekilerek, sizi havasızlıktan boğabilme
olasılığı sıfır değildir. Yani, pekala, bu olay meydana gelebilir ve siz
de boğulursunuz. Ancak, şimdiye kadar hiç böyle saçma bir nedenden ölen
birini duydunuz mu? Aynı mantık, verdiğiniz lambanın yanıp yanmaması
örneği için de geçerli. Yeteri kadar uzun süre düğmeyi açıp kaparsanız,
bir seferinde lamba yanmayabilir. Bakin dikkat edin, yanmaz demiyorum.
Yanmayabilir diyorum. Çünkü bu, olağanüstü durumun ne zaman olacağını
kestirme imkanım yok. Bu tür, olasılığı ihmal edilebilir düzeydeki,
olaylar için biz pratikte hep kesin bir yanıt vermek, yani imkansız demek
eğilimindeyiz.
5. Soru: Zeno paradox`u. Yani Asil kaplumbağayı
yakalayabilir mi, yakalayamaz mi?.
Yanıt: Arkadaşlardan biri bu paradox`u çok iyi
yanıtlamış. Ben de, bir anlamda onu tekrar edeceğim. Burada, paradox,
asil`in hareketiyle, kaplumbağanın hareketi karsılaştırılırken, sadece yer
değiştirmenin dikkate alınıyor olusundan kaynaklanıyor. Zeno ve onu
dinleyenler, matematikteki diferansiyel kavramını bilmediklerinden,
hareket sırasındaki `dx` yer değiştirme aralıklarının küçülürken, zaman
aralığı `dt` nin de küçüldüğünü ve oranlarını sabit kaldığını akıl
edememektedirler. Newton`a kadar bu hikaye hep bir paradox olarak kaldı.
6. Soru: Kaos ve kelebek etkisi.
Yanıt: Söyle başlayayım; Eğer hangi kelebeğin bu
durumu meydana getirebileceğini bilse idik, bu kaotik bir etki sınıfına
girmezdi. Kelebeği yakalar, `aman dur yapma!..` diyebilirdik. Kaos,
nonlineer diferansiyel denklemlerin, belirli bir başlangıç koşulu için
sonuçta yarattığı karmaşık etki. Olaylar için, doğada, şimdilik kaos`u bir
kenara bırakacak olursak, iki tip davranış var. Ya, periyodik, yani
birbirini tekrarlayan davranışlar (örnek, gezegenlerin güneş etrafındaki
hareketi). Ya da, rastgele (random) (örnek, radyoaktif bozunma). Kaos ise
bambaşka bir şey (örnek, musluktan akan su). Kaoscular ikiye ayrılıyor.
Bir grup, temel davranış biçiminin kaos olduğu, diğer ikisinin bunun özel
bir hali olduğunu düşünmekte. Diğer grup ise, temel davranışın yarıyodik
ya da rastgele olusu, kaosu`un ise bu ikisinin karışımı olduğunu
düşünmekte. Ben, ilk grubun görüsünü daha akla yakın buluyorum. Nedeni
ise, periyodik ve rastgele davranışların ikisi de lineer diferansiyel
denklemlerin çözümleri. Ama, doğa nonlineer.
7. Soru: Nükleer santraller.
Yanıt: Nükleer santrallere karşı olanların
savundukları argümanların başında, çevre gelmekte. Bu görüş sahiplerine
önerim, lütfen, hidroelektrik santrallerin çevre de yaptıkları tahribatı
düşünsünler. O zaman hala ayni fikirde iseler ben buradayım.
8. Soru: Duvar!..hatırladığım kadarıyla tartışma,
insan yeteri kadar hızlı koşarsa duvardan geçebilir mi?, sorusu üzerine
idi.
Yanıt: Cevabim, kesinlikle hayır!.. Sorunun
kendisi, dalga-parçacık kavramının yeterince anlaşılamadığını gösteriyor.
Bu kavram ilk kez 1924 yılında de Broglie tarafından ortaya atıldı.
Özetle, `her cisim ayni zamanda bir dalgadır da` demektedir. Dalganın boyu
onun karakteristiğidir ve bu hipoteze göre, ? = h/p ifadesi ile verilir.
