Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey / Denizli 


2. Bölüm

Karadeliklerin doğasını daha iyi anlamak için,Einstein’in genel görelilik kuramını ve dolayısıyla alan kavramını göz önünde bulundurmamız gerekir. Çünkü evrensel çekim kuvveti, Newton’un ortaya koyduğu gibi, iki kütle arasındaki kuvvetin yalnızca bu iki kütle ve aralarındaki uzaklığa bağlı bir büyüklük değil,bu kuvvete kaynaklık eden gökcisminin oluşturduğu eğri uzayın geodeziklerini izlemesi şeklinde ifade edilir. Başka bir deyişle bir cismin çevresindeki çekim alanı,uzay ve zaman yapısının bükülmesi ile oluşur.

Bunu kafamızda şöyle canlandırabiliriz. Uzayı sadece eni ve boyu olan iki boyutlu bir yüzeyle temsil edilen çarşaf gibi düşünüp dümdüz gergin biçimde bir arkadaşımızla iki ucundan sıkıca tutalım. Şimdi bu yüzeye bir elma konulduğunda çarşaf hemen gerginliğini kaybederek elmanın kendi etrafında üçüncü boyuta çökmesine neden olacaktır. Elma yerine bir karpuz koyduğumuzda ise ellerimizdeki gerginlik biraz daha artarak karpuzun ağırlığıyla ilgili olarak çarşaf biraz daha çökecektir. Karpuz yerine ağır bir gülle konulduğu takdirde de çarşafın yüzeyi o kadar çökecektir ki, artık ucundan elle tutmak bile zorlaşacaktır. Çünkü cisimler kütleleri ile doğru orantılı bir biçimde yüzeyi eğriltip bükmektedirler.Eğer güllenin ağırlığı çarşafın dayanma sınırından fazla ise o zaman çarşaf yırtılacaktır.

Bunu uzay zamana monte ettiğimizde ise, yırtılmayla beraber ya evrenin (çarşafın) başka bir bölgesiyle birleşecek ya da ayrı evrenler (Çarşaf düzlemine paralel diğer çarşaflar)olarak nitelendirilen yapılarla  huni biçiminde bağlantı kuracaktır. Bununla birlikte bir misketi alıp çarşafın  yüzeyine fırlattığımızda, misket iki boyutlu yüzeyde ilerlemesine karşın üçüncü boyutta oluşturduğu çukur ve neden olduğu eğik yüzey etrafında dairesel harekete zorlanacaktır. İşte Güneşi çarşaf yüzeyine konan karpuz,dünyayı da misket olarak düşünürsek,üç boyutlu uzayda yerküremiz düz hareket etmesine karşın dördüncü (zaman) boyuta olan eğrilik yüzünden dairesel hareket ederek sanki aralarında çekim kuvveti varmış gibi algılanmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle çekim eğrilik biçiminde açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla madde;uzay-zamanın nasıl eğrileceğini,uzay-zaman ağıda;maddenin nasıl davranacağını belirler.

Ayrıca,eğri uzay zamanın içinden geçen ışık ışınları da,yolundan ayrılarak bükülür. Bu yüzden de örneğin, güneş tutulması sırasında güneşin yanında görülen yıldızlar gerçekteki yerlerinden biraz sapmış (kaymış) olarak görünmektedir.

Bununla birlikte uzay-zaman eğriliğinin bir başka özelliği de,özel rölativite teoreminde olduğu gibi fiziksel kavramların hıza bağlı değişimlerinin ona eşdeğer çekim altında da gerçekleşmesidir. Tıpkı, bir cismin ışık hızına yakın bir süratte sahip olacağı kütlenin,eşdeğer çekim altında da (kütleyi hızlandırmadan) aynı ölçüm sonucunu vermesi gibi...

Dolayısıyla uzay-zaman eğriliğinin (çekiminin) fazla olduğu yerdeki  zamanın da dıştan bakan gözlemciye göre yavaşladığını söyleyebiliriz. Yani,uzayın derinliklerinde,tüm çekim kaynaklarından uzaktaki saatler normal hızda ilerlerken çekimin yoğun olduğu bölgelere yaklaşıldığında, çekimsel eğrilik nedeniyle saatler normalden daha yavaş ilerler. Bununla ilgili olarak,bir binanın alt katındaki saatlerin,üst kattakilerden ve yeryüzünden gittikçe uzaklaşan  tüm saatlerden daha yavaş çalıştığı deneysel olarak gösterilmiştir.

