Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli Uçan Daireler’in Bilimsel İncelenimi ve Zaman Yolculuğu Teknolojisi: << Gravitasyon alanı ile elektromanyetik alanı tek bir yapı halinde birleştirmeyi başardığımız taktirde, bu, muhakkak ki, ileriye doğru atılmış büyük bir adım olacaktır.>> Albert Einstein Rho Sigma ve Elektromanyetik Sevk Proplemi Rho Sigma, Alman asıllı bir Amerikalı’dır. Havacılık ve uzay araştırmaları mühendisliği üzerine otuz yıllık deneyimi vardır.Aynı zamanda AIAA’nın ( Amerikan Havacılık ve Uzay Bilimleri Enstitüsü ) üyesidir.II.Dünya Savaşı süresince Peenemünde’ki Alman Roket Araştırmaları Merkezinde Çalıştı.Savaştan sonra önemli bir Batı Alman gazetesinde bilim muhabirliği yaptı.1952’ de ABD’ne gitti, önce uçak motoru sanayinde daha sonra da NASA’nın Uzay Program Projeleri üzerinde çalıştı. Sigma, karşıt-çekim ve Dünya Uçan Daireleri ile ilgili olarak yazdığı pek çok yapıtında, T.T.Brown, Dr.P.Biefield, Dr.E.J.Saxl ve Dr.H.C.Dodley gibi karşıt-çekim öncülerinin teorilerinin, yeni bilgilerin ışığında tekrar incelenmesini önermektedir.Çünkü bu araştırmacıların yapıtlarında, bize, çekimsiz uçuş olanağı verecek olan elektro-gravitasyon’un ya da Rho Sigma’nın kendi deyimiyle ‘elektromanyetik sevk’in (Electromagnetic-Propulsion) açığa çıkarılmamış sırları için gerekli ip uçları bulunmaktadır. Çetin Bal: [ Eğer Elektrik-Manyetizma-Gravitasyon alanları kuramlarını Enerji-Zaman-Boyut kuramlarıyla bağdaştırıp bütünleştirebilirsek bu Birleşik Alan Kuramı’nın öngördüğü ve benim kendi ‘Gravitasyonel Asılım sistemi’ adını koyduğum benzer hareket mekanizmasına sahip Miguel Alcubierre’nin Warp Sürüşü ( Warp Drive / Wormhole Technology) sistemi’ne benzer bir yıldız gemisi modeliyle zaman boyutları arasında ve uzayın dev mesafeleri arasında bir anda sıçrayabilecek bir teknolojik imkana sahip olabiliriz. Zaman ve boyutlar arasında yerdeğiştirebilen bir makine temelde tam anlamıyla olmasa da Rho Sigma’nında öngörüleriyle paralellik taşıyan ‘elektromanyetik sevk sistemi’ teknolojisine dayanan bir ‘uzay aracı modeli’ olmak durumundadır. ] Rho Sigma’nın öne sürdüğü sav, elektromanyetik-Sevk yönteminin bizim araçlarımıza uygulanabilmesi için bazı temel bulguları içermektedir.Kaldı ki, Sigma’ya göre, diğer dünya dışı gezegenlerden geldiği varsayılan bir çok UFO raporlarındaki teknik analiz değerlendirmeleri bu bilinmeyen ışıklı yada kimi zaman metalik görünümlü dairesel yapıdaki araçların uçuş prensipleri’nin bir tür ‘elektromanyetik sevk’ yöntemine dayandığını göstermektedir.Sigma öte yandan, Avrupa’nın en büyük yayın evlerinden biri tarafından yayımlanmış iki yapıtında, dünyamızın geçmişte, dünya-dışı zeki varlıklar tarafından ziyaret edildiği olasılığına da değinmektedir. Sigma son zamanlarda bazı UFO araştırmacılarının ölümlerinin dikkat çekici olduğunu belirtmekte, bu kişilerin normal ecelleriyle ölmediklerine inanmaktadır.Rho Sigma, NASA’nın elinde, evrendeki ‘serbest enerji’ye (Free Energy) ilişkin bol miktarda doküman bulunduğunu ve bu konudaki temel çalışmaların bilim adamlarınca yapılmakta olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedir: << Bu sonsuz enerji, sadece akabilmesi için musluğun çevrilmesini beklemektedir.Resmi bilim, konuya bu açıdan yaklaşmadıkça ve gözlemlenmiş olan tüm E/M etkilerini görmezlikten geldikçe, hiçbir zaman bir gelişim kaydedemeyeceğiz ve kuşkusuz E/M etkisi hakkında da daha fazla bir şey öğrenemeyeceğiz.>> Uzay Yolculuğu teknolojisine ait yeni sevk sistemleri araştırmaları1-Biefield-Brown Etkisi Dennison Üniversite’nde fizik ve astronomi profesörü olan Dr.Biefield 1923 yılında, çekim(gravity) olgusunu kavrayarak üstesinden gelebilme çabalarına Towsend Brown’ı da kattı .Dr.Biefield’in düşüncelerinin izinden gidilerek, elektrikle yüklü(charged) nesnelere izafi olarak çekimin elektriksel ilişkisi belirlenmek üzere bir takım deneyler yapılmıştı.Dr.Biefield, Einstein’in İsviçre’den eski bir sınıf arkadaşıydı.Gerçekleştirilen orijinal deneyler sonucunda, bir ipin ucuna asılmış yüklü bir kondansatör’ün (condanser) hareket etmeye eğilimi olduğu ortaya konmuştur.İşte, yüklü bir kondansatörde gözlemlenmiş bu harekete de Biefield-Brown Etkisi ( Biefield-Brown Effect) adı verilmiştir.Brown, 1923 yılında, yüklü bir kondansatörün hareket etmeye karşı bu eğiliminin yeni bir sevk edebilme (propulsion) yöntemine dönüşebileceğini ileri sürmüştü. 