|  | 
      
        |  Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005
        
    Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli  |  
    
    
                           
         
çift 
yarık deneyi 
  
Kuantum kuramının 
en ilginç deneylerinden birisi çift yarık deneyidir. Bu deneyi ustaların 
ağzından size sunacağım. Burada ışığın elektron gibi elektronun da ışık gibi 
davrandığını,ikisinin de aynı ölçüde acayip olduğunu göreceğiz. Bir boncuk gibi 
düşündüğümüz parçacıkların (örneğin fotonun ve elektronun) aynı anda iki 
delikten geçtiğini göreceğiz. "Ama nasıl olur,ya şu delikten ya bu delikten 
geçmiş olmalı. Atladığımız bir şey olmalı. Bir kere daha denesek!.." 
diyeceksiniz. Her seferinde parçacık aynı anda iki delikten geçecek. Burada 
"bilimin doğal olmayan doğası" bir kere daha bizi sarsacak. Elektronların tenis 
toplarına ışığın da su dalgalarına hiç benzemediğini göreceğiz. Doğanın bizim 
gördüğümüzden daha harikalar yarattığını görerek şaşıracağız. Kim bilir bütün 
bunlar, bize daha ne kadar çok çalışmamız gerektiğini düşündürür. Dosyamızda iki 
büyük usta konuyu anlatacak:Richart Feynman 
(1918-1988) ve Roger 
Pensore.  
Çift Yarık Deneyi -1 
 Olasılık ve Belirsizlik:
Kuantum Mekaniği Açısından Doğa
 
   Kuantum fikirleri,sağduyu diyebileceğimiz şeyi 
tam kalbinden vurur. Bu fikirlerden en önemlisi ünlü "çift yarık"deneyidir. 
Feynman'ın bu deneyi çözümlemesi,bilimsel açıklama tarihinde bir klasik 
olmuştur. Kuantum mekaniği açısından doğanın yorumunu, büyük fizikçi Richart 
Philip Feynman 
(1918-1988)dan 
(1965 Nobel)sunuyorum: 
“Deneysel gözlem sürecinin geçmişteki aşamalarında veya herhangi bir şeyin 
bilimsel açıdan gözleminde,olaylara makul bir açıklama getiren şey sezgi 
olmuştur. Sezgi ise günlük şeylerle ilgili basit deneyimlerimizden kaynaklanır. 
Gördüklerimizi daha kapsamlı ve tutarlı bir şekilde açıklamaya çalıştıkça,alan 
genişlemeyip çok daha çeşitli olgularla karşılaştıkça,açıklamalar da basit 
açıklamalar yerine yasa dediğimiz şeylere dönüşür. Yasaların tuhaf bir özelliği 
vardır;sağduyudan ve sezgisel olarak apaçık olandan uzaklaşıyor gibi görünüyor. 
Buna bir örnek olarak görelilik kuramını ele alalım. Önerilen şudur: İki şeyin 
aynı anda olduğunu düşünüyorsanız,bu sizin kanınızdır;başka birisi olaylardan 
birinin diğerinden önce olduğu sonucunu çıkarabilir; bu nedenle de “aynı anda 
olma” durumu, yalnızca subjektif(öznel) bir izlenimdir.”
 
İşlerin başka türlü olmasını beklemek için bir neden yoktur. Çünkü,günlük 
yaşamdaki deneyimler çok yavaş hareket eden şeylerle ya da çok özel koşullarla 
ilgilidir; dolaysıyla doğadaki çok kısıtlı olguları temsil ederler. Doğal 
olguların ancak çok küçük bir bölümü doğrudan deneyim yoluyla anlaşılabilir. 
Daha geniş bir bakış açısını ancak hassas ölçümler ve dikkatli denemeler sonucu 
kazanırız. O zaman da hiç beklenmeyen şeyler görürüz; tahmin edebildiğimizden 
çok farklı, hayal edebileceğimizden öte şeyler... Hayal gücümüz, sonuna kadar 
gerilir;kurgu romanlarda olduğu gibi gerçekte varolmayan şeyler hayal etmek 
değil, varolan şeyleri kavramak için. Konuşmak istediğim konu da budur.
 
Işık kuramının tarihçesi ile başlayalım.
 
