Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Çetin BAL: Bu sayfada kuantum fiziği, kuantum elektrodinamiği ve Birleşik Alan Kuramları bazında ışıktan hızlı yolculuk teknolojilerine dair bilimsel bir çerçevede nasıl yaklaşılabileceği üzerinde kendi yorum ve öngörülerimi sizlerle paylaşmak istedim.-- Kuantum Fiziği--
UZAYDA YOLCULUK HAKKINDA: Bugün için gerçek anlamda yakın yıldızlar ve galaksiler arasında bir şehirden diğerine yol almak kadar hızlı yolculukları düşlüyorsak ışık hızı bariyerini dolayısıyla bizi ve hız limitlerimizi sınırlayan/belirleyen zaman ve boyut faktörünü aşacak uzay araçlarına ihtiyacımız olacaktır. Bu anlayış içerisinde derin uzay yolculukları konusunda ciddi adımlar atmaktan söz edeceksek bir üstuzay yolculuğunu düşünmüş olmamız gerekir.
''Üst uzay'' yolculuğu derin uzayın keşfini düşünen her uzay uygarlığının eninde sonunda varacağı bir bilimsel anlayış noktasıdır. Ve her gelişmiş uygarlık bu sorunun üstesinden gelmiş olmalıdır . Çünkü bu, evrene açılmak ve insan uygarlığımızın devamını sağlamak açısında kaçınılmaz olarak halledilmesi gereken bir proplemdir.Üst uzay bizim toplumumuz için hala büyük bir sırdır.Ve henüz Albert Einstein üstadın genel görecelik ve yüzyılın kuantum fiziği ufkunda beliren kurt delikleri kuramları çerçevesinde anlaşılmaya çalışılan bu gerçek henüz tam olarak kabül görmüş ve anlaşılmış değildir.
Sözde bazı kişiler dünya dışından geldikleri varsayılan UFO 'ların içlerindeki dış uzaylılarla iletişim kurduklarını iddia etmektedirler.Bu iletişimler sonucu alınan üst uzay yolculuğuna ait sözde bilğiler bilimsel anlayışın ufukları içerisinde ne kadarda asılsız iddialar olarak görülselerde ana fikir olarak bu anlatımların gerçeğin çokta dışında fikirler olmadığını kendi adıma söyleyebilirim. Bu UFO temascılarından biri olan Edvart Billy Meier' ın Semjase adında bir dünya dışı varlıktan aldığını iddia ettiği bilgiler ve Türkiye'de yaşayan ve kendisiylede bizzat tanışıp görüştüğüm sayın Ömer Sami Ayçiçek beyin Agarta uygarlığı denen bir uzay uygarlıgıyla medyumsal bir ilişki sonucu semiyun isimli varlıktan aldığı bilgiler son derece ilğinç :
Semjase :
['' Uzay yolculuklarımız sizin düşündüğünüz gibi değil. Örneğin bizler uzay aracında aynen gezegenimizdeki zaman kavramını muhafaza edebiliyoruz. pleiades yıldızını terk ettikten tam yedi saat sonra dünyaya ulaştık. (pleiades takım yıldızı dünyadan 430 milyon ışık yılı uzaklıktadır) Yolculuğumuzun uzun sürmesi ise ,önce normal hızla uçmamız gerektiği içindir. Ancak sistemimizden çıktıktan sonra , süper hızla harekete geçebiliyoruz. Güneş sistemine yaklaşmadan önce yeniden normal hıza geçiyoruz. Bu konuda daha fazla bilği vermem imkansız . Çünkü o zaman sizin bilim adamlarınız ''sıfır zaman propulsyon sistemi '' ni ortaya çıkarabilirler. Ama insanoğlu henüz uzayın derinliklerine gitmek için hazır değil. Herşey zamanında olacaktır. Ama uzaya açılmak istiyorsanız yeni bir yol bulmalısınız. Bügünkü araçlarınızı geliştirmekle bu iş imkansız. Sizler sınırları zorlayıp aya gittiniz. Ancak bugünkü yöntemlerle hiçbir zaman hiçbir şekilde uzayın derinliklerine ulaşmanız mümkün olmayacak. Bunun için çok özel propulsyon sistemleri (sevk- itici güç sistemleri ) olan , uzay araçlarına ihtiyacınız var. En önemliside zaman ve yer kavramlarını yok edecek ve '' sıfır zaman'a ulaşacak '' bir propulsyon sistemi bulmanız gerek. Bu şekilde saniyede trilyonlarca ışık yılı seyahat etmek mümkün olur. ''] Aşağıda bu pleiades' li uzay uygarlığına ait uzay araçlarının şekilleri görülmektedir:
semiyun: [Üst uzay yolculuğu denen bu kavram elde edilmeden, bu yolculuğa olanak tanıyan bu teknolojik seviyeye ulaşılmadan kainatların keşfi konusu ciddi bir konu olmaktan uzaklaşır, yani hayal olarak kalır, pratiğe, gerçeğe hiç bir zaman ( uygarlıklar için söylüyorum) dönüşemez. Kainatların ( derin uzayın) gerçekten keşfi, tanımlaması arzu ediliyorsa uygarlıkların bir üstboyut içinde ilerleyebilecek, çalışabilecek uzay gemileri yapmaya ihtiyaçları vardır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi uygarlıkların büyük bölümü fiziki kainat içinde belirli sürate ulaşabilirler ama ondan öteye, daha öteye gitmek, daha yüksek bir sürate ulaşmak (ışık hızının üstünde bir hıza erişmek) gerekirse mutlaka bir üst boyuttan (4. ,5. ve bunu daha da arttırabiliriz ama o çok farklı bir hali ihtiva eder) yararlanmak zorundadırlar ki, burada da büyük bir medeni sıçrama yapmak zarureti vardır.Bizim asıl sürat kavramına karşı yaklaşımımız gemilerimizin vibrasyonel seviyesini yükseltmekle elde edilen bir haldir. Geminin üç boyutlu aleme uygun vibrasyonel seviyesini yükselterek onu bir anda ortadan kaldırıp bir başka boyutun içine sokmak gerekir ki, ona 4. boyut demek nispeten daha uygun olur. Çünkü doğrudan doğruya üç ile dört arasında bir geçiş yoktur. O da nüanslar halinde kendini ortaya koyar. İşte vibrasyonel seviyeyi yükselterek bu nüanslar halindeki gittikçe yükselen boyutlar, alemler içine girerek kainatta mesafe gibi gözüken ya da sonsuz uzaklıkları ihtiva eden halleri çok kısa sürede almak mümkündür.
Eğer uygarlık olarak bir üst boyutun imkanlarından yararlanmak durumunu elde etmiş iseniz, uzay aracınızın vibrasyonel seviyesini yükselterek o boyuta geçer ve o boyut üzerinde çok kısa bir zaman süreci içinde yolculuk yaparak tekrar vibrasyonel seviyenizi düşürdüğünüzde mevcut kainatın içindeki çok uzak bir gezegene çok kısa sürede seyahat etme imkanına sahip olursunuz.Yalnız bu çok ileri bir aşamayı gerektirmektedir. Bizler yolculuklarımızı çok uzun bir zamanda beri bu yöntem ile yapmaktayız.]