2- Towsend Brown ve Elektroçekimsel Uçan Daire: 1926 yılında, Towsend Brown, bu yeni prensibi kullanan bir ‘uzay otosu’ nu tanımladı.1928’de ise bu yöntemle sevk edilen bir aracın işleyen modellerini yaptı.Brown 1938 yılında artık, kondansatörlerinin sadece nasıl hareket ettiklerini göstermekle kalmayıp, bitkiler ve hayvanlar üzerindeki ilginç etkilerini de saptıyordu.Towsend Brown, Uçan Daireler’in (Flying Saucers) 1947 yılında gazete başlıklarına geçmelerinden çok daha önce, bir bayrak direğinin çevresinde uçan ve uçan daire biçiminde olan bir kondansatör geliştirmişti. Brown’un inşa ettiği uçan dairelerin ne pervaneleri, ne jetleri, ne de hareket eden herhangi bir parçası vardı.Aynen bir ‘tepe’ nin yamacına bırakılmışcasına, çevrelerindeki çekimsel (gravitational) alanın bir değişke’ sini(modication) yaratıyorlardı.Bir dalga üzerindeki bir sörf kayağı(surfboard) gibiydiler.Elektroçekimsel uçan daire (electro-gravitational saucer), çevresindeki alanın yerel bir yönelmesi olan kendi ‘tepe’sini yaratır.Sonra, kendi ‘tepe’ sini istediği herhangi bir yönde ve sınırsız bir ivme (acceleration) altında kendisiyle birlikte götürür.Bu alanın içinde bir atalet (inertal) gücü söz konusu olamaz. Yön değişimlerinde, araç yükü ya da araç içindeki kişiler üzerinde herhangi bir itme(thrust) ya da merkezkaç gücü ortaya çıkmaz.Brown’un uçan daireleri, pozitif polarlık kutbu (positive polarity pole) olan, iyice yüklü bir iletme kenarına (leading edge) greksiniyorlardı.Bu tip bir yüklü kutup elektriksel bir korona ( electrical corona) üretir.Bu da karanlıkta görülür.Tam ölçekte bir uçan daire ise geceleyin millerce öteden görülebilen bir korona üretecektir.Bir uçan dairenin biçimi, aerodinamiğin gerektirdiklerine değil de elektrostatik ve çekimsel yasaların gerektirdiklerine uymaktadır.Tepkiyle sevk etme (reaction propulsion) yöntemiyle havayı yararak ilerleyen uçaklarda görülen ısı engeli ya da yüzey sürtünmesi onlar için söz konusu olamaz.Aracın maddesel iletme kenarı, önündeki elektrikle yüklü alanın yarattığı bir boşluğa(vacuity) girer.Bilinen her elektromanyetik etki karşılığında benzeri bir elektroçekimsel etki vardır.Ancak, elektroçekimsel nedenler ve etkiler elektromanyetiğinkilerden farklıdırlar.Bir uçan dairenin çevresindeki alanlar, ışığı çevresinde saptıracak ve dolayısıyla görüntüsünü kaybettirecek yoğunluğa ulaşabilirler.Gövdeden yansıyan radar dalgaları da alan tarafından belirli frekanslarda perdelenebileceğinden görüntüsü radar ekranından kaybolacaktır. Brown, hareket eden, yüklü kondansatörlerinde aşağıdaki hususları gözlemlenmişti: 1- Kondansatör’ün levha (plate) aralıkları açısından: Levhalar yaklaştıkça etki artar. 2- Levhaların arasındaki malzemenin esneme gerilmesi (elastic stres) yoluyla elektrik enerjisi depolama yeteneği açısından: Bu yeteneğin ölçüsüne malzemenin ‘K’ sı (di elektrik katsayısı) adı verilir. ‘K’ yükseldikçe, Biefield-Brown etkisi de artar. 3- Levhaların alanı açısından: Alan büyüdükçe etki artar. 4- Levhalar arası voltaj farkı (voltage difference) açısından: Voltaj arttıkça etki de artar. 5- Levhalar arasındaki malzemenin kütlesi açısından: Kütle arttıkça etki de artar. Dikey kutuplarda ( vertical poles), çifte helezonlu (caduceus) bir tel sarımı ile alanların ayrılması yada bölünmesi sağlanabilir.Bunun sonucunda da bir alan yukarı çekerken, diğeri aşağıya doğru iter. Elektrik, çekim ve mıknatisiyetteki armoni’lerin (harmonics) birleşmesi, gezegenleri döndüren, yörüngeye oturtan ve galaksilerin dönmesine neden olan gücü ortaya çıkarır. Biefield Brown etkisi, yatay durumda asılı bir kondansatör’ün elektrikle yüklendiğinde pozitif kutup yönünde hareket edeceğini ortaya koyar.Polarlığın (polarity) yerini değiştirdiğinizde, kondansatörün hareketi her zaman pozitif uca doğru olacağından bu sefer de karşıt yönde hareket edecektir. George Adamski’nin çektiği fotoğraflarda iniş takımları (landing gear) diye tanımlanan küresel topların gerçekte iniş takımları ile ilişkisi yoktur ve bunlar kondansatörlerdir.120 derecelik aralarla yerleştirildiklerinden, çekim alanında (gravitasyon field) bir üç ayak (tripot) etkisi yaratır ve polarlık manevralarıyla yönlendirme kontrolü yaparlar. Araştırmalarını 1956’ya değin sürdüren Towsend Brown bu tarihte Washington’da, yetkin bir danışma kuruluyla birlikte NICAP.’