Muzaffer
Kınalı & Çetin BAL Sohbet yazıları
Sevgili okurlar sizlere üstad Muzzaffer Kınalı ile yaptığım son üç röportajdan (yada sohbetten demek
belki daha uygun olur) ilk nüshayı sizlerinde okuması için
kayda geçirip burda yayınladım.İlk nüsha 10-8-2004 tarihinde yapılan bir
sohbetin kayıtlarını içermektedir.Araya bir çok istenmeyen sorunların
proplemlerin girmesi itibariyle bu sohbetlerimizi yayınlamaya
fırsatımız olmadı diğer yeni sohbetleri ve nüshalarıda en erken zamanda
burda yayınlayacağım.Sizlerinde farklı sorularınız olursa bana
iletmenizi rica ediyorum.Sizlerinde sorularınızı burda yayınlayalım.Sizlerde
sohbetimize sorularınızla katılın.
Tüm okurlarımıza sevgi ve saygılarımla Çetin BAL- 03/07/2005-Denizli-
Üstat Muzaffer Kınalı:Bir çuval elma düşünün. Bu
bir çuval elmanın içerisinde bir elma var.O elma çürümüş. Çürümenin olayı
kurtlanmak. Bu elma kurtçuğunun yada böceğin diyelim dünyası neresidir?
Elmanın içidir.Böcek başka bir elmadan haberdar değildir ! O kurtçuk bu
elmanın içinde dolaştığı zaman, mesela şöyle aşağı dolaştığı zaman
avrupayı, şöyle dolaştığı zaman afrikayı, şöyle geldiği zaman japonyayı
dolaştım sanır.Yani kurtçuğun dünyası o kadar zaten. Hemde kördür!Görmez.
Gözü yoktur yani… bu elma kurtçukları ve böceklerin! Bunların gözü olmaz.
İşte insanda böyledir.İnsanların gözü kördür! Bu göz hiç bir işe
yaramaz.Böyle görmenin hiçbir faydası yok! Ruhsal ve zihinsel görü
olmadıkça, gönül gözü ile görmedikçe kördür. E’ peki nasıl olacak? Bu
gözü dahi olmayan elmanın dışına hiç çıkmamış olan kurtçuk başka bir
çuvalın içinde başka elmaların olduğunu fark eder mi? Çuvalın içinde başka
elmalar var, başka çuvalların içinde başka elmalar var..bunu fark edebilir
mi, bilebilir mi kurtçuk! Elbette bilmez! Bundan haberdar olabilir mi?
Olmaz. Mümkün değil nerden bilsin!
Peki bu çuvalın içindeki elmaları bir insan
toplamıştır, doldurmuştur diye böcek bilir mi? O kurtçuk bilir mi? Bilmez!
Nerden bilsin? Peki bu elmalar bir ağaçtan toplanmıştır diye düşünebilir
mi? Hayır düşünmez! Peki bu elma ağacının ve bu elmaların güneşten ve
topraktan aldığı değişik gıdalarla, özümlemelerle böyle geliştiğini böyle
olduğunu bilebilir mi? Bilmez! Peki bu ağacın dünyada ve bu toprakta
böyle olduğunu bilir mi? Peki dünyanın güneş etrafında bir gezegen
olduğunu döndüğünü onunda daha büyük bir sisteme dahil olduğunu bilir mi?
Elbetteki bilemez düşünemez ve hafsalasına sığdıramaz! Nerden bilsin,
nasıl görsün! nasıl kavrasın.Böyle sayısız benzetmeler sistemler bu
şekilde daha da uzatılarak örnekler verilebilir. İşte bu sistemlerdeki
değişik varlıklar kendi sistemi içinde alışıldık bir yaşama kalıbı ve
kendine göre bir zihin ve tesirler kalıbına (pi mezonlar gibi) sahiptir.O
tesirler kalıbı aşıldığında o başka bir şey olur.Yeni bir duruma anlayışa
yükselir.Tırtıl kozasının kelebeğe dönüşmesi gibi.Yaşam formlarının kendi
algı boyutları içinde aynı şey geçerlidir.Algıda, algılamada genişleme
gibi.
Deminden beridir ifade edegeldiğimiz gibi insanlarda
elmadaki böcekler ve kurtçuklar gibidir.Henüz insanlarda, buradaki böcekler
gibi kendi dünyalarını aşabilmiş ve başka dünyalara boyutlara başka
evrenlere geçebilmiş değildirler.Hatta o dünyaların henüz ciddi anlamda
mütealasına bile sahip değildirler. Başka dünyalar gerçeği en zeki bilim
adamlarınız için bile bir sis perdesi ardında olan bir mütealadır. Sisli
bir hayaldir.Başka gezegenlere gitmek bir tarafa insanlar sonsuz boyutlara
intikal edebilecek bir ruhsal enerji boyutuna sahip olmasına karşın daha
üstünde oturdukları bu enerjinin bu gücün farkında bile
değillerdir.İnsanlık tarihi boyunca sadece bu RUHSAL ENERJİ dediğimiz
konuda yazılıp çizilen onca kitaplara karşın insanlık bir dizi
sayıklamalardan öte bu evrensel güce dair ciddi bir bilgi ve anlayışa ve
uygulama düzeyine ulaşabilmiş değildirler.
Elmanın içindeki kurtçuk neyse dünyadaki insanda
odur.İnsanlarda aynı hiçbir fark yok! Küçükle büyük arasında hiçbir fark
yoktur.Aynı şey yani! Sizler hiç başka dünyalara geçebildinizmi başka
dünyaları gezebildinizmi? Hayır! Öyleyse sizin elmanın içindeki kurtçuktan
ne farkınız var? Daha küçük yada daha büyük sistemler aynı şey! Ben ilk
okuldayken hocamız bir güneş sistemi resmi çizmişti.Güneşi ve o zaman için
dokuz gezegenini çizmişti.Bende defterime aynı şekilde çizdim. Daha sonra
ortaokulda fen dersinde atomları görmüştük o zaman için atomu çizmiştik.O
anda aklıma bir şey belirdi.Atom sistemi ile güneş sistemi birbirinin
aynıydı. Aynı şeydi yani ben tabi heyecanla hocam atomla güneş
sistemi ikisi aynı şey! Dedim. Küçükle büyük aynı şey dedim bir bakış
açısı ve ölçek meselesi dedim.Hocamız öyle şey olurmu ‘ne demek istiyosun
aynı şey’ diye biraz sert çıkan gibi bir üslup kullandı.Ne demek aynı şey
dedi.
Bu dünyada gezegen güneşin çevresinde dönerken atomda
ise elektronlar çekirdeğin çevresinde dolanıyordu.Yani merkezi
karadelikler, güneşler, güneşin çevresindeki gezegenleri, atomdaki
çekirdek ve elektronları bir araya gelerek kendine has sistemleri
oluşturuyordu.Bir bir hücre ve bir yumurta gibi.Ölçek büyüklük ve küçüklük
ve çekimsel alan tipleri farklı farklı olsada temelde aynı çekimsel etkiler
ve prensipler dahilinde sistemler birbirini çekiyor ve birbiri çevresinde
dönüyordu.Yani ne kadarda farklar var gibi görünsede temel mantık hep
aynıydı. Ben ortaokulda bunu fark etmiştim.Büyükte küçüğü küçükte büyüğü
görmenin bir başka şekli bu! Tek bir noktanın mütealası ile tek ve kendi
içinde BİR olan sonsuz evrenin mütealası aynı şeydi aslında.
Bize göre olan galaksinin güneş sisteminin boyutları
yada atomun ve elektronun boyutları aslında bir açıdan zihne göre bakışa
göre birbirine izafidir. Büyük ve küçük dediğimiz şey zihne göre değişen bir
durumdur.Mesela şu anda atomun elektronlarında pi mezonlar yaşıyor, ömürleri
saniyenin üç milyarda biri kadardır.Mesela BİR dediğimizde üç milyar yıl
geçiyor.Bunun gibi dünyamızda böyle.Yukarı boyutlara göre tabi! Bunla neyi
kastediyoruz Bu beyandan olmak üzere dinsel metinlerde deniyorki (
kuran’ı kerim) << size göre binlerce yıl olan burada bir AN dır
>>.Yani deminden beridir dediğimizle aynı şey işte! Değişmez.Küçüklük ve
büyüklük izafidir. Zaten dünyada her şey izafi. İlginçtirki yine bu
anlattığımız mevzulara dair dinsel metinlerde pek çok ifade vardır.Yine bu
cümleden olmak üzere bir ayette deniyorki << sanmayınki gördükleriniz
öyledir, sanmayınki bildikleriniz öyledir.Sanmayınki duyduklarınız öyledir.>>
Bunlar izafidir! Gerek dinsel metinlerde gerek felsefi söylemlerde, ilkçağ
filozofisi içinde ve ilkel dönemin mitsel bazı hikayelerinde de benzer yönde
bulgular, ifadeler yada sembolizmalar vardır diyelim.Keza günümüzün bilimsel
bulgularıda kuantum fiziği bünyesinde bu yönde felsefi söylemlere
yönelmiştir.Einstein bile izafiyet kuramlarında bunu ifade ediyor.Yani
bakana göre referans alınan gözlem noktasına göre herkesin saatleri ve
‘‘zamansal gerçekliği algılama biçimi’’ değişebiliyor.Uzunluk ve kısalık
öncelik ve sonralık büyüklük ve küçüklük kişinin içinde yer aldığı noktaya
göre değişiyor..İzafi yani!Her şey izafi.
Peki daha geniş bir söylemle DOĞRU nedir? GERÇEK
nedir? Gerçek ve doğru insanın SANDIĞI şeylerdir.Ama mutlak değil
bunlar.Onlarda geçici! Mücerret, izafi ve değişken olan şeylerdir.Halbuki
insan daha başka bir varlıktır.İnsanın ÖZÜ mutlaktır.Öyleyse insanın o
özüne ulaşması lazım.Eğer illede gerçek diye bir şeyden bahsedeceksen bu
şey insanın ÖZÜ dür.
(Çetin BAL: Yani üstadın ÖZ derken Ruh derken
bahsettiği şey ŞUUR enerjisidir.Evrende her ne varsa atomik dünyalardan
galaktik sistemlere bir zaman eğiriliğinden başka bir zaman eğriliğine yada
bir paralel boyuttan ötekine hatta geçmiş şimdi ve gelecek noktaları
arasında bile gezerken değişmeyen tek ölçü vardır oda kişinin şuur
frekanslarıdır.Hatta üstadın diğer konuşmalarında da betimlediği gibi
varlık ve yokluk bile şuurun içine girdiği frekanslara göre izafiyet
kazanabilmektedir.Geçmiş yada gelecek zaman mevhumu bile şuurun
zamanın uzayıp giden dört boyutlu frekans perdeleri içindeki konumuna
göre değişkenlik arzetmektedir.Yani zaman enerjisinin herhangi bir
frekans ve dalga boyu ile şuur enerjisinin o andaki dalga boyu ve
frekanlarının çakıştığı üst üste geldiği noktada şuur sonsuz zamanın
içinde sonlu ve gelip geçen bir zamanı deneyimlemeye başlar.)
Çetin BAL: Üstadım bir arkadaşımız şöyle bir
soru soruyor:
<< Sayın Çetin BAL zamanda yolculuk hakkındaki
yazınızı okudum.Ve bu beyanda üstada bir sorum olacaktı.Siz ‘bazı
sırları açıklamaya zorlama’ gibi bir takım ifadeler kullanmışsınız.Yani siz
insanların bilmediği bir çok şeyi biliyor görünüyorsunuz.Peki dünya
biliminin ve insanlığın gelişmesi adına neden bu bilgileri
açıklamıyorsunuz? Tarih boyunca hatta eski Mısırlılarda ve bir çok gizemli
öğretilerde bilgi daima bir sır olarak saklanmış.Bir çok bilgi bir sır
perdesi altına gizlenmiş.Bu bilgiler neden bizim gibi insanlara
aktarılmıyor.Bir çok bilgi neden bizlerden gizleniyor.Sizler gibi bir çok
sırlara ve yüksek bilgeliğe haiz olan insanlar neden biz insanlara yardım
etmiyorlar neden tüm sırları açmıyorsunuz?>>
Çetin BAL: Üstadım oysaki her demde bizler
..hatta kendi adıma ben bir çok bilgiyi web sayfamda ana hatları ile
sakınmadan bir çok şeyi şu şekilde şöyle yapacaksınız diye detaylı
izahatlar yaptım..Lakin arkadaşımızın böyle bir kanaate kapılmasına anlam
veremedim.Oysaki bir çok bilgi açık şekilde zaten hep verilmiş
yazılmış durumda.Sanırım biraz da kişiler bazı bilgileri anlamak adına
irdeleyen araştırmacı yönlerini sorgulamalılar.Verilen bilgiyi
tefekkürle açmak irdelemek ve incelemek lazım.Yoksa hiçbir bilgiyi
doğrudan anlamak ve hazmetmek pek olası değil.Keza bir portakalı bile
yerken insan soyarak yer.Bazı arkadaşlar bir konuda web sayfama dair
bilgi isterken diyorlarki ‘bu konuda ne demek istediğinizi bir özet
yaparak bana gönderirmisiniz’ E yani pes doğrusu..Arkadaşım birazda sen
anlamaya ve özet yapmaya gayret et! Genç arkadaşlar pek düşünmek,
araştırmak istemiyorlar.Maalesef genç arkadaşlarda biraz zihinsel ve
düşünsel tembellik var.Birde bu arkadaşlar araştırmacı üniversite
mezunları olacaklar..Ben zaten çoğu yerde özet bilgi vermişim.Daha da
benden detay isteyeceklerine özet istiyorlar.Gerçekten bu espiri dolu
yaklaşımlar ilginç.Maalesef okumayada araştırmayada düşünmeyede pek
alışık bir toplum değiliz.
Üstad Muzaffer Kınalı: Şimdi hiçbir zaman için
kesinlikle BİLGİ saklanmaz! Sanıldığı gibi bilgiyi saklamak gizlemek diye
bir şey sözkonusu değildir.Herkes kendi kabının genişliğine tefekkür
enginliğine, iredeleme sorgulama gücüne ve aklının gönlünün derinliğine göre
bu oranda alacağını alır.Şimdi bir insana ZAMAN dediğimizde bilen kişi
için aşina olan için bu kelimeden anladığı o derecededir! kişi alt
yapısına göre bizim o kelime üzerine kayıtladığımız manayı anlam kaydı ve
derinliğini kendi gönlü içine alır.Mesela biz MADDE derken onun üçboyutlu
geometrisinden atomlarına atom içi çekirdek bileşenlerine atom altı SER
zerreciğine kadar kuarklarına kadar sonsuza uzanan bir sistemi
düşleriz.Hatta atom altı enerjiden üçüncü boyuta ve ordan dördüncü boyuta
doğru genişlen bir varlık sistemini düşünürüz…daha da yetmedi insanların
havsalasına hayal gücüne sığmayacak anlayış ve kavrayış ve hayal gücü
noktalarına doğru mevzuyu tefekkür ederiz.Haaa yani sonsuza doğru
meseleyi tahayyül ederiz.Orda ne sırlar ne gizler ne kuantum halleri
gizlidir saklıdır..Gören gözler için her şey ordadır.Görmeyen için hiçbir
şey yoktur.Biz orda iç içe titreşimler halinde olan sonsuz geçmişin ve
geleceğin içine doğru seyahatlerede çıkarız.
Ama sıradan insan için MADDE kavramı öyle şu anda
burada gördüğü kadarıyladır onun için onun ötesi berisi orda gördüğü
neyse odur..İşte Madde deyince rengini şeklini görür hayal eder o
kadar.Daha fazlası değil yani!Adam eline alır bu sert yada yumuşak der.
Başkada Madde onun için bir anlam ifade etmez.
Sokaktaki adamla bir fizikçinin MADDE derken düşündüğüyle bir
mutasavvıf’ın yada bir tasavvuf erbabının ondan anladığı daha
başkadır.Yani burada bilgi kadar bilgiyi veren kadar bilgiyi alan
insanın zihin formatıda önemlidir.Soruyu soran kişi Sorunun genişliği
oranında o detayda geniş bir cevabı alabilme liyakatine sahiptir.Yine
daha fazlası değil.Nasıl ne kadar sorabiliyorsa o kadar alabilir.Aynı
soruyu bin kişide sorsa her soruşta soranın zihin frekanlarına göre
kendi içinde bir derinliğe bir şuur enerjisine sahip olarak o renkte
kendini gösterir soru.Aynı kelimede o kelime içine kimileri bir okyanusu
doldurur.Kimileri bir havuzu! Anlatabiliyormuyum.Sorandan soranada aynı
kelime türlü frekanslarda bir enerji ve renge sahip olarak bize intikal
eder.
Yani sonuç itibariyle hiçbir bilgi saklanmaz.Nasıl ilk
okulda insanlara ilk okul bilgisi verilir.Ortaokulda ortaokul bilgisi
verilir, lisede lise bilgisi verilir.Keza meslek okullarında meslek bilgisi
verilir.İşte insanlık içinde bu böyledir.İnsanlıktan hiçbir zaman için
bilgi saklanmaz.Aksine saklayan insan bildiğini söylemeyen insan bundan
rahatsız olur.Bunu bir kere söylemiş olayım.Bu böyledir.Biz bunu zaman
zaman söylüyoruz ve konferanslarda dile getiriyoruz.Ancak size ulaşamadıysa
bu söylediğimizin kaydının alınmadığından, size bu bilgileri ulaştıracak
görevlilerin bu işi yapmadığından ötürüdür.O bakımdan….yalnız birde şu
varki bütün bilgilerde aynı anda verilmez! Hazım meselesidir bu! Hayvanlar
bile ot yerken gelişi güzel yerler.Sonra gider yatarlar.Ve sonra geviş
getirmeye başlarlar.Yani benzetme uygunsa o otu yeniden düşünerek,
inceleyerek yani parçalayarak işlemlerden geçirerek diyelim hazma kolay
hale getirirler.İşte buradaki gibi insanlarında fikirleri böyledir.Gençler
de bilhassa araştırmacı olmalı, düşünmeli ve bunun içerisinde en büyük
malzeme olan sevgiyle karıştırıp yoğurarak, sabırla onun gelişmesini
beklemelidirler.Biz mutlaka bilgiyi vermek için insanlar arıyoruz.Çok
afedersiniz nasılki bir ineğin aşırı sütü olur.Ama sağılmazsa göğsü çatlar
ve hatta ölür.Mutlaka sütün sağılmasını ister.İnek bundan çok mutlu
olur.Bu gibi bizden de bilgiyi alacak olan insanların varolması bizim için
zevktir.Bunun bir bedeli olmaz.Çünkü bizlerde biriken bu bilim bizden
taşıyor ve bizi rahatsız ediyor.Biz bunu mutlaka vermek istiyoruz.Bizden bu
bilgiyi almak isteyen olursa bu bizim için en büyük mutluluktur.
Ancak nasıl bir fırıncı ekmek çok olunca onu sokağa
atmıyorsa, onu mutlaka en azından yiyecek insanlara vermek isterse bizde bu
bilgileri sokağa atmak istemiyoruz.Yani layıkı olmayan bunu hazmetmeyen
insanların ele geçirmesini istemiyoruz.Onlar bunun kıymetini bilmeyecek
sokağa atacaktır bir nevi! O zaman iyilikleri anlamayan iyiliğe müsteak
olmayan kötülüğe müsteak olacaktır. Ne demek bu? Elindeki güzel şeylere
sahip olmayanın gider başka birisi elinden alır.O elinden aldığıyla o kişi
onu helak eder.İşte bu bilgilerde.. insanlar buna sahip olup bunları
geliştirip bunları uygulamaya sokamazlarsa ki’ buna ilim derler bilim
derler teknoloji derler.İşte o zaman ne olur? Tüm bu söylediklerimizi
verdiklerimizi negatifler ele geçirir ve dünyayı helaka sürüklerler.
