|
Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005
Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Sınırları Aşmak:
Nice Yerçekiminin Dönüştürücü
Bir Hermeneutiğine Doğru
Disiplinler arası sınırları aşmak ... devirici bir üstenim[dir] çünkü kabul
edilen algılama yollarının kutsallığını çiğnemesi olasıdır. Doğal bilimler ve
insan bilimleri arasındaki sınırlar en sağlamlaştırılmış sınırlar arasında
olmuşlardır.
—Valerie Greenberg, Transgressive Readings (1990, 1)
İdeolojinin eleştirel bilime dönüşümü için savaşım ... bilimin biricik
saltık ilkesinin bilim ve ideolojinin tüm varsayımlarının eleştirisi olması
gerektiği temeli üzerinde ilerler.
—Stanley Aronowitz, Science as Power (1988b, 339)
Birçok doğa bilimci, ve özellikle fizikçi vardır ki toplumsal ve ekinsel eleştiri
ile ilgilenen bilim dallarının kendi araştırmalarına belki de yalnızca kıyısal
olmanın dışında katkıda bulunacak herhangi birşeyleri olabileceği görüşünü
reddetmeyi sürdürürler. Bunlar dünya görüşlerinin temellerinin kendilerinin böyle
bir eleştirinin ışığında gözden geçirilmesi ya da yeniden oluşturulması
düşüncesine ise çok daha uzak dururlar. Tersine, Batı entellektüel bakış açısı
üzerindeki uzun Aydınlanma-sonrası hegemonyanın dayattığı inağa sarılırlar. Bu
inağı kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dışsal bir dünya vardır ki, özellikleri
herhangi bir bireysel insandan, aslında bir bütün olarak insanlıktan bağımsızdır;
bu özellikler ‘‘bengi’’ fiziksel yasalarda kodlanmıştır; ve insanlar (sözde)
bilimsel yöntem tarafından belirlenen ‘‘nesnel’’ işlemlere ve bilgikuramsal
ilkelere uygun olarak bu yasaların güvenilir, ama ne yazık ki eksik ve geçici
bilgisini elde edebilirler.
Ama yirminci yüzyıl bilimindeki derin kavramsal değişimler bu Descartes-Newton
metafiziğinin temellerini zayıflatmıştır;1 bilim tarihi ve felsefesi üzerine eleştirel incelemeler bu
metafiziğin inanılabilirliği üzerine daha öte kuşkular düşürmüştür;2 ve, en
yakınlarda, feminist ve poststruktüralist eleştiriler Batı bilimsel uygulayımının
ana akışının tözsel içeriğini gizemsel öğelerinden temizlemişler,
‘‘nesnellik’’ görünüşü arkasında gizlenen egemenlik ideolojisini ortaya
sermişlerdir.3
Böylece giderek artan bir biçimde açığa çıkmıştır ki, fiziksel
‘‘olgusallık,’’ toplumsal ‘‘olgusallık’’tan daha az olmamak üzere,
temelde toplumsal ve dilbilimsel bir yapıdır; bilimsel ‘‘bilgi,’’ nesnel
olmaktan uzak, onu üreten ekinin başat ideolojilerini ve güç ilişkilerini yansıtır
ve kodlandırır; bilimin gerçeklik savları özünlü olarak kuram-yüklü ve
kendine-göndermelidir; ve sonuçta, bilimsel topluluğun söylemi, tüm yadsınamayacak
değerine karşın, uyumsuz ya da kıyısallaştırılmış topluluklardan doğan
karşı-hegemonik anlatılar açısından ayrıcalıklı bir bilgikuramsal konum ileri
süremez. Bu temalar, belli bir vurgu ayrımına karşın, Aronowitz’in nice
düzenekbilimini üreten ekinsel dokuyu çözümlemesinde;4 Ross’un nice-sonrası bilimdeki
karşıtlıkçı söylemleri tartışmasında;5 Irigaray’ın ve Hayles’in sıvı düzenekbiliminde eşey
yorumlarında [exegeses of gender];6 ve Harding’in genel olarak doğa bilimlerinin ve özel
olarak fiziğin temelinde yatan eşey ideolojisini kapsamlı eleştirisinde
saptanabilirler.7
Burada amacım nice yerçekimindeki son gelişmeleri, Heisenberg’in nice
düzenekbilimini ve Einstein’ın genel göreliliğini birbirleri ile bireştiren ve
ortadan kaldıran yeni fizik dalını dikkate alarak, bu derin çözümlemeleri bir adım
ileri götürmektir. Nice yerçekiminde, göreceğimiz gibi, uzay-zaman çoklusu nesnel
fiziksel bir olgusallık olarak varolmaya son verir; geometri ilişkisel ve bağlamsal
olur; ve ön bilimin temel kavramsal kategorileri—aralarında ‘varoluş’un
kendisi—belkili olurlar ve görelileştirilirler. Bu kavramsal devrimin gelecekteki bir
postmodern ve kurtarıcı bilimin içeriği için derin imlemleri olduğunu tanıtlamaya
çalışacağım.
Yaklaşımım şöyle olacaktır: İlk olarak nice düzenekbilimi tarafından ve klasik
genel görelilik tarafından yaratılan felsefi ve ideolojik sorunların bir bölümünü
çok kısaca gözden geçireceğim. Sonra doğmakta olan nice yerçekimi kuramının
anahatlarının taslağını verecek ve yarattığı kimi kavramsal sorunları
tartışacağım. Son olarak, bu bilimsel gelişmelerin ekinsel ve politik imlemleri
üzerine yorumlar getireceğim. Vurgulamam gerek ki bu yazı zorunlu olarak deneysel ve
ön bir girişimdir; ve ortaya koyduğum soruların tümünü yanıtlama gibi bir savım
yoktur. Amacım dahaçok okurların dikkatini fizik bilimindeki bu önemli gelişmelere
çekmek ve elimden geldiğince felsefi ve politik imlemlerinin bir taslağını vermektir.
Burada matematiği bir enaza indirgemeye çalıştım; ama ilgilenen okurların tüm
gerekli ayrıntıları bulacakları göndermeleri vermeyi gözardı etmedim.
Nice Düzenekbilimi:
Belirsizlik, Tümleyicilik, Süreksizlik ve Ara-bağıntılılık
Niyetim burada nice düzenekbiliminin kavramsal temelleri üzerine kapsamlı bir
tartışmaya girişmek değil.8
Burada nice düzenekbiliminin eşitliklerini ciddi olarak incelemiş olan herkesin
Heisenberg’in ünlü belirsizlik ilkesinin ölçülü/measured (sözcük oyununu
bağışlayın) özetini onaylayacağını söylemek yeterlidir:
Bundan böyle parçacığın davranışından gözlem sürecinden bağımsız olarak
söz edemeyiz. Son bir sonuç olarak, nice kuramında matematiksel olarak formüle
edilmiş doğal yasalar bundan böyle öğesel parçacıkların kendilerini değil ama
onlara ilişkin bilgimizi ele alır. Ne de bundan böyle bu parçacıkların uzayda ve
zamanda nesnel olarak varolup olmadıklarını sormak olanaklıdır.
Çağımızın sağın bilimlerinde doğanın tablosundan söz ettiğimiz zaman, demek
istediğimiz şey doğanın bir tablosundan çok doğa ile ilişkilerimizin bir
tablosudur. Bilim bundan böyle doğanın karşısına nesnel bir gözlemci olarak
çıkmaz, ama kendisini insan [evet] ve doğa arasındaki bu karşılıklı oyundaki bir
oyuncu olarak görür. Bilimsel çözümleme, açıklama ve sınıflandırma yöntemi
sınırlarının bilincine varmıştır, ve bunların bilimin araya girmesi yoluyla
araştırma nesnesini başkalaştırması ve yeniden şekillendirmesi olgusundan
doğdukları anlaşılmıştır. Başka bir deyişle, yöntem ve nesne bundan böyle
ayırılamazlar. 9;10
Aynı çizgide Nielsh Bohr şunları yazdı:
Sıradan fiziksel anlamda bağımsız bir olgusallık ne fenomenlere yüklenebilir ne
de gözlem yapanlara.11
Stanley Aronowitz, inandırıcı bir yolda, bu dünya görüşünü Birinci Dünya
Savaşını önceleyen ve sonralayan yıllarda Orta Avrupa’da yaşanan liberal hegemonya
bunalımına dek götürmüştür.12;13
Nice düzenekbiliminin ikinci bir önemli yanı ondaki tümleyicilik ya da
eytişimcilik ilkesidir. Işık bir parçacık mıdır yoksa bir dalga mıdır?
Tümleyicilik ‘‘parçacık ve dalga davranışının karşılıklı olarak
dışlayıcı olduklarının, ama gene de tüm fenomenlerin tam bir betimlemesi için her
ikisinin de zorunlu olduklarının anlaşılmasıdır.’’14 Daha genel olarak, der Heisenberg,
atomik dizgeleri betimlemek için kullandığımız değişik sezgisel tablolar, gerçi
verili deneyler için tam olarak yeterli olsalar da, gene de karşılıklı olarak
dışlayıcıdırlar. Böylece, örneğin Bohr atomu çevresinde elektronların
döndükleri özeksel bir atomik çekirdeği olan küçük ölçek bir gezegenler dizgesi
olarak betimlenebilir. Bununla birlikte, başka deneyler için atom çekirdeğinin
sıklıkları atomdan yayılan ışımanın ırasalı olan bir durgun dalgalar dizgesi
tarafından kuşatılı olduğunu imgelemek daha uygun olabilir. Son olarak, atomu
kimyasal olarak irdeleyebiliriz. Her tablo doğru yerde kullanıldığı zaman
geçerlidir, ama değişik tablolar çelişkilidir ve dolayısıyla onlara karşılıklı
olarak tümleyici deriz.15
Ve bir kez daha Bohr:
Bir ve aynı nesnenin tam olarak durulaştırılması tek bir betimlemeyi püskürten
çeşitli bakış açılarını gerektirebilir. Aslında, sözcüğün sağın anlamıyla
konuşursak, herhangi bir kavramın bilinçli çözümlemesi dolaysız uygulaması ile bir
dışlama ilişkisi içinde durur.16
Postmodernist bilgikuramının bu öncelenmesi hiçbir biçimde raslantısal değildir.
Tümleyicilik ve yapısızlaştırma arasındaki derin bağıntılar yakınlarda Froula17 ve Honner18 tarafından, ve
büyük bir derinlikle Plotnistsky19;20;21
tarafından durulaştırılmıştır.
Nice fiziğinin bir üçüncü yanı süreksizlik ya da kopukluktur: Bohr’un
açıkladığı gibi,
[nice kuramının] öz[ü] herhangi bir atomik sürece özsel bir süreksizlik,
ya da daha doğrusu klasik kuramlara tam olarak yabancı olan ve Planck’ın eylem nicesi
tarafından simgeselleştirilen bir bireysellik yükleyen o nice konutlamasında
anlatılabilir.22
Yarım yüzyıl sonra, ‘‘nice sıçraması’’ anlatımı gündelik
sözlüğümüze öylesine girmiştir ki, onu fiziksel kuramdaki kökenlerinin herhangi
bir bilinci olmaksızın kullanmaya yatkınızdır.
Son olarak, Bell’in kuramı23
ve yakınlardaki genelleştirilmeleri24 burada ve şimdi yapılan bir gözlem ediminin yalnızca
gözlemlenen nesneyi değil—Heisenberg’in bize dediği gibi—, ama keyfi bir
uzaklıktaki bir nesneyi de (diyelim ki Andromeda galaksisindeki) etkileyebileceğini
göstermiştir. Bu fenomen—ki Einstein tarafından ‘‘tekinsiz’’ olduğu
söylenmiştir—geleneksel düzenekçi uzay, nesne ve nedensellik kavramlarının
köktenci bir yeniden değerlendirilmesini dayatır,25 ve evreni karşılıklı bağıntılılık ve
bütünlükçülük [(w)holism] tarafından, fizikçi David Bohm’un
‘‘dolaşık düzen’’26
dediği şey tarafından ıralanmış olarak alan almaşık bir dünya görüşünü
düşündürür. Nice fiziğinden bu içgörülerin Yeni Çağ yorumları sık sık
aklanamayan kurguculukta denize atılmıştır, ama uslamlamanın genel sağlamlığı
yadsınamaz.27
Bohr’un sözlerinde, ‘‘Planck’ın öğesel eylem nicesini buluşu atom fiziğine
özünlü öyle bir bütünlük özelliğini ortaya sermiştir ki, özdeğin sınırlı
bölünebilirliği biçimindeki antik düşüncenin çok ötelerine gider.’’28
Klasik Genel Göreliliğin Hermeneutiği
Newton’un düzenekçi dünya görüşünde, uzay ve zaman ayrı ve saltıktırlar.29 Einstein’ın
özel görelilik kuramında (1905), uzay ve zaman arasındaki ayrım çözünür:
yalnızca yeni bir birlik, dört-boyutlu uzay-zaman vardır, ve gözlemcinin
‘‘uzay’’ ve ‘‘zaman’’ı algısı devim durumuna bağımlıdır.30 Hermann
Minkowski’nin ünlü sözlerinde (1908):
Bundan böyle kendinde uzay ve kendinde zaman salt gölgelere sönüp gitmeye
mahkumdurlar, ve yalnızca ikisinin bir tür birliği bağımsız bir olgusallığı
koruyacaktır.31
Gene de, Minkowski uzay-zamanının temelde yatan geometrisi saltık kalmayı
sürdürür.32
Köktenci kavramsal kopuş Einstein’ın genel görelilik kuramında (1915) olur:
uzay-zaman geometrisi yerçekimi alanını kendi içinde kodlayarak olumsal ve dinamik
olur. Matematiksel olarak, Einstein geriye Euklides’e (ki sıkıntısı bugün bile lise
öğrencilerine dayatılır!) giden gelenekten kopar, ve bunun yerine Riemann tarafından
geliştirilen Euklides-dışı geometriyi kullanır. Einstein’ın eşitlikleri yüksek
bir düzeyde doğrusal-olmayan eşitliklerdir ki, geleneksel olarak yetiştirilmiş
matematikçilerin onları çözmeyi çok güç bulmalarının nedeni budur.33 Newton’un
yerçekimi kuramı Einstein’ın eşitliklerinin kaba (ve kavramsal olarak aldatıcı)
budanmasına karşılık düşer ve doğrusal-olmama özelliğini bütünüyle gözardı
eder. Einstein’ın genel göreliliği öyleyse Newton’un kuramının tüm kabul edilen
başarılarını altına alır, ve bu arada Newton’un ötesine giderek doğrudan
doğruya doğrusal-olmama özelliğinden doğan kökten yeni fenomenleri öngörür:
yıldız ışığının güneş tarafından bükülmesi, Merkür’ün günberisinin
gerilemesi, ve yıldızların yerçekimine bağlı olarak kara deliklere çöküşleri.
