Sevgili okurlarım
bu sayfada üstad diye tabir ettiğimiz Denizli' de yaşayan sayın
Muzaffer Kınalı' yla zaman konusuna dair yaptığım bir röportajı ilginize
sunmak istiyorum.Ben daima modern bilimin günümüzde kaydettiği gelişmeyi ve
bilimin ortaçağlardan bugüne dek kat ettiği gelişimi saygıyla
karşılıyorum.Modern bilimin kazanımları hiç bir zaman için göz ardı
edilmemelidir.Ben her zaman
'Görünmeyen ilmin yolu görünen ilimdir' düsturuyla hareket etmiş biri
olarak deneysel bilimin takipcisi olmuşumdur.Benim araştırma disiplinim
fizikten metafiziğe çok geniş bir yelpazeyi kapsadığı için bu bağlamda
yıllardır akademisyeninden bilimkurgucusuna kadar bir çok litaratürü taradım
ve farklı çizgilere sahip bir çok araştırmacıyla görüştüm, fikirlerini
dinledim.Doğru yada yanlış demeden bir ön yargı gütmeden yada şu bilimsel şu
bilimsel değil demeden en saygı değer akademisyenlerin fikirlerinden tutunda
en saçma, en imkansız, en hayalci denilen görüşleri, kavramları düşünceleri
bile belki bana ilham verebilirler diye ve belkide bunlardan bir
şeyler çıkartabilirim diye dinledim, anlamaya çalıştım.Kendime özgü Zaman
yolculuğu araştırmalarım boyunca bu konuda kendisinden en çok
etkilendiğim kişi, hem bilinen prosödürlerin
dışında hemde kendi içinde tutarlı bilgiler verdiğini düşündüğüm üstad
diye tabir edilen sayın
Muzaffer Kınalı olmuştur.
Zaman konusunda bilgi verebilmek için
zaman ve mekan kavramını aşan üstad diye tabir ettiğimiz bu konuda
derinlemesine bilgili olan, hal ehli olan ve bu kavramları bizatihi yaşayan
kişiden ön bilgiler..
Çetin Bal 04/28/2003
Üstad Muzaffer Kınalı:Zaman
kelimesi ve kavram olarak ayrıca ‘üç boyutlu madde açısından’ zamanın
kavramı insan beyninde ve belleklerinde ifade ediliyor. ‘Zaman kelimesi’ ve
kavramı maddeyi aşınca yahutta maddeyi başka türlü kullanınca zaman
kavramıda değişiyor. Yani biz bunu hangi anlamda kullanıyoruz? Şöyle izah
edelim; zaman bir düşünceye göre bir boyut farkıdır.Zaman maddenin
başkalaşımında kullanılan bir terimdir.Zaman oluşumda, tekamülde, yıpramada,
değişiklikte kullanılan bir terimdir.Zaman mutlak bir kavram değildir.Zaman
muallak bir kavramdır(yani izafi değişebilen yada belirli bir değerde
durmayan).Yani izafi bir kavramdır.Öyleyse zaman kelimesini iyice
anlayabilmek için maddeyi aşmak lazım. Maddeyi aşınca değişiyor [Maddeyi
aşınca buna bağlı olarak zaman fenomeninide aşmış oluyoruz.].Mesela insan
dördüncü boyuta, beşinci boyuta, altıncı boyuta geçtikçe zaman
kavramı değişiyor.
Bazı yazıtlarda, metinlerde ve mitolojik
yapıtlarda ‘burada bir AN bir başka yerde bin
yıldır’ deniyor, bir üst boyutta ! İşte o bakımdan zamanı anlayabilmek
için önce insan kendisini metafizik kavram boyutunda başka boyutlara
hazırlamalı.Peki ne demek bu? Önce insan zihinsel olarak buna hazır olmalı.
Beyin soyut ve somut kavramlar şeklinde evrendeki olayları müteala ettiği
için zamanı iyi kavrayabilmek, zaman içerisinde yolculuk yapabilmek, zaman
aracı fikrini oluşturabilmek için bile insanın bu kavramları iyi
anlayabilmesi lazım.İnsan doğunca 100 milyar beyin hücresi ile doğar.Bunun
12 milyarı hemen çalışır.Beynin hücresel düzeydeki çalışması bile
soyut ve somut olaylar dizgesi arasındaki bağıntıları düzenleyen bir kopleks
sistem olarak kendini ifade eder.Belli bir yaştan sonra insanlardaki soyut
ve somut olayları düşünebilme becerileri bile eskisine oranla daha zor
olur.Aynı şekilde insanlardaki beynin ve hücrelerin çalışma kapasitesi
bile insanların soyut ve somut olanı anlama becerileri üstünde söz
sahibidir.Beyin hücrelerinin bu çalışma kapasitesinde bir yetersizlik varsa
böyle anlarda bırak zamanı normal kelimeyi bile kavrayamazsınız, normal ilmi
bile kavrayamazsınız, maddenin içerisindeki ilmi bile
kavrayamazsınız ki’ kaldıki zamanı kavrayasınız ! Önce zamanı
kavrayabilmek için vicdan kadar, gönül kadar, sevgi kadar
beyninde hür olması lazım ! Bir zaman yolculuğu teknolojisinden
bahsedeceksek önce soyut ve somut olaylar dizgesindeki kavrayışımızı
geliştirmemiz lazım.Önce zihnin algısal sınırlamalarından kurtularak zamanı
en üst düzeyde kavrayalım, kavrayış düzeyimiz zamanı aşarak zaman ötesi bir
realite içerisine nufuz etmelidir. Kavram olarak zamanın sınırlarını
aşalım!Bu ne demek? Buna tasavvuf dilinde ‘LA zaman’ denir. Yani
zamansızlık ! Bu bağlamda İnsanlara zamanın izafi olduğunu mutlak olmadığını
anlatmak lazım. Atom altı ölçekteki kimi karasız
parçacıklar düzeyinde yaşanan ömür ‘saniyenin üç milyarda biri’
kadarlık bir zaman aralığını kapsar.Bazı mikroskobik organizmalar bir göz
açıp kapama süresinde ömürlerini tamamlarlar. Öyleki bir (1) dediğimizde
evrenin farklı düzlemlerindeki farklı zaman akış hızlarından dolayı o farklı
düzlemlerde yer alan yaşamlar için üç milyar yıl gibi bir zaman süreci
geçmiş olacak. O kadar geniş ! Böyle yaşamlar var.
Dikkat edilirse bu örneklerde olduğu
gibi zaman kavramı tamamıyla değişik!Yani zaman her yerde aynı değil.Bu gibi
bir üst boyutta 1 (bir) dendiği anda bizim boyutumuzda
milyarlarca yıl geçmiş olacak.Dikkat edilirse zaman kavramı tamamıyla
değişik.Maddi bir mesele bu! Yani sonradan icat edilmiş bir ölçü
sanki. Bizim uygarlığımıza göre birim ölçüsü ‘metre yada ışık hızı gibi’
metrik tanımlamalardır.Ama insanların ilerde kullanacakları ve gelişmiş
medeniyete sahip sistemlerde bu ölçü yerini Magadon denen bir ölçüye
bırakacaktır.Magadon ölçü birimi boyutlar arası yolculuğu geliştirmiş
medeniyetlerde ışık hızı gibi ele alınan bir hız sabitesi olarak
ışıktan hızlı yolculuk yapan uygarlıklardaki temel mesafe ve hız ölçü birimi
olarak kullanılacaktır.Öyleyse insanlar bilmelidirler’ ki bulunan, kabul
edilen, kullanılan ölçüler, kavramlar, kıyaslamalar hatta zaman ve mekana
tabi tüm sınırlamalar ve değer yargıları ki’ mekan ve zamanın
kendiside bunun içindedir tüm bunların hepsi izafidir.Dünyada bildiğiniz
gördüğünüz kavradığınız şeyler izafidir.İzafi olan düşüncelerle izafi
olan belleklerle, izafi olan ölçülerle izafi olmayanı anlamak normal
değil.Öyleyse zaman içerisinde yolculuk yapacak olan kişi beyninde
buna hazır olmalı, gönlünde belleğinde bu yolculuğun anlayış zeminini
kurgulayabilecek zeka düzlemine erişmiş olmalı.Kişi bu yolculuğu
planlayabilecek ve somut düzlemde bunu yapabilecek şuurlanmayı kazanmış
olmalıdır.Kişi böyle bir şuurlanma sonrasında zaten bu yolculuğu
pratik düzlemde yaşayacaktır.Bu şuur kazanımı kişinin ruhsal bedenine de
yansıyacaktır. Bu düşüncenin olabilirliği ruhsal yapımıza da
aksettiğinde kişi önce bu zamanda yolculuk hadisesini
bir makineyle yapmak yerine astral bedeniyle yapacaktır.Bu anlamda astral
bedenle geçmişe ve geleceğe yolculuk yapacaktır.Bir nevi gelecek ve geçmiş
bir yerde birleşmiş olacaktır. Hani Hz Ali’ nin bir sözü var, ‘ilim bir
nokta idi cahiller çoğalttı’. Zamanı yaratan biziz.Çünkü
beynin bellekleri ile algılaması ve algılamada olan yıpranma eskime gibi
değişimlerin kıyaslanması sonucu öncelik ve sonralık arzeden durumlar
silsilesiyle karşılaşıyoruz.Ve kavrayıştaki bu gecikmeler, kıyaslamalar,
oranlamalardan doğan izafiyetteki yanılsamalı algılamalar bize bir geçen
zaman izlenimini vermektedir.Fiziksel ve psikolojik açıdan geçen zaman
kavramı en derin düzeyde birbiri içerisine girmiş iki durumdur.Bazen fizik
beynin kimyası yanılsamalı bir zaman hissine neden olsada bazı durumlarda
zihin fizik boyuta ait zaman sınırlamlarını aşan bilinç üstü uyanıklık
durumlarına kendisini yükseltebilir.En derin kavrayış düzeyinden
bakıldığında aslında geçip giden bir zaman yok!
Çetin Bal:
Ama üstadım zaman içinde yolculuk derken birde
zamanın fiziksel bir boyut olduğunuda söylemek lazım.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Hayır zamanın fiziki diye bir ölçüsü olmaz! Ancak zaman
içinde yolculuk kavramını gündeme getirebilmek için önce insan
zamansızlık içerisinde olmalı. Bunu iyi kavrayın. Yani
sonsuzluğu anlamak için insan sonsuz olmalı.Sınırsızlığı kavramak için insan
sınırsız olmalı.Demek istiyorum’ ki sevgiyle, gönlünüzde, psikolojik
hallerle, belleğinizle, zihinle zamanı anlayamaz / kavrayamazsanız
zamanı anlayamazsınız! Zaman içerisinde yolculuk yapamazsınız.ZAMAN
olmadığını anladığınız zaman, zamanın izafi olduğunu anladığınız anda
işte o zaman ‘ZAMANSIZLIK’ içerisine girersiniz.
Bir makineyle fiziki bir sistemle
bilinen zaman boyutlarını aşmak için zamanı aşmalısınız! Ki’ bu da
zamansızlık içerisine girmek demektir.Öyleyse önce zaman ve zamansızlık
kavramlarını anlayıp hazmetmeden bu kavramların tam bir anlayışı içerisine
girmeden gönlünde ve aklında bu yolculuğu tasarlamadan fiziki
planda bu yolculuğu gündeme getirmek mümkün değildir.
Zaman olmadığını anladığınızda
zamansızlığın yada izafi zamanın kavrayışına sahip
olduğunuzda o zaman ZAMANSIZLIK içerisine girersiniz. Tasavvuf ilimleri
içerisinde bahsi geçen ‘La Zaman - La Mekan’ dediğimiz hadisede budur.
Bu durumda hem mekanı sonsuz anlarsınız, kainatın oluşumunu izlersiniz.Nice
alemleri izlersiniz.Kainat deforme olduğunda, bozulurken dağılırken kainatı
izlersiniz, görürsünüz., daha kainat oluşmamışken bile tüm bunları
görebilirsiniz. Sanki şu anda oluyormuşcasına bu halleri yaşabilirsiniz.Peki
bu nasıl oluyor? Daha olmamış olan şeyi ya da olmuş bitmiş bir
hadiseyi nasıl şu anda oluyormuş gibi görebiliyoruz..Haa işte bu
zaman- mekan kavramlarının anlaşılmasıyla oluyor.Bunu
anladığınız an meseleyi anlarsınız.O anda yani bu anlayış içinde
zaman içerisinde yolculukta yapabilirsiniz.Yani illede ruhsal yada
zihinsel yada astral denen yöntemlerle değil bizatihi fiziksel maddeyide
zamanın ilerisi ve gerisine götürmeyi düşünebilir bu konuyuda
gündeme getirebilirsiniz.
Çetin Bal:Üstadım
buna göre geçmişin ve geleceğin varolması doğrultusunda, zaman çizgisinin
fiziksel yada mekansal bir uzam gibi fiziksel bir somutluğa sahip olduğunuda
söyleyebiliriz.Çünkü daha önceki sohbetlerimizde söylediğimiz
gibi geçmiş ve geleceğe doğru bir makineyle seyahati düşündüğümüzde bir
çeşit üst uzaysal yol kat ediyoruz yani belli bir mesafeyi aşıyoruz.Bu
mesafe bilinen gibi olmasada nihayetinde makinenin frekanssal yerdeğiştirim
bazında da olsa bir çeşit
zaman fazı değiştirimine karşılık gelen bir aralık değer yada bir
eşik değeri aşılmak geçilmek zorunda..
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi Şöyle; biz bu zaman mevzusunu anlatırken
somuttan soyuta (üçüncü boyuttan dördüncü boyuta geçiş gibi)
yahutta soyuttanda somut olana açılan yollar olduğundan bahsediyoruz.Ne
henüz elle kavranmamış, ne de laboratuvar aletleri ile ölçülüp biçilmemiş
somut ortamlara konmamış şeylerin yok olduğu farzedilebilir mi? Daha
nice ilimler icra edilecek gelecek zamanlarda!Öyleyse onları yokmu
farzedeceğiz? Olmazmı diyeceğiz onlara? Gelecek tarihi ve kavramları
yokmu farzedeceğiz? Geçmişi yokmu farzedeceğiz? Bizden daha uzakta olan
keşif sınırlarımızdan daha ötede olan başka dünyaları başka ortamları
oralara gidemiyor oraları göremiyor diye yok mu varsayacağız? Atomun
daha da derinliklerine inemiyoruz diye atom altı dünyaları parçacıkları yok
mu farzedeceğiz? Elbette ‘ki HAYIR! Tüm bunların hepsi var! Soyutta var
somutta var! Anlayamadığımıza, göremediğimize, bilemediğimize şimdilik soyut
diyelim. Anladıysak, gördüysek, bildiysek onada somut diyelim.Ama soyuta
hazır olur, soyut düşünceler üreten beynimizdeki her bir kavramı taşıyan
milyonlarca soyut düşünebilme yeteneğinde olan hücreleri dejenerasyona
uğratıp köreltmezsek, soyut düşünme yetimizi yok etmezsek, dikkat edin
şimdi onu yok etmezsek o beynin kavrama yetisini öldürmezsek o
zaman biz o soyutlarıda o soyut düşünce ve kurgularıda somuta
çevirebiliriz.Keza insanlık tarihine bakıldığında her icat her buluş ve
keşif önce soyut düşünceden başlayarak zamanla somut gerçeklere
dönüşmüştür.Eğer beynin soyut düzeyde meseleleri tartıp ölçme
tasarlama yetisi yok olmuşsa zaman yolculuğu ya da başka bir konuda
her ne kadarda bir öngörü vermeye çalışsam ne söylediğimi de anlayamazsınız
ki! Dinleyenlerde anlamaz! Ne diyor yaa.. bu! der. Ne diyor bu..? Adam
dediğimizden bir şey anlamaz ki.Çünkü bu tarz insanların beyindeki soyutu
kurgulamaya yarayan hücreleri ölmüştür, tam çalışmıyordur.Kavrama yetisi,
belleği zayıflamıştır.Kristalize bir beyinle matlaşmış bir beynin
ışığa karşı duyarlı olup olmayışı gibi bir meseledir
bu! Senin yada benim dediğime saçma der geçer adam..Çünkü beyin
kapasitesi alışılmadık olana kapalıdır.Dinlese de adam sıkılır.Anlamaz
çünkü....ne zırvalıyor bu der!!Bu durum belli ölçülere fizik kaidelere
beynini şartlamış bir akademisyen içinde böyledir, sokaktaki vatandaş içinde
bu böyledir değişmez.Bu tarz insanlar kendilerine ne verilmişse bir
teyip bandı gibi onu ezberler geçer daha ötesine kafası gitmez
gidemez..! Almaz kafa! dedik ya bu zorla olan bir mesele değil.İşte bu
tarz insanlarda zamanla psikolojik kabül ve şartlanmalardan doğan
beynindeki o kısım, yaratıcı soyut düşünebilme hücreleri yok
olmuştur.İnsanı anlamada, bir mevzuyu kavramada her beyin hücresinin ayrı
bir görevi var ayrı bir gücü var.Peki bu algılama gücünü yitirmiş soyut
düşünebilme becerisini kaybetmiş bir beyin benim dediğimi ya da burda bahsi
geçen mevzuları nasıl anlayacak.