Tüm bunların ışığında karadeliklere tekrar dönersek,yıldızı oluşturan parçacıklar arasındaki çekim kuvveti üstün gelmeye başlayınca çökme hızlanır. Saniyeler içinde elektronlar,nötron ve protonların birbirlerinin içine girmesiyle yıldızın boyu olağan dışı küçülür. Çekim kuvveti, yıldızın hacmini küçülttükçe yıldızın çevresindeki uzay-zaman eğriliği de gittikçe artar. Bunun sonucu olarak da yıldız yüzeyinden ayrılan ışınlar da giderek daha büyük oranda eğilmeye başlarlar. Bu bükülme sonunda öyle bir kritik aşamaya gelinir ki, tüm ışınlar tekrar yıldız yüzeyine geri dönerler. Yıldızdan çıkan ışınlar ne yönden olursa olsun eğri uzay zaman tarafından geri döndürülmeyeceğinden, yıldız simsiyah kesilir ve hiçbir cisim ışıktan hızlı hareket edemeyeceği için de (fakat bu algıladığımız evren için geçerlidir) artık yıldızdan dış evrene hiçbir şey kaçamaz ve sonucunda çekim öylesine güçlü hale gelir ki, yıldız tam anlamıyla evrenden yok olur.

Işığın artık kaçamayacağı kritik yarıçapa olay ufku, yıldızın çökerek bir karadelik oluşturması için meydana gelecek büyüklüğe de “schwarzchıld” yarıçapı denir. Bununla birlikte olay ufkunun ardında ne olup bittiğini anlamanın hiçbir yolu yoktur. Bu ufkun ardında kimseyle haberleşemezsiniz. (Mesaj gider, ama oradaki mesaj asla gelmez) Çünkü orası, bizim uzay zamanımızdan soyutlanarak evrenimizin bir parçası olmaktan artık çıkmıştır ve yıldız da olay ufkunun altında tüm kütlesini merkezdeki sıfır hacimde ve sonsuz yoğunluktaki bir DÜŞSEL TEKİLLİK noktasında toplamaya yönelik çökmesine devam eder.

Bir karadelik ne kadar kütleli ise,yoğunluğu da  o kadar fazladır.  Eğer Güneş bir karadelik olabilseydi schwarzchıld yarıçapı 3 km, güneşin 150 milyar katı kütleye sahip olan Samanyolu Galaksisinin 450 milyar km. ve tüm evreni kapalı bir evren haline getirecek kadar madde bulunmuş olsaydı onun da yarı çapı 300 milyar ışık yılı kadar olacaktı. Ayrıca yapay bir karadelik oluşturmak için de 1600 ton demiri cm.’nin yüz milyonda birine sıkıştırmak gerekirdi. Bununla beraber, eğer dünyamızın tüm kütlesi 1 cm. yarıçaplı bir misket içine sıkıştırılabilseydi,suyun yoğunluğunun santimetre küpte bir gram olduğu yerde dünyanın beş gram olan yoğunluğunu trilyar kez artırmış olurduk. Bunun ilginç yanı,dünya böyle halde iken Ay’ın yine onun çevresinde dönmesini sürdürebilmesidir. Ay’daki bir insan bu misketi asla göremezdi, fakat çekimini algılayabilirdi. Aynı şekilde güneş de beyaz cüce olma durumuna geldiğinde yakın gezegenleri yutmasına karşın,dış gezegenler yörüngelerinde hareket etmeye devam edecektir.

Çünkü evrende önemli olan hacim değil, kütledir. Yani bir şey hacimce ne kadar büyük olursa olsun, eğer kütlesi seyrekse başka deyişle yoğunluğu az ise, kendinden daha yoğun olan fakat çok küçük bir kütlenin çekimine kapılmak durumundadır. Bununla beraber Güneş’ten üç defa büyük çöken bir yıldızın, karadelik haline gelmesi, saniyenin 67 milyon birinde, güneşten on kat daha kütleli bir yıldız için saniyenin 4 milyonda biri,milyon kez daha büyük bir yıldızın da çökme süresi diğerlerine göre oldukça uzun bir dilim olan saniyenin dörtte biri kadar olmaktadır.

