Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

 

 biru35.jpg (29883 bytes)

yesil.gif (176 bytes) Çetin BAL:Bir üst uzay aracı aynı zamanda ışık hızını aşabilen bir uzay yada zaman gemisidir. Eğer spekülasyon boyutunda konuşulan , medyaya resimleri yansıyan dünya dışı varlıklara ait olduğu iddia edilen bu UFO resimleri gerçekse bu araçların hepsininde garip bir biçimde sanki söz birligi etmişçesine elektro-gravitasyonik sevkle çalışan bir uzay aracının aerodinamik şeklini andıran Küre, Disk , Silindirik yada topaç biçiminde olmaları son derece ilginç bir tesadüftür! Eğer ışık hızını aşmaktan bahsediyorsak böyle bir yolculuk hadisesi -mekanik itimli -tepkimel itimli jet motor sistemleriyle yada foton roketleri ve plazma itişine dayanan iyon roket motorları ile kesinlikle düşlenemez. Eğer uzayın dev mesafelerini bir anda atlamaktan ve uzayda bir çeşit sıçrama ile seyahati düşlüyorsak uzay-zamanın çizğilerini sıkıştıp- açarak dalgalandıran ve bu çizğileri eğip büken kendi alansal enerjisiyle uzay-zaman dokusuna egemen uzay araçları yapmaya ihtiyacımız vardır.  

     images.jpg (1486 bytes)        images2.jpg (1187 bytes)  imagesjk.jpg (1465 bytes) imagesr.jpg (2036 bytes)

                                                 

Aşağıda yer alan dünyanın farklı bölgelerinde çekilmiş bir çok   ilginç UFO resimleri;    UFO GALERİ   

biru19.jpg (24757 bytes)   biru20.jpg (12941 bytes)
                         biru21.jpg (20539 bytes)
                       biru22.jpg (9974 bytes)

Uçan Daireler (UFO) Nedir?             

"UÇAN fincan tabakaları" deyimini dünya ilk kez 1947 yılında tanıdı. Resmi olarak ABD, Idaho'da orman servisi için kurtarış pilotluğu yapan Kenneth Arnold, 25 Haziran'da bir kayıp uçağı Washington'daki Cascade Dağları üzerinde aramaya çıkmış ve tahminlere göre, 4000 m yükseklikte saatte 1200 mil hızla giden dokuz tane disk şeklinde uçan daireler gördüğünü iddia etmişti. Arnold onların hareketlerini "Suyun üstünde kayan fincan tabağına" benzetince bir gazete manşeti onlara "Uçan fincan tabakaları" adını vermişti.

İki hafta sonra, 8 Temmuz 1947'de New Meksico Çölü'nde Roswell isimli bir kasabanın yakınlarında bir "fincan tabağının" ele geçirildiği duyuldu. Ertesi gün Pentagon bunu düzelterek "fincan tabağı"nın yanlış teşhis edilen bir hava balonu olduğunu açıkladı.

Olayın üstünden neredeyse yarım yüzyıl geçtikten sonra New Meksico eyaleti Kongre üyesi Stephen H. Schiff, Kongre'nin araştırma bölümü olan "General Accointing Office"e olayı araştırmaları için görev verdi. İddialara göre askerler, o zamanlar bilgi saklamaları için Roswell sakinlerini susturmak istemişlerdi. Çünkü bir kaç Roswell'li, Temmuz 1947'de ortaya çıkan bu ilginç olayla ilgili bir şey açıklamamaları için tehdit aldıklarını iddia ediyorlardı. (Kısacası 8 Temmuz 1947'de yere düşen bir hava balonu değil, Ufo'ydu)

Kısa süre sonra ABD Hava Kuvvetleri Komutanlığı özel (Eylül 1994) Roswell raporunu yayınlayarak o günkü hava balonunu yıllar önce yürütülen çok gizli bir deney programının bir parçası olarak tanımlayarak programın "Mogul Projesi" adını taşıdığını ve Rusya'nın nükleer bombalarla yaptıkları deneyleri görmeyi amaçladığını iddia etti. (tabiki bu bir yalandı)