Bir başka uzaylı varlık ise şöyle diyor; ''Şunu bilmeniz önemli: Her madde, atomundan molekül bağlarına kadar uzay-zamandan oluşur; yani yoğunlaşmış uzay-zamandır. Uzay/zaman'a uçuş yönüne doğru huni şeklinde biçim veririz. Bunun sonucu oluşan büyük yerçekimi potansiyeli uzay gemilerimizi ışık hızından daha üstün bir hızla emer ve arkasından sürükler. Bu neredeyse, önüne bir sopanın ucunda havuç uzatılan bir eşeğin, onun arkasından koşmasına benzer. Diğer bir anlatışla: uzay-zamanın yapısını yönlendiririz.''
Bilinen en ünlü UFO temasçılarından George Adamski' nin ise uzaylılarla yakın temas sonucu aldığı bilgilerde son derece ilginçtir. Bu temaslardan birinde ''uzaylı varlık'' Adamski 'nin iddiasına göre şöyle demiştir; ''...Bizim gemilerimizden söz etmek gerekirse ki, siz onlara -uçan Tabak- dersiniz, sizin kendi uçaklarınız için kullandığınız terim gereği, onlar da uçmaktadırlar. Fakat, biz sizin anladığınız anlamda uçmayız. Biz atmosferi uçuşun mekanik vasıtası olarak kullanmaktan çoktan vazgeçmiş bulunmaktayız. Siz bu uçuşu -Gravitasyonel Asılma- tarzında ifade edebilirsiniz. Bu yüzden araçlarımız atmosferik sürtünme ve dirençle karşılaşmazlar. Yine aynı sebeblerle bizim araçlarımız, sizin havacılarınız ile bilim adamlarınızın akıllarının alamayacağı seri ve ani yön değiştirmeler yapabilir ve o esrarengiz yüksek hızlarla hareket edebilirler.''
Bu temas iddialarından biride Dr. Daniel Fry 'a aittir. Dr. Fry'a verilen bilgi ; [..Bizim uzay gemilerimizi görenler, hızlarından bahsederlerken, dinleyenler tarafından inanılmayan konulardan biri de budur işte. Sizin en bilgili bilim adamlarınızdan bazılarının, şu kanıda olduklarını duymuş bulunmaktayız : Beden sahibi olarak hiçbir insan, başka bir dünyadan da olsa, bu akselerasyona dayanamaz. Bizi sükutu hayale uğratan dünyasal kanılardan biri de budur. Orta derecede bir bilgi seviyesi olan, herhangi bir kimsenin bile, böyle bir görüşü hemen düzeltmesi gerekirdi. Bunun cevabı basit olarak şöyledir: Gemiye hız veren güç, doğal olarak gravitasyon alanı niteliğinde bir şeydir. Bu güç, sadece aracın atomlarını etkilemekle kalmayıp, içinde bulunan pilot ve yolcuları da aynı decede tesiri altında tutar. Sizin uçaklarınızda ise durum tamamıyla farklıdır. Sizin jet yada pervaneleriniz var, bunlar yardımıyla aracınızın bir tarafında bir itme gücü elde etmektesiniz. Bu lokal itme, aracınıza bir hız sağlamakta, fakat içindeki insanlara değil! İçindeki insanlar, altlarındaki koltuk hareket ettiği için, dolaylı bir yoldan hareket kazanırlar. Dolayısıyla siz, bir hız hissetmektesiniz. Bizim tek akselerasyon(hızlanma) limitimiz, kullandığımız alanın limitidir.] Ve uzaylı varlık uzay gemilerinin çalışma prensibini basitçe şöyle izah eder: [...Araca ait genel alanın merkezi aracın gravitasyon alanınkine benzerdir. Eğer genel alanın merkezi, aracın gravitasyon merkezine(kütleçekimsel merkezine) uyarsa, bundan doğacak tek sonuç, aracın kütlesinin yukarı doğru hareketi olacaktır. Genel gravitasyon merkeziyle, alanın merkezi uyuşmadığı zamanlarda, araç o merkeze doğru bir hız kazanacaktır. Bu alanı oluşturan sistem, aracın bir kısmı olduğundan herhangi bir kesiklik olamadan, genel çekim merkezi aracın gravitasyon alan merkezinin az ilerisinde olan bir alan yaratacaktır. Ve bu alan oluşturulduğu sürece, araçta bir akselarasyon ( o yönde bir hızlanma etkisi) görülecektir. Şöyle bir benzetme, anlayışı kolaylaşatıracaktır : Bir at arabasında oturuyorsunuz. Uzunca bir sopanın ucuna bir tutam taze ot bağlamışsınız. Bu ot demetini atın burnundan az ileride tutuyorsunuz. At otu yemek için uzandığında arkasındaki arabayı da sürükleyecektir. Fakat siz, sopa ve ucundaki ot demeti hep birlikte hareket edeceklerinden, at hiç bir zaman ot demetine yetişemeyecek, bu şekilde devamlı devamlı hareket sağlanmış olacaktır... Aracı yavaşlatmak ya da durdurmak için negatif akselarasyon yaratmak üzere sistemin alanı, genel gravitasyon merkezinin hemen gerisine kaydırılır.] Dikkatimi çeken nokta gerek bilimsel verilere ve kendi entellektüel çalışmalarıma ve gerekse sözde spekülatif UFO teknolojisi konularına dair açıklamalara baktığımda aslında aklın ve bilimin ışığında ışık hızı ve üstü hızlara ulaşacak bir sistemin ön görülen tablosu ortaya çıkmaktadır. Ben isterdimki akademik bilim çevrelerince en azından ülkemizde bu konularda özel bir araştırma fonu oluşturulsun ve konu araştırılsın. Ama görülüyor ki askeriye dahil tüm Türk havacılık kurumları bile henüz F-16 savaş uçaklarının teknolojisini anlayabilmekten ve geliştirmeye çalışmaktan öte bir düşünceye sahip değil. Yıldızlar arası yolculuk ise Türk ulusu için hala bir düş olamaktan öteye geçmiyor.
Çetin BAL : Uzayda yolculuk konusunda ve özellikle derin uzayın keşfini ciddi anlamda düşünen insanlık uzay-zaman levhasına doğrudan etki ederek kendisini uzay-zamanın kafes çizğileri boyunca kaydırabilecek -elektromanyetik sevk- yöntemlerini geliştirmek zorundadır.Bunun için öncelikle Birleşik Alan Kuramı' nın tam olarak anlaşılması lazım. Albert Einstein bu konuya bir vurgu yaparak şunu der : '' Gravitasyon alanı ile elektromanyetik alanı tek bir yapı halinde birleştirmeyi başardığımız taktirde, bu, muhakkak ki, ileriye doğru atılmış büyük bir adım olacaktır.'' Eğer ışıktan hızlı yolculukların arkasındaki fizik ilkeler bilinmek isteniyorsa ''KUANTUM-ELEKTRODİNAMİĞİ'' bu yolculukta anahtar kuramlardan biridir. Işığın yapısı tam olarak anlaşılmadıkça aslında bir 'üstuzay yolculuğu' olan 'zaman yolculuğu'nun kendiside hiçbir zaman anlaşılamayacaktır.
