|
Zaman
Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005
Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey / Denizli
KARADELİKLERİN
GİZEMİ
Gökyüzü
binlerce yıldır tutkunu olduğu muz ve anlayabilmek uğrunu büyük gayretler
sarfettiğimiz meraklarımızın basında gelir, insanoğlu, başının üstündeki o
sonsuz ve bir o kadar da gizemli uzayı tanıyabilmek için elinden gelen tüm
imkanları seferber etmiş, geliştirdiği dürbünlerle, teleskoplarla, uydularla
uzayın derinliklerinde ne olup bittiğinden haberdar olmaya çalışmıştır.
Araştırmaları süresince, evrendeki konumunun ne olduğu konusunda bir karara
varabilmiş, bunun yanında gittikçe artan yeni sorunlarla karşı karsıya
kalmıştır.
Bugün, artık devasa bir evrende herhangi birinden pek farklı olmayan bir
galakside ve küçük sayılabilecek bir yıldızın çevresinde hayatımızı devam
ettirmeye çalıştığımızı biliyoruz. Yine şunun da farkındayız ki, en gelişmiş
aletlerimizle ancak uzayın çok küçük bir bölümünü izleyebiliyoruz. Fakat buna
rağmen, evrende bulunan maddenin yoğunluğu, kainatın ve dünyamızın yaşı, big-bang'le
evrenin nasıl oluştuğu gibi birçok kozmolojik sorunu açıklayabilecek derecede
fikir sahibiyiz.
Evrendeki olayları, zaman zaman gözlemlerimizden hareketle bazen de ortaya
attığımız kuramlarla açıklamaya çalışırız. Bu durumda, evrende olup olmadığını
bilmediğimiz bir takım sonuçlara da varabiliriz. İşte karadelikler de varlığı
konusunda hiçbir şey bilinmeden, bütün matematiksel açıklamaları ve teorileri
elde edilmiş nadir konulardan biridir.
İlk defa 1969'da Amerikalı J. Wheeler tarafından adlandırılan karadelikler
sonsuz yoğunlukta madde taşıyabilen gök cisimleridir. Güneş'ten yüzlerce kere
daha büyük olan yıldızlar, yaşamlarının sonunda o kadar küçülürler ki bir nokta
kadar boyutsuz, hacimsiz bir yapıya bürünebilirler. Öyle ki, bu yapıdan bir çay
kaşığı kadar almaya kalksanız: tonlarca maddeyi taşımanız gerekir. Bu yoğun ve
kavranılması güç oluşumlar, karadeliklere çok yoğun ve etkili bir çekim alanı
kazandırır. Nitekim, A.Einstein'ın özel relativite teorisinde belirttiği
"evrendeki en yüksek hıza sahip ışık" bile karadeliklerin yeterince yakınına
geldiğinde bu güçlü kütle çekimine yenilerek, karadelikler tarafından yutulur.
VVheeler, hiç şüphe yok ki, üzerine gelen ışığı yutabildi-ğinden dolayı
karadeliklere bu ismi vermişti.
Karadeliklerin gözlemlenmesi
Karadelikler, üzerlerine gelen her maddeyi ve ışığı kolayca emebildiklerinden
dolayı hiçbir zaman doğrudan gözlenemezler. Çünkü, bir cismi görebilmemiz İçin,
ancak ondan bize ışık ışınlarının gelmesi gerekir. Bir karadelik ise, uzaydaki
gaz ve tozları toplarken çevresindeki uzayda bir takım değişiklikler yapar.
İste. onları bu etkilerinden yararlanarak, dolaylı yoldan gözleyebiliriz.
Karadeliklerin gözlemlenebilirle yöntemlerinden biri, çevresinde yarattığı
çok güçlü çekimsel alandan geçen ışığın, sapmasının Ölçülmesidir. Kuvvetli çekim
alanlarından gecen ışık ısınları, bildiğimiz doğrusal yolundan sapar. Bu ilke.
gerçekte yıldız, gezegen, nebula gibi uzayda bulunan büyük kütlelerin,
bulundukları yerlerde kütlelerinin büyüklüğüne göre. göremediğimiz ancak teorik
ve deneysel olarak bilinen eğrilikler, çukurluklar oluşturmasından ileri gelir,
Sözgelimi. Güneş'in çevresinde bu eğrilik çok az olduğundan, ışık 1.64 sn'lik
bir acı farkıyla eğilir. Ama bunu karadelikler için düşündüğümüzde, saptırıcı
etkinin çok daha büyük olduğunu görürüz. Bir karadeliğin arkasında bulunan bir
yıldızdan çıkan ışının bize ulaşabilmesi için O en az iki yolu vardır. İşık
ısınlarının her biri. karadeliğin bir yai nından gelmek üzere ayrılarak bize
ulaşırlar. Dolayısıyla biz. bir yıldızı ikiymiş gibi görürüz. Bu olaya "çekimsel
mercek" etkisi denir.