Örneğin senin şimdi radyoaktif uranyum
madenini içerisine koyacak bir aletin bir kabın yoksa uranyumu nasıl
alacaksın muhafaza edeceksin? Uranyumu cebine doldurabilirmisin,
koyabilirmisin? Şimdi değişik radyokaktivite sevilerine sahip uranyum
madenleri vardır.Bunlar yaklaşık 5 ton gibi bir külçe ağırlığına sahip
kurşun madeninden yapılma kablar içerisinde muhafaza edilmektedir.Yoksa
uranyumdan çıkan yüksek enerjili ışınlar canlılar için öldürücüdür.Bu
ışınların insanlara zarar vermesi sözkonusudur.Bu gibi sen bir çok
kavramları algılayıp hazmetmeye hazır değilsen, söylenen şeyleri nasıl
alıp değerlendirip pratik uygulamaya gecebileceksin ki? Önce zaman yolculuğu
meselesini algılayacak, hazmedecek, kavrayacak beyin ve bellek gücüne
ulaşman lazım.İnsanlar bir türlü bunu kabul etmek istemiyorlar.Ya sen
şimdi bana misal bir elektrik motoru nasıl yapılır diye soruyorsun? Yaa
önce sen bir elektriğin ne olduğunu öğren anlamaya çalış, zaten sonra
gerisini sen kendinde yaparsın.Bu gibi şimdi zamanda yolculuk diyoruz
Zaman Makinası nasıl yapılır diyoruz!! E’ şimdi sen önce zamanı
bi.. anla bakalım! Nedir zaman? Zaten bu meseleyi anlarsan gerisini de
kendin çıkarırsın ..bana bile sormana gerek kalmaz.Bu durum havanın ne
olduğunu nasıl bir iç dinamiği olduğunu havanın basıncını ..vb gibi
mevzuları anlamadan bilmeden ee ben
Yolcu Uçağı yapmak istiyorum demene benziyor. Yaav
önce bi.. havanın yapısını dinamiklerini bir anla bakalım.. tamam havada
uçan sistemler yaparsın biz yapamazsın demiyoruz’ki...200
yıl önce senle sohbet etseydik o zaman için sen bana ya
üstad ben havada uçan bir makine yapmak istiyorum deseydin biz
yine yapamazsın demezdik sana! yapılır elbet.Ama önce hava kavramı
üstünde onun dinamikleri üstünde yoğunlaşmanı ve anlamanı isterdim.E’ şimdi
de bana zaman aracı nasıl yapılır diye soruyorsun.Tamam bu da
mümkündür.!! Ama önce dediğimiz gibi zamanın, boyutların,
enerjinin, maddenin kuantumlu yapısını, kuantum dinamiklerini, atom içi bir
çok olayı araştırman bilmen lazım.Elektromanyetik alanları ustaca
kullanabilme olgunluğuna erişmen lazım.Zaman, enerji ve mesafe kavramlarını
irdelemeden önce bu kavramların felsefesini yapman lazım.Önce ben tüm bu
anlattığım mevzuları anlamanızı istiyorum.
Örneğin AGARTA uygarlığında bir çok şey
anlaşıldığı için ve AGARTA’da dünya bilim konseptinden ayrı olarak
madde hakkında bir çok şey anlaşılıp kavrandığı için onlar maddenin
diğer hallerini kullanabiliyorlar.Maddede henüz dünya insanlarının bilmediği
bir çok hal vardır.Sadece katı, sıvı, gaz hali değil! Başka
türlü haller var.Atom içi haller var. Kuantum halleri var! kuantum fiziğine
göre o halleri kullanabiliyorlar.Ama o hallerin önce soyut kurgusunu
felsefesini yapmışlar.O kavramlara sahip olmuşlar.Onları somuta geçirince
yeni kavramlar ortaya koymuşlar.Onlarda ‘soyut kavramlarda’ bizim
gibiyken bu kavramları yok sayıp saçma diyip unutmamışlar tam tersine
bunları geliştirmişler icraata geçirmişler ve şimdide kullanıyorlar.Maddenin
farklı hallerini yasalarını prensiplerini kullanabilmek için önce hallerin
bilgisene sahip olmamız lazım.Örneğin üst uzay yolculuğu gibi, Zaman
yolculuğu gibi, maddeleri atomla elektron arasına dek küçültebilme imkanı
gibi.Yani bu, bir atomu küçültüp kendisine benzer diğer atomun
elektronu ile çekirdeği arasına sıkıştırmak gibi bir şey.Keza evrende sonsuz
küçülme ve büyüme vardır.Dev bir uzay gemisini atomun elektronu ile proton’u
arasında gezebilecek kadar küçültmek mümkün dür.Tabi bu kavram bile
başlıbaşına çok farklı bir konudur.Atom içi hadiseleri ve uzay-zamanın esnek
doğasını kavradıkça, anladıkça zamanla bu gibi kabul edilmesi çok zor gibi
görünen şeyler kabül edilecektir.Bunu biz söylüyoruz felsefi
boyutta ifade ediyoruz ama bu nasıl olur nasıl yapılır? Tabi ki o da
teknik düşünen insanların yapacağı şeydir.Zaten evrende her şey enerjidir!!
Mesele bir çok açıdan bu enerjiyi tanımak bu enerjiye hakim olmaktır.Bunu
yapabilirseniz zaten zamanda yolculuk makinasını da yaparsınız bu makinayı
atom içi kuarkların arasında bile gezebilecek boyutlara
küçültebilirsiniz.Aynı boyut içinde aracı görünmez yaparsınız...vb.
gibi yani teknoloji sonsuz!! Anlayış, kavrayış ve bilgi geliştikçe
ortaya yeni yeni haller çıkacaktır.O haller farklı hallerin bilgisini
gündeme getirecektir ve teknoloji sonsuza dek ilerleyecektir.İnsanlık
ilerleyecektir.
Şimdi bu gibi zamanda yolculuk
yapabilen, boyutlar arasında gezebilen bir yıldız sisteminden diğerine
birkaç saniyede hareket edebilen AGARTA’lılarında bu teknolojik seviyeye
gelmelerinin nedeni
daha henüz bizler tarafından bilinip anlaşılmayan maddenin gizemli
yapısına dair bir çok bilgiyi anlamaları kavramaları ve soyut bazda
meseleleri irdeleyip yeterince hazmettikten sonra somut bazda uygulamaya
geçmiş olmalarıdır.Biz insanlar daha bu mevzularda bırak
somut adımlar atmayı daha bu
konularda bilimsel temelli soyut kurgular bile gündeme
getiremiyoruz.Demek ki soyut diyip geçmeyelim hayal diyip geçmeyelim,
felsefe diyip geçmeyelim.!Düşünelim araştıralım kavram olarak olayları
irdeliyelim.Çünkü soyut olmadan somut olmaz!Önce soyut düşünmeyi
öğreneceğiz.
Peki bunu şimdiden kabül etmezsen
yani bazı olaylarda akıl yürütmezsen o işin felsefesini yapmazsan –öyle
değil mi?- fiziğin metafiziği olduğunu psikolojinin parapsikoloji
olduğunu yani daha da ötelerinin olduğunu kavrayamazsanız daha
yeniye daha mükemmele nasıl gideceksiniz? Soyut kavramlar olacak’ ki
kurgular olacak’ ki o soyut kurgulardan bir yol bulup somutu o yönde
değiştirip madde hakkında daha üst düzeyli bir bakış açısı ve daha üst
düzeyli bir kullanma şekli elde edebilelim.İnsanlar maddenin olanaklarını ne
kadar tanıyorlarsa madde hakkındaki kavramları ve bilgileri ne kadarsa o
ölçüde bir teknoloji geliştirebilirler.Mesela biz uzayda yol almak için
enerjiyi tepkimel bir atım ve itim maddesi olarak kullanmayı akıl
edebilirken AGARTA’lılar enerjiyi bizim tam tersimize daha çok kalıcı
bir güç kaynağı olarak kullanma yoluna giderek daha zarif ve
hızlı sevk yasalarını gündeme getirmektedirler.Bizler elektromanyetik bir
havuz olan uzay dokusunda yanmış gazları eksozdan püskürterek ters yönde bir
itiş gücü elde etmeyi düşünürken AGARTA’lılar bu uzay/zaman denen hologram
plakasına etkide bulunacak ve hareket sağlayacak daha farklı sevk
sistemlerini geliştirmişlerdir.Çünkü bu konudaki kavrayışlarını
geliştirmişlerdir.
Çetin Bal:
Evet üstadım bizim elektromanyetik sevk yöntemi
dediğimiz şeyi kastediyorsunuz heralde? Yani bir gemiyi güç alanlarını
kullanarak elektromanyetik rezonans prensiplerince yine elektromanyetik bir
alan yapısında olan uzay/zaman hologram plakasına uzay gemimizi yada buna
bizim açımızdan zaman gemisi desek daha doğru olur! İşte bu zaman
makinesini bu hologramik alana bağlayarak
yine bir alan frekansı niteliğinde olan zaman frekans bandı dediğimiz geçmiş
ve gelecek zaman/uzay hologram plakaları içerisine doğru frekanssal bir
yerdeğiştirimle hareket ettirebiliriz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Zaten diğer konuşmalarımızda bunu ifade etmiştik.Dediğin gibi
meseleyi anladıktan sonra sorun yok zaten.Haa.. sen AGARTA’ lılar gibi
yapmazsında yine aynı olayı bir başka şekilde yaparsın.Ama sonuçta
yaparsın!!Olayı bildikten sonra meselenin kavrayışı içerisine girdikten
sonra olmayacak bir şey yok.
Burada da hep ifade ettiğimiz gibi bir
olayı önce hayal boyutunda soyut planda tahayyül etmeden kurgulamadan
pratiğe geçmek mümkün değildir.O bakımdan soyut düşünce boş şeymiş gibi
düşünülmemeli soyut düşünceye önem verilmeli.
Dünya ve kainat somut olarak yok iken
soyut olarak var idi.Düşünce olarak var idi.Düşünceler somutlaştı.Bu ne
demek? Bu şu demek oluyor dünya sahnesindeki insan denen oyuncu kendi
kurguladığı bir dünyanın içerisinde yaşıyor...bizim bilincimiz mi
kainatın içinde yoksa kainat mı bizim bilincimizde bir resim...bir imgelem.?
İnsanın fizik bedeni mi düşüncesinin somutlaşmış bir yansımasıdır? Yoksa
düşüncemi somut bedenden kaynaklanır?Bedenle mi varız soyut
düşüncelerimizle mi varız?
Soyut ve somut ?Aslında ne biri
diğerinden önce gelir nede bir diğeri öbüründen önce gelir.Aslında bütüncül
bir açıdan bakıldığında GERÇEK ne soyut olandır ne somut olandır.GERÇEK her
iki durumuda kapsayan bir tanımsızlık içerisinde oturur.İşte bu
tanımsızlıktır ki ona bakanların bakış açısına göre her şekli
alabilen bir şeydir GERÇEK!! Öyleyse herkesin kendi bakış açısına göre
oluşturduğu bir gerçekten bahsedebilirmiyiz? Evet
bahsedilebiliriz.4.boyuttan 3.boyutu düşündüğümüzde bizim dünyamız yoktur.
Yani bir anlamda soyuttur.Şuur enerjisi kendisini hangi frekans ortamlarında
algılamak istiyorsa orda varolur öyleyse. Şuurun gerçeği daima ŞİMDİ’dedir.Geçmişte
yada gelecekte değil! ŞİMDİ’de.Geçmiş zaman o zaman boyutu
içerisindeki bir şuura göre şimdiki zamandır.Ama bize göre şu anda geçmiş
zamandır.Bizim şimdimiz o zaman boyutuna göre soyut olan henüz olmayan
gelecek zamandır.E’ peki söyle bana hangisi gerçek!!
Çetin Bal:
..ee üstadım valla bana kalırsa hepside kendine göre gerçek.Yani zaman
çizgisini zamansızlık içinde yerini alan bir daire gibi düşünürsek.Bizim
dairenin dokunduğumuz noktası bizim ŞİMDİ’miz olur.Dokunacağımız diğer yer
bizim geleceğimiz olur.Ve dokunmuş olduğumuz yerde zamansızlıkta
yer alan bize göre geçmişte kalmış olur.Demek ki
geçmiş, gelecek ve şimdi mevzusu şuurun içine
girdiği zaman frekansları ortamına göre değişiyor.Şuur frekansları ile ‘sonsuz
metrajlı zaman frekans bandının’ kesiştiği her noktada şuur
enerjisi kendi ŞİMDİ ‘sini yaşar.
Üstad Muzaffer kınalı:
Evet demek’ki yine hep söylediğimiz şeye
yani zamanın aslında olmadığı anlayışına ulaşmış oluyoruz.Yahutta
diğer bir ifadeyle zamanın izafi olduğu kavrayışına ulaşıyoruz.Bunu herkesin
kavraması oldukça güç tabi..Ama zamanla insanlar bizi dinledikçe okudukça
araştırdıkça meseleye daha çok vakıf olacaklardır.
Nerde kalmıştık? soyut ve somut
kavramlarda kalmıştık. ‘Dünya ve kainat somut olarak yok iken soyut olarak
var idi’ dedik.Düşünce olarak var idi dedik! Daha sonra düşünceler
somutlaştı.DÜŞÜNCE temelde kuantum enerji vakumunun içine yayıldığı gerçek
varoluş zeminidir.Ve insan düşünceleri de bu evrensel zemindeki düşüncenin
biyokimyasal yapılar içerisindeki yansımasıdır.Beyin dediğiniz şey kuantum
kökenli evrensel bilince sadece ayna olma vazifesi görmekten başka bir
özelliğe sahip değildir.Düşünceyi beyin yaratmaz!! Beyin varolan düşünceyi
yansıtır sadece.Ayna kırıldığında her yerde varolan ışık yine aslında hep
ordadır.Asla bir yere gitmez, kaybolmaz yada yok olmaz. IŞIK( düşünce)
taki kendine yeni bir ayna bulana dek zamansızlıkta öylece asılı
durur.Zamansızlık tüm ruhların evidir. Ya da bir başka ifadeyle bilinç denen
şey radyo dalgaları gibidir.O kendine uygun bir radyo bobini bulduğunda
orada indüklenerek ses verir.Radyo kırılsada senfoni daima oradadır titreşir
durur.Taki kendisini ifade edebileceği yeni bir hoparlör bulana dek
sonsuzluktaki yerini alır.
Eğer kuantum vakumuna yeterince eğilip
bakabilseydiniz orda kendi bilincinizin aksini görürdünüz. Eğer başka
bir arkadaşınıza gidip o atom içine doğru uzanan kuyuya kafasını uzatmasını
isteseydiniz o da ordaki kuantum vakumu aynasında kendisini
seyrettiğini görecekti. Ve o anda arkadaşınızın ve kendinizin ve madde
dediğiniz tüm bu şeylerin kendi bilincinizden yapılma soyut şeyler olduğunu
fark ederdiniz. Ve işin enteresan tarafı her ikinizde aslında aynı bilincin
kendini farklı bedenlerde farklı bilinçler gibi algıladığını fark
edecektiniz.Oysaki gerçekte ortada tek bir evrensel bilinç var.Tüm evren tek
bir evrensel bilinç aynasıdır.Sonsuzluktaki tüm düşünen beyinler sanki o
aynanın kırılarak binlerce parçaya ayrılması ile kendini binlerce kişiye
bölmesi sonucu varolmuş kişiliklerdir.Evrendeki tüm bilinçlerin toplamı
sanki tüm kırılan ayna parçalarının bir araya gelip bir yerde evrensel
bilinç aynasını yani tek bir bilinci ifade etmesi demektir.
Aslında sandığınız gibi varolmadığınızı
bilmek, sanal bir dünyada yaşadığınızı bilmek, size kendi evrensel
bilincinizin farkındalığı içinde düşünce gücünüzle tüm madde dünyasını
değiştirebileceğinize dair güçlü bir inancı ve kanıyıda beraberinde
getirir.Böylelikle bu sanal dünyada kendi kurallarınızı kendiniz
belirleme gücüne ve olanağına kavuşmuş olursunuz.Bu bir nevi Allahın nuruna
şuuruna bürünmek gibi bir şey... Ama bunu kavramak ve anlamak şu anki insan
aklı için çok zor bir meseledir.Bu durum insan zihni ile evrensel zihnin
aynı frekansta rezonatif bir bütünleşmeye geçmesi gibi bir şeydir.Bu noktada
fizik bedeninle düşündüğün yerde olursun.Düşünce hızıyla bir yıldız
sisteminden diğerine seyahat edebilirsin.