Burada h Planck sabiti, p ise momentumdur ve p = mv ile verilir. m: kütle
ve v: cismin hızıdır. Planck sabiti 10-34 joule saniyedir. Buna göre,
insan gibi makroskobik bir cisime eşlik eden dalganın dalga boyu, yaklaşık
10-36 metre mertebesindedir. Duvar atomlardan yapıldığına göre ve
atomların büyüklüklerinin de 10-10 metre mertebesinde olduğu düşünülecek
olursak, insana eşlik eden dalganın dalga boyu, bu büyüklüğün milyar kere
on milyonda biridir. Yani, mukayese edilemeyecek kadar küçüktür.
Dalga-parçacık ikilemindeki kural şudur; Eğer dalganın üzerine düştüğü
cismin büyüklüğü, dalganın boyuna yakınsa cisim üzerine düseni dalga gibi
algılar, değilse, parçacık gibi algılar. Dolayısıyla, duvarın atomları,
koşan adamı bir parçacık gibi algılar ve adam da fizik de `tunelling
effect` adı verilen duvar geçme olayını yapamaz. Öte yandan, `yeterince
hızlı koşarsa…` ifadesi durumu daha da kötüleştirmektedir. Zira, cisim
daha hızlı hareket ederse momentumu artar ve dolayısıyla da eşlik eden
dalganın boyu kısalır. Aslında, soruya mizahi bir cevap şöyle olabilirdi!.
İnsan yeterince hızlı koşarsa, taşıdığı momentum artacağından, belki bir
şekilde duvarı yıkıp öte yana geçme şansı da artar. Tabii, kafası gözü de
yarılacaktır.
9. Soru: Eski fizik, yeni fiziğe ne kadar muhtaç?
Yanıt: Eski fizik-Yeni fizik, Klasik fizik-Modern
fizik vs. Bu sınıflamalar fizikçilerin değildir. Onlar için fiziğin eskisi
yenisi, klasiği moderni olmaz. Fizik bir tanedir. Bunlar, fiziğin
dışındaki kimselerin, kendi birtakım kıstaslarına göre yaptıkları
sınıflandırmadır. Ancak soruyu `kuantum
fiziği, Newton fiziğine ne kadar muhtaç?` seklinde sorarsak, bunun bir
yanıtı olabilir. Benim yanıtım; kuantum fiziği,
Newton fiziğine yüzde yüz muhtaçtır. Zira, enerji, momentum vs. gibi
kavramlar Newton fiziğinin ürünüdürler. Bunlarsız da hiçbir şey olmaz.
Aslında, Newton fiziği de kuantum fiziğinin
bir özel halidir. Örneğin, Planck sabitini sıfır alırsak, kuantum fiziği,
Newton fiziğine, ışık hızını sonsuz alırsak da, Lorentz dönüşümleri (yani
özel relativite) , Galileo dönüşümlerine indirgenir.
10. Soru: Esir nedir?
Yanıt: Bu kavramın ortaya atıldığı dönemlerde,
bilinen tek dalga türü madde içerisinde ilerleyen dalgalardı. Örneğin, ses
dalgaları, sudaki dalgalar vs. Dolayısıyla, fizikçiler madde olmayan
ortamlarda dalganın yayılamayacağı fikrine sahiptiler. Ancak ışığın
boşlukta da yayılabildiğini biliyorlardı. Bu çelişkiyi ortadan kaldırmak
için `Esir` (ingilizcesi ether) kavramını ortaya attılar. Buna göre,
boşluk yoktu, onun yerine kütlesi olmayan esir adi verilen bir madde bütün
uzayı kaplamıştı. Bu nesnenin varligini kanıtlayabilmek ve ışığın bu madde
içerisindeki hızını ölçmek amacıyla, Michelson ve Morley 1880`lerde bir
deney yaptılar. Ancak başarılı olamadılar. Daha sonraları, bu deneyin,
eter fikrini ortaya atanlara göre olumsuz, ışık hızının kaynağın hızından
bağımsız olarak evrensel bir sabit olduğunu savunanlara göre (ki bu tek
kişi Einstein idi) olumlu sonucuna göre esir diye bir şey yoktur ve ışık
boşlukta da yayılabilir.