Genel görelilik öylesine tekinsizdir ki, sonuçlarından kimileri—ki yanlışsız
matematik tarafından çıkarsanır ve astrofiziksel gözlem tarafından giderek artan bir
biçimde doğrulanırlar—kulağa bilim-kurgu romanları gibi gelir. Kara-delikler şimdi
iyi bilinirler, ve kurt-delikleri haritalar oluşturmaya başlamıştır. Belki de daha az
tanıdık olan şey Gödel’in zamansı kapalı eğrileri kabul eden bir Einstein
uzay-zamanı kurgusudur: eş deyişle, bir evren ki onda birinin kendi geçmişine
yolculuk yapması olanaklı olacaktır!34
Böylece genel görelilik bize kökten yeni ve sezgiye-aykırı uzay, zaman ve nedensellik
kavramları dayatır;35;36;37;38
böylece yalnızca doğal bilimler üzerinde değil, ama felsefe, yazınsal eleştiri ve
insan bilimleri üzerinde de derin bir etkide bulunmuş olması şaşırtıcı değildir.
Örneğin, otuz yıl önce Les Langages Critiques et les Sciences de l’Homme
üzerine ünlü bir sempozyumda Jean Hyppolite Jacques Derrida’nın bilimsel söylemdeki
yapı ve im kuramı hakkında keskin bir soru sordu:
Örneğin belli cebirsel kurulumların/kümelerin [constructions [ensembles]]
yapılarını [structure] aldığım zaman, özek nerededir? Özek belli bir yolda
öğelerin karşılıklı oyununu anlamamıza izin veren genel kuralların bilgisi midir?
Yoksa özek kurulumun içersinde tikel bir ayrıcalıktan yararlanan belli öğeler midir?
Örneğin, Einstein’da görgül kanıtın bir tür ayrıcalığının sonunu görürüz.
Ve bu bağıntıda bir değişmezin, bir uzay-zaman bileşimi olan, deneyimi yaşayan
deneycilerin herhangi birine ait olmayan, ama bir bakıma bütün yapıya egemen olan bir
değişmezin ortaya çıktığını görürüz; ve değişmezin bu kavramı, özek bu
mudur?39
Derrida’nın kavrayışlı yanıtı klasik genel göreliliği özünden yakaladı:
Einstein değişmezi bir değişmez değildir, bir özek değildir. O
değişebilirliğin kavramının kendisidir—o, son olarak, oyunun kavramıdır. Başka
bir deyişle, birşeyin kavramı, kendisinden başlayarak bir gözlemcinin alana egemen
olabileceği bir özeğin kavramı değil, ama oyunun kavramının kendisidir.40
Matematiksel terimlerde, Derrida’nın gözlemi doğrusal-olmayan uzay-zaman
biçim-değişimleri/diffeomorphisms (uzay-zaman çoklusunun sonsuz ölçüde
ayrımlaşabilen ama zorunlu olarak analitik olmayan kendini-haritalamaları/self-mappings)
altında Einstein alan eşitliğinin değişmezliği ile ilgilidir. Anahtar nokta bu
değişmezlik kümesinin ‘‘geçişli olarak davranması’’dır: Bu demektir ki
herhangi bir uzay-zaman noktası, eğer herşeye karşın varsa, herhangi bir başkasına
dönüştürülebilir. Bu yolda sonsuz-boyutlu değişmezlik kümesi gözlemci ve
gözlenen arasındaki ayrımı siler; Euklides’in pi ve Newton’un G
değerleri, daha önceden değişmez ve evrensel olduklarının düşünülmesine
karşın, şimdi kaçınılmaz tarihsellikleri içinde algılanırlar; ve varsayılan
gözlemci öldürücü bir biçimde özek-sizleşir, bundan böyle yalnızca geometri
tarafından tanımlanamayan bir uzay-zaman noktası ile herhangi bir epistemik halkadan
koparılır.
Nice Yerçekimi: İp, Dalga ya da Biçim-Gelişimli Alan?
Bununla birlikte, bu yorum, klasik genel görelilik içersinde yeterli olsa da,
doğmakta olan postmodern nice yerçekimi görüşü içersinde tamamlanmamış
görünür. Yerçekimi alanı—cisimselleşmiş geometri—bir
karşılıklı-değişmeyen/non-commuting (ve dolayısıyla doğrusal-olmayan)
işlemci olduğu zaman bile, ’nin geometrik bir kendilik olarak klasik yorumu
nasıl desteklenebilir? Şimdi yalnızca gözlemci değil ama geometri kavramının
kendisi ilişkisel ve bağlamsal olur.
Nice kuramının ve genel göreliliğin bireşimi böylece kuramsal fiziğin özeksel
çözülmemiş sorunudur;41
bugün hiç kimse, ortaya çıktığında ve ortaya çıkarsa, bu bireşimin—içeriği
bir yana—dilinin ve ontolojisinin [varlık durumunun] ne olacağını güvenle önceden
belirleyecek durumda değildir. Gene de kuramsal fizikçilerin nice yerçekimini anlama
girişimlerinde kullandıkları eğretilemeleri ve imgeleri tarihsel olarak yoklamak
yararlıdır.
Geometriyi Planck ölçeğinde (yaklaşık 10—33
cm) görselleştirmek için en erken girişimler onu ‘‘uzay-zaman köpüğü’’
olarak betimlediler: karmaşık ve hep değişen bir karşılıklı bağıntılar
topolojisini paylaşan uzay-zaman eğrisi kabarcıkları.42 Ama fizikçiler belki de o sıralar topoloji
ve çoklu kuramının yetersiz gelişiminden ötürü bu yaklaşımı daha ileri
götürmeyi başaramadılar (aşağıya bkz.).
1970’lerde fizikçiler daha da uylaşımsal bir yaklaşımı denediler:
Einstein’ın eşitliklerini hemen hemen doğrusalmış gibi alarak yalınlaştırdılar
ve daha sonra nice alan kuramının ölçün yöntemlerini böyle aşırı
yalınlaştırılmış eşitliklere uyguladılar. Ama bu yöntem de başarısızlığa
uğradı: Einstein’ın genel göreliliğinin, uygulayımsal dilde, ‘‘tedirgin edici
bir yolda yeniden normalleştirilemez/perturbatively nonrenormalizable’’
olduğu ortaya çıktı.43
Bu demektir ki Einstein’ın genel göreliliğinin güçlü doğrusal-olmama özellikleri
kurama özünlüdür; doğrusal-olmama özelliklerinin zayıf oldukları sayıltısı
yönünde herhangi bir girişim açıkça kendi ile çelişkilidir. (Bu şaşırtıcı
değildir: hemen-hemen-doğrusal yaklaşım genel göreliliğin örneğin kara delikler
gibi en kendine özgü özelliklerini yokeder.) 1980’lerde ip kuramı olarak bilinen
çok değişik bir yaklaşım popüler oldu: burada özdeğin temel bileşenleri noktamsı
parçacıklar değil ama dahaçok çok küçük (Planck ölçeğinde) kapalı ve açık
iplerdir.44 Bu
kuramda, uzay-zaman çoklusu nesnel fiziksel bir olgusallık olarak varolmaz; tersine,
uzay-zaman türetilmiş bir kavramdır, yalnızca büyük uzunluktaki ölçeklerde
geçerli bir yaklaşıklıktır (ki burada ‘‘büyük’’ ‘‘10—33 cm’den çok daha büyük’’ demektir!). Bir süre için
ip kuramının birçok coşkulu yandaşı bir Herşeyin Kuramına doğru
yaklaştıklarını düşündüler—alçakgönüllülük erdemlerinden biri
değildir—ve kimileri henüz öyle düşünmeyi sürdürür. Ama ip kuramındaki
matematiksel güçlükler üstesinden gelinemeyecek güçlüklerdir, ve yakın bir zamanda
çözülebilecekleri gibi bir görüş açık olmaktan uzaktır.
Daha yakınlarda, küçük bir fizikçiler kümesi alan kuramının tam
doğrusal-olmama özelliklerinin gerçekte Newton düzenekbilimi ile başlayan bir
tarihsel sürecin doruğu olduklarını ileri sürdüler: Newton’un kopuşu bilimsel
girişimi öyle bir dünyaya yöneltmiştir ki, orada duyu algısının çok az değeri
vardır, bir dünya ki fizikçilerin nesnesinin desteklerinin kendilerinin ortadan
kaldırılmasına götürebilir: evrenin ve onu oluşturan cisimlerin özdeğinin
(yüklemleri ne olursa olsun). Dahası [d’ailleurs], bu bilimin kendisinde
çatlaklar vardır: örneğin, nice kuramı/alan kuramı, katıların
düzenekbilimi/sıvıların dinamiği. Ama inceleme altındaki özdeğin
algılanamazlığı sık sık kendisi ile birlikte keşiflerde sağlamlık biçimindeki
paradoksal ayrıcalığı, ve kuvvet alanlarının sonsuzluğunun [l’in-fini]
çözümlemlemesinin bir gecikmesini, giderek bir terkedilmesini getirir. Burada
‘‘dahası’’ ya da ‘‘bunun yanısıra’’ demek olan (‘‘bununla
birlikte’’ demek olmayan) ‘‘d’ailleurs’’ sözcüğünün çevirisini
düzelttim.
Einstein’ın genel göreliliği, ve—Abhay Ashtekar tarafından bulunan yeni bir
matematiksel simgecilik kullanarak—karşılık düşen nice kuramının yapısını
görselleştirme girişiminde bulunmuşlardır.45 Elde ettikleri tablo merak uyandırıcıdır: İp
kuramında olduğu gibi, uzay-zaman çoklusu yalnızca büyük uzaklıklarda geçerli bir
yaklaşıklıktır, nesnel bir olgusallık değil. Küçük (Planck ölçeği)
uzaklıklarda, uzay-zaman geometrisi bir örgüdür: ipliklerin karmaşık bir
karşılıklı bağıntılılığı.
Son olarak, son birkaç yıl boyunca matematikçilerin, astrofizikçilerin ve
yaşambilimcilerin bilim dalları arası işbirliğine bağlı olarak, heyecan verici bir
öneri şekillenme sürecindedir: Bu biçim-gelişimli alan kuramıdır.46 1980’lerin ortalarından bu yana ilkin
gelişim yaşambilimcileri47
tarafından kavramsallaştırılan bu alanın gerçekte nice yerçekimi alanı48 ile yakından
bağlı olduğu konusunda kanıtlar birikmiştir: bu alan (a) tüm uzaya yayılır; (b)
tüm özdek ve erke ile, bu özdek/erkenin manyetik olarak yüklü olup olmadığına
bakılmaksızın, karşılıklı etkileşim içindedir; ve, en önemlisi, (c) matematiksel
olarak bir ‘‘bakışımlı ikinci-düzen gerey’’ olarak bilinen şeydir. Her üç
özellik de yerçekiminin ırasalıdır; ve yıllar önce bir bakışımlı ikinci-düzen
gerey alanına ilişkin biricik kendi ile tutarlı doğrusal-olmayan kuramın, en azından
düşük erke düzeylerinde, tam olarak Einstein’ın genel görelilik kuramı olduğu
tanıtlandı.49
Böylece, eğer (a), (b) ve (c) için kanıtlar sağlam çıkarsa, biçim-gelişimli
alanın Einstein’ın yerçekimi alanının nice karşıeşi olduğunu
çıkarsayabiliriz. Çok yakınlara dek bu kuram yaşambilimcilerin (insanbilimcilerin
hiç sözünü etmesek bile) kendi çöplüklerine girmelerine geleneksel olarak
içerleyen yüksek-erke-fiziği kodamanları tarafından gözardı edilmiş ya da giderek
küçümsenmiştir.50
Bununla birlikte, kimi kuramsal fizikçiler yakınlarda bu kurama bir kez daha bakmaya
başlamışlardır, ve yakın gelecekte ilerleme için beklentiler umut vericidir.51
Henüz ip kuramının, uzay-zaman örgüsünün ya da biçim-gelişimli alanların
labaratuarda doğrulanıp doğrulanmayacaklarını söylemek için çok erkendir:
deneyleri yerine getirmek kolay değildir. Ama her üç kuramın benzer kavramsal
ırasallar taşımaları merak uyandırıcıdır: güçlü doğrusal-olmama özelliği,
öznel uzay-zaman, durdurulamaz akı, ve karşılıklı bağıntılılık topolojisi
üzerinde bir vurgu.
Ayrışımlı Topoloji ve Homoloji
Konuya yabancı olanların çoğu bilmese de, kuramsal fizik 1970’lerde ve
1980’lerde önemli bir dönüşüme uğradı—ama ne yazık ki henüz gerçek bir
‘Kuhn’ paradigma-değişimine değil: matematiksel fiziğin uzay-zaman çoklusunu
yalnızca yerel olarak ele alan geleneksel araçlarının (gerçek ve karmaşık
çözümleme) yeri evrenin bütünsel (holistik) yapısını açıklayan topolojik
yaklaşımlar (daha tam olarak, ayrışımlı topolojiden yöntemler52) tarafından alındı. Bu eğilim sayım
kuramlarındaki anomalilerin çözümlemesinde,53 burgaç-aracılığıyla evre geçişleri kuramında,54 ve ip ve
süper-ip kuramlarında55
görüldü. Bu yıllar sırasında ‘‘fizikçiler için topoloji’’ üzerine
sayısız kitap ve yorum yazıları yazıldı.56
Yaklaşık aynı sıralarda, toplumsal bilimlerde ve ruhbilimde Jacques Lacan
ayrışımlı topoloji tarafından oynanan anahtar rolü belirtti:
Bu çizge [Möbius şeridi] özneyi oluşturan düğümde kökende bir tür özsel
yazıtın temeli olarak görülebilir. Bu ilkin düşünebileceğinizden daha derine
gider, çünkü böyle yazıtları kabul edebilecek yüzey türünü araştırabilirsiniz.