Önceleri ışığın yağmur gibi, tüfekten atılan 
mermiler gibi, bir parçacıklar, tanecikler sağanağına benzer şekilde davrandığı 
varsayılıyordu. Daha ileri araştırmalar sonucunda bunun doğru olmadığı, ışığın 
gerçekte dalga gibi,örneğin sudaki dalgalar gibi davrandığı ortaya çıktı. Sonra 
20. yy’da yeni araştırmalar, ışığın bir çok yönden gerçekten parçacıklar gibi 
davrandığı izlenimini uyandırdı. Foto-elektrik etkilerle bu parçacıklar 
sayılabiliyordu-şimdi onlara foton deniliyor. Elektronlar,ilk keşfedildiklerinde 
tamamen parçacıklar gibi, mermiler gibi davranıyorlardı. Daha sonraki 
deneyler;örneğin elektron kırınım  deneyleri,elektronların dalga gibi 
davrandığını ortaya koydu. Zaman geçtikçe elektronların nasıl davrandıkları 
konusunda giderek artan bir şaşkınlık baş gösterdi dalga mı, parçacık mı, 
parçacık mı dalga mı? Eldeki veriler ikisine de benzediklerine işaret ediyordu. 
Gittikçe artan bu kargaşa 1925/1926'da kuantum mekaniği için doğru 
denklemlerin bulunmasıyla çözüme kavuştu. Elektronların ve ışığın nasıl 
davrandıklarını artık biliyoruz. Nasıl mı davranıyorlar? Parçacık gibi 
davrandıklarını söylersem yanlış izlenime yol açmış olurum. Dalga gibi 
davranışlar dersem yine aynı şey. Onlar kendilerine özgü, benzeri olmayan bir 
şekilde hareket eder. Teknik olarak buna “kuantum mekaniksel bir davranma 
biçimi” diyebiliriz. Bu, daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen bir 
davranış biçimidir. Daha önce gördüğünüz şeylerle edindiğiniz deneyimler 
eksiksiz değildir. Çok küçük ölçekteki şeylerin davranışı için söyleyeceğimiz 
tek şey, onların farklı davrandıklarıdır. Bir atom, bir yay ucuna asılmış 
sallanan bir ağırlık gibi davranmaz. Küçücük gezegenlerin yörüngeler üzerinde 
hareket ettikleri minyatür bir güneş sistemi gibi de davranmaz. Çekirdeği saran 
bir bulut veya sis tabakasına da pek benzemez. Daha önce gördüğünüz hiçbir şeye 
benzemeyen bir şekilde davranır.
 
En azından bir basitleştirme yapabiliriz:Elektronlar bir anlamda tıpkı 
fotonlar gibi davranırlar;ikisi de “acayiptir”,ama aynı şekilde.
 
Nasıl davrandıklarını algılamak bir hayli hayal gücü gerektirir;çünkü 
açıklayacağımız şey bildiğiniz her şeyden farklıdır. En azından bu yönüyle,soyut 
olması ve deneyimlerimizden farklı olması yönüyle,bu ders belki de bu dizinin en 
zor dersi olacaktır. Bunu önleyebilme olanağım yok. Fizik yasalarının 
özellikleri hakkında bir dizi konferans verip küçük ölçekteki parçacıkların 
gerçek davranışlarından söz etmesem işi yarım bırakmış olurum. Bahsedeceğim şey, 
doğadaki bütün parçacıklara özgü evrensel bir özelliktir. Öyleyse, fizik 
yasalarının özelliklerini bilmek istiyorsanız, bu özel konunun anlatılması 
zorunludur.
 
Bu zor olacak. Ancak gerçekte bu zorluk psikolojiktir, kendinize sürekli “ama 
bu nasıl olabilir” diye sormanın yarattığı sıkıntıdan kaynaklanır. Sorduğunuz bu 
soru,onu alışılmış bir şeyler cinsinden görmek arzusu gibi dayanılmaz fakat son 
derece olanaksız bir arzunun dışa vurumudur. Onu alışılmış bir şeye benzeterek 
açıklayacak değilim;yalnızca açıklayacağım. Bir zamanlar gazetelerde görelilik 
teorisinin sadece on iki kişi tarafından anlaşıldığı yazılmıştı. Hiçbir zaman 
öyle bir dönem olduğunu sanmıyorum. Onu yalnız bir tek kişinin anladığı bir 
dönem olabilirdi;çünkü daha kaleme almadan önce bu teoriyi fark eden kişiydi o. 
Ancak onun çalışmasını okuyan birçok kişi görecelik teorisini şu veya bu şekilde 
anladı;bunların sayısı da kuşkusuz on ikiden çoktu. Buna karşın, kuantum 
mekaniğini kimsenin anlamadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu nedenle, 
anlatacaklarımı gerçekten anlamanız gerektiğini düşünerek dersi çok da ciddiye 
almayın;gevşeyin ve keyfini çıkarın! Size doğanın ne şekilde davrandığını 
anlatacağım. Onu, bu şekilde davranabileceğini kabul ederseniz,çok sevimli ve 
büyüleyici bulacaksınız. Eğer yapabilirseniz, kendinizse sürekli “ama bu nasıl 
olabilir?” diye sormayın;çünkü çabanız boşunadır;şimdiye kadar hiç kimsenin 
kurtulamadığı bir çıkmaz sokağa girersiniz. Bunun neden böyle olabildiğini kimse 
bilemiyor.
 