ı (National Investigations Committee On Aerial Phenomena) kurdu. George Van Tassel, 1956’nın sonlarına doğru bir konferans gezisi sırasında Towsend Brown’u Washington’daki ofisinde ziyaret ettiğinde Brown’la araştırmalarını ve uçan daireleri tartışmış ve ona 120 derecelik kontrolün amacını açıklamıştı.Brown, birkaç hafta sonra NICAP’ın başkanlığından istifa etmiş ve yerini Binbaşı Donald Keyhoe almıştı. ‘Proceedings’ dergisinin 1952’de yayınlanmış bir sayısında ‘yüksek frekanslı döner alanlara (rotating high-freguency fields) izafi olarak karşıt-çekim üzerine bilgiler yayımlanmıştı.Otoriteler, << Astounding Magazine>> dergisinin eski bir sayısında Cambell’in sözünü ettiği ‘Dean Uzay Sürüşü’ (Dean Space Drive) ile ilgilenmeyi reddetmişlerdi.Nedeni de Newton’un çekim yasası’na ters düşmesiydi.Ama bu sistem kuramsal açıdan çalışan bir sistemdi.Biefield-Brown etkisi, çekim üzerine bilinenlerin sadece bir parçasıdır.Ancak, açığa çıkardığı gerçeklerden ötürü, Towsend Brown şükranla anımsanmalı ve günümüzün bilimsel öğretilerince bilinmeyen yani bir Tesla olması önlenmelidir. Çetin Bal: [ Searl’ın uçan diski, Prof.Seiki’ nin antigravite cihazı, ya da bu ‘Biefield Brown’ etkisi dediğimiz bir nevi ‘ether teknolojisi’ denilen ‘enerjisel vakum alanları içinde hareket kabiliyeti teknolojisi’ sayesinde kendi içinde sıfır polarlığa sahip uzaysal enerji hacminin yoğunluksal polaritesi ya da bu alan matriksinin kendisi yüksek güçteki elektriksel alan etkileri ile tahrip edildiğinde –yeniden düzenlendiğinde- vakumsal bir boşluktan doğan çekimsel bir hortum etkisi yaratılabilir.Fakat bu hareket tarzı uzay/zamanın eğrileşmesi sonucunda uzay/zaman levhası içinde yerçekimsel bir potansiyel etkisi altında bir yöne doğru olan bir akselarasyon (hızlanma) etkisi değildir.Günümüzde bir çok profesyonel ve amatör araştırmacıların spekülatif yorumları içinde beliren ‘Sıfır Nokta Enerjisi kavramı’ çevresinde dönen bu elektromanyetik sevk biçimi yine ‘elektrogravitasyonel’ bir sevk biçimini esas alan bir sistemdir.Ve gerçek anlamda bir elektrogravitasyonel sevk sistemi elektriksel akım alanları ile Einstein ‘ın düz ya da eğri uzay/zaman levhasına ‘yüksek frekanslı döner alanların’ kullanımı sayesinde rezonans prensiplerince bağlanaraktan elde edilebilecek bir hareket sistemidir. Zaten çekimin, elektroçekimsel ( electro-gravitational ) yoldan ortadan kaldırılmasını temin eden şeyde uzay/zaman levhasıyla doğrudan kurulan rezonanstır. Bu rezonans alanı içindeki kuantum vakum enerjisini ifadeleyen ‘uzay/zaman levhası’ bir lastik gibi eğilip bükülebilir bir hal kazanır.İşte bu büküm bir uzay gemisini ışık hızında hareket ettirir.İşte bu aracı içine alan rezonans alanı içindeki bazı değişiklikler Kip Thorn'un solucan deliği (wormhole) kavramlarına benzer bir oluşumun kapısını aralayarak bizi zamanda ve mekanda bir başka noktaya iletecek gravitasyonik bir tünel etkisini doğurur.Sistem böylece tümüyle bir başka boyutun uzay/zamansal alanına geçiş yaparak kendisini kendi zaman ve mekan mesafeleri içinde herhangi bir noktaya doğru bir anda iletebilir.Aslında serbest enerji ( free energy), Antigravitasyonel alan etkileri, görünmezlik, boyut değiştirme, uzayda sıçrama ya da zamanda yolculuk denilen kavramlar hep Sıfır Nokta Enerjisi kavramıyla irtibatlı olduğundan eğer adına bir UFO teknolojisi demek doğru olursa bir 'warp sürüşü sistemi' ya da wormhole kavramları bu açıdan hep birbiriyle bağlantılıdır.] Uçan dairelerin gerçek olduklarını varsayarsak ‘Uçan Dairelerin Hareket Ettirici Güç Sistemlerinin Açıklanması’ ve bu bilgilerin en gelişmiş teknik üniversitelerde öğretilmesi ve kamu oyuna açıklanması ‘ülkelerin diğer ülkelere teknik ve bilimsel bir üstünlük sağlamak adına’ henüz yapılmamaktadır.Diğer bir açıdan Princeton Üniversitesinin içinde kendi başına bir araştırma çizgisi olan ileri araştırmalar bölümünde de buna benzer araştırmaların yapıldığı bilinmektedir. Hatta 1940 lı yıllarda bir savaş gemisinin düşman radarlarına karşı görünmez yapılması çalışmalarının da ( Philadelphia Experiment ) Einstein’ın başkanlık ettiği bu ileri araştırmalar bölümünde doğmuş bir düşünce olduğu söylentiler arasındadır. Uçan Dairenin Altındaki Küresel Kondansatörler: Işınım’ın (radiation), gövde yüzeyinin kütlesine oranı arttıkça etkisini gitgide arttıran bir basıncı vardır.Bir gövdenin, üzerine düşen dalga boyunun üçte biri kadar bir çapı varsa, o zaman bu gövde çok etkili bir şekilde itelenir.