11. Soru: Zaman izafi (göreceli) midir?
Yanıt: Evet. Aslında zamanı anlayabilmek için
kozmoloji ve yüksek enerji fiziği hakkında bilgimiz olması gerekir. Ama
ben kısaca açıklayabilirim sanıyorum. Bu soruya en iyi yanıtı özel ve
genel rölativite verebilir. Bu kuramları anlayabilmek için de, zamanın da
uzay gibi bir koordinat olduğunun iyi kavranması gerekir. Yani evren,
bizim algılayabildiğimiz kadarıyla, üçü uzay ve biri de zaman olmak üzere
dört boyutludur. Özel rölativite, kendine göre v hızı ile hareket etmekte
olan bir sistemi gözlemleyen gözleyici için uzay ve zaman koordinatlarının
şu şekilde değişeceğini söyler.
Burada, x ,T gözlemcinin uzay ve zaman koordinatı, x` ve
T` ise v hızı ile hareket eden sistemin uzay ve zaman koordinatlarıdır. v
gözlenen sistemin hızı, c ise ışık hızıdır. Bu ifadelere göre, gözlemci
diğer sistemdeki uzunlukları kısalıyorlarmış gibi, zamanı ise uzuyormuş
gibi gözlemler. Gibi diyorum, zira örneğin yumurta her iki sistem de
yasayanlar için yine üç dakikada pişer. Ancak, örneğin ben diğer
sistemdekinin yumurtası acaba kaç dakikada pişiyor diye merak edip kendi
kolumdaki saati tutarsam bu üç dakikadan daha fazla gösterebilir. Dikkat
edilirse, burada diğer sistemin hızının büyüklüğü önemli. Eğer sistem ışık
hızına yakın hızlarda hareket ediyorsa etki büyük, değilse etki küçüktür.
Bu ifadelerin son derece ilginç sonuçları var. İlk aklıma gelen ikizler
paradoksu. Buna göre, yer yüzünde doğan ikizlerden biri bir roketle uzaya
gidiyor roketteki takvime göre 10 yıl sonra geri geliyor. Geldiğinde,
roketteki ikiz kardeşini 80 yasında bulabilir. Hatta yeryüzünde canlıların
yok olmuş olduğu bir binlerce yıl sonrası da olabilir. Bu, roketin hızının
ne olduğuna bağlı. Sanırım bu hikaye, 1960`li yıllarda Apollo uzay
projelerinin birinde denendi. Yeryüzünde senkronize edilmiş iki atomik
sezyum saatinden birini astronotlar yanlarına aldılar. Döndüklerinde,
yerdeki saatle arasında, çok küçük de olsa bir fark ortaya çıktığı
saptandı. Öte yandan, çok yüksek gravitasyonel çekim alanlarının (örneğin
kara delikler) yakınında uzayın büküldüğü, zamanın uzadığı genel
rölativite kuramının sonuçları arasında. Yani, büyük kütlesel çekimlerin
bulunduğu ortamlarda, uzay ve zaman bambaşka bir yapıya sahip.
12. Soru: 5.kuantum peri
masalı!!!…
Yanıt: Sanırım hikaye Heisenberg`in kesinsizlik
ilkesi ile ilgili. Eğer kutuları konum, incilerin renklerini momentum
olarak benzeştirirsek bu ilke `bir incinin rengini ve hangi kutuda
olduğunu ayni anda kesinlikle bilemezsin` temel kuralını getirir. Buna
göre, kellesi gidenler her kutuda kesinlikle hangi renk inci olduğunu
söylemeye zorlandıklarından, ilke ihlal edilmesin diye hep söylediklerinin
tersi çıktı. Prensesle evlenen genç ise bu ilkeyi biliyor olmalı ki, ilk
iki kutu için kesin bir şey söylemedi ve dolayısıyla bir kutudan beyaz
diğerinden siyah inci çıktı. Sonuncu kutu için sadece bir tek renk
seçeneği kaldığından, o da ilkeyi ihlal etmemek için açılmadı.