Şimdi sizlere elektron ve fotonların, kuantum mekaniksel olarak nasıl 
davrandıklarını anlatacak ve bunu yaparken hem benzetme, hem de karşıtlardan 
yararlanacağım. Yalnızca benzetmelerden yola çıkarsak 
başaramayız;açıklayacağımız şeyleri, bildiğimiz şeylere benzeyen ve ters düşen 
yönleriyle ele almak gerekir. Benzetme ve karşıtlığı, önce parçacıkların 
davranışı için mermiler sonra dalgaların davranışı için su dalgalarını 
kullanarak yapacağım. Bunun için özel bir deney düzenleyeceğim. Sizlere önce 
parçacıklar kullandığımda deneyin nasıl gelişeceğini;sonra da dalgalar için 
neler olabileceğini;son olarak da sistemde gerçekten elektronlar ve fotonlar 
olduğu zaman gerçekleşecekleri anlatacağım.
 
Kuantum mekaniğinin bütün sırlarını içeren bu tek deneyle sizi doğanın 
tuhaflıkları,gizemleri ve paradoksları ile yüz yüze getireceğim. Kuantum 
mekaniğinde karşılaşılacak herhangi başka bir durumun “İki delikle yapılan 
deneyi anımsıyor musunuz? Bu da aynı şey” diyerek açıklanabileceği 
anlaşılmıştır. Şimdi sizlere iki delikle yapılan deneyi anlatacağım. Deney bu 
anlaşılmaz şeyin tümünü içeriyor. Hiçbir şeyi atlamayacağım ve size doğayı en 
zarif ve zor şekliyle, bütün çıplaklığıyla ortaya koyacağım...
 
Werner Heisenberg (1901-1976),kuantum mekaniği yasalarını bulduğu zaman,bir şeyin farkına vardı: 
Keşfettiği yasalar, ancak deneme yetimize,daha önce fark etmediğimiz bazı temel 
sınırlamalar konulduğu zaman tutarlı oluyorlardı. Başka bir deyişle deneylerde 
istediğiniz ölçüde hassas olamazsınız. Heisenberg bir belirsizlik ilkesi öne 
sürdü. Bizim deneyimiz içeriğinde onu şöyle ifade edebiliriz(Kendisi farklı bir 
şekilde ifade etti. Ancak,ikisi tamamen denktir; birinden diğerine geçebilirsiniz): “Elektronun hangi delikten geçtiğini saptayan ve aynı zamanda 
elektronu girişim düzenini yok edecek ölçüde etkilenmeyen bir cihaz yapmak 
olanaksızdır.” Hiç kimse bunu önleyecek bir yol bulamamıştır. Hepinizin 
elektronun hangi delikten geçtiğini saptayacak yöntemler keşfetmek için 
sabırsızlandığımızdan eminim; ancak, bunların her biri dikkatle incelendiğinde 
bir aksaklık olduğunu göreceksiniz. Elektronu etkilemeden buna 
başarabileceğinizi düşünebilirsiniz;ama daima bir aksaklık ortaya çıkacaktır ve 
her zaman eğrilerdeki farklılığa,elektronun hangi delikten geçtiğini saptayan 
cihazların yol açtığı ortaya çıkacaktır.
 
Bu, doğanın temel bir özelliğidir ve bize her şey için geçerli olan bir şey 
anlatır. Eğer yarın yeni bir parçacık,"kaon", keşfedilirse-gerçekte kaon 
keşfedilmiştir;onu sırf isim vermek için kullandım-ve onun elektronla 
etkileşimini elektronun hangi delikten geçtiğini bulmak için kullanırsam,bu yeni 
parçacığın davranışı hakkında,sanırım,önceden bildiğim bir şey vardır: 
Elektronun hangi delikten geçtiğini saptayabiliyorsam,onun bu işi elektronu 
etkilemeden,girişim olan bir düzenden girişim olmayan bir düzene değiştirmeden 
yapabilecek bir özelliğe sahip olamayacağı. Bu nedenle belirsizlik ilkesi 
bilinmeyen nesnelerin birçok özelliklerini önceden tahmin etmemizi sağlayan, 
genel bir ilke olarak kullanılabilir. Bu özellikler,benzer 
şekilde,sınırlıdırlar.
 
A önermesine dönelim. "Elektronlar ya bir delikten ya da öbüründen geçmeye 
zorunludurlar".
 
Bu doğru mu yoksa yanlış mı? Fizikçilerin,tuzağa düşmelerini önleyen bazı 
yöntemler vardır. Düşünce kurallarını şu şekilde açıklarlar: Bir elektronun 
hangi delikten geçtiğini saptayabilen bir cihazınız varsa (ve böyle bir 
cihazınız olabilir) o zaman ya bir delikten ya diğerinden geçtiğini 
söyleyebilirsiniz;bu mümkündür. Baktığınızda her zaman ya bir delikten ya da 
öbüründün geçiyordur. Ancak hangi delikten geçtiğini saptayacak bir cihazınız 
yoksa o zaman onun bu delikten ya da öbür delikten geçtiğini söyleyemezsiniz 
(bunu söylemeniz her zaman mümkündür;yeter ki düşünmeyi derhal kesin ve bundan 
hiçbir sonuç çıkarmayın. Fizikçiler şu anda susmayı düşünmemeye yeğliyorlar). 
Bakmadığınız zaman elektronun ya bu delikten ya öbüründen geçtiğini söylemek 
hatalı bir öngörü olur. Doğayı yorumlamak istiyorsak üstünde cambaz gibi 
yürüyeceğimiz mantıksal ip budur.
 