Hatta onun için bazı maji dediğimiz parapsikolojik
bilimler dediğimiz, okült dediğimiz bilimler öğretiler ve sırlar diyelim
dahil olmak üzere ying ve yang boyutlardaki ( Çetin BAL: Ying ve yang
boyutlar alt ve üst uzay boyutlarını ifade eden bir tanımlamadır) değişik
bilgileri kesinlikle sokağa atar gibi atamıyoruz fakat bu bilgileri isteyen
kişilere mutlaka veririz.Bunu bire bir bizden alabilecekleri gibi basın
yoluyla, yayın yoluyla satırlarla ulaşamayan insanlar konsantrasyona
geçerek bize ulaşabilirler. Bizlerle telepatik iletişim kurabilirler.O
yöntemlerle yahutta ruhsal ve zihinsel iletişimlerle de bizler bu bilgileri
isteyene ulaştırabiliriz.Yani sonuç itibariyle bilgiyi sakladığımız falan
yok!!
Çetin BAL: Üstadım bundan önceki
sohbetlerimizde boyutlarla ilgili bir mevzuda siz 15 milyarlık titreşimler
ile 45 milyarlık titreşimler skalası arasındaki titreşimler ortamının
üçüncü boyut ortamlarını ifade ettiğini söylemiştiniz.Bu frekans
değerliliklerini sembololik olarakmı söylediniz yoksa gerçektede bu
değerliliğe karşılık gelen bir boyutsal frekans aralığımı söz konusu.
Üstat Muzaffer Kınalı: Demek istediğini
anladım.Şimdi her şeyin bir ölçüsü var.Örneğin bu bahsettiğiniz boyutsal
frekanslar mevzusunu yeniden ifade edelim. Biz şu anda üçüncü boyuttayız!
Ama üçüncü boyut kavramı neye göre yani? Üçüncü boyut kavramı madde
frekanslarının belli frekans sistemine göredir.Bunun üstüne çıkıldığı zaman
dördüncü boyuta, beşinci boyuta, altıncı boyuta geçilir.Mesela dünyamız
astral uzantıları niteliğinde 6 boyut yang boyutu yani üst boyut
titreşimleri içerisinde bulunur… ve yine 6 boyutta ying boyutu yani alt
boyut titreşim ortamlarında yer alır.Bizler alt boyutlara negatif
boyutlar, üst alemlere pozitif boyutlar diyoruz.Altı boyutlarda insanlığı
yok etmeye çalışan negatif varlık türleri vardır.Yang boyutlarda yani üst
boyutlarda yada pozitif boyutlarda melekut alemindekiler gibi pozitif
varlıklar vardır….
[Çetin BAL: Bu boyutlar, alemler ve varlık
türleri konusunda üstad açıklamalar yaparken bazı negatif ve pozitif
anlamda ifadeler kullanmaktadır.Bu ifadeler izafi ve değişebilen
ifadelerdir.Fizik bilimi manasından boyutlar madde ve enerjinin kendine
has titreşim frekansı içinde yayılıp genişleyen sonsuz bir alanı ifade
eder.Biz bu farklı alanlara farklı evrenler diyoruz.Her evrende iyi yada
kötü pozitif yada negatif eğilime sahip varlık türleri bulunabilir.]
Üstad Muzaffer Kınalı: …İnsanlık öyle bir
şekilde varedilmişki kainatlara sultan olabilecek ve içinde bulunduğu
kainata çeki düzen verebilecek kendi ürettiği bilimiyle kainatı kontrol
edebilecek yönlendirip değiştirebilecek bir özelliğe bir güce yani
Tanrısal bir zekaya (iradeye) sahiptir.İnsan, içinde yer aldığı sonsuz
boyutlar arenası içinde öyle bir yaratılışa sahiptirki tüm sonsuz
boyutların kesişimindeki enerjilerden doğan bir ruhsal bileşime bir çeşit
orta nokta dengesine sahiptir. İnsanın kökleri ying boyutlarına doğru
yani alt boyutlara doğru indiği gibi başıda yang boyutların
sonsuzluğuna doğru gitmektedir..uzanmaktadır. İşte insan böyle bir
varlıktır. Yani bütün kainatları ihate edip orları havsalasına alabilecek,
değerlendirip orlarda yaşayabilecek bir güç ve kudrette olan her tür
özelliğe haiz çok boyutlu bir varlıktır.İnsandaki kök şakrası, göbek
şakrası ve dalak şakrası ying boyuttur yani alt boyutu ifade eder.Tepe
şakrası alın ve gırtlak şakrasıda yang boyutları yani pozitif boyutları
ifade eder.Bu iki boyutun sanki ateşle barutun yan yana gelmesi gibi
antimadde ile madde boyutu gibi bu ying ve yang boyutları zıt boyutlar
oldukları için bunların bir araya gelmesi mümkün değil. İşte bu zıtlıkları
kendi içinde bütünleyen dengeleyen tek varlık insandır.İnsanın ruhsal
boyutudur.Daha dinsel tabirle insan bu yönüyle alemlere sultan kılınan
bir varlıktır.İşte her ölçünün izafi olduğu bu dünyada Allahü –tealanın
nuru bu yüzden bir tek insanın kalbine gizlenip orda misafir
olabiliyor.Kendini bir tek insanda gizleyebiliyor ve cemalini bir tek
insana açabiliyor.Çünkü bu nuru taşıyabilecek bir tek insandır.
Biz henüz üç boyutlu bu fizik beynin %2 sini anca
çalıştırıyoruz. Peki fizik beynin tümü çalışsa acaba ne olacak? Birde
insanda fizik beyninin ötesinde astral boyuta ait beyin, mantal boyuta ve
eterik boyuta uzanan daha bir çok ruhsal beyinler vardır.Mesela
öldükten sonra fizik beyin burada kalıyor.Peki ruhsal özün nerde? Diğer
astral beynin nerde? O da düşünecek o da ilim yapacak, o da yaşayacak! O
beynini o astral bedenini kullanmıyorsun şu an! Hatta haberin bile yok!
Ancak burada fizik beynin % 2 sini %1 ini anca kullanıyorsunuz..O da
kullanabiliyorsanız eğer! Peki bunlarla burada anlatılanları ve daha ötesini
nasıl kavrayacaksınız? Şimdi bunları kavramak bu hallere girmek bir yana
henüz insanlar burada anlattıklarımızın doğruluk derecesi konusunda bile
ahkam kesecek şuur yapısına sahip değil.Sokaktaki insan , akademinin
koridorlarındaki insanlar, parçacık çarpıştırıcı dev akselatörlerin başında
bekleyen fizikçiler, bilim adamları, sosyologlar, psikologlar, hatta
parapsikoloklar henüz daha burada kullandığımız ifadeler konusunda bile
tereddüt ve şüphe içerisindedirler.Ki şüphe etmek bile bu konulara dair az
çok bir ahkamın - kestirimin ve bilgi birikiminin olmasını gerekli kılar.O
da yoksa peki! Ne olacak o zaman? Peki insanlar bu anlattıklarımızı nasıl
hazmedip uygulamayı düşünebilecekler?
Bu sınırlı beynimizle sınırsız olanı nasıl anlayacağız?
Nasıl kavrayacağız?
Dünya yerinden kımaldayamıyor. İçinde bulunduğumuz
galaksiye yolculuk yapamıyoruz.Yapabiliyormusun? Yapamıyorsun! Niye? Çünkü
klasik tabirle diyelimki madde ışık hızıyla gitse enerjiye
çevriliyor.Bundan daha hızlı, ışıktan daha hızlı maddi bir vasıta
olmaz.Halbuki böyle maddi vasıtalarla ışık hızıyla gitsen bile bir yere
varamıyorsun..Çünkü en yakın yıldıza ışık hızında milyonlarca sene boyunca
yolculuk yapsanda bir çok yıldız sistemine anca varabilirsin ..ki bi çoğuna
yine gidemezsin. Orlara ışık hızıyla binlerce milyonlarca sene sonra anca
ulaşabilirsin.Peki o ne işe yarar ki?. Halbuki bir anda oraya ulaşman
lazım.Bizim kültürümüz çabuk kazanıma dayalı bir sistemdir.Evrenin ciddi
manada araştırılması konusunda insan ömrünün kısıtlı süresi içerisinde
kayda değer bir çalışma yapılmak isteniyorsa ışık hızından daha hızlı
yolculuk yapabilen uzay gemilerine ihtiyacımız vardır.
Ben daha önceki konferanslarımda söylemiştim.Tekrar
belirteyim. İçinde bulunduğumuz galakside 16 tane canlı olan yani yaşama
elverişli gezegen var.Fakat bunların 6 tanesi insanın yaşayabileceği duruma
gelmek üzere.Yani insanlar ufak bir değişiklikle, ayarlamayla o gezegenlerde
yaşayabilir.Ay gibi değil yani! Havası, suyu, bitki örtüsü olan bir
gezegen.Tabi biraz oksijen değişik biraz karbon oranı fazla ve bir farklılık
daha sözkonusu o da ayarlanabilir.
Henüz insanlar buralara gidemiyor tabi.Biz bunları 20
yıl önce konferanslarımızda söyledik.Avrupa basınında çıkan Türk
gazetelerinde bu çıktı.Ne oldu peki? İşte insanlar bunları merak etmiyor,
ciddiye almıyor.Türkiye bunu merak etmiyor.Ancaksın öyle aşağılık duygusu
uyanmışki Türk toplumunda dışarıdan biri bir şey derse bunu hayranlıkla
izliyor.Kendinden birilerinin bunu bilebileceğini tahayyül dahi edemiyor.O
bakımdan biz dünyadaki bir çok bilimsel gelişimin temelinin Türkler
tarafından atıldığını bilsekte bunu dünyaya kabül ettiremiyoruz.Bugünkü
konseptte biz batının bürokratik kanalları ve üniversiteleri içinden kendi
tarihimizi onaylatıp bilebiliyoruz.Bizler kendi tarihimizi, değerlerimizi
dünyaya yansıtıp ifade edemedik. Kendi kültürümüzü kendi bilim adamlarımızı
ve bulgularını karanlık kitap raflarında yitirdik kaybettik.Çünkü kendi
değerlerimizi hiç önemsemedik.Büyük tıp bilgini İbni Sina batıda Avisenna
adıyla okutulurken bizim insanımız medreselerde dinsel bilgiler afyonundan
çekerek uyutulmuş ve her şeyden habersiz bir toplum yaratılmıştı.Bunu din
eğitimi yada dini değerleri kötülemek maksadı ile söylemiyoruz! Keza bizde
dinin ve tasavvuf dergahlarının içinde olan insanlarız ama demek
istediğimiz şey bizler bir çok noktada gerekli özveriyi ve dengeyi bir
türlü kuramamışız.Madde ve manayı eşit düzeyde ele alıp değer vermemiz
gerekirken yanlış kanaatlerle dünyevi konularda bir çok eksikliğe
düşmüşüz.Keza manevi değerlerde bir çok noktada dejenerasyona
uğratılmıştır.Türk İslam dünyasında ne kadar veli zat gelmiş ise halka
bakıp kıssadan hisse yapıp köşeye çekilmişlerdir.N e yapsın bu zatı
muhteremler? Dini bir afyon gibi görüp uyuyan halkın elindeki afyonu almaya
kalkınca bu sefer kabül ettiği alışık olduğu, öyle gördüğü ve hakikat
sandığı dini değerlere eleştirel bir yaklaşım geldimi şiddete ve
saldırganlığa yönelen bir toplum modeli söz konusu.E’ bu topluma neyi nasıl
vereceksin.
Allah adına ilim yap desen oku, araştır, öğren, öğret,
tefekkür et düşün, ufkunu, şuuru aç, imanını ölç desen kimse yanaşmaz.Ama
Allah adına adam öldür gasp yap, şu benzin vidonunu al gavurların üstüne
dök, şunları yak, şunları kır şunları kes desen adama koşa koşa
gider..Adam cahil başka bişe bilmiyo..bu adamıda herkes istediği gibi
kullanılır. Çünkü adam bunu cennetin ve hakikate gitmenin en kestirme
yolu gibi algılıyo. Yani mekanik bir bakış açısı var ortada. Öyleyse biz
önce herkesin istediği gibi kullanıp koyun gibi güdemeyeceği sağlıklı,
zeki, bilgili insanlar yaratmalıyız.Kendi insanımızı eğitmeliyiz.Hem dini
hem ilmi bir çok konuda donanımlı hale getirmeliyiz.Örneğin yanlış bir
kanıda Hac’a gitme konudunda.Yani Hac’a git tüm günahların
sıfırlansın.Böyle şey olurmu? Bunun İslam ahlakıyla bağdaşır bir tarafı
varmı? Ancaksın tövbe edip Allah indinde bir söz verip yeni bir sayfa
açabilirsin lakin başka türlü düşünmek sapkınlıktır.
Zekanın, bilginin olmadığı yerde cehalet, korku ve
şiddet hüküm sürer.Bugün İslami topluma baktığımızda terör ve cihat
örgütlerinin sayısı ilmi kuruluşların sayısından kat kat fazladır.Yani
böyle kabus gibi bir İslam olmaz!! Bu yanlışa dair dikkat çekmek babında
ne bir İslam şurası toplanıyor nede bir öz eleştiri yapılıyor.Bazıları
geçmişten bugüne uzanan tarihsel bir süreçte islam adına kendi içinde bir
korku ve baskı rejimi yaratarak herkesi susturan, düşünmeyi öz eleştiriyi
engelleyen bir atmosfer yaratmış. İnsanlar dini bilgileri okuyup düşünmekten
bile korkar çekinir hale getirilmiş.Aman Allah çarpar , aman günaha girerim,
aman şirke düşerim, aman cehennemliklerden olurum, bu beni aşar, bu ulemanın
işi, yada ben alimmi olacam? Yada ben anlamam ben bilmem düşüncesi
içerisine sıkıştırılmış.Ya kardeşim sen bilebildiğin kadarını bi bil
bakalım Salih bir düşünceyle bir oku yorumla bakalım! Ne anladığını bir
sorgula bakalım.Öyleki insanlar bilinç altında Allaha bile sevgi ile
yaklaşan değil korku ile yaklaşan bir canavar edasıyla bakıyor. Keza Türkçe
duadan bahseden savunmasız bir ev hanımı vardı. İsmi Gonca Kuriş ‘idi.
Kadın
Türkçe duadan Türkçe namazdan bahsetti diye hemen islami örgütlerce
katledildi..İslamın böyle şeylerle anılması üzücü bir şey ama bu bir gerçek. Eee
deniyor ki terörün dinimi olur? Eee oluyor demekki! Bir hatayı düzeltmek için
onu kabül etmek lazım. Eee böyle İslam anlayışı olurmu? Onu öldürünce İslam
daha mı büyüdü? Şimdi kurtuldumu İslam? Bu şekilde mi islamı
savunacağız?
İslam adına olan böyle hareketler bizim gibi sevgi ve
bilginin ışığını yayan insanlarında önüne set çekmektir.Şimdi biz elin
Amerikalısına, Avrupalısına- Hollandalısına nasıl anlatacağız islamı? Nasıl
islam'ın hoşgörüsünden sabrından bahsedeceğiz. Şimdi bunu burada biz
söyleyince bazıları rahatsız oluyor..peki ama böyle canice, saldırganlık
kokan, şiddet kokan bir İslam görüntüsüyle nasıl biz kendi değerlerimizi
anlatacağız? Bilenler bunu bize anlatsınlar.Oysaki hindistanın bağımsızlığı
için mücadele eden GANDİ gibi kendi manevi değerlerimizle bu savaşı vermek
ve islamı yüceltmek gerekirken biz tam tersini yapıyoruz.E peki o zaman
hristiyanlarda Müslüman camilere saldırsın vursun, kırsın ortalığı.Ne
olacak peki bunun sonu nereye gider? Eee peki Yahudilerde gelsinler
Camilerin önüne bomba yüklü arabalarla dalsınlar Yahova adına biz bunu
yaptık desinler.Bağırıp çağırsınlar. Peki bu iyi bir şey mi? İşte kimden
hangi dinden, ideolojiden gelirse gelsin şiddet daima şiddeti doğurur.Oysaki
aklı kül olmak ve sevgi içinde tüm sorunlara çözüm aramak lazım.Bunu
hristiyanı da müslümanı da böyle bilmeli.Mesela Hristiyanlık ortaçağda kendi
insanları dahil büyük bir kesim insanları yaktı, astı, kırdı geçirdi.Şimdi
ne oldu peki.Hristiyanlık daha mı iyi oldu? Şimdi kliseye giden insan
bulmakta zorluk çekiyorlar.Öyleyse bir hareket bir eylem yaparken bunun bin
senelik yüz senelik sonuçlarınıda kestirmek lazım.Zulümle, kılıçla hiçbir
ideoloji yükselmez büyümez. Bunu böyle bilmek lazım.Tarih bunun örnekleriyle
doludur.Eğer Amerika bile şu an ayaktaysa yine onu destekleyen bazı
değerlerin yüzü suyu hürmetinedir.Oda zaten bitmek üzere.Oda bu değerleri
iyice zaafa uğratırsa yarın bugün biter.Parçalanır! Zaten çatırdama sesleri
çok derinden geliyor.Amerika için bile günler sayılıdır.Olayı daha geniş
boyuta açarsak insanlık için bile günler sayılıdır.Çünkü değerlerin
yitirildiği noktada negatif bir psişik enerji o bölgeyi kaplar ve zamanla
bu negatiflik kritik kütleye ulaştığında o toplumu helak eder.
İslam dünyası İslam'ın doğru anlaşılması için seferber
olmalıdır.Bunu her din kendi içinde yapmalıdır.Biz şu an bunu İslam adına
diyoruz.Çünkü biz müslümanız! İslamın ilk emri bile OKU ifadesiyle
başlar.Yüce yaratanın ilk emri OKU dur.Hz Ali bile bana bir harf
öğretenin kulu kölesi olurum ifadesiyle düşünmeye öğrenmeye bilgiye
olan önemi vurgulamıştır.Buna benzer binlerce örnek varken bugünkü yaşanan
cehalete akıl erdirmek mümkün değil. İnsanlar dinimizin o yüksek
değerlerinin, o hoşgörünün o insancıllığın o bilgi ve ilme değer vermenin
önemi ve Hz Muhammet efendimizin o yüksek ahlak ve barışcıl mizacının
bilinmesi herkese anlatılması konusunda seferber olmalıdır.Allah’ın her
koşulda büyük bir NUR, büyük bir rahmet, şefkat ve sevgi kapısı olduğu
kalplere kazınmalıdır.
İnsanlar bilmeliler ki elinde sopayla öteki dünyanın
kapısında bekleyen ve dünyaya bakan bir Allah yok! İnsanlar bilmeliler ki
Allah siz insanların bir çok hata ve yanlışlarına karşılık onları affeden
doğruluğa, hakikate ulaşma yolunda tekrar tekrar sizlere yollar açan sonsuz
bir hoş görü ve tolerasyon sahibi olan büyük bir güçtür.O ki ‘ahlakı’
kişilerin başında ki başörtüsüyle, takkesiyle sırtındaki cüpbesiyle yada
başındaki sarığıyla değerlendiren değil kalbindeki niyetlere göre
değerlendiren sonsuz sevgiyle insanlara yaklaşan sonsuzluğu kuşatıp vareden
sonsuz bir enerji sonsuz bir nurdur.Ama günümüzde her türlü
siyasi,ekonomik, politik entrikanın döndüğü dünyevi arenada dini
meseleler başka türlü yansıtılmaya çalışılıyor.Binbir türlü siyasi
ideolojik kar ve çıkar hesaplarına dökülüyor.