13. Soru: J. C. Maxwell, Eletromagnetizmayi tarif
ederken eter (ether) kavramını var kabul etmiş ve başarılı sonuç
almıştır……..
Yanit: 19. Yüzyıl, hata 20. Yüzyılın başlarına
kadar, dalga hareketinin maddesel bir ortam dışında var olamayacağı kanısı
vardı, bilim adamları arasında. Maxwell`in elektromagnatizmayi açıklayan
denklemlerinde ışık hızı vardır `c`. Ancak, bu hızın hangi referans
sistemine göre olduğu denklemlerde yer almaz. Dolayısıyla, Maxwell
denklemleri, Galileo dönüşümleri altında invaryant (değişmez) değildir. Bu
durum, Maxwell denklemlerinin evrensel yasalar olup olmadığı tartışmasına
yol açtı. Bir grup bilim adamı, bu denklemlerin evrensel olmadığı
gerekçesiyle yanlış olduklarını iddia etti. Diğer bir grup ise, eter
kavramını ortaya attı. Bu anlayışa göre, boşluk (vacum) diye bir şey
yoktur, uzay eter adi verilen, bir madde ile doludur ve her nesnenin, ışık
dahil, hızı buna göredir. Böylelikle, Maxwell denklemleri bir bakıma
aklanmış oluyordu. Yalnız yanıtlanması gereken bir soru vardı. O da,
`ışığın bu ortama göre hızı nedir?`. Bunu saptamak için, meşhur Michelson
- Morley deneyi yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcı idi. Işık, referans
noktasının hızından bağımsız bir hızla hareket ediyordu!!.. Yani, ışık,
kaynağının gözlemciye göre hızı ne olursa olsun hep sabit c=300 000 km/sn
`lik bir hızla yayılıyordu. Tartışmalar yeni bir boyut kazandı. Tüm bu
tartışmalar arasında, tek sorgulanmayan Galileo dönüşümleri olduğundan,
Lorentz onu da sorgulamaya başladı ve 1900`lerin hemen başında, Maxwell
denklemlerini değişmez bırakan dönüşümleri elde etti. Bunlar, günümüzde
bile hala geçerliliğini korur. Buna göre uzay ve zaman, Galileo
dönüşümlerinde olduğu gibi, birbirlerinden bağımsız kavramlar değildi.
Artık evren 4 boyutlu (uzay-zaman) oldu. Yani r = (x,y,z,ct), `c` ışık
hızı ve o da evrensel bir sabit. Lorentz dönüşümleri ayrıca, değişik
referans sistemlerinde uzunlukların kısaldığı, zamanın uzadığı gibi bir
takım, o çağda, asla anlaşılamayacak bir takım sonuçları da beraberinde
getirdi. Buna, Lorentz`in kendiside pek bir yanıt bulamadı, belki de
inanmadı. Aslında bulduğu doğru idi. Bilim dünyası bu gerçeği anlayabilmek
için Einstein`ı beklemek zorunda idi. Einstein`in Planck sabiti yerine,
`delta` (????) adını verdiği sabit hakkında hiçbir bilgim yok. Bilimsel
açıdan bir değeri olsa idi mutlaka bilirdim. Yani, fizik de adı bile
geçmiyor. Eter sorununa geri dönelim. Şu anda da bilim dünyasında buna
benzer bir tartışma var. Yalnız orijini Maxwell denklemleri değil, çok
daha derin. İşin içerisine kozmoloji ve parçacık fiziği giriyor. Hikaye
şu: Bilim adamları, şu sıralarda, karanlık madde (dark matter) adı
verilen, galaksiler arası, bir maddenin varlığından şüpheleniyorlar.
Nedeni de, evrenin bilinen kozmolojik kuramlarla, olması gereken kütlesi
ile, gözlemlenen kütlesi arasındaki çok büyük fark. İki ayrı yaklaşım var.