Ancak olayı son derece ilginç ve bir o kadar da anlaşılmaz kılan, 5 Mayıs 1995 Cuma günü İngiliz TV yapımcısı Ray Santili'nin Londra Müzesi'nde bir basın toplantısı yapması olmuştu. Dramatik ama kısa bir girişin ardından elinde 16 mm'lik 14 bobinden oluşan, ABD istihbaratına ait bir film bulunduğunu açıkladı. Film ordu deyimiyle kaza geçirip düşen bir UFO'yu ele geçirme olarak sınıflandırılmıştı. Kaza sonrasıyla ilgili görüntüleri ve bazı dünya-dışı ya da insan olmayan canlılara yapılan otopsi sahnelerini içeriyordu. Santili, filmi 82 yaşındaki ordu fotoğrafçısı Jack Barnett'ten almıştı. Temmuz 1947'deki Roswell UFO kazası sırasında çekilmişti ve Barnett bir kopyasını da kendisine saklamıştı. İşte bu beklenmedik olay konunun önemini daha da arttırdı.

1989 yılında Sovyet nükleer silah depolarının üzerine gelen bir UFO, iki saat boyunca dolanıp durmuş, ancak bir MİG uçağının gelmesiyle uzaklaşmıştı.

UFO iddialarına kaynaklık eden bir başka önemli olay ise ABD'deki 51. Bölge'ydi. İddialara göre, bölgedeki UFO gözlemleri oldukça yoğundu ve birçok insan bölgede uzay teknolojisinin ve ÇALIŞIR UÇAN DAİRELERİNİN SAKLANDIĞINA İNANIYORDU.

Groom Gölü Hava Kuvvetleri Üssü, diğer adıyla Dreamland, Nevada'nın sıra dağları ile çöl arasında gizliydi. Resmi olarak "51. Bölge" olarak bilinen bu bölgenin adı bir haritadan esinlenerek çıkarılmıştı. Kırk yıldır varolan bu üssün yerini halktan saklamak için milyonlarca dolar harcandığını ve şu anda resmi bilgilere bölge eskimiş SR71 Blackbird casus uçakları ve F117 Stealth savaş uçaklarının üssü olarak biliniyor. Fakat son günlerde, üssün TR3A tatbikat uçakları ve Auroro olarak bilinen son Stealth projesi için kullanıldığı söylentileri yayıldı.

51. Bölge ile ilgili en çarpıcı rapor 1988-90 yılları arasında Galileo adıyla bilinen gizli bir proje sistem mühendisi olarak çalışan Robert Lazar'dan geldi. Lazar, dünya-dışı dokuz yuvarlak uzay aracının, üssün S4 adıyla bilinen bir bölümünde saklanarak incelendiği iddia ediliyordu. Lazar'ın anlattıklarına göre, uzay gemileri dağ duvarlarına inşa edilmiş büyük çengellere yerleştirilmişti ve sadece kapıları hariç her yeri, ana renge uysun diye boyanmıştı.

Lazar'ın anlattığına göre, üste çalışmaya başladığı günden, ayrılana kadar her hareketi silahlı güvenlik görevlileri tarafından izlenmişti. Fakat yine de birara fırsat bulup 4.5 m yüksekliğinde ve 18 m çapında, bir yetişkinden daha çok bir çocuk için dizayn edilmiş uzay araçlarından birine girdiğini iddia ediyordu. Lazar'a göre, uzay aracı görünüşte metalik olmasına rağmen kaynak yerleri gözle görülmüyordu ve bu objenin elektrik düzeni bizim bilimsel düzenimizden ve havacılık teknolojimizden çok ileriydi.