Çekimin yok edilmesinin (gravity nullification) prensibi işte budur.George Adamski’nin fotoğrafını çektiği ‘uçan daire’ nin altındaki üç adet ‘top’ gerçekte küresel kondansatörlerdir. 120 derecelik aralarla yerleştirildikleirnden her biri, ‘uçan daire’ nin çevresini saran alanın ışınımın dalga boyunun üçte biri kadar bir miktarına maruz kalır ve dolayısıyla her üçü de aynı şekilde yüklendiğinde yüklerine izafi olarak yukarıya doğru bir basınç oluşur. ‘Toplar’ ın herhangi biri üzerindeki yükün diferiyensiyeli değiştirildiği zaman aracı yana yatırmış olurlar. ‘Toplar’ dan ikisi pozitif yüklü biri de negatif yüklü olursa, ‘Biefield –Brown Etkisi’ ne bağlı olarak yönlendirme kontrolleri şeklinde işlev görürürler. Büyük bir elektrostatik kondansatör olan ve üst polarlık(upper polarity) alanları üzerindeki bir toroid bobini ile (Adamski’ nin yakından alınmış fotoğrafında görüldüğü gibi) ayrılmış bulunan aracın, üst kubbe çevresindeki toroit bobin düzeyinden ‘asılan’ alçak bir ağırlık merkezi ( center of gravity) vardır. Tüm araçların içinde bulunan ve dış kenarda (outerim) yer alan elektrostatik iğ (spiner), hem aracın dışındaki, hem de tüm kontrol kondansatörlerine giden statik yükü sağlar. Aracın alt merkezi bölümündeki manyetik motor E.V.Gray’in manyetik motoruna benzer bir prensiple çalışmaktadır.( National Tattler’ in 1 Temmuz ve 8 Temmuz, 1973 sayılarında yayımlanmıştır.) Kendi toroid manyetik alanında asılmış bulunan rotor ne yağlanmaya, ne de mil yataklarına ihtiyaç gösterir. Uçan Daireler ve Manyetik koruyucu Alanları: ‘Uçan Daireler’ elektrostatik manyetik araçlardır. Aracın üzerindeki dış yükleme, radar dalgalarının araçtan yansımasını önleyecek bir frekansta titreştirebilir.Araç hız kazandıkça dış alan, aracın ilerlerken kestiği güç hatları ile hızına izafi olarak genişler.Aracı çepeçevre saran bu korona, kütlesi ile yüküne izafi olarak hızının enerji oranına göre kırmızı, kavun içi, sarı, yeşil, mavi ve mordan parlak beyaza kadar görünür tayf'ın çeşitli renklerine bürünebilir. Dünyanın buharla yüklü atmosferi içinde, havadaki buharın iyonlanması statik alan yükünün yüklenmesine ilişkin olarak yoğunlaştığından (condensation), araç, çevresinde bir bulut oluşturabilir. Bu araç aynı zamanda bir pildir.Aracın dış ve iç kabuk yapısında ( skin construction) birbirinden farklı madenler kullanılmakta olup, iç ve dış kabukları ayıran, civa alaşımıyla kaplanmış izolasyondan ötürü araç bir yüklenmeye maruz kalır.Dolayısıyla, aracı, negatif yükü dış kabuk yüzeyinde taşıyan büyük bir çift levhalı pil sayabiliriz.Elektrikli saatleri ve diğer bazı aygıtları çalıştırmak üzere, benzeri bir prensibe dayalı ufak cıva pillerini bizler de yapmaktayız. Negatif elektrik yüklü bir kağıt mendilin, üzerine tutulan 3000 derecelik bir asetilen lambası alevinde bile yanmadığını ya da kavrulmadığını görüyoruz.Dış kabuğunda negatif bir polarlık taşıyan bir uzay aracının dış yüzeyi hiç ısınmadan saatte binlerce millik bir hız ile nasıl uçtuğunu böylelikle kavrayabiliriz.Atmosfere girişlerinde bizim uzay kapsülleirnin üzerinde yaratılacak negatif bir statik yükleme bu araçlar için bir alev kalkanını gereksiz kılacaktır. Hükümetlerin ileri araştırma örgütlerinin kayıtlarına göre, uçan dairelerin ‘gizemli’ bir yanı kalmamıştır.Bu örgütlerin bazıları 1950’lerden beri, Aztek ve New Mexico’da olduğu gibi UFO diye bilinen yere düşmüş araçlardan kopya edilmiş deneysel maketler uçurmakdadırlar.Frank Scully, ‘Uçan Dairelerin Gerisinde’ (Behind the Flying Saucers) adlı kitabında bunlardan açık bir şekilde söz etmektedir. PARİS BİLİMLER AKADEMİSİ VE BİR UÇAN DAİRE TASLAĞI Yapılan gözlemlere göre, uçan daireler çeşitli biçimdedirler: Tabak, Küre, Oval, Sigar, Silindir görünümündedirler.Genellikle bu cisimler parlaktırlar ve etraflarında turuncudan yeşile kadar değişen ışıklı bir hale vardır.Uçan dairelerin üst kısımları ekseriya kubbeli, düz ya da bombelidir.Bazılarında madeni bir direk vardır.Çoğu gözlemlerde ‘ lumboz’ lar görülmüştür ve geminin diğer kısımlarından daha parlaktırlar.Yuvarlak ya da köşeli olan bu pencereler kubbeli kısmın üzerinde çepeçevre dizilmişlerdir. Bu cihazlar kendi çevrelerinde kuvvetli bir manyetik alan yaratmaktadır ve bir çok kimse otomobillerinin ateşleme sisteminde arıza meydana getirdiklerini, yüksek gerilim trafo istasyonlarında, yakınlarından geçtikleri taktirde aksamalar olduğunu müşahade etmişlerdir. Bazı uçan daireler yukarıdan aşağı inerlerken, ‘su içinde kayarak dönen tabak’ gibi sallanarak alçalmaktadırlar.Bu nedenle onlara uçan tabaklar ( soucoupes) denilmiştir.