ZAMAN'IN GİZEMLİ YAPISI :
Zaman , iki hareket arasındaki süredir. Hareket ve maddenin nesnel hali zamanla belirir. Zamanın olmadığı yerde , nesnellikte yoktur! Bu nedenle zaman cismin kesinlikle belirleyici faktörüdür. Hareketin hızı zamanın da hızıdır. Görelilik ve kuantum varsayımlarına göre zaman ile uzay birbirleriyle doğrudan ilişkili ve bağlantılıdır. Zaten zaman ile uzay birlikte anlamlıdır. Biri olmadan diğerinin olması mümkün değildir. Bunu şöyle özetleyelim : elektrik yükünün çevresindeki elektrik alanı , o elektrik yükünün bir bağlantısıdır. Tıpkı bunun gibi geometri ile kinamatik 'den oluşan eğri yada düz uzay-zaman metrik alanı da özdeğin (maddenin) bir bağlantısıdır. Elektrik yükü olmadıkca, elektrik alanı nasıl olmaz ise ; maddesiz bir '' metrik alan'', eş anlamıyla '' uzay-zaman '' da varolamaz. uzayla zaman, düşünsel tasarımlar değil , maddesel nesnenin içinde bulunan nesnel zaman-uzay madde somutluğundan oluşmuş bir bütündür. Böylece uzayın boyutları kadar zaman boyutunun kendiside uzay boyutlarının bir devamı niteliğinde bir nesnel uzam boyutu olarak varolmaktadır. Madde özünde ışıma kuatlarından oluşma bir yapıdır. Bu ışıma kuantları kendilerini özde zamansal bir varoluş olarak ,bir frekans olarak bir zaman yapısı olarak ortaya koyarlar. Zaten Birleşik Alanlar Teoreminin özündeki ana fikir 'de ışık kuantları düzeyinde elektrik alanı - manyetik alanı ve gravitasyon alanlarını tek bir alan yapısı altında formüllemekten başka bir şey değildir. Bu ise elektro-gravitasyon alanı denebilecek yeni bir alan anlayışını öngörecektir. Eğer elektrik- manyetik ve gravitik alanlar içerisinden zaman kayması -boyut değişimi hadiselerini açıklayabilirsek bir Birleşik Alan Kuramı anlayışına sahibiz demektir.
Zaten kendi evrenimizin boyutları içerisinde zaman fenomeninide içerisine alacak bir Birleşik Alan Kuramı sonucunda üst boyutlara geçebilmek ve başka zaman yada uzay noktalarına geçit verebilecek fizik dinamiklerindede değişmeler yaratabilecek bilgiye sahip olmuş oluruz. Zaman yolculuğunun mümkün olması için klasik anlamda lineer olarak düşündüğümüz sürekli /kesintisiz bir zaman çizğisi anlayışı yerine, zaman çizğisini oluşturan her bir noktasal AN ' ın birbiri ardına sıralanmasından oluşmuş kesikli bir zaman çizğisi anlayışını kabül etmeliyiz. Yani zaman akışı sürekli bir akış değil kesikli /titreşimli bir akıştır. Her bir AN bir dalga vuruşunu ifade eder. Aslında zaman ' ın fizik yapısıyla ışık enerjisinin fizik yapısı arasında doğrudan benzer bir ilişki vardır. Bu gibi zaman akımının kendiside hem dört boyutlu bir bakış açısında kendi içinde kesiksiz bir bütünlüktür. Hemde üçboyutlu bir bakış açısı içerisinde parçacıklı / kesikli bir akıştır. Bu durum ışıgın bir parçacık akımımı yoksa sürekli bir dalga akımımı olduğu sorusuyla benzer bir tartışma sorusudur. Hatta aynı meselenin bir diğer şeklidir desekte yanlış olmaz. çünkü zaman akımı ışık enerjisiyle fiziksel ve matematiksel bir bağa sahiptir. Hareket, zaman ve mekan içinde tanımlanır. Zaman ise mekanı (uzayda bir noktayı) temsil eden enerji dalgasının dördüncü boyut çizğisi boyunca yer alan önceki ve sonraki salınım değerlerinin bir toplamıdır.Geçmiş - gelecek ve şimdi olmak üzere üç zaman dalgası vardır.Bu üç zaman dalgası bir dördüncü boyut uzayında yanyana gelirler. Üç boyutlu uzayda ise farklı zaman boyutları iç-içe geçmiş yada üs-üste binmiş frekanslar manzumesi olarak algılanır. Zamanın bir çok tanımı vardır. Peki ZAMAN 'ın bir alt sınırı, yani elemanter bir zaman varmı dır? Enerjiyi kuantlaştırabildiğimize göre evrendeki sinyallerin maksimum bir hızı olduğuna göre bu gayet mantıklı bir sorudur. En kısa zaman var mıdır? sorusu, sinyallerin yayılma hızının sınırlı oluşu yüzünden, en kısa mesafenin var olup olmadığı sorusuyla aynı şeydir. En kısa zamana en yüksek frekans tekabül ettiğinden, en kısa zaman sorusu, aynı zamanda enerji kuantumu için bir tavan değeri olası gerekir. Ve bu en yüksek frekans değeri ışık hızında titreşen bir foton noktasını temsil eder.Ve foton lineer hız olarak(ışık hızı) zamanın akış hızıyla eşdeş bir hıza sahiptir eğer bir foton hız frekansı olarak yaklaşık 12,3 x 10 * üzeri 22 Hz / sn 'lik bir titreşim hızına erişir ve bu frekansın ötesine geçerse bizim boyutumuzu terk eder. Yani bir üst boyuta bir üst hız frekansı denen başka bir zaman akış hızı içerisine girer. Işığa ait dalga boyunun kısalmasıyla ışığın frekansıyla doğru orantılı olan enerji değeri de büyür.Kısaca dalga uzunluğunun giderek kısalması ile enerji değeride giderek yükselir. Ve ışığın en yüksek titreşim hızı olan ışık hızına karşılık gelen yüksek frekans düzeyinde ışık vibrasyonları en yüksek hızda titreşirler ve en yüksek enerji değerine ulaşırlar. Ve bu enerji düzeyi bizim boyutumuzun kuantum enerji düzeyini simgeler. Bu enerji duvarının bir frekans sıçraması ile aşılması ile bir başka kuantum enerji düzeyini ifade eden bir üst boyutun kuantum enerji havuzuna yani üst evrene geçmiş oluruz. Nasıl 'ki enerjinin kendi içerisinde frekanslar şeklinde kuantum enerji fazları şeklinde geçişler varsa boyutsal düzlemler arasında da enerji yasalarına dayalı bir geçişten bahsedebiliriz. Ve bu yeni boyutta en kısa zamanın genişliği bizim boyutumuzun iki katıdır.Bir foton yada ışık dalgası ışığın hız duvarını üç boyutlu uzayda lineer bir yayılma hızıyla geçemez. Ama bir dördüncü boyut doğrultusunda açılım gösteren ışığın iç titreşim hızı sayesinde yerinde titreşimler şeklinde bir hızlanmayla ışık titreşimleri kendi yayılma hızını(ışık hızını) aşarak bir üst uzaya sıçrayabilir.Böylece üçboyutlu küresel bir enerji havuzu oluştururcasına yayılan ışık dalgası bir dördüncü boyuta doğru saparak ortadan kaybolur. Ve bir foton bu hızı aşarsa kendini geçmiş ve geleceğe doğru yayarak zamanda sıçramalar yapar.