Belki de kürenin, bütünlük için o eski simgenin, uygunsuz olduğunu görebilirsiniz.
Bir kabartı, bir Klein şişesi, enine kesili bir yüzey böyle bir kesimi
kazanabilirler. Ve bu türlülük çok önemlidir çünkü ansal hastalığın yapısı
konusunda birçok şeyi açıklar. Eğer bu temel kesik yoluyla özneyi
simgeselleştirebilirsek, aynı yolda bir yumru üzerindeki kesiğin sinirceli özneye
karşılık düştüğünü, ve enine-kesik bir yüzey üzerindeki kesiğin bir başka
tür ansal hastalığa karşılık düştüğünü gösterebiliriz.57;58
Althusser’in doğru olarak yorumladığı gibi, ‘‘Lacan sonunda Freud’un
düşüncesine onun gerektirdiği bilimsel kavramları verir.’’59 Çok daha yakınlarda, Lacan’ın ‘topologie
du sujet’si verimli olarak sinema eleştirisine60 ve AIDS ruhçözümlemesine61 uygulanmıştır. Matematiksel terimlerde,
Lacan burada kürenin ilk homoloji kümesinin62 basmakalıp [trivial=değişkenler sıfır değerli]
iken, öteki yüzeylerinkilerin derin olduklarını gösterir; ve bu homoloji bir ya da
daha çok kesikten sonra yüzeyin bağıntılılığı ya da bağıntısızlığı ile
bağlıdır.63
Dahası, Lacan’ın kuşkulandığı gibi, fiziksel evrenin dışsal yapısı ile
‘düğüm kuramı’ olarak iç ruhbilimsel tasarımı arasında yakın bir bağıntı
vardır: bu önsav yakınlarda Witten’ın düğüm değişmezlerini (özel olarak Jones
polinomialini64)
üç-boyutlu Chern-Simons nice alan kuramından65 türetmesi tarafından doğrulanmıştır.
Nice yerçekiminde andırımlı topolojik yapılar doğar, ama ilgili çoklunun
iki-boyutlu değil de çok-boyutlu olması ölçüsünde, daha yüksek homoloji kümeleri
de bir rol oynarlar.
Bu çok-boyutlu çoklular bundan böyle uylaşımsal üç-boyutlu Kartezyen uzayda
görselleştirilmeye açık değildirler: örneğin, sıradan 3-küreden antipodların
özdeşleştirilmesi yoluyla doğan izdüşümlü RP3
uzayı en azından 5 boyutlu bir Euklides yataklama uzayı gerektirecektir.66 Gene de, daha
yüksek homoloji kümeleri, uygun bir çok-boyutlu (doğrusal-olmayan) mantık yoluyla,
hiç olmazsa yaklaşık olarak algılanabilir.67;68
Çoklu Kuramı: Bütünler ve Sınırlar
Luce Irigaray’ın ‘‘Bilimin Öznesi Eşeyli Midir?’’ başlıklı ünlü
makalesinde belirttiği gibi,
matematiksel bilimler, bütünler kuramında [théorie des ensembles] kapalı ve
açık uzaylarla ilgilenirler. Bölümsel olarak açık sorusuyla, açıkça
sınırlanmış [ensembles flous] olmayan bütünlerle, sınırlar [bords]
sorununun çözümlemesi ile çok az ilgilenirler.69
1982’de, Irigaray’ın denemesi yeni çıktığında, bu keskin bir eleştiriydi:
ayrışımlı topolojiye geleneksel olarak uygulayımsal dilde ‘‘sınırsız
çoklular’’ olarak bilinen şeyi incelemeyi üstlenme ayrıcalığı verilmiştir.
Bununla birlikte, son on yılda, feminist eleştirinin dürtüsü altında, kimi
matematikçiler ‘‘sınırlı çoklular’’ [Fr. variétés à bord]70 kuramına
dikkatlerini yeniden yöneltmeye başlamışlardır. Belki de raslantısal olmaktan
bütünüyle uzak bir yolda, yeni ‘eşbiçimli/conformal’ alan kuramı, süper-ip
kuramı ve nice yerçekimi fiziğinde ortaya çıkan şey tam olarak bu çoklulardır.
İp kuramında, n kapalı ya da açık ipin karşılıklı etkileşimleri için
nice-düzeneksel genliği, sınırlı iki-boyutlu bir çoklu üzerinde yaşayan alanlar
üzerindeki işlevsel bir tümlev (temel olarak, bir toplam) tarafından temsil edilir.71 Nice
yerçekiminde, benzer bir temsilin geçerli olacağını bekleyebiliriz, ama sınırlı
iki-boyutlu çoklunun yerine çok-boyutlu bir çoklunun geçirilmesi dışında. Ne yazık
ki, çok-boyutluluk uylaşımsal doğrusal matematiksel düşünce anlayışına karşı
işler, ve tutumların yakınlardaki bir genişletilmesine (özellikle kaos kuramında
çok-boyutlu doğrusal-olmayan fenomenlerin incelemesi ile bağıntı içinde) karşı,
sınırlı çok-boyutlu çoklular kuramı biraz gelişmemiş kalır. Gene de,
fizikçilerin nice yerçekimine işlevsel-tümlev yaklaşım üzerinde çalışmaları
hızlı bir biçimde sürmektedir,72
ve bu çalışmanın matematikçilerin dikkatini uyandırması olasıdır.73
Irigaray’ın önceden gördüğü gibi, tüm bu kuramlardaki önemli bir soru şudur:
Sınır çiğnenebilir (aşılabilir) mi, ve çiğnenebilirse, o zaman ne olur?
Uygulayımsal olarak bu ‘‘sınır koşulları’’ sorunu olarak bilinir. Arı
matematiksel bir düzlemde, sınır koşulların en göze çarpan yanı olanakların
büyük türlülüğüdür: örneğin, ‘‘özgür b.c.’’ (aşmaya hiçbir engel
yok), ‘‘yansıyan b.c.’’ (bir aynada olduğu gibi ‘aynasal/specular’
yansıma), ‘‘dönemsel b.c.’’ (çoklunun bir başka parçasına yeniden giriş),
ve ‘‘karşı-dönemsel b.c.’’ ( bükülme ile yeniden giriş). Fizikçi
tarafından getirilen soru şudur: Tüm bu tasarlanabilir sınır koşullarından
hangileri nice yerçekiminin temsilinde yer alır? Ya da acaba, tümleyicilik ilkesinin
düşündürdüğü gibi, tümü de eşzamanlı olarak ve eşit bir zemin üzerinde mi yer
alır?74
Bu noktada fizikteki gelişmeleri özetlemeyi durdurmam gerekir, salt şu yalın
nedenle ki, bu sorulara yanıtlar, eğer gerçekten tutarlı yanıtlar iseler, henüz
bilinmemektedirler. Bu denemenin geri kalanında, başlangıç noktam olarak nice
yerçekimi kuramının göreli olarak daha iyi doğrulanmış özelliklerini almayı (en
azından uylaşımsal bilimin ölçünlerine göre), ve felsefi ve politik imlemlerinin
bir tablosunu çizmeyi öneriyorum.
Sınırları Çiğnemek: Kurtarıcı bir Bilime Doğru
Son iki onyıl boyunca eleştirel kuramcılar arasında postmodernist ekine karşı
modernist ekinin ırasalları açısından kapsamlı tartışmalar olmuştur; ve son
yıllarda bu diyaloglar doğal bilimler tarafından ortaya koyulan belirli sorunlara
ayrıntılı bir dikkat yöneltmeye başlamışlardır.75 Özel olarak, Madsen ve Madsen yakınlarda
postmodernist bilime karşı modernist bilimin ırasallarının çok duru bir özetini
vermişlerdir. Bir postmodern bilim için iki ölçüt koyarlar:
Bilimi postmodern olarak nitelendirilebilmek için yalın bir ölçüt nesnel
gerçeklik kavramına herhangi bir bağımlılıktan özgür olmasıdır. Bu ölçüt
yoluyla, örneğin nice fiziğinin Niels Bohr’a ve Kopenhag okuluna bağlı
tümleyicilik ilkesi postmodernist olarak görünür.76
Açıktır ki nice yerçekimi bu bakımdan bir arketipal postmodernist bilimdir.
İkinci olarak,
Postmodern bilime temel olarak alınabilecek öteki kavram özsellik kavramıdır.
Postmodern bilimsel kuramlar kuramın tutarlığı ve yararlığı için özsel olan
kuramsal öğelerden kurulurlar.77
Böylece, ilkede gözlemlenemez olan niceliklerin ya da nesnelerin—örneğin uzay-zaman
noktaları, sağın parçacık konumları, ya da quarklar ve gluonlar—kurama
getirilmemeleri gerekir.78
Modern fiziğin çoğu bu ölçüt tarafından dışlanırken, nice yerçekimi yine
ölçüte uygun düşer: klasik genel görelilik kuramından niceleştirilmiş kurama
geçişte, uzay-zaman noktaları (ve aslında uzay-zaman çoklusunun kendisi) kuramdan
yitmiştir.
Bununla birlikte, bu ölçütler, ne denli hayranlık verici olsalar da, kurtarıcı
bir postmodern bilim için yetersizdirler: insanları ‘‘saltık gerçekliğin’’ ve
‘‘nesnel gerçekliğin’’ tiranlığından kurtarırlar, ama zorunlu olarak başka
insanların tiranlığından değil. Andrew Ross’un sözlerinde, ‘‘ilerici
çıkarlara kamusal olarak yanıt verebilecek ve bir hizmette bulunabilecek’’79 bir bilime
gereksiniriz. Feminist bir duruş noktasından, Kelly Oliver benzer bir uslamlama getirir:
devrimci olabilmek için, feminist kuram varolanı ya da ‘‘doğal olguları’’
betimlemeyi ileri süremez. Tersine, feminist kuramların belirli somut durumlarda
baskıyı yenmek için politik aletler ve stratejiler olmaları gerekir. O zaman, feminist
kuramın hedefi stratejik kuramlar geliştirmek olmalıdır—doğru kuramlar değil,
yanlış kuramlar değil, ama stratejik kuramlar.80
O zaman bu nasıl yapılacaktır? Aşağıda kurtarıcı bir postmodern bilimin
anahatlarını iki düzlemde tartışmayı istiyorum: ilk olarak, genel temalar ve
tutumlar açısından; ve ikinci olarak, politik hedefler ve stratejiler açısından.
Doğmakta olan postmodern bilimin ırasallarından biri doğrusal-olmama ve
süreksizlik üzerine vurgusudur: bu, örneğin, kaos kuramında ve evre geçişleri
kuramında olduğu gibi nice yerçekiminde de açıktır.81 Aynı zamanda, feminist düşünürler
akışkanlığın, özel olarak çalkantılı akışkanlığın yeterli bir çözümlemesi
için gereksinimi vurgulamışlardır.82 Bu iki tema ilk bakışta görüneceği gibi çelişkili
değildirler: çalkantı güçlü doğrusal-olmama özelliği ile bağıntılıdır, ve
pürüzsüzlük/akışkanlık kimi zaman süreksizlik ile bağıntılanır (örneğin
‘katastrof’ kuramında83);
böylece bir bireşimin ne olursa olsun dışlanması söz konusu değildir.