(*) Genellikle sessiz hareket ederler ya da (arı vızıltısı gibi) hafif bir ses çıkartırlar.Geçtikleri yerlerde bazen kuvvetli bir ozon kokusu duyulur.Müşahitlerin hepsi, uçan dairelerin fevkalade hareket kabiliyeti ve hızına işarette bulunmuşlardır.Görünürde sesüstü hareketlerine karşılık ne bir ‘patlama’ ne de bir ‘şok dalgası’ vardır.Genellikle uçan daireler, helikopterler gibi öne meyillenerek ilerliyorlar. Bu uçuş durumu hızları arttıkça daha belirgin hale gelmektedir.Hızla birlikte ışık durumuda artmaktadır. Silindir biçimliler pek büyük boyuta sahiptirler.Sabit durumda dikey şekilde bulunurlar.Bazı gözlemlerde etraflarında uçan daireler görülmüştür, sanki onlardan çıkmaktadırlar.Bu nedenle onlara ‘ana gemi’ demek adet olmuştur.Hareket esnasında, bu ana gemiler yatay duruma geçiyorlar ve bu sırada düz olan arka kısımlarında ışıklı serpintiler görülmektedir.Ana geminin önünde, uçan dairelerdeki gibi, bir direk uzanmaktadır. Yukarıdaki gözlemsel verilerden yola çıkarak, mevcut bilgilerimizle, böyle bir geminin yakıt ve dengede durmasını keşfetme imkanımız var mıdır? (*) Paris Bilimler Akademisi Tutanakları.( Comptes Rendus de L'Academis des Sciences de Paris) İyonize Gaz Fiziği: Çevremizdeki hava oksijen (O2) ve nötr halde azot (N2) moleküllerinden meydana gelmiştir.Sayısı pek azda olsa atomlarından biri elektron kaybetmiş moleküller daima vardır ve gaz içindeserbestçe dolaşırlar.Bu elektronlara serbest elektronlar denir.Bu elektron kopması, bu ‘doğal’ iyonlaşmanın sebebleri, moleküller arası sarsıntılar (şok’lar) kozmik ışın etkileridir. Serbest havada bulunan iki elektrod arasına farklı bir potansiyel tatbik edersek, yani bu elektronları bir elektrik akımı üretecinin uçlarına bağlarsak, yüklü tanecikler (pozitif yüklü iyonlar ile negatif yüklü elektronlar), zıt yönde hareket etme eğilimindedirler.Elektrik akımı olarak ortaya çıkar.Bu yüklü tanecikler serbestçe hareket edemezler: hava içindeki ilerlemeleri sarsıntılar aracılığıyla, nötr oksijen ve azot molekülleriyle sürekli tezat halindedir.Zira ‘İ’ akımının yoğunluk vektörünün yönü, itibari olarak katod’dan Anod’a ( eksi (-) den artıya (+) ya) giden elektronların zahmetle takibettiği yola zıt yöndedir. Şayet elektrik gerilimi yeterince yüksekse, yani elektronlara etki eden elektrik gücü moleküller arası iki çarpışmada yeterince büyükse, elektronlar büyük hız, yani büyük kinetik enerji kazanabilirler.Bu enerji, bir oksijen ve azot molekülünün atomlarından birine ait çekirdek etrafında sakin sakin dönen (bağlı) elektronu koparabilmek için yeterlidir.Bu yeni serbest elektron, ( sekonder, deniyor) daima bir elektrik alanı etkisi altında hemen hareket etmeye başlar ve muhtemelen şansı yaver giderse, kendi yolunda rastladığı bir molekülün(bağlı) elektronunu koparır. Bu elektronik yutma hadisesi yüzünden, serbest elektron sayısı ve dolayısıyla havadaki elektrik akımı yoğunluğu önemli şekilde yükselmiş olur. Bu hadise her atomu kendi elektronlarından soyacak mı demektir? Hayır.Bir rejim meydana gelecektir.Gerçekten moleküller arası sarsıntıyla hızı yavaşlayan serbest elektronlar, onları çeken pozitif yüklü iyonlar tarfından ele geçirilirler.O zaman elektron, çekirdek etrafındaki yörüngesinde uslu uslu dönmeye başlar.Artık enerji molekül tarafından ışık ışını şeklinde boşaltılmıştır.Elektrik dejarjının (yıldırımda olduğu gibi) ışık yaymalarındaki sebeblerden biri budur. Neon tüpünde olan, tamamiyle bu hadisedir.Tüpteki serbest elektron sayısı pek az olunca lamba yanmaz.Serbest elektronlara gerilim(volt) tatbik edilince harekete geçerler. Tüp basıncı pek düşük olunca, elektronlar hızlanabilmek maksadıyla çeşitli yerlerde bulunurlar.Onların ‘ortalama serbest yolları’ yükselmiştir. Elektronik yutma hadisesi de tamamen rol oynayacaktır.Tüp içindeki iyonizasyon tamamen gelişince elektron yoğunluğu, on ya da yüzbin kere artmış olur.Akım kesilince, elektronlar yavaşlar ve saniyenin binde birinde hepsi iyonlar tarafından ele geçirilirler. Başka bir olayda meydana gelir: Gaz, katod’un çevresinde çok ışıklı bir duruma geçer (katodik ışık). Uçan Daireler Hakkında Birinci Hipotez: Uçan dairelerin, kendi etraflarında, çevre havasını iyonize eden bir elektrik