Einstein 'ın fotoelektrik kuramıyla ışığın dalga ve parçacık ikilemi planck' ın frekans ( f ) kavramıyla birleştirilmiştir.Maxwel 'in ışığın dalga kuramıyla Planck'ın ışığın parçacık anlayışı birleşerek ortaya tek bir ışık anlayışı çıkmıştır. Işık sonuçta kesikli bir ''parçacık'' akıntısı değil yine ona yakın bir tanımla kesikli bir ''dalga paketleri'' demetinden oluşan bir enerji akımıdır. Bilim adamları bu anlayışta parçacık ve dalga tanımlarını birleştirmişlerdir.Bu anlamda uzay alanı bir kesikli bir kuantum enerji vakumu yada köpüğü olarak ele alınmıştır. Peki ama uzaya bağlı zaman matriksini nasıl kuantumlayabiliriz? Bunun anahtarı ışığa atfedilen benzer bir tanımla verilebilir. Zaten bu anlamda yerçekimsel uzay-zaman eğriliğinide kuantumlanmış uzay alanı eğriliği cinsinden ifade edebilirsek zaman yolculuğuna ait tam bilgi elde edebiliriz. Aslında zaman yolcululuğunun tam bir anlayışı ''Alan-parçacık-yerçekimi kuantum vakumu- sıfır nokta enerjisi-elektrik ve manyetik alanların dalga yapısı ve uzay-zamanın eğriliği anlayışlarının tek bir alansal matriks altında toplanıp anlaşılmasıyla '' net bir görüntüye kavuşacaktır.Buna evrenin ''Birleşik Alan Teorisi'' de denebilir.Eğer ileride farklı boyutlar ve parapsikolojik fenomenlerde bu kuram dahiline alınırsa insanın evrene bakış açısı dahil yaşam biçimi, kültürü, sosyal örgütlenmesi sosyal kurum ve kuruluşlarında da bir değişim ve yeni bir dünya düzenin ortaya çıkması kaçınılmazdır.Eğer atomik yapıya daha da derinlemesine girecek olursak fizikçilerin kuantum alanı dedikleri noktaya ulaşırız. Eğer bu kuantum alanının dahada derinlerine inersek köpüksü uzay-zaman çizğilerine ve onun daha da altında bir düzeye inersek insandaki bilincin daha farklı bir düzeyi olan evrensel bilinç dokusuna ulaşırız.Kuantum alanının gerçek realitesi salt bilinçtir. Ve tüm fiziksel olgular bu en derin düzeydeki salt bilincin(kozmik bilincin) parçacıklar, atomlar ve moleküller şeklinde beliren yansıyan aynı şeyin çeşitli görüntülerinden başka bir şey değildir.Eğer insan beyninin ve zihninin uzay-zamanın sonsuz boyutlarıyla olan karmaşık bağlantısı keşfedilebilirse insan metafizik bir varlık olarak evrendeki yerini olabilecek en derin düzeyde sorgulayacaktır.Böylelikle insan sadece sınırlı bir fizik ve psikolojiden ibaret bir varlık olarak değil metafiziksel ve parapsişik bir varlık olarak kendini algılayacaktır. Bu dinsel bir önermeden çok insanın en derin felsefi bir boyutta kendini anlaması hadisesidir. Konuyu fazlaca dağıtmadan zaman yolculuğunun bilimsel anlatımına devam edelim. ---Zamanda yolculuk ve Kuantum Fiziği--
Newton' un yerçekimi kanunu uzun yıllar boyunca insanların aklını karıştırmış, bir cismin uzaklardaki başka bir cisme kuvvet uygulayabilmesi bir çok kişiye anlaşılması zor bir olay olarak görülmüştü. Problemi Albert Einstein genel görecelik kuramıyla çözdü ve bu kuvvete yerel bir açıklama getirdi. Herhangi bir kütle, içinde bulunduğu uzayın eğrilmesine neden olur, vebu eğrilme de zamanla kütlenin çevresine yayılır. Uzaydaki bu eğrilmeyi hisseden diğer cisimler de sanki kendilerine bir kuvvet uygulanmış gibi hareket ederler.
KUANTUM ALAN KURAMI: Bir kaç cümle ile kuantum alan kuramı şöyle anlatılabilir: Kütle ve enerji Einstein 'ın E= m.c2 formülüne göre birbirine çevrilebilir. Boş uzay gerçekte o kadar da boş değildir( casimir etkisi). Saniyenin 10 milyar kere tirilyonda biri (10* üzeri 22) süresince ortaya çıkıp kaybolan parçacıklarla doludur. İki temel parçacık aralarında kuantum alanını ileten parçacık yani'' kuantum alanının kuantumu ''( Aslında bir parçacıgın alansal yapısını yine bir parçacık cinsinden elemanter parçacık kümeleri etkisi ve dağılımıyla açıklamak bir paradokstur) alış verişi yaparak etkileşirler. Bu yorumla boş uzayda bile parçacık karşıt parçacık çiftlerinin sürgit kendiliklerinden oluşup - yokolmaları (vakum çalkalanmaları) açıklanabilmektedir. Kuantum alan kuramında parçacıkların (proton, nötron,elektron,pozitronlar, mezonlar...) kuantum vakumunda nasıl ortaya çıkıp kayboldukları henüz tam olarak anlaşılmış değildir. Ama Einstein' ın genel görecelik ve Maxwell 'in elektromanyetik kuramları çerçevesinde salt uzay-zaman levhasındaki mikroskopik noktalarda meydana gelen bükülmelerin atom altı ölçeklerde yeni parçacıkların oluşmasını sağlayabileceğini biliyoruz. Bu bağlamda kuantum kuramının genel görecelik kuramının ayakları üstünde durduğunu söylemek yanlış olmaz. Peki ama salt uzay-zaman levhası nedir. Işığın içerisinden yayıldığı ortam tam olarak nedir. Işık gerçekten bir şey içinde mi yayılır. Yada zaman ve uzayın çizgileri ışığın elektromanyetik alansal çizğilerinin bir ifadesimidir? kuantum alan kuramı; ışık fotonlarının yada dalgalarının yada elektron, proton, nötron.. gibi atom parçacıklarının ortaya çıkış ve kayboluş süreci hakkında tam bir fikir sahibi olmasada bu iki süreç arasında her tür parçacığın saçınıp dağılması esnasındaki devinim süreci boyunca bu parçacıklara ait davranışların bir dizi olasılık hesapları (kuantum dalga fonksiyonu) cinsinden ifade edilmesine yarayan matematiksel bir teknik dildir.
