Sevgili okurlarım 
    bu sayfada   üstad diye tabir ettiğimiz Denizli' de yaşayan sayın 
    Muzaffer Kınalı' yla zaman konusuna dair yaptığım bir röportajı ilginize  
    sunmak istiyorum.Ben daima modern bilimin günümüzde kaydettiği gelişmeyi ve 
    bilimin ortaçağlardan bugüne dek kat ettiği gelişimi saygıyla 
    karşılıyorum.Modern bilimin kazanımları hiç bir zaman için göz ardı 
    edilmemelidir.Ben her zaman
    'Görünmeyen ilmin yolu görünen ilimdir' düsturuyla hareket etmiş biri 
    olarak deneysel bilimin takipcisi olmuşumdur.Benim araştırma disiplinim 
    fizikten metafiziğe çok geniş bir yelpazeyi kapsadığı için bu bağlamda 
    yıllardır akademisyeninden bilimkurgucusuna kadar bir çok litaratürü taradım 
    ve farklı çizgilere sahip bir çok araştırmacıyla görüştüm, fikirlerini 
    dinledim.Doğru yada yanlış demeden bir ön yargı gütmeden yada şu bilimsel şu 
    bilimsel değil demeden en saygı değer akademisyenlerin fikirlerinden tutunda  
    en saçma, en imkansız, en hayalci denilen görüşleri, kavramları düşünceleri  
    bile  belki bana ilham verebilirler diye ve belkide bunlardan bir 
    şeyler çıkartabilirim diye dinledim, anlamaya çalıştım.Kendime özgü Zaman 
    yolculuğu araştırmalarım boyunca bu konuda kendisinden en çok  
    etkilendiğim kişi, hem bilinen prosödürlerin 
    dışında hemde  kendi içinde tutarlı bilgiler verdiğini düşündüğüm üstad 
    diye tabir edilen sayın
    Muzaffer Kınalı  olmuştur.
            
    
    Zaman konusunda bilgi verebilmek için 
    zaman ve mekan kavramını aşan üstad diye tabir ettiğimiz bu konuda 
    derinlemesine bilgili olan, hal ehli olan ve bu kavramları bizatihi yaşayan 
    kişiden ön bilgiler..
                                                                                                     