Lazar bir gün birkaç arkadaşına, işinin birkaç detayını laf arasında ağzından kaçırdı ve arkadaşlarını uzay araçlarının test uçuşlarının izlenebildiği üssün bir bölümüne götürmeye başladı. Fakat bu izinsiz ziyaretlerin birinde güvenlik devriyesi tarafından tutuklandı, sorguya çekildi gözdağı verilerek serbest bırakıldı.

İddialar birbiri ardısıra gelirken, bundan tam iki yıl önce ABD Hava Kuvvetleri, Groom Gölü'nü halkın görüşünden uzak tutmak için çevredeki 4500 hektarlık yeri de satın aldı. Üssü gözlemek için diğer gözlem noktası artık 25 ila 30 mil uzaklıkta kalıyor. Yani başarılı fotoğraflama yapmak eskisi kadar kolay değil.

ABD basınına göre Groom Gölü çevresinde Hava Kuvvetleri'nin sahip olduğu alanın 94000 hektar olduğu iddia ediliyor. Üssün isminin hâlâ haritalarda yer almayışının gizli bir üs yada dünya-dışıbir sırrı saklamak için kullanılanbir yer olduğu sıklıkla vurgulanıyor.                      

            biru24.jpg (7083 bytes)
biru25.jpg (11634 bytes)
    wpe28.jpg (8350 bytes)

                               biru26.jpg (17202 bytes)                                        

                           

   biru27.jpg (13627 bytes)

UÇAN  DAİRELER  VE YILDIZLAR ARASI YOLCULUK

wpe29.jpg (5342 bytes)   yenid1.jpg (10389 bytes)  arrival.jpg (5528 bytes)

                                 

Bilim kurgu kitaplarının kahramanları tarafından kullanılan uzay gemilerini bu günkü gelişmiş bilgisayar ve sinema teknikleriyle ekranlardan zevkle izliyoruz. Söz konusu harika makinalar ışık yıllarını arkalarında bırakarak yıldızlar arasında dolaşıp her hafta içindekilerini maceradan maceraya taşırlar. Hatta bunlardan bazıları komşu galaksilere kadar da uzanırlar. Acaba bilimsel açıdan bu mümkün müdür? Konuya bu şekilde baktığımız takdirde bu soruya şimdilerde maalesef kolaylıkla olumlu cevap vermek mümkün olmayacaktır. İleride, yıldızlara uzay araçları mutlaka gönderilecektir. Ama bunlar herhalde TV dizilerinde gördüklerimize pek benzemeyecektir.

                                    dthstar9.jpg (34239 bytes)

STARWARS(yıldız savaşları) filiminde görülen bir  sahne! Starwars filminde de dünya dışı medeniyetlerle kurulan bir iletişim senaryosu gündeme getirilmektedir. Ve bu filim uzay yolculuklarının ışık hızına yakın hızlarda foton ve iyon itişine sahip roket motorlarıyla gerçekleştirildiği bir gelecek tablosu çizmektedir.Ama böyle bir gelecekte  derin uzay yolculukları bile ulaşılması güç bir hayaldir.

Bilindiği gibi evrende ulaşılabilecek en büyük hız ışık hızıdır. Bir ucunda radyo dalgaları diğer ucunda gamma ışınları yer alan ve elektromanyetik dalgalar denilen evren titreşimleri boşlukta (saniyede yaklaşık 300.000 Km. lik) ışık hızıyla yayılırlar. Görülen ışık da bir elektromanyetik dalga türüdür. Işık dünyamıza; aydan 1,25 saniyede, güneş’ten 8 dakikada, güneşe en uzak gezegen olan Pluto’dan 6 saatte ulaşır. Güneş sistemi için uzaklıklar bu mertebedeyken sistemimize en yakın güneş olan (Kentaurus burcunun en parlak yıldızı) Alfa Centauri’nin ışığı bize yaklaşık 4,5 yılda ulaşır. Yani bu yıldız şu anda patlamış olsa biz bu olayı ancak 4,5 yıl sonra görürüz. Işığın bir yılda aldığı mesafeye 1 ışık yılı adı verilir. 1 ışık yılı =300.000 km x60 saniyex60 dakikax24 saat x365 gün= 9.460.800.000.000 km., yani yaklaşık 9,46 trilyon km.dir. Alfa Centauri’nin bu hesaba göre dünyaya uzaklığı 4x9,46=37,84 trilyon km.dir. Işık bu mesafeyi 4,5 yılda katederken, şu ana kadar insan eliyle yapılmış en hızlı araçlar olan ve güneş sistemi içindeki görevlerini bitirip halen yıldızlar arası boşlukta yol alan Pioneer’lar saatte 60.000 km. hızlarıyla (şayet yolları üzerinde bulunmuş olsaydı) bu yıldıza 80.000 yılda varabilirlerdi.