dejarjı meydana getirdiğini farzedelim.Gene uçan dairelerdeki lumbozların gerçekte elektrodlar ve lumbozlar genellikle ışıklı olduklarından, üst kısımdaki elektrodların elektron yayıcı katodlar olduğunuda varsayalım.Uçan dairenin çeperi (yan yüzeyi), bu yayıcı elektrodlar ya da elektron toplayıcıların dışında, elektriği iletmeyen yalıtkan bir maddeden yapılmış olmalıdır. Aşağıda en net olarak çekilmiş gerçek uçan daire (UFO) resimlerinden birisi görülüyor.Bu uçan dairenin sanki statik enerjiyle yüklü olan ve üst üste kapatılmış büyük ölçülerde bir kondansatörü andıran yapısı oldukça ilginçtir.UFO nun ortasındaki siyah şeridi andıran yapı sanki üst üste kapatılmış yüklü levhaları birbirinden ayıran bir ''di-elektrik yalıtkan maddeyi'' akla getiriyor.
Hall Etkisi Bu elektrik dejarjı, tek başına, bir ‘B’ manyetik endüksiyon alan etkisiyle tamamlanmazsa, denge ve ileri hareket üzerinde tesirsiz kalır.Çünkü, manyetik alan bulunan bir bölgeyi geçen elektronlar eğri bir yol çizme meylindedir. Eğer elektron boşlukta yol alıyorsa, düzenli bir daire izler.Elektron, gaz içinde kendi gidişine zıt olan moleküllerle sık sık çarpışır. Moleküller kendisinden binlerce kere daha ağır olduğundan, her karşılaşmasında ilerlemesi durmuş olur.Yeni bir yörünge, ‘trajektuar2 eğrisi üzerinde, yolunda elektriksel alan etkisiyle tekrar devam eder.Genel olarak ‘E’ elektriksel alanı istikametinde bir teta açısı (Hall açısı) yaparak doğru bir yörüngeye geçer.Şunu kaydedelim ki, Hall açısının tanjantı, ‘B’ manyetik alanın değeriyle doğrudan doğruya orantılıdır. Bu durumda, bir sislindirik cismin içinde elektriksel bir deşarj tasavvur edelim.Elektrodlardan biri, silindirin yanal yüzeyi tarafından, diğeri de silindirin ortasındaki aks’dan (mihferden) meydana gelmiştir.Manyetik alan olmadığı vakit elektriksel alan çizğileri radyal olurlar.Silindirimizi mihver boyunca yöneltilmiş kuvvetli manyetik alan yaratan bir solenoid içine koyalım.Hall etkisi sayesinde akım çizğileri spiral vaziyetler alacaktır. Bu etki fizikçiler tarafından pek bilinmez, çünkü gazlar içinde duyulur haldedir.Ama, atmosfer içindeki 50.000 Gauss’luk bir alan aşağı yukarı 70 derecelik bir hall açısı yapabilir ve akım çizgileri geriye doğru bükülerek bu pek yuvarlak görünümü alırlar. Lorentz Kuvvetleri: Elinizi ‘Uçan Daireler ve Bilimsel İncelenimleri’ adı altında gösterilen çizimlere ait şekil 16’daki gibi tutunuz.Buna fizikte ‘üç parmak kuralı’ derler.Orta parmak, işaret parmağıyla dik açı teşkil edecektir.Baş parmak, diğer iki parmağa göre yukardan inerek dik açı meydana getirir. Gaz içinde dikey bir elektrik akımı ile manyetik alan hüküm sürer.Baş parmağı akım yönünde tutunuz, orta parmak manyetik alan yönünde olacaktır.Elektromanyetizm kanunları bize şunu öğretmektedir ki, gaz, işaret parmağı yönünde bulunan ve Lorentz kuvveti ismi verilen bir kuvvete uyar.15.ci resme dönelim.Elektrik akımının yönü elektronların izlediği yörüngeye zıt durumdadır. Sol elinizi uygun olan şekilde tutunuz, Baş parmak (+’dan –‘ye geçen) akım yönünde; orta parmak manyetik alan yönünde (kağıda dik ve size doğru yönelik). İşaret parmağı kuvvet yönünü işaret eder; bu merkezkaçdır.Şayet akımın yönünü + ve – olarak değiştirirsek kuvvet, santripet olur. Şimdi, bir uçan daireyi tasvvur etmek için gerekli olan şeylere gelelim.İki adet tabak alalım ve flaster yardımıyla (şekil: C / 17’deki gibi) birbiri üzerine ağız ağza koyarak bantlayalım.Siyah keçe kalemle üst kısımların birine - , diğerine + yazalım.Keçe kalemle mekanizmanın üst ve alt elektronlarını da çizelim. Uçan dairenin içinde, 50.000 Gauss’luk manyetik bir alan yaratan ve tabakalara dik gelen bir solenoid tasavvur edelim.Bu durumda, uçan dairemizin çeperini (grosso mode) takibeden çevredeki havada elektriksel deşarj olur.Keçe kalemle elektrik akımı çizğilerini çiziniz! Hall etkisi sayesinde bu çizğiler, (Resim:18’deki gibi) spiral bir durum alırlar.Baş parmağınız elektrik akımı yönünde, orta parmağınız manyetik alan yönünde olacak biçimde sol elinizi tutunuz.Resim: 19’da, Lorentz kuvvetlerinin, modelin üst kısmında merkezkaç, alt kısmında santripet olduğu açıkça bellidir.Şu halde hava, modelin üst kısmına doğru emilmiş, elektrodlar sayesinde iyonize olmuş, Lorentz kuvvetleri, tanjantları tarafından çepere doğru çekilmiş ve nihayet aşağı doğru itilmiş olacaktır.Biraz helikopter rotorundaki duruma benzer.Bu ‘elektro-manyetik pompalama’ hadisesi, buna göre, uçan dairelerin havada durmasına, havada yerdeğiştirmesine sebep olamaktadır.