Tüm beyin hücrelerini bu gerçeğe
şartlarsan bu gerçeğin kavrayışı içerisine girersen zamanla beyin
frekanslarını da değişime uğratırsın.Hücre içi frekanslarını da yani
fizik vucudunu oluşturan her bir hücreni çevreleyen biyomanyetik alan
frekanslarınıda sonsuzluğun frekanslarına ayarladığında artık tüm
sonsuz boyutlarla sonsuz zamanla ve mekanla bağlantı kurarsın...yani
bütünleşirsin..zamanı ve maddeyi aşarsın artık zamansız ve mekansız
bir hale geçersin ve tüm bu söylediğimiz halleri bizatihi kendin
yaşarsın.Nerdeyse bu durumda beynin, hatta şakraların % 100 çalışır
hale gelir.Öyleki biyoenerjinle bile ölüleri diriltebilecek bir güce
ulaşırsın.Yani bunlar çok büyük yada imkansız şeyler değil.Bunların şovunu
yapmakta mesele değil! Asıl GÜÇ bilinçle,
akılla, anlayışla ve duygulardaki gelişmişlikle ölçülür.İnsanlar
kendilerini henüz tam olarak tanımıyorlar.Örneğin bir hücrenin temel yapısı
ve fonksiyonları diyince, insanlar bu konuda yaşamsal olan en kaba bilgi ve
fonksiyonu tanımlayabiliyorlar.Oysaki hücredeki çekirdek ile onun arasındaki
stoplazma bile öyle fonksiyonlara işlevlere sahipki, hayal gücünüzü
bile aşan öyle şeyleri yapmaya programlanmışki bugün bu bilgileri, bu
halleri insanların kavraması ve çözmesi nerdeyse mümkün değil!!
Bir hücrenin fonksiyonel potansiyelleri hemen hemen sonsuzdur.Bu
bağlamda bir insanın yapabileceklerinin olası potansiyelini bile düşünmek
sıradan insanlara ürkütücü gelir.İnsan varlık olarak ne sırlar ne kodlar
üstünde oturuyor da bunun farkında bile değil.Zaten tarihten bu yana gelen
KENDİNİ BİL öğretisi bu gerçeğe dayanır.Efsanelerdeki eski
Atlantis’te, eski Mısır’ da eski şaman eğitimlerinde,
kızıldereli kültüründe uzak doğuda ve anadolu tasavvuf okullarında,
dergahlarında hep bu bahsettiğimiz bilgiler verilirdi, bunların eğitimleri
yapılırdı.Ama sonraları bu felsefelerin öğretilerin dejenere olması,
saptırılması sonucunda artık günümüzde bu gerçekleri
yaşayanlar hemen hemen hiç kalmamıştır desek yeridir.Artık dinler bile
GERÇEĞİ taklit boyutunda yaşamaktan öte insanlara bir şey vermez
olmuş.Bu anlamda her hangi sabit bir ideolojiye düşünceye bir fikre
ŞARTLANMAMIŞ BEYİNLER’in ilimde bilimde teknolojide daha ileri gitmesinin
sebebi de budur. ‘Din bir afyondur’ diyor Yunanlı filozof Eflatun!
İşte bugün maalesef islami kültürdeki yozlaşma ve meseleleri taklitçi
ve dar bir alana sıkıştıran zihniyetten dolayı biz Müslümanlar büyük bir
maneviyatın mirascıları olmamıza rağmen dünyada hem manevi
boyutta hemde maddi boyutta en geri toplumlara dönüşmüşüz.Bunun nedenlerini
iyi sorgulamak lazım.
Modern batı Rönesans hareketleriyle
ilime, bilime önem vererek, bazı tabuları yıkarak bugün bir yerlere
geldi.Bizdeki durum tabi daha farklı.Toplum olarak düşünmeye araştırmaya hep
engel olmuşuz araştıranı düşüneni hep taşlamışız, kafamıza uymayanı ya
deli ya da hayalci ya da dine karşı geliyor.. diye bir kenara itmişiz
dinlememişiz. Yok Allah çarpar! yok efendim dinden çıkarsın yok efendim
günaha girersin yok cin çarpar, aman okuma deli olursun yada dindeki bir
meseleyi anlatırsın anlamaya çalışırsın bu seferde ‘eski köye yeni
adetmi getiriyorsun’ diye kafir olursun..vb.gibi!! asılsız iddia ve
suçlamalarla bu insanları karalayıp ortadan kaldırmaya kadar giden
eylemlerle toplumu köreltmişiz. Materyalist olan bize şarlatan diyor, dinci
olan bize başka bir gözle bakıyor.İşte bizler bu gibi tuhaf yargılamalarla
boş beyinlere sahip bir İslam toplumu yaratmışız.Aynı şey metafizikte,
tasavvufta, materyalist düşüncede de kısmen yaşanmıştır.Şartlanmalar ve ön
yargılar nerde olursa olsun yanlıştır, hatalıdır.Bu işin dinle imanla,
hayalcilikle ilgisi yok.Sonuçta ne ekersen onu biçersin eee
sen bir şey ekmemişin ki!! Hz Muhammet ‘ilim Çinde olsa bile gidin
alın’ demiştir.Ayetlerde buna benzer o kadar çok anlatım vardır ki
ama dinleyen kayda alan kim!! Gerek Hz Ali’nin Hz Muhammetin ve bir
çok İslam evliyası diye tabir ettiğimiz tasavvuf erbabları Muhittin Arabiden
, Mevlana’ya Abdül Kadir geylani hazretlerine dek ..daha burada
isimlerini sayamayacağım onca gönül erinin hatta İslam bilim
adamlarının( İbni sina dan Hazerfen çelebiye aklınıza kim gelirse) hepside
bilimin bilginin ilerlemenin geniş gönüllü olmanın, mücadelesini
vermişlerdir.İnsanı onun sonsuz potansiyellerini her demde, sohbette dile
getirmiş hatta kimi yerde fizik boyutları aşan uygulamarı ile bunları ifade
etmişlerdir.
Hep eskiye dönük örnekler vermekte doğru
değil bugün bizler konuşuyoruz, bizler varız sen zaman yolculuğunu
araştırıyorsun, ilahiyatcılarımız ‘din’i insanlara daha geniş bir
perspektifte anlatmaya çalışıyor, ve hangi düşünceden olurlarsa
olsunlar üniversitelerdeki tüm akademisyenler bizim insanlarımızdır onların
araştırmalarına düşüncelerine de bu toplum destek vermeli.Ki bunun hem
Türkiye’ ye hem İslam toplumlarına hemde dünya insanlığına yararı
olsun.İnsanlık olarak hep birlikte gelişelim o gavur bu bizden o sizden
anlayışını da ortadan kaldıralım. İnsanlık ailesi olarak inananıyla
inanmayanıyla birlikte yükselmeye evreni anlamaya gayret edelim.Bunu önce
millet olarak kendi içimizde yapalım.!Bunları herkes anlamalı benim
olmadığım yerde sen konuşacaksın, sen arkadaşlarına anlatacaksın onlar
başkalarına anlatacak.Böylelikle evrensel düşünceler nesilden nesile
dünya insanları arasında yayılacak burada kişiler önemli değil bizler sadece
aracıyız bugün varız yarın yokuz!! önemli olan evrensel duygu ve
düşüncelerin yayılmasıdır, insanlar tarafından anlaşılmasıdır.Bir yerde
dinlerinde ötesinde insanlık ailesi olarak birliği ve beraberliği
yakalamalıyız.Asıl olan gerek dinlerde gerekse felsefi söylemlerde gerekse
mistik öğretilerde ifade edilen o kozmik gerçekleri anlamaktır,
kavramaktır yaşamaktır.Yoksa gerisi laffff. Meseleyi anlamadıktan sonra aynı
kelimeyi bin yılda okusan, bin yılda söylesen yine boş yine boş!!Eğer
okuduğun kelime senin hücrelerindeki kimyayı, titreşimi evrensel olana
yaklaştırmıyorsa seni değiştirmiyorsa, seni dönüştürmüyorsa o zaman sen
kitap yüklü eşekten başka bir şey olmazsın...
Zaman yolculuğu yapmaktan
bahsettiğimizde önceden de dediğim gibi öncelikle meseleyi kavraman, anlaman
bu yolculuğu soyut planda hazırlaman lazım.Maddenin farklı hallerini,
olanaklarını bilmen lazım.Bir şey yapmayı bir bina yapmayı tahayyül edersin,
düşünürsün, planını projesini çizersin hazırlığını yaparsın. Ondan sonra onu
fizik boyutuna geçirirsin.Aynı durum!
Öyleyse zaman konusunda yahutta mekanın
izafi oluşu konusunda iyi şeyler öğrenip yapmak için fizik bedeni ve ruhsal
bedenini bütünleştirecek, soyutla somutun geçişlerini pekleştirecek,
güçlendirecek ikisini birden icraata yani uygulamaya dökeceksin.
Çetin Bal:
Zaten üstadım şu da varki zaman akımına müdahale edebildiğimizde
uzaydaki mesafeleride bir anda aşabiliriz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
İşte aynı şey! Mekan yok dedik yaa! Mekan yok dediğim
o! Zamanla mekan birbiriyle uyum içinde. Birini aşınca diğerinide aşmış
oluyorsun.
Çetin Bal:
Uzayda bir yerden diğerine hareket için belli bir sürenin geçmesi lazım.Yani
zaman içinde o hareketi yapıyorsun...
Üstad Muzaffer Kınalı:
Ama ‘ZAMAN’ yoksa!! Zamanın olmadığı yerde
mesafelerinde bir anlamı yoktur.Zaten ışıktan hızlı yolculukların sırrıda
burada saklı.
Çetin Bal:Eğer
zaman akımına egemen olabilirsek bu akım hızını denetleyebilirsek uzaydaki
mesafelere de egemen olabiliriz.Mesafeleride ortadan kaldırmış oluruz.Aynı
ANda!
Üstad Muzaffer Kınalı:
Aynı Anda! Evet. İşte aynı şey! Bir ANda evrenin her
tarafında olabilirsin, her noktaya intikal edebilirsin.
Çetin Bal:
Sanırım bunu ‘Sıfır Zamanda Sevk Sistemi’ olarak
adlandırabiliriz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet öylede denebilir. Böyle bir seyahat anlayışı içerisinde aslında zaman
aracı yapma fikrinede gerek yok!Sen bu yolculuğu ruhsal enerjini yani beyin
dalgalarını kullanarakta ve biyomanyetik enerji alanlarınıda kullanaraktan
yapabilirsin. Çünkü insan aynı anda geçmişi ve geleceği müteala
edebilir.Böyle bir müteala içinde kişi zamanıda aşmış oluyor, mekanıda aşmış
oluyor.Diğer bir ifadeyle kişinin zihni ve fizik vucudu mekanla sınırlı
değilse, zamanla sınırlı değilse kişi zihin ve beden frekansları düzeyinde
sınırsızlık ve sonsuzluk içerisine girmiş demektir.Önce zihni sonra bedeni
böyle bir sınırsızlığın kavrayışı ve yaşayışı içerisine sokabilirsin.Öyleyse
sonsuzluk ve sınırsızlık içerisinde hem mekanın hem zamanın sonsuz ve
sınırsızlığı vardır.Haa.. işte o zaman herşey tamamdır.İşte bunu
anladıktan sonra zamanın içerisinde ‘de sıradan, zamansızlığı kavrayamayan
insanları zaman içerisinde yolculuk yaptıracak bir teknik alet fikri
veyahutta bir vizyon olarak geleceğe veya geçmişe ait görüntüleri bir
ekranda gösterme fikride sözkonusu olabilir.
Bu zaman içerisinde yolculuk fikri önce
zamanın diğer boyutlarına ait görüntülerin yakalanması ve bir ekrana
aktarılması şeklinde olabilir.Daha sonra bu zaman yolculuğu fikri maddi
hareket şeklinde cismin bir zaman boyutundan diğerine doğru kuantum
enerjileri düzeyinde bir işlemle aktarılıp taşınması şeklinde
olabilir.Böylelikle sadece zihin dalgalarımızı yada astral bedenimizi değil
maddi nesneleride sonsuz geçmiş ve geleceğe doğru transfer
edebiliriz.Zaten astral dediğimiz ruhsal dediğimiz şeylerde bir bakış
açısına göre daha yüksek frekansta titreşen enerjilerden başka bir şey
değildir.Öyleyse maddeyi oluşturan enerjiye ait vibrasyonlarıda astral
bedenin elektriksel titreşim hızı seviyesinde titreştirirsek madde,
yükselen titreşimlerinden dolayı astral bedenin geçebildiği ulaşabildiği
zaman ötesi noktalarada rahatlıkla taşınabilir.Zaten boyut farkını yaratanda
bu titreşimlerdir.
Ancak bu ‘zaman boyutları
içinde madde nakli’ni şu anki bilinen maddi bilgileri kullanarak
yapamazsınız.Bunu yapmaya kalksanız bile elde edebileceğiniz maksimum hız
ışık hızıdır.Bu seviyeye ulaşsanız bile bu hızla bir yere
varamazsınız.
Çetin Bal:Zaten
üstadım dediğiniz gibi AGARTA’lıların uzay gemileri bile şu boyut içerisinde
en fazla ışık hızında bir hızla hareket edebilir.Zaten bu hız bu boyutta
gösterimde olmanın bir şartı.Bu hız aşılınca boyutsal çerçevede
kendiliğinden değişmiş ve aşılmış oluyor.Zaten bizim boyutumuzda algılanan
IŞIK HIZININ aşılması demek bir üst boyuta geçmek demektir.
Üstad Muzaffer Kınalı:Evet...Zaten
bunları daha önceki ifadelerimizde de söyledik.Zaten madde özü itibarıyla
kinetizmal bir enerjidir yada devam ede giden titreşimsel bir süreçtir bir
dalga formudur.Maddeyi aşmak diyince bu bahsi gecen kinetiksel enerjinin
üstünde bir enerji bandına geçmeyi yada kuantumsal bir sıçramayı
kastediyoruz.Zaten dördüncü boyut dediğimiz şey de üç boyutlu maddeye ait
yükselen titreşim hızının içerisine girmekte olduğu bir sonraki boyuttur.
Çetin Bal:
Zaten boyutlar içerisinde yükseldikçe her boyutun kendine
göre bir ışık hızı sınırlaması var.Ama bu ışık hızı değerleri o boyutların
zaman ve uzay sürekliliklerine göre tamamen farklı değerler alır.Bu açıdan
bizim boyutumuzda ışık hızıyla giden bir uzay gemisi bir kuantum
sıçramasıyla bir üst boyuta yükseltilmiş olursa aynı uzay gemisinin o
boyuttaki hızı yine o boyuta ait ışık hızı limitinde ama bizim boyutumuza
göre kıyaslandığında 2 nin tam katları oranında artacaktır.Yani bu yolculuğu
deftere çizersek şöyle bir grafik ortaya çıkıyor.Bizim boyutumuzda A
noktasından B noktasına gitmek 100 milyon ışık yılı gibi bir mesafe ve zaman
aralığına karşılık gelmesine rağmen bir üst boyutta bu aralık dahada
kısalmaktadır.Yani uzay gemimizle daha üst boyutlara yükseldikçe bizim için
sonsuz olan mesafeler dakikalar ve kilometreler seviyesine dek
küçülebilmektedir.Bizim boyutumuzdaki A ve B arası bir uzay aralığı bir üst
boyutta C ve D kadarlık bir mesafeye karşılı gelmektedir.
1.Titreşim oktavı =Bizim boyutumuzda
ışık hızı 300.000Km /Sn
2.Titreşim oktavı=Bir üst boyutta ışık
hızı 600.000 Km/Sn
3.Titreşim oktavı= ışıkhızı
1.200.000 Km/Sn
Üstadım sizinde katkılarınızla
benim bulgularım göstermiştirki boyutlar yükseldikçe ışık hızı ikinin
katları oranında artar.Sanırım AGARTA’lılarda böyle yolculuk ediyorlar.Yani
Modern fiziğin öngördüğü kurtçuk delikleri denen wormhole yöntemiyle
uzay/zamanda çekimsel eğrilikler yaratarak değilde ışığın frekanslarıyla
oynayaraktan bir boyuttan diğerine geçmeyi düşünmüş olmamız lazım...
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet demek istediklerimizi genel hatlar itibarıyla
anlamışsın ve belirli bulgulara varmışsın.Yani olayı bu şekilde de
ifade edebiliriz.Zaten ışınlama yada zaman yolculuğu yada uzayda
atlama diyince mesele maddenin vibrasyonel enerjisini yükselterek bir
kuantum sıçraması ile ışıkhızı duvarını atlayarak bir üst uzaya geçmek ve
orda hareket etmektir.E’ peki bunu neyle nasıl yapacaksın Burada yine
devreye giren şey bir manyetik enerji kullanmaktır.Tabi bunla birlikte
kristalleride kullanacaksın.Kimileri bizim burada bahsettiklerimize bir
hikaye yada bir bilim kurgu masalı gibi baksada evrensel mantıkla hareket
edenler burada söylenenleri gayet iyi anlayacaklardır.