    Çetin Bal  04/28/2003 
    Üstad Muzaffer Kınalı:Zaman 
    kelimesi ve kavram olarak ayrıca ‘üç boyutlu madde açısından’  zamanın 
    kavramı insan beyninde ve belleklerinde ifade ediliyor. ‘Zaman kelimesi’ ve 
    kavramı  maddeyi aşınca yahutta maddeyi başka türlü kullanınca zaman 
    kavramıda değişiyor. Yani biz bunu hangi anlamda kullanıyoruz? Şöyle izah 
    edelim; zaman bir düşünceye göre bir boyut farkıdır.Zaman maddenin 
    başkalaşımında kullanılan bir terimdir.Zaman oluşumda, tekamülde, yıpramada, 
    değişiklikte kullanılan bir terimdir.Zaman mutlak bir kavram değildir.Zaman 
    muallak bir kavramdır(yani izafi değişebilen yada belirli bir değerde 
    durmayan).Yani izafi bir kavramdır.Öyleyse zaman kelimesini iyice 
    anlayabilmek için maddeyi aşmak lazım. Maddeyi aşınca değişiyor [Maddeyi 
    aşınca buna bağlı olarak zaman fenomeninide aşmış oluyoruz.].Mesela insan 
    dördüncü boyuta, beşinci boyuta, altıncı boyuta  geçtikçe  zaman 
    kavramı değişiyor.
    Bazı yazıtlarda, metinlerde ve mitolojik 
    yapıtlarda  ‘burada   bir AN  bir başka yerde bin 
    yıldır’ deniyor, bir üst boyutta ! İşte o bakımdan  zamanı anlayabilmek 
    için önce insan kendisini metafizik kavram boyutunda  başka boyutlara 
    hazırlamalı.Peki ne demek bu? Önce insan zihinsel olarak buna hazır olmalı. 
    Beyin soyut ve somut kavramlar şeklinde evrendeki olayları müteala ettiği 
    için zamanı iyi kavrayabilmek, zaman içerisinde yolculuk yapabilmek, zaman 
    aracı fikrini oluşturabilmek için bile insanın bu kavramları iyi 
    anlayabilmesi lazım.İnsan doğunca 100 milyar beyin hücresi ile doğar.Bunun 
    12 milyarı hemen çalışır.Beynin  hücresel düzeydeki çalışması bile 
    soyut ve somut olaylar dizgesi arasındaki bağıntıları düzenleyen bir kopleks 
    sistem olarak kendini ifade eder.Belli bir yaştan sonra insanlardaki soyut 
    ve somut olayları düşünebilme becerileri bile eskisine oranla daha zor 
    olur.Aynı  şekilde insanlardaki beynin ve hücrelerin çalışma kapasitesi 
    bile insanların soyut ve somut olanı anlama becerileri üstünde söz 
    sahibidir.Beyin hücrelerinin bu çalışma kapasitesinde bir yetersizlik varsa 
    böyle anlarda bırak zamanı normal kelimeyi bile kavrayamazsınız, normal ilmi 
    bile kavrayamazsınız, maddenin  içerisindeki  ilmi bile 
    kavrayamazsınız ki’ kaldıki zamanı kavrayasınız ! Önce  zamanı 
    kavrayabilmek için vicdan kadar,  gönül kadar, sevgi kadar  
    beyninde hür olması lazım ! Bir zaman yolculuğu teknolojisinden 
    bahsedeceksek önce soyut  ve somut olaylar dizgesindeki kavrayışımızı 
    geliştirmemiz lazım.Önce zihnin algısal sınırlamalarından kurtularak zamanı 
    en üst düzeyde kavrayalım, kavrayış düzeyimiz zamanı aşarak zaman ötesi bir 
    realite içerisine nufuz etmelidir. Kavram olarak zamanın sınırlarını 
    aşalım!Bu ne demek? Buna  tasavvuf dilinde ‘LA zaman’ denir. Yani 
    zamansızlık ! Bu bağlamda İnsanlara zamanın izafi olduğunu mutlak olmadığını  
    anlatmak lazım. Atom altı   ölçekteki  kimi  karasız 
    parçacıklar düzeyinde yaşanan ömür  ‘saniyenin  üç milyarda biri’ 
    kadarlık bir zaman aralığını kapsar.Bazı mikroskobik organizmalar bir göz 
    açıp kapama süresinde ömürlerini tamamlarlar. Öyleki bir (1) dediğimizde 
    evrenin farklı düzlemlerindeki farklı zaman akış hızlarından dolayı o farklı 
    düzlemlerde yer alan yaşamlar için üç milyar yıl gibi bir zaman süreci 
    geçmiş olacak. O kadar geniş ! Böyle yaşamlar var.
    Dikkat edilirse bu örneklerde olduğu 
    gibi zaman kavramı tamamıyla değişik!Yani zaman her yerde aynı değil.Bu gibi 
    bir üst boyutta  1 (bir) dendiği anda  bizim boyutumuzda 
    milyarlarca yıl geçmiş olacak.Dikkat edilirse zaman kavramı tamamıyla 
    değişik.Maddi bir mesele bu! Yani  sonradan icat edilmiş bir ölçü 
    sanki. Bizim uygarlığımıza göre birim ölçüsü ‘metre yada ışık hızı gibi’ 
    metrik tanımlamalardır.Ama insanların ilerde kullanacakları ve gelişmiş 
    medeniyete sahip sistemlerde bu ölçü yerini Magadon denen bir ölçüye 
    bırakacaktır.Magadon ölçü birimi boyutlar arası yolculuğu geliştirmiş 
    medeniyetlerde ışık hızı gibi ele alınan bir hız sabitesi olarak  
    ışıktan hızlı yolculuk yapan uygarlıklardaki temel mesafe ve hız ölçü birimi 
    olarak kullanılacaktır.Öyleyse insanlar bilmelidirler’ ki bulunan, kabul 
    edilen, kullanılan ölçüler, kavramlar, kıyaslamalar hatta zaman ve mekana 
    tabi tüm sınırlamalar ve değer yargıları  ki’ mekan ve zamanın  
    kendiside bunun içindedir tüm bunların hepsi izafidir.Dünyada bildiğiniz 
    gördüğünüz  kavradığınız şeyler izafidir.İzafi olan düşüncelerle izafi 
    olan belleklerle, izafi olan ölçülerle izafi olmayanı anlamak  normal 
    değil.Öyleyse zaman içerisinde yolculuk yapacak olan kişi  beyninde 
    buna hazır olmalı, gönlünde  belleğinde bu yolculuğun anlayış zeminini 
    kurgulayabilecek zeka düzlemine erişmiş olmalı.Kişi bu yolculuğu 
    planlayabilecek ve somut düzlemde bunu yapabilecek şuurlanmayı kazanmış 
    olmalıdır.Kişi  böyle bir şuurlanma sonrasında zaten bu yolculuğu 
    pratik düzlemde yaşayacaktır.Bu şuur kazanımı kişinin ruhsal bedenine de  
    yansıyacaktır. Bu düşüncenin  olabilirliği ruhsal yapımıza da 
    aksettiğinde kişi önce bu zamanda  yolculuk   hadisesini  
    bir makineyle yapmak yerine astral bedeniyle yapacaktır.Bu anlamda astral 
    bedenle geçmişe ve geleceğe yolculuk yapacaktır.Bir nevi gelecek ve geçmiş 
    bir yerde birleşmiş olacaktır. Hani Hz Ali’ nin bir sözü var, ‘ilim bir 
    nokta  idi cahiller çoğalttı’. Zamanı  yaratan biziz.Çünkü 
    beynin bellekleri ile algılaması ve algılamada olan yıpranma eskime gibi 
    değişimlerin kıyaslanması sonucu öncelik ve sonralık arzeden durumlar 
    silsilesiyle karşılaşıyoruz.Ve kavrayıştaki bu gecikmeler, kıyaslamalar, 
    oranlamalardan doğan izafiyetteki yanılsamalı algılamalar bize bir geçen 
    zaman izlenimini vermektedir.Fiziksel ve psikolojik açıdan geçen zaman 
    kavramı en derin düzeyde birbiri içerisine girmiş iki durumdur.Bazen fizik 
    beynin kimyası yanılsamalı bir zaman hissine neden olsada bazı durumlarda 
    zihin fizik boyuta ait zaman sınırlamlarını aşan bilinç üstü uyanıklık 
    durumlarına kendisini  yükseltebilir.En derin kavrayış düzeyinden 
    bakıldığında aslında geçip giden bir zaman yok!
    Çetin Bal: 
    Ama   üstadım zaman içinde yolculuk derken birde 
    zamanın fiziksel bir boyut olduğunuda söylemek lazım.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Hayır zamanın fiziki  diye bir ölçüsü olmaz! Ancak zaman 
    içinde yolculuk kavramını   gündeme getirebilmek için önce insan 
    zamansızlık içerisinde  olmalı. Bunu  iyi kavrayın. Yani 
    sonsuzluğu anlamak için insan sonsuz olmalı.Sınırsızlığı kavramak için insan 
    sınırsız olmalı.Demek istiyorum’ ki sevgiyle, gönlünüzde, psikolojik 
    hallerle, belleğinizle, zihinle  zamanı anlayamaz / kavrayamazsanız   
    zamanı  anlayamazsınız! Zaman içerisinde yolculuk yapamazsınız.ZAMAN 
    olmadığını anladığınız zaman, zamanın izafi olduğunu anladığınız anda  
    işte o zaman ‘ZAMANSIZLIK’ içerisine girersiniz.
    Bir makineyle fiziki bir sistemle 
    bilinen zaman boyutlarını aşmak için zamanı aşmalısınız! Ki’  bu da 
    zamansızlık içerisine girmek demektir.Öyleyse önce zaman ve zamansızlık 
    kavramlarını anlayıp hazmetmeden bu kavramların tam bir anlayışı içerisine 
    girmeden  gönlünde ve aklında bu  yolculuğu tasarlamadan fiziki 
    planda bu yolculuğu  gündeme getirmek mümkün  değildir.
    Zaman olmadığını anladığınızda  
    zamansızlığın yada  izafi zamanın kavrayışına sahip 
    olduğunuzda o zaman ZAMANSIZLIK içerisine girersiniz. Tasavvuf ilimleri 
    içerisinde bahsi geçen ‘La Zaman - La Mekan’ dediğimiz hadisede budur.  
    Bu durumda hem mekanı sonsuz anlarsınız, kainatın oluşumunu izlersiniz.Nice 
    alemleri izlersiniz.Kainat deforme olduğunda, bozulurken dağılırken kainatı 
    izlersiniz, görürsünüz., daha kainat oluşmamışken bile tüm bunları 
    görebilirsiniz. Sanki şu anda oluyormuşcasına bu halleri yaşabilirsiniz.Peki 
    bu nasıl oluyor? Daha olmamış olan şeyi  ya da olmuş bitmiş bir 
    hadiseyi  nasıl şu anda oluyormuş gibi görebiliyoruz..Haa  işte bu  
    zaman- mekan  kavramlarının anlaşılmasıyla oluyor.Bunu  
    anladığınız an meseleyi anlarsınız.O anda  yani bu anlayış içinde  
    zaman içerisinde yolculukta yapabilirsiniz.Yani  illede ruhsal yada 
    zihinsel yada astral denen yöntemlerle değil bizatihi fiziksel maddeyide 
    zamanın  ilerisi ve gerisine götürmeyi düşünebilir bu konuyuda  
    gündeme getirebilirsiniz.
    Çetin Bal:Üstadım 
    buna göre geçmişin ve geleceğin varolması doğrultusunda, zaman çizgisinin 
    fiziksel yada mekansal bir uzam gibi fiziksel bir somutluğa sahip olduğunuda 
    söyleyebiliriz.Çünkü  daha önceki  sohbetlerimizde söylediğimiz 
    gibi geçmiş ve geleceğe doğru bir makineyle seyahati düşündüğümüzde bir 
    çeşit üst uzaysal  yol kat ediyoruz yani belli bir mesafeyi aşıyoruz.Bu 
    mesafe bilinen gibi olmasada nihayetinde makinenin frekanssal yerdeğiştirim 
    bazında da olsa bir çeşit 
    zaman  fazı değiştirimine karşılık gelen bir aralık değer yada bir 
    eşik değeri aşılmak geçilmek zorunda..
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Şimdi Şöyle; biz bu zaman mevzusunu anlatırken 
    somuttan soyuta (üçüncü boyuttan   dördüncü boyuta geçiş gibi) 
    yahutta soyuttanda somut olana açılan yollar olduğundan bahsediyoruz.Ne 
    henüz elle kavranmamış, ne de laboratuvar aletleri ile ölçülüp biçilmemiş 
    somut ortamlara konmamış şeylerin yok olduğu  farzedilebilir mi? Daha 
    nice ilimler icra edilecek gelecek zamanlarda!Öyleyse onları yokmu 
    farzedeceğiz? Olmazmı diyeceğiz onlara? Gelecek tarihi ve  kavramları 
    yokmu farzedeceğiz? Geçmişi yokmu farzedeceğiz? Bizden daha uzakta olan 
    keşif sınırlarımızdan daha ötede olan başka dünyaları başka ortamları 
    oralara gidemiyor oraları göremiyor diye yok mu  varsayacağız? Atomun 
    daha da derinliklerine inemiyoruz diye atom altı dünyaları parçacıkları yok 
    mu farzedeceğiz? Elbette ‘ki HAYIR! Tüm bunların hepsi var! Soyutta var 
    somutta var! Anlayamadığımıza, göremediğimize, bilemediğimize şimdilik soyut 
    diyelim. Anladıysak, gördüysek, bildiysek onada somut diyelim.Ama soyuta 
    hazır olur, soyut düşünceler üreten beynimizdeki her bir kavramı taşıyan 
    milyonlarca  soyut düşünebilme yeteneğinde olan hücreleri dejenerasyona 
    uğratıp köreltmezsek, soyut düşünme yetimizi yok  etmezsek, dikkat edin 
    şimdi onu yok etmezsek o  beynin  kavrama yetisini öldürmezsek o 
    zaman biz  o soyutlarıda  o soyut düşünce ve kurgularıda somuta 
    çevirebiliriz.Keza insanlık tarihine bakıldığında her icat her buluş ve 
    keşif önce soyut düşünceden başlayarak zamanla somut gerçeklere 
    dönüşmüştür.Eğer beynin  soyut  düzeyde meseleleri tartıp ölçme 
    tasarlama yetisi yok olmuşsa zaman yolculuğu  ya da başka bir konuda 
    her ne kadarda bir öngörü vermeye çalışsam ne söylediğimi de anlayamazsınız 
    ki! Dinleyenlerde anlamaz! Ne diyor yaa..  bu! der. Ne diyor bu..? Adam 
    dediğimizden bir şey anlamaz ki.Çünkü bu tarz insanların beyindeki soyutu 
    kurgulamaya yarayan hücreleri ölmüştür, tam çalışmıyordur.Kavrama yetisi, 
    belleği  zayıflamıştır.Kristalize bir beyinle matlaşmış bir beynin 
    ışığa  karşı  duyarlı olup  olmayışı  gibi bir meseledir 
    bu!  Senin yada benim dediğime saçma der geçer adam..Çünkü beyin 
    kapasitesi alışılmadık olana kapalıdır.Dinlese de adam sıkılır.Anlamaz 
    çünkü....ne zırvalıyor bu  der!!Bu durum belli ölçülere fizik kaidelere 
    beynini şartlamış bir akademisyen içinde böyledir, sokaktaki vatandaş içinde 
    bu böyledir değişmez.Bu tarz insanlar kendilerine ne verilmişse bir  
    teyip bandı gibi onu ezberler geçer daha ötesine kafası  gitmez  
    gidemez..! Almaz kafa!  dedik ya bu zorla olan bir mesele değil.İşte bu 
    tarz insanlarda zamanla psikolojik  kabül ve şartlanmalardan doğan 
    beynindeki  o kısım, yaratıcı soyut düşünebilme hücreleri yok 
    olmuştur.İnsanı anlamada, bir mevzuyu kavramada her beyin hücresinin ayrı 
    bir görevi var ayrı bir gücü var.Peki bu algılama gücünü yitirmiş soyut 
    düşünebilme becerisini kaybetmiş bir beyin benim dediğimi ya da burda bahsi 
    geçen mevzuları nasıl anlayacak.
    Örneğin senin şimdi radyoaktif uranyum 
    madenini  içerisine koyacak bir aletin bir kabın yoksa uranyumu nasıl 
    alacaksın muhafaza  edeceksin? Uranyumu  cebine doldurabilirmisin, 
    koyabilirmisin? Şimdi değişik  radyokaktivite sevilerine sahip uranyum  
    madenleri vardır.Bunlar yaklaşık 5 ton  gibi bir külçe ağırlığına sahip  
    kurşun madeninden yapılma kablar içerisinde muhafaza edilmektedir.Yoksa 
    uranyumdan çıkan yüksek enerjili ışınlar canlılar için öldürücüdür.Bu 
    ışınların insanlara zarar vermesi sözkonusudur.Bu gibi sen bir çok 
    kavramları algılayıp hazmetmeye hazır değilsen,  söylenen şeyleri nasıl 
    alıp değerlendirip pratik uygulamaya gecebileceksin ki? Önce zaman yolculuğu 
    meselesini algılayacak, hazmedecek, kavrayacak beyin ve bellek gücüne 
    ulaşman lazım.İnsanlar bir türlü bunu kabul etmek istemiyorlar.Ya  sen 
    şimdi bana misal bir elektrik motoru nasıl yapılır diye soruyorsun? Yaa  
    önce sen bir elektriğin ne olduğunu öğren anlamaya çalış, zaten sonra 
    gerisini sen kendinde yaparsın.Bu gibi  şimdi zamanda yolculuk diyoruz 
    Zaman Makinası  nasıl yapılır diyoruz!! E’ şimdi sen  önce zamanı  
    bi.. anla bakalım! Nedir zaman? Zaten bu  meseleyi anlarsan gerisini de 
    kendin çıkarırsın ..bana bile sormana gerek kalmaz.Bu durum havanın ne 
    olduğunu nasıl bir iç dinamiği olduğunu havanın basıncını ..vb gibi 
    mevzuları anlamadan bilmeden ee  ben 
    Yolcu Uçağı yapmak istiyorum demene  benziyor. Yaav   
    önce bi.. havanın yapısını dinamiklerini bir anla bakalım.. tamam havada  
    uçan sistemler yaparsın  biz  yapamazsın demiyoruz’ki...200  
    yıl önce senle sohbet  etseydik o zaman için  sen bana ya  
    üstad  ben havada uçan bir makine yapmak istiyorum deseydin biz  
    yine yapamazsın demezdik sana! yapılır elbet.Ama önce hava  kavramı 
    üstünde onun dinamikleri üstünde yoğunlaşmanı ve anlamanı isterdim.E’ şimdi 
    de bana  zaman aracı nasıl yapılır diye soruyorsun.Tamam bu  da 
    mümkündür.!! Ama önce dediğimiz gibi zamanın,  boyutların,  
    enerjinin, maddenin kuantumlu yapısını, kuantum dinamiklerini, atom içi bir 
    çok olayı araştırman bilmen lazım.Elektromanyetik alanları  ustaca 
    kullanabilme olgunluğuna erişmen lazım.Zaman, enerji ve mesafe kavramlarını 
    irdelemeden önce bu kavramların felsefesini yapman lazım.Önce ben tüm bu 
    anlattığım mevzuları anlamanızı  istiyorum.
    Örneğin AGARTA uygarlığında bir çok şey  
    anlaşıldığı için ve AGARTA’da dünya bilim konseptinden ayrı olarak  
    madde hakkında  bir çok şey anlaşılıp kavrandığı için onlar maddenin 
    diğer hallerini kullanabiliyorlar.Maddede henüz dünya insanlarının bilmediği 
    bir çok hal vardır.Sadece  katı, sıvı, gaz  hali değil! Başka 
    türlü haller var.Atom içi haller var. Kuantum halleri var! kuantum fiziğine 
    göre o halleri kullanabiliyorlar.Ama o hallerin önce soyut kurgusunu 
    felsefesini yapmışlar.O kavramlara sahip olmuşlar.Onları somuta geçirince 
    yeni kavramlar ortaya koymuşlar.Onlarda ‘soyut kavramlarda’ bizim 
    gibiyken bu kavramları yok sayıp saçma diyip unutmamışlar tam tersine 
    bunları geliştirmişler icraata geçirmişler ve şimdide kullanıyorlar.Maddenin  
    farklı hallerini yasalarını prensiplerini kullanabilmek için önce hallerin 
    bilgisene sahip olmamız lazım.Örneğin üst uzay yolculuğu gibi, Zaman 
    yolculuğu gibi, maddeleri atomla elektron arasına dek küçültebilme imkanı 
    gibi.Yani bu, bir atomu küçültüp kendisine benzer diğer atomun  
    elektronu ile çekirdeği arasına sıkıştırmak gibi bir şey.Keza evrende sonsuz 
    küçülme ve büyüme vardır.Dev bir uzay gemisini atomun elektronu ile proton’u 
    arasında gezebilecek kadar küçültmek mümkün dür.Tabi bu kavram bile 
    başlıbaşına çok farklı bir konudur.Atom içi hadiseleri ve uzay-zamanın esnek 
    doğasını kavradıkça, anladıkça zamanla bu gibi kabul edilmesi çok zor gibi 
    görünen şeyler  kabül edilecektir.Bunu biz söylüyoruz  felsefi 
    boyutta ifade ediyoruz ama  bu nasıl olur nasıl yapılır? Tabi ki o da 
    teknik düşünen insanların yapacağı şeydir.Zaten evrende her şey enerjidir!! 
    Mesele bir çok açıdan bu enerjiyi tanımak bu enerjiye hakim olmaktır.Bunu 
    yapabilirseniz zaten zamanda yolculuk makinasını da yaparsınız bu makinayı 
    atom içi kuarkların arasında bile gezebilecek boyutlara 
    küçültebilirsiniz.Aynı boyut içinde  aracı görünmez yaparsınız...vb. 
    gibi yani teknoloji sonsuz!!  Anlayış, kavrayış ve bilgi geliştikçe 
    ortaya yeni yeni haller çıkacaktır.O haller farklı hallerin bilgisini 
    gündeme getirecektir ve teknoloji sonsuza dek ilerleyecektir.İnsanlık 
    ilerleyecektir.
    Şimdi bu gibi  zamanda yolculuk 
    yapabilen, boyutlar arasında gezebilen bir yıldız sisteminden diğerine 
    birkaç saniyede hareket edebilen AGARTA’lılarında bu teknolojik seviyeye 
    gelmelerinin nedeni 
    daha henüz bizler tarafından bilinip anlaşılmayan  maddenin gizemli 
    yapısına dair bir çok bilgiyi anlamaları kavramaları ve soyut bazda 
    meseleleri irdeleyip yeterince hazmettikten sonra somut bazda uygulamaya 
    geçmiş olmalarıdır.Biz insanlar daha bu mevzularda  bırak  
    somut adımlar atmayı daha  bu 
    konularda bilimsel temelli soyut kurgular bile gündeme 
    getiremiyoruz.Demek ki soyut diyip geçmeyelim hayal diyip geçmeyelim, 
    felsefe diyip geçmeyelim.!Düşünelim araştıralım kavram olarak olayları 
    irdeliyelim.Çünkü soyut olmadan somut olmaz!Önce soyut düşünmeyi 
    öğreneceğiz.
    Peki bunu şimdiden kabül etmezsen  
    yani bazı olaylarda akıl yürütmezsen o işin felsefesini yapmazsan –öyle 
    değil mi?- fiziğin metafiziği olduğunu  psikolojinin parapsikoloji 
    olduğunu yani daha da  ötelerinin olduğunu kavrayamazsanız  daha 
    yeniye daha mükemmele nasıl gideceksiniz? Soyut kavramlar olacak’ ki 
    kurgular olacak’ ki o soyut kurgulardan bir yol bulup somutu o yönde 
    değiştirip madde hakkında daha üst düzeyli bir bakış açısı ve daha üst 
    düzeyli bir kullanma şekli elde edebilelim.İnsanlar maddenin olanaklarını ne 
    kadar tanıyorlarsa madde hakkındaki kavramları ve bilgileri ne kadarsa o  
    ölçüde bir teknoloji geliştirebilirler.Mesela biz uzayda yol almak için 
    enerjiyi tepkimel bir atım ve itim maddesi olarak kullanmayı akıl 
    edebilirken AGARTA’lılar enerjiyi bizim tam tersimize daha çok kalıcı  
    bir güç kaynağı olarak  kullanma yoluna giderek daha zarif  ve 
    hızlı sevk yasalarını gündeme getirmektedirler.Bizler elektromanyetik bir 
    havuz olan uzay dokusunda yanmış gazları eksozdan püskürterek ters yönde bir 
    itiş gücü elde etmeyi düşünürken AGARTA’lılar bu uzay/zaman denen hologram 
    plakasına etkide bulunacak ve hareket sağlayacak daha farklı sevk 
    sistemlerini geliştirmişlerdir.Çünkü bu konudaki kavrayışlarını 
    geliştirmişlerdir.
    Çetin Bal: 
    Evet  üstadım bizim elektromanyetik sevk yöntemi 
    dediğimiz şeyi kastediyorsunuz heralde? Yani bir gemiyi güç alanlarını 
    kullanarak elektromanyetik rezonans prensiplerince yine elektromanyetik bir 
    alan yapısında olan uzay/zaman hologram plakasına uzay gemimizi yada buna 
    bizim açımızdan zaman gemisi desek daha doğru olur!  İşte bu zaman 
    makinesini  bu hologramik alana  bağlayarak 
    yine bir alan frekansı niteliğinde olan zaman frekans bandı dediğimiz geçmiş 
    ve gelecek zaman/uzay hologram plakaları içerisine doğru frekanssal bir 
    yerdeğiştirimle hareket ettirebiliriz.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Zaten diğer  konuşmalarımızda bunu ifade etmiştik.Dediğin gibi  
    meseleyi anladıktan sonra sorun yok zaten.Haa..  sen AGARTA’ lılar gibi 
    yapmazsında yine aynı olayı bir başka şekilde yaparsın.Ama sonuçta 
    yaparsın!!Olayı bildikten sonra meselenin kavrayışı içerisine girdikten 
    sonra olmayacak bir şey yok.
    Burada da hep ifade ettiğimiz gibi bir 
    olayı önce hayal boyutunda soyut planda tahayyül etmeden kurgulamadan  
    pratiğe geçmek mümkün değildir.O bakımdan soyut düşünce boş şeymiş gibi 
    düşünülmemeli soyut düşünceye önem verilmeli.
    Dünya ve kainat somut olarak yok iken 
    soyut olarak var idi.Düşünce olarak var idi.Düşünceler somutlaştı.Bu ne 
    demek? Bu şu demek oluyor dünya sahnesindeki  insan denen oyuncu kendi 
    kurguladığı bir dünyanın içerisinde yaşıyor...bizim bilincimiz mi  
    kainatın içinde yoksa kainat mı bizim bilincimizde bir resim...bir imgelem.? 
    İnsanın fizik bedeni mi düşüncesinin somutlaşmış bir yansımasıdır? Yoksa 
    düşüncemi  somut bedenden kaynaklanır?Bedenle mi varız soyut 
    düşüncelerimizle mi varız?
    Soyut ve somut ?Aslında ne biri 
    diğerinden önce gelir nede bir diğeri öbüründen önce gelir.Aslında bütüncül 
    bir açıdan bakıldığında GERÇEK ne soyut olandır ne somut olandır.GERÇEK her 
    iki durumuda kapsayan bir tanımsızlık içerisinde oturur.İşte bu 
    tanımsızlıktır ki  ona bakanların  bakış açısına göre her şekli 
    alabilen bir şeydir GERÇEK!! Öyleyse herkesin kendi bakış açısına göre 
    oluşturduğu bir gerçekten bahsedebilirmiyiz? Evet 
    bahsedilebiliriz.4.boyuttan 3.boyutu düşündüğümüzde bizim dünyamız yoktur. 
    Yani bir anlamda soyuttur.Şuur enerjisi kendisini hangi frekans ortamlarında 
    algılamak istiyorsa orda varolur öyleyse. Şuurun gerçeği daima ŞİMDİ’dedir.Geçmişte 
    yada gelecekte değil! ŞİMDİ’de.Geçmiş zaman o zaman boyutu 
    içerisindeki bir şuura göre şimdiki zamandır.Ama bize göre şu anda geçmiş 
    zamandır.Bizim şimdimiz o zaman boyutuna göre soyut olan  henüz olmayan 
    gelecek zamandır.E’ peki söyle bana hangisi gerçek!!
    Çetin Bal: 
    ..ee  üstadım valla bana kalırsa hepside kendine göre gerçek.Yani zaman 
    çizgisini zamansızlık içinde yerini alan bir daire gibi düşünürsek.Bizim 
    dairenin dokunduğumuz noktası bizim ŞİMDİ’miz olur.Dokunacağımız diğer yer 
    bizim geleceğimiz olur.Ve dokunmuş olduğumuz  yerde  zamansızlıkta 
    yer alan bize göre geçmişte kalmış olur.Demek ki
    geçmiş, gelecek ve şimdi  mevzusu şuurun içine 
    girdiği zaman frekansları ortamına göre değişiyor.Şuur frekansları ile ‘sonsuz 
    metrajlı zaman frekans bandının’ kesiştiği  her noktada şuur 
    enerjisi kendi  ŞİMDİ ‘sini yaşar.
    Üstad Muzaffer kınalı: 
    Evet  demek’ki  yine hep söylediğimiz  şeye 
    yani zamanın aslında olmadığı  anlayışına ulaşmış oluyoruz.Yahutta 
    diğer bir ifadeyle zamanın izafi olduğu kavrayışına ulaşıyoruz.Bunu herkesin 
    kavraması oldukça güç tabi..Ama zamanla insanlar bizi dinledikçe okudukça  
    araştırdıkça meseleye daha  çok vakıf olacaklardır.
    Nerde kalmıştık? soyut ve somut 
    kavramlarda kalmıştık. ‘Dünya ve kainat somut olarak yok iken soyut olarak 
    var idi’ dedik.Düşünce olarak var idi dedik! Daha sonra düşünceler 
    somutlaştı.DÜŞÜNCE temelde kuantum enerji vakumunun içine yayıldığı gerçek 
    varoluş zeminidir.Ve insan düşünceleri de bu evrensel zemindeki düşüncenin 
    biyokimyasal yapılar içerisindeki yansımasıdır.Beyin dediğiniz şey kuantum 
    kökenli evrensel bilince sadece ayna olma vazifesi görmekten başka bir 
    özelliğe sahip değildir.Düşünceyi beyin yaratmaz!! Beyin varolan düşünceyi 
    yansıtır sadece.Ayna kırıldığında her yerde varolan ışık yine aslında hep 
    ordadır.Asla bir yere gitmez, kaybolmaz yada yok olmaz.  IŞIK( düşünce) 
    taki kendine yeni bir ayna bulana dek zamansızlıkta öylece asılı 
    durur.Zamansızlık tüm ruhların evidir. Ya da bir başka ifadeyle bilinç denen 
    şey radyo dalgaları gibidir.O kendine uygun bir radyo bobini bulduğunda 
    orada indüklenerek ses verir.Radyo kırılsada senfoni daima oradadır titreşir 
    durur.Taki kendisini  ifade edebileceği yeni bir hoparlör bulana dek  
    sonsuzluktaki yerini alır.
    Eğer kuantum vakumuna yeterince eğilip 
    bakabilseydiniz orda kendi bilincinizin  aksini görürdünüz. Eğer başka 
    bir arkadaşınıza gidip o atom içine doğru uzanan kuyuya kafasını uzatmasını 
    isteseydiniz o da ordaki  kuantum vakumu aynasında kendisini 
    seyrettiğini görecekti. Ve o anda  arkadaşınızın ve kendinizin ve madde 
    dediğiniz tüm bu şeylerin kendi bilincinizden yapılma soyut şeyler olduğunu 
    fark ederdiniz. Ve işin enteresan tarafı her ikinizde aslında aynı bilincin 
    kendini farklı bedenlerde farklı bilinçler gibi algıladığını fark 
    edecektiniz.Oysaki gerçekte ortada tek bir evrensel bilinç var.Tüm evren tek 
    bir evrensel bilinç aynasıdır.Sonsuzluktaki tüm düşünen beyinler sanki o 
    aynanın kırılarak binlerce parçaya ayrılması ile kendini binlerce kişiye 
    bölmesi sonucu varolmuş kişiliklerdir.Evrendeki tüm bilinçlerin toplamı 
    sanki tüm kırılan ayna parçalarının bir araya gelip  bir yerde evrensel 
    bilinç  aynasını yani tek bir bilinci ifade etmesi demektir.
    Aslında sandığınız gibi varolmadığınızı 
    bilmek, sanal bir dünyada yaşadığınızı bilmek, size kendi evrensel 
    bilincinizin farkındalığı içinde düşünce gücünüzle tüm madde dünyasını  
    değiştirebileceğinize dair güçlü bir inancı ve kanıyıda beraberinde 
    getirir.Böylelikle bu sanal dünyada  kendi kurallarınızı kendiniz 
    belirleme gücüne ve olanağına kavuşmuş olursunuz.Bu bir nevi Allahın nuruna 
    şuuruna bürünmek gibi bir şey... Ama bunu kavramak ve anlamak şu anki insan 
    aklı için çok zor bir meseledir.Bu durum insan zihni ile evrensel zihnin 
    aynı frekansta rezonatif bir bütünleşmeye geçmesi gibi bir şeydir.Bu noktada 
    fizik bedeninle düşündüğün yerde olursun.Düşünce hızıyla bir yıldız 
    sisteminden diğerine seyahat edebilirsin.
    Tüm beyin hücrelerini bu gerçeğe 
    şartlarsan bu gerçeğin kavrayışı içerisine girersen zamanla beyin 
    frekanslarını da değişime  uğratırsın.Hücre içi frekanslarını da yani 
    fizik vucudunu oluşturan her bir hücreni çevreleyen biyomanyetik alan 
    frekanslarınıda  sonsuzluğun frekanslarına ayarladığında artık tüm 
    sonsuz boyutlarla sonsuz zamanla ve mekanla bağlantı kurarsın...yani 
    bütünleşirsin..zamanı ve maddeyi aşarsın  artık zamansız ve mekansız 
    bir hale geçersin ve tüm bu söylediğimiz halleri bizatihi kendin 
    yaşarsın.Nerdeyse bu durumda beynin, hatta şakraların % 100  çalışır 
    hale gelir.Öyleki biyoenerjinle bile ölüleri diriltebilecek bir güce 
    ulaşırsın.Yani bunlar çok büyük yada imkansız şeyler değil.Bunların şovunu 
    yapmakta mesele değil! Asıl GÜÇ  bilinçle,  
    akılla, anlayışla ve duygulardaki gelişmişlikle ölçülür.İnsanlar 
    kendilerini henüz tam olarak tanımıyorlar.Örneğin bir hücrenin temel yapısı 
    ve fonksiyonları diyince, insanlar bu konuda yaşamsal olan en kaba bilgi ve 
    fonksiyonu tanımlayabiliyorlar.Oysaki hücredeki çekirdek ile onun arasındaki 
    stoplazma bile öyle fonksiyonlara işlevlere sahipki,  hayal gücünüzü 
    bile aşan öyle şeyleri yapmaya programlanmışki bugün  bu bilgileri, bu  
    halleri insanların kavraması ve çözmesi nerdeyse mümkün değil!! 
    Bir hücrenin fonksiyonel potansiyelleri hemen hemen sonsuzdur.Bu 
    bağlamda bir insanın yapabileceklerinin olası potansiyelini bile düşünmek 
    sıradan insanlara ürkütücü gelir.İnsan varlık olarak ne sırlar ne kodlar 
    üstünde oturuyor da bunun farkında bile değil.Zaten tarihten bu yana gelen 
    KENDİNİ BİL  öğretisi bu gerçeğe dayanır.Efsanelerdeki eski 
    Atlantis’te,  eski Mısır’ da eski şaman eğitimlerinde,  
    kızıldereli kültüründe uzak doğuda ve anadolu tasavvuf  okullarında,  
    dergahlarında hep bu bahsettiğimiz bilgiler verilirdi, bunların eğitimleri 
    yapılırdı.Ama sonraları bu  felsefelerin öğretilerin dejenere olması, 
    saptırılması   sonucunda artık günümüzde bu  gerçekleri 
    yaşayanlar hemen hemen hiç kalmamıştır desek yeridir.Artık dinler bile 
    GERÇEĞİ taklit boyutunda yaşamaktan  öte insanlara bir şey vermez 
    olmuş.Bu anlamda her hangi sabit bir ideolojiye düşünceye bir fikre 
    ŞARTLANMAMIŞ BEYİNLER’in ilimde bilimde teknolojide daha ileri gitmesinin 
    sebebi de budur.  ‘Din bir afyondur’ diyor Yunanlı filozof Eflatun! 
    İşte bugün maalesef islami kültürdeki yozlaşma  ve meseleleri taklitçi 
    ve dar bir alana sıkıştıran zihniyetten dolayı biz Müslümanlar büyük bir 
    maneviyatın mirascıları   olmamıza rağmen  dünyada hem manevi 
    boyutta hemde maddi boyutta en geri toplumlara dönüşmüşüz.Bunun nedenlerini 
    iyi sorgulamak lazım.
    Modern batı Rönesans hareketleriyle 
    ilime, bilime önem vererek, bazı tabuları yıkarak bugün bir yerlere 
    geldi.Bizdeki durum tabi daha farklı.Toplum olarak düşünmeye araştırmaya hep 
    engel olmuşuz araştıranı düşüneni hep taşlamışız, kafamıza uymayanı  ya 
    deli ya da hayalci ya da dine karşı geliyor.. diye bir kenara itmişiz 
    dinlememişiz. Yok Allah çarpar! yok efendim dinden çıkarsın yok efendim 
    günaha girersin yok cin çarpar, aman okuma deli olursun yada dindeki bir 
    meseleyi anlatırsın anlamaya çalışırsın bu seferde  ‘eski köye yeni 
    adetmi getiriyorsun’ diye kafir olursun..vb.gibi!! asılsız iddia  ve 
    suçlamalarla bu insanları karalayıp ortadan kaldırmaya kadar giden 
    eylemlerle toplumu köreltmişiz. Materyalist olan bize şarlatan diyor, dinci 
    olan bize başka bir gözle bakıyor.İşte bizler bu gibi tuhaf yargılamalarla 
    boş beyinlere sahip bir İslam toplumu yaratmışız.Aynı şey metafizikte, 
    tasavvufta, materyalist düşüncede de kısmen yaşanmıştır.Şartlanmalar ve ön 
    yargılar nerde olursa olsun yanlıştır, hatalıdır.Bu işin dinle imanla, 
    hayalcilikle  ilgisi yok.Sonuçta ne ekersen onu biçersin  eee  
    sen  bir şey ekmemişin ki!! Hz Muhammet ‘ilim Çinde olsa bile gidin 
    alın’ demiştir.Ayetlerde buna benzer  o kadar çok anlatım vardır ki  
    ama dinleyen kayda alan kim!! Gerek Hz Ali’nin Hz Muhammetin  ve bir 
    çok İslam evliyası diye tabir ettiğimiz tasavvuf erbabları Muhittin Arabiden 
    , Mevlana’ya   Abdül Kadir geylani hazretlerine dek ..daha burada 
    isimlerini  sayamayacağım onca gönül erinin hatta İslam bilim 
    adamlarının( İbni sina dan Hazerfen çelebiye aklınıza kim gelirse) hepside  
    bilimin  bilginin ilerlemenin geniş  gönüllü olmanın, mücadelesini 
    vermişlerdir.İnsanı onun sonsuz potansiyellerini her demde, sohbette dile 
    getirmiş hatta kimi yerde fizik boyutları aşan uygulamarı ile bunları ifade 
    etmişlerdir.
    Hep eskiye dönük örnekler vermekte doğru 
    değil bugün bizler konuşuyoruz, bizler varız sen zaman yolculuğunu 
    araştırıyorsun, ilahiyatcılarımız ‘din’i insanlara daha geniş bir 
    perspektifte  anlatmaya çalışıyor, ve hangi düşünceden olurlarsa 
    olsunlar üniversitelerdeki tüm akademisyenler bizim insanlarımızdır onların 
    araştırmalarına düşüncelerine de bu toplum destek vermeli.Ki bunun hem 
    Türkiye’ ye hem İslam toplumlarına hemde dünya insanlığına yararı 
    olsun.İnsanlık olarak hep birlikte gelişelim o gavur bu bizden o sizden 
    anlayışını da ortadan kaldıralım. İnsanlık ailesi olarak inananıyla 
    inanmayanıyla birlikte yükselmeye evreni anlamaya gayret edelim.Bunu önce 
    millet olarak  kendi içimizde yapalım.!Bunları herkes anlamalı benim 
    olmadığım yerde sen konuşacaksın, sen arkadaşlarına anlatacaksın onlar 
    başkalarına anlatacak.Böylelikle evrensel düşünceler  nesilden nesile 
    dünya insanları arasında yayılacak burada kişiler önemli değil bizler sadece 
    aracıyız bugün varız yarın yokuz!! önemli olan evrensel duygu ve 
    düşüncelerin yayılmasıdır, insanlar tarafından anlaşılmasıdır.Bir yerde 
    dinlerinde ötesinde insanlık ailesi olarak birliği ve beraberliği 
    yakalamalıyız.Asıl olan gerek dinlerde gerekse felsefi söylemlerde gerekse 
    mistik öğretilerde ifade edilen o kozmik  gerçekleri anlamaktır, 
    kavramaktır yaşamaktır.Yoksa gerisi laffff. Meseleyi anlamadıktan sonra aynı 
    kelimeyi bin yılda okusan, bin yılda söylesen yine boş  yine boş!!Eğer 
    okuduğun  kelime senin hücrelerindeki kimyayı, titreşimi evrensel olana 
    yaklaştırmıyorsa seni değiştirmiyorsa, seni dönüştürmüyorsa o zaman sen 
    kitap yüklü eşekten başka bir şey olmazsın...
    Zaman yolculuğu yapmaktan 
    bahsettiğimizde önceden de dediğim gibi öncelikle meseleyi kavraman, anlaman  
    bu yolculuğu soyut planda hazırlaman lazım.Maddenin farklı hallerini, 
    olanaklarını bilmen lazım.Bir şey yapmayı bir bina yapmayı tahayyül edersin, 
    düşünürsün, planını projesini çizersin hazırlığını yaparsın. Ondan sonra onu 
    fizik boyutuna geçirirsin.Aynı durum!
    Öyleyse zaman konusunda yahutta mekanın   
    izafi oluşu konusunda iyi şeyler öğrenip yapmak için fizik bedeni ve ruhsal 
    bedenini bütünleştirecek, soyutla somutun geçişlerini pekleştirecek, 
    güçlendirecek ikisini birden icraata yani uygulamaya dökeceksin.
    Çetin Bal: 
    Zaten üstadım şu da varki  zaman akımına müdahale edebildiğimizde 
    uzaydaki mesafeleride bir anda aşabiliriz.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    İşte aynı şey! Mekan yok  dedik yaa! Mekan yok dediğim  
    o! Zamanla mekan birbiriyle uyum içinde. Birini aşınca diğerinide aşmış 
    oluyorsun.
    Çetin Bal: 
    Uzayda bir yerden diğerine hareket için belli bir sürenin geçmesi lazım.Yani 
    zaman içinde o hareketi yapıyorsun...
    Üstad Muzaffer  Kınalı: 
    Ama  ‘ZAMAN’  yoksa!! Zamanın olmadığı yerde 
    mesafelerinde bir anlamı yoktur.Zaten ışıktan hızlı yolculukların sırrıda 
    burada saklı.
    Çetin Bal:Eğer 
    zaman akımına egemen olabilirsek bu akım hızını denetleyebilirsek uzaydaki 
    mesafelere de egemen olabiliriz.Mesafeleride ortadan kaldırmış oluruz.Aynı  
    ANda!
    Üstad Muzaffer  Kınalı: 
    Aynı Anda! Evet. İşte aynı şey! Bir ANda evrenin her 
    tarafında olabilirsin, her noktaya intikal edebilirsin.
    Çetin Bal: 
    Sanırım bunu  ‘Sıfır Zamanda Sevk Sistemi’ olarak 
    adlandırabiliriz.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Evet öylede denebilir. Böyle bir seyahat anlayışı içerisinde aslında zaman 
    aracı yapma fikrinede gerek yok!Sen bu yolculuğu ruhsal enerjini yani beyin 
    dalgalarını kullanarakta ve biyomanyetik enerji alanlarınıda kullanaraktan 
    yapabilirsin. Çünkü insan aynı anda geçmişi ve geleceği  müteala 
    edebilir.Böyle bir müteala içinde kişi zamanıda aşmış oluyor, mekanıda aşmış 
    oluyor.Diğer bir ifadeyle kişinin zihni ve fizik vucudu mekanla sınırlı 
    değilse, zamanla sınırlı değilse kişi zihin ve beden frekansları düzeyinde 
    sınırsızlık ve sonsuzluk içerisine girmiş demektir.Önce zihni sonra bedeni 
    böyle bir sınırsızlığın kavrayışı ve yaşayışı içerisine sokabilirsin.Öyleyse 
    sonsuzluk ve sınırsızlık içerisinde hem mekanın hem zamanın sonsuz  ve 
    sınırsızlığı vardır.Haa..  işte o zaman herşey  tamamdır.İşte bunu 
    anladıktan sonra zamanın içerisinde ‘de sıradan, zamansızlığı kavrayamayan 
    insanları zaman içerisinde yolculuk yaptıracak bir teknik alet fikri 
    veyahutta bir vizyon olarak geleceğe veya geçmişe ait görüntüleri bir 
    ekranda gösterme  fikride sözkonusu olabilir.
    Bu zaman içerisinde yolculuk fikri önce 
    zamanın diğer boyutlarına ait görüntülerin yakalanması ve bir ekrana 
    aktarılması şeklinde olabilir.Daha sonra bu zaman yolculuğu fikri maddi 
    hareket şeklinde cismin bir zaman boyutundan diğerine doğru kuantum 
    enerjileri düzeyinde  bir işlemle  aktarılıp taşınması şeklinde 
    olabilir.Böylelikle sadece zihin dalgalarımızı yada astral bedenimizi değil 
    maddi nesneleride  sonsuz geçmiş ve geleceğe doğru transfer 
    edebiliriz.Zaten astral dediğimiz ruhsal dediğimiz şeylerde bir bakış 
    açısına göre daha yüksek frekansta titreşen enerjilerden başka bir şey 
    değildir.Öyleyse maddeyi oluşturan enerjiye ait vibrasyonlarıda  astral 
    bedenin  elektriksel titreşim hızı seviyesinde titreştirirsek madde, 
    yükselen titreşimlerinden dolayı astral bedenin geçebildiği ulaşabildiği 
    zaman ötesi noktalarada rahatlıkla taşınabilir.Zaten boyut farkını yaratanda 
    bu titreşimlerdir.
     