Bilmelisiniz Allah hiçbir zümreyi bir diğerinden ayrı
tutmaz her şey bir aldanmadır.Hristiyan ,Budist, Müslüman ne olursanız olun
hakikatin ışığı daima orta yolu bulabilenlerledir.Allah şu dünyanın sınırlı
cehresinin ötesinde tüm sonsuzluğa yayılmış sevgili kullarını kalblerindeki
niyetlerindeki ve düşüncelerindeki ahlak üzerine bir sınava tabi tutar.Kim'ki
kalbinde güzel niyetler ve düşünceler yeşertti o niyetler ve pozitif
düşünceler nispetinde kişiler cennetin kapılarını aralayabileceklerdir.
Kendi değerlerini kaybeden geliştirmeyen yitiren
toplumlar başka toplumların maskarası olur.Bu durumda biz avrupaya ne
diyebiliriz.Oysaki büyük manevi değerlerin mirascısı olsakta dünün biçare
avrupasına yada dünyaya bir şey diyecek yüzümüz yok! Hümanizmadan
bahsetsek İslam'ın sevgi ve rahmet dini olduğundan bahsetsek 11 eylül
olayları karşısında ne diyeceğiz.Yani şu anda kendi donumuzu çekemezken
karşıdakinin düşük donu hakkında eleştirel bir tutum segileyemeyiz. Yada
kendi toplumumuz içinde şu kadar alevisini şu kadar karşıt görüşlüyü
yaktık kestikmi diyeceğiz.Adamlar bunları raporlar halinde tutmuş.Kısaca
İslam dünyası kendi içinde toparlanmalı ve yüksek ruhani değerleri açığa
çıkartırken yapılan tarihsel hatalarıda öz eleştirel bir noktadan
değerlendirmek ve gerçek İslam'ı eğrisiyle doğrusuyla ortaya koymak lazım.İşte tüm bu yanlışların
kökeninde bilinçsiz, kendi dini değerlerini tanımayan bir kitlenin varlığı
yatmaktadır.Öyleyse önce ülke sathında hatta İslam dünyası sathında bir
eğitim ve toplumsal bilinçlenme şarttır.Tabi biz burada İslam dünyası
içinde enkarne olup bedenlendiğimiz için İslami değerlerinde yükseltilmesi
yolunda gayret sarf etmek mecburiyetindeyiz.Ama bizim asıl gayemiz hangi
dine ve inanca mensup olursa olsun dünya insanlığının tekamül etmesi
babından burada konuşuyor ve evrensel bir gayret sarf ediyoruz.İnsanlar bunu
bilmeli.Biz o şu dinden bu öbür dinden diye insanları ayırmıyoruz.Herkez
bizim için birdir.Gayemiz tüm insanlığın top yekün yükselmesidir.
Biz Türkler toplum olarakta büyük değerlerin
mirascısıyız.Henüz dünyada kimse pek bilmemesine rağmen bir çok teozofik,
teorik, teknik konularda buluşlar yapan bir toplumuz.Örneğin büyük mistik
BUDA bile bir türk boyundan gelmektedir.Dünyada hemen hemen bir çok bilge
insan hatta tüm peygamberler bile Türk soyundan gelmektedirler.Mutlaka
dünyanın neresinde olursa olsun bulundukları yere o kişiler göç yoluyla
gelmişlerdir.Bunu herkes böyle bilsin! Haa bunu kısır milleyetçilik
babında söylemiyoruz..Eğer tüm bu kişilerin genetik boyları incelenirse
bunun bilimsel olarakta böyle olduğu görülecektir. Hatta Einstein’dan
Yunanlı filozof Eflatuna, Hz İsa’dek hepsi mutlaka Türk soyundan gelmiştir.
Bundan önceki adem boyunda yüksek bir medeniyetin ve teknolojinin ve
spiritüel bilginin ustaları olan Atlantis ve Mu uygarlıklarının yıkımından
sonra Türkler bu uygarlıların devamı niteliğinde olan bir soydur.
Atlantisliler toprakları battıktan sonra ruhsal yapısı üstün ve bilge olan
Atlantislilerden sağ kalanlar orta asyaya gelmişlerdir.Türk milleti yüce
bir milettir.Atatürk’te bunu anlamış ve bir tarih araştırmasına girmiştir.
Türk bir ırkı anlatmıyor.Türkçülük deyince ırkçılık
anlaşıldığı zaman insanlar bundan nefret ederler.Bu kesinlikle yanlış! Türk
demek üstün vasıflı insanlar birlikteliğini ifade eden bir kelimedir.Türk
yeni genleri fazla olan üstün soy ve bilgelik taşıyan, yetenekli insanların
oluşturduğu grup anlamına geliyor.O bakımdan Türk deyince bir soyun yani
üstün bir ruhsal yapıda olan bilge insanların soyu olarak düşünmek lazım.Atlantisten
gelen bu bilgelik tohumu bu ilahi irade nur tarihsel göç yolları boyunca
zik zaklar çizerek elektrik tellerinden gelen elektrik akımı gibi her
kavimden her kültürden karışıp geçerek ama kopmadan kesilmeden buradaki
bilgelik şuuru ve nuru uygun ortam bulduğunda kendisini açığa
çıkartabilmektedir.Bu bakımdan tüm bir çok ileri düşünceler yüksek manevi
düşünceler hep Türklerden çıkmıştır.Bir Yunus Emre bir Mevlana hatta
roketler konusunda ilk çalışmaları yapan Lagari Hasan çelebi bile buna bir
örnektir.
Bilinmelidirki en büyük tefekkür halinde olanda en
büyük hümanizme sahip olanda yine Türk milletidir, Türk toplumudur.
(Çetin BAL: Üstadla bir ruhsal celsedeyken
celsede bulunanların tarihteki bilge kişilerle genetik bir bağlantısının
olup olmadı yönünde ruhsal bir kanal boyunca genetik uzantılarımıza
bakılmıştı.Medyum benim için şunları söylemişti Çetin arkadaşımız Yunanlı
filozof Eflatun’un soyundan geliyor demişti.Gerçekten bu benim için ilginç
bir bilgiydi.Eflatunun genetik anlamda büyük büyük… babam olduğunu bilmek
gerçekten ilginç bir duygu.Benim merak ettiğim bir hususta acaba ruhsal
anlamda tanıdık bir varlığın enkarnesi olabilirmiydim acaba? Keşke bunuda
sorsaydım diyorum.Ama bundan önceki yaşamlarımdan birinde Üstadla
birlikte Atlantiste bulunduğumu hissediyorum.Ama ordaki görevimi bilmiyorum.)
Üstat Muzaffer Kınalı: Dünyada bir çok ilim
Türklerde çıkmasına rağmen bunların patentini telifini alamamışız.Dünyayı
keşfeden haritalar çizen Macellan ve Kristof Kolomb’tan önce bizde İbrahim
Hakkı Erzurumlu gibi Piri reis gibi zatların ceylan derisi üzerine milimine
milimine çizdiği haritalar var.Bunların çoğunu bilmiyoruz.Ve kaldıki
bilinenleri bile dünyaya kabül ettiremiyoruz..Tüm bunlar afaki olan
bilinmezde olan şeyler değil bunların kayıtları resmi arşivler içinde var
zaten.
Örneğin teozofik ve tasavvufi anlamda diyelim Mevlana
gibi dünyaya mal olmuş insanlarımız söz konusu.Oysaki daha düne kadar
Mevlana'nın kabrini yabani otlar bürümüştü.Üzerinde koyunlar otluyodu. Kimse
doğru düzgün bilmiyordu bile.Önemsenmiyordu o kadar. Ama avrupada,
amerikada Mevlananın eserleri yayınlanınca orda tanınınca avrupada,
amerikada önemsenince Mevlanayı ordan duyunca bizimde kabaran milli
duygularımız sayesinde hemen Mevlana'yı hatırlar olduk. Aslında burada şöyle
bir gerçekte yine kendini ortaya koyuyor okuyan düşünen, tefekkür eden ince
bir toplum değiliz.Mesela kaç tane şairimiz var? Kaç tane dünyaca ünlü eser
yazan insanımız var? Tabi bunlar düşünülmesi gereken noktalar.Toplum
olarak altı saatte bir cami yapımına heves ediyoruz ama kaç tane
kütüpanemiz var? Kitablara ne kadar değer veriyoruz? Kaç tane dini
kitaplığı bulunan camimiz var.Kaç tane camimizde okuma köşesi var ? Kaç
tane camimizde gençlerin dini okuyup tartışabileceği kafeterya gibi
ortamlar var? Kaç tane modern ölçülere uygun camimiz var? Kaç tane
camimizin önünde ‘ ilim Çinde bile olsa gidin alın’ diyen yazı tabelamız
var.Yani önemsemiyoruz…işte! Her şeyden önce Allah bile OKU demiş.Yani tüm
dini ritüel ve değerlerden önce ilk gelen emir OKU olmuştur. Namazını geç
kıl yada geciktir ama önündeki kitabını önce bitir oku yani.. önceliği Allah
bile okumaya veriyor. Sonra düşünmeye, tefekküre veriyor. Yani önceliği
aklı işletmeye veriyor.
Bir hadiste deniyorki ‘‘ bir anlık tefekkür Allah
katında yetmiş bin yıllık ibadetten yeğdir.’’ İşte ŞUURLU İNANÇ denen şey
budur!! Yani İslam demek kör topal namaza gidip gelmek birde hac
ziyaretinden ibaret bir manevi değerler bütünü değildir. Bu takliti imana
girer.Oysaki daha geniş daha derindir İSLAM denen yada DİN denen haleti
ruhiyet.Gerçek İslam'da bir kitabı okumak tefekkür etmek kıldığın namazdan
daha az sevaba sahip değildir.Yerine göre bilgi ve bilinçlenme yolundaki
gayret ve çaba Allah katında daha makbuldür.Bir harf bir kelime öğrenmeye
ayırdığın vakit Allah katında daha değerlidir.Bu İslam dünyası içinde
maalesef anlaşılmıyor.Biz maalesef o başını örtü o başını açtı, şu Türkçe
dua etti, diğeri şöyle dua ediyomuş gibi basit bi çare mevzularla hem dem
oluyoruz. Oysaki daha önemli çok daha başka mevzular var. Biz bu küçük
hesaplar içinde oyalanırken bugün küresel dünya nereye gidiyor diye hiç
düşünmüyoruz.Maalesef evrensel değerleri algılama bir yana daha küresel
dünya değerleri içinde ekonomi ve kaynakların kullanımı konusundaki satranç
tahtasında satrancı kendi lehimize çevirebilecek kurallara dair bilgimiz
yeterli değil.Yani siyasi ve askeri irade ve toplumsal bilinç! Geleceği
görebilme gücü en büyük yetenektir.Bu silahlardan daha büyük bir güçtür.Bu
da bir kültür meselesidir.Bir idrak merhalesidir.
Çetin BAL: Üstadım bence buna benzer bir durum
daha var Türkçe ezan konusu.Bazıları zamanın siyasi partileri içinde cahil
halkı kandırmak biraz oy toplamak adına saltanatı getiricez ve ezanı arabca
okutucaz diye bas bas bağırdılar..Tabi sonradan bu partiler kapatıldı
yerine yenileri çıktı tabi.Daha sonra bazıları sanki büyük iş yapmış gibi
ezanı arabçaya çevirdiler.Oysaki Atatürk biraz daha yaşasaydı bence bir orta
yol bulurdu.Yani bence ezan orijinal olarak Arabça okunduğu için arabça
olması daha makbuldür.Lakin bizler ezanı kendi dilimizde de tefekkür
edebilmek için onu anlamamız lazım.Bu açıdan bence ezan haftanın belirli
günlerinde Türkçe belirli günlerinde Arabça okunmalıydı.Ama yobazlık işin
içine girince durum değişti tabi.Umarım böyle bir orta yol dikkate
alınır.Neyse üstadım bu konular fazla siyasi ve sosyolojik noktalara doğru
gidiyor biz kaldığımız noktadan devam edelim..
Üstat Muzaffer Kınalı: İşte biraz önceden
beridir bahsedegeldiğimiz gibi Newton ve Galile yerçekimi ile ilgili gök
olayları ile ilgili kanun ve kaideleri ortaya koymadan önce nice Farabiler
nice İbni Sinalar, Ali kuşcular çok önceleri bu yasalara bu gök olaylarına
zamanın anlayış ufku içerisinde açıklama getirmişler bu konularda eserler
vermişlerdir.Bir çok Türk bilgin bugünkü modern dünyaya temel teşkil
edebilecek matematiksel, astronomik, ve tıbbi bilgileri, coğrafi keşif
haritalarını zamanında yazmışlar, çizmişler.Fakat kendi devirleri içinden şu
günlere kadar gelen bir süreçte bu bilgiler, bu değerler koruyup
kollanmadığı ve dünyaya lanse edilmediği için bunların patent niteliğindeki
hakları alınmadığı ve tanıtılmadığı için şimdi uluslar arası areneda bu
bizimdi bunu biz bulduk demek bile suç sayılıyor.Öyleki bugün küçücük bir
işaretin patent hakkını bile alamıyoruz.Önümüze bir sürü prosedür
sürüyorlar.Ve kolay kolay Türk bilim adamlarına patent hakkı bile
vermiyorlar.
Çetin BAL: Üstadım benim esas araştırma alanım
zamanda yolculuk olduğu için birazda bu konuda konuşalım isterseniz.
Üstat Muzaffer Kınalı: Şimdi senin esas alanın
zamanda yolculuk olduğu için bundan da bahsedelim.Önce kendi zamanımızı ve
kendi hayatımızı bi tarif edelim.Hayat nedir diyelim?
Hayat geçmişte halk ettiğimiz ve biriktirdiğimiz
şeyleri yaşama sanatıdır.Dikkat edin genlerinizden gelir, kültürünüzden
gelir, sosyal yapınızdan gelir hatta doğadan, doğanızdan gelir.Tekrar tarif
edelim iyi anlaşılsın.Geçmişte halk ettiğiniz biriktirdiğiniz ve hatta hak
ettiğiniz olayların bizatihi pratiğe geçirilmesi sanatına hayat denir.
Peki bundan sonraki hayatımızı nasıl tarif edeceğiz? Bundan sonraki hayatıda…
şimdiki yaşadığımız ve hak ettiğimiz frekans ve dalga boylarının hatta
vizyonların birikmesi ve toplanması halidir.Bundan sonra yaşamaya yine
devam edicez.Hem dünya boyutunda hemde başka boyutlarda yine devam edeceğiz.
Nasıl’ ki dünyamızda 6 boyut var dedim bunun gibi
7.boyut ara boyut.Onun için..misal bazı dinlerde buna ne denir? 7.kat
göklerde Allah var …gibi ifadeler kullanılır.Yer altı yedi kattır gibi
tanımlamalar vardır.Ağartalılar 7.kat ara boyutta yaşarlar.Şimdi o
bakımdan…. Peki bu hayat içerisinde geçirdiğimiz ve geçireceğimiz hayata
nasıl bakacağız? Diyelimki solumuzu geçmiş, sağımızı gelecek, şimdikini
‘şimdiki zaman’ diye bakarsak bizden geçmişten zamanımıza vizyonlar
gelir.Şu içinde yer aldığımız zamandan da geleceğe vizyonlar gider.Çünkü
biriktiriyoruz. İşte bu kendi safhamızda ve hat üzerindeki geçmişe ve
geleceğe olan bu hattımız üzerindeki hareket tarzına zamanda yolculuk
deniyor..Şimdi dikkat et! Yine kendi boyutumuza geçiyoruz. Diyoruz ki
geçmişimize doğru bir vizyonlarımız var.Bakıyoruz geçmiş vizyonlarımız
var.Birde geleceğe yansıttığımız, gelecek hayatlarımızı hazırladığımız
vizyonlarımız var.Onlar vizyon şeklinde henüz somut hayata çevrilmemiş,
soyut kavramlar şeklinde kalmış.
Çetin BAL: Ama üstadım şöyle bir şey var.Bu
şimdi içinden baktığımızda yani şu zaman noktasından baktığımızda öyle
görünüyor.Gelecek henüz olması olası soyut potansiyeller bütünüdür yani
gelecek sanki sisli bir perdedeki görüntüler gibi ve iç içe bir çok olay ve
vizyonik frekanslar şeklindedir.Ama geleceğe doğru bir frekans değişimi
sonucunda ordaki soyut dediğimiz frekanslar ortamının bizim için
somutlaşması lazım öyle değilmi.
Üstat Muzaffer Kınalı: Tamam ama o dediğin şey
ayrı! O başka bir durum. Şimdi şöyle bir durum var. Herkes müteala ettiği
şeyin ortasındadır.Hoca Nasrettine dünyanın merkezi neresidir diye
soruyorlar.Nasrettin hocanın da bu soruya ‘‘Dünyanın merkezi eşeğimin sağ
ayağının altındadır’’ demesi gibi şu anda buradayız ve şimdideyiz!
Sağ tarafımız gelecek, sol tarafımız geçmiş
diyelim.İşte bu hareket içerisinde şuur seviyesi ile fizik bedeninden
ziyade ruhsal bedeninle geçmişe ve geleceğe astral seyahatte
yapabilirsiniz.Geçmişe olan seyahatin bilimsel olan adına ‘ekmenize’
deniyor.Tekrar söylüyorum ‘ekmenize’! Bundan önceki yaşamınızda bir yerde
kaç defa yaşamışsanız o yaşamları ifade eden ekmenize merkezleri üzerinizde
vardır.Oraya girer ordan devam eder gidersiniz.
İnsan kainatlar yok ikende var idi.Öyleyse kainatlar
kurulmadan önce bu canlılıklar olmadan önce nasıl oldu? Bunları yaratan
mekanizma bunları nasıl yarattı gibi soruların yanıtlarını bizatihi geçmişe
giderek vizyonlar şeklinde izleyebilirsiniz.Çünkü…fizik bedenli olanlara
adem deniyor.Fizik bedenli olmayan halede insan deniyor.Bizim burada hani
‘insan ol’ derler. ‘Adem’..! herkes adem. Herkesin eti kemiği var ama
insan olmak apayrı bir şeydir. O bakımdan gelmişe geleceğe seyahatte astral
seyahat şeklinde yapıldığı gibi bu astral bedenin, ruhsal bedenin fizik
bedenini apor halinde bir de Teyyi-Mekan halinde fizik vücudunu geçmişe ve
geleceğe taşıma olayıdır.Tabi bunu yapacak insan egoist olmayacak! Egoist
olmamak salt ve saf tortusuz bir ruhsal bütünlüğe sahip olmaktır.Ruhsal
bütünlükte negatif tortu olduğu zaman bunu yapamazsınız.
Mesela resulullah bile…hani rivayete göre bir melek
gelip kalbini yarıp temizlemesi olayı vardır.İşte bu gibi ruhsal temizlik
olduğu zaman yani bilinç altı negatif tortulardan, kayıtlardan ve
sınırlamalardan arındırıldığı zaman geçmişe ve geleceğe gitmek mümkündür!
Buna göre sıradan bir insanın ruhsal ışınlamayla fizik bedenli olarak
geçmişe gidip menfaat için tarihi değiştirmesi söz konusu olamaz..!