Karadeliklerin araştırılmasında en verimli yöntem, uzaydaki gaz ve toz
zerrelerinin karadelik tarafından emiliminin saptanmasıdır. Bir karadeliğin
çekimine kapılan gazlar, çok kuvvetli x -ışını ışıması yapar. Bu ışının çok
uzaktan algılanabilmesi İçin de. karadeliklerin ancak yıldızlararası gaz ve
tozların bol olduğu bölgelerde aranması gerekir. Böylece, bir karadeliğin
gözlenebilmesi için en ideal konumun, yıldızların hemen yanı olduğu anlaşılır.
1970'de Amerika'nın uzaya gönderdiği bir x-ısını uydusu olan "Uhuru" uzaydan
ilginç bir takım veriler elde etti. Daha bir yılını doldurmamıştı ki Uhuru, Kuğu
takımyıldızının en parlak yıldızı olan Cygnus x-l'de çok yoğun x-ışını yayılımı
buldu. Cygnus x -l saniyede bin kereden fazla titreşiyordu. Bu da sözü edilen
ışık kaynağının boyutlarının, beklenenden çok daha küçük olduğunu gösteriyordu.
Dikkatle yapılan gözlemlerin sonunda: bu yıldızın HD226868 tarafından beslenen
bir karadelikti. Teorilerin, yıllar önce öngördüğü sonuçlar, gerçekleşmişti.
İzleyen yıllarda, uzaya bir çok x-ışını uydusu gönderildi. Bu uydular da 339
ayrı x-ısını kaynağı hakkında bilgi toplayan Uhuru'nün izinden giderek, bize
evrenin x-ısmı haritasını çıkardılar. Bu haritada özellikle Circu-nus x-l.
GK339-4 ve V861 Scorpii karadelik olarak kabul edilen ilk gök cisimleridir.
Eğri uzay zamanın anlamı
Einstein 1905 ve 1915 yıllarında ortaya attığı özel ve genel görelilik
kuramlarıyla doğaya, maddeye, uzaya ve zamana farklı bir bakış açısı getirdi.
Onun bu buluşlarıyla; belki de fizik, felsefe dalında en Önemli sınavını
veriyordu. Birbiriyle İlintili olan bu kuramlara göre; hareket eden saatler
yavaşlayabiliyor, cetvellerin boyları kısalıyor cisimlerin kütleleri, hızları
dolayısıyla artabiliyordu. Einstein'ın yeni denklemleri Newton’un koyduğu klasik
anlayışa, ancak ışık hızından çok küçük hızlarda uygunluk göstermekteydi.
Einstein. hep saatlere, cetvellere ve gözlemcilere bağlı olmayan evrensel bir
çekim kuramı hayal ederdi ve Tanrı'nın, kendine bir keçi inadı ile İyi koku alan
bir burun verdiğini söylerdi. Gerçek şu ki; O'nun bu özellikleri amacına
ulaştırmıştı.
Genel görelilik kuramı, kütle çekiminin nasıl islediğini anlatır. Ama bunu
yaparken; hiçbir zaman çekimi bir kuvvet olarak düşünmez. Bunun yerine,
cisimlerin çevresindeki çekim alanlarının, uzay ve zamanın bükülmesi sonucu
oluştuğunu söyler. Cisimler, içerdikleri kütlelerine oranla uzayda çukurluklar
oluşturur. Ve zamanın akışını yavaşlatır. Ancak uzayın derinliklerinde, tüm
çekim kaynaklarından uzakta, uzay ve zaman tam anlamıyla düzdür. Çekim alanının
gücü arttıkça uzay-zaman eğriliği de artış gösterir. Bütün bunlardan çıkan sonuç
şudur: Madde uzay-zamanın nasıl eğileceğini, uzay-zaman da maddenin nasıl
davranacağını belirler.