Şimdi zaman kavramı üst boyutlarda da
vardır.Ama ordaki zaman ve mekan kavramı bizimkinden oldukça farklıdır.Zaten
bizim ışık hızı limitimizi göreli kılan şeyde işte bu olgudur.O
boyutlardaki yada boyutlar yükseldikçe diyelim zaman ve mekan yapısı bir
önceki boyuta göre daha’da genişleyip açılmaktadır.
Bu meseleler çok geniş olan
anlatıldıkça derinleşen mevzulardır.Bugün çoğu insana deli saçması gelen
bahsettiğimiz, söylediğimiz şurda konuştuğumuz bu mevzular gelecekte
herkes tarafından kabül edilecektir.Bugün dar görüşlü sıradan insanlardan
akademisyenlere kadar bir çok kimse şurda ifade edilen hadiseler
konusunda akıl yürütebilecek yada anlattığımız şeyler içinde
söylenmeyen bir çok ilmi görebilecek görüş gücüne bile sahip
değildir.Onların kabül etmemesi bu söylediklerimizin olmadığı anlamına
gelmez.İlim sonsuzdur.Bizim buradaki gayemiz insan şuurunu- gönlünü açmaya
genişletmeye yönelik çabalardır.İnsanlar sonsuzun ve sınırsızın kavrayışı
içerisine, anlayışı ve yaşayışı içerisine girdikçe bizim burada
söylemediğimiz, konuşmadığımız bir çok mevzuyu zaten kendileri sezecek,
hissedecek ve ifade edeceklerdir..İşte bütün bunları göz önüne aldığımız
zaman önce her şeye eğitimden başlamak lazım.
Çetin Bal:
Üstadım zaten hem zihnen, ruhen anlayışımızı, kavrayışımızı
sınırsız olana akort ederken, sonsuzluk ve sınırsızlıkla bütünleşmeye
çalışırken fizikten metafiziğe, psikolojiden parapsikolojiye doğru açılan
bir geniş görüş ufkuna sahip olmak lazım.
‘Görünmeyen ilimlere giden yol görünen ilimlerden geçer’. Bu
açıdan deneysel fiziğin kazanımlarına ve modern bilimin kazanımlarınada
sahip çıkıp dahada ileri gitmeyi ve bu doğrultuda çalışmayı düşünmeliyiz..
Üstad Muzaffer Kınalı:
Elbette.Zaten bizim dediğimizde bu!! Bizde her demde evrensel bilgiyi
araştırmak ve ugulamaktan bahsediyoruz.Evrensel olmaktan, sınırsızı ve
sonsuzu anlamak için sınırsız ve sonsuz olmaktan, şartlanmaları ve ön
yargıları aşmaktan bahsediyoruz.Hatta diyoruzki önce düşünceler ve
hayaller gelir.Hayal kuraraktan somutu değiştirmekten
bahsediyoruz.Soyut düşünmenin öneminden bahsediyoruz.Yani soyut olmadan
somut olmuyor.Bunları iyi anlamak lazım. Şimdi bir çocuk doğunca ona somut
bilimlerin yanında soyut bilimleride öğretmemiz lazım.Soyut düşünebilme,
yaratabilme becerisinide çocuğa kazandırmak lazım.Bilim zaten bu değerler
üstünde yükselir.Tüm bu soyut ve somut denen hadiseleri sağlıklı bir şekilde
öğretmek lazım. Bundan dolayı dünyanın bir çok yerlerinde parapsikoloji
okulları açılmış.Halbuki bizde parapsikolojinin ‘P’ sini
bile bilene deli gözüyle bakılıyor.Bu yüzden 30 yıldır söylediğimiz bir çok
şeylerden dolayı hala korkuyoruz bu konuları açmaktan çekiniyoruz.Daha
öncede geçmişte hatta şu anda bile dünyanın bir çok yerlerinde bazı insanlar
bu tarzda bazı metafizik olarak bilinen yahutta soyut olarak bilinen
konuları ifade ettiklerinde hayranlıkla dinlenir ve alkışlanırken, saygı
duyulurken bu tarz şeyleri biz söylediğimiz zaman, Türkiyede birisi
söylediği zaman maalesef buna deli diyorlar yahutta manyak
diyorlar yahutta ciddiye almıyorlar, gülüyorlar. ‘Hadi sende kim
oluyorsun’ dercesine gülüp geçiyorlar.Bu çok kötü bir şey..!
Çetin Bal:
Evet üstadım aynı şey benim içinde geçerli.Bu toplumda kitap
okumak, düşünmek anlamak, düşüncelere dalmak kötü bir şeymiş gibi, boş bir
şeymiş gibi algılanıyor.Bir şey söylesen hemen sen ne mezunusun, sen ne
anlarsın, sen kimsin kardeşim, saçmalama, boş şeylerle uğraşma, sen kafayı
yemişsin demekle kalınmıyor insanlar artık zavallı, saf kendini
aldatıyor dercesine bir bakışla sana bakıyorlar!Sen alimmisin,
bilginmi olacaksın diye insanı ciddiye almıyorlar, manevi olarak
desteklediklerini söyleselerde, içlerinden gülüp geçiyorlar.Bizim
milletimizin bu zihinsel kültürsel ahlaki dejenerasyonu gerçekten çok üzücü
bir durum.İnsanlar başlarını mavi gökyüzüne doğru kaldırıp başka dünyaların
başka gerçeklerin olabileceği, başka ölçülerin varolabileceğine dair geniş
bir kavrayışa, geniş bir görüş gücüne sahip değiller maalesef.Bu dinde de
böyle materyalist bakış açısında da böyle diğer düşünce sistemlerinde de
böyle.Yani üstadım insanlar sizinde dediğiniz gibi sınırsız olan gerçeği
kavramak için sınırsız, Ve sonsuz olanı anlamak için sonsuz
olmayı bir türlü algılayıp yaşamlarına yansıtamıyorlar.Daha doğrusu
anlamıyorlar bunu!Diyorlarki sen bilim adamımısın, sen peygambermisin,
sen bilmem ne alimimisin sen kimsinde şunu diyorsun şunu yapmaya
çalışıyorsun diyorlar.Yani bu kadarıda pes doğrusu üstadım.Bu insanların
içine düştükleri bu gaflet bu nefret bu çekememe bu küçümseme, bu çok
bilmişlik bu hiçe sayma nasıl açıklanır doğrusu bilemiyorum..Yahu
-insan küçüldükçe büyür- yaaa! Yani bizim insanlarımız bazı değerler
silinip gittikten sonra yada kendi gözünün ötesinde birileri bir şey diyecek
ki onu alkışlayacak, yaa ne adam be diyecekler.Amerikalı
Avrupalı, Hintli bilmem nerdeki adam bir konuda bir şey diyecekte
onun ağzına bakıp vaybe acaba ne demek istedi? diyip kendi kendilerine
kasılıp büzülecekler.Metafizik mevzularda da bu böyle! sonsuz
alemlerin her noktasını ihate edip gezip gelip burada saklı geleceği
anlatsakta daha yeryüzünde söylenmemiş şeyleri konuşsakta anlayan
dinleyen kayda alan yokki!Böyle dejenerasyon görülmüş şey değil.Yani biz
kendi insanımızı adamdan saymıyoruz maalesef. Hadi bizim akademik bir
belgemiz yok..! tamam ama akademik belgeleri ödülleri olan
insanlar bile alışılmadık şeyler söylediğinde onu destekleyeceklerine yada
dinleyip anlamaya çalışacaklarına bir çekememe hazmedememe havası
içinde üstüne nerdeyse beton döküp yok etmek için elimizden geleni
yapıyoruz.
Artık gerçekçi olup toplum
olarak devlet olarak, millet olarak kendimizi eleştirmeliyiz.Toplum kendi
dejenerasyonunu örtbas etmek için hep ekonomik koşulların
yetersizliğini bahane edip kendini savunmaktadır.Yavv zihniyetin
ekonomiyle ne alakası var.Önce araştırma zihniyetini geliştireceğiz,
insanımıza düşünmeyi öğreteceğiz.Yani boş hamasi nutuklarla bu
millet daha akıllı daha zeki yapılmaz.Eğitime toplum olarak en büyük
payı ayırmamız lazım.Örneğin İsrail'e hep kötü deriz karalarız.Ama arabik
islama baktığımızda ve bir de İsrail toplumuna baktığımızda aradaki
zihniyetin ne derece farklı olduğunu farkedebiliriz.Demekki bir
topluma ne kadar kötü desekte, ''yiğidi yerden yere vur ama hakkınıda ver''
demişler.Keza Hristiyanlarda aynı! bu toplumlar zihniyet olarak bazı
değerlere bizden daha çok sahip çıkmışlar.Biz bunları burda söyleyince
kötü oluyoruz.Yada anlamak istemiyoruz .Depresif bir hal sergiliyoruz.Yavv
kardeşim İslam bu değil yaa!! Üniversitelerimiz ve modern bilim
diyoruz.Ama araştırma yapmayan bir üniversite olmaz yaavv.Önce bizler
toplum olarak insanlık değerlerine, insanı insan olarak algılama
boyutuna yükselmeliyiz.Objektif bilimi geliştirmeliyiz.Ki bu
ifadeleri bizler yöresel çerçevede söyledik.Fakat dünya
milletleri olarak dünya biliminin prosedürleri bazında da aşılması gereken
değiştirilmesi gereken kalıplaşmış anlayışlar vardır.Bugün insanlık
değerleri Amerika ve Avrupa milletleri tarafından taşınmaktadır.Bugün
Avrupa ve Amerikan değerleri hala Atatürk'ün kabül edilebilirlik
sınırları içerisindedir.Ama maalesef bizler Türkiye Cumhuriyetini bu kabül
edilebilir değerler sistemine yaklaştıramadık bile.
Bizler kendi toplumumuzun değerlerini bu
değerler seviyesine yükseltmeye çalışırken emperyalist değerlerle karışmış
bu dünya insanlığının değerlerini de daha yükseklere doğru taşımalıyız.Her
dünya milleti bu sözlerimizden bir şeyler almalı.Milletler bir diğer milleti
zihinsel geriliğinden ötürü kandırıp sömürmeye çalışmamalıdır.Bu küresel
dünya geleceğini tehlikeye atan bir tutumdur.Zihinsel olarak gelişmemiş
milletleri eşek yerine koyup sırtına semer vurmaya kalkarsanız bu eşekler
medeni dünyanın başına ilerde büyük proplemler çıkarabilirler.Bu
açıdan bu milletlere karışmamak onların gelişimine bir abi olarak
yardımcı olmak daha doğru bir yaklaşım olur.Amerikan ve Avrupa emperyalizmi
bu tutumu benimsemelidir.Birleşmiş milletler, uluslar arası arenada küresel
dünya için eşit adalet temeline dayalı bir sistemi gözetmelidir.İlerde
olurki biz Türkler büyük bir medeniyetin sahibi olursak bu, doğuya da batıya
da eşit adaleti getirme gayreti içerisinde olduğumuzdan dolayı
olacaktır.Hangi millet olursa olsun kendi değerlerini yükselterek
evrensel değerler ve küresel dünya anlayışına doğru milletleri bir araya
getirerek tek bir dünya milletinini hedeflemelidir.Tek bir dünya devleti!!
ve evrensel insanlık değerleri!!Bu bütünleşme bugün için sadece Dünya
gezegeni açısından söylensede yarın farklı dünyalardaki farklı yaşamlarla ve
bizlerden daha farklı inanç sistemleriyle karşılacacağız. Bu açıdan uzak
yarınlar için hedefimiz insanlık ailesini yıldızlar arası kardeşlik
çatısı altında birleştirmek olmalıdır.Uzak bir gelecekte galaksiler arası
ve boyutlar arası büyük yıldız imparatorluklarını ve Tanrının ilahi ışığı
altında birleşen kozmik toplumları görüyorum.Sonsuz zaman ve uzay boyutları
arenasında yayılan evrensel bilgiyi ve ışığı görüyorum.
Geçmişte büyük sözler sarfeden büyük
insanların büyük heykellerini yapıyorlar büyük sözlerini yaldızlı
harflerle yazıp aval aval onlara bakıyorlar.Oysaki onların içlerindeki ışık
bugün şu anda belkide yanlarında sadece dinlenmeyi anlaşılmayı bekliyor.Ama
dinleyen kayda alan, gönül gözleriyle bizdeki saklı gerçekleri görecek insan
kalmamış maalesef.Bazen bilgeliğin ışığı o kadar büyük olurki bizler
onun yanında olmaktan ötürü onu fark edemeyiz.Denizde yaşayıpta denizi fark
edemeyen balıklar gibi!Yanımdaki kardeşim dediğim ruhsal varlığa bile bakıp
evrenin ucsuz bucaksız noktalarından gelen bu varlığa bir çok şeyi anlatmak
isterdim, anneme bababa arkadaşlarıma onların ruhlarını özgürleştirmek
onlara zamanı aşmayı, mekanı aşmayı everensel bilinçle bütünleşmeyi öğretmek
isterdim.Kendi gerçeklerini anlatmak ve onlara zaman dalgalarından
oluşmuş uzaydaki bir esintiden başka bir şey olmadıklarını
anlatmak isterdim.Ama onlar da maalesef o ışığı alacak algı
kapılarının çok yoğun toplumsal şartlanmalardan ötürü aşılmaz duvarlarla
örülü olduğunu görüyorum.Onlar kapıyı karşı taraftan çalmadıkça maalesef
bizim gibiler geçip giden günleri, ve bu kozmik
oyunu zamansızlık ve mekansızlık koltuğunda oturup
seyretmekten başka bir şey yapamıyor.
Bizler maddeden geçmiş ve sıyrılmış
bir bilinç ve ruh hali içerisinde zamansızlık içinde zamanı, mekansızlık
içinde mekanı temaşa edenlerdeniz.Lakin bu sözlerimiz
anlaşılmıyor.Anlaşılsaydı ve yaşansaydı dünya böyle olduğu gibi olmazdı
elbet.
Üstad Muzaffer kınalı:
İşte bu anlattıkların başından beridir anlatmak
istediklerimizin genel bir ifadesi!Bizde bunu diyoruz.
Çetin Bal:
Üstadım peki zaman yolculuğu konusuna şu kristaller açısından
yaklaşsak.Filimlerde, efesanelerde, masallarda, mitolojilerde ve spekülasyon
boyutunda ‘KRİSTALLER’ sanki zaman yolculuğunu olanaklı kılan bir araç gibi
bir vasıta gibi gösteriliyor.Derler ya rüyalarda, mitlerde ve efsanelerde ve
dilde olan her şey mutlaka daha derinlerde bir gerçeğe işaret ediyor
olabilir.Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali..!! Sizce kristalleri
kullanarak, bunlarla zaman kapılarını açaçak şekilde enerji üretme
yaratma deneyleri yaparak zaman akışını sekteye uğratıp zamanda ileri ve
geri gitmek mümkün mü?
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi kristallerle deli dolu bir şey yapmak yüksek enerji alanları yaratmak
kontrol edemeyeceğin enerjileri bir noktaya toplamak bu yolculuğu yapmaya
kalkanlara ummadıkları zararlarda verebilir.Onun için bazı anlaşılması zor
ama anlaşılsa bile uygulaması çok zor, uygulansa bile felaket getirecek
şeyleri söylemek istemeyiz..!! Henüz insanlık bu bilgilere hazır
değil.Önce onu söyleyelim.Ancak kristaller de bir çok alanda
kullanılabilecek bir çok farklı kullanım biçimine sahiptir.Lazer ışığı
gibi.Sadece boyut aşmak frekansları değiştirmek enerjileri odaklamak için
değil bir çok amaç için kristallerden faydalanabilirsiniz.Mesela bizler
kristalleri daha iyi medyumsal görüntü almak için şakralarımızı
geliştirmek için ruhsal şifa vermek için prapsikolojik çalışmalarda
kullanıyoruz.Hatta şuur enerjisinin çok daha farklı boyutlara geçmesi için
bir zaman kapısı, bir boyut kapısı gibide kullanılabilmektedir.Mesala kuars
kristallerinin hafızasını sıfırlayarak kendi hafızamızla (bir nevi zihin
dalgalarımızla) rezonatif bir ilişkiye sokabiliriz.Kristale bu yöntemle
istenilen bilgileri, düşünceleri yükleyerek tekrar ondan bilgi ve düşüncenin
çoğaltılmasını ve genişletilmesini isteyerek o bilgiyi geriye alma
şeklinde de beynin gelişmesinde kristaller kullanılabilir.
Çetin Bal:
Üstadım kristallerle zaman içine yolculuk teknolojisi ve
kristal teknolojisi konusunda söyleyebileceğiniz bir şeyler varmı?