Sözünü ettiğim bu önerme genel bir önermedir. Yalnızca iki delik için 
değil,aşağıdaki şekilde ifade edilebilecek olan bir önermedir. İdeal bir deneyde 
yani, her şeyin olabildiğince kesin bir şekilde belirlendiği bir deneyde 
herhangi bir olayın gerçekleşme olasılığı,bir şeyin karesidir. Örneğimizde bu, 
genliğin karesi olan,”a” dediğimiz şeydir. Bir olgu birkaç değişik şekilde 
ortaya çıkabiliyorsa,genlik olasılığı,yani bu “a” sayısı,her seçenek için 
bulunan “a”ların toplamıdır. Eğer bir deney, hangi seçeneğin kullanıldığını 
belirleyecek şekilde gerçekleşmişse,olgunun gerçekleşme olasılığı farklıdır;her 
seçeneğin olasılıkları toplamıdır. Yani,girişimi kaybedersiniz.
 
Şimdi sorunumuz bunun gerçekte nasıl olduğudur. Bunu gerçekleştiren mekanizma 
nedir? Hiç kimse herhangi bir mekanizma bilmiyor. Hiç kimse size bu olgunun 
benim anlattıklarımdan daha derinlemesine bir açıklamasını,anlatımını yapamaz. 
Girişimi yok etmeden elektronun hangi delikten geçtiğini saptamanın olanaksız 
olduğu gösteren başka deneyler yaparak daha etraflı açıklamalarda bulunanlar,iki 
delikle girişim deneylerinden daha farklı deneylerden söz edenler çıkabilir. 
Ancak bunlar, daha iyi kavramanız için yapılan tekrarlardan ibarettir. Daha 
derin değil,daha geniştirler. Matematik ifade daha kesin biçimlerde 
verilebilir;onların gerçel( reel) değil,karmaşık sayılar oldukları 
söylenebilir;veya ana fikirle ilgili olmayan başka birkaç nokta belirtilebilir. 
Ancak,derin gizem benim anlattığımdan başka bir şey değildir; henüz kimse daha 
derinlere inememiştir.
 
Buraya kadar bir elektronun gelme olasılığını hesapladık. Şimdi soru belirli 
bir elektronun gerçekten nereden geldiğini bulabileceğimiz bir yol olup 
olmadığıdır. Durum çok karmaşık bir hal aldığında olasılık teorisi 
kullanmaya,yani olasılıkları hesaplamaya karşı değiliz. Havaya bir zar 
atıyoruz;çeşitli dirençler,atomlar, bütün karmaşık işler karşısında belirli bir 
tahmin yapmak için yeterli ayrıntıyı bilmediğimizi kabul ediyoruz;bu nedenle de 
onun şu yolla veya bu yolla gelme olasılığını hesaplıyoruz. Burada öne 
sürdüğümüz şey, en derinlerde de olasılık bulunduğu,fiziğin temel yasalarında 
beklenmeyen şeyler olduğudur.
 
Gelecekte Bu Sorunu Çözebilecek miyiz?
 
Işık söndürüldüğünde girişimin elde edileceği bir deney düzenlediğimi 
varsayalım. Sonra,ışık olduğu zaman bile elektronun hangi delikten geçtiğini 
bilemeyeceğimi söylüyorum. Bildiğim tek şey, ya bu deliğe ya da öbürüne 
baktığım. Hangi delikten geçeceğini önceden bilmemi sağlayan bir yol yok. Sözün 
kısası,gelecek tahmin edilemez. Elde olan herhangi bir bilgiyi kullanarak 
elektronun hangi delikten geçeceğini veya hangi delikte görüneceğini herhangi 
bir şekilde bilmek olanaksızdır. Bunun bir anlamı da şudur: Fizikçinin 
başlangıçtaki amacı-herkesin varsaydığı gibi- belirli koşullar altında daha 
sonra ne olacağını tahmin edebilmek için yeterli bilgiye sahip olmak 
idiyse,artık bundan vazgeçmiş gibidir. İşte koşullar: elektron kaynağı,güçlü 
ışık kaynağı,iki deliği olan tungsten levha. Şimdi bana elektronu hangi deliğin 
arkasında göreceğimi söyleyebilir misiniz? Bir teoriye göre,elektronun hangi 
delikten geçeceğinin bilinememe nedeni,bunun daha önceden,kaynaktaki bazı 
karmaşık şeylerle önceden belirlenmiş olması,hangi delikten geçeceğine karar 
veren iç çarklar,iç vitesler bulunmasıdır. Olasılık yarı yarıyadır;tıpkı bir zar 
gibi rastgele düşer.Fizik henüz tamamlanmış değildir;yeterince eksik bir duruma 
geldiğinde hangi delikten geçeceğini tahmin edebileceğiz. Buna “gizli 
değişkenler teorisi” deniliyor. Bu teori doğru olamaz;tahmin yapamama nedenimiz 
ayrıntılı bilgi eksikliğinden ileri gelmiyor.
 