    Ancak bu  ‘zaman  boyutları 
    içinde  madde nakli’ni  şu anki bilinen maddi bilgileri kullanarak 
    yapamazsınız.Bunu yapmaya kalksanız bile elde edebileceğiniz maksimum hız 
    ışık hızıdır.Bu seviyeye ulaşsanız bile  bu hızla bir yere 
    varamazsınız.
    Çetin Bal:Zaten  
    üstadım dediğiniz gibi AGARTA’lıların uzay gemileri bile şu boyut içerisinde 
    en fazla ışık hızında bir hızla hareket edebilir.Zaten bu hız bu boyutta  
    gösterimde olmanın bir şartı.Bu hız aşılınca boyutsal çerçevede 
    kendiliğinden değişmiş ve aşılmış oluyor.Zaten bizim boyutumuzda algılanan 
    IŞIK HIZININ aşılması demek bir üst boyuta geçmek demektir.
    Üstad Muzaffer Kınalı:Evet...Zaten 
    bunları daha önceki ifadelerimizde de söyledik.Zaten madde özü itibarıyla 
    kinetizmal bir enerjidir yada devam ede giden titreşimsel bir süreçtir bir 
    dalga formudur.Maddeyi aşmak diyince bu bahsi gecen kinetiksel enerjinin 
    üstünde bir enerji bandına geçmeyi yada kuantumsal bir sıçramayı 
    kastediyoruz.Zaten dördüncü boyut dediğimiz şey de üç boyutlu maddeye ait 
    yükselen titreşim hızının içerisine girmekte olduğu bir sonraki boyuttur.
    Çetin Bal: 
    Zaten boyutlar içerisinde yükseldikçe her boyutun kendine 
    göre bir ışık hızı sınırlaması var.Ama bu ışık hızı değerleri o boyutların 
    zaman ve uzay sürekliliklerine göre tamamen farklı değerler alır.Bu açıdan 
    bizim boyutumuzda ışık hızıyla giden bir uzay gemisi bir kuantum 
    sıçramasıyla bir üst boyuta yükseltilmiş olursa aynı uzay gemisinin  o 
    boyuttaki hızı yine o boyuta ait ışık hızı limitinde ama bizim boyutumuza   
    göre kıyaslandığında 2 nin tam katları oranında artacaktır.Yani bu yolculuğu 
    deftere çizersek şöyle bir grafik ortaya çıkıyor.Bizim boyutumuzda A 
    noktasından B noktasına gitmek 100 milyon ışık yılı gibi bir mesafe ve zaman 
    aralığına karşılık gelmesine rağmen bir üst boyutta bu aralık dahada 
    kısalmaktadır.Yani uzay gemimizle daha üst boyutlara yükseldikçe bizim için 
    sonsuz olan mesafeler dakikalar ve kilometreler seviyesine dek 
    küçülebilmektedir.Bizim boyutumuzdaki A ve B arası bir uzay aralığı bir üst 
    boyutta C ve D kadarlık bir mesafeye karşılı gelmektedir.
                         