Benim bir çok kaynaktan elde ettiğim bilgilere göre
kristallerce
yaratılan enerji girdabıyla zamanda geriye yada ileriye yada bir başka
boyuta geçebiliyoruz.Enerji girdabı kendi çevresinde dönerek ve çevrimsel
hızını arttırarak kendi döner alan titreşimlerini yükseltir.Bu girdap bir
kez harekete geçtiğinde tekrar kapatılması iptal edilmesi oldukça güçtür.Bu
girdap tekrar tekrar ortaya çıkarak etkin hale geçebilir.işte bu döngüsel
enerji alanları yaratmanın bir yolunu bulmak! dersek burada devreye
kristaller giriyor.Buna göre kristaller evrensel alan
enerjisini(vakum enerjisini) alıp dönüştürerek/ titreşim hızını değiştirerek
yansıtabilir.Kristaller evrensel enerjiyi alıp yansıtarak belli bir noktada
manyetik girdaplar yaratmamızı sağlayabilirler.Manyetik girdaplar,
Kristaller, kristal enerjisi, evrensel enerji, enerjiye ait titreşim
hızının yükseltilmesi, bu manyetik girdap şeklindeki enerji alanlarının
farklı titreşimdeki boyutsal katlar arasında bir geçiş kapısı gibi işlev
görmesi, zaman kaymaları, döngüsel enerji alanları , gibi tüm bu
fenomenler zaman yolculuğunun boyut değiştirmenin anahtarı gibi görülüyor.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi beni bazı sırları açmaya zorluyorsun.! Bak şimdi bu
kristal olayının ardındaki mesele şudur;
zaman
enerjiye bağlı titreşimsel ritimsel bir sarkaç hareketini andıran kinetizmal
bir yansımadır.
Bundan dolayı enerjiyi saptırmanın mümkün olduğu her yerde bu yansımayı
(yani zaman akımının kendisini)’da saptırmak mümkündür.İşte bu gibi
kristaller de bu vakum enerjisi dediğimiz evrensel enerjiye bağlanarak bu
enerjiyi çekip yansıtarak, dönüştürerek varolan enerji frekanslarında çok
büyük sapmalar meydana getirebiliyor.İşte ışığın titreşimindeki bu sapmalar
sizi başka boyutsal katlar içerisine kaydıracaktır.Yani bir zaman
kapısı gibi! Bir açıdan bakıldığında kristaller zamansızlığa geçişin
vasıtaları gibi görülebilir. Kristaller sizin hayal edebileceğinizden de çok
daha önemli işlevlere sahiplerdir.Ama şu anda bunu burada ifade etmek uygun
olmaz.
Çetin Bal:
Peki üstadım bu kristaller hakkında biraz daha bilgi vermeniz mümkün mü?
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi bir kristalin oluşma sürecini biliyorsun.Kimi kristaller nerdeyse
dünyanın varoluşundan beridir buradadırlar.Yani bunların ömürleri
milyonlarca yıl gibi çok büyük bir zaman dilimini kapsar.Bundan mütevelli
sanki bir kristal, dünyanın tüm geçmişini oluşum sürecini görmüş
gibidir.Kristallerin her türlü titreşimi ve enformasyonu depolama gibi bir
özelliğide vardır.Bu açıdan kendi zihin dalgalarınızla kristale ait manyetik
hafızayla bağlantı kurabilirseniz.Kristalin tanık olduğu tüm geçmişi sanki
şimdi yaşıyormuşcasına sanki olaylar şimdi oluyormuşcasına algılamak
mümkündür.Aynı bir video bant izler gibi izlersin.Her şeyi görürsün.Hatta
bir başka açıdan kendi zihin dalgalarınızı ve kristalleri kullanarak kendi
şuur enerjinizle gelecekteki olayları bile algılamanız, görmeniz mümkündür.
Çetin BAL:Kristallerde
geçmişi izlemek dediğimizde bahsettiğiniz olayda kristali bir video bant
gibi kullanma sözkonusu. Bu bandı okuyabilende şu an için insan
zihnidir.Beyin dalgaları elektriksel olarak kristallerle ilişkiye girerek
oradaki elektriksel ve elektromanyetik kodlama şeklinde kaydolan bilgiyi
vizyona çevirerek okuyabilir.Sanki bu durum radyestezik ve psikometrik
olarak eşyada saklı yada eşyaya sinmiş her türlü titreşimi okuyarak
geçmiş hakkında bilgi alma metodudur.Ama üstadım benim kastettiğim şey
daha farklı..!Ben kristalleri kullanarak bir enerji yoğunluğu yaratarak baya
fiziksel olarak maddi anlamda bir zaman yolculuğu yapmaktan bahsediyorum.Bu
konuda neler söyleyebilirsiniz?
Üstad Muzaffer kınalı:Kristalleri
kullanmak demek, kristaller oluşum ve başkalaşım geçirmeye vesile olan bir
güç teşkil ettiği için kristal ve kristal gibi bazı maddeleri zaman aracını
yaparken kullanabilirsin.
Çetin Bal:
Üstadım ‘oluşum ve başkalaşım geçirmeye vesile olan bir güç’ derken sanırım
vakum enerjisinin bilinen üç boyutlu frekanslarını kristaller vesilesiyle
değiştirmekten, dönüştürmekten bahsediyorsunuz.
.....Bir süre
sessizlik oldu.
Üstad
Muzaffer Kınalı:
...bak şimdi bu zaman
aracının yapımında plazmayı kullanırsınız, kristali kullanırsınız ve daha
bunun gibi uzun yıllarda oluşan daha nice bazı materyalleri
kullanabilirsiniz.Ancak birinci etapta kristalleri kendi oluşumları kadar
uzak dönemlere ait bilgileri elde etmek için kullanabiliriz.Sanki bir veri
bankası gibi.Geçmişte gideceğin zamanı mekanı bilmeden gitmek tehlikeli
olabilir.Önce gideceğin yer hakkında zaman aracının bilgisayar hafızasında o
yere ait bir takım bilgiler olmalı.Öyle olmazsa bilmediğin yere nasıl
gideceksin? İlk önce gideceğin yerin görüntüsünü bilgisini alacaksınki sonra
oraya hareket etmeyi düşünmüş olabilesin!!Başka türlü bilmediğin görmediğin
ölçmediğin hesaplamadığın verisi olmayan bir yere nasıl gideceksin.Yani
şurdan şuraya adım atarken bile insan beyni milyonlarca hesap yapıyor.Zaman
makineside böyle.Önce aracı hareket ettirmeden hareket edeceğin yerin
uzaydaki zamandaki koordinatlarını bilgisayara kaydedeceksin’ ki
bilgisayar aracı gitmek istediğin yere götürebilsin.Öyle olmazsa olmaz
zaten..gidemezsin bir yere.
Bunları
anladıktan sonra zaman aracını uzak zamanlardaki o görüntüsü alınan yere
doğru fiziki olarak boyutlar arasında hareket ettirmek için piramit
kristallerle üretilen bir takım manyetik enerjileri zaman aracına
yansıtarak ve zaman aracını bu enerjiyle sararak-kaplayarak, bilgisayarın
kontrolü altında bu enerjileri işleme koyarak, yönlendirerek bu sayede zaman
boyutları içerisinde makineyi hareket ettirmiş olmayı düşünmüş olmamız
lazım.
Çetin Bal:
Evet üstadım...
Üstad
Muzaffer Kınalı:
Kristallerle aslında geçmişe doğru olduğu kadar geleceğe doğruda görüntü
almak mümkün olmakla birlikte kristali ve kristal enerjilerini kullanarak
zaman makinesini de fiziki olarak bir zamandan diğerine doğru hareket
ettirmek mümkündür.
Çetin Bal:Üstadım
ben bu kristal enerjilerini nasıl kullanacağımızı nasıl üreteceğimizi
anlamakta güçlük çekiyorum.Yani bu nasıl bir kristaldir.Bu kuartz kristali
mi? yada başka bir kristal mi?Yada bu bahsettiğiniz kristalin ölçüleri,
açıları nedir? Enerjiyi bu kristalden nasıl alacağız.Bu kristal
pirizmalar derken bunun belli ölçüleri varmı? Bu enerjiyi bu prizmanın
neresinden alacağız?Bu prizmanın moleküler örgüsü hakkında bir şey
söyleyebilirmisiniz? Yani nasıl bu kristaller vakumsal enerjiyi çekip
yansıtıyorlar?Yani bu kristalin içinde ne olup bitiyor?
Üstad Muzaffer Kınalı:Bu
kadar merak ediyorsan araştıracaksın işte biz söylüyoruz.Zaman aracını inşa
edecek olan sensin.Şimdi zaman aracını eline alıp verirsem sen ne yapacaksın
peki?))
....bu arada üstadla gülüyoruz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi ben bunları aslında daha önceki
konuşmalarımızda söyledim.Bu gibi şeyler açıkca söylenmezler.Bu gibi teknik
sorular bir noktadan sonra kişilerin inisiyatifindedir.Yani bunlar belli
noktada ARAŞTIRMA meselesidir.Biz zamanda yolculuğun mümkün olduğunu ifade
ediyoruz bu konuda yardımcı bazı bilgileride veriyoruz.Hatta astral
seyahatle geleceğe yolculuk ettiğimizde insanların ilk zaman aracı yaparken
küresel bir cam
balonu andıran bir şekilde
bu aracı
yaptıklarını gördük.Neden küresel? Yada bu araç neyle çalışıyor?Bunu hemen
izah etmek zor tabi.Bu konuda daha önceki konuşmalarımızda bir çok
değerlendirmelerde bulunduk.Bunları belli bir noktadan sonra sen
düşüneceksin.Yada bu konuyla uğraşan insanlar bu söylediklerimizden bir çok
şey çıkaracaklar.Bazı şeyler zamanla olur.Hatta bu gibi teknik olayları sen
düşüneceksin gerektiğinde sen bize anlatacaksın.Sen insanlara yol
göstereceksin sen anlatacaksın.
Çetin Bal:
Evet üstadım tabiki bizlerde zamanda yolculuk konusundaki
kendi çalışmalarımızla yine gelecekte bu konularda çalışacak olanlara en
azında bir ilham dahi verebilirsek mutlu oluruz.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Şimdi dediğim gibi ben bir
çok şeyi hatta bazı teknik mevzuları sana daha öncede söyledim.Bu konuda tam
bir anlayış sahibi olmak istiyorsanız zihin düzeyiniz o seviyeye gelmeden bu
bilgileri versemde anlamazsınız.? Anlatsam bile ‘Ne diyor bu üstad yaa’
diye boş boş bakarsınız.Anlamazsınız.Şu söylediklerimizi bile herkes bir
anda hazmedemez anlayamaz.Bu meseleleri daha hızlı daha çabuk daha net
olarak anlamak ve kavramak istiyorsanız beyninizi, soyut düşünebilme
yeteneğinizi, şakralarınızı, ruhsal enerjinizi, belleginizi geliştirmeniz
lazım.Şakralarınız geliştiği zaman zaten beyninizde düşünebilme
yeteneğinizde, akıl edebilme yeteneğinizde gelişecektir.Kavrayışınız ve
anlayışınız geliştikçe şu konuşulanları tekrar dinlediğinizde fark
etmediğiniz bir çok şeyi fark edeceksiniz.Biz ne kadar anlatsakta, bizim
bilgimiz sizin anlayabildiğiniz ölçüdedir daha fazlası değil.Akıl şişen ne
kadar genişse o kadarlık su alırsın.Ben kovayla tependen aşağı su
boşaltsamda yani şu mevzuları bin yılda anlatsam sen aklının gönlünün
genişliği nispetinde bizden nasibini alırsın.Daha fazlasını değil?Haa
..öyleyse önce dedik’ki sana ‘sonsuzu anlamak istiyorsan sonsuz,
sınırsızı kavramak isitiyorsan sınırsız olmalısın.!!’ İşte beynini
sonsuzun tüm frekanslarına açtığın zaman her şeyi aklen görür, kavrar ve
anlarsın bize bile sormazsın.
Çetin Bal:
Üstadım siz bir zaman makinası teknolojisini anlatmaktan,
yapmaktan öte böyle bir yolculuğu planyabilmenin çok büyük bir anlayış
seviyesini gerektirdiğinden bahsediyorsunuz.Ve bu anlayış seviyesini
geliştirmenin yollarından bahsediyorsunuz.Fakat ben yinede yapabildiğimiz
ölçüde bu zaman yolculuğu hadisesinin teknik anlayışına girmek istiyorum.Bu
bağlamda kristal teknolojisi ve zaman yolculuğu teknolojisi konusuna dair
daha başka neler diyebiliriz?
Üstad Muzaffer Kınalı:Ben
daima tüm konuşmalarımızda hangi konu olursa olsun önce zihni geliştirmenin
esas olduğundan bahsettim.Bilmelisin ki enerji bilgidir.Maddenin sanki
en akışkanı gibi en latif ve seyyalevi olanı gibi kristalleri
düşünebiliriz.Yani ruhsal enerji kristale yüklenebilir.Kristaller ruhsal
dediğimiz görüş gücümüzü arttırabilir destekleyebilirler.Kristaller evrensel
bilince açılan kapılar gibide algılanabilirler.Dedim ya krsitaller
insanların bilmediği anlamakta güçlük çekebileceği bir çok amaçlar
içinde kullanılabilir.Kristaller zihni şuuru destekleyen yan elemenlar
gibidirler.Bazı durumlarda telepatik iletişimide
kuvvetlendirirler.Kristaller bilinmeyen sonsuz boyutlara açılan bir perde
gibidirler.Sanki sonsuz alemler kristalerde iç içe geçerler.
Hiç
dikkat ettinizmi çok kıymetli olarak bilinen mücevher dediğimiz
kristal taşlar vardır.Bu taşlar sizce neden kıymetli?İnsanlar neden bazı
kristalleri çok kıymetli bir değer ölçüsü olarak görmüşlerdir? İnsanlık
bilinç altı düzeyde ruhsal olanla, fizik dünya arasındaki bir sınır gibi
görüyor kristalleri.Şuur enerjisi siz farkında olmasanızda kristalin önemini
bir şekilde biliyor.Çünkü kristalle siz farkında olmasınızda duygusal
enerjiniz ve şuur enerjiniz bir çeşit etkileşime giriyor.Bu
kristallerle zihninizi birleştirerek kendinizi daha yüksek algılama
düzeylerine yükseltebilirsiniz.Bunları kullanaraktan kendinizi
kristallerle bütünleştirerekten şu bilinen hali aşabilirsiniz.Bu sadece şuur
enerjisi düzeyinde yaşanan bir etkileşim ve geçiş hadisesi değil aynı
zamanda bu enerjileri fizik düzlemede yansıtıp maddeyi bilinen boyutlarının
ötesine transfer edebilirsiniz.Çünkü bir yerde algıladığınız şu madde
de böyle sanıldığı gibi değildir.Madde dediğiniz şey sizin, bir başka
açıdan bakıldığında sadece bir bilgi yığınıdır.Bir enformasyon
yumağıdır.Yada sadece dans eden, belli bir modda titreşen donmuş
ışıktan başka bir şey değildir.Madde değiniz şey bir an bile gerçekliği
devam etmeyen geçip giden, akışkan, oynak olan zamanın
gölgesinden başka bir şey değildir.Madde sadece elektriksel alanların bir
kaynaşmasıdır.Bu alanlar çözüldüğünde ortada madde de yoktur.Sadece varlığı
bile belli olmayan zamansal bir esintiye bir dalgaya dönüşür gider.Madde
aslında bir yerde elektromanyetik bir seraptan başka bir şey değildir.Bu
açıdan şu madde burada böyle gördüğün gibi değil.!! Zaman dediğin şeyde
aslında bildiğin gibi değil.Senin gördüğünü sandığın şey aslında senin
belleklerinin beyninin şartlandığı sana gösterdiği şeylerdir.Daha ileri
anlayış düzeylerinde her şey uzay ve zaman içindeki her şeyde dahil
tüm bu şeyler zihin içinde erir gider.Ve ortada sadece tek bir gerçek
kalır.Her şeyin ondan kaynaklandığı, ondan geldiği ve ona geri döndüğü bir
düzlem. ZİHİN!!!
İşte
bundan dolayı diyoruz’ki şu madde gördüğün gibi değil, senin
belleklerinin şartlandığı biçimde sen dünyayı görüyor yaşıyor ve
deneyimliyorsun.Keza madde hakkında sahip olunulan bilgide gerçek değil.Öyle
dünyalar varki buradaki hiçbir bilgi orada işe yaramıyor.Demekki sadece
alınan, öğrenilen bilgiler değil, meselenin daha da ötelerine,
bilginin dahada ötesine yani ANLAMAYA yönelmek lazım.Ayrıntılardan çok
meselenin kelimeyle anlatılamayan özüne bakmak bu özü bilmek lazım.Yoksa
gerisi yalan.Gerisi sadece ayrıntı.Şu kadar elektron varmış, şu kadar kuark
varmış, elektron böyle dönüyormuş.Güneş şöyle çekiyormuş şu üçgenin iç
açıları toplamı yüzseksen(180) miş, Pİ sayısı böyleymiş, ışıkhızı şöyleymiş
gibi izafiyetteki tüm hadiseler ve bilgiler ancak belli bir yere kadar
vardırlar.Ya sonrası......
Çetin Bal:
Evet üstadım yaa sonrası?