Zamanda yolculuğu kişisel menfaat için kullanamazsınız.
İşte bunun için zamanda yolculuk ilmini herkese
rastgele öğretemezsiniz.Bu uygun olmaz.Vasıtalarla, bir makineylede zamanda
yolculuk yapabilirsin ve yanında başkalarınıda görürebilirsiniz. Yani
zamanda yolculuğu araçlada yapabilirsin.Fakat aracında teknolojik ilmi
başkadır.Yapacağın aracı önce bir defa normal kainat ortamı içinden -boyutu
içinden çıkarman lazım.Bunu nasıl yapacaksın? Çünkü klasik kuram
dahilinde şu anki zeka kalıbına göre anlaşılsın diye şöyle diyelim ‘madde
ışık hızında enerjiye çevriliyor.’ Halbuki ışık hızıyla gitsen bile bu bir
işe yaramıyor.Mesela bir magadon yüzbinlerce ışık hızına karşılık gelen bir
ölçüdür.Kainatta magadon denen bir hız ölçüsü kullanılır.Ama şu an dünya o
ölçüyü kullanabilecek durumda değil. Bunun için önce maddenin kullanım
biçimi değiştirilmeli.İşte bu ölçüleri kullanmadan önce güneş sistemi gibi
bize yakın yıldız sistemleri gibi yakın yerlere bi gidelim bakalım.Bu
yapılsın bakalım.İnsanlık bu noktalara bi gitsin bakalım.İşte insanlık
kendi teknoloiik bulgularıyla bunu yaparken veli dediğimiz, aziz dediğimiz,
ruhsal üstatlar dediğimiz bu madde tortusundan, egoizmden arınmış saflaşmış
mana insanları, mana sultanları geçmişe ve geleceğe yada evrenin daha uzak
noktalarına ruhsal güçlerini kullanarak seyahat edebilirler.Bu yolculuğu
yapan insanlar kendilerini gizleyen erdemli insanlardır.Biz bile böyle
bir yolculuğu bizatihi deneyimliyor olsak bile bunu öyle açıkça şuraya
gidiyoruz, şöyle yapıyoruz, tarihi değiştiriyoruz, buraya geliyoruz diye
açıkca söylemeyiz.Ama bu işin ilmini o noktaya yakın olanlara anlatırız.Ama
açıkça gösteremeyiz.Kişi o noktaya geldiğinde bunu kendisi tecrübe eder
zaten.O noktada bize bile gerek yok! Bu kelimeler içinde dahi biz bir çok
sırrı veriyoruz zaten.Anlayan anlar.Alacak olan onu alır zaten.
Kişi o noktaya geldiğinde zaten bu yolculuğu allahın
iradi nuru ve enerjisi ile kaplanaraktan ve bu şekilde zamanda boyut
değiştirerekten yapar.Burada sır yine kişinin şuur enerjisini
kullanabilmesidir.Şimdilik bu noktada bu kadar bilgi yeter.Dikkat edin şimdi
zaten holografik bir evrende yaşıyoruz her şey enerji her şey dalga! Zaman
bile üst üste yada yanyana gelen bir dalgalar frekanslar yani ansal enerji
kalıbları şeklinde vardır.İnsanda bunun bir parçasıdır bir dalga
kalıbıdır.Ve düşüncelerimizle kendi auramızın elektriksel ve manyetiksel
alan frekanslarını değiştirebiliyoruz.Şimdi dikkat edin eğer güçlü bir irade
ve telkin altında güçlü bir zihin konsantrasyonu ve yoğunluğu ile
düşüncelerinizi, duygularınızı başka bir zaman boyutuna odaklarsanız (yani
gitmek istediğiniz zamana ve mekana) sizi çevreleyen kendi auranızın
frekansları değişerek o noktaya ait zaman/uzay frekansları ile uyumlanıyor
senkronize oluyor ve siz zamanda bir mıknatıs gibi atlamış yerdeğiştirmiş
oluyorsunuz.Yani düşünceniz sizi o zamana götüren bir mıknatıs gibi bir
cezbe enerjisi yaratıyor.Ve sizi oraya transfer ediyor.Yani bir nevi
ışınlama olayı.Yani Allahın ilahi iradi nuru bir ilim olarak herşeyin içinde
var.Bu bir ilim meselesi.
Çetin BAL: Üstadım maalesef manadaki bu saklı
gücü insanlara anlatınca hemen şöyle bir yanıtla karşılaşıyorum madem bu
kadar biliyosun bana şu kerameti göster diyorlar yada madem şu anahtarını
evde unuttun neden kendini oraya ışınlamadın diye soruyorlar.Mevzudaki
ruhsal ahlak boyutunu bir türlü idrak merhalesine getiremiyorlar.Diyorlarki
‘sen o yeteneğe haiz olsan geleceğe gider spor loto yada sayısal
sonuçlarını alır zengin olurdun burada da sefa sürerdin.’ Yani kişilerin
dünyaya bakış açısı o kadar maalesef. Bunu en softa dindar kişide böyle
düşünüyor en maddeci adamda bunu böyle görüyor.Oysaki meseledeki ilahi
ahlakı bir türlü anlamıyor adam.Ya arkadaşım böyle bir yeteneğin olması
dahilinde bunu her demde kullanmak o ilahi ahlak noktasındaki insan için
ters bir durumdur .Yanındaki adam, çevrendeki komşun dünyanın zahmetini
derdini tasasını çekerken senin bir gönül sultanı olarak bunu paylaşmaman
kendini bu çileden ayırıp yukardan ahkam kesmen ruhsal terbiye boyutu
içinde olan kişiye yakışmayan bir tavırdır.Peygamberler bile çok zor
durumlarda mecbur kalmadıkça çok elzem olmadıkça ilahi iradenin gücünü
burada kullanmıyorlardı.Onlarda her türlü geçim sıkıntısının, derdinin
tasasının içindeydi.Başka türlüsüde zaten böyle sonsuzluğu ihate eden
büyük ruhani değerlere haiz insanlara yakışmaz.Çünkü başka türlü sen
zorlukta ve darlıktaki adama sabırdan, sabrın ilahi niteliğinden
bahsederken benzer koşullar içinde aynı sıkıntıyı paylaşman lazımki ettiğin
söz yerini bulsun.Bu şuna benziyor çölde iki arkadaş susuz kalmışız
kendince ilahi bir güç içinde susuzluktan etkilenmiyosun yada başında seni
takip eden bir bulut sayesinde sıcaktan etkilemiyosun yanındaki adama da
dayanmanın, sabrın, çilenin, dişini sıkmanın önemimden bahsediyosun ..!
Olurmu.Olmaz! Sözün o ilahi ahlak enerjisine sahip olması lazım.Onun
çektiğini sende çekeceksinki o sözü söylemeye yetkili olasın.Yada senden
çıkan söz anlamını bulsun.
Keza Hz İsa’ bile kendini çarmahtan kurtarmasını
bilmiyormuydu, başına gelecekleri bilmiyormuydu! Niye çarmaha gitti! Yan
gelip yatmasını bilmiyormuydu!! İşte buradaki ilahi ahlakın nuruda aynı
şey! Bu da aynı durum.İsa enayimiydi? İSA aptalmıydı?Yoksa birşeymi
bilmiyordu? Yoksa İSA safmıydı? İSA’nın uğrunda mücadele ettiği anlayış
neydi?? Kimse kliseye gidip show yapmasın! Bugünün insanına, bugünün
değerlerine göre İSA bir kerizdi! Yani biraz aklı kül olmak dengeli
düşünmek lazım.Günümüz insanı maalesef bu değerleri algılayamıyor.Çünkü
günümüzde her şey tüm değerler maddesel ölçülere göre belirleniyor.Ya öyle
bir çağ öyle bir mantalite içindeyizki insanın kendi ailesi içinde bile
insana maddi bir unsur olarak bakılıyor.Yaa insan mana demektir.İnsan nur
demektir, ışık demektir, sonsuzlukla hem dem olan enerji demektir, dalga
demektir, insan gönül demektir.Bunu maalesef anlatamıyoruz. Bu farkındalığı
ifade etmekte zorlanıyoruz.Biz bugün geldik ama yarın gideceğiz Allah
bizden sonrakilerin yardımcısı olsun! Geçmişten bugüne dek nice veliler ,
peygamberler geldi onlarda anlatamadılar.Hz Muhammet’te bu konuda çok büyük
zorluklar çekmiştir.Keza bu dünyadan ayrılışından sonra getirdiği değerler
siyasete, politikaya, bir takım çıkarlara alet edilmiştir.Sonuç bugün için
malüm! Yani şu anda dünyada mana yok!! Varsa şu kelimelerimizde son
kalan mananın ışıltıları vardır.Buradan kendinize bir yol bulabilirseniz
hakikate kapı açabilirsiniz.Başka türlü zor! Mana bitmiştir ve son
yakındır…ben malesef bunu böyle görüyorum.İyi niyetin, sevginin, saygının,
tevazunun, ar duygusunun, çekinmenin, utanmanın, hoşgörünün, incitmemenin,
toleransın, şefkatin, yardımseverliğin, insan olmanın aptallık, salaklık,
kerizlik olarak görüldüğü bir dünyada ilahi iradi nurun bu duruma, bu
negatif tortuya daha ne kadar seyirci kalacağı belirsizdir.Dünyada zeki
olmak dolandırıcı, üçkağıtcı, kişiliksiz, yalancı, hak yiyici, hakkı gasp
edici bir hal olarak algılanıyor maalesef. Bunun adına da uyanıklık
diyorlar, zekilik diyorlar, akıllılık diyorlar.Bu çok yanlış bir kanı! Ama
malesef bugün durum bu! Bana diyorlarki bize bir mucize göster …be
arkadaş benim sizlere gösterebileceğim en büyük mucize bu manasızlık ve
tükenmişlik içindeki ruhlarınız için Tanrıdan merhamet ve şefkat dilemekten
başka ne olabilirki?
Ne ilginçtirki insanların değil DNA yapılarını,
zihninden geçenlere ve ruhsal auralarına kadar, her bir düşüncelerinin
rengine kadar, bilinç altlarındaki her fobiye korkuya ve eğilime kadar, her
türlü bilinç altı fantezilerine kadar her şeyi en küçük zerreye kadar
görüp biliyoruz.Değil gönlünden geçenleri daha akıllarından geçmeyen
şeyleride görüp duyup biliyoruz..Bu hal içinde gördüklerimizi görmezden,
duyduklarımızı duymazdan geliyoruz, tüm insani eğilimleri hoş
görüyoruz.Realitenin bir parçası olarak görüyoruz.Lakin insanlara
karışmayışımız, bir şey söylemeyişimiz, sessizliğimiz, sabrımız, tenkit
etmeyişimiz, efendilik sınırlarını zorlamayışımız, bu gösterdiğimiz
tevazunun bile eşekliğe, körlüğe, sağırlığa yorumlandığını görmek ve bilmek
çok güncel bir dille ‘ohaaa’ dedirtecek bir tablo sergilemektedir.Dikkat
edin şimdi güzel değerleri daha da örnek alacak yerde destekleyecek saygı
duyacak, ibret alacak yerde insanların bakış açısına bakın!! İlginç
doğrusu.Bir mevzu icabı alışverişlerden birinde satıcıya fiyatları sorarken
adam içinden ‘lan bu da tam saf bir tip’ bunu geyiğe sarmak gerek’
dediğini duymak doğrusu ahlak konusunda çok ilginç bilgiler edinmeme neden
oldu desem yeridir.Adam 3 kuruşluk eşyayı 9 kuruşluk bir fiyat
söylüyor.Aklından geçeni bilmesem adama evliya muamelesi yapamamak,
kanmamak içten bile değil yani! Demek istediğim şey bu sosyal ilişkiler
babında da maalesef böyle.Bu gerçekten oldukça düşündürücü bir durum.İnanın
30 yıldır kendi ailemleyim ailemin bile beni doğru düzgün tanıdığı
konusunda şüpheliyim.Yani içinde bulunduğum ruhsal ahlak değerlerini
algılamakta ve değer yargılarımı, davranışlarımı kavramakta çok
zorlanıyorlar.Neye göre hangi ölçüye göre dünyayı algılayıp
değerlendirdiğim konusunda hala daha bir bilgileri mevcut değil.Bu da çok
ilginç.
Çok eskiden çocukken dünyaya insanlara bakar insanların
kalblerinden geçenlere bakar çoğu kez gülerdim ki bazen ürktüğümde
olurdu.. bana bunlar hep şaka gibi gelirdi.Bazen birinin beni masus
böyle espirik dolu bir ortama koyduğunu ve aklınca beni denediğini
düşünürdüm.Çünkü dünya daha güzel daha sevgi dolu daha olgun tavırlı
insanların olduğu bir yaşam sistemi olmalıydı.Ama böyle değil.Öbürü diğerini
eziyor, biri diğerini aldatıyor, bir başkası diğerinin elindekini çalıyor,
biri başka bi arkadaşını öldürüyor yani tamamen kaotik düzensiz bir dünya!
İnsanların neden birlik ve beraberliğe yönelmediğini egonun, hırsın çok
saçma olduğunu, mantıksız olduğunu anlamamaları bana çok tuhaf ve şaka gibi
gelirdi. Sanki beni birisi yukardan gizlice seyredip bakalım burada ne
yapacak diye benimle dalga geçiyor gibi algılardım hep.Ve bir gün bu saçma
rüyadan gerçek dünyaya uyanacağımı düşünürdüm hep. Yada birisinin tamam
artık sana şaka yaptık oyun bitti demesini hep beklerdim.Çünkü bu dünya
hep bana gerçek dışı gibi gelmiştir.
Oysaki olmaması gerekirken açlığın, sefaletin,
ahlaksızlığın, keşmekeşliğin, sevgisizliğin, merhametsizliğin, açgözlülüğün,
sömürünün olduğu böyle bir dünya kabül edilebilir değil benim için!
Aradan epey zaman geçti şimdi 30 yaşındayım( 2005- haziran) ve hala
aranızda bu rüyanın içindeyim.Ve hala uyanmadım bu rüyadan! Ben artık
anlıyorumki eğer bu rüyadan uyansam bile gittiğim yer başka bir rüya
dünyası olacaktır.Belki orası buradan daha iyi ama sonuçta orasıda bir
rüyalar ülkesi olmaya devam edecekti.Yani GERÇEK bir dünyanın olmadığını
anladım artık.Gerçeğin kendisi denen şey kat kat üst üste binerek bir
araya gelmiş ve iç içe titreşen sonsuz sayıda rüyalar aleminden ibarettir.
Ve bizler ise bir an için aklımızda geçen farklı hallere sahip rüyalar
ülkelerinden herhangi biriyle rezonans kurarak bir paralel boyuttan ötekine
geçiyorduk.Bunun adına sizin dünyanızda ölüm deniyor.Bizim dünyamızda bir
geçiş ve hal değiştirme fazı yada işlemi deniyordu.Yani ben dünyalar arası
bir yolcu olduğumu keşfettim.Ve bu dünyada yalnız olmadığımıda fark etttim.Bu
dünyaya gelmeyi ben istemiştim.Beni getirende ne kadar da kötü olsalar bile
içlerinde iyiliğin ışığını taşıyan ruhların yardım çağrılarıydı.Geldim çünkü
yeryüzünden karanlığı silmek, ve pozitif enerjilerle dolu, ışıkla ve sonsuz
sevgiyle dolu yeni bir dünya yaratmak için burdayım.Tüm ışık işcileriyle
birlikte ( tüm rüya gezginleriyle birlikte) bunu yapmak için buradayız.
Alemler bir rüya bir serap bile olsalar bu rüyalar
aleminde bir gerçek varsa o GERÇEK bizleriz.Sonuç olarak bilinki bu rüya
içinde herkes kendi şartlanmalarını yaşar.Rüyalar arası bir gezgin için bu
rüya dünyasını etkileme gücü gezginin hayal gücünün ve kapasitesinin
ulaşabildiği yere kadardır.Zira büyük gezgin İSA dahi bu güçle ölüleri
diriltebiliyordu.Ki benim ve daha bir çok gelecek olan ışık işcisinin
yapabilecekleri karşısında İSA nın bile hayrete düşeceği günler uzak
değildir.Ki hiçbir güç İSA nın yeryüzüne getirdiği sevgi ışığından daha
büyük değildir.Bununda bilinmesinde fayda var.Hz Muhammet ise yüksek
yaratıcı aklın ışığını ve nurunu yeryüzüne getirmiştir.Ki sevginin gücü
yine onda o derece mevcuttur.Sonuçta her bir rüya yolcusu bir görev
içratıyla ve bu içraata uygun donanımla bir rüya boyutundan diğerine
yolculuk eder.
Anladımki aslında bu benim kurduğum bir rüya değildi bu
Tanrının rüyasıydı.Tanrıda benim içimde gizliydi! Zerrede kül’ü Kül’de
zerreyi görenler için ise ben Tanrıydım Tanrıda bendim.Aslında ikimizde aynı
şeydik.Lakin ayrılık kesretten doğan bir yanılgıydı.Bu yanılgı içinde kulluk
var idi.İkiliği aşmayınca birliğe ulaşılamıyordu.İşte bu böyle bir
bulmacaydı.Allah eşyaya kendini bir ilim olarak sevgi olarak prensipler
olarak nakşetmişti zaten.Yani yaratılan her zerre Allahın kitabından bir
ayet idi.Ve onu anlatıyordu.
Üstat Muzaffer Kınalı: Elbette ama Çetin…bazı
ifadelerine göre şöyle demek lazım.. son ana dek insanlık için umut
meşalesini canlı tutmak lazım.Bunu ruhsal alemden gönderilmiş görevli
olarak idrak etmen ve son nefesine kadar insanlık için o umut meşalesini
beslemen lazım.Aksi yine yanlış olur.Başka türlü burada bulunma nedenimizin
bir anlamı kalmaz.Anlatabildiğimiz, söyleyebildiğimiz yere kadar görevimizi
içra etmeliyiz.Dünyanın her yerinde buradaki mana ışığını yayan ruhani
elçiler görevliler ve dostlar vardır.Ve bir çok ışık işciside bu kozmik
görevin başarıya ulaşması için buradadırlar.Bu insanlara destek vermek ve
onları yönlendirmek lazım.Her zaman için umut beslemek ve pozitif düşünmek
lazım.Bin kişide bir kişi bile olsa son ana kadar bu tarz olumlu eğilimlere
destek vermek lazım.
Çetin BAL: üstadım zamanda yolculuk diyorduk…!
Üstat Muzaffer Kınalı: Evet. Nerde kalmıştık.
Diyorduk ki bu yolculuğu biz bile yapsak burada açıkca biz bunu yapıyoruz,
şöyle ediyoruz, böyle ediyoruz yada bunu şöyle yaparsınız diye demeyiz.Yani
zamanda yolculuğun sır kalması gereken noktalarına dair internette yada
medyada açıkca bunu şu şekilde yaparsınız diye söyleyemeyiz. Zira bu
mevzunun internet sayfalarına girmesini istemem.Bunun bir çok sebebi var.
Her şey öyle göründüğü gibi değil! İnsanların bilmediği bir çok sır var.