    
    1.Titreşim oktavı =Bizim boyutumuzda 
    ışık hızı 300.000Km /Sn
    2.Titreşim oktavı=Bir üst boyutta ışık 
    hızı 600.000 Km/Sn 
    3.Titreşim oktavı= ışıkhızı  
    1.200.000 Km/Sn
    Üstadım sizinde katkılarınızla  
    benim  bulgularım göstermiştirki boyutlar yükseldikçe ışık hızı ikinin 
    katları oranında artar.Sanırım AGARTA’lılarda böyle yolculuk ediyorlar.Yani 
    Modern fiziğin öngördüğü kurtçuk delikleri denen wormhole  yöntemiyle 
    uzay/zamanda çekimsel eğrilikler yaratarak değilde ışığın frekanslarıyla 
    oynayaraktan bir boyuttan diğerine geçmeyi düşünmüş olmamız lazım...
    Üstad Muzaffer Kınalı:  
    Evet  demek istediklerimizi genel hatlar itibarıyla 
    anlamışsın  ve belirli bulgulara varmışsın.Yani olayı bu şekilde de 
    ifade edebiliriz.Zaten ışınlama yada zaman yolculuğu  yada uzayda 
    atlama diyince mesele  maddenin vibrasyonel enerjisini yükselterek bir 
    kuantum sıçraması ile ışıkhızı duvarını atlayarak bir üst uzaya geçmek ve 
    orda hareket etmektir.E’ peki bunu neyle nasıl yapacaksın Burada yine  
    devreye giren şey bir manyetik enerji kullanmaktır.Tabi bunla birlikte 
    kristalleride kullanacaksın.Kimileri bizim burada bahsettiklerimize bir 
    hikaye yada bir bilim kurgu masalı gibi baksada evrensel mantıkla hareket 
    edenler burada söylenenleri gayet iyi anlayacaklardır.
    Şimdi zaman kavramı üst boyutlarda da 
    vardır.Ama ordaki zaman ve mekan kavramı bizimkinden oldukça farklıdır.Zaten 
    bizim ışık hızı limitimizi göreli kılan  şeyde işte bu olgudur.O 
    boyutlardaki yada boyutlar yükseldikçe diyelim zaman ve mekan yapısı bir 
    önceki boyuta göre daha’da genişleyip açılmaktadır.
    Bu  meseleler çok geniş olan 
    anlatıldıkça derinleşen mevzulardır.Bugün çoğu insana deli saçması gelen 
    bahsettiğimiz, söylediğimiz şurda konuştuğumuz bu mevzular gelecekte  
    herkes tarafından kabül edilecektir.Bugün dar görüşlü sıradan insanlardan 
    akademisyenlere kadar bir çok kimse  şurda ifade edilen hadiseler 
    konusunda akıl yürütebilecek yada anlattığımız şeyler içinde  
    söylenmeyen bir çok ilmi görebilecek görüş gücüne bile sahip 
    değildir.Onların kabül etmemesi bu söylediklerimizin olmadığı anlamına 
    gelmez.İlim sonsuzdur.Bizim buradaki gayemiz insan şuurunu- gönlünü açmaya 
    genişletmeye yönelik çabalardır.İnsanlar sonsuzun ve sınırsızın kavrayışı 
    içerisine, anlayışı ve yaşayışı içerisine girdikçe bizim burada 
    söylemediğimiz, konuşmadığımız bir çok mevzuyu zaten kendileri sezecek, 
    hissedecek ve ifade edeceklerdir..İşte bütün bunları göz önüne aldığımız 
    zaman önce her şeye eğitimden başlamak lazım.
    Çetin Bal: 
    Üstadım zaten hem zihnen, ruhen anlayışımızı, kavrayışımızı  
    sınırsız olana akort ederken, sonsuzluk ve sınırsızlıkla bütünleşmeye 
    çalışırken fizikten metafiziğe, psikolojiden parapsikolojiye doğru açılan 
    bir geniş görüş ufkuna sahip olmak lazım.   
    ‘Görünmeyen ilimlere giden yol  görünen ilimlerden geçer’. Bu 
    açıdan deneysel fiziğin kazanımlarına ve modern bilimin kazanımlarınada 
    sahip çıkıp dahada ileri gitmeyi ve bu doğrultuda çalışmayı düşünmeliyiz..
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Elbette.Zaten bizim dediğimizde bu!! Bizde her demde evrensel bilgiyi 
    araştırmak ve ugulamaktan bahsediyoruz.Evrensel olmaktan, sınırsızı ve 
    sonsuzu anlamak için sınırsız ve sonsuz olmaktan, şartlanmaları ve ön 
    yargıları aşmaktan bahsediyoruz.Hatta diyoruzki  önce düşünceler ve 
    hayaller gelir.Hayal  kuraraktan somutu  değiştirmekten 
    bahsediyoruz.Soyut düşünmenin öneminden bahsediyoruz.Yani soyut olmadan 
    somut olmuyor.Bunları iyi anlamak lazım. Şimdi bir çocuk doğunca ona somut 
    bilimlerin yanında soyut bilimleride öğretmemiz lazım.Soyut düşünebilme, 
    yaratabilme becerisinide çocuğa kazandırmak lazım.Bilim zaten bu değerler 
    üstünde yükselir.Tüm bu soyut ve somut denen hadiseleri sağlıklı bir şekilde 
    öğretmek lazım. Bundan dolayı dünyanın bir çok yerlerinde parapsikoloji 
    okulları açılmış.Halbuki bizde parapsikolojinin ‘P’ sini    
    bile bilene deli gözüyle bakılıyor.Bu yüzden 30 yıldır söylediğimiz bir çok 
    şeylerden dolayı hala korkuyoruz bu konuları açmaktan çekiniyoruz.Daha 
    öncede geçmişte hatta şu anda bile dünyanın bir çok yerlerinde bazı insanlar 
    bu tarzda bazı metafizik olarak bilinen yahutta  soyut olarak bilinen 
    konuları ifade ettiklerinde hayranlıkla dinlenir ve alkışlanırken, saygı 
    duyulurken  bu tarz şeyleri biz söylediğimiz zaman, Türkiyede birisi 
    söylediği zaman  maalesef  buna deli diyorlar yahutta manyak 
    diyorlar yahutta ciddiye almıyorlar, gülüyorlar.  ‘Hadi sende kim 
    oluyorsun’ dercesine gülüp geçiyorlar.Bu çok kötü bir şey..!
    Çetin Bal: 
    Evet üstadım aynı şey benim içinde geçerli.Bu toplumda kitap 
    okumak, düşünmek anlamak, düşüncelere dalmak kötü bir şeymiş gibi, boş bir 
    şeymiş gibi algılanıyor.Bir şey söylesen hemen sen ne mezunusun, sen ne 
    anlarsın, sen kimsin kardeşim, saçmalama, boş şeylerle uğraşma, sen kafayı 
    yemişsin demekle kalınmıyor insanlar artık zavallı, saf  kendini 
    aldatıyor dercesine bir bakışla sana  bakıyorlar!Sen alimmisin, 
    bilginmi olacaksın diye  insanı ciddiye almıyorlar, manevi olarak 
    desteklediklerini söyleselerde, içlerinden gülüp geçiyorlar.Bizim 
    milletimizin bu zihinsel kültürsel ahlaki dejenerasyonu gerçekten çok üzücü 
    bir durum.İnsanlar başlarını mavi gökyüzüne doğru kaldırıp başka dünyaların 
    başka gerçeklerin olabileceği, başka ölçülerin varolabileceğine dair geniş 
    bir kavrayışa, geniş bir görüş gücüne sahip değiller maalesef.Bu dinde de  
    böyle materyalist bakış açısında da böyle diğer düşünce sistemlerinde de 
    böyle.Yani üstadım insanlar sizinde dediğiniz gibi sınırsız olan gerçeği 
    kavramak için sınırsız,  Ve sonsuz olanı anlamak için sonsuz  
    olmayı bir türlü algılayıp yaşamlarına yansıtamıyorlar.Daha doğrusu 
    anlamıyorlar bunu!Diyorlarki sen  bilim adamımısın, sen peygambermisin,  
    sen bilmem ne alimimisin sen kimsinde şunu diyorsun şunu yapmaya 
    çalışıyorsun diyorlar.Yani bu kadarıda pes doğrusu üstadım.Bu insanların  
    içine düştükleri bu gaflet bu nefret bu çekememe bu küçümseme, bu çok 
    bilmişlik bu hiçe sayma nasıl açıklanır doğrusu bilemiyorum..Yahu  
    -insan küçüldükçe büyür-  yaaa! Yani bizim insanlarımız bazı değerler 
    silinip gittikten sonra yada kendi gözünün ötesinde birileri bir şey diyecek 
    ki onu alkışlayacak, yaa  ne adam be  diyecekler.Amerikalı 
    Avrupalı, Hintli bilmem nerdeki adam  bir konuda bir şey diyecekte  
    onun ağzına bakıp  vaybe acaba ne demek istedi? diyip kendi kendilerine 
    kasılıp büzülecekler.Metafizik mevzularda da  bu böyle! sonsuz 
    alemlerin her noktasını ihate edip gezip gelip burada  saklı geleceği 
    anlatsakta  daha yeryüzünde söylenmemiş şeyleri konuşsakta anlayan 
    dinleyen kayda alan yokki!Böyle dejenerasyon görülmüş şey değil.Yani biz 
    kendi insanımızı adamdan saymıyoruz maalesef. Hadi bizim akademik  bir 
    belgemiz  yok..! tamam ama  akademik  belgeleri ödülleri olan 
    insanlar bile alışılmadık şeyler söylediğinde onu destekleyeceklerine yada 
    dinleyip anlamaya çalışacaklarına  bir çekememe hazmedememe havası  
    içinde üstüne nerdeyse beton döküp yok etmek için  elimizden geleni 
    yapıyoruz.
    Artık  gerçekçi olup toplum  
    olarak devlet olarak, millet olarak kendimizi eleştirmeliyiz.Toplum kendi 
    dejenerasyonunu  örtbas etmek için hep ekonomik koşulların 
    yetersizliğini bahane edip kendini savunmaktadır.Yavv   zihniyetin  
    ekonomiyle ne alakası var.Önce araştırma zihniyetini geliştireceğiz, 
    insanımıza düşünmeyi öğreteceğiz.Yani  boş hamasi  nutuklarla bu  
    millet daha akıllı daha zeki  yapılmaz.Eğitime toplum olarak en büyük 
    payı ayırmamız lazım.Örneğin İsrail'e hep kötü deriz karalarız.Ama arabik 
    islama baktığımızda ve bir de İsrail toplumuna baktığımızda aradaki 
    zihniyetin ne derece farklı olduğunu farkedebiliriz.Demekki  bir 
    topluma ne kadar kötü desekte, ''yiğidi yerden yere vur ama hakkınıda ver'' 
    demişler.Keza Hristiyanlarda aynı! bu toplumlar zihniyet olarak bazı 
    değerlere bizden daha çok sahip  çıkmışlar.Biz bunları burda söyleyince 
    kötü oluyoruz.Yada anlamak istemiyoruz .Depresif bir hal sergiliyoruz.Yavv 
    kardeşim  İslam bu  değil yaa!! Üniversitelerimiz ve modern bilim  
    diyoruz.Ama araştırma yapmayan bir üniversite olmaz  yaavv.Önce bizler 
    toplum olarak insanlık değerlerine, insanı  insan olarak algılama 
    boyutuna yükselmeliyiz.Objektif  bilimi  geliştirmeliyiz.Ki bu 
    ifadeleri bizler  yöresel çerçevede söyledik.Fakat  dünya 
    milletleri olarak dünya biliminin prosedürleri bazında da aşılması gereken 
    değiştirilmesi gereken kalıplaşmış  anlayışlar vardır.Bugün insanlık 
    değerleri  Amerika ve Avrupa milletleri tarafından taşınmaktadır.Bugün 
    Avrupa  ve Amerikan değerleri hala Atatürk'ün kabül edilebilirlik 
    sınırları içerisindedir.Ama maalesef bizler Türkiye Cumhuriyetini bu kabül 
    edilebilir değerler sistemine yaklaştıramadık bile.
    Bizler kendi toplumumuzun değerlerini bu 
    değerler seviyesine yükseltmeye çalışırken emperyalist değerlerle karışmış 
    bu dünya insanlığının değerlerini de daha yükseklere doğru taşımalıyız.Her 
    dünya milleti bu sözlerimizden bir şeyler almalı.Milletler bir diğer milleti 
    zihinsel geriliğinden ötürü kandırıp sömürmeye çalışmamalıdır.Bu küresel 
    dünya geleceğini tehlikeye atan bir tutumdur.Zihinsel olarak gelişmemiş 
    milletleri eşek yerine koyup sırtına semer vurmaya kalkarsanız bu eşekler 
    medeni dünyanın başına ilerde büyük proplemler çıkarabilirler.Bu  
    açıdan bu milletlere  karışmamak onların gelişimine bir abi olarak 
    yardımcı olmak daha doğru bir yaklaşım olur.Amerikan ve Avrupa emperyalizmi 
    bu tutumu benimsemelidir.Birleşmiş milletler, uluslar arası arenada küresel 
    dünya için eşit adalet temeline dayalı bir sistemi gözetmelidir.İlerde 
    olurki biz Türkler büyük bir medeniyetin sahibi olursak bu, doğuya da batıya 
    da eşit adaleti getirme gayreti içerisinde olduğumuzdan dolayı 
    olacaktır.Hangi millet olursa olsun kendi değerlerini yükselterek  
    evrensel değerler ve küresel dünya anlayışına doğru milletleri bir araya 
    getirerek tek bir dünya milletinini hedeflemelidir.Tek bir dünya devleti!! 
    ve evrensel insanlık değerleri!!Bu bütünleşme  bugün için sadece Dünya 
    gezegeni açısından söylensede yarın farklı dünyalardaki farklı yaşamlarla ve 
    bizlerden daha farklı inanç sistemleriyle karşılacacağız. Bu açıdan uzak 
    yarınlar için hedefimiz insanlık  ailesini yıldızlar arası kardeşlik  
    çatısı altında birleştirmek olmalıdır.Uzak bir gelecekte galaksiler arası  
    ve boyutlar arası büyük yıldız imparatorluklarını ve Tanrının ilahi ışığı 
    altında birleşen kozmik toplumları görüyorum.Sonsuz zaman ve uzay boyutları 
    arenasında yayılan evrensel bilgiyi ve ışığı görüyorum.
    Geçmişte büyük sözler sarfeden büyük 
    insanların büyük heykellerini yapıyorlar  büyük sözlerini yaldızlı 
    harflerle yazıp aval aval onlara bakıyorlar.Oysaki onların içlerindeki ışık 
    bugün şu anda belkide yanlarında sadece dinlenmeyi anlaşılmayı bekliyor.Ama 
    dinleyen kayda alan, gönül gözleriyle bizdeki saklı gerçekleri görecek insan 
    kalmamış  maalesef.Bazen bilgeliğin ışığı o kadar büyük olurki bizler 
    onun yanında olmaktan ötürü onu fark edemeyiz.Denizde yaşayıpta denizi fark 
    edemeyen balıklar gibi!Yanımdaki kardeşim dediğim ruhsal varlığa bile bakıp 
    evrenin ucsuz bucaksız noktalarından gelen bu varlığa bir çok şeyi anlatmak 
    isterdim, anneme bababa arkadaşlarıma onların ruhlarını özgürleştirmek 
    onlara zamanı aşmayı, mekanı aşmayı everensel bilinçle bütünleşmeyi öğretmek 
    isterdim.Kendi gerçeklerini anlatmak  ve onlara zaman dalgalarından 
    oluşmuş  uzaydaki bir esintiden  başka bir şey olmadıklarını 
    anlatmak isterdim.Ama onlar da maalesef o  ışığı  alacak algı 
    kapılarının çok yoğun toplumsal şartlanmalardan ötürü aşılmaz duvarlarla 
    örülü olduğunu görüyorum.Onlar kapıyı karşı taraftan çalmadıkça maalesef  
    bizim gibiler geçip giden günleri, ve bu kozmik 
    oyunu   zamansızlık ve mekansızlık koltuğunda oturup  
    seyretmekten başka bir şey yapamıyor.
    Bizler maddeden geçmiş ve sıyrılmış  
    bir bilinç ve ruh hali içerisinde zamansızlık içinde zamanı, mekansızlık 
    içinde mekanı temaşa edenlerdeniz.Lakin bu sözlerimiz 
    anlaşılmıyor.Anlaşılsaydı ve yaşansaydı dünya böyle olduğu gibi olmazdı 
    elbet.
    Üstad Muzaffer kınalı: 
    İşte bu anlattıkların başından beridir anlatmak 
    istediklerimizin genel bir ifadesi!Bizde bunu diyoruz.
    Çetin Bal: 
    Üstadım peki zaman yolculuğu konusuna şu kristaller açısından 
    yaklaşsak.Filimlerde, efesanelerde, masallarda, mitolojilerde ve spekülasyon 
    boyutunda ‘KRİSTALLER’ sanki zaman yolculuğunu olanaklı kılan bir araç gibi 
    bir vasıta gibi gösteriliyor.Derler ya rüyalarda, mitlerde ve efsanelerde ve 
    dilde olan her şey mutlaka daha derinlerde bir gerçeğe işaret ediyor 
    olabilir.Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali..!! Sizce kristalleri 
    kullanarak, bunlarla zaman kapılarını açaçak şekilde  enerji üretme 
    yaratma deneyleri yaparak zaman akışını sekteye uğratıp zamanda ileri ve 
    geri gitmek mümkün mü?
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Şimdi kristallerle deli dolu bir şey yapmak yüksek enerji alanları yaratmak 
    kontrol edemeyeceğin enerjileri bir noktaya toplamak bu yolculuğu yapmaya 
    kalkanlara ummadıkları zararlarda verebilir.Onun için bazı anlaşılması zor 
    ama anlaşılsa bile uygulaması çok zor, uygulansa bile felaket getirecek 
    şeyleri söylemek istemeyiz..!! Henüz insanlık  bu bilgilere hazır 
    değil.Önce onu söyleyelim.Ancak kristaller de bir çok alanda 
    kullanılabilecek bir çok farklı kullanım biçimine sahiptir.Lazer ışığı 
    gibi.Sadece boyut aşmak frekansları değiştirmek enerjileri odaklamak için 
    değil bir çok amaç için kristallerden faydalanabilirsiniz.Mesela bizler 
    kristalleri  daha iyi medyumsal görüntü almak için şakralarımızı 
    geliştirmek için  ruhsal şifa vermek için prapsikolojik çalışmalarda 
    kullanıyoruz.Hatta şuur enerjisinin çok daha farklı boyutlara geçmesi için 
    bir zaman kapısı, bir boyut kapısı gibide kullanılabilmektedir.Mesala kuars 
    kristallerinin hafızasını sıfırlayarak kendi hafızamızla (bir nevi zihin 
    dalgalarımızla) rezonatif bir ilişkiye sokabiliriz.Kristale bu yöntemle 
    istenilen bilgileri, düşünceleri yükleyerek tekrar ondan bilgi ve düşüncenin 
    çoğaltılmasını ve genişletilmesini isteyerek  o bilgiyi geriye alma 
    şeklinde de  beynin gelişmesinde kristaller kullanılabilir.
    Çetin Bal: 
    Üstadım kristallerle zaman içine yolculuk teknolojisi ve 
    kristal teknolojisi konusunda söyleyebileceğiniz bir şeyler varmı? 
    Benim bir çok kaynaktan elde ettiğim bilgilere göre
     kristallerce 
    yaratılan enerji girdabıyla zamanda geriye yada ileriye yada bir başka 
    boyuta geçebiliyoruz.Enerji girdabı kendi çevresinde dönerek ve çevrimsel 
    hızını arttırarak kendi döner alan titreşimlerini yükseltir.Bu girdap bir 
    kez harekete geçtiğinde tekrar kapatılması iptal edilmesi oldukça güçtür.Bu 
    girdap tekrar tekrar ortaya çıkarak etkin hale geçebilir.işte bu döngüsel 
    enerji alanları yaratmanın bir yolunu bulmak! dersek burada devreye 
    kristaller giriyor.Buna göre  kristaller  evrensel alan 
    enerjisini(vakum enerjisini) alıp dönüştürerek/ titreşim hızını değiştirerek 
    yansıtabilir.Kristaller evrensel enerjiyi alıp yansıtarak belli bir noktada 
    manyetik girdaplar yaratmamızı  sağlayabilirler.Manyetik girdaplar, 
    Kristaller, kristal enerjisi, evrensel enerji, enerjiye ait  titreşim 
    hızının yükseltilmesi, bu manyetik girdap şeklindeki enerji alanlarının 
    farklı titreşimdeki boyutsal katlar arasında bir geçiş kapısı gibi işlev 
    görmesi, zaman kaymaları, döngüsel enerji alanları ,  gibi tüm bu 
    fenomenler zaman yolculuğunun boyut değiştirmenin anahtarı gibi görülüyor.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Şimdi beni bazı sırları açmaya zorluyorsun.! Bak şimdi bu 
    kristal olayının ardındaki mesele şudur;
     zaman 
    enerjiye bağlı titreşimsel ritimsel bir sarkaç hareketini andıran kinetizmal
    bir yansımadır.  
    