(Resim:20) Manyeto-hidro-dinamik (MHD) uçan daireniz işte böyledir.Elektronlar onu saran iyonize gaz kılıfında, yukarıdan aşağıya doğru yol alırlar. Çok yukarıya çıkan ışın yayıcı konbinasyonların ışıklı hale geçtiği bu ‘Plazma’ içindeki elektronlar kısmen gaz akımı (flux) vasıtasıyla sürüklenirler.Şu halde, uçan daire, gövde altında oldukça dağınık, bir çeşit ışıklı eteğe sahip olacaktır(Resim:21). Uçan Dairenin Kullanılışı hakkında olası hipotez: Helikopter denge rotorunun hareketi dairesel (devri) şekilde değiştirilerek sürülür.Taşıyıcı, bu rotor vasıtasıyla aynı süpürücü disk üzerinde bulunmaz, terazilenme ve geçiş vardır. Aynı şekilde, uçan daire için de böyledir; her elektrod tarafından sarf olunan akımları uygun bir tarzda değiştirir ki, bu akımlar, taşıyıcıda disimetriye sebeb olur ve bir terazilenme-geçme hareketini andırır(Resim:22). Uçan daireler de helikopterler gibi aynı değişirlik hadisesini gösterdiklerinden hızlı iniş yapmaları beklenir(Resim:2) Bir tek elektrod yerine, akımın bir elektrodlar kuşağı yardımıyla dağıtılması başka bir etki yaratır; elektrik deşarjını hiç değişmez hale getirir ve bu durum manyeto-hidro-dinamikte çok klasik bir çözümdür, ‘Segmante elektrodlar’ denir. Bu veriler ışığında denebilir ki beş Tesla’lık (50.000 Gauss’luk) bir alan kondansatör bataryası yardımıyla, pek küçük bir hacimde kolayca meydana getirilebilir.Bu teori doğru ise, o zaman Lorentz kuvvetleri tarafından emilen dalga modele yaklaşır ve aynı yol üzerinde, tamamen yok olur (Resim:26).Bu deney başarılırsa uçan dairelerin varlığı sorunu gözlemlenen veriler ışığında bilimsel olarak artaya konmuş olacaktır.Manyeto-Hidro-Dinamik(MHD) ‘uçan daire motoru’ sistemiyle 10 metre çapında bir uçan daire 50.000 Gauss’luk manyetik bir alan ve 1000 megawatt'a eşit yüksek gerilimi olan bir elektrik deşarjı meydana getirir.Biz bugün, aşırı geçirgenlik tekniği( Süper iletken teknolojisi) sayesinde bu yoğun manyetik alanları elde debiliyoruz ( Solonoid, mutlak sıfıra çok yakın bir ısıda , likid helyum tarafından soğutulur, elektrik direnci pratik olarak sıfıra düşer). Çetin Bal: Bir elektrik motorundan 1000 megawat’lık bir güç elde etmek olası olmakla birlikte asıl sorun 10 tonluk böyle bir elektrik santrali motorunu birkaç metre küp içine küçültüp yerleştirebilmektir! en büyük teknolojik zorlukta buradadır! Bir açıdan burada bahsi geçen şekilde bir -UFO motoru- nun esas kalbi -küçültülmüş minik bir termik santralden- başka bir şey değildir.Mini bir termik santralin yapılabilmesi bizim günümüz teknolojisinin verileri ışığında bakıldığında hemen akla Nükleer Füzyon reaktörlerini getirir. ‘Kontrollü füzyon reaktörleri, yeterli güç yoğunluğunun tasarlanmasına izin veren tek usuldür.Bu da temelde Manyeto-Hidro- Dinamik ile füzyon’u kombine eden yani tamamlayan/destekleyen özel bir elektrik motoru (dinamo/Alternatör = elektrik üreteci ) nu gerekli kılar.Sözde uzaylılara ait, ele geçirilmiş olan gizli uçan daireler üzerinde araştırma yapan Birleşik devletler yetkililerinden bazılarının basına sızdırdığı bilgiler ışığında bu UFO denen yabancı uzay araçlarının da MHD sisteminin bir benzeri olan ve Antimadde Reaktörü denilebilecek minik bir füzyon reaktörüne sahip olduğu belirtilmektedir.Söylenene göre bu Anti madde Reaktörü sayesinde dev bir termik santralinin ürettiği elektriksel güç üretilerek UFO yu işletmek üzere devreye sokulmaktadır. ( Zero point energy Reactor = Pyramid Crystal Energy Reactor = UFO Motor = Helezonik Manyetik İyon Tüpü = Time Machine Motor )
Zero Point Energy Reactor <=> Antimatter Reactor Bazı spekülatif kaynaklarda uzaylıların UFO ‘yu sevketmek üzere bizim tasavvur gücümüzü aşan yüksek orandaki elektriksel akım güçlerini çok basit ve çok sade olan ‘prizmatik kristaller’ sayesinde elde ettiklerini okumuştum.Bilemiyorum ama biz büyük oranlarda enerji diyince aklımıza hemen füzyon reaktörleri geliyor.Acaba füzyon reaktörlerine karşın geleceğin enerji kaynağı bir çeşit ‘Sıfır Nokta Enerjisi Reaktörü’ denebilecek ya da bir Kristal enerji kaynağı denebilecek ‘Kristal Enerji Santralleri’ olabilir mi? Bu, bir açıdan Free Energy denen bedava enerji santrali anlamına da gelir.Tüm uzay/zaman alanı bir enerji potansiyeli taşır.Kristaller bazı özel geometrik biçimlerde