Biri, bu maddenin, günümüzde bilinen parçacıklardan çok daha farklı bir
takım nesnelerden oluşmuş olabileceği. Diğeri ise bugün kütlesiz olarak
bilinen (örneğin, nötrinolar`ın), çok da küçük olsa kütlelerinin
olabileceği varsayımına dayanıyor. Dolayısıyla iş, ya bu parçacıkları
keşfetmek, ya da, nötrinoların kütleleri olduğunu kanıtlamak. Ancak,
ortada elle tutulur bir sonuç henüz yok.
14. Soru: Cins, cinsi çeker ifadesinin yüksek
enerji fiziğindeki anlamı nedir?
Yanıt: Soru da ima edilen elektrik yükleri olsa
gerek. Zira doğada tek itici kuvvet zıt elektrik yükleri arasındaki
kuvvettir. Yüksek enerji fiziği kuvvetli etkileşmelerle ilgilenir (strong
forces). Bunlar, nükleonlar ve kuarklar arası etkileşimlerdir ve daima
çekicidirler.
15. Soru: Işıkta bir madde olduğuna göre, uzayın
tam olarak gözlemlenmesi olanaksız değil mi?
Yanıt: Einstein`in genel görelilik denklemleri
zaten uzayın doğrusal olmayıp, aksine, eğri olduğunu göstermektedir.
Elbette, ışık da, netice olarak, bir madde olduğundan, kütle yakınından
geçerken bükülecektir. Daha öteye birşey söyleyeyim. Uzay deyince
aklımıza, çok büyük bir küre içerisinde, rastgele saçılmış, yıldızlar
galaksiler vs. gelir. Aslında bu doğru değil. Uzayın, çok büyük bir küre
olduğu çok yanlış değil. Ancak, yıldızlar, galaksiler vs. (yani biz) bu
kürenin içinde değil, yüzeyindeyiz. Dolayısıyla iki nokta arasındaki en
kısa yol doğru değil, bir yay (jeodezik). Örnek, Paris - New York seferini
yapan uçak, en kısa yol olarak rotasını, harita üzerinde cetvelle çizilmiş
doğru yerine, merkezi yerin merkezinde bulunan ve yeryüzünü Paris ve New
York norkalarında delen bir çember yayı üzerinde belirler. Onun içindir
ki, önce kutuplara doğru yaklaşır, sonra güneye yönelir.
16. Soru: Madde için referans ne?, bir yıldızın
yasş için neyi referans alacağız?
Yanıt: Büyük patlama (Big bang) zamanı ve mekanı
başlattı. Sadece kavramsal olarak değil, fiziksel olarak da. Zira, Bugün
evreni dolduran tüm madde, büyük patlamadan önce bir noktada sıkışmış
sonsuz yoğun bir durumda idi. Süper gravitenin olduğu yerde (örneğin kara
deliklerin içi) zaman ve mekan boyutları birleşmiş bir durumdadır. Patlama
ile bunlar birbirlerinden ayrılmaya başladılar. İşte o an zaman saati
tıklamaya başladı. Bence, mutlak zaman referansı budur. Ancak bunun
sorunun yan iti olmadığını biliyorum. Zira, öyle ise tüm yıldızların yaşı
da aynıdır. Öyleyse, sorunun yanıtı kozmolojik değil, astrofizikseldir.
Yani yıldızın doğum anı, uzaydaki hidrojen atomlarının bir noktada
yoğunlaşmaya başladıkları andır. Bu ani, demin tanımladığım, mutlak
zamandan çıkarırsanız, yıldızın yaşını bulursunuz. Mekana gelince!!.
Burada durum farklı. Sizi şaşırtıcı bir gerçekle söze başlayacağım.