İkinci olarak, postmodern bilimler insanlık ve Doğa, gözlemci ve gözlemlenen,
Özne ve Nesne arasındaki Kartezyen metafiziksel ayrımları yapısızlaştırır ve
aşarlar. Daha şimdiden nice düzenekbilimi, bu yüzyılın başlarında, özdeksel
nesnelerin ‘‘oradaki’’ nesnel, dil-öncesi bir dünyasına safdil Newtoncu inancı
parçaladı; bundan böyle, Heisenberg’in dediği gibi, ‘‘parçacıkların uzayda ve
zamanda nesnel olarak varolup olmadıklarını’’ soramayız. Ama Heisenberg’in
formülasyonu henüz içinde niceleşmiş parçacık-dalgaların kendi aralarında (ama
gene de belirlenimsiz olarak) etkileşim içinde oldukları yüksüz, belkili olmayan alan
olarak uzay ve zamanın nesnel varoluşu sayıltısını sürdürür; ve nice
yerçekiminin belkilileştirdiği şey tam olarak bu sözde alandır. Tıpkı nice
düzenekbiliminin bizi bir parçacığın konum ve devinirliğinin yalnızca gözlem edimi
yoluyla varlığa getirildikleri konusunda bilgilendirmesi gibi, nice yerçekimi de bize
uzay ve zamanın kendilerinin bağlamsal/contextual olduklarını, anlamlarının
yalnızca gözlem kipine göreli olarak tanımlandığını bildirir.84
Üçüncü olarak, postmodern bilimler modernist bilimin ırasalı olan duruk
varlıkbilimsel kategorileri ve hiyerarşileri devirirler. Atomculuk ve indirgemecilik
yerine, yeni bilimler bütün ve parça arasındaki dinamik ilişkiler ağını
vurgularlar; durağan bireysel özler (örneğin Newton parçacıklarının) yerine,
karşılıklı eylemleri ve akışları (örneğin nice alanları)
kavramsallaştırırlar. Şaşırtıcı bir yolda, bu homolog özellikler nice
yerçekiminden kaos kuramına, kendini-örgütleyen dizgelerin bio-fiziğine dek, bilimin
görünürde apayrı sayısız alanında doğarlar. Bu yolda, postmodern bilimler yeni bir
epistemolojik paradigma üzerinde yakınsaşıyor görünürler—bir paradigma ki, kabaca
‘‘tüm fenomenlerin temel karşılıklı bağımlılığını ve bireylerin ve
toplumların doğanın döngüsel kalıplarına gömülmüşlüklerini kabul etme’’
olarak anlaşılan bir ekolojik perspektif adı verilebilir.85
Postmodern bilimin bir dördüncü yanı simgecilik ve temsil üzerine öz-bilinçli
vurgusudur. Robert Markley’in belirttiği gibi, postmodern bilimler giderek artan bir
biçimde bilim dalları arasındaki sınırları çiğnerler, şimdiye dek insan
bilimlerinin alanı olarak görülmüş olan ırasalları kazanırlar:
Nice fiziği, hadron kendini-kaldırma/bootstrap kuramı, karmaşık sayılar
kuramı, ve kaos kuramı olgusallığın doğrusal terimlerde betimlenemeyeceği,
doğrusal-olmayan ve çözülemez eşitliklerin karmaşık, kaotik, ve
belirlenimci-olmayan bir olgusallığı betimlemek için biricik olanaklı araç
oldukları temel sayıltısını paylaşırlar. Bu postmodern kuramların—anlamlı
olarak—kendilerini olgusallığın ‘‘sağın’’ betimlemeleri olarak olmaktan
çok eğretilemeler olarak öne çıkarmaları anlamında tümü de
eleştiri-ötesidirler. Kuramsal fizikçilere olmaktan çok yazınsal kuramcılara daha
tanıdık olan terimlerde, diyebiliriz ki, bilimciler tarafından yeni betimleme
stratejileri geliştirmeye yönelik bu girişimler bir kuramlar kuramına doğru notları
temsil ederler—matematiksel, deneysel ve sözel temsilin nasıl özünlü olarak
karmaşık ve problemleştirici olduğunu, bir çözüm değil ama evreni araştırma
semiotiğinin parçası olduğunu gösteren bir kuramın.86;87
Değişik bir başlangıç noktasından, Aronowitz benzer olarak bilgikuramlarının
bilim dalları arası paylaşımından kurtarıcı bir bilimin doğabileceğini ileri
sürer:
doğal nesneler de toplumsal olarak kurulurlar. Önemli olan şey bu doğal nesnelerin,
ya da, daha tam olarak, doğal bilimsel bilginin nesnelerinin bilme ediminden bağımsız
olarak varolup olmadıkları sorusu değildir. Bu soru zamanın her zaman bir göndergesi
olduğu, zamansallığın öyleyse koşulsuz değil ama göreli bir kategori olduğu
varsayımına, yeni-Kantçılar arasında yaygın olan bu varsayıma karşıt olarak
‘‘olgusal/real’’ zaman sayıltısı yoluyla yanıtlanır. Hiç kuşkusuz,
yeryüzü kendi yüzeyindeki yaşamdan çok daha önce evrimlendi. Soru doğal bilimsel
bilgi nesnelerinin toplumsal alanın dışında oluşturulmuş olup olmadıklarıdır.
Eğer bu olanaklıysa, bilim ya da sanatın bilgiyi/sanatı üretmemizi sağlayan
araçlardan yayılan etkileri etkili olarak yüksüzleştirme işlemleri
geliştirebileceğini varsayabiliriz. Gösteri sanatı böyle bir girişim olabilir.88
Son olarak, postmodern bilim geleneksel bilime özünlü yetkeciliğin ve elitizmin
güçlü bir çürütülüşünü, ve ayrıca bilimsel çalışma için demokratik bir
yaklaşım için görgül bir temel sağlar. Çünkü, Bohr’un belirttiği gibi,
‘‘bir ve aynı nesnenin tam bir durulaştırılması tek bir betimlemeyi yadsıyan
değişik bakış açıları gerektirebilir’’ — [ve] bu bütünüyle yalın olarak
dünyaya ilişkin bir olgudur, tıpkı modernist bilimin kendilerini öyle gören
görgücülerinin onu yadsımayı yeğleyebilmeleri gibi. Böyle bir durumda, yetkili
‘‘bilimciler’’in kendini sürdüren bir dünyasal rahipliği bilimsel bilginin
üretimi üzerinde bir tekeli nasıl sürdürebilir? (Vurgulamam gerek ki, özelleşmiş
eğitime hiçbir biçimde karşı değilim; yalnızca elit bir kast, üye-olmayanlar
tarafından almaşık bilimsel üretim biçimlerini a priori dışlama gibi bir
amaçla, kendi ‘‘yüksek bilim’’ yasasını dayatmaya çalıştığı zaman
karşı çıkıyorum.89)
Postmodern bilimin içerik ve yöntembilimi böylece en geniş anlamında
anlaşıldığında ilerici politik tasar için güçlü anlıksal destek sağlar:
sınırların çiğnenmesi, engellerin kırılması, toplumsal, ekonomik, politik ve
ekinsel yaşamın tüm yanlarının köktenci demokratikleştirilmesi.90 Evrik olarak, bu tasarın bir parçası böyle
demokratikleştirilecek bir toplumun gereksinimlerine hizmet edebilecek yeni ve gerçekten
ilerici bir bilimin kurulmasını içermelidir. Markley’in belirttiği gibi, ilerici
topluluk tarafından erişilebilir olan iki az-çok karşılıklı dışlayıcı seçim
var gibi görünür:
Bir yandan, politik olarak ilerici bilimciler savundukları ahlaksal değerler için
varolan kılgıları yeniden güçlendirmeye çalışabilirler, ve bunun için sağ-kanat
düşmanlarının doğayı bozduklarını ve gerçekliğe girişin onların,
karşı-devimin elinde olduğunu ileri sürebilirler. [Ama] yaşam-küresinin
durumu—hava kirlenmesi, su kirlenmesi, yiten yağmur ormanları, yokolmanın
kıyısında binlerce tür, kaldırabilecekleri sığanın çok ötesine yüklenmiş
büyük toprak alanları, nükleer güç fabrikaları, nükleer silahlar, bir zamanların
ormanların olduğu yerlerde kestirmeler, açlık, kötü beslenme, yitmekte olan
bataklıklar, varolmayan çayırlar, ve çevrenin neden olduğu hastalıkların bir
atağı—, tüm bunlar bilimsel ilerleme konusundaki, varolan yöntembilimleri ve
uygulayımbilimleri devrimcileştirmekten çok yeniden ele geçirme konusundaki realist
düşün devlet sosyalizminin bir yeniden sahnelenişinden daha ötesi olan birşeyi
arayan bir politik savaşıma en kötüsünden ilgisiz olduklarını düşündürür.91
Almaşık politikanın
olduğu gibi bilimin de derin bir yeniden tasarlanışıdır:
[D]izgeleri yeniden tanımlamaya doğru, dünyayı yalnızca ekolojik bir bütün
olarak değil ama bir yarışmacı dizgeler kümesi—çeşitli doğal ve insansal
çıkarlar arasındaki gerginlikler yoluyla birarada tutulan bir dünya—olarak görmeye
doğru diyalog temelindeki girişim, bilimin ne olduğunu ve ne yaptığını yeniden
tanımlamanın, bilimsel eğitimin belirlenimci şemalarını çevremize nasıl müdahele
edebileceğimiz konusunda sürmekte olan diyaloglardan yana yeniden yapılaştırmanın
olanağını sunar.92
Söylemeye gerek yok ki postmodern bilim ikircimsiz olarak ikinci, daha derin
yaklaşımdan yanadır. Bilimin içeriğini yeniden tanımlamaya ek olarak, içersinde
bilimsel emeğin yer aldığı kurumsal yerleri—üniversiteler, hükümet
laboratuarları, ve şirketler—yeniden yapılaştırmak ve yeniden tanımlamak, ve
bilimcileri sık sık kendi sağduyularına karşın anamalcıların ve ordunun kiralık
silahları olmaya sürükleyen ödül dizgesinin çerçevesini yeniden kurmak bir
buyrumdur. Aronowitz’in belirttiği gibi, ‘‘Birleşik Devletler’deki 11.000 mezun
fizik öğrencisinin üçte biri tek bir katı durum fiziği alt-alanındadır, ve
bunların tümü de o alt-alanda iş bulmayı başarabilecektir.’’93 Karşıt olarak, nice yerçekiminde ya da
çevre fiziğinde bulunabilecek çok az iş vardır. Ama tüm bunlar yalnızca bir ilk
adımdır: herhangi bir kurtarıcı devimin temel hedefi bilimsel bilginin üretimini
gizemsizleştirmek ve demokratikleştirmek, ‘‘bilimcileri’’ ‘‘kamu’’dan
ayıran yapay duvarları yıkmaktır. Gerçekçi bir yaklaşımla, bu görev eğitim
dizgesinin derin bir reformu yoluyla genç kuşakla başlamalıdır.94 Bilim ve matematiğin öğretimi yetkeci ve
elitist ırasallarından arıtılmalı,95 ve bu konuların içeriği feminist,96 eşcinsel/queer,97 çok-ekinlikçi98 ve ekolojik99 eleştirilerin içgörülerinin katılmasıyla
varsıllaştırılmalıdır.
Son olarak, herhangi bir bilimin içeriği söylemlerinin formüle edilmesini sağlayan
dil tarafından derin bir biçimde kısıtlanır; ve ana Batı fizik bilimi, Galileo’dan
bu yana, matematiğin dilinde formüle edilmiştir.100;101 Ama kimin matematiğinin? Soru temel bir
sorudur, çünkü, Aronowitz’in belirttiği gibi, ‘‘ne mantık ne de matematik
toplumsalın ‘bulaşmasından’ kaçamaz.’’102 Ve feminist düşünürlerin yineleyerek
belirttikleri gibi, bu ekinde bu bulaşma ezici olarak anamalcı, babaerkil ve
militaristiktir: ‘‘matematik doğası fethedilmiş-Başkası olmayı isteyen bir
kadın olarak betimlenir.’’103;104
Böylece, kurtarıcı bir bilim matematiğin yasasının derin bir yeniden gözden
geçirilmesi olmaksızın tam olamaz.105 Henüz böyle kurtarıcı bir matematik yoktur, ve
yalnızca ortaya çıkacak olan içeriği üzerine kurgular üretebiliriz. Onun
ipuçlarını bulanık/fuzzy dizgeler kuramının çok-boyutlu ve doğrusal-olmayan
mantığında görebiliriz;106
ama bu yaklaşım henüz ağır bir biçimde geç-anamalcı üretim ilişkilerinin
bunalımındaki kökenlerinin damgasını taşır.107 Katastrof kuramı,108 pürüzsüzlük/süreksizlik ve
başkalaşım/açınım üzerine eytişimsel vurguları ile, geleceğin matematiğinde
tartışma götürmeyecek bir yolda büyük bir rol oynayacaktır; ama bu yaklaşımın
ilerici politik praxisin somut bir aleti olabilmesi için henüz yapılması gereken çok
fazla kuramsal çalışma vardır.109 Son olarak, her yerde bulunan ama gene de gizemli olan
doğrusal-olmama fenomeni üzerine en derin içgörülerimizi sağlayan kaos kuramı tüm
gelecek matematiğe özeksel olacaktır. Ve gene de, gelecekteki matematiğin bu imgeleri
yalnızca çok silik pırıltılar olarak kalmak zorundadır; çünkü, bilimler
ağacının bu üç genç dalının yanısıra, yeni kollar ve dallar da
doğacaktır—bütünüyle yeni kuramsal çerçeveler ki, şimdiki ideolojik
perdelerimizle, henüz onları tasarlamamız bile olanaklı değildir.
Giacomo Caracciolo, Luc’ia Fern’andez-Santoro, Lia Guti’errez ve
Elizabeth Meiklejohn’a bu makaleye büyük katkıları olan zevkli tartışmalarından
ötürü teşekkür etmek isterim. Söylemeye gerek yok ki, bu insanların burada
anlatılan bilimsel ve politik görüşlerle tam bir anlaşma içinde oldukları
varsayılmamalıdır, ne de dikkatsizliğe bağlı olabilecek yanılgılardan ya da
bulanıklıklardan sorumludurlar.
1Heisenberg (1958), Bohr (1963).
2Kuhn (1970), Feyerabend (1975), Latour
(1987), Aronowitz (1988b), Bloor (1991).
3Merchant (1980), Keller (1985),
Harding (1986,1991), Haraway (1989, 1991), Best (1991).
4Aronowitz (1988b, özellikle
bölümler 9 ve 12).
5Ross (1991, giriş ve bölüm 1).
6Irigaray (1985), Hayles (1992).
7Harding (1986, özellikle bölümler 2
ve 10); Harding (1991, özellikle bölüm 4).
8Görüşlerin bir derlemi için bkz.
Jammer (1974), Bell (1987), Albert (1992), Dürr, Goldstein ve Zanghí (1992), Weinberg
(1992, bölüm IV), Coleman (1993), Maudlin (1994), Bricmont (1994).
9Heisenberg (1958, 15, 28-29), vurgu
Heisenberg’in özgün metninde. Göreci nice kuramı ve yazınsal eleştiri arasında
düşüncelerin çapraz döllemesi için bkz. ayrıca Overstreet (1980), Craige (1982),
Hayles (1984), Greenberg (1990), Booker (1990) ve Porter (1990).
10Ne yazık ki, Heisenberger’in
belirsizlik ilkesi sık sık amatör felsefeciler tarafından yanlış yorumlanmıştır.
Gilles Deleuze ve Félix Guattari (1994, 129-130) tarafından duru olarak belirtildiği
gibi, nice fiziğinde, Heisenberg’in cini bir parçacığın hem hızını hem de
konumunu ölçmenin ölçünün ölçülenle öznel bir girişimi zemininde
olanaksızlığını anlatmaz, ama işlerin tam olarak nesnel bir durumunu ölçer ki,
parçacıklarından ikisinin tek tek konumlarını kendi edimselleşme alanının
dışında bırakır, çünkü bağımsız değişkenlerin sayısı indirgenir ve
koordinatların değerleri aynı olasılığı taşırlar. Perspektivizm, ya da bilimsel
görecilik, hiçbir zaman bir özneye göreli değildir: gerçekliğin göreliliğini
değil, ama tersine, görelinin, başka bir deyişle, değişkenlerin bir gerçekliğini
oluşturur, ve bu sonuncuların durumlarını kendi koordinat dizgesinden onlardan
çıkardığı değerlere göre düzenler.