Işığı yakmazsam girişimi elde edeceğimi söyledim. Bu girişim olgusunu elde 
ettiğim koşul var ise onu Delik 1 ve Delik 2’den geçme bağlamında   
değerlendirmem olanaksızdır; çünkü bu girişim eğrisi çok basit ve diğer iki 
olasılık eğrisinin katkısı göz önüne alındığında matematiksel olarak çok 
farklıdır. Eğer ışık yanarken bir elektronun hangi delikten geçeceğini saptama 
olanağımız olsaydı, o zaman ışığın yanıp yanmaması bir fark yaratmazdı. Kaynakta 
varolan,gördüğümüz, ve bize onun Delik 1 veya Delik 2’den geçeceğini söylememize 
olanak veren çarkları ışık yokken elektronun hangi delikten geçtiğini 
söyleyebilirdik.Bunu yapabilseydik elde edeceğimiz eğri Delik 1’den ve Delik 
2'den geçenlerin toplamı olarak ifade edilebilirdi;ama edilemiyor. Demek ki ışık 
açık olsun olmasın, deneyin ışıksız ortamda girişim oluşturacak şekilde 
düzenlendiği herhangi bir durumda,elektronun hangi delikten geçeceğine dair 
önceden bilgi sahibi olmak olanaksız olmalıdır. Doğanın yapısında olasılık 
varmış gibi görünmesi bizim iç çarklar,iç karışıklıklar konusundaki 
bilgisizliğimizden kaynaklanmıyor. Bu sanki doğanın iç yapısında varolan bir 
şey. Birisi bunu şöyle ifade etmişti: “elektronun ne yönde gideceğini doğanın 
kendisi bile bilmiyor.”
 
Bir zamanlar bir filozof “Bilimin varolabilmesi için benzer koşulların benzer 
sonuçlara yol açması gereklidir” demişti. İyi ama açmıyorlar. Her seferinde aynı 
koşullarla durumu belirliyorsunuz ve elektronu hangi delik arkasında 
göreceğinizi kestiremiyorsunuz. Ancak benzer koşulların her zaman benzer 
sonuçlar vermemesine karşın,bilim varlığını sürdürüyor. Ne olacağını önceden tam 
olarak bilememek bizi mutsuz yapıyor. İnsanın bilmesinin zorunlu olduğu çok 
tehlikeli ve ciddi durumlar olabilir;ama yine de bunları önceden bilemiyorsunuz. 
Örneğin bir fotoelektrik pil ve tek bir elektronun geçebileceği bir düzen 
kurabiliriz- kurmasak daha iyi olur,ama kurabiliriz. Eğer elektronu Delik 1’in 
arkasından görürsek atom bombasını harekete geçirip Üçüncü Dünya Savaşı'nın 
başlatabiliriz. Ama eğer onu Delik 2’nin arkasında görürsek barış antenleri 
çıkıp savaşı bir süre erteleyecektir. O zaman, bilim ne denli ilerlese 
de,insanın geleceği,önceden kestiremeyeceği bir şeye bağımlı olacaktır. Gelecek, 
önceden bilinemez.
 
“Bilimin varolması için” gerekli olan şeyler,doğanın özellikleri,tantanalı 
ön-koşullarla belirlenmezler;onlar, daima üstünde çalıştığımız maddeyle,doğanın 
bizzat kendisiyle belirlenir. Bakarız ve ne bulduğumuzu görürüz. Ama ne 
olacağını önceden isabetle söyleyemeyiz. Akla en uygun olanaklar çoğunlukla 
doğru çıkmaz. Bilim ilerleyecekse,gerekli olan şey deney yapmak, sonuçları 
dürüstçe açıklamak-sonuçlar,birisi onların nasıl olmalarını arzu ettiğini 
söylemeden önce açıklanmalıdır ve son olarak da sonuçları yorumlayacak zekaya 
sahip olmaktır. Bu zeka konusunda önemli olan bir nokta,sonuçların ne olması 
gerektiği hakkında önceden çok güvenli olmamaktır. Önyargılı olunabilir ve “ bu 
olamaz,bunu beğenmedim” denebilir. Önyargılı olmak kesin olarak emin olmaktan 
farklıdır. Kesin ön yargılı olmayı değil, yalnızca eğilimi kastediyorum. Sadece 
eğiliminiz varsa fark etmez;çünkü, eğiliminiz yanlışsa art arda gelen deney 
sonuçları durmadan canınızı sıkar ve sonunda onları artık göz ardı edemezsiniz. 
Ancak önceden bilimin sahip olması gereken bir önkoşuldan çok kesin olarak emin 
iseniz sonuçları göz ardı edebilirsiniz. Gerçekte bilimin varolabilmesi için 
bizim filozofumuzunki gibi doğaya yerine getirmesi gereken ön koşullar ileri 
sürmeyen beyinlere gerek vardır.
 