Uzay-zaman düşüncesine somut bir örnek olarak sunu verebiliriz: Ilık bir yaz
gecesi uzaya baktığınızı düşünün. Binlerce yıldız, gözlerinizin önüne
serilmiştir. Bize en yakın yıldızlardan olan Sirius'a gözlerimizi kaydırdığımızı
haya! edelim. Sirius. güneş sistemine yaklaşık 8,5 ışık yılı uzaklıktadır. Bu
ise; o yıldızdan çıkan bir ışık ışınının gözümüze ancak 8,5 yıl sonra
ulaşabildiğini bize anlatır. Yani yıldıza bakmakla onun 8,5 yıl önceki halini
görmekteyiz. Ya 250 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir galaksiyi gözlemlediğimizi
düşünsek? Tahmin edersiniz ki; galaksinin yeryüzünde dinazorların hüküm sürdüğü
devirlerdeki görüntüsünü algılarız.
Sonuç olarak, yıldızlara bakmakla uzayın zamandan ayrı düşünülemeyeceğini
kavrarız. Çünkü, gökyüzünü incelerken, aslında evrenin geçmişine bakmaktayız.
İşte. birbirinden ayrı olarak düşünmediğimiz bu dört boyutlu anlayışa (en. boy.
yükseklik, zaman) uzay-zaman denir. Nasıl, bir cetvel uzunluğu ölçüyorsa .
kolumuzdaki saat de zaman yönünde uzaklığı ölçer.
Einstein. kuramın matematiksel ispatı yanında bir de deney önerdi. O'na göre
Güneş de ışığı belli bir oranda saptamalıydı. 1919'da bir Güneş tutulması
esnasında, uzaydaki konumu önceden bilinen bir yıldız üzerinde gözlem yapıldı.
Gerçekten de. yıldızın ışığı Güneş'in yanından geçerken: uzay-zaman eğriliği
nedeniyle önceki konumundan daha açıkta görülüyordu. Gözlem sonunda elde edilen
sayılar da teorik hesaplarla bulunana yakındı. 60 yıl boyunca tekrarlanan diğer
deneyler de Einstein'i haklı çıkardı. Günümüzde de çok hassas aletler
yardımıyla, uzayda yapılacak bir deney düşünülüyor. Dünyanın dönme ekseninin
bulunduğu düzlem üzerine, yaklaşık 640 km yüksekliğe yerleştirilecek GP-B kütle
çekim aracı en hassas uzay-zaman gözlemini yapacak.
Görelilik kuramı, uzayın eğriliğine bağlı olarak zamanın da akışının
yavaşlayacağını belirtir. Uzayda, eğim ne kadar fazlaysa o bölgede aynı oranda.
zaman yavaş işler. Eğimin en fazla olduğu yerler de gök cisimlerinin
merkezleridir. Merkezden uzaklık arttıkça zamanın büzülmesi de azalır. Çok katlı
bir binanın zemin katı ile en üst katı arasındaki zaman farkı ilk defa 1960'da
ölçülebildi. Günümüzde isg, en hassas saatler olan atom saatleriyle yapılan
çeşitli deneyler de bu ilkeyi destekledi.
Karadeliklerin yapısı ve
çeşitleri
Yıldızların sonları, içerdikleri kütlelerine göre tespit edilir. Kütlesi
Güneş kütlesinin yaklaşık 1,5 katından aşağı olan yıldızlar, yapılarında bulunan
hidrojeni önce helyuma sonra da helyumun tamamını karbon ve oksijene çevirerek
yakarlar. Artık yıldızın tüm enerjisi bitmiş ve yıldız beyaz cüce haline
gelmiştir. Beyaz cüceler oluşurken, atomlar öyle büyük kuvvetlerle sıkışır ki,
çekirdeğin etrafında dolanan elektronlar, çekirdeklerinden ayrılırlar. Yıldız
dünyamızın boyutlarına değin küçüldüğünde, elektronlar uygulanan yüksek basınca
karşı koyar ve yıldızın artık daha çok büzüşmesini önlerler.