11Bohr (1928), Pais’de (1991, 314)
alıntılanır.
12Aronowitz (1988b,251-256).
13İkinci bir bilimciler ve
mühendisler kümesinin—sibernetikçilerin—, dikkate değer bir başarı ile, nice
fiziğinin en devrimci imlemlerini altüst etmek için nasıl komplo kurdukları konusunda
şaşırtıcı bir açıklama için bkz. ayrıca Porush (1989). Porush’un eleştirisinin
başlıca sınırı yalnızca ekinsel ve felsefi bir düzlemde kalmasıdır; ekonomik ve
politik etmenlerin bir çözümlemesi vargılarını ölçülemeyecek denli
güçlendirecekti. (Örneğin Porus mühendis-sibernetikçi Claude Shannon’un o sıralar
telefon tekeli AT&T için çalıştığından söz etmez.) Dikkatli bir çözümleme
sanırım sibernetiğin 1940’larda ve 50’lerde nice fiziği üzerindeki utkusunun
büyük ölçüde sibernetiğin işleyimsel üretimin özedimlileştirilmesi için
sürmekte olan anamalcı itkiye özeksel olması tarafından açıklanabileceğini
gösterecektir; nice düzenekbiliminin işleyim için ilgisi karşılaştırmalı olarak
yalnızca kıyısaldı.
14Pais (1991,23). Aronowitz (1981, 28)
dalga-parçacık ikiliğinin ‘‘modern bilimde bütünlük istenci’’ni önemli
ölçüde belkili kıldığını belirtmiştir; Fiziğin içersinde dalga ve parçacık
özdek kuramları arasındaki ayrımlar, Heisenberg’in keşfettiği belirsizlik ilkesi,
Einstein’ın görelilik kuramı, tümü de birleşik bir alan kuramına ulaşmanın
olanaksızlığına uygun düşerler—bir kuram ki, onda özdeşlik konutlayan bir kuram
için ayrım ‘‘anomali’’si bilimin kendisinin varsayımlarına karşı
çıkılmaksızın çözülebilir. Bu düşüncelerin daha öte gelişimi için bkz.
Aronowitz (1988a, 524-525, 533).
15Heisenberg (1958, 40-41).
16Bohr (1934), Jammer’de (1974, 102)
alıntılanır.
Bohr’un tümleyicilik ilkesini çözümlemesi onu kendi zamanı ve yeri için dikkate
değer ölçüde ilerici olan bir toplumsal bakış açısına da götürdü. Bir 1938
dersinden şu parçayı irdeleyin (Bohr 1958, 30):
Belki de burada size belli toplumlarda erkeklerin ve kadınların rollerinin tersine
çevrildiğini anımsatabilirim, yalnızca evdeki ve toplumdaki ödevler açısından
değil ama ayrıca davranış ve anlayış açısından da. Birçoğumuz, böyle bir
durumda, belki de ilkin ilgili insanların bizim değil ama kendi belirli ekinlerini
taşımalarının ve bizim kendimizinki yerine onlarınkini taşımamamızın bütünüyle
yazgının bir özenci olması olanağını kabul etmekten uzak durabilse bile, açıktır
ki bu bakımdan en küçük bir kuşku bile kendi üzerine dayanan her insan ekinine
özünlü ulusal hoşnutluğun bir ele verilişini imler.
17 Froula (1985).
18Honner (1994).
19Plotnitsky (1994). Bu etkileyici
çalışma Bataille’in genel ekonomisi ile olduğu gibi Gödel’in biçimsel dizgelerin
tamamlanmamışlığını tanıtlaması ile ve Skolem’in ölçün-olmayan aritmetik
modellerini yapılaştırması ile de yakın bağıntıları açıklar. Bataille’in
fiziğinin daha öte bir tartışması için, bkz. Hochroth (1995).
20Sayısız başka örnek
getirilebilir. Örneğin, Barbara Johnson (1989, 12) nice fiziğine hiçbir belirli
göndermede bulunmaz; ama yapısızlaştırmayı/deconstruction betimlemesi
tümleyicilik ilkesinin ürkütücü ölçüde sağın bir özetidir: Yalın bir
‘‘ya/ya da’’ yapısı yerine, yapısızlaştırma ne ‘‘ya/ya da,’’ ne
‘‘hem/hem de,’’ ne de giderek ‘‘ne/ne de’’ diyen bir söylem geliştirme
girişiminde bulunur, ama aynı zamanda bu mantıkları da bütünüyle terketmez. Ayrıca
(göreci-olmayan) nice fiziği ve yapısızlaştırma arasındaki ‘‘suç
ortaklığı’’ üzerine rahatsız edici sorular getiren bir düşünce-kışkırtıcı
çözümleme için, bkz. McCarthy (1992).
21Bu bakımdan kişisel bir anıdan
söz etmeme izin verin: Onbeş yıl önce, öğrenciliğim sırasında, göreci nice alan
kuramı üzerine araştırmam beni ‘‘de[con]structive quantum field theory’’
dediğim bir yaklaşıma götürdü (Sokal 1982). Hiç kuşkusuz, o sıralar Jacques
Derrida’nın felsefede ve yazınsal kuramda yapısızlaştırma üzerine
çalışmasının bütünüyle bilgisiziydim. Ama geriye bakıldığında, çarpıcı bir
eğinim vardır: çalışmam dört-boyutlu uzay-zamanda skalar nice alan kuramı
(uygulayımsal terimlerde, p 4/4
kuramı için ‘‘yeniden-normalleştirilmiş tedirginlik kuramı/renormalized
perturbation theory’’) üzerine ortodoks söylemin (örneğin Itzykson ve Zuber,
1980) nasıl kendi güvenilmezliğini ileri sürüyor ve böylelikle kendi
doğrulamalarının temelini zayıflatıyor olarak görülebileceğinin bir araştırması
olarak okunabilir. O günden bu yana, çalışmam başka sorulara, çoğunlukla evre
geçişleri ile ilgili sorulara kaydı; ama iki alan arasındaki ince homolojiler
saptanabilir, özellikle süreksizlik teması (bkz. aşağıda Notlar 22 ve 81). Nice alan
kuramında daha öte yapısızlaştırma örnekleri için bkz. Merz ve Knorr Cetina
(1994).
22Bohr (1928), Jammer’de (1974, 90)
alıntılanır.
23Bell (1987, özellikle bölümler 10
ve 16). Ayrıca lise cebiri ötesinde hiçbir özelleşmiş bilgi gerektirmeyen duru bir
açıklama için bkz. Maudlin (1994, bölüm 1).
24Greenberger ve başkaları. (1989,
1990), Mermin (1990, 1993).
25Aronowitz (1988b, 331) nice
düzenekbiliminde doğrusal-olmayan nedensellik ve zamanın toplumsal
yapılaştırılması ile ilgisi üzerine kışkırtıcı bir gözlem yapmıştır:
Doğrusal nedensellik neden ve etki ilişkisinin bir zamansal ardışıklık işlevi
olarak anlatılabileceğini varsayar. Nice düzenekbilimindeki son gelişmelerden
ötürü, olmayan nedenlerin etkilerini bilmenin olanaklı olduğunu konutlayabiliriz; eş
deyişle, eğretilemeli konuşursak, etkiler nedenlerden önce gidebilir ve böylece
onları algılayışımız bir ‘‘neden’’in fiziksel yer alışını
önceleyebilir. Uylaşımsal doğrusal zaman ve nedensellik kavrayışımıza meydan
okuyan ve zamanın tersine dönüşünün olanağını ileri süren önsav ayrıca
‘‘zamanın oku’’ kavramının tüm bilimsel kurama özünlü olma derecesine
ilişkin soruyu da getirir. Eğer bu deneyler başarılı olursa, ‘‘saat-zamanı’’
olarak zamanın tarihsel olarak oluşturulma yolu üzerine vargılar sorgulanmaya açık
olacaktır. Çoktandır felsefecilerin, yazınsal ve toplumsal eleştirmenlerin
kuşkulanmış oldukları şeyi deney aracılığıyla ‘‘tanıtlamış’’
olacağız: zaman, bölümsel olarak, uylaşımsal bir yapılaştırmadır, saatlere ve
dakikalara dilimlenmesi işleyim disiplini için, erken burjuva evrede toplumsal emeğin
ussal örgütlenişi için gereksinimin bir ürünüdür. Greenberger ve başkalarının
(1989, 1990) ve Mermin’in (1990, 1993) kuramsal çözümlemeleri bu fenomenin çarpıcı
bir örneğini sunar; nedensellik ve zamansallık kavramları için imlemlerin
ayrıntılı bir çözümlemesi için bkz. Maudlin (1994). Aspect ve başkalarının
(1982) çalışmasını genişleten deneysel bir sınamanın önümüzdeki birkaç yıl
içinde yapılacak olması olasıdır.
26Bohm (1980). Nice düzenekbilimi ve
anlık-beden sorunu arasındaki yakın ilişkilerin bir tartışması için bkz. Goldstein
(1983, bölümler 7 ve 8).
27Sayısız kitap arasında, bilimsel
sağınlığı ve uzman olmayanlar tarafından okunabilirliğinden ötürü Capra’nın
(1975) kitabı salık verilebilir. Ek olarak, Sheldrake’in (1981) kitabı, yer yer
kurgul olsa da, genel olarak sağlamdır. Yeni Çağ kuramlarının duygudaş ama
eleştirel bir çözümlemesi için, bkz. Ross (1991, bölüm 1). Capra’nın
çalışmasının bir Üçüncü Dünya perspektifinden eleştirisi için bkz. Alvares
(1992, bölüm 6).
28Bohr (1963, 2), vurgu Bohr’un
özgün metninde.
29Newtoncu atomculuk parçacıkları
kendi aralarındaki bağıntılılıklarına arkatasar sağlayarak, uzayda ve zamanda
aşırı ayırılmış olarak ele alır (Plumwood 1993a, 125); aslında, ‘‘düzenekçi
çerçeve içersinde izin verilen biricik ‘kuvvet’ devim erkesinin kuvvetidir—değme
yoluyla devimin erkesi—, ve ileri sürülen tüm başka kuvvetler, aralarında uzaktan
eylem de olmak üzere, gizli/occult olarak görülürler’’ (Mathews 1991, 17).
Newtoncu düzenekçi dünya görüşünün eleştirel çözümlemeleri için, bkz. Weil
(1968, özellikle bölüm 1), Merchant (1980), Berman (1981), Keller (1985, bölümler 2
ve 3), Mathews (1991, bölüm 1) ve Plumwood (1993a, bölüm 5).
30Geleneksel ders kitabı
açıklamasına göre, özel görelilik biçimdeş göreli devimde iki gönderme
çerçevesi ile ilişkili koordinat dönüşümleri ile ilgilenir. Ama bu Latour’un
(1988) gösterdiği gibi aldatıcı bir aşırı yalınlaştırmadır:
Bir trende düşen bir taşın davranışı üzerine yapılan bir gözlemin aynı
düşen taşın demiryolu setinden yapılan gözlemi ile çakışır kılınıp
kılınamıyacağına nasıl karar verilebilir? Eğer yalnızca bir, giderek iki
gönderme çerçevesi varsa, hiçbir çözüm bulunamaz, çünkü trendeki adam doğru bir
çizgi ve setteki adam bir parabol gözlediğini ileri sürer. ...
Einstein’ın çözümü üç etmeni irdelemektir: biri trende, biri sette ve bir
üçüncüsü, öteki ikisi tarafından geri gönderilen kodlanmış gözlemleri dayatmaya
çalışan yazar [bildirimde bulunan] ya da temsilcilerinden biri.
[B]ildirimde bulunanın (ki Einstein’ın açıklamasında gizlidir) konumu
olmaksızın, ve hesaplama özekleri kavramı olamaksızın, Einstein’ın kendi
uygulayımsal uslamlaması anlaşılamazdır ...
[ss. 10-11 ve 35, vurgu özgün metinde].
Sonunda, Latour’un nükteli ama doğru olarak belirttiği gibi, özel görelilik şu
önermeye indirgenir:
daha az ayrıcalık ile daha çok gönderme çerçevesi açılabilir, indirgenebilir,
biriktirilebilir ve bileştirilebilir, gözlemciler sonsuz büyükteki (kozmoz) ve sonsuz
küçükteki (elektronlar) birkaç yere daha gönderilebilirler, ve gönderdikleri
okumalar anlaşılabilir olacaktır. [Einstein’ın] kitabı şu başlığı da
taşıyabilirdi: ‘Uzun-Mesafe Bilimsel Gezginleri Geri Getirmek İçin Yeni
Yönergeler’ [ss. 22-23].
Latour’un Einstein’ın mantığını eleştirel çözümlemesi bilimci olmayanlar
için özel göreliliğe özellikle anlaşılabilir bir giriş sağlar.
31Minkowski (1908), Lorentz ve
başkalarında (1952, 75) çevrili.
32Söylemeye gerek yok ki özel
görelilik yalnızca uzay ve zamanın değil ama ayrıca düzenekbilimin de yeni
kavramlarını önerir. Özel görelilikte, Virilio’nun (1991, 136) belirttiği gibi,
‘‘dromosferik uzay, uzay-hızı, fiziksel olarak ‘lojistik eşitlik/logistic
equation’ denilen şey tarafından betimlenir—yer değiştiren kütlenin
yer-değişim hızı ile çarpımının sonucu, M × V.’’ Newton’un
formülünün bu köktenci değişiminin derin sonuçları vardır, özellikle nice
kuramında; daha öte tartışma için bkz. Lorentz ve başkaları (1952) ve Weinberg
(1992).