    Bundan dolayı enerjiyi saptırmanın mümkün olduğu her yerde bu yansımayı 
    (yani zaman akımının kendisini)’da saptırmak mümkündür.İşte bu gibi 
    kristaller de bu vakum enerjisi dediğimiz evrensel enerjiye bağlanarak bu 
    enerjiyi çekip yansıtarak, dönüştürerek varolan enerji frekanslarında çok 
    büyük sapmalar meydana getirebiliyor.İşte ışığın titreşimindeki bu sapmalar 
    sizi  başka boyutsal katlar içerisine kaydıracaktır.Yani bir zaman 
    kapısı gibi! Bir açıdan bakıldığında kristaller zamansızlığa geçişin 
    vasıtaları gibi görülebilir. Kristaller sizin hayal edebileceğinizden de çok 
    daha önemli işlevlere sahiplerdir.Ama şu anda bunu burada ifade etmek uygun 
    olmaz.
    Çetin Bal: 
    Peki üstadım bu kristaller hakkında biraz daha bilgi vermeniz mümkün mü?
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Şimdi bir kristalin oluşma sürecini biliyorsun.Kimi kristaller nerdeyse 
    dünyanın varoluşundan beridir buradadırlar.Yani bunların ömürleri 
    milyonlarca yıl gibi çok büyük bir zaman dilimini kapsar.Bundan mütevelli 
    sanki bir kristal, dünyanın tüm geçmişini oluşum sürecini görmüş 
    gibidir.Kristallerin her türlü titreşimi ve enformasyonu depolama gibi bir 
    özelliğide vardır.Bu açıdan kendi zihin dalgalarınızla kristale ait manyetik 
    hafızayla bağlantı kurabilirseniz.Kristalin tanık olduğu tüm geçmişi sanki 
    şimdi yaşıyormuşcasına  sanki olaylar şimdi oluyormuşcasına algılamak 
    mümkündür.Aynı bir video bant izler gibi izlersin.Her şeyi görürsün.Hatta 
    bir başka açıdan kendi zihin dalgalarınızı ve kristalleri kullanarak kendi 
    şuur enerjinizle gelecekteki olayları bile algılamanız, görmeniz mümkündür.
    Çetin BAL:Kristallerde 
    geçmişi izlemek dediğimizde bahsettiğiniz olayda kristali bir video bant 
    gibi kullanma sözkonusu. Bu bandı okuyabilende şu an için insan  
    zihnidir.Beyin dalgaları elektriksel olarak kristallerle ilişkiye girerek 
    oradaki elektriksel ve elektromanyetik kodlama şeklinde kaydolan bilgiyi 
    vizyona çevirerek okuyabilir.Sanki bu durum radyestezik ve psikometrik 
    olarak eşyada saklı yada eşyaya  sinmiş her türlü titreşimi okuyarak 
    geçmiş hakkında bilgi alma metodudur.Ama  üstadım benim kastettiğim şey 
    daha farklı..!Ben kristalleri kullanarak bir enerji yoğunluğu yaratarak baya 
    fiziksel olarak maddi anlamda bir zaman yolculuğu yapmaktan bahsediyorum.Bu 
    konuda neler söyleyebilirsiniz?
    Üstad Muzaffer kınalı:Kristalleri 
    kullanmak demek, kristaller oluşum ve başkalaşım geçirmeye vesile olan bir 
    güç teşkil ettiği için kristal ve kristal gibi bazı maddeleri zaman aracını 
    yaparken kullanabilirsin.
    Çetin Bal: 
    Üstadım ‘oluşum ve başkalaşım geçirmeye vesile olan bir güç’ derken sanırım 
    vakum enerjisinin bilinen üç boyutlu frekanslarını kristaller vesilesiyle 
    değiştirmekten, dönüştürmekten bahsediyorsunuz.
    .....Bir süre 
    sessizlik  oldu.
    Üstad 
    Muzaffer Kınalı:
    ...bak şimdi bu zaman 
    aracının yapımında plazmayı kullanırsınız, kristali kullanırsınız ve daha 
    bunun gibi uzun yıllarda oluşan daha nice bazı materyalleri 
    kullanabilirsiniz.Ancak birinci etapta kristalleri kendi oluşumları kadar 
    uzak dönemlere ait bilgileri elde etmek için kullanabiliriz.Sanki bir veri 
    bankası gibi.Geçmişte gideceğin zamanı mekanı bilmeden gitmek tehlikeli 
    olabilir.Önce gideceğin yer hakkında zaman aracının bilgisayar hafızasında o  
    yere ait bir takım bilgiler olmalı.Öyle olmazsa bilmediğin yere nasıl 
    gideceksin? İlk önce gideceğin yerin görüntüsünü bilgisini alacaksınki sonra 
    oraya hareket etmeyi düşünmüş olabilesin!!Başka türlü bilmediğin görmediğin 
    ölçmediğin hesaplamadığın verisi olmayan bir yere nasıl gideceksin.Yani 
    şurdan şuraya adım atarken bile insan beyni milyonlarca hesap yapıyor.Zaman 
    makineside böyle.Önce aracı hareket ettirmeden hareket edeceğin yerin 
    uzaydaki zamandaki koordinatlarını  bilgisayara kaydedeceksin’ ki 
    bilgisayar aracı gitmek  istediğin yere götürebilsin.Öyle olmazsa olmaz 
    zaten..gidemezsin bir yere.
    Bunları 
    anladıktan sonra zaman aracını uzak zamanlardaki o görüntüsü alınan yere 
    doğru  fiziki olarak boyutlar arasında hareket ettirmek için piramit 
    kristallerle üretilen bir takım manyetik enerjileri  zaman aracına 
    yansıtarak ve zaman aracını bu enerjiyle sararak-kaplayarak, bilgisayarın 
    kontrolü altında bu enerjileri işleme koyarak, yönlendirerek bu sayede zaman 
    boyutları içerisinde makineyi hareket ettirmiş olmayı düşünmüş olmamız 
    lazım.
    Çetin Bal: 
    Evet üstadım...
    Üstad 
    Muzaffer Kınalı: 
    Kristallerle aslında geçmişe doğru olduğu kadar geleceğe doğruda görüntü 
    almak mümkün olmakla birlikte kristali ve kristal enerjilerini kullanarak 
    zaman makinesini de fiziki olarak  bir zamandan diğerine doğru hareket 
    ettirmek mümkündür.
    Çetin Bal:Üstadım 
    ben bu kristal enerjilerini nasıl kullanacağımızı  nasıl üreteceğimizi 
    anlamakta güçlük çekiyorum.Yani bu nasıl bir kristaldir.Bu kuartz kristali 
    mi? yada başka bir kristal mi?Yada bu bahsettiğiniz kristalin ölçüleri, 
    açıları  nedir? Enerjiyi bu kristalden nasıl alacağız.Bu kristal 
    pirizmalar derken bunun belli ölçüleri varmı? Bu enerjiyi bu prizmanın 
    neresinden alacağız?Bu prizmanın moleküler örgüsü hakkında bir şey 
    söyleyebilirmisiniz? Yani nasıl bu kristaller vakumsal enerjiyi çekip 
    yansıtıyorlar?Yani bu kristalin içinde ne olup bitiyor?
    Üstad Muzaffer Kınalı:Bu 
    kadar merak ediyorsan araştıracaksın işte biz söylüyoruz.Zaman aracını inşa 
    edecek olan sensin.Şimdi zaman aracını eline alıp verirsem sen ne yapacaksın 
    peki?))
    ....bu arada üstadla gülüyoruz.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Şimdi ben bunları aslında daha önceki 
    konuşmalarımızda söyledim.Bu gibi şeyler açıkca söylenmezler.Bu gibi teknik 
    sorular bir noktadan sonra kişilerin inisiyatifindedir.Yani bunlar belli 
    noktada ARAŞTIRMA meselesidir.Biz zamanda yolculuğun mümkün olduğunu ifade 
    ediyoruz bu konuda yardımcı bazı bilgileride veriyoruz.Hatta astral 
    seyahatle geleceğe yolculuk ettiğimizde insanların ilk zaman aracı yaparken
    küresel bir cam 
    balonu andıran bir şekilde 
    