Güneş kütlesinin 1,5 katından büyük kütleli yıldızların sonu ise uzun süren
araştırmalardan sonra cevaplanabilmiştir. 1928 yılında, fizik doktorasını yapmak
için İngiltere'ye doğru yola çıkan Hintli bilimadamı Chandresekhar, bir ay süren
gemi yolculuğu süresince kamarasına kapanıp çalışarak çok ilginç bir buluş elde
etti. Chandresekhar'a göre eğer bir yıldızın kütlesi. Güneş'in yaklaşık 1.5 katı
ve daha fazlasıysa bu yıldız büzülmeye başladıktan sonra beyaz cüceden daha da
küçülüp çok yoğun hale gelebilirdi. Ama genç araştırmacıların fikirlerini kabul
ettirebilmesi zordu: nitekim Sir Eddington, yıldızın bu katlar küçülmesine
doğanın izin vermeyeceğini söyleyerek Chandresekhar'ın çalışmasını geri
çevirmiştir. Zaman geçtikçe, gene araştırmacı haklı çıkacak ve reddedilen bu
çalışmasıyla bir nobel ödülü alacaktı. Aynı vıilar-da Rus fizikçi Landan da aynı
konu üzerinde çalışmaktaydı. O, biraz daha şanslıydı ve çalışmasını bir dergide
yayınlatabildi. Amerikalı Openheinmer, öğrencisiyle hazır
ladığı "sürekli kütle çekimsel büzülme "adlı makalesinde. Landau'nun
eksikliklerini de düzelterek problemin üstesinden gelir. Buna göre sözü edilen
kütlede bir yıldız:ömrünün sonuna gelirken,beyaz cücelerin elektron basıncı
sonucu yakamadığı karbon-oksijen zengini katmanını da tepkimeye sokabilir. Çünkü
bu denli büyük kütle nedeniyle oluşan basınç, yıldızın sıcaklığını 700 milyon
dereceye kadar yükseltebilir.
Ard arda oluşan diğer tepkimeler sonunda; yıldız silikon ve demir zengini bir
kütleye dönüşür. Artık demir, merkezdeki sıcaklık ve basınç ne olursa olsun
termonükleer tepkimeye giremez. Bu halde, yıldızın atomundaki eksi yüklü
elektronlarla, artı yüklü protonlar birleşerek yüksüz nötronları oluştururlar.
Oluşan bu nötronlar daha az yer kapladıklarından yıldız, çok çok güçlü ışın
yayan ani bir çökme evresinden geçer. Bu çökme anında yayılan enerji o kadar
fazladır ki; yıldızın doğumundan o ana kadar ki yaydığı toplam enerjiye denktir.
Daha sonra şiddetli bir patlama duyarız. Çünkü yıldız, tümüyle parçalanmış ve
süpernova olmuştur. Bu patlamadan arta kalan ise sadece nötronca zengin bir
"nötron yıldızı"dır.
Oppheimer, nötron yıldızının yukarıda saydığımız özellikleri üzerinde
çalışırken bir an, incelediği yıldızın kütlesinin Güneş kütlesine göre 2.5 katı
ve fazlası olduğu durumu düşündü. Hiçbir doğa kuvveti, böyle bir yıldızın
basıncını dengeleyemezdi. Saniyeler içinde: elektronlar, nötronlar ve
protonların birbiriyle karışması sonucu, yıldız daha fazla küçülüp. uzayı diğer
gök cisimlerinden daha çok eğerdi. Bunun sonunda, küçülme o kadar an-lamsızlaşır
ki artık ortada ne nötron, elektron, kuark ne de madde vardır. Sadece, boyutsuz
bir nokta olan "tekillik"vardır orada...İşte karadelikler...
Çökme sonucu uzay-zaman eğrileri o kadar artmıştır ki. artık yıldıza ilişkin
hiçbir şeyi algılayamadığımız an; yıldızın, "olay ufkunun" altında kaldığını
kabul ederiz. Olay ufku bizim, hiçbir fiziksel incelemede bulunamadığımız uzay
parçasıdır. Çünkü olay ufkundan ötesini, bizim yasalarımızla açıklayamayız.
Adeta başka bir evrendir orası ve orada ne olup bittiğini bilmenin bir yolu
yoktur. Bir yıldızın olay ufku ,yıldızın çökmeden önceki kütlesiyle yakından
ilişkilidir. Örneğin, kütlesi. Güneş'in kütlesinin 10 katı olan bir yıldız, çapı
60 km olan bir olay ufkuna sahiptir. Kütle arttıkça, olay ufku da genişler.
Buraya kadar ki anlattıklarımıza bakılırsa, aslında bir karadeliğin çok basit
bir yapısının olduğu anlaşılır. Olay ufkuyla çevrelenmiş bir tekillik... Hepsi
bu kadar! Bunun yanında, karadeliğin gerçekten boş olduğunu hatırlamak gerekir.