33Steven Best (1991, 225) parmağını
güçlüğün üstüne basmıştır: ‘‘Newtoncu düzenekbilimde ve giderek nice
düzenekbiliminde kullanılan doğrusal eşitliklerin tersine, doğrusal-olmayan
eşitlikler çözüm zincirlerinin yalın, bağımsız parçalardan
yapılaştırılabilmesini sağlayan yalın toplama özelliğini taşı[maz]lar.’’ Bu
nedenle, Newton bilimsel yöntembiliminin temelinde yatan atomlaştırma, indirgemecilik
ve bağlamsızlaştırma stratejileri genel görelilikte hiçbir biçimde işlemezler.
34Gödel (1949). Bu alanda son
çalışmanın bir özeti için bkz. t’ Hooft (1993).
35Bu yeni uzay, zaman ve nedensellik
kavramları bir ölçüde özel görelilikte daha şimdiden öngörülmüşlerdir.
Böylece Alexander Argyros (1991, 137) belirtmiştir ki fotonların, gravitonların ve
nötrinoların egemenliği altındaki bir evrende, eş deyişle çok erken evrende, özel
görelilik kuramı önce ve sonra arasında herhangi bir ayrımın olanaksız olduğunu
öne sürer. Işık hızında giden bir parçacık için, ya da Planck uzunluğunun
düzeninde olan bir uzaklığı geçen bir parçacık için, tüm olaylar eşzamanlıdır.
Bununla birlikte, Argyros’un Derridacı yapısızlaştırmanın erken-evren
kozmolojisinin hermeneutiğine uygulanamaz olduğu vargısı ile anlaşamam: Argyros’un
bu sonuca götüren uslamlaması genel göreliliğin kaçınılmaz olduğu bir bağlamda
özel göreliliğin izin verilemeyecek bütünleştirici bir kullanımı (uygulayımsal
terimlerde, ‘‘ışık-konisi koordinatları’’) üzerine dayanır. (Benzer ama daha
az suçsuz bir yanılgı için, bkz. aşağıda Not 40.)
36Jean-François Lyotard (1989, 5-6)
yalnızca genel görelilik değil, ama ayrıca modern öğesel-parçacık fiziğinin de
yeni zaman kavramları dayattığını belirtmiştir: Çağdaş fizikte ve astrofizikte
bir parçacığın bir tür öğesel belleği ve dolayısıyla bir zamansal filtresi
vardır. Bu çağdaş fizikçilerin zamanın özdeğin kendisinden yayıldığını ve
evrenin dışında ya da içinde işlevi tüm değişik zamanları evrensel tarihe
toparlamak olan bir kendilik olmadığını düşünme eğiliminde olmalarının
nedenidir. Ancak belli bölgelerde böyle—yalnızca bölümsel—bireşimler
saptanabildi. Bu görüş üzerine belirlenimcilik alanları olacaktır ki oralarda
karmaşıklık artacaktır. Dahası, Michel Serres’in (1992, 89-91) belirttiği gibi,
kaos kuramı (Gleick 1987) ve süzme kuramı [percolation theory] (Stauffer 1985)
geleneksel doğrusal zaman kavramına karşı çıkmışlardır: Zaman her zaman bir
çizgi ya da düzlem boyunca değil, ama olağanüstü karmaşık bir çoklu boyunca akar,
sanki tümü de rasgele örülü durma noktaları, kopmalar, kuyular [puits], baş
döndürücü ivmelenme bacaları [cheminées d’accélération foudroyante],
yarıklar, boşluklar gösteriyormuş gibi. Zaman çalkantılı ve kaotik bir yolda akar;
süzülür. [Çeviri benim. Dikkat etmek gerek ki dinamik dizgeler kuramında,
‘‘puits’’ ‘‘kuyu,’’ e.d. ‘‘kaynak’’ sözcüğünün tersi
anlamına gelen uygulayımsal bir terimdir.] Zamanın doğası üzerine fiziğin değişik
dalları tarafından sağlanan bu içgörüler çokluğu tümleyicilik ilkesinin daha öte
bir örneğidir.
37Genel göreliliğin Nietzsche’nin
nedenselliği yapısızlaştırmasını (bkz. örneğin Culler, 1982, 86-88) doğruluyor
olarak okunabileceği ileri sürülebilir, gerçi kimi göreciler bu yorumu belkili
bulsalar da. Nice düzenekbiliminde, karşıt olarak, bu fenomen oldukça sağlam olarak
doğrulanır (bkz. yukarıda Not 25).
38Genel görelilik aynı zamanda hiç
kuşkusuz çağdaş astrofizik ve evrenbilim/cosmology için de başlangıç
noktasıdır. Genel görelilik (ve ‘‘geometrodinamik/geometrodynamics’’
denilen genellemeleri) ve ekolojik dünya görüşü arasındaki bağıntıların
ayrıntılı bir çözümlemesi için bkz. Mathews (1991, 59-90, 109-116, 142-163). Bir
astrofizikçinin benzer çizgiler boyunca gözlemleri için, bkz. Primack ve Abrams
(1995).
39Derrida ile tartışmalar (1970,
265-266).
40Derrida (1970, 267). Sağ kanat
eleştirmenler Gross ve Levitt (1994, 79) bu bildirimi Einstein’ın c
değişmezini (ışığın boşluktaki hızı) hiç kuşkusuz değişmez olarak alan özel
görelilik üzerine bir önesürüm olarak bile bile yanlış yorumlayıp onunla alay
ettiler. İdeolojik olarak yan tutan bir okur dışında, modern fizik ile tanışık
hiçbir okur Derrida’nın genel göreliliğe ikircimsiz göndermesini gözden
kaçırmayacaktır.
41Luce Irigaray (1987, 77-78) nice
kuramı ve alan kuramı arasındaki çelişkilerin gerçekte Newton düzenekbilimi ile
başlayan tarihsel bir sürecin doruğu olduklarını belirtmiştir:
Newton’un kopuşu bilimsel girişimi öyle bir dünyaya yöneltmiştir ki, orada duyu
algısının çok az değeri vardır, bir dünya ki fizikçilerin nesnesinin desteklerinin
kendilerinin ortadan kaldırılmasına götürebilir: evrenin ve onu oluşturan cisimlerin
özdeğin (yüklemleri ne olursa olsun). Dahası [d’ailleurs], bu bilimin
kendisinde çatlaklar vardır: örneğin, nice kuramı/alan kuramı, katıların
düzenekbilimi/sıvıların dinamiği. Ama inceleme altındaki özdeğin
algılanamazlığı sık sık kendisi ile birlikte keşiflerde sağlamlık biçimindeki
paradoksal ayrıcalığı, ve kuvvet alanlarının sonsuzluğunun [l’in-fini]
çözümlemesinin bir gecikmesini, giderek bir terkedilmesini getirir. Burada
‘‘dahası’’ ya da ‘‘bunun yanısıra’’ demek olan (‘‘bununla
birlikte’’ demek olmayan) ‘‘d’ailleurs’’ sözcüğünün çevirisini
düzelttim.
[Bu dipnotun metni biraz aşağıda bu bölümün metninde yineleniyor.]
42Wheeler (1964).
43Isham (1991, kesim 3.1.4).
44Green, Schwarz ve Witten (1987).
45Ashtekar, Rovelli ve Smolin (1992),
Smolin (1992).
46Sheldrake (1981, 1991), Briggs ve
Peat (1984, bölüm 4), Granero-Porati ve Porati (1984), Kazarinoff (1985), Schiffmann
(1989), Psarev (1990), Brooks ve Castor (1990), Heinonen, Kilpeläinen ve Martio (1992),
Rensing (1993). Bu kuramın matematiksel arkatasarının derinlemesine bir irdelenişi
için bkz. Thom (1975, 1990); ve bu ve ilgili yaklaşımların felsefi desteklerinin kısa
ama kavrayıcı bir çözümlemesi için bkz. Ross (1991, 40-42, 253n).
47Waddington (1965), Corner (1966),
Gierer ve başkaları (1978).
48Kimi erken araştırmacılar
biçim-gelişimli alanın elektromanyetik alan ile ilişkili olabileceğini
düşündüler, ama şimdi bunun yalnızca imlemli bir andırım olduğu
anlaşılmıştır: duru bir açımlama için, bkz. Sheldrake (1981, 77, 90).
Ayrıca aşağıda (b) noktasına bkz.
49Boulware ve Deser (1975).
50Bir başka ‘‘çöplük/turf’’
etkisi için, bkz. Chomsky (1979, 6-7).
51Yüksek-erke-fiziği kuruluşuna
karşı haksızlık etmemek için, bu kurama karşıtçılıkları için dürüst bir
entellektüel nedenin de olduğundan söz etmem gerekir: evren boyunca kalıpları
bağlayan bir alt-nice karşılıklı etkileşimini konutladığı sürece, bu kuram
fizikçilerin terminolojisinde, bir ‘‘yerel-olmayan alan kuramı’’dır. Şimdi,
klasik kuramsal fiziğin 1800’lerin başından, Maxwell’in elektrodinamiğinden
Einstein’ın genel göreliliğine dek tarihi çok derin bir anlamda uzaktan-eylem
kuramlarından uzağa yerel alan kuramlarına doğru bir eğilim olarak okunabilir: yerel
alan kuramları, uygulayımsal terimlerde, bölümsel ayrışımlı eşitlikler
tarafından anlatılabilir kuramlardır (Einstein ve Infeld 1961, Hayles 1984)). Böylece
yerel-olmayan bir alan kuramı kesinlikle doğal eğilime ters düşer. Öte yandan, Bell
(1987) ve başkalarının inandırıcı bir yolda ileri sürdükleri gibi, nice
düzenekbiliminin anahtar özelliği tam olarak yerel-olmama özelliğidir ve bu Bell’in
teoreminde ve genelleştirmelerinde anlatılır (bkz. yukarıda Notlar 23 ve 24).
Böylece, bir yerel-olmayan alan kuramı, gerçi fizikçilerin klasik sezgilerine ters
düşse de, nice bağlamında yalnızca doğal olmakla kalmaz ama gerçekte yeğlenir (ve
belki de giderek zorunludur?). Bu klasik genel göreliliğin bir yerel alan kuramı iken,
nice yerçekiminin (ister ip, ister dalga, isterse biçim-gelişimli alan olsun) özünlü
olarak yerel-olmamasının nedenidir.
52Ayrışımlı topoloji matematiğin
pürüzsüz biçimsizleşmeler tarafından etkilenmeyen yüzeylerinin (ve daha yüksek
boyutlu çokluların) özellikleri ile ilgilenen dalıdır. İncelediği özellikler bu
yüzden nicel olmaktan çok niteldirler, ve yöntemleri Kartezyen olmaktan çok
bütüncüdürler [holistic].
53Alvarez-Gaumé (1985). Uyanık okur
‘‘normal bilim’’deki anomalilerin bir gelecek paradigma değişiminin (Kuhn 1970)
olağan habercileri olduğunu gözden kaçırmayacaktır.
54Kosterlitz ve Thouless (1973).
1970’lerde evre geçişleri kuramının çiçeklenmesi büyük bir olasılıkla daha
geniş ekindeki süreksizlik ve kopma üzerindeki artan vurguyu yansıtır: bkz.
aşağıda Not 81.
55Green, Schwarz ve Witten (1987).
56Böyle tipik bir kitap için bkz.
Nash ve Sen (1983). ‘‘typology’’!!!
57Lacan (1970, 192-193), 1966’da
verilen ders. Lacan’ın matematiksel topolojiden düşünceleri kullanımının
derinlemesine bir çözümlemesi için bkz. Juranville (1984, bölüm VII), Granon-Lafont
(1985, 1990), Vappereau (1985) ve Nasio (1987, 1992); kısa bir özet Leupin (1991)
tarafından verilmiştir. Lacan topolojisi ve kaos kuramı arasındaki ilginç bir
bağıntı için bkz. Hayles (1990, 80); ne yazık ki konuyu daha öte geliştirmez.
Lacan’ın kuramı ve çağdaş fizik arasındaki daha öte homolojiler için bkz.
ayrıca Zizek (1991, 38-39, 45-47). Lacan ayrıca küme-kuramsal sayı kuramından
kavramları da kapsamlı olarak kullanmıştır: bkz. örneğin Miller (1977/78) ve
Ragland-Sullivan (1990).
58Burjuva toplumsal ruhbiliminde,
topolojik düşünceler 1930’lar gibi erken bir tarihte Kurt Lewin tarafından
kullanılmıştı, ama bu çalışma iki nedenle bozuldu: ilk olarak, bireyci ideolojik
önyargıları nedeniyle; ve ikinci olarak, modern ayrışımlı topoloji ve katastrof
kuramı üzerine olmaktan çok eski moda nokta-küme topolojisi üzerine dayandığı
için. İkinci nokta ile ilgili olarak, bkz. Back (1992).
59Althusser (1993, 50): ‘‘Il
suffit, à cette fin, reconnaître que Lacan confëre enfin à la pensée de Freud, les
concepts scientifiques qu’elle exige’’. ‘‘Freud ve Lacan’’ üzerine bu
ünlü deneme ilkin Lacan’ın çalışması en yüksek matematiksel dinçlik düzeyine
erişmeden önce 1964’te yayımlandı. 1969’da İngilizce çeviride yeniden basıldı
(New Left Review).
60Miller (1977/78, özellikle ss.
24-25). Bu makale film kuramında çok etkili oldu: bkz. örneğin Jameson (1982, 27-28)
ve orada alıntılanan göndermeler. Strathausen’in (1994, 69) belirttiği gibi,
Miller’in makalesi küme kuramı matematiğinde pek usta olmayan okura biraz sert
gelecektir. Ama çabaya değer. Küme kuramına daha nazik bir giriş için, bkz. Bourbaki
(1970).
61Dean (1993, özellikle ss. 107-108).
62Homoloji kuramı cebirsel topoloji
denilen matematiksel alanın iki ana dalından biridir. Homoloji kuramına güzel bir
giriş için, bkz. Munkres (1984); ya da daha halksal bir açıklama için, bkz. Eilenberg
ve Steenrod (1952). Tam olarak göreci bir homoloji kuramının bir tartışması için,
bkz. Eilenberg ve Moore (1965). Homoloji kuramına ve onun ikili, eş-homoloji kuramına
eytişimsel bir yaklaşım için, bkz. Massey (1978). Homolojiye sibernetik bir yaklaşım
için, bkz. Saludes i Closa (1984).