    bu aracı 
    yaptıklarını gördük.Neden küresel? Yada bu araç neyle çalışıyor?Bunu hemen 
    izah etmek zor tabi.Bu konuda daha önceki konuşmalarımızda bir çok 
    değerlendirmelerde bulunduk.Bunları  belli bir noktadan sonra sen 
    düşüneceksin.Yada bu konuyla uğraşan insanlar bu söylediklerimizden bir çok 
    şey çıkaracaklar.Bazı şeyler zamanla olur.Hatta bu gibi teknik olayları sen 
    düşüneceksin gerektiğinde  sen bize anlatacaksın.Sen insanlara yol 
    göstereceksin sen anlatacaksın.
    Çetin Bal: 
    Evet üstadım tabiki bizlerde zamanda yolculuk konusundaki 
    kendi çalışmalarımızla yine gelecekte bu konularda çalışacak olanlara en 
    azında bir ilham dahi verebilirsek mutlu oluruz.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Şimdi dediğim gibi ben bir 
    çok şeyi hatta bazı teknik mevzuları sana daha öncede söyledim.Bu konuda tam 
    bir anlayış sahibi olmak istiyorsanız zihin düzeyiniz o seviyeye gelmeden bu 
    bilgileri versemde anlamazsınız.? Anlatsam bile ‘Ne diyor bu üstad yaa’  
    diye boş boş bakarsınız.Anlamazsınız.Şu söylediklerimizi bile herkes bir 
    anda hazmedemez anlayamaz.Bu meseleleri daha hızlı daha çabuk daha net 
    olarak anlamak ve kavramak istiyorsanız beyninizi, soyut düşünebilme 
    yeteneğinizi, şakralarınızı, ruhsal enerjinizi, belleginizi geliştirmeniz 
    lazım.Şakralarınız geliştiği zaman zaten beyninizde düşünebilme 
    yeteneğinizde, akıl edebilme yeteneğinizde gelişecektir.Kavrayışınız ve 
    anlayışınız geliştikçe şu konuşulanları tekrar dinlediğinizde fark 
    etmediğiniz bir çok şeyi fark edeceksiniz.Biz ne kadar anlatsakta, bizim 
    bilgimiz sizin anlayabildiğiniz ölçüdedir daha fazlası değil.Akıl şişen ne 
    kadar genişse  o kadarlık su alırsın.Ben kovayla tependen aşağı su 
    boşaltsamda yani şu  mevzuları bin yılda anlatsam sen aklının gönlünün 
    genişliği nispetinde bizden nasibini alırsın.Daha fazlasını değil?Haa  
    ..öyleyse önce  dedik’ki sana ‘sonsuzu anlamak istiyorsan sonsuz,  
    sınırsızı kavramak isitiyorsan sınırsız  olmalısın.!!’ İşte beynini 
    sonsuzun tüm frekanslarına açtığın zaman her şeyi aklen görür, kavrar ve 
    anlarsın bize bile sormazsın.
    Çetin Bal: 
    Üstadım siz bir zaman makinası teknolojisini anlatmaktan, 
    yapmaktan  öte böyle bir yolculuğu planyabilmenin çok büyük bir anlayış 
    seviyesini gerektirdiğinden bahsediyorsunuz.Ve bu anlayış seviyesini 
    geliştirmenin yollarından bahsediyorsunuz.Fakat ben yinede yapabildiğimiz 
    ölçüde bu zaman yolculuğu hadisesinin teknik anlayışına girmek istiyorum.Bu 
    bağlamda kristal teknolojisi ve zaman yolculuğu teknolojisi konusuna dair 
    daha başka  neler diyebiliriz?
    Üstad Muzaffer Kınalı:Ben 
    daima tüm konuşmalarımızda hangi konu olursa olsun önce zihni geliştirmenin 
    esas olduğundan bahsettim.Bilmelisin ki  enerji bilgidir.Maddenin sanki 
    en akışkanı gibi en latif ve seyyalevi olanı gibi kristalleri 
    düşünebiliriz.Yani ruhsal enerji kristale yüklenebilir.Kristaller ruhsal 
    dediğimiz görüş gücümüzü arttırabilir destekleyebilirler.Kristaller evrensel 
    bilince açılan kapılar gibide algılanabilirler.Dedim ya krsitaller 
    insanların bilmediği anlamakta güçlük çekebileceği bir çok  amaçlar 
    içinde kullanılabilir.Kristaller zihni şuuru destekleyen yan elemenlar 
    gibidirler.Bazı durumlarda telepatik iletişimide 
    kuvvetlendirirler.Kristaller bilinmeyen sonsuz boyutlara açılan bir perde 
    gibidirler.Sanki sonsuz alemler kristalerde  iç içe geçerler.
    Hiç 
    dikkat ettinizmi çok kıymetli olarak bilinen mücevher dediğimiz  
    kristal taşlar vardır.Bu taşlar sizce neden kıymetli?İnsanlar neden bazı 
    kristalleri çok kıymetli bir değer ölçüsü olarak görmüşlerdir? İnsanlık 
    bilinç altı düzeyde ruhsal olanla, fizik dünya arasındaki bir sınır gibi 
    görüyor kristalleri.Şuur enerjisi siz farkında olmasanızda kristalin önemini 
    bir şekilde biliyor.Çünkü kristalle siz farkında olmasınızda duygusal 
    enerjiniz ve şuur enerjiniz  bir çeşit etkileşime giriyor.Bu 
    kristallerle zihninizi birleştirerek kendinizi daha yüksek algılama 
    düzeylerine  yükseltebilirsiniz.Bunları kullanaraktan kendinizi 
    kristallerle bütünleştirerekten şu bilinen hali aşabilirsiniz.Bu sadece şuur 
    enerjisi düzeyinde yaşanan bir etkileşim ve geçiş hadisesi değil aynı 
    zamanda bu enerjileri fizik düzlemede yansıtıp maddeyi bilinen boyutlarının 
    ötesine transfer edebilirsiniz.Çünkü bir yerde algıladığınız şu  madde 
    de böyle sanıldığı gibi değildir.Madde dediğiniz şey  sizin, bir başka 
    açıdan bakıldığında sadece bir bilgi yığınıdır.Bir enformasyon 
    yumağıdır.Yada sadece dans eden, belli bir modda  titreşen donmuş 
    ışıktan başka bir şey değildir.Madde değiniz şey bir an bile gerçekliği 
    devam etmeyen geçip giden, akışkan, oynak olan  zamanın  
    gölgesinden başka bir şey değildir.Madde sadece elektriksel alanların bir 
    kaynaşmasıdır.Bu alanlar çözüldüğünde ortada madde de yoktur.Sadece varlığı 
    bile belli olmayan zamansal bir esintiye bir dalgaya dönüşür gider.Madde 
    aslında bir yerde elektromanyetik bir seraptan başka bir şey değildir.Bu 
    açıdan şu madde burada böyle gördüğün gibi değil.!! Zaman dediğin şeyde 
    aslında bildiğin gibi değil.Senin gördüğünü sandığın şey aslında senin 
    belleklerinin beyninin şartlandığı sana gösterdiği şeylerdir.Daha ileri 
    anlayış düzeylerinde her şey uzay ve zaman  içindeki her şeyde dahil 
    tüm bu şeyler zihin içinde erir gider.Ve ortada sadece tek bir gerçek 
    kalır.Her şeyin ondan kaynaklandığı, ondan geldiği ve ona geri döndüğü bir 
    düzlem. ZİHİN!!!
    İşte 
    bundan dolayı diyoruz’ki şu  madde  gördüğün gibi değil, senin 
    belleklerinin şartlandığı biçimde sen dünyayı görüyor yaşıyor ve 
    deneyimliyorsun.Keza madde hakkında sahip olunulan bilgide gerçek değil.Öyle 
    dünyalar varki buradaki hiçbir bilgi orada işe yaramıyor.Demekki sadece 
    alınan, öğrenilen bilgiler değil, meselenin daha da  ötelerine, 
    bilginin  dahada ötesine yani ANLAMAYA yönelmek lazım.Ayrıntılardan çok 
    meselenin kelimeyle anlatılamayan özüne bakmak bu özü bilmek lazım.Yoksa 
    gerisi yalan.Gerisi sadece ayrıntı.Şu kadar elektron varmış, şu kadar kuark 
    varmış, elektron böyle dönüyormuş.Güneş şöyle çekiyormuş şu  üçgenin iç 
    açıları toplamı yüzseksen(180) miş, Pİ sayısı böyleymiş, ışıkhızı şöyleymiş  
    gibi izafiyetteki  tüm hadiseler ve bilgiler ancak belli bir yere kadar 
    vardırlar.Ya sonrası......
    Çetin Bal: 
    Evet üstadım yaa sonrası?
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Sonuçta bildiğimizi sandığımız şeylerin hiç biri öyle 
    değil.Yani BİLGİde böyle bilindiği gibi değil Hiçbir şey böyle değil.Hiç bir 
    şey sandığın gibi değil.Gördüğün gibi değil.Keza dinsel ayetlerde de böyle 
    söylüyor, mistik metinlerde de böyle söylüyor, izafiyet teorilerinde de  
    bu böyle söyleniyor.Hatta kuantum fiziğinin kavramlarında bile bu böyle 
    söyleniyor.
    Şimdi biz konuşurken elimizdeki metreden 
    başka ölçü bilmiyorsak, anlatmak zor oluyor.Belli klasik ölçüler 
    tanımlamalar var.Siz bana bu ölçülere göre soru soruyorsunuz.Elinize metreyi 
    alıyorsunuz, mesela ben  basınçtan bahsettiğim zaman elinizdeki 
    metreyle kaç metre gelir bu basınç diyorsunuz.Çünkü elinizde metreden başka 
    bir ölçü yok!!Başkasınıda bilmiyorsunuz.
    Yavv  ben bu basınç  metreyle 
    ölçülmüyor diyorum!! Sen bana hala basıncın kaç metre geldiğini soruyorsun.
    Bu durum dünyamıza düşen UFO 
    enkazları üstünde bu araçları hareket ettiren yakıt pompalarını, jet motorlu 
    yanma hüçrelerini, yağ pistonlarını, kanatları, yakıt depolarını arayıp 
    bulamamaktan şikayetçi olmak gibi bir şey!! Dikkat edersen insanlar 
    kendi kafalarında ki verilere göre, ölçülere göre aracı inceliyorlar.Bu 
    şekilde şartlanmış verilerle olaya bakılırsa yeni evrensel hareket 
    yasalarına ulaşmak, bunları kullanabilmek mümkün değildir.Hepsinden öte bu 
    aracın neyle çalıştığını nasıl çalıştığını anlamak mümkün olmaz.Öyleyse 
    ölçülerimizi, bakış açımızı tamamıyla değiştirerek, olaya tamamıyla başka 
    bir boyuttan bakmamız lazım.Yoksa karşımızdaki olayı anlamak çözmek mümkün 
    değildir.
    Şimdi bu zaman makinesi teknolojisi, UFO 
    Teknolojisi, kristal enerjileri hadisesi  kuramsal olarak yüksek 
    medeniyete sahip diyebileceğimiz  yeni gelişmekte olan bizim gibi uzay 
    uygarlıkları tarafından  bilinsede  kavram olarak kullanılsada bu 
    teknolojilerin uygulaması çok büyük zorluklar içermektedir.Bilmeden yapılan 
    uygulamalar 1943’ te Philadelphia Deneyi olarak bilinen  deneyde de 
    yaşandığı rivayet edilen  bir takım zaman karışıklıklarına, 
    kendiliğinden kontrol edilemeyen zaman kaymalarına ve canlılar açısından 
    biyolojik ve zihinsel hasarlara neden olabilir.Meseleyi doğru analiz 
    etmeden, bilmeden bu deneylere girişmek büyük felaketlere yol açabilir.
    Öyleyse bir takım bize yabancı gelen 
    meseleleri anlamak için şu anda insanların belleklerindeki kavramların 
    değişmesi lazım.En azından biraz biraz bazı anlayışların değişmesi, 
    gelişmesi lazım.Bu olmayınca söyleyeceğimiz şeyler algılanmıyor.Söylüyorum 
    yine algılamıyor insanlar.Daha önce şöyle soruluyordu ‘İnsan tonlarca 
    yükle birlikte havada nasıl uçacak?’ deniliyordu.Bunu düşünmek bile 
    deliliktir deniyordu.Fakat bugün tonlarca ağırlıktaki yolcu uçakları 
    uçmuyormu havada? eee  uçuyor!!Öyle değilmi?E nasıl oluyor peki bu? 
    Bunun delilikle ne ilgisi var?İşte o zaman için bu hadiseler 
    kavranmıyordu.Bunu bilmeyen biri için olay anlaşılmaz olduğu için  bir 
    delilik olarak, saçmalık olarak geliyordu insanlara..Ama şu andan 
    bakıldığında bile bize imkansızmış gibi gelen şeyler zamanı gelince zaten 
    kavranılacak.Yeni kavramlar gelişecek.Biraz biraz, alışa alışa  ‘daha 
    alışılmadık olana doğru’ insanlık  ilerliyor.Ancak daha eğitim 
    çağlarında  beyni şartlandırarak eğitim değil,  soyut ve somut 
    kavramlarıda geliştirerek eğitim yapılmalıdır.Her çeşit  şeyin somut ve 
    soyut kavramını ikisi yan yana gidebilir diye düşünmeliyiz.Bir şeyi soyut 
    düşünürsen  yok efendim aklını  oynatırsın yada hayalci olma  
    deniyor. Somut düşünürsen maddeci- materyalist olursun deniliyor.Hayır öyle 
    değil işteee!!İnsan soyut ve somut olarak iki şekilde vardır.İki durumuda 
    aynı anda kullanmasını bilmeliyiz.Bizim şu anda mademki fiziksel olarak 
    bedenlenmiş bir halimizde var  öyleyse fiziksel olarak kullanılabilen  
    bütün ölçülerin içerisinde yer alıyoruz.Ama bu fiziksel kanun,  kaide 
    ve ölçülerin daha binde birini bile henüz bilemiyor kavrayamıyor ve 
    kullanamıyoruz!!
    Eğer evrensel bir şuura ve zihinsel 
    farkındalığa yükselebilirsek açık bir zihinle zaten maddesel dünyanın 
    kavramları ve madde ötesi dünyalara ait  kavramlarında anlaşılması daha 
    kolay olacaktır.Dikkat edin zihnimizi geliştirirken dünyayı da 
    değiştiriyoruz.
    Şimdi maddesel ölçüler içinde 
    kıyaslamalarla maddeyi  kısmende olsa anlayabiliyoruz.Bu tamam.Peki 
    madde ötesini neyle anlayacaksın? Tamam maddeyi hadi kısmende olsa yine 
    maddesel ölçüm ve kıyaslamalarla anlıyoruz dedik Peki ama şimdi madde ötesi 
    halleri neyle anlayacaksın?Madde ötesi!!! Maddeyi aşalım diyorsun. Madde 
    aşılmayınca ona bağlı zamanda aşılmıyor!Zamanı aşmayınca madde geçilmiyor!
    Çetin Bal: 
    Üstadım sonuçta madde yoğunlaşmış enerjidir.Enerjide bir titreşim 
    frekansıdır.Yani maddeyi aşmakla ‘maddeyi oluşturan bu enerjinin titreşim 
    hızını yükseltmek’ aynı şeyi ifade eder.Yani burda da maddeye ait 
    enerjinin içerisinde kendini yaydığı kendi boyutsal çerçevesini 
    aşarak bir üst boyuta yani bir üst enerji titreşimi bandına geçiş 
    yaparız.Buna göre bir elektromanyetik alan matriksi kendi iç titreşim 
    hızıyla kendi boyutsal geometri çerçevesinide yaratmış yansıtmış olur.Yine 
    enerji aynı matriks alanına ait titreşimleri kullanarak kendini bir üst  
    boyutsal relite içine yükseltebilir.İşte bu noktada kristal prizmalar bu 
    alansal matriksteki enerjiyi kendi içlerinde toplayıp tireşimsel bir 
    dönüşüme uğratıp yansıtabilmekteler.Böylece bu kristal enerjisi bizi farklı 
    boyutların tireşimsel atmaları içerisine doğru frekanssal anlamda 
    yükseltebilir, taşıyabilir.Ki  kendi zaman boyutlarımız arasında da bu 
    şekilde kayarak yer değiştirebiliyoruz.Bu tireşimsel bir yer 
    değiştirmedir.Zamanın kendiside bir yerde  maddeye  bağlı olan ama 
    dördüncü boyutta asılı duran, açılım gösteren bir çeşit enerjisel bir 
    frekans bandıdır.Öyleyse zamanda yolculuk demek, zamanda yerdeğiştirmek, 
    zamanda ileri geri gitmek denen şey aslında yerinde bir frekans değişimi 
    yani bir frekans perdesi hadisesidir.Zira tüm zamanlar iç içe boyutsal 
    frekanslar halinde yaşanır.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    İşte bu maddeyi, bu boyutu,  bu zamanı aşmak diyince 
    maddenin boyutsal çerçevesini çizen bu enerjinin temel titreşim hızı üstünde 
    bir değişiklik yapmak mecburiyetindeyiz.İşte vakum enerjisi dediğimiz bizi 
    bu boyutta gösteren hepimizi içine alan bu elektromanyetik denizin  
    titreşimlerini değiştirmek suretiyle hem boyutlar arasında hem zamanda 
    yerdeğiştirmek  mümkündür.İşte bu titreşimleri değiştirmek ve zaman 
    içinde ileri geri kayabilmek, zaman frekansları arasında yer değiştirebilmek 
    için daha önce dediğimiz kristal teknolojisi olayını kullanacaksın.Bunun 
    yanında kristalle beraber şuur enerjisinide kullanacaksın.
    Çetin Bal: 
    Ama üstadım şuur enerjisi olayı psişik bir olay.Parapsikolojik 
    bir hadise.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Ama şuur enerji zaten, beyin dalgaları dediğimiz bir hadise 
    bu!!Sen kristali neyle kullanmayı düşünüyorsun?Bilinçli bir şuur olmayınca 
    sen kristali neyle nasıl kullancaksın?Peki şuuru, aklı neyle kullancaksın.?Onuda 
    madde olmayan bir üst boyuttaki gücünle kullanacaksın.O da ruhsal enerji 
    dediğimiz olaydır.
    Çetin Bal:Sonuçta, 
    bir yerde psişe dediğimiz olayla madde dediğimiz şey daha farklı bir düzeyde  
    birleşiyorlar.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Sonuçta şuur enerjiside zihin enerjiside beyin dalgalarının 
    kendiside bir enerji kitlesine sahiptir.Uzay ve zamanda yer 
    kaplarlar.Uzay/zamansal dırlar.ZAMAN ne kadar soyutsa ŞUUR da o kadar 
    soyuttur.sonuçta  şuur bile kısmen maddeseldir denebilir.Psişik bazdaki 
    dediğimiz maddenin farklı bir fazı olan şuuru  kullanmak için kontrol 
    için yine insana ait bir üst benliği  üst şuuru kullanacaksınız.Yani 
    bir alt değeri bir üst değerle kontrol edeceksiniz.Sonuçta RUH dediğimiz 
    şeyde sonsuz boyutların enerji ve madde yapılaşması içerisinde yerini alan 
    üst boyutların maddesel örgülerinden oluşmuş metafiziksel bir elektrikten 
    doğan  bilgi işlemsel bir sürecin yansımasıdır.Beden içinde beden 
    vardır ifadeside bu manaya gelir.Bu fizik beyini astral beyin kontrol eder.Onuda 
    bir üst enerji bedeni kontrol eder...bu sonsuza dek gider.İşte bunların 
    hepsinin üstünde bizi ve tüm sonsuzluğu kuşatan içine alan evrensel benlik 
    bilinci vardır. Bu açıdan Ruh, Zihin yada Beyin olgusu meseleye nerden 
    baktığınıza  göre yerdeğiştirebilen kavramlardır.Bu anlamda ruh hem 
    vardır hem yoktur da denebilir.Bir yandan tüm sonsuzluk materyalistik bir 
    felsefeye oturur, bir yandan  baktığımızda tam tersine tüm sonsuzluk 
    ruhsal bir felsefeye oturur.İşte biz bundan dolayı  ne soyutun nede 
    somutun gerçek olduğundan bahsediyoruz.Peki RUHmu MADDEmi ? Aslında GERÇEK 
    bu iki tanımıda aşan bir tanımsızlıkta kendini bulur.Demek ki bir açıdan 
    soyut ve somut dediğimiz şeyler bile izafidir.İzafi olmayan tek şey 
    izafiyetin kendisidir.İşte o izafiyette bu  tanımsızlıkta,  
    zamansızlık ve mekansızlıkta yerini alarak bizim onu kavrayışımızı bekler.Bilinmekliğini 
    bekler.Zaten zamanın, mekanın izafiyeti bile bu zamansızlık  
    mevhumundan doğar.
    Çetin Bal: 
    İzafi dünya anlayışı gerçekten ilginç.Atomun derinliklerine doğru 
    indiğimizde buharlaşıp eriyen bir  buz paçasını seyreder gibi gerçeğin 
    daha farklı  düzlemlerine doğru  bir nevi katısal dünyadan 
    gazların dünyasına doğru geçeriz.Bu oldukça yumuşak bir geçiştir.Yükselen 
    ışık titreşimlerinin bizi bir boyuttan diğerine taşıması gibi bir şey bu!!Bu 
    sanki bir gökkuşağının renk yelpazesi içerisinde kızıldan turuncuya 
    turuncudan yeşile yeşilden  de maviye doğru geçmek gibi bir şey.Yada 
    okyanusta yol alan bir geminin karadan bakıldığında ufukta kaybolup 
    gitmesini izlemek gibi bir şey bu.Yada elektriksel dalgalar yumağı olan katı 
    maddenin çözünüp  titreşimsel bir enerji olarak gözden kaybolup 
    gitmesini izlemek gibi bir şey bu.Her şeyin değiştiği akıcı oynak ve esnek 
    bir dünyadayız.SU içine girdiği kabın biçimini nasıl alırsa  ZAMANda 
    içerisine girdiği zamansızlığın şeklini alır.Bu yüzden zamanı zamansızlık 
    içinde istediğimiz gibi uzatıp kısaltabilir, katlayıp bükebiliriz.Çünkü onun 
    belli bir biçimi yoktur.Aslı itibariyle elastiktir, biçimsizdir.Her biçime 
    girebilendir.Her şekle girebilir.Mekansızlığa karşın mevcut olan mekan gibi! 
    Bu bağlamda mekanda zaman gibi eğilip bükülebilir, katlanabilir bir 
    izafiyete sahiptir.Zaman ve zamansızlık, mekan ve mekansızlık arasında böyle 
    bir bağıntı vardır.Zaman yok! Mekan yok! diyoruz. Şu gördüğümüz şeyler 
    gerçekte yoklar diyoruz. Niye? Çünkü  bu varlıkta yokluğu yada zamanda 
    zamansızlığı, mekanda mekansızlığı yahutta zaman içinde zamanları, mekan 
    içinde mekanları hissedebilme, sezebilme  bu izafiyeti ve iç içe giren 
    somut ve soyut dediğimiz dünyaları kavrama meselesidir.İşte bu kavrayışın 
    getirdiği bakış açısı içerisinde  gördüğümüzü sandığımız her şeyin bir 
    başka görüş noktasından varolmadığını bilmemizden kaynaklanan bir ifadedir  
    bu!!Geçmiş bize göre yaşanmıştır  ama halihazırda geçmişin frekansları 
    içerisindeki beyinler için geçmiş şu andır.Bizim ŞİMDİmiz gelecektekiler 
    için olmuş bitmiş bir hadiseler manzumesidir.İşte zamanın bu şekildeki 
    algılanışı, kavranması da zihin olarak ve anlayış olarak zamansızlığın 
    içerisine girmek demektir.
    Eğer bu şekilde maddeyi aşan bir anlayış 
    ve görüş gücüne sahip olmadıktan sonra yüksek bir anlayışın ürünü olarak 
    ortaya çıkan ‘yüksek uzay teknolojisini’  elde etmemizde mümkün 
    değildir.Zaten henüz bu konuları bile anlamaktan uzak sıradan dünya 
    insanlarının askeri, siyasi, politik ve bilimsel zeminde, gelişmiş bir 
    uzaylı medeniyetle  irtibat kurmaları ve teknik bilgilerinden istifade 
    etmeleri pek olası değildir.İnsanlık olarak zihnimizi, kavrayışımızı, 
    dilimizi, soyut düşünebilme yetimizi geliştirmedikçe onların teknik 
    donanımlarının çalışma mantığını ve ilkelerinide  çözemeyiz.Aynı şey 
    geleceğin teknolojisini öngörme hayal edebilme  konusunda da  
    söylenebilir.Yada bilinenin, alışılanın dışında daha yüksek teknik 
    anlayışları ve yeni sistemleri icat etme konusunda da bu böyledir.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Evet .Bizim söylediğimizde bu zaten.Bazı  medyumsal 
    kanallar vasıtasıyla olan görüşmelerimizde uzaylı medeniyetler şöyle 
    diyorlar: Siz insanlar o kadar güçlü varlıklarsınızki ruhsal enerjinizin 
    farkına varsanız bütün kainat avucunuzun içinde olur.Hatta  ‘ölmezsiniz 
    beden değiştirmezsiniz’ deniyor. Hem zihin olarak hemde beden olarak  
    zamansızlık ve mekansızklık içerisine girersiniz deniliyor.Ancak 
    bu lafta kalıyor!!Hiç uğraşılmıyor bunun için.Dinler softa olmuş 
    beyin uyuşturuyor! Nakille, telkinle! Öteki maddeciyiz biz diyor!  
    Gözle görülmeyen, elle tutulmayan, ölçüp biçemediğimiz şeye inanmayız biz 
    diyorlar.Anlamam, bilmem uygulamam, okulunu dahi açmam, böyle bir şeyin 
    eğitimini bile vermem diyor adam.Halbuki  eskiden Eflatun’lardan 
    Sokrat’lardan   Diyojenler’den Konfiçyus’lardan  tutunda  
    mistik doğu felsefelerinden, bilginlerinden  İslam düşüncesi 
    içerisinden bir çok peygamberlere, alimlere, evliyalara dek hepside bu 
    deminden beridir dediğimiz belki baştan beridir dediğimiz şeyleri anlatmaya 
    çalışmışlardır.Mitolojik bir efsane olarak bilinen Atlantisten, Mu kıtasına 
    eski Mısır uygarlığına dek Şaman kültürüne  ve Yunan kültürüne dek hep 
    kendini bil öğretisi altında insanın gerçek doğasına dair bilgiler verilmiş 
    anlatılmış.Bu düşüncelere, bu öğretilere kimi zaman mistizim dendi, kimi 
    zaman tasavvuf dendi, din dendi, felsefe dendi, metafizik dendi.Bugün 
    kısmende olsa buna bilim diyoruz.Zira BİLİM insanın kendini ve doğasını 
    anlama yoludur.Bu gibi aynı evrensel noktaya hep değişik isimler, ekoller, 
    akımlar adı altında  dikkat çekilmek istenmiştir.İnsanın kendini 
    arayışı hep değişik anlayışlar- sistemler altında hep devam etmiştir hala 
    devam etmektedir.
    İşte bizler sahip olduğumuz bu soyut 
    kavramlarla somut olanı etkileyelim.Somutuda değiştirelim.Ona istediğimiz 
    gibi şekil verelim.İşte onu yönlendirmek,  şekil vermek hem zaman hem 
    mekan meselesini ayarlamak demektir. Onlara hakim olmak demektir.Onları 
    istediğimiz yöne çekmek demektir.Bunu yaptığımız zaman yeniden madde 
    yaratabiliriz.Ruhsal gücünüzle kainatlar yaratabilirsiniz. O  
    yarattığınız sistemlere kendi kurallarınızı yasalarınızı koyar orlarda 
    bedenlenerek yaşayabilirsiniz.
    Bak şimdi şu  maddenin atomların 
    bir yapılma şekli var!Bunu bildiğin zaman sende kendi zihin gücünle o 
    maddeyi, o atomları yeniden yaratırsın.O atomlardan yıldızlar galaksiler 
    yaratırsın.
    Çetin Bal: 
    Evrensel zihnin yapısı içerisinde  maddenin  sonsuz 
    olası potansiyelleri var.İnsanoğlu bunu düşüncesiyle bulup çıkarabilir.Yeni 
    şeyler yaratabilir.
    Üstad Muzaffer Kınalı: 
    Gerekirse kişi kendisini aştığı zaman kendinide bir üst 
    benliği ile inceleyebilir.Hatta kişi üst benliği ile kendi oluşturduğu o 
    dünyada, galakside, o kainatta kendi yarattığı bedensel formununu, zihin 
    formunu, kendi gen yapısını psikolojik yapısını inceliyerek kendisini 
    anlamaya çalışacak.Kendi sırlarını çözmeye çalışacak.Kendi yarattığı maddeyi 
    inceliyecek, maddenin sırlarını çözecek  Bir çok bilgiler var orda 
    zaten!Tüm bilgiler kendi genlerimizde, zihin yapımızda kodlanmış durumda 
    zaten.Böylece kendimizi çözdüğümüzde evreni ve maddeyi de anlayacağız zaten. 
    Ama şimdi bunu konuşmak,  okulunu açmak, mütealasında bulunmak lazım 
    gelirken aksine bu türde düşünen insanlar hep baskı gördü, öldürüldü yani 
    EN-EL HAK  diyen insan yani bir  açıdan kendisinin  yaratıcı 
    olduğunu söyleyen insan  yahutta insan kainatın efendisidir, ilahıdır, 
    yaratıcısıdır diyen kişiler hep hor görülmüş, hakir görülmüştür.Bu 
    insanların bir çoğu dine  ve  zamanın bilinen inanç ve öğreti  
    sistemlerine, ters düştükleri gerekçesiyle hep dışlanmışlar, 
    anlaşılamamışlardır.
    O bakımdam bir çok konuda konuşamıyoruz, 
    konuşsanız bile anlaşılmıyor! Anlaşılmayıncada söyleyen sıkıntı 
    duyuyor.İnşallah bunu anlayabilenleri çoğaltacağız! Çok daha muazzam 
    bilgiler edineceğiz.Bu bilgileri karşısı anlamadan söylediğin zaman sıkıntı 
    veriyor.Eğer bunu anlayanlar çok olsa her gün konuşsak yeni bilgiler versek 
    bin yılda ömrümüz olsa yinede bitmez! İslami litaratür içerisinde ‘Allahın  
    o kadar çok ilmi vardır’ki deniyor  denizler mürekkep olsa  bir o 
    kadar daha deniz olsa ve ağaçlarda kalem olsa yazarak bitmez.’ Dendiği 
    gibi  ilim çok sonsuzdur! Ancak insan bunu kavrayacak kadar 
    genişlemeli.Diğer yönden kişinin merakı var ama zihni meseleyi kavrayacak 
    kadar gelişmiş değil.Kişi ne dediğimizi kavrayamıyor.Peki bu durumda ne 
    yapacağız!Şimdi anlaşılmayacak şeyi söylemekte bize sıkıntı veriyor.Ancak 
    mevzu anlaşıldığı zaman  çok rahat ediyor insan! Mutlu oluyor!Onun için 
    bizler insanlar hangi şeyi anlamak istiyorsa,  o anlamak istediği 
    şeyleri konuşmak istiyoruz! Ne kadar? Anlayabileceği kadar konuşmak 
    istiyoruz.! Daha fazla konuşunca sıkıntı duyuyorum.O anlayabilirim sanıyor.Yahutta 
    anlamayınca karşıdaki yanlış anlatıyor sanıyor.Kişi meseleyi anlamıyor.Öyle 
    sanıyor.O da bize sıkıntı veriyor.Böyle oluncada biz kendi içimize çekilip  
    kendi kendimize olayı müşahade etmek zorunda kalıyoruz.Anlatamıyoruz 
    meseleyi! Bu durumda insan muhatabıyla  bile konuşmak 
    istemiyor.Susuyoruz! Şimdi işte ZAMAN konusunda da  insanlar düşünsün 
    söylediklerimizi, anlasın! Anlamaya çalışsınlar.Soruları varsa tabiki 
    bilinçli soruları varsa o konulara cevap verir anlatmaya çalışırız.Önceki 
    konuşmalarımızda her soru bir ilmin kapısıdır demiştik.O kapıdan 
    içeri gireceğiz. Soruyu soranın zihin yapısına soruş biçimine göre öğrenmek 
    istediği meseleyi anlatacağız.Gerekirse kişilerin istediği yerde, istediği 
    kitapta ve bizi konferansa davet ederlerse  konferanslarla bu 
    gerçekleri ilimleri, sırları anlatacağız.Hatta web sayfalarında bile bize 
    sora soranlara yanıtlar verebiliriz.
    Çetin Bal: 
    Evet üstadım...Gerekirse size soru soran arkadaşlar olurlarsa E-Mail yoluyla 
    bana yazabilirler.Yine web sayfamızda röportajlarımız devam edebilir tabi..
                     