(R.Feynman, Fİzik Yasaları Üzerine,TÜBİTAK yay, s: 
148-174 )  
  
Çift 
Yarık Deneyi-2 
Çift yarık deneyi,kuantum kuramının en ilginç 
deneylerinden birini oluşturur. Şimdi bu ilginç konuyu bir büyük ustadan 
dinleyelim.
 
Anlatan: 
Roger Penrose  
Şimdi izin verirseniz biraz da 
kuantum mekaniğinin ne olduğundan söz etmek istiyorum. Ünlü çift yarık deneyini 
anlatalım. Kuantum mekaniğine göre ışık foton adı verilen parçacıklardan 
oluşmaktadır. Tek renkli bir ışığın fotonlarını tek tek gönderebilen bir ışık 
kaynağının önüne çift yarıklı bir levha konuyor. Çift yarığın ardında da bir 
ekran var. Fotonlar ekrana ayrık birer olay olarak ulaşmakta ve sanki sıradan 
parçacıklarmışçasına ayrı ayrı saptanabilmektedirler. Kuantum davranışındaki 
gariplik ise şu noktada ortaya çıkmaktadır: İki delikten birini açtığımızda 
fotonları beklediğimiz bölgelerde bulabiliyoruz.  Fakat iki yarığı da aynı anda 
açık tutarak fotonları yollarsak fotonları tek yarık açıkken bulduğum bölgelerde 
bulamıyorum.”Fotonun yapmayı seçebileceği iki olası şey her nasılsa birbirini 
götürmektedir. Bu tarz bir davranışa klasik fizikte rastlamak mümkün değildir. 
Ya birisi olmaktadır ya  öbürü; olması mümkün olan (önünde bir engel bulunmayan) 
iki olası şeyin ikisini de aynı anda elde edememektesiniz,çünkü bir birlerini 
yok etmek için her nasılsa birbirlerine tuzak kurmaktadırlar. 
Kuantum kuramına göre bu deneyin sonucunu şu şekilde açıklamaktayız: Foton, 
kaynakla ekran arasında seyir halindeyken içinde bulunduğu kuantum hali, 
yarıkların birinden ya da diğerinden geçmesiyle belirlenen durum değil, daha çok 
ikisinin karmaşık sayılardan oluşan çarpanlarla oranlanan gizemli bir 
birleşimidir....
 
Buna göre her iki seçeneğin de önlerindeki çarpanların karmaşık sayı olması 
önemlidir. Birbirini götürmelerinin meydana gelmesinin nedeni budur. Belki 
fotonun davranışını seçeneklerden birini ya da diğerini yapma olasılığı 
cinsinden açıklayabileceğiniz,bu yüzden W ve Z çarpanlarının reel sayılardan 
oluşan olasılık çarpanları olması gerektiğini düşünebilirsiniz. Ancak bu yorum 
doğru değildir. Çünkü W ve Z karmaşıktır. Kuantum mekaniğine göre bu önemli bir 
noktadır. Kuantum parçacıklarının doğasındaki dalga özelliğini,seçeneklere ait " 
olasılık dalgaları" cinsinden açıklayamazsınız. Bunlar seçeneklere ait karmaşık 
dalgalardır. Buna göre karmaşık sayılar hem eksi bir sayının karekökünü, hem de 
bildiğimiz reel sayıları içeren sayılardır. Genel olarak karmaşık sayı, sadece 
gerçel(reel) sayılarla sadece sanal ( imajiner) sayıların bir 
birleşimidir;örneğin 2+3 kare kök(-1)=2+3i.. Kuantum kuramının temellerinin 
inşasında bu sayıların da işin içine girmiş olması,insanların zihninde,bu 
kuramın soyut ve anlaşılmaz türden bir şey olduğu kanaatinin uyanmasına yol 
açmaktadır. Halbuki karmaşık sayıları bir kez benimsediğinizde,hele bir de 
Argand diyagramından yararlanarak türlü işlemler yapmaya da alıştıysanız,artık 
sizin için hayli somut nesneler durumuna gelmektedirler. Böylelikle siz de 
eskisi kadar aldırış etmemeyi öğrenmiş olursunuz.
 
Ne var ki kuantum kuramı,karmaşık sayılardan oluşan çarpanlarla oranlanan 
kuantum hallerinin üst üste binmesinden ibaret değildir. Şu ana dek yalnızca U 
ile gösterdiğim kurallar bütününün uygulandığı kuantum seviyesinde kaldık. Bu 
seviyede sistemin hali,mümkün olan bütün seçeneklerin karmaşık çarpanlarla 
oranlanarak üst üste binmesinden meydana gelmiştir. Kuantum halinin zaman 
içendeki gelişimi üniter gelişim (ya da Schrödinger gelişimi) adıyla bilinir 
ki,U ile temsil edilmeye çalışılan asıl şey de budur. U’nun önemli bir özelliği 
lineer olmasıdır. Yani iki halin üst üste binmiş hali daima, zamana göre sabit 
karmaşık çarpanlarla oranlı olarak üst üste binmeleri şartıyla,aynen iki halden 
her birinin gelişimi gibi gelişmektedir. Söz konusu lineerlik Schrödinger 
Denklemi’nin en başta gelen özelliğidir. Kuantum seviyesinde,karmaşık 
çarpanlarla oranlanarak üst üste binme durumu daima mevcuttur.
 