Biz kimiz nerden geldik nereye gidiyoruz? Yada bunları burada söylüyorsak
nasıl bir bildiğimiz var…! Ancak gönül yoluyla telepatik anlamda o noktaya
ve liyakata haiz insanlara biz bu bilgiyi veririz.Bunu burada söylüyorsak
ilginçlik olsun ilgi çeksin diye değil insanın sahip olduğu sonsuz
potansiyellere dem vurmak açısından bunları burada söylüyoruz..Bu konu
senin konun olduğu için bu mevzuyuda bu ifadeler içinde açıklama gereği
duyduk.Böyle konularda direkt açıklama ve gösteri niteliğindeki hareketler
sadece ülkemizdeki güvenlik ve askeri unsurlarca değil uluslar arası düzeyde
de güvenlik konusunda ciddi endişeler doğurur.Zamanda geri yada ileri gidip
tarihi değiştirmek çok büyük bir güç ve çok ciddi bir mesele.
Çetin BAL: Üstadım genelde ruhsal bilgiler
konusunda konuştuk ama ben şu teknik mevzularda da birkaç soru sormak
istiyorum.Maddelerin görünmez yapılması konusunda ne diyebilirsiniz?
Üstat Muzaffer Kınalı:Şimdi görünmez olma bir
çok şeyle doğru orantılıdır.Örneğin belli bir hıza ulaştığı zaman her şey
görünmez olur.Yada bazı çok yüksek frekanslı dalgaları bir madde üzerine
yolladığımızda madde ortadan kaybolur.Çünkü bu maddeyi yüksek tireşimde ve
hız frekansı enerjisinde bir dalgayla rezonansa
soktuğumuzda-yüklediğimizde, o enerji kürüyle maddeyi kapladığımızda o madde
bizim için görünmez oluyor.
Birde şöyle bir olay vardır. Mesela düşük kalibreli bir
silahla bir cama kurşun attığımızda camda büyük bir delik oluşur.Eğer kademe
kademe kurşunun hızını arttırarak cama gönderirseniz kurşun her hızlanışında
camda daha küçük bir delik bırakarak camın arkasına düşecektir. Hız artıkça
camda açılan delik bir iğne deliğinden daha küçük hale gelecektir. Ve belli
bir hızdan sonra kurşun camın içinden geçip gitsede camı hiç kırmadan,
delmeden araka tarafa düşecektir.Peki bu nasıl oluyor? Bilimsel bir testi
söylüyorum size.Bunu denemelisiniz.Bir çok insan gelecekte bunu tartışacak,
bir çok fikir ortaya atılacak.Ama bu olayın esası şudur.Camın içsel
titreşim hızı boyutuna karşılık gelen bir lineer hızlanmayla kurşun cama
doğru giderse camın bu titreşimlerine takılmadan sanki dönen bir helikopter
pervanesinin ardından geçen hızlı bir cisim gibi kurşun pervaneye
takılmadan yani camın moleküllerine elektronlarına çarpmadan camın içinden
geçer gider.Kurşun sanki bir yoğurdun içinden geçer gibi camla sürtüşmeden
onu kırmadan camın içinden geçer gider.Kurşun hızlandıkça camın
titreşimlerine ulaştığı an onu delmeden, camın titreşimlerine takılmadan
içinden geçer ve arka tarafa düşer.
Peki bunun zaman yolculuğu ile ne ilgisi var? Şimdi
eğer bu yukarda bahsettiğim teknolojiye ulaşamazsanız diğerinide
yapamazsınız. Mesela düşünün şimdi bir araç yaptınız diyelim bu aracı öyle
bir maddi titreşim hızından daha fazla bir titreşim kürüyle daha yüksek bir
titreşim hızına yükseltecek enerjiyle kaplarsınız bu madde burada
kaybolur yani boyut değiştirir.Demek oluyor'ki zaman yolculuğunu
düşünebilmek bunu pratiğe dökebilmek için önce şu maddeyi kendi içinde
bulunduğu zaman ve mekan kaydından kurtarman, dışarı çıkarman lazım.Yani
madde önce kendi boyutunun dışında bir boyuta yükseltilebilmeli! Önce bunu
yapacaksınızki daha sonra bu maddeyi diğer bir boyut içinde zaman da ileri
ve geri hareket ettirebilmenin teknik mevzusunu düşünebilesiniz!Başka türlü
birini düşünmeyince diğerini hiç düşünemezsiniz.Önce şurda şu maddeyi
görünmez yapmanın yolarını aramalısınız.
Yani zaman yolculuğundan önce özel bir plazmatik enerji
kürüyle şu maddeyi burada kaplayıp görünmez yapmanın yolunu
bulmalısınız.Önce maddeyi görünmez yapacaksınız sonra bu maddeyi
titreşimleri yükselterek başka bir boyun içine sokacaksınız.Yani şu masanın
üstündeki şu kalemi şu maddeyi burada yok edeceksiniz.Yani şu zaman ve
mekan boyutundan bu madde dışarı çıkacak! Sonraki aşamada ise bu maddeyi
buradan başka bir yere, başka bir noktaya ışınlamayı düşüneceksiniz.İşte tüm
bunları yaptıktan sonra ( ki bunları yakında bilim tek tek yapacak ve
laboratuarda bu sonuçları alacaklar) bir zaman makinesi olayını
düşüneceksiniz.
Hani önceleri mesela cep telefonları yokken kablolu
telefonlar vardı dimi.İşte bu gibi önce kabinler arasında şu mekan içinde
maddeleri bir yerden diğerine ışınlayacaksınız daha sonra kablosuz cep
telefonları gibi ışınlama kabini kendi kendisini kendi içindeki enerji ve
bilgisayarların koordinat ayarlamasıyla sadece mekanda değil mekanın başka
zaman boyutları içerisinde de özgürce gezdirebilecek.Artık kabinin içindeki
eşya değil o eşyayla yani yolcuları ile birlikte kabinin kendiside kendi
başına dışarıdan bağlantısız olarak istediği zaman- uzay noktasına kendisini
transfer edebiliyor yani bu gibi ‘bu teknolojik olay’ bir zaman aracı
teknolojisine dönüşüyor.
Dikkat et! Biribirine bağlı bir teknoloji sözkonusu!
Biri olmayınca öbürüde olmuyor.Mesela önceleri elektirikli cihazlar evdeki
pirizlere takılarak çalıştırılıyordu sonra biz aynı enerjiyi daha değişik
yollardan bir pile depolayıp seyyar olarak kulanabilir duruma geldik. Düşün
bak! Nerden nereye… dev jenaratörlerden bir pile ! Demekki teknolojide
değişebiliyo.Yarın ise bilim adamları devasa barajların ürettiği
milyonlarca voltluk ve yüzlerce amperlik elektriksel enerjiyi bu devasa
akımı küçücük bir kristalden elde edebilecek.Ha bu nasıl oluyor? Bununda
yine kendine göre teknik bir mevzusu var.Yani yeterki bu anlaşılmak ve
yapılmak istensin.Bu da mümkün.
Sonuç olarak ne demiştik camı delmeden geçen kurşun
olayındaki gibi şu maddeyi istenilen hıza yükseltirseniz madde bilinen madde
içinden geçer ama bu hızlanan maddeyi burada göremezsiniz. Sanki duvarların
içinden geçip giden bir hayalet gibi. Madde o hıza o enerjiye sahip olunca
burada görünmüyor.İşte bu mantıktan olmak üzere dedik yakında ışınlama
kabinleri yapılacak. Gelecekte evlerimizde otururken asansör kabinlerini
yada mikrodalga fırınlarını andıran şekilde ışınlama kabinleri
yapılacaktır.Eğer bir marketten alışveriş yapmak istersek marketten ne
alacaksak bilgisayar vasıtasıyla alınacakların listesini markete
göndereceğiz yada aynı şekilde her türlü nakliye evimizdeki kabine anında
gelecek! Ve nakliye ücreti otomatik olarak kredi kartımızda kesilmiş
olacak.Artık bilgisayardaki elektronik postanıza mail’lerinizin gelmesi gibi
eşyalarınızda, nakliyelerinizde bu kabinlere gelecek.Her evde bu elektronik
sistemlere bağlı konuşan bir bilgisayar olacak (yapay zeka).Bu bilgisayarlar
gelen giden her şeyi denetleyecek ve size malumat verecek.
Market siparişlerimizi bu kabinler içine koyup bu
maddeleri radyo dalgaları gibi bir mikro dalga fırın sistemindeki gibi
yüksek formdaki enerji ışınlarıyla, enerji dalgalarıyla yükleyerek yani bu
dalgaları kabin içindeki maddelere yansıtarak maddeleri görünmez
yapıyor.Sonra bu maddeleri ışık hızında hızlandırıp istenilen ayarlanan
koordinatlara sapandan atılan bir taş gibi nakledebileceğiz.Önce kabin
içindeki maddelerin özelliği formu değiştirilerek görünmez yapılıyor sonra
madde başka bir noktaya doğru naklediliyor.Olay bu kadar basit.Mesela bu
maddeyi buradan bir yere gönderirken kabinin frekansını dalga boyunu
ayarlayıp telefon tuşları gibi gönderilecek yerin kodunu girip maddeyi
oraya ışınlıyoruz.Olay bu!
İşte tüm bunlar zamanda yolculuğun ön teknolojileridir,
ilk adımlarıdır. Sonuç itibarıyla maddenin çok üstünde bir titreşimle bir
hızla hareket eden bir araç kesinlikle dağılmaz ve bilinen frekanstaki
maddeyle çatışmaz.Çünkü o madde ondan hızlı geçiyor.Onun içinden geçip
gidiyor. Bu bu kadar basit bir şey! İşte bu tür deneysel ortamlar içinde
zamanda yolculuğun teknolojik ön hareketlerini yapacaksınız.
Yine zaman yolculuğu teknolojisine dair bir öngörü
sunmak gerekirse şöyle diyelim…zamanda yolculuk teknolojisiyle ilgili olarak
kullanacağınız bazı maddeleride size söyleyebilirim. Yani plazma ile neon
gazını bu zaman makinesini yaparken kullanacaksın.
Çetin BAL: Üstadım plazma derken ne
kasdediyosunuz?
Üstad Muzaffer Kınalı: Bu plazma canlıların
hücresinin içinde bulunan bir gaz maddesi! İşte onu kullanacaksın.Ve neon
gazının yanında bazı maddeleride bir araya getireceksin.Hatta bunu bir
makineden ziyade insana naylon gibi şeffaf bir elbise giydirip bu gaz gibi
enerjiyi bu elbisenin içine verdiğin zaman bu plazmatik enerji bulutunun
frekansı –titreşimi bazı dış uyaranlarca o kadar çok yükseltilebiliyorki bu
enerjinin yüksek titreşimsel alanları bir radyo frekans alanı gibi yüzlerce
binlerce akım gücünde insanı normalde yakıp yok edebilecek yada radyoaktif
gama ışınları enerjisinden bile yüksek enerji düzeylerinde olan bu enerji
insanla temas ediyor ama insana zarar bile vermiyor hani ilahi irade nur
gibi düşün! Çok büyük bir enerji frekansı ama insan biyolojisine zarar
dahi vermiyor işte bu enerji insanı içine alıp kuşataratak yerçekimsel
atmosferi nötralize edebiliyor.Ve siz öylece havaya yükselerek havada
durabiliyorsunuz. Hatta o elbiseye ek sistemler taktığınız zaman kendinizi
havada hareket ettirebilirsiniz.Hatta isteğe öre frekansı biraz daha
ayarlayıp görünmez olabilirsiniz.Frekansı biraz daha değiştirince kendinizi
o elbise sayesinde bu boyut ve zaman mevhumundan da çıkarabilirsiniz.Bu
elbise sayesinde yine teknolojik olarak zamanda ileri geri gidebilirsin.İşte
uçan dairelerin (UFO) çalışma sistemi burada anlattığımız gibidir.Uçan
dairenin içinde tabir uygunsa motor bölümü dediğiniz yerde bu plazmatik
madde vardır.O madde hızlıca titreşince, hızlıca hareket edince – alternatif elektirik akımı gibi
devresini tamamlayınca birden o titreşim ve hızla
birlikte UFO yu içine alan yada uzay gemisini, zaman makinesini yada ne
dersen de ismi önemli değil istersen buna ‘zaman -uzayı aşan sihirli
küre’ de! Önemli değil..! işte bu kendi
içinde akımını devrresini tamamlayan plazmatik enerji vibrasyonları
-aracımızı içine alan bu yüksek
frekanslı bir enerji alanı- meydana gelince görünmez olup boyut
değiştirebiliyoruz.Aslında bu olay gayet basit. Şu maddeyi görüyosun dimi.
Bu madde bir enerji yoğunluğu aslında! Bu enerjinin bir hızı bir iç
titreşimi var. İşte bu yoğunluk bu titreşim bunun kütlesini, boyutunu, zaman
çerçevesini belirleyen şeydir. İşte o titreşimi o hızı aştığın zaman ondan
daha büyük hız yaptığın zaman yani ister yerinde dön ister frekans olarak bu
işi yap ..yani nasıl yaparsan yap bu hızın bu titreşimin üstüne çık !! İşte
şu maddenin üstünde bir titreşime çıkınca burada görünmez oluyosun boyut
değiştiriyosun.Bu bu kadar basit.Yani bir başka yoğunluk düzeyinden bir
başka yoğunluk düzeyine geçiyorsun.
İşte bu gibi şu maddenin bir çok kullanma şekli,
kullanma yolları vardır.Bunu bildikten sonra UFO dediğimiz teknoloji çok
basit teknoloji aslında.Ama bu birazda olaya nerden baktığına nasıl
baktığına bağlı.NASA daki mühendis bile bu olayı bin yılda düşünse bunu
idrak edemez! Bu bir zeka bir görüş gücü meselesi.Önce gönül olarak, akıl
olarak o noktaya varmak lazım.Mesela bence ilk tekerleği bulan akıl eden
ikel çağdaki mağara adamının zekası bugün normal bir roketi tasarlayan
mühendisten daha fazladır.Çünkü o olmayan şeyi düşünmüş, bulmuş, idrak
etmiş.Yani onu akıl edebilmiş.İşte zeka dediğimiz yaratıcılık dediğimiz şey
bu! Öbürü önünde hazır olanı kendisine sunulanı yazıp çizip ortaya
koyuyor.Bu zeka demek değil! O ezber demek.
Not: Üstatla 1980’lerdeki sohbetimizde
kendileri bana zaman aracını yaparken tüm bu maddelerin yanında fosforik
bir maddeyi ve alüminyum tuzları gibi maddeleride kullanacağımı
söylemişti.Hatta bu maddeleri bir araya getirip saydam canlı bir metal
yapmam gerektiğini ve bu canlı kendi kendini tamir eden -onaran saydam
metali ‘küresel cam balona benzeyen’ zaman aracının dış kabuğunu yaparken
kullanacağımı söylemişti.Sonra iç içe geçmiş cam balonu andıran bu aracın
iki küresel kabuğu arasındaki manyetik boşluğa elektron plazması enjekte
etmem gerektiğini sonra bu enerji plazmasını ışık hızında döndürünce zaman
makinesininde yerinde yüksek frekanslarla kaplanıp görünmez olacağını
söylemişti.Birde küresel aracın ara vakum boşluğunda oluşan çok yüksek
radyasyonik ışınlardan dolayı merkezdeki yolcuların bundan etkilenmemesi
için <<iç küresel cam balonun>> radyasyonu geçirmeyen bir metal alaşımdan
yapılması gerektiğini söylemişti.Birde teknoloji geliştikçe daha farklı
durumların olacağını söylemişti.O konuya burada girmek istemiyorum.Ama bana
o zaman için manyetik metallerden söz etmişti.
Üstat Muzaffer Kınalı: Bazı insanlar sen tüm
bunları nerden biliyosun dediklerinde şunu ifade etmek istiyorum.Önce
bilinmeliki BİLGİ her yerde var! Bilgi önce her sorunun içinde bir yanıt
olarak gizlidir zaten.Mesela büyük bir anlam ve bilgi potansiyeline sahip
bir soru düşünelim.. o sorunun arkasına baktığın zaman devasa bir bilgi
kaynağı var.O sorunun ardında içinde yanıtı saklı zaten. Her soru bir ilmin
kapısıdır.İşte o kapıyı hafifçe araladığın zaman arkadaki bilgiler
görünüyor.Bu bize göre bu kadar basit. Her sorulan SORU’nun kendisi bir
bilgi birikimidir.Madde enerjidir.Enerji bilgi yığıntısıdır.Bilgiler ebedi
ve ezeli vardır.Biz bunları burada konuşurken yeni bir şey icat
etmiyoruz.Yine varolan bilgiyi alıyoruz. Nasıl alıyoruz peki? Bu noktada
almasını bilmek lazım.Nasıl alacaksın? Bu bilgileri bizle bağlantı kuranlar,
hassas olanlar benim şu düşüncelerimi telepatik olarak alabilirler.O da
söyler ordan.Sanki vahiy gelmiş gibi içine doğmuş gibi ilham almış gibi
alabilir.Yani varolan bilgiler birbirine aktarılabilir.
Kişiler madde’den bu bilgiyi alabilirler.Mesela biz şu
an burada konuşuyoruz öyle değimli? İşte şu konuştuğumuz her şey ses
frekansları olarak her türlü zihinsel elektiriksel dalga neşriyatı olarak
beyin dalgaları olarak şu ortamdaki maddelere sinerek işlemektedir.Bir teyp
bandına kaydolur gibi kaydolmaktadır.Zamanla bu bilgileri hatta
görüntülerimizi bu maddeleri lazerle okuyarak yada farklı tesir dalgaları
ile tarayaraktan alabilirler.Geçmişi adeta yeniden holografik olarak
canlandırabilirler.Biz bazen hastalara şifa için kristaller veriyoruz.Ve bu
kişilere kristalleri hemen kullanmayın diyoruz.Önce onları deniz suyuyla
yada elma sirkesiyle temizleyin diyoruz.Çünkü kristaller her türlü negatif
ve pozitif görüntüleri, bilgileri, sesleri, psişik dalgaları kendi
üzerlerine kaydederler.Hasta bu kristali üzerine taktığı zaman ondaki her
türlü negatif psişik ve nazar türündeki manyetizasyonu, tesiri kendi
üzerine çekiyor.Ordaki negatif tortuyu kendi üzerine çekiyor.Ve hasta doğal
olarak bundan rahatsız olur. Ama biz bu kristali temizletip saf hale getirip
adeta sıfırlıyoruz sonra gerek manevi bilgiyi gerekse şifa enerjisini oraya
yüklüyoruz.
Çetin BAL: Üstadım peki kristal deyince zamanı
bir enerji kalıbı olarak düşünürsek bu zaman enerjisini kristale yükleyip
zaman boyutlarını değiştirmek için bu kristalden yararlanma durumu sözkonusu
olamaz mı?
Üstat Muzaffer Kınalı: Zaman enerjisi ve
kristaller çok başka bir konudur onu daha sonra ayrıca ele alalım.Ki zaten
daha önceleri bu konuya dair bazı bilgiler vermiştik.
Kristale bilgi ve şifa enerjisi yüklemekten
bahsediyorduk…İşte bu kristaldeki negatif enerjiyi silip onu temizledikten
sonra, saflaştırdıktan sonra kristale gereken şeyleri yüklüyoruz.Böylece
kişiler ordan hem manevi bilgiyi hem şifa enerjisini, bioenerjik özü
alabilmektedirler. O gibi bilgi birde yaratanda var! İçindeki bulunan
Allahın nuru var.İnsanın içinde! İnsanın özünde allahın nuru var zaten!
