Zamanda
Yolculuk © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
Nur üstüne nur! Dinsel motif içinde evren ve madde Hatırlarsanız, önceki yazımızda bir rokete atladığımız gibi sizlerle uzay yolculuğuna çıkmış; başka dünyaları, Güneş ve gezegenleri, galaktik sistemleri ziyaret etmiş, uzayın o muhteşem sessizliğinde, her biri birer mücevher tanesi gibi pırıl pırıl parlayan yıldızların arasından geçerek milyarlarca ışık yılı ötesine sıçramış ve zamanda da nasıl geriye gittiğimizin heyecanlı hikâyesini dile getirmiştik. Koskocaman bir kainat içinde yaşıyoruz. Ucu bucağı belirsiz, sonsuz ufuklara kadar yayılan bu kozmosa, bilimciler “makrokozmos” adını verirler. Yani büyük evren! İslam düşünürlerinin, “Âlemi Ekber” olarak niteledikleri bu evrende, her nesne bir öncekinin denetimi altında kararlı, ahenkli ve hesaplı bir düzenlemenin göz kamaştırıcı çarpıcı gerçekleri ile doludur! Makrokozmostan sonra bir de “mikrokozmos” vardır. Yani küçük evren! İslam düşünürleri de bu âleme “zerreler âlemi” adını vererek, yerinde bir tespit yapmışlar ve bu evrenin yapı taşlarını dile getirmek istemişlerdir. İşte madde-enerji topluluğu olarak nitelendirdiğimiz bu kozmosun içinde nelerin olduğuna bir bakmak, İlâhi saltanatın azamet ve heybetini anlamak için yeter! Uzaya çıkmak kolaydı. Roketimize biner, yıldızlar arası uzayda zaman boyutunun egemenliği altında dolaşır dururduk. Ama maddenin içine nasıl gireceğiz? Oradaki küçücük âlemlerin bir dantel misali örülmüş ilişkilerini nasıl öğreneceğiz? İsterseniz bu kez roket yerine önce elimize bir mikroskop alıp, küçük bir yaprak içinde nelerin mevcut olduğuna bir göz atalım: Minicik bir yaprak üzerinde çok kısa tüyler, pürüzlü yüzeyler hemen anlaşılır. Burası santimetre boyutunda olduğundan bir zorlukla karşılaşmayız. Santimetrenin onda biri uzunluğa milimetre dendiğini biliyoruz. Bu uzunluk artık çıplak gözle pek fark edilmez. Bir kol saati içindeki minicik vidalar, elektronik bir devrede küçücük dirençler milimetrik boyuttadır. Bir milimetrenin binde biri büyüklüğüne inersek, bu bölgede canlı türlerin de mevcut olduğunu öğreniriz. Bunlar bakterilerdir. Kara ölüm dedikleri veba, difteri vb. hastalıklara sebep olurlar. Biraz daha derinlere insek acaba neler göreceğiz derken, kendimizi milimetrenin yüzbinde biri kadar minnacık bir mekânda buluyoruz. Burada da canlılar yaşar. Onlara “virüs” diyoruz. Virüsler, canlı olmanın şartları ile cansız olmanın durgunluğu arasında bir köprü gibidirler. Virüsler korkunç derecede bilgi ve bilince sahipler. Ustalıkla girdiği bir yaprak hücresinde, casus gibi kimliğini gizleyerek hücrenin yapısını kendisine benzetip hızla çoğalıyorlar. Bu akıl, bu beceri, bu kurmazlık dehâsı, bu minicik moleküllerde nasıl bir araya gelmiş, kimsecikler bilmiyor! Milimetrenin yüzbinde biri uzunlukların kapısına ulaştığımızda yaprak hücrelerinin bulunduğu mekâna erişiriz. Son derecede karmaşık işlemlerin yürütüldüğü bin çeşit kimyasal, ışık ve elektrik enerjilerinin birbirine dönüştüğü, iç içe girmiş girdapların derinliklerinde insanı şaşkına çeviren