Milyarlarca yıldızdan oluşan disk şeklindeki Samanyolu galaksisinin çapı 100.000 ışık yılı civarındadır. Samanyolu büyüklüğündeki en yakın galaksi olan M31 katalog numaralı Andromeda bizden 2,4 milyon ışık yılı ötededir. Yani teleskopla baktığımızda gördüğümüz şey bu galaksinin 2,4 milyon yıl önceki halidir. Ve çok güçlü teleskoplar vasıtasıyla, ışığı güneş sistemine 13 milyar yılda ulaşan ilkel galaksilerin fotoğrafları çekilmektedir.

Bu gün öngörüleri deneylerle doğrulanan fizik teorilerine göre maddi cisimler (örneğin uzay gemileri) ışık hızına yakın hızlara kadar hızlandırılabilirler, ancak hiçbir yolla ışık hızında uçurulamazlar. Zira Einstein’in formüllerine göre, artan hızla birlikte cismin kütlesi de artmaktadır ve ışık hızında kütle sonsuza gitmektedir. Kütlesi sonsuz büyük olan maddeyi sürmek için sonsuz büyük enerjiye ihtiyaç vardır ki bunun da pratik bir anlamı bulunmamaktadır. Çok büyük hızlar söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir diğer husus zamanın akış hızındaki azalmadır. Bir başka ifadeyle ışık hızına yakın hızlarla hareket edecek uzay gemilerindeki insanlar dünyada bıraktıkları akrabalarına nazaran daha yavaş yaşlanacaklardır.            

Zaman genleşmesi de denilen bu enteresan olgu biri yerde duran, diğeri bir uydu içinde uzayda dönen iki atom saati kullanılarak ispatlanmıştır. Ayrıca, bu olgu dikkate alınmadan modern atomik parça hızlandırıcıları da yapılamaz.

Bütün bu özet izahatın ışığında, ışık hızına (% 98’i gibi) çok yakın hızda seyreden uzay araçları yapılabilse bile yıldızları dolaşmanın dünyada kalanlara göre çok uzun yıllar alacağı görülmektedir. Aşağı yukarı bize 10 ışık yılı mesafede bulunan Sirius yıldızına gönderilecek böyle bir aracın içinde bulunanlara göre yolculuk 6-7 gün, dünyadakilere göre ise  10 yıldan fazla sürecektir. Şayet bu uzay gemisi 2,4 milyon ışık yılı ötedeki Andromeda galaksisine gönderilmiş olsa, gemidekiler yol boyunca 60-70 yıl yaşlanacaklardır. Dünyadakilerin ise (şayet dünyada hala birileri varsa) “hedefe vardık” (elektromanyetik dalga) mesajını almaları için  2 x 2,4 = 4,8 milyon yıl geçmesi gerekecektir. Bu noktada yine görülmektedir ki zaman genleşmesi olayı uzay yolculuklarını kolaylaştıran bir unsurdur. Ancak, acaba uzay araçlarını ışık hızına çok yakın hızlara çıkarabilmek mümkün müdür?