Öte yandan bu olayı klasik seviyede büyüttüğünüzde bütün kuralları 
değiştirmiş olursunuz. Klasik seviyeye büyütmekten kastım,üstteki U seviyesinden 
alttaki C seviyesine geçiştir. Söz gelimi ekranda beliren bir noktayı 
gözlemlemekle yaptığımız şey, fiziksel olarak böyle bir duruma karşılık 
gelmektedir. Küçük ölçekte meydana gelen bir olay,klasik seviyede gerçek olarak 
gözlenebilecek daha büyük ölçekli bir olay meydana getirmek üzere fitili 
ateşlemektedir. Starndart kuantum kuramıyla çalışanlar bu noktada,tombaladan 
çıkarırcasına,kimsenin pek fazla sözünü etmek istemediği bir şey ortaya atarlar. 
Bu şey dalga fonksiyonunun çökmesi veya hal vektörünün indirgenmesi olarak 
bilinir. Bu yönteme karşılık olarak R harfini kullandım. Bu noktada yaptığımız 
şey üniter gelişimle ilgili olarak yapılandan tamamıyla farklıdır.İki seçeneğin 
üst üste bindirilmesi amacıyla iki karmaşık sayıya bakar ve modüllerinin 
karesini alırsınız; yani Argand düzleminde her iki noktanın merkez noktasına 
olan uzaklıklarının karesini hesaplarsınız. Böylece kareleri alınan bu iki 
modül, iki seçeneğe ait olasılıkların oranını verir. Ancak bu yol, yalnızca “bir 
ölçüm yapmanız”,bir başka deyişle,”bir gözlem yapmanız” durumunda geçerlidir. 
Burada izlenen yol,olayın U seviyesinden C seviyesine büyütülmesi olarak 
düşünülebilir.İşte bu aşamada kuralları değiştirmiş olursunuz. Artık lineer 
tarzda üst üste binmeler geçerli değildir. Bir de bakmışsınız,bu modüllerin 
karelerinin oranı size vere vere olasılıkları vermiştir. Belirlenmezciliği işin 
içine bulaştırdığınız tek yer işte bu U seviyesinden C seviyesine geçiş 
aşamasıdır. Yani belirlenemezcilik R ile birlikte devreye girmektedir. U 
seviyesinde kalındığı sürece her şey belirlenircidir. Kuantum mekaniği 
yalnızca,”ölçüm yapma” denilen işlemi gerçekleştirmeniz durumunda belirlenmezci 
bir hal alır.
 
Standart kuantum mekaniği kapsamında işler işte bu sistem dahilinde 
yürümektedir. Temel sayılan bir kuram için bu, bir hayli tuhaf bir sistemdir. 
Eğer daha temel seviyede başka bir kuramı hedef alan bir yaklaşıklık hesabından 
ibaret olsaydı, böylesi belki daha çok akla yatardı. Oysa bu melez yöntem bütün 
uzmanlarca zaten başlı başına temel bir kuram olarak görülmektedir!
 