Üstad Muzaffer Kınalı:
Sonuçta bildiğimizi sandığımız şeylerin hiç biri öyle
değil.Yani BİLGİde böyle bilindiği gibi değil Hiçbir şey böyle değil.Hiç bir
şey sandığın gibi değil.Gördüğün gibi değil.Keza dinsel ayetlerde de böyle
söylüyor, mistik metinlerde de böyle söylüyor, izafiyet teorilerinde de
bu böyle söyleniyor.Hatta kuantum fiziğinin kavramlarında bile bu böyle
söyleniyor.
Şimdi biz konuşurken elimizdeki metreden
başka ölçü bilmiyorsak, anlatmak zor oluyor.Belli klasik ölçüler
tanımlamalar var.Siz bana bu ölçülere göre soru soruyorsunuz.Elinize metreyi
alıyorsunuz, mesela ben basınçtan bahsettiğim zaman elinizdeki
metreyle kaç metre gelir bu basınç diyorsunuz.Çünkü elinizde metreden başka
bir ölçü yok!!Başkasınıda bilmiyorsunuz.
Yavv ben bu basınç metreyle
ölçülmüyor diyorum!! Sen bana hala basıncın kaç metre geldiğini soruyorsun.
Bu durum dünyamıza düşen UFO
enkazları üstünde bu araçları hareket ettiren yakıt pompalarını, jet motorlu
yanma hüçrelerini, yağ pistonlarını, kanatları, yakıt depolarını arayıp
bulamamaktan şikayetçi olmak gibi bir şey!! Dikkat edersen insanlar
kendi kafalarında ki verilere göre, ölçülere göre aracı inceliyorlar.Bu
şekilde şartlanmış verilerle olaya bakılırsa yeni evrensel hareket
yasalarına ulaşmak, bunları kullanabilmek mümkün değildir.Hepsinden öte bu
aracın neyle çalıştığını nasıl çalıştığını anlamak mümkün olmaz.Öyleyse
ölçülerimizi, bakış açımızı tamamıyla değiştirerek, olaya tamamıyla başka
bir boyuttan bakmamız lazım.Yoksa karşımızdaki olayı anlamak çözmek mümkün
değildir.
Şimdi bu zaman makinesi teknolojisi, UFO
Teknolojisi, kristal enerjileri hadisesi kuramsal olarak yüksek
medeniyete sahip diyebileceğimiz yeni gelişmekte olan bizim gibi uzay
uygarlıkları tarafından bilinsede kavram olarak kullanılsada bu
teknolojilerin uygulaması çok büyük zorluklar içermektedir.Bilmeden yapılan
uygulamalar 1943’ te Philadelphia Deneyi olarak bilinen deneyde de
yaşandığı rivayet edilen bir takım zaman karışıklıklarına,
kendiliğinden kontrol edilemeyen zaman kaymalarına ve canlılar açısından
biyolojik ve zihinsel hasarlara neden olabilir.Meseleyi doğru analiz
etmeden, bilmeden bu deneylere girişmek büyük felaketlere yol açabilir.
Öyleyse bir takım bize yabancı gelen
meseleleri anlamak için şu anda insanların belleklerindeki kavramların
değişmesi lazım.En azından biraz biraz bazı anlayışların değişmesi,
gelişmesi lazım.Bu olmayınca söyleyeceğimiz şeyler algılanmıyor.Söylüyorum
yine algılamıyor insanlar.Daha önce şöyle soruluyordu ‘İnsan tonlarca
yükle birlikte havada nasıl uçacak?’ deniliyordu.Bunu düşünmek bile
deliliktir deniyordu.Fakat bugün tonlarca ağırlıktaki yolcu uçakları
uçmuyormu havada? eee uçuyor!!Öyle değilmi?E nasıl oluyor peki bu?
Bunun delilikle ne ilgisi var?İşte o zaman için bu hadiseler
kavranmıyordu.Bunu bilmeyen biri için olay anlaşılmaz olduğu için bir
delilik olarak, saçmalık olarak geliyordu insanlara..Ama şu andan
bakıldığında bile bize imkansızmış gibi gelen şeyler zamanı gelince zaten
kavranılacak.Yeni kavramlar gelişecek.Biraz biraz, alışa alışa ‘daha
alışılmadık olana doğru’ insanlık ilerliyor.Ancak daha eğitim
çağlarında beyni şartlandırarak eğitim değil, soyut ve somut
kavramlarıda geliştirerek eğitim yapılmalıdır.Her çeşit şeyin somut ve
soyut kavramını ikisi yan yana gidebilir diye düşünmeliyiz.Bir şeyi soyut
düşünürsen yok efendim aklını oynatırsın yada hayalci olma
deniyor. Somut düşünürsen maddeci- materyalist olursun deniliyor.Hayır öyle
değil işteee!!İnsan soyut ve somut olarak iki şekilde vardır.İki durumuda
aynı anda kullanmasını bilmeliyiz.Bizim şu anda mademki fiziksel olarak
bedenlenmiş bir halimizde var öyleyse fiziksel olarak kullanılabilen
bütün ölçülerin içerisinde yer alıyoruz.Ama bu fiziksel kanun, kaide
ve ölçülerin daha binde birini bile henüz bilemiyor kavrayamıyor ve
kullanamıyoruz!!
Eğer evrensel bir şuura ve zihinsel
farkındalığa yükselebilirsek açık bir zihinle zaten maddesel dünyanın
kavramları ve madde ötesi dünyalara ait kavramlarında anlaşılması daha
kolay olacaktır.Dikkat edin zihnimizi geliştirirken dünyayı da
değiştiriyoruz.
Şimdi maddesel ölçüler içinde
kıyaslamalarla maddeyi kısmende olsa anlayabiliyoruz.Bu tamam.Peki
madde ötesini neyle anlayacaksın? Tamam maddeyi hadi kısmende olsa yine
maddesel ölçüm ve kıyaslamalarla anlıyoruz dedik Peki ama şimdi madde ötesi
halleri neyle anlayacaksın?Madde ötesi!!! Maddeyi aşalım diyorsun. Madde
aşılmayınca ona bağlı zamanda aşılmıyor!Zamanı aşmayınca madde geçilmiyor!
Çetin Bal:
Üstadım sonuçta madde yoğunlaşmış enerjidir.Enerjide bir titreşim
frekansıdır.Yani maddeyi aşmakla ‘maddeyi oluşturan bu enerjinin titreşim
hızını yükseltmek’ aynı şeyi ifade eder.Yani burda da maddeye ait
enerjinin içerisinde kendini yaydığı kendi boyutsal çerçevesini
aşarak bir üst boyuta yani bir üst enerji titreşimi bandına geçiş
yaparız.Buna göre bir elektromanyetik alan matriksi kendi iç titreşim
hızıyla kendi boyutsal geometri çerçevesinide yaratmış yansıtmış olur.Yine
enerji aynı matriks alanına ait titreşimleri kullanarak kendini bir üst
boyutsal relite içine yükseltebilir.İşte bu noktada kristal prizmalar bu
alansal matriksteki enerjiyi kendi içlerinde toplayıp tireşimsel bir
dönüşüme uğratıp yansıtabilmekteler.Böylece bu kristal enerjisi bizi farklı
boyutların tireşimsel atmaları içerisine doğru frekanssal anlamda
yükseltebilir, taşıyabilir.Ki kendi zaman boyutlarımız arasında da bu
şekilde kayarak yer değiştirebiliyoruz.Bu tireşimsel bir yer
değiştirmedir.Zamanın kendiside bir yerde maddeye bağlı olan ama
dördüncü boyutta asılı duran, açılım gösteren bir çeşit enerjisel bir
frekans bandıdır.Öyleyse zamanda yolculuk demek, zamanda yerdeğiştirmek,
zamanda ileri geri gitmek denen şey aslında yerinde bir frekans değişimi
yani bir frekans perdesi hadisesidir.Zira tüm zamanlar iç içe boyutsal
frekanslar halinde yaşanır.
Üstad Muzaffer Kınalı:
İşte bu maddeyi, bu boyutu, bu zamanı aşmak diyince
maddenin boyutsal çerçevesini çizen bu enerjinin temel titreşim hızı üstünde
bir değişiklik yapmak mecburiyetindeyiz.İşte vakum enerjisi dediğimiz bizi
bu boyutta gösteren hepimizi içine alan bu elektromanyetik denizin
titreşimlerini değiştirmek suretiyle hem boyutlar arasında hem zamanda
yerdeğiştirmek mümkündür.İşte bu titreşimleri değiştirmek ve zaman
içinde ileri geri kayabilmek, zaman frekansları arasında yer değiştirebilmek
için daha önce dediğimiz kristal teknolojisi olayını kullanacaksın.Bunun
yanında kristalle beraber şuur enerjisinide kullanacaksın.
Çetin Bal:
Ama üstadım şuur enerjisi olayı psişik bir olay.Parapsikolojik
bir hadise.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Ama şuur enerji zaten, beyin dalgaları dediğimiz bir hadise
bu!!Sen kristali neyle kullanmayı düşünüyorsun?Bilinçli bir şuur olmayınca
sen kristali neyle nasıl kullancaksın?Peki şuuru, aklı neyle kullancaksın.?Onuda
madde olmayan bir üst boyuttaki gücünle kullanacaksın.O da ruhsal enerji
dediğimiz olaydır.
Çetin Bal:Sonuçta,
bir yerde psişe dediğimiz olayla madde dediğimiz şey daha farklı bir düzeyde
birleşiyorlar.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Sonuçta şuur enerjiside zihin enerjiside beyin dalgalarının
kendiside bir enerji kitlesine sahiptir.Uzay ve zamanda yer
kaplarlar.Uzay/zamansal dırlar.ZAMAN ne kadar soyutsa ŞUUR da o kadar
soyuttur.sonuçta şuur bile kısmen maddeseldir denebilir.Psişik bazdaki
dediğimiz maddenin farklı bir fazı olan şuuru kullanmak için kontrol
için yine insana ait bir üst benliği üst şuuru kullanacaksınız.Yani
bir alt değeri bir üst değerle kontrol edeceksiniz.Sonuçta RUH dediğimiz
şeyde sonsuz boyutların enerji ve madde yapılaşması içerisinde yerini alan
üst boyutların maddesel örgülerinden oluşmuş metafiziksel bir elektrikten
doğan bilgi işlemsel bir sürecin yansımasıdır.Beden içinde beden
vardır ifadeside bu manaya gelir.Bu fizik beyini astral beyin kontrol eder.Onuda
bir üst enerji bedeni kontrol eder...bu sonsuza dek gider.İşte bunların
hepsinin üstünde bizi ve tüm sonsuzluğu kuşatan içine alan evrensel benlik
bilinci vardır. Bu açıdan Ruh, Zihin yada Beyin olgusu meseleye nerden
baktığınıza göre yerdeğiştirebilen kavramlardır.Bu anlamda ruh hem
vardır hem yoktur da denebilir.Bir yandan tüm sonsuzluk materyalistik bir
felsefeye oturur, bir yandan baktığımızda tam tersine tüm sonsuzluk
ruhsal bir felsefeye oturur.İşte biz bundan dolayı ne soyutun nede
somutun gerçek olduğundan bahsediyoruz.Peki RUHmu MADDEmi ? Aslında GERÇEK
bu iki tanımıda aşan bir tanımsızlıkta kendini bulur.Demek ki bir açıdan
soyut ve somut dediğimiz şeyler bile izafidir.İzafi olmayan tek şey
izafiyetin kendisidir.İşte o izafiyette bu tanımsızlıkta,
zamansızlık ve mekansızlıkta yerini alarak bizim onu kavrayışımızı bekler.Bilinmekliğini
bekler.Zaten zamanın, mekanın izafiyeti bile bu zamansızlık
mevhumundan doğar.
Çetin Bal:
İzafi dünya anlayışı gerçekten ilginç.Atomun derinliklerine doğru
indiğimizde buharlaşıp eriyen bir buz paçasını seyreder gibi gerçeğin
daha farklı düzlemlerine doğru bir nevi katısal dünyadan
gazların dünyasına doğru geçeriz.Bu oldukça yumuşak bir geçiştir.Yükselen
ışık titreşimlerinin bizi bir boyuttan diğerine taşıması gibi bir şey bu!!Bu
sanki bir gökkuşağının renk yelpazesi içerisinde kızıldan turuncuya
turuncudan yeşile yeşilden de maviye doğru geçmek gibi bir şey.Yada
okyanusta yol alan bir geminin karadan bakıldığında ufukta kaybolup
gitmesini izlemek gibi bir şey bu.Yada elektriksel dalgalar yumağı olan katı
maddenin çözünüp titreşimsel bir enerji olarak gözden kaybolup
gitmesini izlemek gibi bir şey bu.Her şeyin değiştiği akıcı oynak ve esnek
bir dünyadayız.SU içine girdiği kabın biçimini nasıl alırsa ZAMANda
içerisine girdiği zamansızlığın şeklini alır.Bu yüzden zamanı zamansızlık
içinde istediğimiz gibi uzatıp kısaltabilir, katlayıp bükebiliriz.Çünkü onun
belli bir biçimi yoktur.Aslı itibariyle elastiktir, biçimsizdir.Her biçime
girebilendir.Her şekle girebilir.Mekansızlığa karşın mevcut olan mekan gibi!
Bu bağlamda mekanda zaman gibi eğilip bükülebilir, katlanabilir bir
izafiyete sahiptir.Zaman ve zamansızlık, mekan ve mekansızlık arasında böyle
bir bağıntı vardır.Zaman yok! Mekan yok! diyoruz. Şu gördüğümüz şeyler
gerçekte yoklar diyoruz. Niye? Çünkü bu varlıkta yokluğu yada zamanda
zamansızlığı, mekanda mekansızlığı yahutta zaman içinde zamanları, mekan
içinde mekanları hissedebilme, sezebilme bu izafiyeti ve iç içe giren
somut ve soyut dediğimiz dünyaları kavrama meselesidir.İşte bu kavrayışın
getirdiği bakış açısı içerisinde gördüğümüzü sandığımız her şeyin bir
başka görüş noktasından varolmadığını bilmemizden kaynaklanan bir ifadedir
bu!!Geçmiş bize göre yaşanmıştır ama halihazırda geçmişin frekansları
içerisindeki beyinler için geçmiş şu andır.Bizim ŞİMDİmiz gelecektekiler
için olmuş bitmiş bir hadiseler manzumesidir.İşte zamanın bu şekildeki
algılanışı, kavranması da zihin olarak ve anlayış olarak zamansızlığın
içerisine girmek demektir.
Eğer bu şekilde maddeyi aşan bir anlayış
ve görüş gücüne sahip olmadıktan sonra yüksek bir anlayışın ürünü olarak
ortaya çıkan ‘yüksek uzay teknolojisini’ elde etmemizde mümkün
değildir.Zaten henüz bu konuları bile anlamaktan uzak sıradan dünya
insanlarının askeri, siyasi, politik ve bilimsel zeminde, gelişmiş bir
uzaylı medeniyetle irtibat kurmaları ve teknik bilgilerinden istifade
etmeleri pek olası değildir.İnsanlık olarak zihnimizi, kavrayışımızı,
dilimizi, soyut düşünebilme yetimizi geliştirmedikçe onların teknik
donanımlarının çalışma mantığını ve ilkelerinide çözemeyiz.Aynı şey
geleceğin teknolojisini öngörme hayal edebilme konusunda da
söylenebilir.Yada bilinenin, alışılanın dışında daha yüksek teknik
anlayışları ve yeni sistemleri icat etme konusunda da bu böyledir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Evet .Bizim söylediğimizde bu zaten.Bazı medyumsal
kanallar vasıtasıyla olan görüşmelerimizde uzaylı medeniyetler şöyle
diyorlar: Siz insanlar o kadar güçlü varlıklarsınızki ruhsal enerjinizin
farkına varsanız bütün kainat avucunuzun içinde olur.Hatta ‘ölmezsiniz
beden değiştirmezsiniz’ deniyor. Hem zihin olarak hemde beden olarak
zamansızlık ve mekansızklık içerisine girersiniz deniliyor.Ancak
bu lafta kalıyor!!Hiç uğraşılmıyor bunun için.Dinler softa olmuş
beyin uyuşturuyor! Nakille, telkinle! Öteki maddeciyiz biz diyor!
Gözle görülmeyen, elle tutulmayan, ölçüp biçemediğimiz şeye inanmayız biz
diyorlar.Anlamam, bilmem uygulamam, okulunu dahi açmam, böyle bir şeyin
eğitimini bile vermem diyor adam.Halbuki eskiden Eflatun’lardan
Sokrat’lardan Diyojenler’den Konfiçyus’lardan tutunda
mistik doğu felsefelerinden, bilginlerinden İslam düşüncesi
içerisinden bir çok peygamberlere, alimlere, evliyalara dek hepside bu
deminden beridir dediğimiz belki baştan beridir dediğimiz şeyleri anlatmaya
çalışmışlardır.Mitolojik bir efsane olarak bilinen Atlantisten, Mu kıtasına
eski Mısır uygarlığına dek Şaman kültürüne ve Yunan kültürüne dek hep
kendini bil öğretisi altında insanın gerçek doğasına dair bilgiler verilmiş
anlatılmış.Bu düşüncelere, bu öğretilere kimi zaman mistizim dendi, kimi
zaman tasavvuf dendi, din dendi, felsefe dendi, metafizik dendi.Bugün
kısmende olsa buna bilim diyoruz.Zira BİLİM insanın kendini ve doğasını
anlama yoludur.Bu gibi aynı evrensel noktaya hep değişik isimler, ekoller,
akımlar adı altında dikkat çekilmek istenmiştir.İnsanın kendini
arayışı hep değişik anlayışlar- sistemler altında hep devam etmiştir hala
devam etmektedir.