Yapılan hesaplar göstermektedir ki  bir uzay aracına bir yıl boyunca devamlı olarak 1 g (yer çekimi ivmesi) kadar ivme uygulanırsa bu sürenin sonunda araca ışık hızına çok yakın bir hız kazandırılabilecektir. Böyle yavaş hızlanma her şeyden önce gemidekiler üzerinde herhangi bir rahatsızlık yaratmayacaktır. Zira çok ani hızlanmalar halinde, insan vücudundaki farklı yoğunluk bölgeleri farklı ivmelenmelere maruz kalacağından  öldürücü etkiler meydana gelecektir. (Ancak bu durumda yolculuk sürelerine hızlanmak için 1 yıl, hedefe varıldığında yavaşlamak için de 1 yıl eklenmesi gerekecektir.) Bu noktada en büyük sorun uzay gemisine sürekli olarak 1 g’ lik ivmelenme temin etmek için çok büyük miktarlarda enerjiye ihtiyaç duyulacak olmasıdır. Halen düşünülmekte olan en verimli enerji kaynağı,  madde ile antimaddenin birleşerek tümüyle enerjiye dönüşmesi olayıdır. Bugün fizik dünyasında, bilinen bütün atomik parçacıkların karşıtı olarak birer antiparçacığın bulunduğu ispatlanmış bir olgudur. Proton/antiproton, nötron/antinötron, elektron/antielektron gibi. Yapılan hesaplara göre bu yolla 1 tonluk bir kütleyi ışık hızının % 98’ine ulaştırmak için 25 ton madde ve antimadde karışımına ihtiyaç bulunmaktadır. 1 tonluk böyle bir uzay aracını en yakın yıldız olan Alfa Kentauri’ye götürüp getirebilmek için iki defa hızlanma, iki defa yavaşlama yapılması gerekeceğinden 100 ton madde/antimadde karışımına ihtiyaç duyulacaktır. Antimadde, halen çok güçlü atomik parça hızlandırıcılarında eser miktarda üretilebilmekte, ancak hemen civardaki madde ile birleşerek enerjiye dönüşüp kaybolmaktadır ki  antimaddenin  büyük miktarlarda üretilmesi ve depolanması için henüz akla gelen hiç bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Dolayısıyla, uzay araçlarını bu yolla sürmek şimdilik sadece bilimkurgu romanlarının konusu olabilir. 

Ancak,  içinde bulunduğumuz zaman diliminde uzay araçlarını hidrojen füzyonu yoluyla elde edilecek enerjiyle hızlandırmak mümkün gibi gözükmektedir. Bilindiği üzere füzyon, hafif elementlerin atom çekirdeklerinin yüksek ısıların  etkisi altında bir birleriyle kaynaştırılarak daha ağır elementler oluşturulması olayına verilen isimdir. Örneğin, hidrojenin bir izotopu olan ağır hidrojen atomunun çekirdekleri bu şekilde kaynaştırılarak helyum atomu çekirdeklerine dönüştürülmekte, bu işlem sonunda çok küçük bir miktar madde yok olarak buna eş değer miktarda enerji açığa çıkmaktadır. Halen bu yolla hidrojen bombaları yapılmaktadır ve füzyon enerji santralleri yapılabilmesi için de ülkemiz dahil,  bütün dünyada çok büyük çabalar harcanmaktadır.

Bu konuda da yapılan hesaplara göre 1 tonluk bir uzay aracını en yakın yıldıza götürüp getirmek için 3.500 ton hidrojeni füzyona tabi tutmak gerekecektir ki söz konusu enerji miktarı, dünyada tüketilen yıllık enerji toplamının birkaç katına denk düşmektedir.