Orada, ne atomların, ne kayaların ne de uzaydaki gaz ve toz bulutlarının İzine
rastlanmaz. Yıldızı oluşturan tüm madde; karadeliğin merkezindeki tekillik
noktasında yok olmuştur. Elimizde kalan tek şey, sonsuz eğilmiş uzay-zaman'dır.
Einstein, önceleri her ne kadar görelilik kuramıyla uzayda çok yoğun
maddelerin varolamayacağını İspatlamaya çalıştıysa da, kıvrak zekasının
yanıldığı bir nokta da bu olmuştu. Kuramının öngördüğü etkiler, karadeliklerin
yakınında inanılmaz boyutlarda artış gösterir. Örneğin, kütle çekiminin
yeryüzünde zamanı yavaşlattığı biliniyorken. karadeliğin olay ufkunda zaman
tümüyle durmaktadır. Eğer. korkusuz bir astronotun karadeliğe doğru ilerlediğini
düşünürsek: O'nun saatinin bizimkine göre yavaş çalıştığını farkederiz. Olay
ufku geçildiğinde ise. zaman sonsuza değin duracak fakat astronotun bundan
haberi olmayacaktır. Çünkü kendi vücut faaliyetleri de aynı oranda duracaktır,
Bu uzun adamının haberdar olacağı bir şey varsa; o da ışık hızıyla karadeliğin
tekilliğine doğru çekildiğidir.
Günlük yaşantımızda, uzayın üç boyutunda (aşağı-yukari: sağa-sola; ileri-geri
hareket etme serbestliğine sahibiz ama istesek de istemesek de beşikten mezara
doğru bir zaman akışımız vardır. Karadeliğin çevresindeki olay ufkunun içinde
ise "zaman içinde" hareket etme özgürlüğü kazanırız ama uzay boyutlarında
hareket özgürlüğümüzü yitiririz. Tekilliğe doğru çaresizce çekiliriz.
Acaba bu kozmik elektrik süpürgelerini yalnızca maddesel yoğunluk mu etkiler?
Doğada, sadece kütle mi onların yapısında söz sahibidir? Karadelikler.
yapılarına göre üç kısımda incelenir: Maddesel, elektriksel ve dönen
karadelikler...
Maddesel karadelikler çevrelerindeki maddeleri yutarken herhangi bir elektrik
yükü taşımazlar ve çevrelerinde dönmezler. Böylece; yüksüz, durağan karadelik
yalnızca tekilliği çevreleyen, bir olay ufkunda oluşur. İlk denklemlerini
1916'da Alman gökbilimci K.Schwarzchild in yazdığı bu karadeliklere "Schwarzchild
karadelikleri" de denir. Karadeliklerin, yuttuğu maddeye oranla olay ufuklarını
genişlettiklerini biliyoruz. Bu da karadeliğin daha güçlü çekini alanına sahip
olmasına neden olur. Madde yuttukça güçlenen karadelik. cisimlerin niteliğine
bakmadan. sonsuza değin onları geri salmaz. Ancak olay ufkunun incelenmesiyle,
bir karadeliğin kütlesi hakkında fikir sahibi olunabilir.
Şimdi de Schwarzchid karadeliğine bir elektron düştüğünü düşünelim. Bu
durumda karadelik elektrik yüküyle yüklenir. Yüklenme arttıkça da tekilliğin
çevresinde ikinci bir olay ufku oluşur. Böylece karadeliğin çevresinde, zamanın
durduğu iki yeri rahatlıkla gösterebiliriz. Elektrik yükü arttıkça iç olay ufku
büyür, maddesel (dış) olay ufku ise küçülür. İki olay ufku çakıştığı an:
karadelik alabileceği en fazla elektrik yükünü almış demektir. Bu durumda daha
çok elektrik yüküyle zorlarsanız, olay ufkunun dağıldığı ve geriye çıplak
tekilliğinin kaldığı bir karadelik elde edersiniz. Bu görüşler ilk kez 1916-18
yıllan arasında Alman H. Reissner ile Danimarkalı G- Nordstron tarafından ortaya
atıldı. Bundan dolayı, elektrik yüklü karadeliklere çoğu kez; "Reissner-Nordstron
Karadelikleri". denir. Bunların varlığı kuramsal olarak kabul edilse de uzayda
gerçekten var olmalarını bekleyemeyiz. Nedeni ise, elektrik alanlarının, çekim
alanlarından çok çok daha baskın olması ve karadeliğin; kendini elektrik yüküyle
yüklerken, çevresinden gelen diğer yükler yardımıyla kısa sürede nötr hale
getirilmesidir.