olayların hüküm sürdüğü tam anlamıyla esrarengiz bir âleme ayak bastık. Bu hücrelerden 10.000 tanesi bir araya gelirse, bir toplu iğnenin başı kadar yer kaplıyor. Yaprağın bu hücresi hayat dolu. Cıvıl cıvıl, fıkır fıkır besleniyor, ürüyor ve bir süre sonra da ölüyor. Hücreyi dış tesirlerden koruyan bir zar var. Bir de hücre içinde protoplazma denilen sıvı. Tabiî hücre çekirdeğini de unutmamak gerek. Çekirdeğin rolü, askerlikteki komuta katına benzer. Denetim ve koordinasyonun yapıldığı kararların alındığı yer burası. Çekirdeği daha iyi tanımak için bir kat daha aşağı, milimetrenin milyonda biri uzunluk boyutuna iniyoruz. Bu bölgeyi elektron mikroskopla bile görebilmek çok güç! Sanki dünyalar küçüldükçe sistemler daha da karmaşık; fakat o denli de kararlı görünüyor. Hücre içinde ismini pek sık duyduğumuz DNA (deoxyriboze nucleic acid) denilen bir molekül topluluğu var. İşin en ilginç tarafı, bu molekül canlı! DNA’lar 23 çifttir ve (X) şeklinde sarmal bir görünüme sahiptirler. DNA içinde kromozomlar var. Bunlar korkunç büyüklükte bilgi dosyası gibidir. Yaprağın şekli, rengi, biçimi ve daha sayılamayacak kadar bir çok karakteri burada saklıdır ve hücre çoğalmasında insanı şok eden bir sistemle aynen birbirini kopyalar. Geçtiğimiz 20. asrın ilk çeyreğinde “Kuantum Fiziği” denilen ve akıllara durgunluk veren, insan zihnini altüst eden bir bilim kolu geliştirildi. Bu ileri fiziğin kurucularından Niels Bohr, “Kuantum fiziğinden şok olmamış bir fizikçi, fiziği anlamamıştır.” derken bu gerçeğe işaret ediyordu. Çünkü Kuantum Fiziği, atom altı parçacıkların sırlar dolu perdesini biraz aralayınca anlaşıldı ki, atomların içinde de ahenkli ve heybetli bir kozmos vardır. Okulda iken öğretmenlerimiz bize çevremizdeki her maddenin atomlardan kurulu olduğunu, atomun içinde merkezde bir çekirdek ve çekirdeğin etrafında da eksi yüklü elektronların bulunduğunu, çekirdekte ise artı yüklü protonlarla yüksüz nötronların yer aldığını anlatmışlardı. Atomun boyutları, milyarda bir santimetreyi gösteriyordu. İşte Kuantum Mekaniği, bu tanımlamayı çok eksik bulur. Çünkü atom çekirdeği etrafındaki yörüngelerde hareket eden elektronların bir bilardo topu gibi davranmadığını; aksine bunlara “dalgaların” eşlik ettiğini söyler. Bu dalgalar da sanki bizimle “dalga geçer” gibi yerini bir türlü belli etmezler. Yani “elektron nerede” sorusunun cevabını bulmak için sadece ihtimallere dayalı bir hesaplama içine girmeniz gerekecektir. Böylece “belirsizlik prensibi” olarak da adlandırılan ve üzerine hâlâ çeşitli araştırmaların yapıldığı, laboratuvarlarda yüzlerce çeşit atom altı maddelerin özelliklerini anlamak için bilimcilerin kafalarını oğuştura oğuştura yorgun düştüğü bir fizik ortaya çıktı. Biz yine yaprağımızın hücre çekirdeği içine dönelim. Çekirdekte proton var demiştik. Peki protonun içinde ne var? Bu sorunun cevabını bulmak için bilim dünyası, 1960’lı yıllara kadar beklemek zorunda kaldı. Sonunda anlaşıldı ki, protonun da içinde “kuark” adı verilen ve milimetrenin trilyonda biri kadar küçük bir mekâna sığışmış dünyalar