İşte o vahdet boyutuna o aklı kül noktasına o içindeki öze ulaştığın zaman
-ona ulaştıktan o bilgiyle hem dem olduktan sonra – artık BİLGİ nerdedir
diye aramana gerek yok! Artık her bilgi doğrudan çoğu yerde izafiyetteki
teknik ayrıntıları ile olmasada bir anlayış bir prensip olarak özde bir
kavrayış olarak bir his olarak, sezgi olarak sana geliyor zaten. Nasıl'ki
yere artezyen kuyusunu açtığında yerdeki su kendiliğinden yüzeye çıkarak
fışkırır akar…işte o gibi kendi bilinç altınla yada üst bilinç dediğin
allahın nuruyla o her şeyi kuşatan makrokozmik bilinçle irtibat
kurabildiğinde her neyi düşünürsen nasıl bir soru aklına gelirse o sorunun
içindeki cevaba kendiliğinden nufus ediyorsun zaten.Hani dedik ya
sonsuzluğu anlamak için sonsuz, Sınırsızlığı kavramak için sınırsız olmak
lazım… işte aynı şey!
Yani biz fiziksel duyularımızla aldığımız bir kitaptan,
gördüğümüz şeylerden okuyup duyarak, bakarak sizlere burada bir şeyler
anlatıyor değiliz.Bizler tüm bu bilgileri kendi ruhsal yapımızdan, kendi
özümüze doğru olan tefekkür tulumbasından alarak bilgiyi (suyu) açığa
çıkartırız.Yani ben tüm bu bilgileri bir yerden aldım, okudum, ezberledim
ve şimdide size söylüyor değilim! Gözün, kulağın devreye girdiği kitap ilmi
bir yere kadardır.Oysaki onun ötesine geçmek lazım.Gönül gözü ile ruhsal
göz ile eşyaya bakmak ve ondaki bilgiyi almak lazım.
Fakat buradan sakın okumayalım, öğrenmeyelim anlamı
çıkmamalı.Elbette hiç okumamaktansa fizik dünyanın imkanları içinde de olsa
okumak araştırmak, öğrenmek, kitap karıştırmak çok daha güzel ve kutsi bir
şeydir.Öyleyse önce okuyacağız.Okumak önemli! Lakin okurken araştırırken
okuduğumuz şeyler insan ruhunu rencide etmemeli, okunan şeyler bizi kitap
yüklü eşeğe dönüştürmemeli.Okumak meseleyi anlamaktır.Anlam’a nufus
etmektir.Mana’ya nüfus etmektir. Hz Ali’nin dediği gibi ilim bir nokta
imiş cahiller onu çoğaltmış. Bu gibi meseleye öze nufus etmek lazım.Bir
kitabı bu noktadan yola çıkıp okumak lazım, bilgiye böyle bakmak
lazım.Okunan şeyler insan beynini, zihnini örseleyip yormamalı.Alınan bilgi
insan ruhunu yüceltip o yolda insana bir merhale kazandırmıyorsa o bilgi
boştur ve yüktür.Bilgi insan ruhunu-zihnini dejenere etmemeli.Daha da
güzelleştirmeli ve latifleştirmeli ve Allah’ın sonsuz sevgisi, rahmeti, nuru
ve şefkati ile doldurmalıdır insanı. Elde edilen bilgi enerjisinden sevgiye
ve şefkatin o muazzam enerji okyanusuna doğru bir kanal bir yol açılmıyorsa
o bilgi kısırdır ve makbül değildir.Oysaki BİLGİ sonuçta kendi özümüzün
sonsuz bilgeliğine giden yolu açan bir araç olmalıdır.Asıl BİLGİ o dur!
Hakikatin bilgisi.Zaten tüm bilgiler bu NOKTA dan türeyip ve bu noktaya
doğru yükselen bir değere haizdir.İşte BİLGİ denen şeyi böyle kavradığınız
zaman TÜME VARIM dediğimiz şeyde budur.Akıl içinde tüme varımda budur.Aklı
kül denen şeyde budur.Yani tüm bunları böyle anlarsanız velilik makamına,
hakikat makamına mahzar olursunuz.Buna dair Yunus Emre şöyle diyor:
Gönül gitti elimden
Ele gerisi değil
Hak ile bir olduda
Artık ölesi değil
İşte Yunusunda dediği gibi ölmek yok zaten! Çünkü biz
kainatlar yok iken de var idik. Nice yaratanla muhabbetler ettik, nice
alemlerde, melekut aleminde ve daha nice alemlerde muhabbetler ettik
konuştuk. Hatta ademin yaratılması fikrinide konuştuk bu bedensel formu daha
bu alemler bu dünyalar yaratılmadan önce yüksek alemlerde tasarlayıp
planladık.Bir çok varlık ademin yaratılması fikrine karşı çıktı.Ne gerek var
ne luzüm var dediler.Büyük hararetli tartışmalardan ve münakaşalardan sonra
bu alemlerin, sistemlerin ve ademin yaratılmasında karar aldık. Şimdi ise
burada bedenlendik, ve kendi tasarlayıp kurguladığımız, yasalarını
koyduğumuz bu alemler içinde bu maddeleri, bu adem denen bedeni onun DNA
sını onun fiziksel kalıbını onun bir parçası olan bu gezegeni ve tün
bunların oluşum sırrını şu an burada tartışıyor inceliyor ve
araştırıyoruz.Henüz burada eşyanın mahiyetini anlamaya ve insanın varlık
sebebini fizik ve metafizik boyutlarda-psişik ve parapsikolojik boyutlarda
anlamaya ve kavramaya çalışıyoruz.İşte bu oluşumun sırrı yine kendi içinde
saklı.
İşte insanlar o muhabbet ortamlarını dahi görecek ve
bilecekler. Şu fizik bedeni terk ettikten sonra bu yüksek mekanlara
yaratılışın plan ve proğramlarının hazırlandığı bu boyutlara gitme şansımız
daha çok tabi. Ama burları görmek bilmek için illede ölmek şart değil! esas
mesele ölmeden önce ölmektir.Yani şu bedeni terk etmeden bu beden içindeki
yaşamımızda o yüksek boyutlara intikal edebilme imkanına erişmek lazım.
Sonuç itibariyle tüm bilgiler, tüm sonsuzluğa ait
bilgiler tüm sonsuzluğa ait vizyonlar devam eder gider. O noktada en son
Yunus Emre şöyle diyor:
İkiliği silmeyen
Hakkı canda bulmayan
Gaybı kendin bilmeyen
Rabbin bilesi değil
Yani ne demek bu? Gayb diye bir şey yok! Gaybi
bilmessen rabbi nasıl bileceksin! Gayb diye bir şey yokki. Her şey var!
Allah yoktan her şeyi varetmiş, vardan yok etmiyor.Yani fizik kuramlarıda
böyle der.Ne bir şey varken yok olur ne de yoktan varolur! Her şey sadece
biçim değiştirir.O da izafidir.Mutlak olan hiçbir şey yeniden varedilmez.
Fiziğimizin şöyle yada böyle olması YOK anlamına gelmiyor.Her şey
izafidir.Yani bir madde boyut değiştirdi diye zaman boyutlarında atladı ve
ortadan kayboldu diye bu madde burada YOK oldu diyemeyiz.O sadece boyut
değiştirmiştir ama yine buradadır boyut farkıyla tabii! yada moleküler
yapısı bizim onu göremeyeceğimiz forma bürünmüştür.Demek ki her şey bir
değişim fazına değişim döngüsüne tabidir.Ve her şey izafidir.KÜTLE bile
BOYUTLAR bile ZAMAN bile izafidir.Küçüklük büyüklük bile izafidir.Yerine
göre sen bir atomdan daha büyükken öyle bir fiziksel değişime maruz
kalırsınki atom senden büyük hale gelir.Demek oluyorki her şey izafidir.Şu
kullandığımız dil bile şu kavramlar bile izafidir.Bir kavram bile cümle
içindeki yerine göre bambaşka anlamlara bürünebiliyor.İşte fizik dünyada
böyle.Ufak bir titreşim değişikliği bambaşka bir renk boyu ortaya çıkardığı
gibi bir maddenin bambaşka bir boyuta geçmesinede vesile olabiliyor.Bu
gibi her şey bir şekilde değişir, başkalaşır ama yok olmaz. Yani yok olmak
diye bir şey yok!
Dünya gezegeninde bazı kurallar ve kaideler
vardır.Mesela dünyada insan en az 1200 yıl boyunca yaşayabilecek GEN
yapısına sahiptir.Kural bu! 1200 yıl! Genlerde yazılı bu. Kainat
proğramlanırken insanda bu şekilde yaşamaya proğramlandı.Hatta bu bilgi
akaşada ve levhi mahvuzda bile var. Birde insan ruhu dünyaya binlerce kez
daha gelmekte ve dünya da deneyim sahibi olmaktadır.Yani dini tabire uygun
olsun diye şöyle diyelim Allah her ruha sınırsız denebilecek bir kredi
toleransı açmaktadır.Sadece bu dünyada değil başka dünyalarda ve başka
boyutlarda da bir çok kez yaşıyorsunuz.Sizin için bir ömür değiniz bu
hayat Allah katında bir andan bir noktadan ibarettir.Öyleyse size göre çok
gibi görünen bu hayat Allah katında çok kısa bir andan ibarettir.İnsanlar
daha nice çeşitli ortamlarda sınavlara deneyimlere tabi tutulmaktadır.Ama
insanlar bir önceki hayatlarını hatırlayamıyor tabi.Ancak hipnoz gibi
bilinç hallerinde bu hayatların anısına ulaşılabiliyor.Evrende daha nice
sırlar gizli. Lakin henüz bu kadarını bile insanlar anlamakta kavramakta
ve buna inanmakta güçlük çekerken bu hallerin daha ötesini anlatmak çok
daha zor. İlim, bilim ne derseniz deyin anlamak kavramak sonsuzdur.Müteala
sonsuzdur!
Dünya küresini ve hatta daha da genişletelim şu yıldız
sistemini daha genişletelim şu galaksiyi daha genişletelim şu kainatı
daha da genişletelim şu iç içe sonsuz boyutları düşündüğümüzde
hani bir su
damlasında iç içe sonsuz frekanslarda titreşen boyutları ve onun içinde
saklı sonsuz ışık noktalarını- sonsuz sayıda galaksileri düşün.Şimdi bunu
avuçlarının ortasında havada asılı duran ışıl ışıl parlayan rengarenk
bir su damlası gibi bir hologram gibi düşün.Şimdi avuçlarının içinde tututuğun o şeye bak! İşte o avuçlarının içinde tuttuğun şey sonsuzluğun
kendisi! Sonsuzluk bize göre sonsuzdur aslında! Onu kendi içinde
düşündüğünde o sonlu bir noktadır! Sonsuz bir içsel genişlik hiçlik
içinde bir yokluktur aslında.Bir NOKTA dır.İşte biz bu sonsuzluğu kendi
evimiz gibi görüyoruz.Düşündüğümüz noktada beden yapıp yaşabiliyoruz.Ama
insanlar değil bu sonsuzluğu mütela etmek evrende toz zerresi kadar bile
olmayan şu dünya gezegenini bile mütealadan acizler.İnsanlar kendi
ailesinden içinde bulunduğu çevreden toplumdan gördüğü aldığı kültür, dini
anlayışı, bilimsel anlayışı, felsefi anlayışı, kelime kapasiteleri, dil
hazneleri, zeka formasyonu yaşama biçimi neyse o kadarlık bir dünyayı
düşünebiliyorlar! Ve ona göre bir eylem üretebiliyor.Daha fazlası değil.
Zira insanın geliştirdiği teknolojide o nispette oluyor daha fazla değil.
Şimdi dikkat et sonsuzluk deyince bu oluşumun içinde
sonsuz sayıda boyutlar, sonsuz sayıda galaksiler, sonsuz sayıda yıldız
kümeleri, sonsuz sayıda gezegen sistemleri bir arada ve iç içe
varolmaktadır. Ve tüm bu sonsuzluğa dağılmış olarak yaşayan…. üzerinde
zeki yaşam olan bir o kadar da yani deniz kenarındaki kum tanelerinin
sayısından daha fazla sayıda bilinçli yaşam formu mevcut.Tüm bu sonsuz
sayıdaki türlü ve çeşitli zeki yaşam formlarının sahip oldukları değişik
kültürleri, inanç sistemleri, felsefi düşünceleri, bilimsel ve teknik
icatları mevcuttur.Dikkat şimdi bir çok yaşam biçimi-yaşam türü ve bir o
kadarda düşünce biçimleri inanç biçimleri var.Biz daha biri hristiyan biri
müslüman biri şöyle düşünüyor biri şöyle inanıyor diye daha şu küçücük
zerre kadar olmayan dünyadaki çeşitlilikle baş edemiyoruz.Her kes benimki
doğru diyor! Herkes birbirini düşman görüyor! Müslüman kendine göre doğru
öbürüde kendine göre doğru! Peki gerçekte hangisi doğru? İşte tüm bunlar
biririni ayrı gördükçe hiç biride doğru değildir demektir. Bunun sonsuz
evrende bir nokta kadar bile olmayan dünyadaki kısır bilgi ve kültür
içinde böyle değerlendirip bunu böyle düşünürsek acaba diğer sonsuz diye
niteleyebileceğimiz kültürlere inanç sistemlerine ne diyeceğiz nasıl
bakacağız peki?
Sokaktaki adam anasından, babasından, dedesinden,
çevresinden, okuldan, üniversiteden, kitaplardan ne gördüyse kendisine ne
anlatıldıysa öyle sanıyor.Öyle biliyor.Öyle şartlanmış.
İşte gerek dinsel inanç sistemlerine gerek bilimsel
düşünceye gerekse felsefi ve kültürel değerlerimize bakarken sınırsız,
sonsuz bir bakış açısıyla eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak lazım.Aklı
kül boyutundan olaylara bakmak lazım.Herkes kendi inanç sistemini tüm
sonsuzluğun merkezi sanıyor.Hayır öyle değil işte! Bilgide tüm inanç
değerlerinizde izafidir.Tüm farklılıklar izafi bilgilerden doğar.Demek
oluyorki dine ve inanç sistemlerine felsefelere bakarken bile asıl olanın
her koşulda ve her zamanda aynı kalabilen ve hakikat olabilen şeye bakmak
lazım.
İşte tüm sonsuzluğu müteala ettiğimiz vakit hakiki
inancın ve dinin hatta felsefenin asıl değişmez merkezi noktasının her
şeyin allahın nuru- şuuru içinde bir ve bütünlük arzettiği bilgisidir.Tek
bir kozmik NUR ve tek bir BİRLİK ŞUURU! İşte bunu anlamak ve buna önem
vermek lazım.Ama biz buna önem vermektense ayrıntılarla boğuşup izafi
bilgeler çerçevesinde dini değerlendiriyoruz. Kendi gezegenimiz dahil diğer
dünyalardaki tüm inanç sistemleriyle bu noktada buluşup birleşebiliriz.Yani
allahın, evrensel zihnin yada tanrının yada o kozmik bilincin nuru içinde
vahdaniyeti içinde hakikate varabiliriz.Her şey BİR dir.
Hz Muhammette , Hz İSA da Hz Musa’da BUDA bile bu
birliğin bu külliyatın anlayışını bu oluşumun bu kozmik birliğin altını
defalarca çizmelerine karşın zamanla insanlar dünyevi hal ve bakış açıları
içinde daha çok izafiyetteki ayrıntılara ve şekillere yöneldiler.Cehalaet
ve kalıpcı yaklaşım o kadar çok ruhlara nufus etmişki içinde aynı NUR ve
RUH barındırmasına rağmen insanlar adeta kamplaşırcasına Tanrı ve Allah
kelimelerinde bile bir ayrılık yaratıyorlar. Dikkat et değil eylemlerde
kavramlarda bile bölünen bir insanlık sözkonusu! Bir Tv kanalında Tanrı
denirken diğerinde Allah diyor. Böyle bir ayrım yanlış.Mesele hangi
kelimeyi kullandığın değil hangi ruhla o kelimenin içini doldurduğundur.Ama
bunu anlamıyor adam! Allah kelimesine özel bir paye veriyor. Taktığı
türbana özel bir paye veriyor.Bu yanlış! Mesela türban bile dinde olan bir
şey değil!! Ama İslami kültüre ait bir giyim motifidir.İllaki olması
gereken olmazsa olmaz bir şey değildir.Bunu böyle anlamak lazım gelirken ve
dini daha evrensel düzeye taşımak gerekirken maalesef bu gibi bir çok konu
siyasi ve politik rant uğruna kullanılıyor.Bu yapılırken bilmeden dini
değerler bile ayaklar altına alınıyor.Bunun sonuçlarını adam dar kafasıyla
göremiyor. Adam o anki durumu heyecanı görüyor.Ve iyi bir şey ettim
sanıyor.Oysaki on yıl, yüz yıl, bin yıl sonraki durumu ve aksiyeti buradan
göremiyor fark edemiyor.Aynı şey İslam'i şiddet içinde geçerli.
Oysaki her konuda olduğu gibi hele dini konularda
daha çok dikkatli aklı kül ve sabırlı olmak lazım.Biz bunu deyince kişiler
dar bakış açısı içinde kötü bir şey demişiz gibi düşünüyorlar.Oysaki
olaylara biraz daha geniş bakılsa ne demek istediğimiz daha iyi
anlaşılacaktır.Bir yüz yıl sonra İslam'ı rezil rusva bir hale soktuktan ve
değerleri dejenere ettikten sonra son pişmanlık fayda etmez. İslam'daki
sevgi ve birlik şuuru ile bir nükleer enerji santrali olmak varken bir
pil olmaya doğruda gidebilirsiniz.Bir pil nereyi ne kadar aydınlatır? Şu
haliyle İslam kendini bile aydınlatmaktan acizdir.Demekki yanlış anlaşılan
yanlış tatbik edilen bir şeyler var.Bu sadece İslam için değil dünyada ki
bir çok inanç sistemi içinde geçerlidir. Kabı daha geniş olan diğerini içine
alır.Yani bu gibi illede türban, illede şu kelimeyi kullanacam, illede bu
dili kullanacam, illede İslam beş şarttan öte değildir demek İslam'ı daraltır
İslam'i küçültür.Adamın biri İslam'ı eleştirdiğinde buna tahammül etmesini
bilmek gerek!Arkadaş İslam bu kadar acizmi ki? Sende İslam kültürünün
engin görüş gücü içinde bu eleştirel argümana karşılık yanıtını
ver, eleştirini yap! Yani eline silah alıp yazarı çizeri Allah adına
öldürmek yerine allah adına sende kalemi eline al dinini savun! Sende
felsefe yap sende karşı düşünce üret! Ama yok o zor geliyo tabi
cennete gidecek 'ya adam öldürmek daha kolayına geliyo! İşte bu gibi
kişi saldırgan eğilimlerle kendi inancının değerlerini küçültür.Kafa dar
olduğu için bunu anlamıyor adam. Anlatamıyorsun da! İslam adına heyt lan
diyip ortada bağırıp çağırmakla göz korkutmakla bu din yücelmez. Oysaki
İslam'ı bir sevgi bir aşk ve sonsuz bir hoşgörü
sonsuz bir sabır sonsuz bir şefkat, sonsuz bir ilim ve esneklik dini olarak insanlığa lanse
etmek gerekir. Ki gerçek İslam'da budur zaten.Ama gelde bunu insanlara
anlat kabül ettir. Zor yani! Küresel dünyadaki egemen güçlerle onların
diliyle silahlarıyla mücadele etmek varken yani ekonomiyle, sanayi gücüyle,
kültürel gücünle, edebiyatınla, biliminle, sinemanla!! Eğitimli insan
gücüyle!... Bunlar yoksa cahil kitlelerle anca kendi içinde
birbirini öldürürsün, meshep kavgalarına girersin, baş örtüsünü tartışırsın,
küçük menfeat ve çıkar hesapları yaparsın. Elin oğlu uzaya gider
sen arkasından bakarsın.Daha öteye gidemezsin.