Burada yakıt sorununa önerilen çözümlerden biri, aracın depolarında hidrojen taşımak yerine yıldızlar arasındaki ortamda  bulunan hidrojeni kullanmaktır. Uçak turbo motorlarının havayı emmesi gibi uzay araçları da hidrojeni toplayarak reaktörlerinde füzyon enerjisi yaratmak suretiyle ilerleyebilirler. Ancak uzayda bulunan hidrojen öylesine seyrek dağılmıştır ki bu maddeyi yeterli miktarda toplayabilmek için reaktör hidrojen alıkları  binlerce kilometre çapında olmak zorundadır. Bir an için gerçekleştirilebileceği var sayılsa bile böyle büyük yapıların, üzerlerine ışık hızına yakın hızlarla çarpacak astereoitlerin ve kozmik zerreciklerin tahribatına karşı korunması mümkün olmayacaktır.

Bir başka yakıt deposuz araç önerisi de uzay yelkenlisidir. Bu tip araçların ilk örneği olan Cosmos 1, içinde bulunduğumuz yıl uzayda denenecektir. Bilindiği gibi ışığın da basınç etkisi vardır ve bu etki özellikle boş uzayda, güneş ışığının dik düştüğü geniş yüzeylerin bağlı olduğu yapıları hareket ettirebilir büyüklüklere varabilmektedir. Yelkenli deniz araçlarında olduğu gibi ışığın etkisine bırakılan alanların (yelkenlerin) açılarını ve konumlarını, dolayısıyla  yüzey alanlarını değiştirmek suretiyle hızlanma veya yavaşlama manevraları yapılabilir. Bu yolla Güneş Sistemi içinde ucuza seyahat etme imkanı vardır. Böyle bir aracı yıldızlar arası uzaya itebilmek için ise, laser ışınlarının basınç etkisinin kullanılması önerilmektedir. Ancak bu önerinin gerçekleştirilmesinin önünde ciddi teknik engeller vardır. Ayrıca, böyle bir aracı bu yolla sistemin dışına çıkarabilseniz dahi geri getirmeniz mümkün olmayacaktır.    

            uzayegrilmesi.jpg (29987 bytes)

  Yıldızlar arasında ışık hızına yakın hızlarda yolculuk konusunda yukarıda (bu gün vardığımız bilim ve teknoloji düzeyine göre) anlatılanlar ilerisi için dahi, bu hayalimizin gerçekleştirilmesine yönelik olarak pek ümit vaat etmemektedir.  Bu noktada hayal gücümüz bizi konuyla ilgili başka çözümler aramaya sevk etmektedir. Bilimkurgu yazarlarına göre (evrende  büyük kütleli yıldızların patlamaları sonucu merkezlerinde oluşan inanılmaz yoğunlukta) kara deliklerin içinden geçmek suretiyle hiç zaman harcamadan yüzlerce ışık yılı uzaklıklara ulaşmak mümkündür. Zira böyle düşünenlere göre bu cisimlerin civarında uzay-zaman dokusu büküm yapmaktadır. Bir kısım bilim adamları da bu görüşe katılmaktadırlar. Şayet böyle bir imkan gerçek olacaksa, gitmek istediğimiz yıldızlara ulaşmak için birer metro istasyonu gibi kullanmak üzere kara deliklerin Samanyolu içindeki koordinatlarını tespit etmek gerekecektir. (Kim bilir belki de bir gün gelecek, uzak torunlarımız uzay - zaman dokusunu yapay olarak bükmeyi ve yıldızlar arasında kendi metro yollarını  tesis etmeyi başaracaklardır). Yakınlarda okuduğum ilginç bir bilimkurgu romanında; yabancı uzay aracından çıkan  yaratık Birleşmiş Milletler binasına gelerek; “Galaksi Yönetim Kurulu, uzayın içinde bulunduğunuz bölgesinden yol geçirilmesine karar verdiğinden dünyanız istimlak edilecektir” diyor ve sonra her şey bir tıslama sesiyle bir anda bitiveriyordu.)  