Daha net bir ifadeyle Kuantum Alanlar Kuramı, atomaltı ölçekteki olguları açıklamak amacıyla geliştirilen fizik ilkelerin bütünü. Fiziğin başka dallarında da uygulama alanı bulan kuvantum alanlar kuramı, parçacıkların yaratılıp yok edilebildiği yüksek enerjili çarpışmaları ve buna benzer başka süreçleri betimleyebilmek amacıyla kuvantum mekaniği ve görelilik ilkelerini birleştirme çabalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kuvantum alan kuramlarının ilk örneği olan kuvantum elektrodinamiği, elektrik yükü taşıyan parçacıkların elektromanyetik alanlar aracılığıyla etkileşimini betimler.Bu kuramda elektriksel ve magnetik kuvvetlerin karşılıklı alınıp verilen parçacıkların (fotonlar) salımı ve soğurulmasından kaynaklandığı kabül edilir. Fotonlar uygun, koşullar altında, yüklü parçacıklardan tümüyle bağımsız duruma gelebilirler; bu durumdaki fotonlar ışık yada başka elektromanyetik ışınımlar olarak algılanır. Doğadaki öbür kuvvetlerin de kuvantum elektrodinamiğine benzer kuramlarla betimlenebileceğine inanılmaktadır.(bu kuvvetler radyoaktif beta bozunumuna yol açan zayıf etkileşim, atom çekirdeğini oluşturan parçacıkları bir arada tutan kuvvetli(güçlü) etkileşim ve kütleçekimi kuvvetleridir.) Bu kuramlara toplu olarak, ayar kuramları denir.Bu kuvvetlerin her birine o kuvvete özgü bir değiş-tokuş parçacıkları takımı eşlik eder. Kuvvetler arasındaki farklılıklar bu parçacıklar arasındaki nitelik farklarından kaynaklanır. Örneğin elektromanyetik ve kütle çekimsel kuvvetler uzak mesafelerde de etkili olur ve bunlara aracılık eden değiş- tokuş parçacıkları (foton ve gravition ) kütlesiz parçacıklardır (ki varolan bir parçacık kütlesiz olamaz! bu bir parodokstur). Zayıf ve kuvvetli etkileşimler ise ancak atom çekirdeği boyutundan daha kısa erimlerde etkili olabilirler; bu etkileşimlere aracılık eden parçacıkların kütleleri büyüktür, bu parçacıklar değiş-tokuş sürecinde ancak çok kısa mesafeleri aşabilirler. Bütün kuvvetlerin tek bir ayar kuramı çerçevesinde toplanmasının olanaklı olacağına inanılmaktadır. Böyle bir birleşik alan kuramında bütün kuvvetler ortak bir kökene bağlanabilecek ve bu kuvvetler arasında matematiksel bakışım (simetri) ilişkileri bulunacaktır. Bu kuramın en yalın sonucu, bütün kuvvetlerin özdeş niteliklere sahip olması biçiminde ortaya çıkacaktır.
Alanlar ve parçacık bağıntılarının çözümlenmesi için görecelik kuramı ile kuantum kuramının bir araya getirilmesinin gerektiği anlaşılmaktadır. Alan ve parçacık propleminin çözümünün, alanların, örneğin Maxwell'in elektromanyetik alanının, kuantum kuramının kurulmasında yattığı ortaya çıktı. O ana kadar alanların ve parçacıkların birbirlerinden farklı bağımsız olgular olduklarına inanılıyordu. Kuantum alan kuramıyla birlikte, alanlarla parçacıkların aynı olgunun iki farklı görünümü olduğu kanıtlandı. Fakat kuantum alan kuramında en önemli sorun hala kütleçekiminin kuantum kuramı' nın bulunamamış olamasıdır. Fizik bilimi için enerji, parçacık, alan, dalga kavramları ve bunlar arsındaki ilişkisel resim bulanıktır. Henüz tam bir netliğe kavuşmuş değildir. Ve tüm kavramlar ışık enerjisinin yapısının ne olduğuna dair sorulan sorularda bir araya gelmektedir.Dolayısıyla foton dediğimiz ışık enerjisi henüz tam bir kesin tanıma sahip değildir.[ Görecelik Kuramı ]
Bugünkü fizikte ''parçacıklar kısımları olmayan parçacıklardan kuruludur'' görüşü hakim olmasına rağmen Y.P.Terletsky; ''Fizik bir ikilem karşısındadır, ya noktasal parçacık(kuantum teorisi) ve rölativite teorisi ya da uzayda yayılı parçacık ve rölativite teorisinin iflası'' demektir.Evren holografik bir enerji alanıdır.Bu Einstein'ın salt uzay alanıdır. ''Parçacık'' bu görüşe göre bir noktada yoğunlaşıp kapana kısılmış elektromanyetik enerji damlasıdır. Bu anlamda elektromanyetik alanları nasıl noktasal foton parçacıkları kümesi olarak görürüz? Eğer boşluk denen şey bir enerji dokusuysa ve gerçekte boşluk diye bir şey yoksa, enerjide bir fotonlar kümesiyse peki o zaman bu fotonlar arasında ne var? Sanırım bu fotonlar arası boşluk yine ayrı bir enerji alanı değildir! Boşluğu bir enerji alanı olarak görürsek o zaman enerji alanlarını kuantumlayamayız. Eğer yerçekiminide kuantumladığımızı düşünürsek bir yerçekimi parçacığının yine bir enerji alanı içerisindeki ya da boşluk içerisinde kendi çevresinde oluşan uzay eğriliğinin silinip gitmesi lazım. Yani bir gravition parçacığının daha da altında bir çevresel düzeyde ''uzay/zaman metriğinin eğrileşmesi'' gibi bir parodoks doğar.
Kuantum fiziği Alan'ları uzay/zaman'da yer alan noktalar kümesi olarak görmek ister. Bu durumu ışık dalgaları ve ether kuramı içinde söyleyebiliriz. Alan giderek bir boşlukta bile varolduğuna göre, alan bir ''taşıyıcı''nın durumu olarak mı tasarlanmalıdır, yoksa ona başka herhangi birşeye indirgenmeyen bağımsız bir varoluş mu yüklenmelidir? Başka bir deyişle alanı taşıyan bir ''ether'' varmıdır. Ya da salt uzay/zaman alanı bir elektromanyetik doku olarak mı görülmelidir. Ki ben öyle düşünüyorum.Öyleyse evrenin temel yapı taşları kuantlardır. Öyleyse elektromanyetik alanlara eklenen bir gravitasyon alanı ya da aynı ifadeye karşılık gelen eğrilmiş uzay/zaman alanı veya düz uzay/zaman metriği, ışık kuantlarının (alansal enerjinin) hangi faz değişimiyle açıklanabilir.Bunu bir kuanta atfen söylenen E= h x f ya da E= m x c2 değerleri kullanılarak nasıl ifade edebiliriz?
Uzay aslında elektromanyetik bir denizdir. Bu elektromanyetik denize atom altı ölçekte bakarsak kuantum vakumu denilen şeyle yada eğrilen uzay-zaman çizğilerinin köpüksü biçimiyle karşılaşırız. Uzay-zaman yerçekimi ve elektromanyetizma ilişkisi Birleşik Alan Kuramı'nın ana hatlarını içerir. Birleşik Alan Kuramını ''Elektrik- Manyetik - Gravitik'' denen üç alansal vektörün matematiksel bir bileşkesi olarakta görebiliriz. ''Elektromanyetizma, uzay ve zaman'' kuantumsal bir bakış acısında nasıl birleştirilebilir? Ve uzay-zaman bükülümü olarak elektromanyetik vektöre katılan gravitik bir üçüncü vektörü elektromanyetizmayı oluşturan fotonların hangi kuantum faz değişimiyle izah edebiliriz? Zamanda yolculuk ve boyutsal bir faz değişimi ile ortaya çıkan görünmezlik fenomenini de (Ki bu zaman kaymasına ait bir olaydır ) bu kuantum faz değişimine nasıl bağlarız. Yukarıda bahsi gecen ''Gravitik sevk'' metoduda bu açıklamalar bünyesinde netlik kazanacaktır. Böylece bir uzay gemisi evren denen kendi elektromanyetik denizinde gravitasyonel bir dalga yaratımı altında sörf yapar gibi ışık hızında kayabilecektir. Wales üniversitesi'nden fizikçi Miguel Alcubierre'nin uzay aracı modeli böyle bir gravitik sevk modeline güzel bir örnektir.