Yukarıda, uzayda iki nokta arasındaki en kısa uzaklığın bir jeodezik
olduğunu söylemiştim. Düzeltiyorum, uzayda, herhangi iki nokta arasındaki
en kısa uzaklık SIFIR` dir. İlginç değil mi? Simdi uzayda, iki nokta alın,
bu noktalarda, bir şekilde, kara delik etkisi yaratın, yani maddeyi sonsuz
sıkıştırın (tabii ne kadar başarabilirseniz, ama doğa bunları
başarabildiğine göre çok da olanaksız değil), zamanla mekan
birleşeceklerdir. Buna, modern kozmolojide `kurt deliği` (worm hole) adi
veriliyor. Mekan`in olmadığı yerde uzaklıklar da sıfırdır. Buradaki
fiziksel mekanizma söyle: Gravitasyon uzayı büküyor, öyle ki, iki ayrık
nokta birbiri ile çakışıyor. Örnek vermek gerekirse; elinize bir tabaka
kağıt alin, bir köşegeninin iki ucuna iki nokta koyun. Sonra kağıdı
elinize alıp, köşegene dik bir şekilde bükün. Sonunda iki nokta
çakışacaktır ve aralarındaki uzaklık SIFIR olacaktır. Bilmem, Mesaj (Contact)
adli filmi izlediniz mi? Bu filmde de anlatılmak istenen buydu.
17. Soru: kuantum evreninde
de entropi kuralı geçerli mi?
Yanıt: Evet. Bir düzeltme yapayım: kuralin adi
maksimum entropi`dir. Öte yandan, `….atomaltı dünyada parçacıkların
sürtünmesizlik prensibine göre hareket ettikleri…` ile başlayan cümleden
ne kastedildiğini pek anlayamadım. Bildiğim, sürtünme cisimleri oluşturan
moleküllerin, moleküller arası Van der Waals adi verilen zayıf bir
kuvvetle etkileşmelerine dayanır ve tamamen makroskobik bir etkidir.
Entropi`ye gelince. Bu kavram tek bir parçacık için pek geçerli değildir.
Zira entropi, parçacıkların oluşturduğu bir topluluk (ensamble) için
tanımlanabilir. İlkenin ifadesi şöyledir: yani bir süreç sonunda sistemin
entropisi ya değişmez yada büyür. Diğer bir deyişle, sistem düzenden,
düzensizliğe doğru geçiş eğilimindedir. Örnek: Oda içerisindeki hava
moleküllerini bir köşeye sıkıştırın ve entropisini hesaplayın. Daha sonra
gazı serbest bırakın. Odanın içerisine yayıldığını göreceksiniz. Tersi
olmaz, yani, odadaki diğer hava molekülleri de toplanıp köseye
sıkıstırılmış gaza doğru yürümezler. Entropiyi tekrar hesaplayın, büyümüş
olduğunu göreceksiniz. Yani süreç, düzensizliğe doğru gelişecektir.
18. Soru: Fuzzy Logic`in isim babası Lütfizade Ali
Asker midir?
Yanıt: Fuzzy Logic`in isim babasını açık adi
Lütfi Asker Zade (Ingilizce yazılışıyla Lotfi Asker Zadeh` dir.) dir.
Ancak belki orijinali Ali Asker Lütfizade `de olabilir. Bu konuda kesin
bir bilgim yok.
19. Soru: Gravitasyon nedir? yapısı alan etkisinde
midir, yoksa bir tur parçacıkla ilişkili midir?
Yanıt: Gravitasyon doğada bilinenin dört
etkileşmeden biri ve en zayıf olanıdır. Diğerleri, kuvvet sıralarına göre,
Kuvvetli etkileşmeler, Zayıf etkileşmeler, Elektromagnetik
etkileşmelerdir. Gravitasyon dahil tüm etkileşmeler alan denklemleri ile
tanımlanabilirler. Ayrıca ilk üçü için sorumlu birer parçacıkta vardir.
Kuvvetli etkileşmeler için `gluon`, Zayıf etkileşmeler için `W` ve `Z`
parçaçıkları, Elektromagnetik etkileşme için `Foton`. Gravitasyon için de
bir parçacık aranmakta. Henüz bulunamadı ama bir adı var `Graviton.
Kaynak: Bu soruları ALev Alatlı'nın mail grubundaki
insanlar sordular ve Erkani Keyman cevapladı.
Hiçbir
yazı / resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi
Defteri /
E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /
Kuantum Teleportation /
Duyuru
/ UFO Technology
Roket bilimi /
CetinBAL
/Astronomy