İşte bizler sahip olduğumuz bu soyut
kavramlarla somut olanı etkileyelim.Somutuda değiştirelim.Ona istediğimiz
gibi şekil verelim.İşte onu yönlendirmek, şekil vermek hem zaman hem
mekan meselesini ayarlamak demektir. Onlara hakim olmak demektir.Onları
istediğimiz yöne çekmek demektir.Bunu yaptığımız zaman yeniden madde
yaratabiliriz.Ruhsal gücünüzle kainatlar yaratabilirsiniz. O
yarattığınız sistemlere kendi kurallarınızı yasalarınızı koyar orlarda
bedenlenerek yaşayabilirsiniz.
Bak şimdi şu maddenin atomların
bir yapılma şekli var!Bunu bildiğin zaman sende kendi zihin gücünle o
maddeyi, o atomları yeniden yaratırsın.O atomlardan yıldızlar galaksiler
yaratırsın.
Çetin Bal:
Evrensel zihnin yapısı içerisinde maddenin sonsuz
olası potansiyelleri var.İnsanoğlu bunu düşüncesiyle bulup çıkarabilir.Yeni
şeyler yaratabilir.
Üstad Muzaffer Kınalı:
Gerekirse kişi kendisini aştığı zaman kendinide bir üst
benliği ile inceleyebilir.Hatta kişi üst benliği ile kendi oluşturduğu o
dünyada, galakside, o kainatta kendi yarattığı bedensel formununu, zihin
formunu, kendi gen yapısını psikolojik yapısını inceliyerek kendisini
anlamaya çalışacak.Kendi sırlarını çözmeye çalışacak.Kendi yarattığı maddeyi
inceliyecek, maddenin sırlarını çözecek Bir çok bilgiler var orda
zaten!Tüm bilgiler kendi genlerimizde, zihin yapımızda kodlanmış durumda
zaten.Böylece kendimizi çözdüğümüzde evreni ve maddeyi de anlayacağız zaten.
Ama şimdi bunu konuşmak, okulunu açmak, mütealasında bulunmak lazım
gelirken aksine bu türde düşünen insanlar hep baskı gördü, öldürüldü yani
EN-EL HAK diyen insan yani bir açıdan kendisinin yaratıcı
olduğunu söyleyen insan yahutta insan kainatın efendisidir, ilahıdır,
yaratıcısıdır diyen kişiler hep hor görülmüş, hakir görülmüştür.Bu
insanların bir çoğu dine ve zamanın bilinen inanç ve öğreti
sistemlerine, ters düştükleri gerekçesiyle hep dışlanmışlar,
anlaşılamamışlardır.
O bakımdam bir çok konuda konuşamıyoruz,
konuşsanız bile anlaşılmıyor! Anlaşılmayıncada söyleyen sıkıntı
duyuyor.İnşallah bunu anlayabilenleri çoğaltacağız! Çok daha muazzam
bilgiler edineceğiz.Bu bilgileri karşısı anlamadan söylediğin zaman sıkıntı
veriyor.Eğer bunu anlayanlar çok olsa her gün konuşsak yeni bilgiler versek
bin yılda ömrümüz olsa yinede bitmez! İslami litaratür içerisinde ‘Allahın
o kadar çok ilmi vardır’ki deniyor denizler mürekkep olsa bir o
kadar daha deniz olsa ve ağaçlarda kalem olsa yazarak bitmez.’ Dendiği
gibi ilim çok sonsuzdur! Ancak insan bunu kavrayacak kadar
genişlemeli.Diğer yönden kişinin merakı var ama zihni meseleyi kavrayacak
kadar gelişmiş değil.Kişi ne dediğimizi kavrayamıyor.Peki bu durumda ne
yapacağız!Şimdi anlaşılmayacak şeyi söylemekte bize sıkıntı veriyor.Ancak
mevzu anlaşıldığı zaman çok rahat ediyor insan! Mutlu oluyor!Onun için
bizler insanlar hangi şeyi anlamak istiyorsa, o anlamak istediği
şeyleri konuşmak istiyoruz! Ne kadar? Anlayabileceği kadar konuşmak
istiyoruz.! Daha fazla konuşunca sıkıntı duyuyorum.O anlayabilirim sanıyor.Yahutta
anlamayınca karşıdaki yanlış anlatıyor sanıyor.Kişi meseleyi anlamıyor.Öyle
sanıyor.O da bize sıkıntı veriyor.Böyle oluncada biz kendi içimize çekilip
kendi kendimize olayı müşahade etmek zorunda kalıyoruz.Anlatamıyoruz
meseleyi! Bu durumda insan muhatabıyla bile konuşmak
istemiyor.Susuyoruz! Şimdi işte ZAMAN konusunda da insanlar düşünsün
söylediklerimizi, anlasın! Anlamaya çalışsınlar.Soruları varsa tabiki
bilinçli soruları varsa o konulara cevap verir anlatmaya çalışırız.Önceki
konuşmalarımızda her soru bir ilmin kapısıdır demiştik.O kapıdan
içeri gireceğiz. Soruyu soranın zihin yapısına soruş biçimine göre öğrenmek
istediği meseleyi anlatacağız.Gerekirse kişilerin istediği yerde, istediği
kitapta ve bizi konferansa davet ederlerse konferanslarla bu
gerçekleri ilimleri, sırları anlatacağız.Hatta web sayfalarında bile bize
sora soranlara yanıtlar verebiliriz.
Çetin Bal:
Evet üstadım...Gerekirse size soru soran arkadaşlar olurlarsa E-Mail yoluyla
bana yazabilirler.Yine web sayfamızda röportajlarımız devam edebilir tabi..
-------------------- ---------- SON
----------------------------------
[ Not: Üstad Muzaffer Kınalı yıllar önceki bir sohbetimizde astral
seyahat uygulamasıyla Denizliye bağlı traveltenleri ile ünlü pamukkale’nin (
eski adıyla Hierapolice) geçmiş zamanındaki dönemlerine gittiğinden
bahsetmişti.Bir diğer sohbetinde günümüzden 200 yıl sonraya yani yaklaşık
2200 yıllarına gittiğini ve orda havada uçan insanlar gördüğünden
bahsetti.İnsanların üstlerinde saydam ve dökümlü, yumuşak bir deriyi
andıran elbiseler olduğundan ve bu insanların giydikleri şeffaf
elbiselerin ardından tenlerinin tüm çıplaklığıyla görünebildiğinden
bahsetmişti.Bu da gelecekteki ahlaki ve kültürel yapının günümüzden hayli
farklı bir çizgide olacağını göstermektedir.Beklide üstadın gelecek
zamandaki gittiği yer dünyanın diğer yörelerine göre daha farklı küçük bir
yaşamsal kominde olabilir. Tabiki bu sadece benim tahminim.Bende yaklaşık 19
yaşlarında iken gelecekte yaklaşık 2180 yılları gibime gelen bir zaman
dilimine yolculuk etmiştim orda 2000’ li yılların nostaljik anılarını
taşıyan bir kütüpaneye girdim.
kitapların çoğu günüze aitti ama bu
kitaplar arasında ışınlanma teknoloji konusunda bilgi veren bir kitaba
rastladım kitap 2100 yıllından sonra yazılmıştı doğrusu tam
hatırlamıyorum.Kitapta zamanda yolculuk yazılı bir bölümü açtım orda foton
teknolojisi hakkında yazılar yazıyordu.Ve foton telepatisi konusunda yazılar
vardı.Daha fazla bilgi sahibi olmak istediğimde sayfaları çeviririrken sanki
biri tarafından şiddetle geriye doğru çekildim ve birden uyandım.İlginç olan
bir şeyde kitap ingilizce yazılmıştı.Ama o an için sanki ingilizce
biliyormuşum gibi garipsemeden kitabı okumuştum.Bir bilim insanı olarak
gerçekten geleceğe gidip gitmediğim hakkında yorum yapamam bu belki bir
halisinasyondur, beklide gerçek! sonuçta bu benim için ilginç bir deneyimdi.
Bu zaman kaymalarını içeren astral deneyimlerimde insanların 2169
yılında bir küreyi andıran ilk zaman makinesini yaptıklarını ve test
ettiklerine dair belirsiz bir bilgi hatırlıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam ismi
sert harflerle telaffuz edilen Amerikalı yada o kökende diyelim bir bilim adamı resmi düzeyde
bu yolculuğun nasıl yapılabileceğini açıklayacak. Bu astral seyahatlerden
edindiğim bilgiler bana pek inandırıcı gelmiyor doğrusu. Çünkü 100 ve 150
yıl gibi gelen kısa bir zamanda insanlığın bu kadar çok değişebileceğine
inanmak oldukça zor! kimbilir...Bu zaman ötesi seyahatlarin doğru
olduğunu varsayarsak Amerikalılar dan önce bu zaman yolculuğunu
Türkiye de bir araştırma merkezi kurarak bizler uygulama olanağını elde
edebiliriz.Çünkü gelecek değişebilen bir şeydir.Stabil bir kalıb değildir.]
Buna göre bu
Astral seyahat deneyimleri gerçek dışı bir halüsinasyon mu yada gerçekten
zihinsel olarak geçmişe yada geleceğe doğru geçişmi yaptım?
Her şey beynimin kimyası tarafından üretilmiş bir yanılsama mı?Bilimin insan
beyni konusundaki araştırmaları ilerde bu konulara açıklık getirecektir.
Akademisyen dostlar beni bir
medyum celsesinden bir diğerine giderken görseler heralde bilimsel
ciddiyetimden şüphe etmekle kalmaz sonunda yoğun araştırma tempomdan dolayı
aklımı kaybettiğimi düşünürlerdi.Bu medyumsal kaynaklı telepatik bağlantılar
içerisinden bir çok uzaylı gruptan teknik bilgi aldık fakat bu bilgiler
sıradan bir akademisyen için hiç bir bilimsel dayanağı olmayan
bilgilerdi.Ben tarafsız bir bilim insanı olarak bu görüşmelere katıldım bir
çok sorular sordum sözde uzaylılarla irtibat kurduklarını söyleyen
arkadaşlar sayesinde bu sözde uzaylılarla birebir konuştum.Aslına
bakarsanız görünürde bu bilgiler bana hiç bir şey ifade etmediler
diyebilirim.Fakat hayal mahsülüde olsa bu elde ettiğim uzaylılara ait
teknik bilgiler bana bir çok konuda ilham verdi diyebilirim.İşin
enteresan taraflarından biride şu: ''bu tarzda irtibat kuran kişilerin
kültür seviyesinin çok yüksek olması lazım'' çünkü ben inanıyorumki
eğer bu irtibatların gerçek olduğunu varsayarsak bu irtibatlarda medyum
gördüğü teknik hadiseleri yada kendisine verilen bilgileri net bir açıklıkta
ifade edemiyor.Örneğin medyuma UFO ların içerisine girmesini
söylüyoruz.Medyum içeride bir şeyler görüyor ama bize gördüklerini
tarif edemiyor.Eğer böyle zihinsel bağlantı yeteneğine bir teknisyen yada
fizikçi sahip olsaydı bu kişiler UFO nun içerisinde gördükleri şeyleri
daha iyi yorumlayabilirlerdi.Örneğin medyumsal celselerden birinde
yine bir ''UFO resmi'' vasıtasıyla medyum radyestezik zihinsel bir
bağlantıyla UFO nun yapısını incelemeye başladı.Medyuma ilk sorduğum
soru ''bu araç nasıl çalışıyor?' oldu.Genel hatlarıyla bu aracın manyetik
bir güç alanı etkisiyle kendisini hareket ettirdiğini söyledi.Peki bu araç
zamanda yolculuk yapma yeteneğine sahipmi dedim.Bana evet bu araç zamanda
yolculuk yapabiliyor dedi. Fakat bu araç 3 sene geçmişe ve 3 sene kadar
geleceğe gidebiliyor muş.Bu bana gerçekten ilginç geldi.Neden diye
sordum.Aynı sevk ve enerji gücüyle mantıken istediği zaman boyutuna
atlayabilmesi lazım dedim.Medyum bu aracın bir kapasitesinin olduğunu
söyledi.Bu aracı yapan uygarlık bu aracı kısa zaman atlamaları
gerçekleştirecek şekilde inşa etmişler.İlginç demekten başka bir şey
söyleyemedim.Peki dedim bu aracı çevreleyen alansal enerji bizim bildiğimiz
elektromanyetik frekans alanımı diye sordum.Medyum evet ama o manyetik güç
alanlarının frekans yapısı bilinen elektromanyetik alan frekanslarınınki
gibi değil dedi.Frekansların ters olduğu gibi bir şeyler söyledi.Bu kısmını
ben tam anlamadım.Peki dedim bu aracın enerji kaynağı nedir dedim.Aracın
elektrik enerjisini kullandığını söyledi.Bu bizim bildiğimiz şu
prizdeki elektrik akımımı dedim.Evet dedi.Peki manyetik alanı nasıl
üretiyorlar dedim.Bobinlerle dedi.Bildiğimiz tel sarımlı bobinlermi
dedim.Hayır dedi.Bu manyetik enerjiyi üreten gaz gibi fosfor maddesi
gibi bir şeylerden bahsetti.Ama gemide gördüğü bu şeyi medyum tarif
edemedi.Bu daha çok bir çeşit plazma reaktörünü andıran bir sistemdi.Peki bu
araçlar manyetik alanın ne türde bir etkisi sonucu zaman boyutunu
değiştirebiliyorlar dedim.Medyum, 'UFO da kullanılan manyetik alanın
frekanslarını değiştirerek bu boyutsal değişimi yaptıklarını' söyledi.
Bir bilim insanı olarak biraz kuantum
elektrodinamiği, uzay, zaman, enerji ve boyutlar konusunda yoğun
zihinsel örgüye sahip insanlar hemen bu anlatılanlardan kendince bir model
ortaya koyabilirler.Sonuçta bilimin elde ettiği veriler ışığı altında
neyin olası olduğunu neyin olası olmadığını ortaya koyabiliriz.Burda ki
meseleye direkt olarak UFO yada Medyum kavramları açısından yaklaşmamak
lazım.Asıl mesele elektromanyetik alanların uzay/zaman boyutları üstünde
değiştirici gücü olabilir mi olmayabilir mi? sorusuna kulak vermek
lazım.Sizleri bilmem ama benim zihnim olaya hemen bu açıdan yaklaşır.Yoksa
şu şöyle demiş bu böyle demiş diye ayrıntılarla doğrudan
ilgilenmem.Sonuçta yaşanan, görülen, duyulan, okunan sezilen her olaya böyle
yaklaşmak lazım.İşte bu bilimsel objektifliktir.Sonuçta ben sizlere
şarlatanlığın ve saçmalığın anatomisi adı altında yüzlerce ciltlik bir kitap
yazabilirim.Bu mesele değil.Ama dediğim gibi düşüncenin ve kavrayışın çok
boyutlu olması lazım.Kendi içinizde derin bir eleştirel irdelenime
sorgulamaya giderek gerçekler hakkında doğru kararlara
varabilirsiniz.Daha mantık hakkında saçmalık hakkında yada bilimsel olma
konusunda bir şey bilmeyen birinin bu kavramları gelişi güzel
kullanması ve alışılmadık hadiselerde ahkam kesmesi pek sağlıklı bir
netice ortaya koymaz.
Sonuç olarak medyumun doğru söyleyip
söylemediğini bu anlatımlardan yola çıkarak bulamayız.Sonuçta medyum
sözde bir şeyler görüyor ve onu kendi beyninde olan şeylere benzeterek
bizlere anlatmaya çalışıyor.Bu yüzden söylediklerinin bizim kavramlarımız
ötesinde ifadeler olmasıda mümkün değil.Çünkü medyum bizim kavramlarımızda
olmayan şeylerde görse sonuçta bizim kavramlarımızda olan ona en yakın
tarifi yapacaktır.Bu açıdan medyumun söylediklerine bakıp hadi
ordan yaa zaten bunları bizde biliyorduk demek pek doğru olmaz.Sonuçta
bu elde edilen verilere sadece ''ilginç'' demek reddetmekten daha mantıklı
bir yaklaşım olur.Zaten mesele anlayabilmek! bu ifadeler yüksek sezgileri
olanlara bir şeyler verebiliyorsa verir.Kişi bu ifadelerden bir şey
çıkarsayamıyorsa bu o kişinin proplemidir.