Çoğu bilim adamı ise, sahip olduğu inanılmaz boyuttaki çekim gücüyle ışığı bile yutan, bu nedenle de görülemez olduğu için kara delik olarak adlandırılan böyle bir yapının içinden geçmeyi deneyecek bir uzay aracının atomlarına kadar çözülerek dağılacağına inanıyorlar.

                                        defiant5.jpg (13437 bytes)               

Bir kısım bilimadamları  rölativistik denklemlerle oynamak suretiyle hızı sonsuz büyüklüklere varacak sanal parçacıkları (takyon adı altında) gündeme getirmekteyseler de bu yaklaşımların bilimsel açıdan hiç bir pratik  değeri bulunmamaktadır.

Yine bilimkurgu yazarlarının romanlarında maddenin, çözülerek çok uzaklara ışınlanması ve gittiği yerde tekrar maddeleştirilmesi yoluyla uzayda yolculuk, sıkça işlenen konular arasında yer almaktadır. Örneğin bir metal kütlesi gibi basit yapılar için böyle bir uygulamanın olabilirliği tartışılabilir. Ancak canlı yapıların moleküler çeşitliliği ve karmaşıklığı dikkate alındığı takdirde, konu çözümsüz gibi gözükmektedir. Kaldı ki, ışınlanacak astronotun vücudundaki her atomun üç boyutta koordinatları,  gönderileceği yerde tekrar bütünleştirilmek üzere, yüzde yüz hassasiyetle tespit edilebilse bile, çözülme ve ışınlama işlemleri belli bir zaman alacağından astronot birkaç saniye içinde milyonlarca kilometre uzaklara radyasyon halinde dağılacak, bu radyasyonun bir kısmı, yoluna çıkacak herhangi bir gök cismi tarafından engellendiği takdirde hedefe vardığında eksik şekilde maddeleşebilecektir !

Aktarılan bütün bu izahatın ışığında, belki de çözüm,  yıldızlara gitmek için hız konusunda çok fazla ısrarcı olmamakta yatmaktadır. Işık hızına çok yakın hızlarda yol alabilecek, ancak çok hafif oldukları için büyük miktarda yakıt taşımaları gerekmeyecek insansız robot gemiler yakın yıldızlara oralardan bilgi göndermeleri amacıyla yollanabilir. Böyle araçları hareket ettirmek için iyon motorları da yeterli olacaktır. İyon motorlarında  itici etki,  kimyasal ya da nükleer enerji yoluyla elde edilen sıcak ve basınçlı gazların aracın eksozlarından atılması yerine, elektrik yüklü parçacıkların elektromanyetik alanlar vasıtasıyla hızlandırılarak büyük hızlarla atılması suretiyle elde edilmektedir. Halen Deep Space 1 ismi verilen bir iyon motorlu araç, deneme amacıyla uzayda yol almaktadır. Ancak bu tip motorlar büyük uzay gemileri için şimdilik iyi bir çözüm olarak görülmemektedirler.

İleriki yüzyıllarda insanlı uzay gemileri inşa edilecekse, bunlar çok büyük miktarlarda yakıt taşıma zorluğunu bir ölçüde telafi etmek amacıyla örneğin ışık hızının % 10’ u kadar hız yapabilecek şekilde projelendirilebilirler. Bu takdirde yoculuk süreleri nesiller boyu süreceğinden böyle araçların, kendi yaşam destek sistemlerini taşıyacak şekilde devasa boyutlarda inşa edilmeleri gerekecektir.

 Herhalde gelecek yüzyıllarda yaşayacak olan insanlar, dünyanın  yörüngesinde inşası tamamlanan böyle dev uzay gemilerinin, etraflarında yaşanabilir gezegenleri olduğu tespit edilen yıldızlara doğru, bir daha geri dönmemek üzere birer birer ayrılmalarını izlemek mutluluğunu tadacaklardır.