kesilip yontulduğunda bir şekilde kendiliğinden bir rezonans ve titreşime geçerek uzayın bu enerjitik dokusuyla ilişkiye geçmektedir.Böylece kristal kendi geometrik kafesi içinde uyuyan sonsuz kozmik enerjiyi kendi bünyesinde pasif halden aktif hale geçirmektedir. ‘Bu enerjinin kontrol edilebilmesi’ sanırım üretilebilmesinden çok daha büyük oranda bir teknolojik bilgi birikimini gerekli kılmaktadır.Söylentilere göre efsanelerdeki Atlantis’in yıkımıda bu tarzda ‘kristal enerji merkezlerindeki enerjinin’ kontrol dışı kalmasının sonucu olarak meydana gelmiştir.Pirizmatik kristal yapılar içinde dönüştürülen ve elde edilen uzay/zamana ait ''sıfır nokta enerjisi'' etkisi ile büyük oranda yüksek frekanslı elektriksel akım güçlerini elde edebiliriz gibi görünüyor!.Fakat henüz bunun bilimsel anlayışına sahip değiliz. Genelde uzaylı iddiaları gündeme geldiğinde bu kristal enerjisinin sağladığı güçlerle eşyaların bir noktadan diğerine ışınlanabildiğinine dair spekülasyonlar da ortaya atılır.Bu kristalden elde edilen enerjilerle bir boyuttan diğerine de geçmenin mümkün olduğu da söylenir.Bazı uzaylı temas iddialarında yine uzaylıların kendi gemilerini geminin merkezinde yer alan kristalin enerjisiyle sevk ettirdikleri söylenir.Sözde uzaylılara ait bu gemiler bir kristalden yayılan ışın gücünün üstünde gökyüzüne doğru yükselerek kendilerini sevk ederler.Yazılarımda hep ifade ettiğim bir şeyde meseleye spekülatif bağlamda yaklaşmamak gerektiğidir.Şimdi teknolojinin varabileceği sınırları şöyle bir düşündüğümüzde bir Zaman Makinesi yapabilmek için Işık Frekanslarına ait dalga enerjisini üretip kontrol edebilen ''bobin sarımı ve dalga klavuzu tekniklerinin yanı sıra ''helozonik iyon tüpü teknolojisi'' nide gündeme getirmekteyiz.Fakat daha ileri aşamada Işık Frekansları tekniği ve frekans denetimi deyince bazı özel minereal kristaller sayesinde uzayın kendi yapısını oluşturan elektromanyetik denize ait ışığın frekanslarını bu kristal örgünün moleküler yapısı içinde yoğunlaştırıp odaklayıp prizmatik etkilerle bu frekansları gama ışını ötesindeki değerlere yükseltip uzay gemisini içine alacak şekilde yansıttığımızda bu ışık frekanslarıyla bağlantılı Zaman Dalgası atmasınıda denetim altına alarak yine zamanın akış hızıyla bağlantılı uzayın geometrik boyutlarını eğriltip kavisleştirerek uzay gemisini ışık hızında (zamanın akış hızıyla paralel şekilde) sevk eden yerçekimsel bir asılım potansiyeli yaratabiliriz. Dikkat ederseniz kristaller elektrik enerjisi üretmek için kullanılırken ayrıca bobin ve helozon tüp sisteminde üretilen yüksek frekanslı döner elektrik akımlarını kristal yapılar içinde de elde etmek olası görünmektedir.Zaman yolculuğu iddialarında bulunulan Philadelphia deneyi ( Philadelphia Experiment ) bünyesindeki teknik sistemlerde de kullanıldığı iddia edilen yüksek frekanslı elektrik akımları ve alanları oluşturan ''Tesla Bobini'' ( Tesla Coil ) tekniğide oldukça ilginç bir teknolojik yaklaşımdır.George Adamski'nin -bu yüksek frekanslı elektrik akım alanlarını ürettiğini düşündüğüm- ''UFO nun ortasından geçen manyetik kolan sistemi' de'' yukarıdaki ifadelerle benzeşmektedir.Yine Bob lazar'ın disk biçimli aracındaki reaktöre bağlı dalga klavuzu direği'de sanrım benzer bir işlevi görmektedir. Daha net bir ifadeyle bu Gravitasyonel bir dalga atmasını altımıza alarak bizi içine alan uzay/zaman kumaşını kaydırıp dalgalandırarak hiç hareket etmeden hatta ışık hızında bile yol almadan kendimizi ışık hızında ve daha üstü hızlarda hareket ettirmek mümkündür.Yani uzay aracını uzayda hızlandırmak yerine bizi içine alan üstünde durduğumuz uzayın kendisini kaydırıyoruz.Ve kayan uzayla birlikte bizde uzak yıldızlara doğru hareket etmiş oluyoruz.Benzer bir sevk yöntemiyle yine kendi uzayımıza bağlı ''zaman kafesimizi'' farklı zaman dilimleri içine girecek şekilde kaydırarak zamansal bir kayma sonucu zamanda ileri -geri kayabiliyoruz.Daha farklı bir anlatımla bugün Warp sürüşü denen 'uzay eğimi' tekniğiyle uzayı bükerek uzayda yol alma fikrini ortaya atan Miguel Alcubierre henüz kendi öngörüsünün ardındaki uzak ufukları ve bu fikrin uygulamadaki imkanlarını ön görmekte yetersizdir.Miguel günümüzdeki resimleri çekilen UFO lara daha dikkatli bakarsa kendi fikirlerinin daha ileri bir düzeye taşınmış şeklinden doğan bu sevk sistemini görebilir. * * * * Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
|