20 'li yaşlarımda bir gece uyuduğumda
kendimi gerçek bir dünyadamı yoksa rüyadamı olduğumu anlamadığım bir dünyada
buldum.Hatta bazı zamanlar rüya içinde rüya gördüğüm zamanlar oldu.Bir gün
bir rüya görmüştüm o rüyanın içerisinde herşey insana gerçekmiş gibi geliyor
tabi.. farklı durumları yadırgamıyorsunuz hiç.O rüyada daha önce hiç
görmediğim bir divanla birlikte bir odadaydım.Aslında o evi ve odayı
hiç tanımasamda sanki hep ordaymışım gibi bir tanıdıklık ve aşinalık duygusu
içinde divanın üstüne uzanıp biraz uyuyayım dedim.Uyudum ve çok canlı bir
rüya gördüm.Rüyada adeta bir kabustu.Hemen kan ter içinde uyandım ve
hala o divan üstünde o küçük odadaydım ve ohh be
rüyaymış dedim.İşin enteresan tarafı şu! Tam o sırada gerçek
dünya dediğim bu dünyadaki üzerinde uyuduğum çek yat ve kendi odam
aklıma geldi.O an sanki boyutlar arası zihinsel bir deprasyon geçirdiğimi
söyleyebilirim.Çünkü rüya içinde gördüğüm bir rüyadan uyanmıştım.Ve
aklıma bu seferde bu dünya geldi kendi gerçek odam bana başka bir rüya
gibi geldi.Tekrar uyudum bu sefer kendi odamda uyandım ohhbe
herşey bir rüyaymış dedim.Bir an için yeniden bir rüyada olup
olmadığım hissine kapıldım.Acaba bu üç rüyadan hangisi gerçekti?Rüya içinde
rüya görmek ve o rüyadan başka bir rüyaya uyanmak!!Benim kafamı kurcalayan
şeylerden biride gördüğüm rüya içinde uyuyup bir rüya daha gördüm.Peki
bu ikinci rüyada kabus gördüğümde neden kendi gerçek dünyamda değilde içinde
uyuduğum rüyada uyandım?Demekki bir yerde gerçek dediğimiz şey şuurun
içerisine girdiği algılama frekanslarına göre değişiyor.Şuur madde ve
enerjiye bağlı bir süreçtir.Fakat farklı uzay/zaman süreklilikleri
olduğunu varsayarsak şuurunda kendisini o boyutlara ait madde ve enerji
yapılaşması içesindeki astral beden misali farklı maddesel
yapılaşmalar içerisinde ifade etmesi bilimsel açıdan imkansız yada saçma
değildir.En azından bir olasılıktır.Bir nevi mesela zihinsel yada
beyinsel olarak diyelim gelecek zamanlara ait görüntüleri duyguları bugünden
alabiliyorsak zamanlar arası bir çeşit bilgi transferi mümkündür.Bu bağlamda
sonuçta insan dediğimiz maddesel organizmada ve ona bağlı beyin ve şuurun
kendiside moleküler bir konbinasyon dizininden başka bir şey değildir.Yani
her maddenin hatta insanın bile enformasyonik bir bilgi kodu
yığınından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz.Bu açıdan geçmiş
zamanlara kendi bedenimizi oluşturan tüm moleküler konbinasyon bilgisini
transfer edebilirsek bu konbinasyonik bilgi transferi içerisinden
şuurumuzuda yani kendimizide geçmiş zamandaki maddelerden yapılma bir
bedensel kalıp içerisine nakledebiliriz.Benim araştırmalarım en kötü
ihtimalle böyle bir enformasyon transferiyle bile zaman yolculuğunun
olabileceğini ortaya koymaktadır.Aslında bilginin görüntü ve seslerin
elektromanyetik uyaranlar içerisinden geçmişe ve geleceğe gönderilebildiğini
varsayarsak titreşimsel dalgalar boyunca kodlanıp taşınan bilgi
transferlerinin olduğu yerde aynı eşik aralığından geçecek
kuantum prensiplerince çalışan dev uzay gemileride inşa edilebilir.Bu
bilinen bilimsel mantığa aykırı değildir.
Bir yerde beynin kendiside
elektromoleküler denebilecek biyoelektriksel akım etkileşmeleri ile
zaman ötesine ait bu görüntü ve sesleri kendi içinde yakalayıp
değerlendirebilmektedir.Beyindeki bu elektromoleküler alanlardaki
elektriksel alan aktiviteleri sayesinde belkide sıvı kristal örgüler
içerisinden hyper uzay boyutlarından gelen titreşimlere karşı bir alıcı
anten etkisi söz konusu olabilir. Bilmiyorum ama ben insan beyni, zihin,
uzay ve zaman boyutları arasında bilemediğimiz, mekaniklerini henüz
tam çözemediğimiz bir bağlantı ağı olduğunu düşünüyorum.Belki bu bağlantı
ağı içerisinden geçmişe ve geleceğe zihin projeksiyonu dediğimiz astral
yolculuklar mümkün olmaktadır.Kim bilir.Belki de reankarnasyon dediğimiz ruh
dediğimiz şeyde uzay/zamandaki kuantum vakumu düzeyindeki bu boyutlar
arası kozmik ağ şebekesi sayesinde insan deneyimleri bilgi ve birikimlerinin
bilemediğimiz bir şekilde insan ceninlerine yansıması şeklinde olabilir.Yani
yeniden doğuş!! dediğimiz şey.Enerjinin kendine ait özel bir zekası
olabilir.Bu zeka bilinen gibi olmasada kendini yönlendirerek atomları
ve molekülleri yıldız sistemlerini biçimleyebilecek bir güç olabilir.Belkide
insan zekası ve beyni bu güçle bir şekilde bağlantılıdır.İnsan zekasının
asıl kaynağı bu türde evrene ait tümel bir zeka olabilir.
Biz üstad Muzaffer Kınalı
sayesinde günümüzde yazılmış söylenmiş yaşanmış bir
çok Metafizik hadisenin içerisine girip bir çok hali tecrübe ettik.
Bilenen 4 ve 5 inci boyutların ötesinde üstadın sayesinde 40
(kırkıncı) boyuta kadar geçebilme imkanları ünümüzde serili durmaktadır.Her
ne kadarda boyutların sonsuz olduğunu her demde ifade etsekte Ruhsal
ve Metafizik deneyimlerin içerisinde tanışıp görüştüğümüz yada yada
bilinen temasa geçilen en yüksek boyutsal yaşam formunun 525 inci boyuta ait
olduğunu biliyorum.Tabi 525. boyutun ötesinde astral diyebileceğimiz seyahat
teknikleriyle geçilebilmiş değil.En azından bizce geçilebilmiş değil.
Peygamber değimiz büyük ruhsal özler bile benim ruhsal duyumlarıma göre
insanlığın ulaşabildiği en üst seviye olan 80 inci boyuta kadar
ulaşmışlardır.Üstad Muzaffer Kınalının ruhsal yapısının 40 ıncı
boyuta kadar yükselebildiği duyumunu almıştım.Ben şu an
için kendi durumumu tam bilemiyorum fakat yanılmıyorsam 7 ve 8
ini boyutlara dek ruhsal olarak geçiş yaptığımı sanıyorum.İşin
ilginç tarafı Hindistandaki yoga 'lar bile yıllarca magaralara kapanıp
meditasyon deneyimleriyle ve sıkı meditatif disiplinlerle ancak üçüncü
boyuttan dördüncü boyuta doğru tekamül edebilmekteler.Hatta bu
çalışmalar bir kaç reankarnasyonik yaşam boyunca devam eden
çalışmalardır.Tabi büyük Hintli ve Tibetli üstadlarında varlığını
belirtmek doğru olur.Bu konuda dikkatimi çeken hususlardan biri İslami
tasavuf okulları içerisinde yetişen Mevlana gibi Yunus Emre gibi zatların
sanılanında ötesinde manevi yükselişe sahip olmuş insanlar olduklarını
biliyorum.Ve nedendir bilmiyorum islami tasavvuf okullarında ruhsal yükseliş
çok hızlı bir şekilde olmaktadır.Ben kendim dini eğilimlere sahip bir insan
olmasamda her gittiğimiz boyutlarda islam tasavvuf kültürü içerisinde
yetişmiş bir çok ruhsal varlığın destek ve himayesi sayesinde bilinen
metafizik literatürdeki boyutların çok daha ötelerine geçebilme imkanımız
olmuştur.Tabi bu sonsuz alemlerin kapılarının açılması üstadın vesile olması
ile mümkün olmuştur.Tabi bunları söylemek sayıyla ifade etmek ruhsal ahlaka
yakışmaz ama yinede insanların bu konularda sezgiselde olsa bir mütealasının
olması lazım.Keza görüştüğümüz uzaylı grubların bir din anlayışından daha
çok ruhsal bir anlayışa sahip olduğunu gördüm.Bu dünya dışı gruplarda
sonsuz boyutların varlığını, insan ruhunun evrimini ve reankarnasyon
gerçeğini, tekamülü ve bizim Tanrı diyebileceğimiz evrensel bir zekanın
varlığını kabül ediyorlar.Uzaylı grubların tasavvuf öğretisini
ve doğu felsefelerini andıran inanç sistemleri var.İnsan böyle deneyimlerden
geçip bunları gördükten sonra bizim insanlık olarak sahip olduğumuz
dinsel sistemlerin ne kadar çok yozlaştırılıp saptırıldığını görmek
gerçekten çok ürkütücü.
İnsanlığın bilimsel olarak
ulaştığı seviye henüz dünyayı ve evreni tam olarak anlamaya müsait değil!!
diğer yandan dini sistemlerimiz gerçeklerden çok uzak bir
evren, dünya ve yaratıcı anlayışına sahipler.Sapkınlık öyle
boyutlara ulaşmışki kendi halinde inançsız bir kişi bile dine
kendini bağlamış bir yobazdan daha salih düşünebilme olanağına sahip
diyebilirim.İnsanlık bu durumda hala diyorki UFO lar varsa neden dünyaya
inip ''hey biz burdayız'' demiyorlar?UFOları bir tarafa bırakın daha
şu yazılanların ötesinde bir kaç şey daha söylemeye kalsak
dinciler elinde taşla sopayla bizi kovalarlarlar, akademisyenler
toplanıp akıl hastanesinde uyuşturucu iğneler haplar ve psikiyatrik
tedavilerle beynimizi çökertip iflas ettirene kadar bizi bitkisel
hayata sokana kadar terapi yaparlar.O bakımdan bazı şeylere ister istemez
sessiz kalıyoruz.Bu açıdan bugünden UFO lar vardır yoktur geldiler
gelmediler gibi demeçlerin gerçeği bilen insanlar tarafından söylenmesi
yerine sessiz kalınması daha yerinde bir karar olur.Toplumu kargaşaya
sürüklememek için sessiz kalınması bir çok bilginin örtbas edilmesi
daha uygundur.Örneğin dünyanıza insan formunda bir uzaylı inse hey ben
uzaylıyım diye megafonla bağırmaz heralde.Deli olan yada şizofren olan
arkadaşlar her daimde uzaylı olduğunu ifade edecektirler.Bu ayrı bir
durum tabi. Bu durumda bizler ufkun ötesini göremeyen insanlığa
şu mesajı vermek istiyoruz '' İnsanlık olarak modern bilimin
kazanımlarını ne kadar din dışı gibi görünen bulgularda olsa bu
bulgu ve sezgilere sahip çıkmalıyız''.Çünkü objektif bilimin ışığı
bizi gerçeğe götürecek tek yoldur.
Bizim gibiler günümüzün
akademiyenlerinden ne kadarda tepki alsalarda
akademisyenlerimiz ne kadarda dar görüşlü olurlarsa olsunlar bizler
akademisyelerle birlikte modern bilimimin sınırlarını bugün olduğundan
dahada genişleterek ileri götürmeye çalışmalıyız.Bizi dinsel sistemlerimizin
içinde gizlenen gerçeğe götürecek olan tek yol bilimdir.Bazen sessiz kalmak
herkes için daha iyidir.Bizler en azından zihinlerde karmaşa yaratmamak için
susuyoruz.Ama bu her zaman doğru değildir.Bazen ufkun ötesinden gelen
seslerede kulak vermek lazım.
Geçen yıllarda MATRİX isminde bir
filim izlemiştim.Aslında bu filimde mistik, tasavvuf ve metafizik bir dünya
anlatımının özetlenişi vardır.Bu filimi binyıllardır süregelen mistik
öğretilerde ifade edilen kendini bil öğretisinin bir kaç saate
sığdırılmış bir özeti gibi algılamak mümkündür.Bu
tarz filimler sayesinde kapitalist yaşam kültürü içerisindeki kaybolmaya yüz
tutmuş itibar görmeyen mistik ve ruhsal kavramların yobaz
dinsel hocaların, ve sahtekarların, ruhsal guruplaşmaların ve dini
tarikatleşmeye ve terörizme çevirenlerin elinin altından çıkartılarak
kamu oyunun önüne getirilmesi açısından ve genç insanların bu konulara
daha sıcak bakmaları açısından son derece önemlidir.Benzer bir tema STARWARS
(Yıldız Savaşları) filiminde işleniyor. Yıldız Savaşlarında
MATRİX kavramı bizi ve herşeyi içine alıp kuşatan evrensel bir güçle
bütünleşme şeklinde anlatılmaya çalışılıyor.Güçle bütünleşen kişiler zihin
güçleriyle bu gücün dahilinde olan her şeyi kontrol edebilirler.İşte bu
Üstad Muzaffer Kınalı'nında bahsettiği izafi dünya gerçeğinin anlaşılıp
kavranmasıyla şuurun psikoterapik bir telkinle kendi sınırlı imkanlarını
aşıp sınırsız imkanlar dünyasına geçmesini ifade eder.Bu durum sahip olunan
evrensel bilgi ve anlayışın insanın zihin frekansları üstündeki dönüştürücü
etkisi sonucunda daha yüksek bir zihin ve algılama frekansları
içerisine geçmek dediğimiz haldir. Bir nevi zamansızlık ve
mekansızlığın hali içerisine geçmek gibi bir şey bu.Hem zihin hemde
beden olarak bu mümkün.Bu konular bugün kapitalistleştirilerek metaya
çevrilmeye çalışsada bu GERÇEKlik bedeni ordan oraya sürüklemekle saatlerce
meditasyon yapmaklada yada gün boyu metafizik kitapları okumaklada elde
edilebilecek bir hal değildir.Ama tüm bunlar bu hale bizi
götüren araçlardır elbet.Ama sonuçta bu araçlarda Matrix' in bir parçasıdır.Üstad
tanıştığımız ilk zamanlarda derdiki Çetin eğer yeterince inanırsan bağdaş
kurup havada öylece asılı kalabilirsin.Yerçekimini yaratan şey senin ona
inanmandır derdi.Ki ben her seferinde bunu dener yere düşerdim.Ama baktım bu
iş böyle olmuyor her şeyden vaz geçtiğim bir gün, inanmanın canı
cehenneme dediğim bir gün zihnimde bir şey belirdi.Üstadın dediği nasıl bir
inançtı ki?Aslına bakarsanız tamam ben her şeye inanıyorum.Keza İsa
peygamberde derdi ''eğer hardal tanesi kadarlık inancınız varsa dağları bile
yerinden oynatırsınız''.İyide bu nasıl bir inanç ki bunları
yapabiliyorsunuz.? Üstad ''seni sınırlandıran şey şartlanmalarındır'' derdi.
İşte bu inanç beynin, zihnin ve evrensel zihnin
bir noktada kesiştiği bir algılama düzleminde gerçekleşen hadiselerdir.Lafla
değil zihin frekansları düzeyinde o anlayışa o hale geçmek lazım.Dil
başka söyler zihin haleti ruhiyesi başka telden çalarsa bin yılda ''ben
suyun üstünde yürüyeceğime inanıyorum'' desen yinede
boş yinede boş..!! Demekki zihin frekansları düzeyinde o gerçeğe
geçmek lazım.İçteki heyecan ve yapabileceğine dair duygusal inanç beynin
kimyasını hücrenin içerisindeki biyomanyetik alanları dönüşüme
uğratıncaya kadar düşüncenin gücünü işletebilmek imkan dahilinde değildir.
Düşünün ki bilim
adamlarınız olmayan bir dünyanın maddeleriyle deneyler yapıp
olmayan bir dünyayı sorguluyorlar.E ' adama demezlermi ' ki yav
kardeşim olmayan şeyin nesini sorguluyorsun.Neyse
yazıma son verirken içerisinde soru işaretleri olan bu espiriyide
düşünmenizi tavsiye ederim..Biraz gülümseyerek bu söylediğimi dikkate
alın....Bazen sessiz kalmak en derin soruların cevaplandığı
andır.Bazen en derin ve karmaşık soruların cevapları sessiz kalmakla elde
edilebilir.Zihin durulup sakinleştiğinde matlaşmış ve bulanıklaşmış zihin
berraklaştığında tüm zihin GERÇEK le dolacaktır.
Arka sayfaya geçiniz
Çetin BAL: Ziyaretçi defteri yazılarım
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)