Çetin BAL: Üstadım öyleyse bence biz burada
örgütlenmekten çok batıya yani Amerikadaki özgür beyinlerin olduğu
gençlere insanlara yönelmeliyiz.Burada durum belli! Buradaki siyaset ve
anlayışda belli.Yani bu insanlar cami ile ev arasında öyle gidip gelirler
daha ötesine ulaşmaları zor görünüyor.Çünkü burada ben karanlıktan başka
bir şey görmüyorum.Nefretle dolu kararmış kalblerden başka bir şey
görmüyorum.
Üstat Muzaffer Kınalı: Ama sonuçta sen genelde
bu çalışmaları batıya doğru kaydırabilirsin. Çünkü buradaki söylemlerin
benden sonra senin açından sıkıntılar yaratabilir buradaki kafa yapısı
belli? Kitlenmiş bir anlayış var. Ama sonuçta Hz Muhammetin dinini ümmetini
daha iyi noktaya taşımak için biz buradayız.Bu hayatımızda en azından
buradaki kültürel çıtayı bir derece daha yükseltebilirsek bu yukarı
alemlere pozitif bir enerji olarak yansımaktadır.Çünkü buradaki durum
yukarı alemlerde de üzüntü yaratmaktadır.Bu karanlığın içinde bir süre
daha ilahi nurun meşalesini yanık tutmak gerekir.
Çetin Bal: Üstadım ben kendi adıma islamı kendi
başına bırakmak gerektiği kanaatindeyim.Kendi içlerinde kendi kafa
yapılarında nasıl ne şekilde bir anlayışla dünya küresi üstünde yer bulmaya
çalışırlarsa çalışsınlar.Bence islamdan uzak durmak daha iyi.Çünkü
eleştiriyi kaldıramayan fikri olamayan eleştiri yeteneği olmayan bir
toplum söz konusu.Bence dünyayı iki kutba ayırmak lazım.Mikro toplumlar ve
makro toplum olarak!
İlahi nurun ve şuurun birliği ve bütünlüğü içinde
birleşen insanları makro toplum camiası içinde ve kendi inanç
sistemlerinin insanları bölen, ayrıştıran izafi değerlerini bırakmak
istemeyenleride mikro toplum denen bir bölgede bir araya getirmek lazım.
Üstat Muzaffer Kınalı: Böyle düşünmem
yanlış.Kişiler alabildiği kadarlık bilgiyi anlayışı alabilmeliler.Sen kendi
anlayışın içinde elinde olan bilgiyi görgüyü bir şekilde belli bir çerçevede
sunmalısın.Bunu alacak olanlar çıkacaktır.İnsanlar muhakkak daha iyiye daha
güzele giden yolu bulacaklardır.İnsanlar değişebilir gelecek
değişebilir.Bugünden böyle kutuplar yaratmaktansa mümkün olan en büyük
birliği beraberliği kurmaya çalışman lazım.Olaya böyle bakman lazım.
İnsan AKLI KÜL mertebesinden olaylara bakınca doğruyu
zaten kendiliğinden bulur.
Eskiden ben çocukken Tv’ deki belgesellerden
afrikadaki, amerikadaki yerli kabileleri ve kuzey kutbundaki eski moların
yaşam kültürlerini inanç sistemlerini izlerdim ve düşünürdüm.Onların bir
çok adeti geleneği –göreneği, yaşam biçimleri bizlerden çok farklı.Yani
islami anlayıştan çok farklılar.İslamı dahi bilmiyorlar.Tabi biz kendimize
göre islami değerleri hak olarak biliyoruz ya! Hani gerisinede kafir diyoruz
. Şimdi dikkat et! Bende buna kendimce isyan ederdim.Yani allaha sitem
ederdim.Çünkü onlara belli kısıtlı imkanlar vermiş bize daha farklı
imkanlar vermiş.Bu bana ayrımcılık gibi gelirdi.Bu yüzden çocukken babama
şöyle derdim: Baba kusura bakma hem aydın hem dindar geçiniyorsun ama senin
allahın çok cahil galiba derdim.
Niye bunu kör yapıyor, bunu topal yapıyor. Diğerine
kraliyet saraylarından her türlü imkanı veriyor.Bir diğerinin zekasını az
veriyor bir diğerinin anlayışını kıt veriyor.Birisini dilenci
yapıyor.Birisinin hiç imkanı olmuyor.Fakirlik içinde doğup büyüyor. Sonrada
Allah hesap soruyor. Bu nasıl bir düzen diye isyan ederdim.Bunu kafir
yaratmış altınada kaderini yazmış sen böyle olacan diye.Birine cennetlik
yazmış ötekine cehennemlik yazmış sonrada hesap soracam diye ahkam
kesiyor.Böyle çifte standartlı cahil Allah olurmu diye çıkışırdım babama.Ya
senin allahın çocuktur yada cahildir derdim.
Babama benim allahım öyle değil derdim.Benim allahım
hiç haksızlık etmez derdim.Şimdi demek oluyor ki insan bunu sorgulamalı!!
Şimdi mesele sandığımız gibi değil! Yani öyle değil işin aslı.Allah böyle bu
şekilde ayrımcılığa dayalı hiçbir şey yaratmıyor.Yani hiçbir şey göründüğü
gibi değil. O sadece hayır ve şer kurallarını ve kanunlarını yaratıyor.Fakat
düzenlemede sana ait. Sen bundan önceki hayatında birine tokat atmışsın
diyelim.Öyleyse bu hayatında başkasından bu tokatı yiyeceksin.Yani
reankarnasyon ve karma ağı denen şey evrende varolan bir düzen. Herkez
‘ne ekersen onu biçersin’ kanunlarına tabidir.Zerre kadar iyilik zerre kadar
kötülük karşılıksız değildir.Gerek bu dünyada gerekse öbür dünyada! Bu iç
içe geçmiş bir ağdır.Ama karşılık mutlaka bir şekilde yerini bulur. Öyle
yada böyle.Etki tepki meselesi yani.Bundan kaçamazsınız. İşte bu allahın
ilahi adaletinin tecellisidir.Her hal bundan bir önceki halin, tefekkürün
düşüncenin, sözün ve eylemlerin bir sonucudur.İnsan bu hayata geldiğinde
doğduğunda belli bir plan dahilinde belli koşullar içerinse doğuyor.Hiçbir
şey tesadüf değil öyle. Maalesef bugün dinsel bazda bu reankarnasyon
gerçeği kabül edilmiyor.Bunu kabül etmemek dinin evrensel boyutunu
zedeler.Yani bir çok olayı açıklayamazsın.İnsanlar din alimleri bu gerçeği
anlayamıyorlar.Ne ekersen onu biçersin dedik yani kısasa kısas! Hatta
şeriat kanunlarınıda bu gerçeğin bilgisine sahip zatlar buna göre
düzenlemek istemişlerdir.
Şu andaki yaşadığım her şey konuştuğum her kelime benim
bundan sonraki yaşayacak olduğum hayatlarımıda enterese ediyor.Ben bundan
önceki yaşadığım hayatları biliyorum ve beş defa daha dünyaya geleceğimi
biliyorum.Bunu isteğe göre yine değiştirebilirim.İrade kendi elinizde
başkasının elinde değil.Hatta neyi hak ettiysen ruhsal planda bunu kendin
ölçüp biçiyorsun.Benim şu konuda bir eksiğim var şu konuda yeterince
gelişmemişim diye kendi hesabını yapıyorsun.Sonra allaha diyorsunki
allahım şu şu noktada eksiklerim var bunu şu şekilde ilahi kanaunlar
çerçevesinde şöyle berteraf etmek istiyorum diye bir sözleşme akit
imzalatıyorsunuz.Yani bu bu şekilde olmuyor tabi.Zaten kendiliğinden sendeki
negatif ve pozitif enerjilere eğilimlere göre ve titreşimsel yasalar ve
rezonans ve tabir uygunsa indüksiyon yasaları babından kendiliğinden
belirli bir plan ve oluşum dahilinde ruhsal bir intikal söz konusu
olmakta.Mesela bir mıknatısın N kutbuyla S kutbunu belirli bir mesafeye dek
yaklaştırırsan birbirini çeker.Bu gibi ışık, enerji ve frekans yasaları
gereği her şey olacağına varır.Negatif bir eğilim bu yönde bir oluşum
yaratır.İstanbul trenine binerseniz ankarada uyanmayı beklemezsiniz dimi!
İşte bu ruhsal boyuttada birebir işleyen kurallar vardır.Allahın imzası ve
akti bu yasalar çerçevesinde vardır zaten.Bu ilahi imza enerjinin içindeki
yasalar olarak bizim planlarımıza dahil olur.Biz farkında olmayız tabi.Ama
bu böyle oluyor.
Bunu daha anlaşılır bir dile ifade edersek neyi nasıl
yaşıyacağın konusunda tümüyle kendi kararlarını alıp allaha bir söz
veriyorsun.Allah’la akit yapıyorsun oda senin yazdığın bu planı
imzalıyor.Tamam git bu şekilde yaşa borcunu öde diye!Bunun altına sende
imzanı atıyorsun.İşte bu senin kaderin oluyor. Allah aksine sanıldığı gibi
bir çok şeyi zorlaştırıcı değil daha da kolaylaştırıcıdır.Daha da kendi
adına bağışlayıcıdır.Ama kul hakkı ayrı tabi! Dört tane hatan varsa üçünü
daha da affediyor.Allahın şefkati ve rahmeti sonsuzdur.Kuran’ı kerimde
bile ‘‘size gelen her musibet kendi elinizle yaptıklarınızdan ötürüdür
bununla beraber Allah çoğunu affeder’’ dediği halde biz her şeyde Allah
şunu yazdı, Allah böyle istedi, allahtan zelzele böyle oldu, Allah’tan kader
böyleymiş diye serzenişte bulunuyoruz.Adamın canı çok sıkıldığı zaman her
şeyi kendi eliyle bile bile işlediği tüm hataların faturasını bile allaha
kesiyor.Adam deprem bölgesi üstüne bina inşa ediyor evi yıkılıyor …allahtan
diyor.Böyle şey olmaz! Ordaki tüm vebal bu işe vesile olan herkese kaşılık
olarak kesilir.Mühendisinden, yerbilimcisine oraya bile bile giden ev yapan
kişiye orda oturan kişilere dek herkes bu işte hatası oranında sevabını
günahımı alır.Yani Allah yaptı diye bir şey yok.Her durum her olay
insanın kendi enerji alanlarından kendi kader planından kaynaklanır.Allah
ise KÜL boyutunda her olayın her zerrenin içinde prensibler dahilinde
yasalar bazında vardır.
Tüm bu başımıza gelen bir çok şeyi biz kendi kader
planımızda yazmışız zaten.Peki illa sen birini sakat ettin diye sakatmı
olman gerekiyor? İlla kısasa kısamsı olması gerekiyor? Şekil itibariyle
hayır tabi.Yaptığın hatanın ilmi bedelini ödemen gerekiyor.Biz buna çile
diyoruz.Biz bu çileyi ya nefsi olarak oruç tutarak yada bir muhtaç bir
kişiye yardım ederek bunu telafi edebiliriz.Yani meseleyi bir idrak ve sevgi
boyutunda da samimi duygular içinde tövbe ederek af dileyerek
ödeyebiliriz.Bu sanki maddesel düzeydeki Newton kanunlarının sosyolojik ve
manevi düzeydeki insan ilişkileri ağına yükseltilmesi gibi bir şeydir.Yani
hiçbir şey kendiliğinden vukuu bulmadığı gibi bir sonuçta sebebsiz
değildir.Her etki bir tepkiyide beraberinde getirir.Yani bunlar iç
içedir.Zincirleme olarak biribirini takip eder.Geçmişten geleceğe ve
gelecekten geçmişe.Biribirine iç içelik arzeder.
Hiç kimse bu hayatında kör olmak topal olmak, şöyle
yada böyle olumsuz bir durum içinde olmak istemez.Ama kişiler öldükten
sonra astral katlarda (ruhsal boyutta) mantal boyutlarda bu negatif
frekansların tortuların ızdırap enerjisi içinde bu bedeli ödeyemiyor.Ruhsal
bedene bu ağır geliyor.Astral kattaki kişi, manevi ızdırap yükü altında
sıkıntı çekmek zor gelince iyisimi ben dünyada yeniden bedenlenip bu
negatif enerjiyi ve tortuyu orda sakat yada kör olarak yaşamak koşuluyla
berteraf edeyim o şekilde çile çekerek bu üstümdeki negatifliği
temizleyeyim diyor.Ama daha sonra bu fizik dünyada doğunca öteki tarafı
unutunca araya perde girince bu seferde buradaki durumdan şikayet edilince
isyankar olunca buradaki durum zor gelmeye başlayınca kişi daha da
negatiflik içine giriyor ve daha da batıyor.Ruhsal frekanslar daha da
düşüyor.
Mesela yakında öleceğinizi biliyorsunuz yada sakatlık
geçireceksiniz diyelim.İlmi yoldan bu bedeli başka türlü ödeyemezmiyim
derseniz bende yine ödersiniz derim.Siz birine tokat attığınızda illada ondan
tokat yemek zorunda değilsiniz.Bu yaptığınızın bir hata olduğunu idrak eder
bunun yanlış bir şey olduğunu, bilmeden istemeden bunu yaptığınızı ifade
eder özürdilerseniz böylece karşıdaki kişiyle ödeşebilirsiniz.
Oysaki insanlar başlarına gelen her olayı metanetle
sabırla olgunlukla karşılayarak isyan etmeden büyük bir tevazu ile
karşılayarak demekki bununda böyle olması gerekir fikriyatı içine girerek o
badireyi atlatarak o borcu orda daha fazla yanlışa hataya düşmeden ödemiş
olurlar.Kişilerin olaylar karşısında takındıkları tavır ve tutumları kişinin
kendi içinde verdiği bir sınavdır.Bu sınavı başarıyla aşanlar daha üst bir
anlayışa ve eylem düzeyine yükselebilirler.Her fikir her düşünce ağzımızdan
çıkan her söz her eylem bir ruhsal titreşim boyutunu ifade eder.Tüm bunlar
bir enerjiye sahiptir yani bir enerji ihtiva eder işte tüm bu enerjiler
sahip olduğumuz bilgi enerjisi dahil tüm bunlar gelecekteki yaşamımızı
tesis eden enerjilerdir ne kadar çok pozitif olursak o kadar pozitif bir
aura alanı içerisinde kendimizi buluruz.Yani ruhsal manada o derece çok
yükselebiliriz.
Mesela bazı insanlar bir alış veriş yapıyor.Bir çek
veriyor.Çek ödenmeyince yani çeki ödemeyince çeki veren hapsaneye
giriyor.Ve orda kendince bağırıp çağırıyor. Eee arkadaş bağırmaya hakkın
yokki! Sen çeki ödememişsin! Bunun tek çaresi ya çeki öde, ya anlaş, ya
helalleş yada bir başka çaresini bul! Başka bir yolu yok bunun. O bakımdan
kaderde ilimde işte böyledir. Şu anda insanlar bazı şeyleri hak etmez ise
gelecekteki zaman yolcuğunu –zaman yolculuğu ilmini hak etmeyecekler.Üst
uzayda çalışan uzay araçları yapamayacaklar. Şu ön bilgilerini verdiğimiz
bahsettiğimiz teknolojileri geliştirmek zorundalar.Zaten şuanda hızlı bir
gelişim var. Ama bu hızlı gelişimin yanında açı çeken ıstırap çeken
insanlarda var.Hatta dünyanın ekolojik dengesi bile bundan olumsuz
etkileniyor.Sularımız kirleniyor, oksijen azalıyor, yaşam türleri
kayboluyor.Ormanlar azalıyor.İşte bu bilinen teknolojiyi kendi çıkarları
adına elegeçirip geliştirip insanlığı sömürmek isteyen şamballa ve Orion
gruplarıda var.Bu egoist gruplara bu insanlara fırsat vermemek lazım.
İyi niyetli insanlar bütün insanlığı kucaklayarak sevgi
birliğini kurmalı sevginin yanında teknolojiyi ve diğer uygulamaları bunun
yanında götürmeli.O zaman dünyamız Altın Çağ dediğimiz fiziki bir boyuta
geçişi hak eder. Ancak bu altın çağ gelmeden önce büyük felaketler mutlaka
kapımızda.Çünkü başka türlü yolu yok! İnsanlar başlarına felaket gelmeyince
akılları düzelmiyor negatif eğilimlerinden bir türlü vazgeçmiyorlar.Ne zaman
insanların başına bir felaket geldi ancak o zaman insanlar başka türlü yeni
düşünceler ve eylemler üretebiliyorlar maalesef..O zaman iyiyi doğruyu
kötüyü yanlışı tartıp değerlendirmeye alıyorlar.İşte ancaksın böyle bir
zorlamada insanlar doğruyu bulabilme gayreti içine giriyorlar.
Halbuki güzel sözlerle ilimle, sevgiyle akılla,
birbirine yardımlarla olsa olur.Ama bunu yapmak isteyen insanlara kötüler
mani oluyor.Çünkü bu tarz insanlar dünya üstünde çıkar çevrelerini
sanayileşme denen -çevreyi kirleten- devasa kurum ve kuruluşlarını
kurmuşlar.Sitemin çarkları içinde insanlar acı çekiyor.İnsanlar çok az bir
yaşama hakkı içinde sistemin kölesi haline getiriliyor.Başkaldıranın fişi
derhal çekiliyor.Yada gözünü hafifçe aralasa bile sistem bekçileri –kapı
bekçileri- hemen bunların icabına bakıyor.
Ama bu dev sanayi ve üretim merkezleri ile birlikte
insanı sömüren kapitalizm dünyayı saran büyük kaoslar içinde ortadan
kalkmaya ve yerini tüm insanlık için üretimin yapıldığı daha kominsel bir
sisteme bırakmaya mecburdur. İyi ve güzel şeyleri insanlık birliğini
engelleyen bu egoistelerin sayesinde bir çok kavim helak olmuştur.Bu gibi
nice helak olan kavimler bir daha yeryüzüne gelemiyorlar.O genetik uzantı
orda kesilip atılıyor.Ruhsal olarakta bir daha gelemiyorlar.Ama şu anda
sizler tekrar yeni dünya düzeni içinde yeniden bedenleneceksiniz.O bakımdan
bu yaşamda elde ettiğiniz bilgileri bundan sonraki yaşamınıza
aktarabilirseniz ki buna zihin kodlaması deniyor.İnsanlar henüz bunu
bilmiyorlar. Şu bilginizi bundan sonraki yaşadığınız yere aktardığınız zaman
ruhsal olarak daha süper bir hale geliyorsunuz. Halbuki diğer türlü helak
olan insanlar bunu …burdaki bilgiyi o helak olma süreci içinde orda
bırakıyor ve gömüyorlar.Bilgi orda sıfırlanıyor.Bu durum sanki biraz büyüyen
agacı hemen büyür büyümez budamak gibi bir şey ! Yani agaç hep bodur
kalıyor hiç büyümüyor.Oysaki bilgi birbirine eklenip büyürse bu devasa bir
hale geliyor ve insan gittikçe muazzam bir ruhsal olgunluğa ve bilgeliğe
ulaşıyor.