63Homolojinin kesiklerle ilişkisi
için, bkz. Hirsch (1976, 205-208); ve nice alan kuramındaki ortaklaşa devimlere bir
uygulaması için, bkz. Caracciolo ve başkaları (1993, özellikle app[endix]. A.1).
64Jones (1985).
65Witten (1989).
66James (1971, 271-272). Bununla
birlikte, uzayın uylaşımsal üç-boyutlu Euklides uzayının çevrimli
bakışımlar kümesine eşbiçimli/homeomorphic olduğu belirtmeye değer.
Böylece, üç-boyutlu Euklidesliğin/Euclidicity kimi yanları postmodern fizikte
saklanmışlardır (ama değiştirilmiş biçimde), tıpkı Newton düzenekbiliminin kimi
yanlarının Einstein fiziğinde değiştirilmiş biçimde saklanmaları gibi.
67Kosko (1993). Derrida’nın ve
Lacan’ın Euklides uzaysal mantığını aşmaya doğru çabaları için bkz. ayrıca
Johnson (1977, 481-482).
68İlgili satırlar boyunca, Eve
Seguin (1994, 61) belirtmiştir ki ‘‘mantık dünya üzerine hiçbirşey söylemez ve
dünyaya kuramsal düşüncenin yapılaştırmaları olan özellikler yükler. Bu niçin
fiziğin Einstein’dan bu yana dışlanmış orta ilkesini reddeden trivalent mantık
gibi almaşık mantıklar üzerine dayandığını açıklar. Bu yönde benzer olarak nice
düzenekbilimi tarafından esinlendirilen öncü (ve haksız olarak unutulan) bir
çalışma Lupasco’dur (1951). Klasiksel-olmayan mantık üzerine özel olarak feminist
bir perspektif için bkz. ayrıca Plumwood (1993b, 453-459). Klasiksel-olmayan mantığın
(‘‘sınır mantığı/boundary logic’’) ve siberuzay ideolojisi ile
ilişkisinin eleştirel bir çözümlemesi için, bkz. Markley (1994).
69Irigaray (1987, 76-77), deneme ilkin
1982’de Fransızca’da çıktı. Irigaray’ın ‘‘théorie des ensembles’’
deyimi ‘‘kümeler kuramı’’ olarak çevrilebilir, ve ‘‘bords’’
matematiksel bağlamda genellikle ‘‘sınırlar/boundaries’’ olarak
çevrilir. Kullandığı ‘‘ensembles flous’’ deyimi yeni matematiksel
‘‘bulanık kümeler/fuzzy sets’’ alanına göndermede bulunabilir (Kaufmann 1973,
Kosko 1993).
70Bkz. örneğin Hamza (1990), McAvity
ve Osborn (1991), Alexander, Berg ve Bishop (1993) ve bunlarda alıntılan göndermeler.
71Green, Schwarz ve Witten (1987).
72Hamber (1992), Nabutosky ve Ben-Av
(1993), Kontsevich (1994).
73Matematik tarihinde, matematiğin
‘‘arı’’ ve ‘‘uygulamalı’’ dallarının gelişimi arasında uzun süren
bir eytişim olmuştur (Struik 1987). Hiç kuşkusuz bu bağlamda geleneksel olarak
ayrıcalık verilen ‘‘uygulamalar’’ anamalcılara kârlı olanlar ya da askeri
kuvvetlerine yararlı olanlar olmuştur: örneğin, sayı kuramı büyük ölçüde
kriptografideki [cryptography] uygulamaları için geliştirilmiştir (Loxton
1990). Bkz. ayrıca Hardy (1967, 120-121, 131-132).
74Tüm sınır koşulların eşit
temsili ayrıca Chew’in kendini-kaldırma ‘‘alt-atomik demokrasi’’ kuramı [bootstrap
theory of ‘‘subatomic democracy’’] tarafından ileri sürülmüştür:
bir giriş için, bkz. Chew (1977), ve felsefi çözümleme için, bkz. Morris (1988) ve
Markley (1992).
75Politik olarak ilerici bir
perspektifler türlülüğünden büyük bir çalışmalar kitlesi arasında Merchant
(1980), Keller (1985), Harding (1986), Aronowitz (1988b), Haraway (1991) ve Ross (1991)
tarafından yazılan kitaplar özellikle etkili olmuşlardır. Bkz. ayrıca aşağıda
alıntılanan kitaplar.
76Madsen ve Madsen (1990, 471).
Madsen-Madsen çözümlemesinin başlıca sınırlaması özsel olarak apolitik
olmasıdır; ve belirtmeye pek gerek yok ki gerçek olan üzerine tartışmalar politik
tasarlar hakkındaki tartışmalar üzerinde derin bir etki taşıyabilirler, ve kendi
paylarına onlar tarafından derin bir biçimde etkilenebilirler. Böylece Markley (1992,
270) Madsen-Madsen’inkine benzeyen bir noktayı vurgular, ama onu doğru olarak politik
bağlamına yerleştirir:
Belirlenimci eytişimin zorlamalarından kaçmaya çalışan köktenci bilim
eleştirileri aynı zamanda realizm ve gerçeklik üzerine dar olarak tasarlanmış
tartışmaları da bir diyalogsal kendini-kaldırma/bootstrapping tarafından ne
tür realitelerin—politik realitelerin—doğrulabileceğini araştırmaya
çevirmelidir. Dialogsal olarak kışkırtılan bir çevre içersinde, olgusallık
üzerine tartışmalar, kılgısal terimlerde, ilgisiz olurlar. ‘‘Olgusallık/reality,’’
son olarak, tarihsel bir yapılaştırmadır.
Politik imlemlerin daha öte tartışması için bkz. Markley (1992, 266-272) ve
Hobsbawm (1993, 63-64).
77Madsen ve Madsen (1990, 471-472).
78Aronowitz (1988b, 292-293) nice
kromodinamiğinin/chromodynamics (nükleonları quarkların ve gluonların sürekli
olarak bağlı durumları olarak temsil eden güncel egemen kuram) hafifçe ayrı ama
eşit ölçüde inandırıcı bir eleştirisini yapar: Pickering’in (1984) çalışması
üzerine dayanarak, belirtir ki
[Pickering’in] açıklamasında, quarklar alan kuramları ile olmaktan çok
parçacık kuramları ile bağdaşan (bulunmayan) fenomenlere verilen addır; bu kuramlar
her bir durumda aynı (çıkarsanan) gözlem için değişik ama eşit ölçüde
usayatkın açıklamalar sunarlar. Bilimsel topluluğun çoğunluğunun birini bir
başkasına yeğlemesi bilimcilerin açıklamanın geçerliğini olmaktan çok geleneği
yeğlemelerinin bir işlevidir. Bununla birlikte, Pickering quark açıklamasına
kaynaklık eden araştırma geleneğinin temelini bulmak için yeterince geriye, fizik
tarihinin içlerine dek ulaşmaz. Bu temel gelenekte değil ama bilim ideolojisinde,
parçacık kuramlarına karşı alan kuramlarının, karmaşık açıklamalara karşı
yalın açıklamaların, belirsizliğe olmaktan çok pekinliğe doğru eğilimin
arkasında yatan ayrımlarda bulunabilir.
Benzer çizgiler boyunca Markley (1992, 269) fizikçinin Chew’in kendini-kaldırma
‘‘alt-atomik demokrasi’’ kuramı karşısında nice kromodinamiğini yeğlemesinin
verilerin olmaktan çok ideolojinin bir sonucu olduğunu gözler:
Bu bakımdan kendini-kaldırma/bootstrap kuramının evrenin yapısını
açıklamak için bir GUT (Grand Unified Theory/Birleşik Büyük Kuram) ya da TOE (Theory
of Everything/Herşey Kuramı) arayan fizikçiler arasında göreli olarak gözden
düşmesi şaşırtıcı değildir. ‘‘Herşeyi’’ açıklayan kapsamlı kuramlar
batı biliminde tutarlılık ve düzene ayrıcalık vermenin ürünleridir. Fizikçinin
karşısına çıkan kendini-kaldırma/bootstrap kuramı ve herşey kuramları
arasındaki seçimin birincil olarak eldeki verilerin bu açıklamaları tarafından
sunulan gerçeklik-değeri ile değil ama anlatı yapıları ile ilgili olmaları gerekir:
bu anlatı yapıları belirsiz ya da belirlenimci olabilirler, bu veriler onlara
yerleştirilecek ve onlar yoluyla yorumlanacaklardır. Ne yazık ki, fizikçilerin büyük
çoğunluğu onların büyük bir ateşle savunulan inaklarından birinin bu keskin
eleştirilerinden henüz habersizdirler. Çağdaş parçacık fiziğinin gizli
ideolojisinin bir başka eleştirisi için, bkz. Kroker ve başkaları (1989, 158-162,
204-207). Bu eleştirinin biçemi benim ağırbaşlı beğenim için çok fazla
Baudrillardcıdır, ama içerik (bir kaç önemsiz yanlışlık dışında) tam hedef
üzerindedir.
79Ross (1991, 29). Bu alçakgönüllü
istemin nasıl sağ-kanat bilimcileri apopleksi nöbetlerine soktuğunun eğlendirici bir
örneği için (seçilen lakap ‘‘korkutucu Stalinist’’tir), bkz. Gross ve Levitt
(1994, 91).
80Oliver (1989, 146).
81Kaos kuramı ekinsel
çözümlemeciler tarafından derinlemesine incelenmişken—bkz., başkaları arasında,
örneğin Hayles (1990, 1991), Argyros (1991), Best (1991), Young (1991, 1992), Assad
(1993)—evre geçişleri kuramı büyük ölçüde dikkate alınmadan geçilmiştir. (Bir
kuraldışı yeniden-normalleşme kümesinin Hayles’deki (1990, 154-158)
tartışmasıdır.) Bu üzücüdür, çünkü süreksizlik ve çoklu derecelerin/scales
doğuşu bu kuramdaki özeksel özelliklerdir; ve bu temaların 1970’lerdeki ve daha
sonraki gelişimlerinin daha geniş ekindeki eğilimlerle nasıl bağıntılı olduğunu
bilmek ilginç olurdu. Bu yüzden bu kuramı ekinsel çözümlemeciler tarafından gelecek
araştırma için verimli bir alan olarak öneriyorum. Süreksizlik üzerine bu
çözümleme ile ilgili olabilecek kimi teoremler Van Enter, Fernández ve Sokal’da
(1993) bulunabilir.
82Irigaray (1985), Hayles (1992).
Bununla birlikte, Irigaray’ın uylaşımsal (erkek) bilime, özellikle fiziğe yönelik
yersiz hürmetinin bir eleştirisi için bkz. Schor (1989).
83Thom (1975,1990), Arnol’d (1992).
84Descartes/Bacon metafiziği ile
ilgili olarak, Robert Markley (1991, 6) belirtmiştir ki
Bilimsel ilerleme anlatıları kuramsal ve deneysel bilgi üzerine ikili/binary
karşıtlıklar—gerçek/yanlış, doğru/eğri—, gürültü üzerine ayrıcalıklı
anlam, eğretileme/metaphor üzerine ilinekleme/metonymy, diyalog
yarışması üzerine monolog yetkesi dayatmaya bağımlıdırlar. ... [D]oğayı
durağanlaştırmak için bu girişimler betimlemesel olarak sınırlı oldukları denli
de ideolojik olarak zorlayıcıdırlar. Dikkati yalnızca küçük bir fenomenler
erimi—diyelim ki, doğrusal dinamik—üzerinde odaklaştırırlar ki, insanlığın
evren ile ilişkilerini modellendirme ve yorumlamanın kolay, sık sık idealize edilmiş
yollarını sunuyor görünürler.
Bu gözlem birincil olarak kaos kuramı—ve ikincil olarak göreci-olmayan nice
düzenekbilimi—tarafından biçimlendirilmişken, gerçekte nice yerçekimi tarafından
getirilen modernist metafiziğe köktenci bir meydan okumayı güzelce özetler.
85Capra (1988, 145). Bir uyarı:
Capra’nın burada eğer sözel olarak yorumlanacak olursa politik olarak gerici bir
dinginlikçiliği/quietism geliştirebilecek ‘‘döngüsel/cyclical’’
sözcüğünü kullanımı konusunda güçlü kuşkularım var. Bu sorunların daha öte
çözümlemeleri için, bkz. Bohm (1980), Merchant (1980,1992), Berman (1981), Prigogine
ve Stengers (1984), Bowen (1985), Griffin (1988), Kitchener (1988), Callicott (1989,
bölümler 6 ve 9), Shiva (1990), Best (1991), Haraway (1991, 1994), Mathews (1991), Morin
(1992), Santos (1992) ve Wright (1992).
86Markley (1992, 264). Küçük bir
tartışma: Matematiksel fiziğin yeni ve henüz bütünüyle kurgusal bir dalı olan
karmaşık sayı kuramına Markley tarafından alıntılanan sağlam olarak doğrulanmış
üç bilim ile aynı bilgikuramsal konumun verilmesi gerektiği noktası benim için
açık değildir.
87Postmodern fiziğin nasıl tarihsel
toplumsal bilimlerden düşünceler ödünç almaya başladığının keskin ve yakından
andırımlı bir açıklaması için, bkz. Wallerstein (1993, 17-20); ve daha ayrıntılı
bir gelişme için, bkz. Santos (1989, 1992).
88Aronowitz (1988b, 344).