Bu araç kendisini içerisisine alan uzay/zaman geometriğinin bir yöne doğru bükülmesiyle Gravitik bir asılım etkisi altında uzay/zaman ilintisinde ışık hızında kaydırılır.Aracın kendi yarattığı yerçekimsel potansiyel altında ezilmemesi için Alcubierre bu uzay aracını negatif bir enerji bulutuyla çevreleyerek bir çeşit eğrilmiş uzay/zaman baloncuğu yaratır.Alcubierre hareket yönünde, eğrilen uzay/zaman çizğilerini daha da sıklaştırarak ve ters yönde uzay/zaman' ı serbest bırakarak ileriye doğru karadeliksel bir çekim gücüne denk bir emme etkisi yaratır. Ve böylece araç, uzay/zaman çizğilerinin huni biçimine getirilerek sıklaştırıldığı çekimsel odak noktasına doğru bozulan uzay/zaman ilintisinde ışık hızında kaydırılır.Burda ışık hızında kayan aracın kendisi değil, aracın üzerinde yer aldığı uzay/zaman dokusudur.Bu sanki uzay/zaman dalgalanması üstünde tutunarak gravitasyon dalgaları boyunca sörf yapan bir uzay aracı modelidir.Gravitasyonel bir dalga tarafından taşınan bir uzay aracı modeli ! Ki bu benimde öngördüğüm ve desteklediğim bir uzay yolculuğu biçimidir.Fakat benim kendi araştırmalarım göstermiştir'ki kendi uzay/zaman ilintimizde yaratılacak gravitasyonel bir dalga üstünde seyahat etmek bizi ışık hızının üstünde bir hız limitine ulaştıramaz. Bunun için elektromanyetik bir bileşene(uzay/zaman dokusuna) ek olarak ortaya çıkan gravitasyonik dalgalanma(uzay/zamanın dokusal eğriliği) etkisi bir üst uzay/zaman alanı içerisinde yaratılmalıdır. Uzay aracını çevreleyen elektromanyetik alan frekanslarının ışık hızının üstünde bir titreşim boyuna geçmesiyle gemi kendi elektromanyetik alanları ile üst uzay/zaman dokusu içerisine doğru bir frekans değişimi sayesinde taşınmış olur. Böylelikle üst uzay/zaman dokusu içerisine geçerek gözden kaybolan gemi o boyut içerisinde gravitasyonik bir dalga yaratımıyla kendisini o boyuta ait ışık hızı limitinde bir hızla üst uzay/zaman ilintisinde hareket ettirir.Şimdi burda benim kendi araştırmalarım göstermiştir ki boyutlar yükseldikçe her boyutu oluşturan elekromanyetik ışınım dokusunun hız yapısıda ikinin katları oranında yükselir. Yani bizim uzay/zaman ilintimizde ışık hızı ya da gravitik dalgalanma hızı 300.000 Km/Sn' ise bir üst uzay zaman ilintisinde bu hız 600.000 Km/Sn 'dir.O boyutsal katın üstünde ise ışık hızı 1.200.000 Km/Sn 'dir.Ve bu skala boyutlar yükseldikçe katlanarak artar.
17nci yüzyılda Newton kendinden öncekiler gibi kendini bilinmeyenin sırlarına kaptırmış, ışığın ne olduğunu sorgularken ışığın tanecik olduğu kanaatine ulaştı.Onu takip eden diğerleri de ışık ve ışığın etkilerini incelerken şu soruyu sordular:Cisimler ısıtılınca neden ve nasıl ışır?Şimdi şöyle basit bir deney düşünelim: Hafifçe ısınan demir ışık vermeye başlar,çubuğu daha da ısıtırsak daha güçlü ışır, biraz daha ısıttığımızda ise ışıyan dalga boyları arasında genliği en baskın olan, yaklaşık 580 nano metrelik sarı renk yansır.Alman fizikçisi Max PLANCK (1858-1947) siyah cisim(demir çubuk) ışımasını açıklayabilmek için, 1900 yılında ışık enerjisinin dalga paketleri halinde, hv birimleri cinsinden aktarıldığı varsayımını öne sürdü.Bu tarih, Kuantum fiziğinin başlangıcı kabul edilir.Planck sıcak bir nesne tarafından yayılan ışınım tayfına ait özelliklerin, ışınımda tıpkı maddenin atomlardan oluştuğu gibi küçük birimlerden meydana geldiği kabul edilirse açıklanabileceğini fark etti.Ve bu birimleri “Kuantumlar” olarak adlandırdı. Bir atom modeli, merkezde artı yüklü bir çekirdek ile bunun etrafında dönen eksi yüklü elektronlar olarak oluşmaktadır.Elektronların, 1897’de parçacık, 1937’de de dalga olduğu kanıtlanmıştır.Yani elektronlar hem dalga hem de parçacık olarak davranmaktadırlar.Ve bu dalga-parçacık ikiliği kuantum dünyasının başlıca gizemidir.Bu da kuantum belirsizliği kavramıyla yakından ilgilidir.Bu belirsizliğe göre, bir parçacık hem konumu hem de momentumu aynı anda tam bir kesinlikle bilinemez.Bir parçacığın ya nerede olduğunu ya da nereye gittiğini bilebilirsiniz; ikisini aynı anda bilemezsiniz.Bir elektronun momentumu kesin olarak ölçüldüğünde, bir anlamda dalga paketinden serbest bırakılır ve onun için bir tek dalga boyu seçilir.Kusursuz bir frekansı olan bu tek dalga, Prensipte sonsuza dek yayılır, dolayısıyla elektronun tek bir konumu yoktur.Fakat konumu ölçersek, onu belirsiz bir momentum ile bir çok dalga boyu durumuna iteriz.Gerçeğin doğası, bu düzeyde yaptığımız ölçümlerin türüne bağımlıdır.Einstein' ın fotoelektrik olayı ile ilgili makalesiyle ışığın yapısına ait yeni bir model sundu. Einstein, dalgadaki enerjinin uzaydaki dağılımının sürekli olmadığını, bunun yerine her biri planck sabiti h ile f frekansınınçarpımı kadar enerji taşıyan ''FOTON'' parçacıklarında yoğunlaştığını ortaya koydu. [ MAX PLANCK ]