    -------------------- ----------   SON 
    ----------------------------------
    [ Not: Üstad Muzaffer Kınalı  yıllar önceki bir sohbetimizde  astral 
    seyahat uygulamasıyla Denizliye bağlı traveltenleri ile ünlü pamukkale’nin ( 
    eski adıyla Hierapolice) geçmiş zamanındaki dönemlerine gittiğinden 
    bahsetmişti.Bir diğer sohbetinde günümüzden 200 yıl sonraya yani yaklaşık 
    2200  yıllarına gittiğini ve orda havada uçan insanlar gördüğünden 
    bahsetti.İnsanların üstlerinde saydam ve dökümlü,  yumuşak bir deriyi 
    andıran  elbiseler olduğundan ve bu insanların giydikleri şeffaf 
    elbiselerin ardından tenlerinin tüm çıplaklığıyla görünebildiğinden 
    bahsetmişti.Bu da gelecekteki ahlaki ve kültürel yapının günümüzden hayli 
    farklı bir çizgide olacağını göstermektedir.Beklide üstadın gelecek 
    zamandaki gittiği yer dünyanın diğer yörelerine göre daha farklı küçük bir 
    yaşamsal kominde olabilir. Tabiki bu sadece benim tahminim.Bende yaklaşık 19 
    yaşlarında iken gelecekte yaklaşık 2180 yılları gibime gelen bir zaman 
    dilimine yolculuk etmiştim orda 2000’ li yılların nostaljik anılarını 
    taşıyan bir kütüpaneye girdim. 
    kitapların çoğu günüze aitti ama bu 
    kitaplar arasında ışınlanma teknoloji konusunda bilgi veren bir kitaba 
    rastladım kitap 2100  yıllından sonra yazılmıştı doğrusu tam 
    hatırlamıyorum.Kitapta zamanda yolculuk yazılı bir bölümü açtım orda foton 
    teknolojisi hakkında yazılar yazıyordu.Ve foton telepatisi konusunda yazılar 
    vardı.Daha fazla bilgi sahibi olmak istediğimde sayfaları çeviririrken sanki 
    biri tarafından şiddetle geriye doğru çekildim ve birden uyandım.İlginç olan 
    bir şeyde kitap ingilizce yazılmıştı.Ama o an için sanki ingilizce 
    biliyormuşum gibi garipsemeden kitabı okumuştum.Bir bilim insanı olarak 
    gerçekten geleceğe gidip gitmediğim hakkında yorum yapamam bu belki bir 
    halisinasyondur, beklide gerçek! sonuçta bu benim için ilginç bir deneyimdi.
    Bu zaman kaymalarını içeren astral deneyimlerimde insanların  2169 
    yılında bir küreyi andıran ilk zaman makinesini yaptıklarını ve test 
    ettiklerine dair belirsiz bir bilgi hatırlıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam ismi 
    sert harflerle telaffuz edilen  Amerikalı yada o kökende  diyelim bir bilim adamı resmi düzeyde 
    bu yolculuğun nasıl yapılabileceğini açıklayacak. Bu astral seyahatlerden 
    edindiğim bilgiler bana pek inandırıcı gelmiyor doğrusu. Çünkü 100 ve 150 
    yıl gibi gelen kısa bir zamanda insanlığın bu kadar çok değişebileceğine 
    inanmak oldukça  zor! kimbilir...Bu zaman ötesi seyahatlarin doğru 
    olduğunu varsayarsak Amerikalılar dan önce bu zaman  yolculuğunu 
    Türkiye de bir araştırma merkezi kurarak bizler uygulama olanağını elde 
    edebiliriz.Çünkü gelecek değişebilen bir şeydir.Stabil bir kalıb değildir.] 
    Buna göre bu  
    Astral seyahat deneyimleri gerçek dışı bir halüsinasyon mu yada gerçekten 
    zihinsel olarak geçmişe yada geleceğe doğru geçişmi yaptım? 
    Her şey beynimin kimyası tarafından üretilmiş bir yanılsama mı?Bilimin insan 
    beyni konusundaki araştırmaları ilerde bu konulara açıklık getirecektir.
    Akademisyen dostlar beni  bir 
    medyum celsesinden bir diğerine giderken görseler  heralde bilimsel 
    ciddiyetimden şüphe etmekle kalmaz sonunda yoğun araştırma tempomdan dolayı  
    aklımı kaybettiğimi düşünürlerdi.Bu medyumsal kaynaklı telepatik bağlantılar 
    içerisinden bir çok uzaylı gruptan teknik bilgi aldık fakat bu bilgiler 
    sıradan bir akademisyen için hiç bir bilimsel dayanağı olmayan 
    bilgilerdi.Ben tarafsız bir bilim insanı olarak bu görüşmelere katıldım bir 
    çok sorular sordum sözde uzaylılarla irtibat kurduklarını söyleyen 
    arkadaşlar sayesinde bu  sözde uzaylılarla birebir konuştum.Aslına 
    bakarsanız görünürde bu  bilgiler bana hiç bir şey ifade etmediler 
    diyebilirim.Fakat hayal mahsülüde olsa bu elde ettiğim uzaylılara ait  
    teknik bilgiler bana bir çok konuda ilham verdi  diyebilirim.İşin 
    enteresan taraflarından biride şu: ''bu tarzda irtibat kuran kişilerin 
    kültür seviyesinin çok yüksek olması lazım'' çünkü  ben inanıyorumki 
    eğer bu irtibatların gerçek olduğunu varsayarsak bu irtibatlarda medyum 
    gördüğü teknik hadiseleri yada kendisine verilen bilgileri net bir açıklıkta 
    ifade edemiyor.Örneğin medyuma UFO ların içerisine girmesini 
    söylüyoruz.Medyum içeride  bir şeyler görüyor ama bize gördüklerini 
    tarif edemiyor.Eğer böyle zihinsel bağlantı yeteneğine bir teknisyen yada 
    fizikçi sahip olsaydı  bu kişiler UFO nun içerisinde gördükleri şeyleri 
    daha iyi yorumlayabilirlerdi.Örneğin  medyumsal celselerden birinde 
    yine bir ''UFO resmi'' vasıtasıyla medyum radyestezik  zihinsel bir 
    bağlantıyla  UFO nun yapısını incelemeye başladı.Medyuma ilk sorduğum 
    soru ''bu araç nasıl çalışıyor?' oldu.Genel hatlarıyla bu aracın manyetik 
    bir güç alanı etkisiyle kendisini hareket ettirdiğini söyledi.Peki bu araç 
    zamanda yolculuk yapma yeteneğine sahipmi dedim.Bana evet bu araç zamanda 
    yolculuk yapabiliyor dedi. Fakat bu araç 3 sene geçmişe ve 3 sene kadar 
    geleceğe gidebiliyor muş.Bu bana  gerçekten ilginç geldi.Neden diye 
    sordum.Aynı sevk ve enerji gücüyle mantıken istediği zaman boyutuna 
    atlayabilmesi lazım dedim.Medyum bu aracın bir kapasitesinin olduğunu 
    söyledi.Bu aracı yapan uygarlık bu aracı kısa zaman atlamaları 
    gerçekleştirecek şekilde inşa etmişler.İlginç demekten başka bir şey 
    söyleyemedim.Peki dedim bu aracı çevreleyen alansal enerji bizim bildiğimiz 
    elektromanyetik frekans alanımı diye sordum.Medyum evet ama o manyetik güç 
    alanlarının frekans yapısı bilinen elektromanyetik alan frekanslarınınki 
    gibi değil dedi.Frekansların ters olduğu gibi bir şeyler söyledi.Bu kısmını 
    ben tam anlamadım.Peki dedim bu aracın enerji kaynağı nedir dedim.Aracın 
    elektrik enerjisini kullandığını söyledi.Bu bizim bildiğimiz şu  
    prizdeki elektrik akımımı dedim.Evet dedi.Peki manyetik alanı nasıl 
    üretiyorlar dedim.Bobinlerle dedi.Bildiğimiz tel sarımlı bobinlermi 
    dedim.Hayır dedi.Bu manyetik enerjiyi üreten gaz gibi  fosfor maddesi 
    gibi bir şeylerden bahsetti.Ama gemide gördüğü bu şeyi medyum tarif 
    edemedi.Bu daha çok bir çeşit plazma reaktörünü andıran bir sistemdi.Peki bu 
    araçlar manyetik alanın ne türde bir etkisi sonucu zaman boyutunu 
    değiştirebiliyorlar dedim.Medyum, 'UFO da kullanılan manyetik alanın 
    frekanslarını değiştirerek bu boyutsal değişimi yaptıklarını' söyledi.
    Bir bilim insanı olarak biraz kuantum 
    elektrodinamiği, uzay, zaman, enerji  ve boyutlar konusunda yoğun 
    zihinsel örgüye sahip insanlar hemen bu anlatılanlardan kendince bir model 
    ortaya koyabilirler.Sonuçta bilimin  elde ettiği veriler ışığı altında 
    neyin olası olduğunu neyin olası olmadığını ortaya koyabiliriz.Burda ki 
    meseleye direkt olarak UFO yada Medyum kavramları açısından yaklaşmamak 
    lazım.Asıl mesele elektromanyetik alanların uzay/zaman boyutları üstünde 
    değiştirici gücü olabilir mi olmayabilir mi? sorusuna kulak vermek 
    lazım.Sizleri bilmem ama benim zihnim olaya hemen bu açıdan yaklaşır.Yoksa 
    şu  şöyle demiş bu böyle demiş diye ayrıntılarla doğrudan 
    ilgilenmem.Sonuçta yaşanan, görülen, duyulan, okunan sezilen her olaya böyle 
    yaklaşmak lazım.İşte bu bilimsel objektifliktir.Sonuçta ben sizlere 
    şarlatanlığın ve saçmalığın anatomisi adı altında yüzlerce ciltlik bir kitap 
    yazabilirim.Bu mesele değil.Ama dediğim gibi düşüncenin ve kavrayışın çok 
    boyutlu olması lazım.Kendi içinizde derin bir eleştirel  irdelenime 
    sorgulamaya giderek gerçekler hakkında doğru  kararlara 
    varabilirsiniz.Daha mantık hakkında saçmalık hakkında yada bilimsel olma 
    konusunda  bir şey bilmeyen birinin bu kavramları gelişi güzel 
    kullanması ve alışılmadık hadiselerde ahkam  kesmesi pek sağlıklı bir 
    netice ortaya koymaz.
    Sonuç olarak medyumun doğru söyleyip 
    söylemediğini bu  anlatımlardan yola çıkarak bulamayız.Sonuçta medyum 
    sözde bir şeyler görüyor ve onu  kendi beyninde olan şeylere benzeterek 
    bizlere anlatmaya çalışıyor.Bu yüzden söylediklerinin bizim kavramlarımız 
    ötesinde ifadeler olmasıda mümkün değil.Çünkü medyum bizim kavramlarımızda 
    olmayan şeylerde görse sonuçta bizim kavramlarımızda olan ona en yakın 
    tarifi yapacaktır.Bu açıdan medyumun  söylediklerine bakıp  hadi 
    ordan yaa  zaten bunları bizde biliyorduk demek pek doğru olmaz.Sonuçta  
    bu elde edilen verilere sadece ''ilginç'' demek reddetmekten daha mantıklı 
    bir yaklaşım olur.Zaten mesele anlayabilmek! bu ifadeler yüksek sezgileri 
    olanlara bir şeyler verebiliyorsa verir.Kişi bu ifadelerden bir şey 
    çıkarsayamıyorsa bu o kişinin proplemidir.
    20 'li yaşlarımda bir gece uyuduğumda 
    kendimi gerçek bir dünyadamı yoksa rüyadamı olduğumu anlamadığım bir dünyada 
    buldum.Hatta bazı zamanlar rüya içinde rüya gördüğüm zamanlar oldu.Bir gün 
    bir rüya görmüştüm o rüyanın içerisinde herşey insana gerçekmiş gibi geliyor 
    tabi.. farklı durumları yadırgamıyorsunuz hiç.O rüyada daha önce hiç 
    görmediğim bir divanla birlikte bir  odadaydım.Aslında o evi ve odayı 
    hiç tanımasamda sanki hep ordaymışım gibi bir tanıdıklık ve aşinalık duygusu 
    içinde divanın üstüne uzanıp biraz uyuyayım dedim.Uyudum ve çok canlı bir 
    rüya gördüm.Rüyada  adeta bir kabustu.Hemen kan ter içinde uyandım ve 
    hala o  divan üstünde o  küçük odadaydım  ve ohh be  
    rüyaymış  dedim.İşin enteresan tarafı  şu! Tam o sırada gerçek 
    dünya dediğim bu dünyadaki üzerinde uyuduğum çek yat  ve kendi odam 
    aklıma geldi.O an sanki boyutlar arası zihinsel bir deprasyon geçirdiğimi 
    söyleyebilirim.Çünkü rüya içinde gördüğüm  bir rüyadan uyanmıştım.Ve 
    aklıma bu seferde bu dünya  geldi kendi gerçek odam bana başka bir rüya 
    gibi geldi.Tekrar uyudum bu sefer kendi odamda  uyandım ohhbe  
    herşey bir rüyaymış  dedim.Bir an için yeniden bir rüyada  olup  
    olmadığım hissine kapıldım.Acaba bu üç rüyadan hangisi gerçekti?Rüya içinde 
    rüya görmek ve o rüyadan başka bir rüyaya uyanmak!!Benim kafamı kurcalayan 
    şeylerden biride gördüğüm rüya içinde uyuyup bir rüya daha gördüm.Peki 
    bu ikinci rüyada kabus gördüğümde neden kendi gerçek dünyamda değilde içinde 
    uyuduğum rüyada uyandım?Demekki bir yerde gerçek dediğimiz şey şuurun 
    içerisine girdiği  algılama frekanslarına göre değişiyor.Şuur madde ve 
    enerjiye  bağlı bir süreçtir.Fakat farklı uzay/zaman süreklilikleri 
    olduğunu varsayarsak şuurunda kendisini o boyutlara ait madde ve enerji 
    yapılaşması içesindeki astral beden misali  farklı maddesel 
    yapılaşmalar içerisinde ifade etmesi bilimsel açıdan imkansız yada saçma 
    değildir.En azından bir olasılıktır.Bir nevi mesela  zihinsel yada 
    beyinsel olarak diyelim gelecek zamanlara ait görüntüleri duyguları bugünden 
    alabiliyorsak zamanlar arası bir çeşit bilgi transferi mümkündür.Bu bağlamda 
    sonuçta insan dediğimiz maddesel organizmada ve ona bağlı beyin ve şuurun 
    kendiside moleküler bir konbinasyon dizininden başka bir şey değildir.Yani 
    her maddenin hatta insanın bile enformasyonik bir bilgi kodu  
    yığınından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz.Bu açıdan geçmiş 
    zamanlara kendi bedenimizi oluşturan tüm moleküler konbinasyon bilgisini 
    transfer edebilirsek bu konbinasyonik bilgi transferi içerisinden 
    şuurumuzuda yani kendimizide geçmiş zamandaki maddelerden yapılma bir 
    bedensel kalıp içerisine nakledebiliriz.Benim araştırmalarım en kötü 
    ihtimalle böyle bir enformasyon transferiyle bile zaman yolculuğunun 
    olabileceğini  ortaya koymaktadır.Aslında bilginin görüntü ve seslerin 
    elektromanyetik uyaranlar içerisinden geçmişe ve geleceğe gönderilebildiğini 
    varsayarsak titreşimsel dalgalar boyunca kodlanıp taşınan bilgi 
    transferlerinin olduğu  yerde aynı eşik aralığından geçecek  
    kuantum prensiplerince çalışan  dev uzay gemileride inşa edilebilir.Bu 
    bilinen  bilimsel mantığa aykırı değildir.
    Bir yerde beynin kendiside 
    elektromoleküler denebilecek biyoelektriksel akım  etkileşmeleri ile 
    zaman ötesine ait bu  görüntü ve sesleri kendi içinde yakalayıp 
    değerlendirebilmektedir.Beyindeki bu elektromoleküler alanlardaki 
    elektriksel alan aktiviteleri sayesinde belkide sıvı kristal örgüler 
    içerisinden hyper uzay boyutlarından gelen titreşimlere karşı bir alıcı 
    anten etkisi söz konusu olabilir. Bilmiyorum ama ben insan beyni, zihin, 
    uzay ve zaman boyutları arasında bilemediğimiz, mekaniklerini henüz  
    tam çözemediğimiz bir bağlantı ağı olduğunu düşünüyorum.Belki bu bağlantı 
    ağı içerisinden geçmişe ve geleceğe zihin projeksiyonu dediğimiz astral 
    yolculuklar mümkün olmaktadır.Kim bilir.Belki de reankarnasyon dediğimiz ruh 
    dediğimiz şeyde uzay/zamandaki  kuantum vakumu düzeyindeki bu boyutlar 
    arası kozmik ağ şebekesi sayesinde insan deneyimleri bilgi ve birikimlerinin 
    bilemediğimiz bir şekilde insan ceninlerine yansıması şeklinde olabilir.Yani 
    yeniden doğuş!! dediğimiz şey.Enerjinin kendine ait özel bir zekası 
    olabilir.Bu zeka bilinen gibi olmasada  kendini yönlendirerek atomları 
    ve molekülleri yıldız sistemlerini biçimleyebilecek bir güç olabilir.Belkide 
    insan zekası ve beyni bu güçle bir şekilde bağlantılıdır.İnsan zekasının 
    asıl kaynağı bu türde evrene ait tümel bir zeka olabilir.
     