Gökyüzündeki hemen hemen tüm yıldızlar kendi çevrelerinde döner. Bunların
dönme hızları, büyüklükleri nedeniyle çok küçüktür. Ama bu yıldızlardan herhangi
biri çökerek karadelik haline gelirse dönme hızı da artıverir. Böylece bu dönme
hareketleri, karadelikler için vazgeçilmez derecede önemli olur. Dönen bir
karadelik. çevresindeki uzay-zamanı da sürükler. Bu nedenle ki böyle bir
karadeliğin çevresine ışık demetleri gönderilirse; demetler tekilliğin
çevresinde dönen uzay-zamanın akış yönüne göre değişik miktarlarda saparlar.
Bundan hareketle, karadeliğin toplam dönme miktarı ölçülebilir. Yine
Schwarzchild karadeliği tipinde karadeliğin döndüğünü düşünürsek, tekilliğin
çevresinde ikinci olay ufkunun oluştuğunu farkederiz. Dönen karadeliklerin
uzay-zamanı sürüklemesini ve önemli özelliklerini Y. Zelandalı matematikçi P.
Kerr tanımlamıştır. Dr. Kerr, 1963'de bir kütleye ve dönmeye sahip karadeliği
tümüyle açıklayabilen denklemleri yazmayı başarmıştır. Dönen karadeliklere
kısaca"Kerr karadelikleri" de denir. Tıpkı elektrik yüklü karadeliklerde olduğu
gibi bunlarda da zamanın akmadığı iki olay ufku bulunur. Deliğin dönme hızının
artması: İç olay ufkunu genişletir ve dış olay ufkunu daraltır. Karadelik
maksimum hızında dönmeye başladığında ise iki olay ufku çakışır. Bu limit
değerden yüksek hızlar için olay ufku kaybolur ve çıplak tekillik kalır.
Dikkat edilirse, elektrik yüklü karadeliklerle. dönen karadelikler arasında
şaşırtıcı benzerlikler bulunur. Bunlardan en önemlisi ise her iki tipin de çift
olay ufkuna sahip olmasıdır. Buna rağmen, aralarında farklılıklar da bulunur.
Elektrik yüklü olanlarda tekillik yalnızca bir noktadan ibaretken dönen
karadelik için tekillik bir halkadır. Halka tekillik, havada asılı duran bir
yüzük gibidir ve karadeliğin dönme eksenine dik, ekvator düzleminde yer alır.
Durağan ya da elektrik yüklü bir karadeliğin merkezine giden biri. sonsuz
eğrilmiş uzay zaman tarafından parçalanır. .Buna karsın, dönen bir karadelikte;
tekilliğe dik (yüzüğün ortasından geçecek şekilde) yaklaşıldığında, eğilmiş
uzay-zamandan etkilenmeden halka tekilliğin içinden geçiverirsiniz. Ama bu
geçişle, çekim kuvvetinin itici olduğu "anti uzaya" girilir. Yani, elemanın yere
değil, göğe düştüğü bir evrene !
Karadeliklerin tuhaf
özellikleri
Herhangi bir yıldızın tanımlanabilmesi için: merkezinden yüzeyine değin gaz
basınçlarının, madde yoğunluğunun, sıcaklığının ve kimyasal bileşiminin hakkında
fikir sahibi olmak gerekir. Fakat, bu ayrıntılardan hiçbiri karadeliğin
tanımlanmasına girmez. Bir karadeliği anlamak; onun sebep olduğu uzay-zaman
eğriliğini incelemek demektir.
Önceki bölümlerde, yeterince büyük kütleli bir yıldızın, ölümünden sonra
uzay-zamanı eğdiğini belirtmiştik. Uzun yıllar, bu eğilmenin fiziksel anlamı
üzerine fikir yürütüldü. 1930'iarda, Einstein ve Rosen, uzay-zaman eğilmesinin,
yıldız; karadelik haline geldiğinde maksimum olması gerektiğini söylediler.