89Bu noktada, geleneksel bilimcinin
yanıtı uylaşımsal bilimin kanıtsal ölçünlerine uygun düşmeyen çalışmanın
temel olarak usdışı, e.d. mantıksal olarak sakat ve dolayısıyla güvenilmeye değmez
olduğudur. Ama bu çürütme yetersizdir: çünkü, Porush’un (1993) duru olarak
belirttiği gibi, modern matematikçilerin ve fizikçilerin kendileri nice
düzenekbilimine ve Gödel’in teoremine güçlü bir ‘‘usdışı baskını’’nı
kabul etmişlerdir—gerçi, anlaşılabileceği üzere, 24 yüzyıl önceki Pisagorcular
gibi, modernist bilimciler bu istenmeyen usdışı öğeyi ellerinden geldiğince kovmaya
çalışmışlardır. Porush almaşık bilme yollarını geçerli kılarken uylaşımsal
Batı biliminin en iyi yanlarını barındıracak bir ‘‘post-rasyonal
epistemoloji’’ için güçlü bir çağrı getirir. Ayrıca Jacques Lacan’ın,
bütünüyle ayrı bir başlangıç noktasından, uzun bir süre önce irrasyonelliğin
modern matematikteki kaçınılmaz rolünün benzer bir değerlendirmesine ulaştığını
belirtebiliriz:
Eğer notlarımı yazarken aklıma gelen formüllerden birini kullanmama izin
verirseniz, insan yaşamı sıfırı irrasyonel olarak içeren bir kalkülüs olarak
tanımlanabilir. Bu formül yalnızca bir imge, matematiksel bir eğretilemedir.
‘‘İrrasyonel’’ derken, kavranamaz duygusal bir duruma değil ama tam olarak bir
imgesel sayı denilen şeye göndermede bulunuyorum. Eksi birin kare kökü sezgimize konu
olan herhangi birşeye, terimin matematiksel anlamında herhangi bir olgusal şeye
karşılık düşmez, ve gene de, tüm işlevi ile birlikte saklanmalıdır.
[Lacan (1977, 28-29), seminer ilk olarak 1959’da verildi.] Modern matematikte
irrasyonellik üzerine daha öte gözlemler için, bkz. Solomon (1988, 76) ve Bloor (1991,
122-125).
90Bkz. Aronowitz (1994) ve onu izleyen
tartışma.
91Markley (1992, 271).
92Markley (1992, 271). Koşut satırlar
boyunca, Donna Haraway (1991, 191-192) ‘‘politikada dayanışma ve epistemolojide
paylaşılan söyleşiler denilen bağıntılar ağının olanağını destekleyen
bölümsel, yerleştirilebilir, eleştirel bilgiler’’ kapsayan ve ‘‘karşı
çıkmayı, yapısızlaştırmayı, tutkulu yapılaştırmayı, örülü bağıntıları,
ve bilgi dizgelerinin ve görme yollarının dönüşümü için umudu
ayrıcalıklılaştıran bir nesnellik öğretisi ve kılgısı’ üzerine kurulu bir
demokratik bilim için güzel bir dille uslamlamalar getirmiştir. Bu düşünceler
Haraway (1994) Doyle (1994) tarafından daha öte geliştirilmiştir.
93Aronowitz (1988b, 351). Gerçi bu
gözlem 1988’de çıkmış olsa da, bugün de bütünüyle doğrudur.
94Freire (1970), Aronowitz and Giroux
(1991, 1993).
95Sandinista devriminin bağlamında
bir örnek için, bkz. Sokal (1987).
96Merchant (1980), Easlea (1981),
Keller (1985,1992), Harding (1986,1991), Haraway (1989, 1991), Plumwood (1993a). Kapsamlı
bir kaynakça için, bkz. Wylie ve başkaları (1990). Bilimin feminist eleştirisi, hiç
de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, sert bir sağ-kanat karşı saldırının hedefi
olmuştur. Bir derlem için, bkz. Levin (1988), Haack (1992, 1993), Sommers (1994), Gross
ve Levitt (1994, bölüm 5) ve Patai ve Koertge (1994).
97Trebilcot (1988), Hamill (1994).
98Ezeabasili (1977), Van Sertima
(1983), Frye (1987), Sardar (1988), Adams (1990), Nandy (1990), Alvares (1992), Harding
(1994). Feminist eleştiri durumunda olduğu gibi, çok-ekinci perspektif, kimi durumlarda
ırkçılığa değen bir yukarıdan bakma ile sağ-kanat eleştirmenler tarafından
gülünçleştirilmiştir. Bkz. örneğin Ortiz de Montellano (1991), Martel (1991/92),
Hughes (1993, bölüm 2) ve Gross ve Levitt (1994, 203-214).
99Merchant (1980, 1992), Berman (1981),
Callicott (1989, bölümler 6 ve 9), Mathews (1991), Wright (1992), Plumwood (1993a), Ross
(1994).
100Galileo’nun diluzluğunun,
özellikle matematiksel-bilimsel yöntemin ‘‘olgusallığın’’ doğrudan ve
güvenilir bilgisine götürebileceği yolundaki savının bir yokedilişi/deconstruction
için, bkz. Wojciehowski (1991).
101Matematik felsefesine çok yeni ama
önemli bir katkı Deleuze ve Guattari’de (1994, bölüm 5) bulunabilir. Burada felsefi
olarak verimli bir ‘‘işlevli/functive’’ [Fr. fonctif] kavramını
gitirirler ki, ne bir işlev/function [Fr. fonction] ne de bir işlevsel/functional
[Fr. fonctionnelle] ama tersine daha temel bir kavramsal kendiliktir:
Bilimin nesnesi kavramlar değil ama söylem dizgelerinde önermeler olarak sunulan
işlevlerdir. İşlevlerin öğelerine işlevliler denir. [s. 117.]
Bu görünürde yalın düşüncenin şaşırtıcı denli ince ve uzak-erimli
sonuçları vardır; durulaştırılması kaos kuramına bir dolambacı gerektirir (bkz.
ayrıca Rosenberg 1993 ve Canning 1994):
... bilim ve felsefe arasındaki ilk ayrım kaosa karşı tek tek tutumlarıdır. Kaos
düzensizliği ile olmaktan çok onda şekillenen her biçimin yitişinin sonsuz hızı
tarafından tanımlanır. Bir boşluktur ki bir yokluk/nothingness değil ama
gizildir/virtual, tüm olanaklı parçacıkları kapsar ve tüm olanaklı
biçimleri çizer ve bunlar yalnızca hemen ortadan yitmek üzere sıçrarlar,
tutarlılık ya da gönderme olmaksızın, sonuç olmaksızın. Kaos doğuş ve yitişin
bir sonsuz hızıdır. [ss. 117-118.]
Ama bilim, felsefenin tersine, sonsuz hızlarla başa çıkamaz:
yavaşlama yoluyladır ki özdek, ve ayrıca onun içine [evet] önermelerle
erişmeye yetenekli bilimsel düşünce edimselleşir. Bir işlev bir Yavaş-devimdir.
Hiç kuşkusuz, bilim sürekli olarak ivmelendirmeler ileri sürer, yalnızca katalizde
değil ama parçacık ivmelendiricilerde ve galaksileri birbirlerinden uzaklaştıran
genleşmelerde. Bununla birlikte, ilksel yavaşlama bu fenomenler için çöküşlerinin
bir sıfır-kıpısı değil ama tersine bütün gelişim ile eşuzamlı bir koşuldur.
Yavaşlamak kaosta tüm hızları altına alan bir sınır koymaktır, öyle ki sınırın
öteye gidemeyen bir evrensel değişmez (örneğin, bir maksimum kasılma derecesi)
oluşturması ile aynı zamanda apsis olarak belirlenen bir değişken oluştururlar. İlk
işlevliler öyleyse sınır ve değişkendir, ve gönderme değişkenin değerleri
arasındaki bir ilişkidir, ya da, daha derin olarak, hızların apsisi olarak
değişkenin sınır ile ilişkisidir. [ss. 118-119, vurgu benim.]
Oldukça karışık daha öte çözümleme (burada alınamayacak denli uzun)
matematiksel modellendirme üzerine kurulu bilimler için derin yöntembilimsel önemi
olan bir vargıya götürür:
Değişkenlerin tek tek bağımsızlıkları matematikte onlardan biri birinciden daha
yüksek bir kuvvette olduğu zaman görünür. Hegel’in işlevde değişkenliğin
değiştirilebilen (2/3 ve 4/6) ya da belirlenmemiş bırakılan (a=2b)
değerlere sınırlanmadığını ama değişkenlerden birinin daha yüksek kuvvette (y2/x=P) olmasını gerektirdiğini
göstermesinin nedenidir. [s. 122.]
(Belirtmek gerek ki İngilizce çeviri dikkatsizce (y2/x=P) olarak yazar—uslamlamanın mantığını
bütünüyle bozan hoş bir yanlışlık.) Uygulayımsal bir felsefi çalışma için
şaşırtıcı bir yolda, bu kitap (Qu’est-ce que la philosophie?) 1991’de
Fransa’da bir best-seller idi. Yakınlarda İngilizce çeviride çıkmıştır, ama ne
yazık ki bu ülkede best-seller listesi için Rush Limbaugh ve Howard Stern ile
başarılı olarak yarışması pek olası değildir.
102Aronowitz (1988b, 346). Bu önerme
üzerine kötü niyetli bir sağ-kanat saldırı için, bkz. Gross ve Levitt (1994,
52-54). Uylaşımsal (erkekçi) matematiksel mantığın, özellikle modus ponens ve
tasımın duru feminist eleştirisi için, bkz. Ginzberg (1989), Cope-Kasten (1989), Nye
(1990) ve Plumwood (1993b). Modus monens üzerine, ayrıca bkz. Woolgar (1988, 45-46) ve
Bloor (1991, 182); ve tasım üzerine, ayrıca bkz. Woolgar (1988, 47-48) ve Bloor (1991,
131-135). Matematiksel sonsuzluk kavramlarının temelinde yatan toplumsal imgelerin bir
çözümlemesi için, bkz. Harding (1986, 50). Matematiksel bildirimlerin toplumsal
bağlamsallığının bir tanıtı için, bkz. Woolgar (1988, 43) ve Bloor (1991,
107-130).
103Campbell ve Campbell-Wright (1993,
11). Batı matematik ve biliminde denetim ve egemenlik temalarının ayrıntılı bir
çözümlemesi için, bkz. Merchant (1980).
104Geçerken matematikte eşeyciliğin
ve militarizmin bildiğim denlisiyle daha önceden dikkat edilmemiş iki örneğinden daha
söz etmeme izin verin: Birincisi Viktorian İngiltere’de ‘‘ailelerin yokoluşu
sorunu’’ndan doğan ve şimdi başka şeyler arasında nükleer zincir tepkimelerin
çözümlemesinde (Harris, 1963) anahtar bir rol oynayan dallandırma süreçleri
kuramını ilgilendirir. Konu üzerine tohumlandırıcı/seminal (ve bu eşeyci
sözcük uygundur) bir denemede , Francis Galton ve Muhterem H. W. Watson şunları
yazdılar (1874):
Geçmiş zamanlarda belirgin konumlar dolduran erkeklerin ailelerinin bozulması sık
sık araştırma konusu olmuş ve çeşitli tahminlere götürmüştür. ... Bir zamanlar
yaygın olan soyadlarının o günden bu yana seyrekleştiğini ya da bütünüyle
yittiğini gösteren örnekler sayısızdır. Eğilim evrenseldir, ve, onu açıklamak
için, fiziksel rahatlıkta ve entellektüel yetenekte bir yükselmeye zorunlu olarak
‘doğurganlık’ta bir azalmanın eşlik ettiği biçimindeki ivedi vargı
çıkarılmıştır. p0, p1, p2, ...
bir erkeğin sırasıyla 0, 1, 2, ... oğlunun olması
olasılıkları olsun, ve her bir oğul kendi oğulları için aynı olasılığı
taşısın, ve bu böyle gitsin. Erkeğin çizgisinin r kuşak sonra yokolması
olasılığı nedir, ve daha genel olarak erkeğin çizgisinde verili herhangi bir
kuşakta verili herhangi bir döl sayısı için olasılık nedir?
Erkeklerin eşey-dışı üredikleri biçimindeki gülünç imlemin tılsımına
kapılmamak olanaksızdır; gene de, bu pasajdaki sınıfçılık, toplumsal-Darwincilik
ve eşeycilik açıktır. İkinci örnek Laurent Schwartz’ın Radon Ölçüleri
üzerine 1973 kitabıdır. Uygulayımsal açıdan çok ilginç olmasına karşın,
başlığının açıkça gösterdiği gibi, bu kitap erken 1960’lardan bu yana Fransız
biliminin ırasalı olmuş olan nükleer erke yandaşı dünya görüşü ile yüklüdür.
Ne yazık ki Fransız solu—özellikle, ama hiçbir biçimde yalnızca olmasa da,
FKP—geleneksel olarak nükleer erke için sağ kanat denli coşku göstermiştir (bkz.
Touraine ve başkaları 1980).
105Tıpkı liberal feministlerin sık
sık kadınlar için tüzel ve toplumsal eşitlik ve ‘‘pro-choice’’ gibi bir
minimal gündem ile yetinmeleri gibi, liberal (ve giderek kimi sosyalist) matematikçiler
de sık sık yalnızca seçim belitinin eklenmesi ile hegemonyacı Zermelo-Fraenkel
çerçevesi ile çalışmakla yetinirler (bir çerçeve ki, ondokuzuncu yüzyıl liberal
kökenlerini yansıtarak, eşitlik belitini önceden kapsamına alır). Ama bu çerçeve,
çok önceden Cohen (1966) tarafından tanıtlandığı gibi, kurtarıcı bir matematik
için büyük ölçüde yetersizdir.
106Kosko (1993).
107Bulanık dizgeler kuramı/Fuzzy
systems theory emek-indirgeyici özedimlileşmede kılgısal etkerlik sorunlarını
çözmek için ağırlıklı olarak ulusal-ötesi şirketler tarafından
geliştirilmiştir—ilkin Japonya’da, ve sonra başka yerlerde.
108Thom (1975,1990), Arnold (1992). 109İlginç bir başlangıç
Schubert (1989) tarafından yapılır.
Alıntı: Alan d. Sokal / Çeviren: Aziz Yardımlı / ©
İDEA YAYINEVİ 1999
Ana Sayfa ·
İndex·
Ziyaretçi
Defteri
E-Mail
Roket bilimi
|
|