Bu anlamda Newton 'un taneciklerini geri getiren bu kuramla fotoelektrik olayını başarıyla açıklıyordu. E= h x f ilişkisini ortaya atan planck, Einstein'ın fotoelektrik yorumunu benimseyemedi; çünkü bu defa da parçacıkların Maxwell kuramının sürekli elektrik ve manyetik alanlarıyla nasıl ilintilendirileceği belirsizleşmişti. Einstein buna çözüm olarak elektrik alanın karesinin uzayda o noktada fotonları bulma olasılığıyla orantılı olması durumunda bu ikilemden kurtulmanın mümkün olduğunu belirtti ; fakat daha sonra Max Born, kuantum dalga fonksiyonunun karesi için de aynı olasılık yorumunu ortaya koyunca Einstein 'da Planck gibi gelişmesine katkıda bulunduğu kuantum kuramından soğudu. Bu durumda artık bir ışık fotonu neyse bir elektron, proton.. parçacığı da aynı şey olarak kabül edildi. Böylece bir dalga deviniminin matematiksel fonksiyonları kuantum dalga fonksiyonları adı altında tüm atom altı parçacıklar dünyasının karmaşık ve belirsiz davranışlarını ifade etmek için de kullanılmaya başlandı. Hatta bir ışık fotonunun herhangi bir anda parçacıkmı dalgamı olma olasılığını içeren kuantum denklemleri Paralel evrenler fikrinin de çıkış noktası olmuştur. Hught Everet 'in 1957 yılında princeton üniversitesinde yapmış olduğu ''Evrensel Dalga Fonksiyonu kuramı '' adlı doktora teziyle öne sürmüş olduğu ''göreli durumlar'' yada daha yaygın olarak bilindiği adlarla ''çoklu dünyalar'' veya ''paralel evrenler'' yorumu kuantum fiziğinin ilginç sonuçlarından biridir. Louis de Broglie bile madde dalgaları teziyle yeni bir devrim yapmıştır. De Broglie 'ye göre bir ışık fotonu(parçacığı) hem dalga hemde parçacık özelliği sergileyebiliyorsa bir proton bir elektron yada bir molekül bir madde parçasıda ışık hızına yakın hızlarda parçacık özelliklerinin yanı sıra aynı oranda da dalga karekteri kazanabilir fikrini ortaya atmaktadır. Einstein Max Born 'un kuantum dalga fonksiyonu düşüncesine şiddetle karşı çıktı. Çünkü Einstein Parçacıkları bir olasılık dalgası gibi göremezdi. Alan kavramı bir dalga kalıbını ifade etmekteydi. Ve Einstein' göre elektrik ve manyetik bir dalga bileşkesi atfedilen bir foton gibi bir parçacığada (elektron, proton..) bir dalga fonksiyonu yüklenemezdi. Her ikisi çok farklı şeylerdi. Ve Einstein 'a göre bir dalga kalıbında olan uzay-zaman alanı kendi üzerine eğrilip bükülerek bir parçacık olarak görünüyordu. Non-lineer 'lik özelliği ile Maxwell kuramından temel bir farklılık taşıyan genel görelilik kuramına göre alanların bir cins düğümlenme yoluyla belli bir noktada yoğunlaşabileceğini ve bu düğümlenme yüzünden de ''çözülmeyerek'' bir parçacık gibi davranabileceğini, kısacası parçacıkların, alanlardan elde edilebileceğini düşünüyordu. Einsteine göre bir parçacığı aynı anda bir dalga yada bir çözülmüş alan gibi düşünemeyiz. Bir parçacık ona göre düğümlenmiş uzay-zaman çizğileridir. Bir alan yada bir dalga ise çözülmüş serbestçe dalgalanan uzay zaman çizğileridir. Yani Einstein 'a göre ışığın özel yapısı hariç diğer hiçbir atomik parçacığı aynı anda bir dalga formunda düşünemeyeceğimiz gerçeğidir. Bende kendi adıma Einstein 'ın bu fikirlerini destekliyorum. Ama kuantum fiziği bünyesinde bir parçacığa atfedilen olasılık dalgası formunuda fiziksel bir gerçek olarak değil matematiksel bir dilin, parçacığın karmaşık hareketlerini dalga mekaniği cinsinden sembolik bir benzetimle ifade etmesi olarak görüyorum. Bu anlamda kuantum dalga fonksiyonu betimlemesinede karşı değilim.
Evren'de herşey enerji'dir.Bizim madde ya da parçacık dediğimiz olgular yoğunlaşmış enerjilerden başka bir şey değildir. Eğer enerjinin bir ifadesi olan eletromanyetik alan enerjisini birbirinden ayrık foton partikülleri gibi düşünürsek, o halde alan içinde bir parçacığı yine bir parçacıklar kümesi gibi görmek gerekir ki bu çıkmaz bir çelişkidir.Alan denen şeyi bir parçacık örüntüsü gibi görürsek bu parçacıkların arasındaki boşluğu nasıl açıklarız? Boşluğu, uzay/zaman noktalarından yapılı, noktalar kümesinden kurulu bir ''noktalar kümesi'' olarak kuantumlarsak o halde bu noktalar arasındaki boşluğu nasıl açıklarız? Öyleyse elektromanyetik dokulu boşluk enerjisini bölünemez bir güç alanı olarak görmek daha mantıklı bir yaklaşımdır.Işığın yapısına ait deneysel ölçümler her ne kadar da ışığı bir foton parçacıkları akımı gibi göstersede ışık bölünemez bir bütünlüğe sahiptir. Zira hiç bir zaman, hiç bir deneysel düzenekte tek başına bir foton yakalanamaz ve gözlenemez. Bir ışık kaynağını ne kadar kısarsak kısalım daima dalga desenleri ve girişim modelleri yaratan bir ışıma etkinliğini gözlemleriz.Yani ışığı bir ışık noktaları kümesi gibi düşünemeyiz. Işık bir dalga ve alan yapısındadır. Matematiksel olarak zamanın akma hızından ve ışık hızının sınırlı olmasından yola çıkarak en küçük uzay/zaman bileşeni olan bir ışıma noktası ve adımına karşılık gelen en küçük bir uzay/zamansal aralığı bulabiliriz. En küçük AN'sal bir zaman dilimi varsa en küçük uzaysal bir ışıma noktasıda olmalıdır.Biz buna, bu aralığa bir ışıma kuantı noktası diyebiliriz. Bilim, bir ışıma kuantının boyutalarını 0,8* cm (üssü -27 santim) uzunluğunda görmektedir. Benim kendi ölçümlerime göre bu uzunluk dalga boyu cinsinden ifade edecek olursak 25 x 10*cm (üssü -16 santim) olmalıdır.Bu uzunluğu ışığın en kısa zamanda attığı en küçük adımı olarak ele aldım.
Atom altı parçacıkların davranışları tam olarak kestirilip ölçülemediğinden fizikçiler bu atom-altı parçacıkların davranışlarını anlamlı hale getirmek için atom-altı parçacıkların aslında parçacık değil dalga formları olduğu tezini öne sürdüler.. Fizikçiler küçük top güllelerine benzeyen atom-altı parçacıkları olan bir modelle yola çıkmışlardı, ancak yukarıda betimlenen deneylerin ışığında, başlangıçtaki model, gerçekte ''olasılıksal dalga formları'' olan parçacıklardan oluşan yeni bir tasarıma dönüştü.
Dalga fonksiyonu: kuantum fiziğinde, parçacıkların kesin konum ve hızları yoktur. Bunun yerine verilebilecek en kesin tanım dalga fonksiyonudur. Bu fonksiyon, parçacıkları değişik konumlarda bulma olasılığı olarak tanımlanabilir.
kuantum mekaniği: parçacıkların belirli konum ve hızlarının olmadığını, bir çok açıdan dalgalar gibi davrandıklarını esas alan bir teoriler sistemidir.