Onlara göre; oluşan bu eğrilik başka bir evrene açılmaktadır. Durağan karadelik-lerin
bu özelliğine "Einstein Rosen Köprüsü" denir. Bu ikinci evren görüşüyle ilgili
olarak çeşitli fikirler oluşturulabilir. Bir düşünceye göre. karadeliğin
açıldığı ikinci evren, bizim evrenimizin uzak bir köşesidir. Eğer uzayın düz
olduğu kabul edilirse, bu durumda oluşan delik daha çok bir elmanın içindeki
kurdun yolunu andırır. Böylece, uzayda "kurt deliği" oluşmuş olur. Evrenimizde,
birçok karadeliğin varolduğu düşünülürse: uzayın, birbiri içine geçmiş sayısız
tünellerden oluşmuş olduğu anlaşılır.
Karadelikleri salt geometrik düşüncelerden yola çıkarak açıklamak, bir takım
fantastik sonuçlara neden olur. Söyle ki; durağan bir karadeliğe düşen insan,
tam olay ufkuna tekrar döndüğünde, matematiksel olarak kendisiyle tekrar
karşılaşır. Çünkü orada zaman durmuştur. Bu gibi ilginçlikler bize, uzay-zamanın
salt geometrik düşüncelerle açıklanamayacağını gösterir.
1960'ların sonunda, İngiliz matematikçisi R.Penrase, karadeliklerle ilgili
uzay-zamanın tamamını anlatabilen bir yöntem geliştirdi. "Penrose çizimi"
yöntemine göre: zaman dikey eksende ve uzaydaki uzaklıklar da yatay eksende
alındığında, bir kareler sistemi oluşturulabilir. Karelerin iç kenarları her
biri yatayla 45 derecelik açı yapacak şekilde çizilmiştir. Bu kenarlar, olay
ufku olarak adlandırılır ve sadece ışık, bu çizgilerde hareket edebilir.
Çizginin sağına geçebilmemiz 45 derecelik acıdan büyük olduğundan yasaktır.
Çünkü o zaman ışık hızından fazla bir hıza sahip oluruz. Bu şartlarda ancak ışık
hızından küçük hızlarla gidebileceğimiz yollan kullanabiliriz. 45 dereceden
büyük her açı için. bir karadelik seyahati düşünülebilir. Seyahatimiz sırasında
ola1; ufkunu geçersek: karadelik tekilliğine çarparız. Işık hızından büyük hıza
ulaşamadığımızdan; durağan karadeliklerde kurt deliğinin öteki yüzüne
çıkabilmemiz imkansızdır.
Elektrik yüklü ve kendi çevresinde dönen karadelikler için ise Penrase çizimi
çok daha farklıdır. Çizimlerdeki temel farklılık bu karadeliklerin çift olay
ufkuna sahip olmasından kaynaklanır. En kayda değer Özellikleri ise, iki olay
ufkuna sahip olan karadelik-lerle, başka evrenlere geçebilme şansımızın teorik
olarak bulunmasıdır. Başka bir deuisle: bu tipteki karadelikier v/ardımıyL-ı
kurt deliğinin diğer ucundan fırlayabiliriz. Tabii ki: Penrose çizimlerinden
çıkan bu tuhaf bilimkurgu bilgilerinin daha pek çok eksiklikleri vardır. Bu
halde planlanan bir yolculuk denemesi; Nayagara Şelalesi'nclen bir fıçı içinde
atlamaya benzer ki: bu da karadelik yolculuğu yanında çocuk oyuncağıdır.
Karadelikler de ölür
S. Hawking: "Samanyolu galaksisinde görünen 200 milyon yıldızdan daha fazla
karadelik olmalı ki. galaksimizin niçin bu kadar hızlı döndüğü açıklanabilsin"
demektedir. Gözümüzün önüne tüm uzayı getirdiğimizde bu kozmik oburların
sayısının daha da kabaracağı açıktır. İnsanın, ister istemez su soruları sorası
geliyor: Karadeliklerin bir sonu yok mu? Evrenimizin ölümü karadeliklerden mi
olacak?
1971'de Hawking, karadelik oluşumunun yalnızca yıldız ölümüne bağlı
olmadığını gösterdi. Herhangi, bir nesneye, bir protonun hacmine sığacak şekilde
basınç uygulanırsa, minicik bir karadelik oluşabilir. Hawking. izleyen yıllarda.