varmış. Kuarkları da birbirine bağlayan kuvvetin ne olduğu yakın bir geçmişte açıklandı ve “gluon” denilen “kütlesiz” parçacıklarla ilişkileri olduğu kesinlik kazandı. Kuark ve gluonların bulunduğu dünya, bir milimetrenin trilyonda biri kadar küçücük bir âlem. Bu âlem içinde daha da derinlere gitmek için ne kadar çaba sarf etsek de olmuyor! Ama çok iyi biliyoruz ki, âlem içinde âlemler; zerreler içinde daha nice nice zerreler var! Bunlar birbirleriyle öylesine mükemmel bir tarzda birleşmiş ve kaynaşmışlar ki, tıplı şaheser bir dantel misali gibi, nadide renkli ipliklerin düğümleri ile örülmüş, şekillenmiş ve tamamen matematiksel denklemlerin izah ve ispatı ile kendini belli etmiş boyutlar, uzunluklar, kütleler, enerjiler ve alanlar! Bir milimetrenin trilyonda biri, kısaca 10 üzeri 12 milimetreyi temsil eder. Son derecede hassas ve titizlikle yürütülen laboratuvar deneylerinden elde edilen sonuç bu! Ancak, fizikçiler ‘acaba’ diyorlar bu yaprakta, göremediğimiz, laboratuvarlarda da görülmesine ve izlenmesine imkân olmayan daha küçük, daha da küçücük bir mekân var mıdır ki, artık bu mekândan, bu boyuttan daha küçük bir mekân, daha ufak bir boyut olmasın! Artık ikiye bile bölünemeyen bir boyut, yalnız bir ağaç yaprağında değil; tüm evrende de var mıdır? Bu sorunun da cevabı bulundu! Bilimciler kolları sıvadılar ve kağıt üstünde kuramsal olarak, teorik denklemlerden yola çıkarak artık ikiye bile bölünemeyen en ufak bir boyutun varlığını yakaladılar! Bu boyut tam 10 üzeri 32 milimetreyi gösterdi. Bu sayıyı yazıyorum, eğer dikkatle sayarsanız, sıfırdan sonra gelen 31 tane sıfırın yanına 1 sayısının geldiğini göreceksiniz: 0.00000000000000000000000000000001 mm. Bu sayı, sayılar cümlesinde okunamayacak kadar küçük olduğundan, bu değere uzmanlar isim koyamadılar. Ancak sadece bir fikir verebilmek için, şöyle bir yaklaşım yapabiliriz: Bu sayı, bir milimetrenin milyonda birinin milyonda birinin milyonda birinin milyonda birinin milyonda birinin yüzde biridir! Bu değerden daha küçük bir boyut, daha ufak bir mekân tüm evrende yoktur! Artık noktanın da anlamını yitirdiği; mekan, boyut, uzunluk, madde ve enerji kavramlarının altüst olduğu bir gerçeğin tam ortasına düştük! Bu satırları yazarken uzun süre düşündüm. Peki dedim kendi kendime, acaba bu minnacık “şey”in “içinde” ne var? Bunun içinde “bir şeyler” olmalı ki, bir anlam ve bir değer kazansın. Doğada hiçbir yerde boşluk olmadığına göre, bu noktanın içinde de hiçbir şeyin olmadığı düşünülemezdi! Peki; ama ne? Tüm kâinatta ister enerji, ister madde olsun, her yere ve her nesneye sinmiş; havada, suda, toprakta; tüm mahlûklarda, hücrede, atomun içinde; güneş ve yıldızlarda en ufak, en küçük, bölünemez bu mekânın içinde NUR olmalıydı! Allah yerlerin ve göklerin Nur’udur (Nur/35), işte bu gerçeği açıklıyordu! Taşkın Tuna Fizik Yük. Müh. Araştırmacı-Yazar 25.12.2001 Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa /İndex /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL /Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri / Duyuru / UFO Technology |