Kuantum dalga fonksiyonlu evren görüşünce, dalga, gerçekte dalga gibi davranan bir dizi olasılığı kapsıyordu. Yani, temel parçacık hala küçük bir top güllesiydi. Bu küçük güllenin davranışını bir olasılık dalgası fonksiyonuyla betimliyoruz. Kuantum parçacıkları, giderek olasılık dalgaları şeklinde anlaşılmaya başlandı. Bir parçacığın uzay alanındaki karmaşık davranışlarının ihtimalsel resmini biz kuantum olasılıksal dalga fonksiyonu altında gösterebiliyoruz. Kuantum fizikçileri ; 'elektromanyetik bir dalga kalıbını ifade eden bir foton noktasını ''elektromanyetik dalganın hacimsel uzayında'' bir noktada bulma ihtimalini o fotona karşılık gelen elektromanyetik dalgaya ait elektrik alanının mutlak karesi cinsinden bulabileceğimizi' söylemektedirler. Aynı şekilde bir maddesel parçacık içinde öne sürülen bir dizi olası durumu kapsayan 'matematiksel bir kuantum dalgasının' da karesi alındığında bir parçacığın o matematiksel dalga fonksiyonu içinde nerde bulunduğuna dair yaklaşık bir öngörüde bulunabiliriz. Bu betimlemelerde gösteriyor ki gerçekte De Broglie tersini söylesede parçacık dalga gibi davranabilir. Ama dalga olamaz! fakat ışık parçacık gibi davranabilir ama özünde parçacık değildir ve ışık yoğunlaşarak kendi elektromanyetik alan yada dalga kalıbı içinde parçacık yaratabilir.Salt enerji alanındaki fotonların(dalgaların)birbiriyle çarpışmaları ile saf enerji alanından parçacıklar üretilebilir. (Peki ama bir yerde, ışınımdan madde yaratan süreci ışığın kuantumlu doğası cinsinden ele alabilirmiyiz.) Kuantumcular bir foton parçacığı için öngörülen denklemleri olduğu gibi diğer parçacıklarada(proton, elektron, nötron...) uygulamışlardı. Zaten Einstein'ın kuantum fiziğine pek sıcak bakmaması bu yüzdendi. Ama Einstein biliyordu ki bir foton kendi başına diğer tüm parçacıklardan ayrılan özgün bir yapıya sahipti. Elektromanyetik enerji uzay/zamanın dokusal yapısına ait bir temel yapı taşı(salt alan formu) gibi görülebilme potansiyeline sahipken, diğer parçacıklar bu ''alansal enerji dokusunun'' damlalar biçiminde yoğunlaşmış halinden başka bir şey değillerdi. Einstein tam olarak böyle demesede genel fikir dünyası bu yönde bir modeli işaret ediyordu. Einstein 'ın denklemleri bir ayna gibidir ona hangi fikir modelini yansıtmaya çalışırsanız o aynada Einstein modeli cinsinden bir bakış açısı görürsünüz. Bugünkü kuantum fiziğide bir yanlış sav üzerine bina edilmiştir.Ve bilim bir yanlıştan başka bir yanlış sonuç çıkarak bugünkü ''büyük birleşik alan kuramlarına ve standart kuram denen değişik birleşik alan kuaramlarına'' doğru umutsuzca yelken açmıştır.Kuantum fiziği içerisinde iki parçacık arasındaki güç alanlarının birbirlerini itme ve çekmesi olayını kuantumcular yine bu iki parçacık arasında daha alt parçacıkların alış- verişi olarak cereyan eden bir etkinliğin sonucu olarak görmüşlerdir. İyi ama nasıl olurda kuvvet parçacık olur? Bir kuvvet alanı ile bir parçacık tamamen farklı iki formsal yapıyı ifade eder. Bir kuvvet alanı, bir anda tek bir konumda bulunabilen bir parçacığa karşın uzay ve zaman boyunca dalgalanarak yayılıp varolabilen bir şeydir.
Atomun, elektronla protonu arasındaki alansal çekimin elektromanyetik alan fotonlarıyla sağlandığı düşünülür. Atom çekirdeği içindeki proton, nötron ve bu iki parçacık içindeki kuarklar boyutlarındaki düzeyde kuvvet alanları etkileri zayıf kuvvet alanı ve güçlü kuvvet alanı diye ikiye ayrılır. Ve bu alansal kuvvetlerin taşıyıcıları bozonlar ve gluonlar denen daha alt parçacık etkileşimleri ile açıklanır.İlk olarak bilinen tek kuvvet elektromanyetizmaydı; elektromanyetizmayı ''elektrodinamik'' yönetiyordu. Yani, fotonlar ''yüklü parçacıklar arasında'' elektromanyetik kuvveti taşımaktan sorumluydular. Doğanın diğer bilinmeyen kuvvetleri de ''kuvveti taşıyan (örneğin foton benzeri)'' bilinmedik bir tanecik ile bu işlevi yapıyor olmasın lar ? Acaba elektrodinamizim zayıf çekirdek kuvvetine ve güçlü çekirdek kuvvetine uygulanabilir miydi? Evet kuantum fiziğinin ''herşeyi bir maddi tanecik olarak görmek'' üzerine kurulu felsefesi sonucunda kuantum fiziği, tüm etkileşim alanlarını ve uzaktan etki adını verdiğimiz tüm kuvvet etkileşimlerini yani tüm bu kuvvet alanlarını parçacıklar arası bir parçacık alış- verişi olarak açıklamak istemiştir. Bu tam anlamıyla çıkışı olmayan bir paradokstur! Yanlış ip uçlarından yanlış sonuçlara giden kuantumcular bir çıkmaz yolun içinde ''Herşeyin Teorisi'' denen Büyük Birleşik Alan Kuramını aramaktadırlar. Aslında atom içi tüm kuvvet alanları elektromanyetik yada elektriksel bir kökene dayanır. Peki ama ya yerçekimi kuvveti ? Bilinmelidir ki elektriksel alanlar bir kuvvet etkisi olmaktan çok bir güç alanı etkisidirler. Yerçekimi ise bir kuvvet alanıdır. Einstein'ın en büyük arzusu, hem elektrik hem de yerçekimiyle ilgili fenomenlerin etkisini ifade edecek tek bir ilişkiyi formüllemekti; aslında tüm fiziği birleştiren bir kuramın, birleşik alan kuramının peşindeydi.
Kuantumculara göre elektromanyetik kuvveti (aslında buna güç alanı demek daha doğru olur) ''ALAN'' içinde ''FOTON'' denen kuantlar taşımaktadırlar. Bunun gibi zayıf kuvveti ''BOZON'' denen kuantlar(parçacıklar) taşımaktadır.Ve güçlü çekim kuvvetide ''GLUON'' denen alan parçacığı iletmekten sorumludur. Henüz kütleçekim kuvvetini karşılayan bir değiş -tokuş parçacığına rastlanmamıştır!Yerçekimi kuvvetini taşıyan-ileten kuramsal parçacığa ''GRAVİTİON'' ismi verilmektedir. [ KUVVET NEDİR? ]
Doğada bilinen 4 ayrı kuvvet alanı vardır bunlar;
1- Elektromanyetik alan kuvveti
2- Zayıf alan kuvveti
3-Güçlü alan kuvveti
4- Kütleçekimi kuvveti
Kuantum teoremi ve mekaniği gereği Birleşik Alanlar Teoremi parçacıkların birbirlerinden türediklerini yada birbirlerine dönüşümlerini gösteren yada tüm parçacıkların aynı atadan türediğini gösteren dönüşümlü bir denklem yada deneysel bir ispattır.Bu bağlamda birleşik alanlar teoremi bütün kuvvet alanlarının ve bu alanların kuvvetlerini taşıyan ''kuantların'' tek bir ana kuvvet altında birleştirilmesidir. Bilim, Birleşik Alanlar Kuramını Einstein'dan sonra belli bir noktaya getirerek ilk üç kuvveti birleştirebilmiştir. Fakat kütleçekim kuvveti açıkta kalmıştır.
Evrenin yapı taşı nedir? diye sorduğumuzda Einstein buna ''salt alan geometrisi'' diyor. Benim öngörüme göre bu temel unsur IŞIK enerjisidir.Işık enerjisi bir boşluk enerjisidir. Elektromanyetik alanın fiziği boşluğun fiziğidir.
Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Sayfalar: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. <<İNDEX İİİANASAYFA