Maddenin kütle özelliği, bir başka ifadeyle yerinden oynatılmasına karşı gösterdiği direnç, enerji kullanma ihtiyacını yaratmaktadır. Bir an için bir yolla bu direncin yani kütlenin yok edildiğini düşünelim. Bu takdirde yıldızlar arası yolculuk çok kolaylaşabilecekmiş gibi görülmektedir. Son zamanlarda bazı bilimadamları atom çekirdeğinin derinliklerinde kütlenin kaynağını aramaya yönelmişlerdir. Ancak bu konuda olumlu bir sonuç almak mümkün olsa bile kütle etkisini ortadan kaldırmak suretiyle yıldızlara araç göndermenin de herhalde çok büyük maliyetleri olacaktır. Zira doğada her şeyin bir maliyeti vardır.

                                          

Geceleri gök yüzüne baktığımızda gördüğümüz bütün yıldızlar Samanyolu galaksisine aittir ve bu yıldızların aralarında ışık yıllarıyla ölçülen çok büyük uzaklıklar söz konusudur. Bu husus diğer galaksiler için de geçerlidir ve galaksilerde yıldızlar o kadar seyrek dağılmışlardır ki çekim güçlerinin bir an için olmadığını düşünürsek teorik olarak iki galaksiden birinin diğerinin içinden (çok yoğun olan merkezleri hariç) pek fazla sayıda yıldız biri birine değmeden, geçebileceğine inanılmaktadır. (Evrende böyle çarpışma halinde olan galaksilerin fotoğrafları çekilmektedir. Ancak bu çarpışmaların sonucunda çekim güçlerinin etkisiyle nispeten küçük olanı büyük olan tarafından sindirilmekte ve devasa boyutlarda tek bir galaksi meydana gelmektedir. Gidişata göre bir kaç milyar yıl sonra Samanyolu’muz da, M31 Andromeda galaksisi ile çarpışacaktır.)

Yıldızların aralarındaki bu büyük mesafeler uzay yoculuklarının önündeki en büyük engellerden biridir.                        

                                                                    

Şimdi tekrar başa dönelim. Evrende yegane zeki ve uygar varlık olmadığımızı kabul etmek zorundayız. Yalnız, bunu kabul etmek, uçan daire iddialarının doğru olduğu anlamına gelmez sadece olabilirliğini akla getirir. Evet, bütün güçlüğüne rağmen nasıl biz er geç bir gün bu işi başaracaksak, başka dünyaların zeki sakinleri de bunu başarabilirler ya da bazıları başarmış da olabilirler. Ama şu anda burada olduklarını kabul etmek için ileri sürülen iddia ve deliller bana göre yeterli değildir.

Bu konuda hemen akla gelen soruları şu şekilde sıralamak kabildir. :

Uçan dairelerden özellikle 2. Dünya Harbini takip eden yıllardan itibaren bahsedilmeye başlandığını görüyoruz. Aynı yıllar Alman V1 ve V2 roketlerinin ve bunları takip eden gelişmelerin uzay yolculukları için insanlara yeni fikirler ilham etmeye başladığı yıllardır. Uçan daireleri tam bu sıralarda görülmeye başlanması manidar gelmiyor mu ? Bu suale uçan daire meraklıları eski belgelerde de buna dair bilgilerin bulunduğu yönünde cevap verebilirler. İnsanların binlerce yıldan beri gökyüzünde bir şeyler gördükleri doğrudur, ancak bunlar uçan daire mi idiler? İddialara göre uzaylılar çok eski zamanlarda yere inip uygarlığın oluşmasında insanlara yardımcı olmuşlardır. Şayet böyle ise antik kalıntılar arasında neden dünya dışı bir delile, mesela elektronik bir düzeneğe veya bir makina parçasına rastlanmıyor? (Çetin BAL: Böyle delillerin bulunmuş olması ille de dünya kamu oyuna sunulmasını gerektirmez!.)


Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

 

Sayfalar: 1. 2.  3. 4.  5. 6. 7. 8.  9. 10. <<İNDEX  ANASAYFA