Şimdi yeniden karmaşık sayılara dönelim. İlk bakışta insana boş boş oturan 
soyut şeylermiş gibi gözükseler de,modüllerinin karelerini alır almaz olasılık 
değerine dönüştüklerini görürsünüz. Aslına bakılırsa çoğu kez sağlam bir 
geometrik yapıları vardır. Anlamlarına daha iyi vakıf olabilmeniz için size bir 
örnek vermek istiyorum. Ancak önce kuantum mekaniği hakkında birkaç şeyi daha 
hatırlatacağım. Dirac parantezleri adıyla bilinen şu acayip görünüşlü ünlü 
parantezleri kullanacağım. Bu parantezler,sistemin halini belertmek için basit 
birer gösterimdir. IA> gösterimini kullanmakla,sistemin A ile belirtilen kuantum 
halinde olduğunu anlatmaya çalışmaktayım. Yani parantez içindeki ifade kuantum 
halinin bir gösteriminden ibarettir. Çoğu zaman sistemin tümünün kuantum 
mekaniksel hali Psi ile gösterilir. Bu, sistemin diğer hallerinin bir üst üste 
binmesidir... Kuantum mekaniğinde sayıların kendi büyüklükleriyle,oranlarıyla 
ilgilendiğimiz kadar ilgilenmiyoruz. Kuantum mekaniğinde şöyle bir kural vardır: 
Kuantum halini bir karmaşık sayıyla çarpmanız (bu karmaşık sayı sıfır olmadığı 
sürece) fiziksel açıdan durumu değiştirmeyecektir. Bir başka deyişle,bizin için 
fiziksel açıdan doğrudan anlamı olan tek şey bu karmaşık sayıların oranıdır. R 
işin içine girdiğinde peşin olduğumuz şey olasılıklardır,bu amaçla modüllerin 
karelerinin oranına ihtiyacımız vardır. Ama kuantum seviyesinde kalsak ve bu 
karmaşık sayıların modüllerini hesaplamasak dahi,oranlarına belli bir anlam 
yükleyebiliriz. Riman küresi,karmaşık sayıları bir küre üzerinde temsil etmenin 
bir yoludur. Daha doğrusu burada sadece karmaşık sayıların kendileriyle değil, 
oranlarıyla da ilgilenmekteyiz. Oranlar söz konusu olduğunda dikkatli olmak 
zorundayız.çünkü paydadaki sayı sıfır olduğunda oran sonsuzlaşır. O yüzden biz 
bu sonsuzluk durumunu da göz önüne almak zorundayız. Sonsuzluk durumuyla 
birlikte bütün karmaşık sayıları,bu yakışıklı izdüşüm yardımıyla bir küre 
üzerine yerleştirebiliriz. Burada Argand düzlemi,küreyi kürenin ekvatoru 
konumunda bulunan birim çember seviyesinde kesen ekvator düzlemidir. Hiç 
kuşkusuz,ekvator düzlemi üzerinde bulunan her noktayı,kürenin güney kutbuna göre 
izdüşüm alarak Riemann küresi üzerine izdüşümleyebiliriz. Bu izdüşüm işlemi 
sonucunda Riemann küresinin güney kutbu,diyagramdan da anlaşılabileceği gibi,Argand 
düzlemine göre ‘sonsuza karşılık gelen nokta’dır.
 
Eğer bir kuantum sisteminin seçenek olarak iki hali varsa,bu ikisini 
birleştirmek suretiyle oluşturulabilecek değişik haller bir küre ile betimlenir. 
Bu aşamada bu soyut bir küredir. Ancak onu gerçek anlamda görebildiğiniz kimi 
durumlar da yok değildir. Aşağıdaki örnek benim çok sevdiğim bir örnektir. Şayet 
elimizde elektron,proton veya nötron gibi spin-1/2 parçacığı varsa,bunun kuantum 
spin hallerinin türlü bileşimlerini geometrik olarak canlandırabiliriz. Spin-1/2 
parçacıkları iki farklı spin halinden birisinde bulunabilirler Bunlardan birisi 
dönme vektörünün yukarı doğru,öteki aşağı doğru olduğu hallerdir.(s: 81) Bu spin 
hallerinin türlü bileşimleri bir başka eksen etrafında dönme durumuna karşılık 
gelir. Eğer bu eksen yerini öğrenmek isterseniz,w ve z karmaşık sayılarının 
oranını alırsınız ki bu da size u= z/w gibi bir başka karmaşık sayı verir. Bu 
yeni u sayısını Riemann küresi üzerine yerleştirdiğinizde,bu karmaşık sayının 
merkezden itibaren işaret ettiği yön,size spin ekseninin yönünü verir. 
Görüyorsunuz ki, kuantum mekaniğinde karşımıza çıkan karmaşık sayılar, ilk 
bakışta göründükleri kadar soyut şeyler değillerdir. Kimi zaman bulup çıkarması 
zor olsa da aslında oldukça somut anlamları vardır. Örneğin bir spin-1/2 
parçacığı için taşıdıkları anlam apaçık kendini göstermektedir.
 
Spinli parçacıklara ilişkin olarak yapılan bu inceleme, aslında bize başka 
bir şey anlatmaktadır: Aşağı spin ve yukarı spin hallerinde bir keramet yoktur. 
Canımın istediği ekseni sola sağa öne veya arkaya seçmekte serbestim;hiçbir şey 
değişmeyecektir. Demek oluyor ki (seçilen iki spin hali birbirine zıt yönlü 
olduğu sürece)hangi iki halle işe başladığımızın önemi yoktur. Kuantum 
mekaniğinde işleyen kurallara göre hangi spin haline adım atarsanız atın, ilk 
ikisi kadar geçerlidir. Bu örneğin anlatmaya çalıştığı şey budur.
 
Roger Penrose, Büyük, Küçük ve İnsan 
Zihni, Sarmal Y s: 35-82  
Roger Penrose, Kralın Yeni 
Usu-2,Fiziğin Gizemi,TÜBİTAK yayınları,s:103-115
 
  Hazırlayan: 
Ramazan Karakale 
Hiçbir 
    yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca 
    bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden 
alıntı yapılabilir. 
     
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli  
            Ana Sayfa /index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2 
            Time Travel Technology /Ziyaretçi 
Defteri /UFO Technology/Duyuru 
            
            Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi 
            /Uçaklar(Aeroplane) 
            
            New World Order(Macro Philosophy)
            
            
            /Astronomy |  |