    Biz  üstad  Muzaffer Kınalı 
    sayesinde   günümüzde yazılmış  söylenmiş  yaşanmış bir 
    çok Metafizik hadisenin  içerisine girip bir çok hali tecrübe ettik. 
    Bilenen 4  ve 5  inci boyutların ötesinde üstadın sayesinde 40 
    (kırkıncı) boyuta kadar geçebilme imkanları ünümüzde serili durmaktadır.Her 
    ne kadarda boyutların sonsuz olduğunu her demde ifade  etsekte Ruhsal 
    ve Metafizik deneyimlerin içerisinde tanışıp  görüştüğümüz yada yada 
    bilinen temasa geçilen en yüksek boyutsal yaşam formunun 525 inci boyuta ait  
    olduğunu biliyorum.Tabi 525. boyutun ötesinde astral diyebileceğimiz seyahat 
    teknikleriyle geçilebilmiş değil.En azından bizce geçilebilmiş değil.  
    Peygamber değimiz büyük ruhsal özler bile benim ruhsal duyumlarıma göre 
    insanlığın  ulaşabildiği en üst seviye olan 80 inci boyuta kadar  
    ulaşmışlardır.Üstad Muzaffer Kınalının ruhsal yapısının  40  ıncı 
    boyuta  kadar yükselebildiği  duyumunu almıştım.Ben şu  an 
    için kendi durumumu  tam bilemiyorum fakat yanılmıyorsam 7 ve 8  
    ini boyutlara  dek ruhsal olarak  geçiş yaptığımı sanıyorum.İşin 
    ilginç tarafı Hindistandaki yoga 'lar bile yıllarca magaralara kapanıp 
    meditasyon deneyimleriyle ve sıkı meditatif disiplinlerle ancak üçüncü 
    boyuttan dördüncü boyuta doğru tekamül edebilmekteler.Hatta  bu  
    çalışmalar bir kaç  reankarnasyonik yaşam boyunca devam eden 
    çalışmalardır.Tabi büyük Hintli  ve Tibetli üstadlarında varlığını 
    belirtmek doğru olur.Bu konuda dikkatimi çeken hususlardan biri İslami 
    tasavuf okulları içerisinde yetişen Mevlana gibi Yunus Emre gibi zatların 
    sanılanında ötesinde manevi yükselişe sahip olmuş insanlar olduklarını 
    biliyorum.Ve nedendir bilmiyorum islami tasavvuf okullarında ruhsal yükseliş 
    çok hızlı bir şekilde olmaktadır.Ben kendim dini eğilimlere sahip bir insan 
    olmasamda her gittiğimiz boyutlarda islam tasavvuf kültürü içerisinde 
    yetişmiş bir çok ruhsal varlığın destek ve himayesi sayesinde bilinen 
    metafizik literatürdeki boyutların çok daha ötelerine geçebilme imkanımız 
    olmuştur.Tabi bu sonsuz alemlerin kapılarının açılması üstadın vesile olması 
    ile mümkün olmuştur.Tabi bunları söylemek sayıyla ifade etmek ruhsal ahlaka 
    yakışmaz ama yinede insanların bu konularda sezgiselde olsa bir mütealasının 
    olması lazım.Keza görüştüğümüz uzaylı grubların bir din anlayışından daha 
    çok ruhsal bir anlayışa sahip olduğunu gördüm.Bu  dünya dışı gruplarda 
    sonsuz boyutların varlığını,  insan ruhunun evrimini ve reankarnasyon 
    gerçeğini, tekamülü ve bizim Tanrı diyebileceğimiz evrensel bir zekanın 
    varlığını  kabül  ediyorlar.Uzaylı grubların tasavvuf öğretisini 
    ve doğu felsefelerini andıran inanç sistemleri var.İnsan böyle deneyimlerden 
    geçip bunları gördükten sonra bizim  insanlık olarak sahip olduğumuz 
    dinsel sistemlerin ne kadar çok yozlaştırılıp  saptırıldığını görmek 
    gerçekten çok ürkütücü.
    İnsanlığın  bilimsel olarak 
    ulaştığı seviye henüz dünyayı ve evreni tam olarak anlamaya müsait değil!! 
    diğer yandan dini sistemlerimiz  gerçeklerden çok  uzak  bir 
    evren, dünya ve  yaratıcı anlayışına sahipler.Sapkınlık  öyle 
    boyutlara ulaşmışki kendi halinde  inançsız bir kişi  bile dine 
    kendini bağlamış bir yobazdan  daha salih düşünebilme olanağına sahip 
    diyebilirim.İnsanlık bu durumda hala diyorki UFO lar varsa neden dünyaya 
    inip  ''hey biz burdayız'' demiyorlar?UFOları bir tarafa bırakın daha 
    şu  yazılanların ötesinde bir kaç şey daha söylemeye kalsak  
    dinciler elinde taşla sopayla bizi kovalarlarlar,  akademisyenler 
    toplanıp akıl hastanesinde  uyuşturucu iğneler haplar ve psikiyatrik 
    tedavilerle beynimizi çökertip  iflas ettirene kadar bizi bitkisel 
    hayata sokana kadar terapi yaparlar.O bakımdan bazı şeylere ister istemez 
    sessiz kalıyoruz.Bu açıdan bugünden UFO lar vardır yoktur geldiler 
    gelmediler gibi demeçlerin gerçeği bilen insanlar tarafından söylenmesi 
    yerine sessiz kalınması daha yerinde bir karar olur.Toplumu kargaşaya 
    sürüklememek için sessiz kalınması bir çok bilginin  örtbas edilmesi 
    daha uygundur.Örneğin dünyanıza insan formunda bir uzaylı inse hey ben 
    uzaylıyım  diye megafonla bağırmaz heralde.Deli olan yada şizofren olan 
    arkadaşlar her daimde uzaylı  olduğunu ifade edecektirler.Bu ayrı bir 
    durum tabi. Bu durumda  bizler ufkun  ötesini göremeyen insanlığa 
    şu  mesajı vermek istiyoruz '' İnsanlık olarak modern bilimin 
    kazanımlarını ne kadar din  dışı gibi görünen bulgularda olsa bu  
    bulgu ve sezgilere sahip  çıkmalıyız''.Çünkü objektif bilimin ışığı 
    bizi gerçeğe götürecek tek yoldur.
    Bizim gibiler günümüzün 
    akademiyenlerinden  ne kadarda tepki  alsalarda  
    akademisyenlerimiz ne kadarda dar görüşlü olurlarsa olsunlar bizler 
    akademisyelerle birlikte modern bilimimin sınırlarını bugün  olduğundan 
    dahada genişleterek ileri götürmeye çalışmalıyız.Bizi dinsel sistemlerimizin 
    içinde gizlenen gerçeğe götürecek olan tek yol bilimdir.Bazen sessiz kalmak 
    herkes için daha iyidir.Bizler en azından zihinlerde karmaşa yaratmamak için 
    susuyoruz.Ama bu her zaman doğru değildir.Bazen  ufkun ötesinden gelen 
    seslerede kulak vermek lazım.
    Geçen yıllarda MATRİX  isminde bir 
    filim izlemiştim.Aslında bu filimde mistik, tasavvuf ve metafizik bir dünya 
    anlatımının özetlenişi vardır.Bu filimi binyıllardır süregelen mistik  
    öğretilerde ifade edilen  kendini bil öğretisinin  bir kaç saate 
    sığdırılmış bir özeti gibi algılamak mümkündür.Bu 
    tarz filimler sayesinde kapitalist yaşam kültürü içerisindeki kaybolmaya yüz 
    tutmuş itibar görmeyen  mistik ve ruhsal kavramların yobaz  
    dinsel hocaların, ve sahtekarların, ruhsal guruplaşmaların ve dini 
    tarikatleşmeye ve terörizme çevirenlerin elinin altından çıkartılarak 
    kamu oyunun önüne getirilmesi açısından ve genç  insanların bu konulara 
    daha sıcak bakmaları açısından son derece önemlidir.Benzer bir tema STARWARS 
    (Yıldız Savaşları) filiminde  işleniyor. Yıldız Savaşlarında  
    MATRİX kavramı bizi ve herşeyi içine alıp kuşatan evrensel bir güçle 
    bütünleşme şeklinde anlatılmaya çalışılıyor.Güçle bütünleşen kişiler zihin 
    güçleriyle bu gücün dahilinde olan her şeyi kontrol edebilirler.İşte bu 
    Üstad Muzaffer Kınalı'nında bahsettiği izafi dünya gerçeğinin anlaşılıp 
    kavranmasıyla şuurun psikoterapik bir telkinle kendi sınırlı imkanlarını 
    aşıp sınırsız imkanlar dünyasına geçmesini ifade eder.Bu durum sahip olunan 
    evrensel bilgi ve anlayışın insanın zihin frekansları üstündeki dönüştürücü 
    etkisi sonucunda daha  yüksek bir zihin ve algılama frekansları 
    içerisine geçmek dediğimiz haldir.  Bir nevi zamansızlık ve 
    mekansızlığın hali içerisine geçmek gibi bir şey bu.Hem zihin  hemde 
    beden olarak bu mümkün.Bu konular bugün kapitalistleştirilerek metaya  
    çevrilmeye çalışsada bu GERÇEKlik bedeni ordan oraya sürüklemekle saatlerce 
    meditasyon yapmaklada yada gün boyu metafizik kitapları okumaklada elde 
    edilebilecek bir hal değildir.Ama  tüm bunlar bu  hale bizi 
    götüren araçlardır elbet.Ama sonuçta bu araçlarda Matrix' in bir parçasıdır.Üstad  
    tanıştığımız ilk zamanlarda derdiki Çetin eğer yeterince inanırsan bağdaş 
    kurup havada öylece asılı kalabilirsin.Yerçekimini yaratan şey senin ona 
    inanmandır derdi.Ki ben her seferinde bunu dener yere düşerdim.Ama baktım bu 
    iş böyle olmuyor  her şeyden vaz geçtiğim bir gün, inanmanın canı 
    cehenneme dediğim bir gün zihnimde bir şey belirdi.Üstadın dediği nasıl bir 
    inançtı ki?Aslına bakarsanız tamam ben her şeye inanıyorum.Keza İsa  
    peygamberde derdi ''eğer hardal tanesi kadarlık inancınız varsa dağları bile 
    yerinden oynatırsınız''.İyide bu  nasıl bir inanç ki  bunları 
    yapabiliyorsunuz.? Üstad ''seni sınırlandıran şey şartlanmalarındır'' derdi. 
    İşte bu  inanç beynin, zihnin ve evrensel zihnin  
    bir noktada kesiştiği bir algılama düzleminde gerçekleşen hadiselerdir.Lafla 
    değil zihin frekansları düzeyinde o anlayışa o hale geçmek lazım.Dil 
    başka söyler zihin haleti ruhiyesi başka telden çalarsa bin yılda ''ben  
    suyun  üstünde yürüyeceğime inanıyorum'' desen  yinede  
    boş  yinede  boş..!! Demekki zihin frekansları düzeyinde o gerçeğe 
    geçmek lazım.İçteki heyecan ve yapabileceğine dair duygusal inanç beynin 
    kimyasını  hücrenin içerisindeki biyomanyetik alanları dönüşüme 
    uğratıncaya kadar düşüncenin gücünü işletebilmek imkan dahilinde değildir.
    Düşünün ki  bilim 
    adamlarınız  olmayan bir dünyanın  maddeleriyle deneyler yapıp 
    olmayan bir dünyayı sorguluyorlar.E ' adama demezlermi ' ki  yav 
    kardeşim  olmayan   şeyin  nesini sorguluyorsun.Neyse  
    yazıma son verirken içerisinde soru işaretleri olan bu espiriyide 
    düşünmenizi tavsiye ederim..Biraz gülümseyerek  bu söylediğimi dikkate 
    alın....Bazen sessiz  kalmak en derin soruların cevaplandığı 
    andır.Bazen en derin ve karmaşık soruların cevapları sessiz kalmakla elde 
    edilebilir.Zihin durulup sakinleştiğinde matlaşmış ve bulanıklaşmış zihin 
    berraklaştığında tüm zihin GERÇEK le dolacaktır.
                                                           
          Arka sayfaya geçiniz
    
                                       
    Çetin BAL: Ziyaretçi defteri yazılarım
    
Hiçbir 
    yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca 
    bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden 
alıntı yapılabilir. 
    
    
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 
            
            Ana Sayfa /index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
            E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
              
            
            Time Travel Technology /Ziyaretçi 
Defteri /UFO Technology/Duyuru
            
            
            Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi 
            /Uçaklar(Aeroplane)
            
            
            New World Order(Macro Philosophy)