Oxford'un güneyindeki bir laboratuvarda, "karadelik patlamaları" konusunda bir
konferans verdi. Herkesi hayrete düşüren "karadelikler dışarıya radyasyon
yayıyorlar" sözü salonda serin rüzgarlar estirdi. Ünlü matematikçi J. Taylor,
ayağa kalkarak;" Üzgünüm Hau'king. ama bunlar kesinlikle saçma!" diyerek
bağırdı. Bugün "Haw-king Radyasyonu" olarak bilinen bu olgu; gerçekte
kara-deliklerin. kuantum mekaniği çerçevesinde incelenmesinden elde edilmiştir.
İlk defa. 1932'cle D. Anderson tarafından bulunan pozitron (pozitif yüklü
elektronlardan sonra artık; evrenimizde bulunan her bir parçacığın zıt yüklü bir
esinin de varolduğu resmen ispatlanmış oldu. Parçacık hızlandırıcılarıyla, çok
büyük enerjiler altında yapılan deneylerden sonra, evrenimizi oluşturan her bir
parçacığın bir antiparçacığı olduğu: bunların bir araya gelmeleriyle enerjiye
dönüşüp yok oldukları, gözler önüne serildi. Karadelikler gibi enerji bakımından
çok yoğun olan ortamlarda da bu parçacık ve antiparçacıkların oluşabildikleri
düşünüldü. Bu durumda; parçacıklar ve antiparçacıklar çok kısa anlar için
birbirinden ayrılabilir ve bu çiftlerden biri. kendini, olay ufkunun dışında
bulabilirdi. Artık bu parçacık, eşelinin karadelikte yok olması nedeniyle,
evrenin her tarafına gidebilmekte özgürdür. Bu da bize radyasyon yayımı olarak
görünür.
Karadelikten her ayrışan parçacık çifti, aynı zamanda onun enerjisinin bir
kısmını da alıp götürür. Bu da "karadelik buharlaşması "dır. Hawking; buharlaşma
ile karadeliğin kütlesi arasında bir ilişki olduğunu ortaya çıkardı. Karadelik
küçüldükçe, parçacık yayınlama hızı artar, bu da kütlenin azalmasıyla, daha çok
parçacığın açığa çıkmasına neden olur. Kütlesi gittikçe azalan karadelik, daha
çok parça-cağın çekim alanından kaçmasına izin verir ve en sonunda milyonlarca
atom bombasına eşdeğer korkunç bir patlamayla yok olur. Aslında; karadeliğin
yuttuğu madde miktarı, radyasyondan büyük olacağından; Hawking en iyimser
tahminle. Güneş kadar kütleli bir karadeliğin sonunda yıldan önce olamayacağını
söylemektedir. Aynı şekilde, en erken yok olan karadeliklerin ömürleri ise.
hesaplarla 10 milyar yıl olarak bulunur. Bu nedenle; kainatın ilk yıllarında
oluşmuş olan çok sayıda minik karadeliğin günümüzde, yok olmalarını izleme
şansımız vardır.
Zaman ilerledikçe, uzay hakkındaki bilgi dağarcığımız da genişliyor. Gelişmiş
teleskop sistemimizle; karadelikler artık bize teorilerde olduğundan daha yakın.
Belki ileride tüm gizemlerini çözme başarısını göstereceğiz: hatta belki onlara
seyahatler düzenleyebileceğiz. Ama şunu da biliyoruz; şimdilik bu çok erken...
Erol KURT
Gazi Uni. Fen Fak Fizik Böl. Arş. Gör.
ANKARA-1997
Kaynakça
1) Evrenin Evrimi ve Yıldızların Oluşumu W.J.Kaufmann 111/Cev: M.Alev
2) Patlayan Güneşler/ I.Asimow/ Cev;-N.Ebcioğlu
3) Tanrıya Koşan Fizik/ S.Merdin
4) X-ışınlanndan Küarklara/ E.Segre/ Çev: Ç.Tuncay
Bu yazı Popüler Bilim Dergisi’nin Mayıs 1997 sayısında yayınlanmıştır.
Yasal Uyarı: !
Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz! Tüm hakları
Çetin BAL' a aittir. Kaynak
gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Copyright (c) Cetinbal
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi
Defteri /
E-Mail / Kuantum Fiziği
Time Travel Technology /
Kuantum Teleportation /Duyuru
UFO Technology / Roket bilimi /
CetinBAL
Quantum Teleportation-2 |
|