------------------------------------------------------------Son---------------------------------------------
Çetin
BAL: Eğer dünya dışı uygarlıkların ve bizim uygarlığımızında dahil
olduğu o büyük ARAYIŞ’ın okült, metafizik yada tasavvufi veyahut mistik
boyuttaki gizlenmeye çalışılan o sonsuzluğu içine alıp yansıtan o
gizemli NOKTA’nın o temel sırrın üstündeki çalıları burada açmak gerekirse
insanın sahip olduğu düşünce, bilinç ve zeka enerjisi karşımıza çıkar.İnsan
bilinci o noktanın kendisidir.Ama bu kendisini bilmeyen bir NOKTA. O
noktayı açanlar için her şey ordadır.O noktayı açmak ise bilincin kendi
içinde bir farkındalığa ulaşmasıdır.İşte SİMYA biliminde altın elementine
dönüşümün esas felsefeside gerçekte budur.SİMYA esas itibariyle insanın
kendi özüne dönüşüdür.İnsanın kendini bulma ve bilme yönünde yola çıkması
ile kişi SİMYA sal bir değişime ve dönüşüme doğru ilk adımı atmış olur.
Bu yolda arayışta olan
insanlar Allahın nuruna yada o kozmik bilince ulaşmanın onunla
bütünleşmenin gerçekte ne olduğunun tam idrakinde değiller.Bu tasavvufi
yolda kimse neyi aradığını nereye bakacağını neyi bulacağını hatta neden
aradığını bile bilmiyor.Arkadaş duymuş ordan buradan kendince bilmediği
tasavvur edemediği bir GİZEM’in arayışı içine giriyor.Peki tam onun üstüne
geldiğinde tam o noktanın içine girdiğinde o noktayı açtığında gerçekte
neyi görmesi gerektiğinin yada gördüğünün aradığı şey olduğunun bilincinde
olabilecekmi kişi? Bilinmelidirki hakikat bir DEM’dir.Bir haleti
ruhiyettir.
Ben bir çok Budist
felsefeyle ilgi olan kişiler dahil, hiristiyan yada islami mistizm
yahutta tasavvufi tarikatler çerçevesinde bu ilahi hakikatin arayışı
içinde olan yahutta bu evrensel temayı materyalistik bir noktadan yola
çıkarak sorgulayan arkadaşlarla da sayısını hatırlayamadığım sohbetler
yaptım.Bir çok diyoloğlarda bulundum.Buna yeni çağ gruplarının karma
niteliği taşıyan ruhsal bakış açılarıda dahil.
Sözü fazla uzatmadan bir
gerçeğe dem vurmak istiyorum.Şimdi arayışta olan insanlar genelde tek tip
bir bakış açısıyla bu yolda ilerlemeye çalışıyorlar.Bu eksik düşünce
kişileri yanlış yollara, yanlış düşüncelere, umutsuzluğa, hayalkırıklığına
yada içinde ulaşamamanın verdiği bir eksiklik duygusuna neden
olmaktadır.Yada bu mesele bu mevzu bu arayış beni aşar gibi bir anlayışa
insanları götürüyor.
Çok kısa olarak öz olarak
sahip olduğunuz düşüncenin, aklınızın, hayalgücünüzün, kavram yetinizin,
anlama gücünüzün, fikriyatınızın, müteala gücünüzün, tefekkür ve kanaat
gücünüzün, sahip olduğunuz bilgiyi irdeleme ve süzme gücünüzün ve sahip
olduğunuz kavramları o kavramlar arasında bağlantılar kurabilme gücünüzün
yine tüm bunların ötesinde bilgi ve anlayışa dair hislerinizin
sezgilerinizin o ilahi hakikate giden yolda kullanacağınız manevi ipler ve
çengellerdir.Yani aklın ve şuurun zirvesine tırmanabilmek için akıl
tekerleğini akıl kanatlarını, akıl yüzgeçlerini yani aklın gücünü kullanmak
esastır.Bir üst akla yine bu aklımızı kullanarak yükselebilir ve
erişebiliriz.
Tamam oraya nasıl
çıkacağımız belli!Peki nereye varacağız, zirvenin tepesinde ne var? Oraya
çıktıkmı ne olacak? Ne göreceğiz?
Madde ve enerjinin hakikati
sandığımız gibi değildir.En derin düzeyde çevremizde gördüğümüz dokunduğumuz
algıladığımız her şey temelde holografik nitelikte elektromanyetik (IŞIK)
dalgalar örüntüsünden başka bir şey değildir.Katı sandığımız bir madde
aslında hologramik dalgaların biribiri ile kesişip ördüğü bir dalgalar
örüntüsüdür.Yani madde ve enerji uzay zaman iplikçiklerinden örülme ve
yokluğa serilmiş olan bir varlık halısıdır.İşte tüm bu sonsuz madde ve
enerji boyutlarını kendi içinde halk edip yansıtan o ÖZ yine bir madde ve
enerji boyutunda mevcut bir şey olamaz! Yokluktan varlığa geçişteki bir
önceki varlık perdesi allahın asıl vucut varlığını ifade eder. İşte o şey
salt manayı salt bilgiyi ve salt zihni ifade eder.Alemler daha ortada yok
iken onun varlık vucudu içinde bir tahayyül olarak var idi zaten o
tahayyülün yansıması bizim varlık olarak algıladığımız şeyler olarak ortaya
çıkmıştırlar.Bu hali anlamak için kelimelerden manayı soymak gerek.Manasız
birkaç kelime sarf etmek gerekki o manasızlığıda kimse o kelimelerde
anlayamaz.O hal bir sükutu muhabbet halidir.Kelimelerin olmadığı kelimelere
yüklenilemeyecek bir hal yani.O NOKTA!
O hal o sukutu muhabbet
içinde kül-e ait, bütüne ait bir vizyondur.Kül’ün kanaati içinde
demlenmektir.
İnsanların çoğu fizik
bedenlerinin çevresinde sahip oldukları düşünce ve duygulara göre
frekansları değişen bir enerji bedenlerinin bir auralarının olduklarını
unutuyorlar.Eğer ölçülebilseydi insanlar insanın her düşüncesinin
fikrinin muazzam bir enerji dalgası olduğunu görürlerdi.İnsanlar daima
düşünürken tefekkür ederken, hayal ederken düşüncesinin niteliğine göre
muazzam ilahi nitelikli enerji dalgaları neşrediyorlar.Bu dalgalar tüm
sonsuzluğa yayılıyor.Daha yukarı alemlerden bakıldığında insan bir salt
zihinsel duygusal bir enerji yumağı olarak görünüyor.Her insanın
barındırdığı neşrettiği düşüncelerine göre yaydığı enerjinin rengi frekansı
niteliği çok farklı olmaktadır.Ama dini tabirle insanlarda bunu görecek
gönül gözü açık olmadığı için yada parapsikolojik tabirle bu yönde bir
durugörü yeteneği olmadığı için insanlar düşündükleri her şeyin bir
enerjisinin olduğunu ağızlarından çıkan her kötü ve iyi kelimenin, duanın,
sözün ilahi boyutlara doğru yükselen bir enerji boyutuna sahip olduğunu
fark edemiyorlar.Bizler gündelik yaşamımız içinde bir enerji okyanusu içinde
yaşadığımızı görecek gözlere sahip değiliz eğer gözlerimizdeki perdeler
kalksaydı göreceğimiz şey sadece sonsuz bir ışık okyanusunda rakseden(dans
eden) ayrışıp birleşen ve birbirini kesen ve tekrar birleşip türlü
geometrik desenler oluşturan ve sonsuz çeşitlilikte dalga formları
oluşturan milyonlarca renkte ışık dalgalarının birbiriyle kaynaştığı bir
alem görürdük ordaki her bir renk her bir form her bir ışık deseni sonsuz
madde ve enerji boyutlarındaki türlü olgu ve durumlara karşılık
gelmektedir.Yani bizim bu dünyada algıladığımız gördüğümüz düşündüğümüz
kendi fizik bedenimiz dahil tüm fiziksel olay ve haller tüm katı maddeler
dünyası gerçekte göl yüzeyinde bir taşın oluşturduğu dalgalara ait girişim
ve kırınım desenlerine benzer bir dalga salınımı harmonisinden başka bir şey
değildirler. Yani bizler gerçekte sandığımız şey değiliz.Tüm dünya salınan
dalgaların kurduğu bir dalgalar örüntüsünden başka bir şey değildir.Her şey
yokluğun üstünde dalgalanan Tanrının düşünce dalgalarından başka bir şey
değildir.
Aynı kelimeyi bin tane
insana söyletsek her insanın haleti ruhiyesine göre o kelime her bir
söyleyen insandan daha farlı bir enerji ve frekans düzeyinde çıkacaktır.Yine
sözün kayıtlandığı anlam bakımındanda aynı durum geçerlidir.
Allaha ulaşmak onda yok
olmak her an onun tefekkürü içinde yaşamak o sonsuz nurun varlığı ve
birliği noktasında elde edilmiş olan kanaat içinde hem dem olmaktır.Sır
küpüne girip onun nuruyla boyanıp çıkmaktır.O hale geçmek idrak düzeyinde
sırra kadem basmak ve onda yok olmaktır.Hakikat sırrına ermek işte
budur!Gelin sorunki bu nasıl bir demdir bu nasıl bir idraktir?Bu nasıl bir
haldir?
Kitaplardaki ve gönüldeki
her satıra o satırları yazıp düşünen kişilerce manevi nitelikli bir enerji
yüklenmiştir.Her halükarda bir kitabı yada bu satırları okuyan her insan
satırlardan, kelimelerden anlayıp hazmedebildiği kadarlık bir manevi
enerjiyi auralarına yansıtıp bir şuur açılımı elde edebilirler.
Allahın nuru ve şuurunun
ilahi enerjisi bu ve benzeri satırlara ‘‘belli noktalarda bir takım
değerlere haiz olmuş bizler gibi insanlar tarafından’’ yüklenmiştir.İşte
bu kelimelerden bir kapı açıp o nura gark olabilmek için o nurla dolabilmek
o nurla hem dem olabilmek için halis bir tefekkür anahtarı ile buradaki
kelimeler içinde tutulan buradaki kelimeler içine misafir edilen o manevi
anlam havuzuna girip düşünce ve his olarak o mana deryasında yüzebilmek ve o
nurla aydınlanıp o nurla BİR olmak gerekir. OLMAK temelde BİLMEK ile eş
değerdedir.Hakikati bilmek o bilgiyi ifade eden enerjiyle rezonans olmak
demektir.İslami bağlamda bu hal hakikatin sırrına kadem basmak ve o nurun
cezbesi içerisine girerek üst bir bilinç açılımına erişmek
demektir.Evrendeki cezbe ve rezonans kanunlarınca o sırrın bilgisine vakıf
olanlar o bilginin hazmı içerisinde o bilginin manevi enerji boyutu
içerisinede girmiş olurlar.
<< Cezbe ve rezonans
kanunlarınca o sırrın bilgisine vakıf olanlar o bilginin hazmı içerisinde
o bilginin manevi enerji boyutu içerisinede girmiş olurlar.>>
Ne ilginçtirki Yunus Emre
gibi bazı gönül dostları hak yolu adına Taptuk ermenin dergahında onca
seneler hizmet vermesine karşın ve onca senedir Taptuk Ermenin bilgisi ve
manevi görgüsü ile hem dem olmasına karşın ve ilahi nurun cezbesi
içerisine yani ruhiyeti haleti içerine girmesine ve menzilin sonuna
varmasına karşılık…bundan bi haber bir şekilde ben eremedim menzile
varamadım diyerekten hayal kırıklığı içinde dergahtan ayrılmıştır..ve
sonrası bilenlerce malümdür zaten.Oysaki Yunus o deme o hale o anlayışa
çok önceleri geliyor zaten.Ama bunu fark edemiyor.Bunun anlamı üstünde
durmak ve bunu düşünmek lazım.Yunus için her şey yine eski tas eski hamam
ama işte sandığı gibi değil bu hakikate ulaşma işi! Kavrayış olarak zihin
ve ruh olarak Yunus o deme o idrak noktasına çıkıyor zaten.
Günümüzde arayış içinde
olan ve bu yola girip ulaşamadım eremedim yada bu iş beni aşıyormuş diye
gönül kırıklığı içinde sitemkar bir haleti ruhiyet sergileyende bir o kadar
çok insan var.Demek oluyorki Yunus gibi sonradan da olsa mevzuyu anlamak ve
Allahın nuruna ulaşabilmenin o ince espirisini o dar ve dönemeçli yoldaki
görülmeden geçilip gidilen farkedelimeyen çalıların kapattığı o manevi
güzergahı o patika yolu bulmak ve ordan menzilin sonuna varmak
gerekir.Lakin Yunus farkında olmadan o yola girmiş ve o nurun gizli olduğu
kalbinin o en derin odalarına doğru kapı açabilmiştir.Ama günümüz insanına
dair denebilirki yanlış seçimlerle ve algılamalarla ve yanlış
şartlanmalarla hatta şeyh, şıh lakaplı bir çok ehil olmayan sözde hocaların,
gönül sultanlarının yanlış yönlendirmeleri ile kişiler (müritler) karşısına
ilk gelen ve çöl kumlarından başka bir şey bulamayacakları yollarda
yürümeye çalışmakta ve yürümeye zorlanmaktadırlar.Kişiler yanlış yollara
saparak ucunu bulamayacakları hatta içinde kaybolacakları ve sonunu
getiremeyecekleri yolculuklara çıkıyorlar.
Arayışın sonu nedir? Bu
normalde zihinsel bir sukunet ve dinginlik halidir.Bu hal sonsuz sabrın,
şefkatin, sonsuz sevginin, tevekkülün, tefekkürün, tevazunun, alçak
gönüllülüğün, hoşgörünün, hakikatin ve ilahi aşkın DEM’inde kendini bulmak
ve kendini bilmek demektir.
Bu hal zihinsel ruhsal bir
farkındalık halidir.Yani zerrede küreyi, kürede zerreyi görebilme
farkındalığıdır.Diğer tabiri ile makrokozmik farkındalık!! İşte İslam
tasavvuf edebiyatı içinde veli zatların dedikleri ‘‘Bir ile bir olmak-
cümle aleme dolmak’’ denen sırrın keyfiyetide budur. Cümle aleme dolmak
demek zerrede küreyi görebilmenin kavrayışı içinde o gerçeğe intikal
edebilmek demektir.Yani o idrak noktasına yükselmek demektir.Lakin bu
hakikatin bu bilginin kendisinin kavranması ve idraki kuru bir laf yada
ağızda tınkırtı değildir.Gönülden bunun hazmedilmesi o anlayışın ruhiyetine
girmek söz konusu olunca o bilginin enerjisi bizim hücrelerimizden DNA
kodlarımızın çevresindeki elektiriksel ve manyetik alanlardan kuantum
vakumunun o holografik örgüsüne dek uzanan bir çerçevede bizi farkında
olmadan dönüşüme uğratıyor.Zihin frekanslarımız fiziksel bedenin enerji
alanları ..vb hepsi değişiyor.Farklı bir frekansa ve titreşime doğru bir
adım daha yükselmiş oluyoruz.Bu anlamda tasavvuf felsefesi deyince akıl ve
bilgi deyince bunu kuru bir laf yada evdeki teyp bandına kaydedilmiş bir
bilgi gibi düşünmemek lazım.Yani kitap yüklü eşek olma durumu başka şey,
kitaptaki bilginin bizi değiştirmesi varlığımıza katılarak bizi genişletip
aydınlatması başka şeydir.Kuru bilgiden yada kuru mürekkep damlalarından
ötede bilgi insanda muazzam noktalara doğru yükselişi sağlayabilen bir
etken unsurdur.Şimdi burada bunları yazdık ama bunları dümdüz okuyup geçmek
haa bu böyleymiş diyip kestirip atmak değildir okumak yada bilmek..!
Okumak ve Bilmek çok daha derinlere nufus eden bir hali ifade eder.
İşte bu hallerin sezgisi,
bilgisi, şuuru, vizyonu ve haleti ruhiyesi içine girdiğimizde bu hallerin
anlayışı kavrayışı içine girdiğimizde buradaki bilgiyle hem hal olduğumuzda
‘aklı kül’ dediğimiz tümel akla ulaşırız.Yine bu tümel akla bu sınırsızın
kavrayışına sınırlı aklımızından ve bilgimizden bir yol bularak ulaşıyoruz.
Peki bilgiyi açmak ne
demek oluyor? Nasıl oluyor.Bu şu demek oluyorki sınırlı olan da sınırsız
olanın vechesini görmek..ZERREde KÜRREyi görmek ve kürede zerreyi görmek
yani bir kum tanesinde tüm evreni görebilmek! İşte mesele burada. ‘‘Sonlu
bir an içinde sonsuz bir anı görebilmek.’’ Bu Sınırlı bir an içinde
sınırsız bir zamanı soluyabilmek içine çekebilmek gibidir. Bu ZAMAN içinde
zamansızlık demini MEKAN içinde mekansızlık demini yaşayabilmek demektir.Bu
zaman içinde zamanı mekan içinde mekanları görebilmek demektir.Bu hal
büyükte küçüğü küçükte büyüğü görebilmektir.. görebilmek kadar o hal ile hem
dem olabilmektir.Bu hal sonsuzluğun avuçlarımızın içinde parıldayan minik
bir nokta haline gelmesidir.Bu hal tüm varlığımızın ve tüm sonsuzluğun o
noktaya dolup sığması halidir.Bu hal ‘tam anlamıyla ne içinde olmaktır
zamanın nede dışında!’
Sonuç itibariyle hakikati
bulabilmek onu zihnen soluyabilmek kavrayabilmek onunla bütünleşebilmek
için bir bilim adamı edasından çok bir şair edasıyla maddeye yaklaşmak gerek
diyerek Yunus Emre' den ve William Shakespeare 'den sonra en sevdiğim şairlerden biri olan William Blake’ in şu anlamlı
dizeleriyle yazıma burada son veriyorum
‘‘Görmek Bir Kum Tanesi'nde
bir Dünya,
Ve bir Cennet bir Yaban
Çiçeği'nde,
Tutmak Sonsuzluğu
avucunda,
Ve Ebediyeti bir saatin
içinde.’’
Ve son olarak kendi şiirimle
son noktayı koymuş olayım
İsa
gelecek diyorlar göklerden
Diyorlarki belkide geldi, aramızda!
Ve
kuracak kendi krallığını yeryüzünde
Oysaki
bu ne büyük bir yanılgıdır.
Unutuluyor İSA nın bilgece sözleri
İSA
nasıl değiştirebilir dünyayı?
Sözler
tek başına değiştiremez dünyayı
Sözlere
eklenmeli gücün büyüsü
Ama
yok öyle bir kimse
Yeryüzünde gücü kullanabilecek!
Belkide
var ama gizleniyor bir yerlerde
Sözlerle
deneyecek dünyayı değiştirmeyi
Ama
sözler yetmezse.. dokunamazsa kalblere!
Gösterecek gücün büyüsünü belkide
Belkide
kurtarıcı asla bizim düşündüğümüz şey değil
Çetin
yaklaşıyor gerçeğe belkide içindeki İSA'ya
Ve
aralıyor İSA nın oturduğu krallığa giden yolun kapısını
İSA
nerde? Belkide herbirimizin kalbinde..! bekliyor bizi.
Keşfediyor Çetin gücün büyüsünü
Kalbinde
gizli sonsuz sevgiyi ve İSA yı
Herkes
benim gibi sezebilse bu büyük gerçeği..
Dünya
cennet olurdu.. belkide sonsuza dek.!
Çetin BAL-03/07/2005-Denizli
Bir önceki sayfaya geçiniz Arka
sayfaya geçiniz
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)
/ Astronomy
|