Karadeliklerin doğasını daha da derinden algılamak için, karadeliğe doğru hareket eden bir gözlemci ile ona dışarıdan bakan ayrı bir gözlemcinin birbirlerini ve çevrelerini nasıl algıladıklarını bilmek amacıyla bir uzay gemisinin olduğunu ve ana gemiden de  ayrı bir aracın  karadeliğe doğru gönderildiğini düşünelim. Ayrıca bu süreç içinde de hem duran, hem de hareket halindeki gözlemcilerimiz birbirlerine her saniye mavi renkli bir sinyal göndersinler. Dıştan bakan gözlemci ilkin hiçbir şey fark etmez ve gönderdiği her saniyelik sinyale karşılık gelen sinyalleri aynen almaya devam eder (çünkü değişimler ışık hızına çok yaklaştıkça açığa çıkmaktadır). Fakat hareketli olan karadeliğe yaklaşmaya başladıkça, dıştaki gözlemciye gelen sinyallerin zaman aralığı yavaş yavaş artmaya,mavi renkli ışığın dalga boyu da kırmızıya kayarak kızıl renkte görünmeye başlar. Bunun nedeni çekimin yol açtığı etkinin fotonlar üzerindeki belirtisidir. Yani enerjisini azaltır. Tıpkı, Dopler etkisi olarak  bilinen yasaya göre,evrenin genişlemesiyle birlikte bizden uzaklaşan cisimlerin gönderdiği ışınların hız nedeniyle kırmızıya kayması gibi. Başka bir deyişle araç karadeliğin olay ufkuna yaklaştıkça, dıştaki gözlemci her saniyeye karşılık, sırasıyla artan bir zaman aralığıyla  sinyalleri almaya başlar ve tam araç olay ufku sınırına geldiğinde,bu zaman genişlemesi 1 saniyeye karşılık sonsuz bir süreye uzayarak (ki zaman durmuştur artık) bu uzay zaman ağında aracın donmuş görüntüsünü algılar hale gelir.(*)

Şimdi de araçtaki bir gözlemci,dışarıyı nasıl algılar onu görelim. Öncelikle o da anormal bir şeyle karşılaşmaksızın  hareket etmesine rağmen, çekim etkisi arttıkça (gelen sinyallerin dalga boyları kısalarak mavi rengin üstündeki renk yelpazelerine kayar), geride bıraktığı cisimlerin kenarlarını önünde görmeye başlar. Nedeni de hareketin(çekimin) yol açtığı uzay zamanın eğilip bükülmesidir. Işık hızına yakın bir sürate ulaştığında ise, her şeyin sıkışıp küçücük dairesel pencereye dönüştüğünü ve baktığı uzayın kütlesinin azaldığını (şeffaflaştığını) boyutların uzayıp arttığını ve zamanın da hızlandığını görür.

Tam olay ufkunda ise,hızı ışık hızına ulaşarak (olay ufkuna giren tüm nesneler,çekim etkisiyle sırasıyla moleküllerine,atomlarına,parçacıklarına ve nihayetinde fotonlarına yani  en temel bileşenlerine ayrılıp ışık hızıyla hareket ederek,enerji,mikrodalga aslına dönerler.) kütlenin sıfır, zaman ve boyutların da sonsuz olmasıyla, dinsel verilerdeki gök katlarının kitabın sayfalarının dürülmesi gibi, dairesel pencerede kapanarak TEKİLLİKTE yok olur.

Yani,evrenin tüm tarihi tüketilmiş, uzay-zaman,madde,enerji de anlamını yitirmiş olur (hiçlik noktasının enerji mikrodalga boyutuna çıkış ucu).Dini terminolojide Hz Muhammed (s.a.v) in Miraç hadisesinde,Sidre-i münteha olarak isimlendirdiği  ve  Cebrail (a.s) ın da “bir adım daha atarsam yanarım” dediği bu nokta (ki yani varlığım bir üst boyut itibariyle devam eder anlamında) elektro-manyetik yapıdan kaynaklanan bu boyutun son noktası olup idrakla, madde aleminin sınır ve kesiştiği noktadır. Ve bu sınırda tüm sistem mikrodalga boyutuna göre mevcut olup her şey aynı anda hem var hem de yoktur şeklindeki dualiteleri içinde barındırır. Çünkü dualite adı altında var olan birbirlerinin aynısı idi.

Dıştan bakış açısına göre, karadeliğin olay ufkundaki cismin donmuş görüntüsünün algılanmasına karşın,hareketli olan cisim olay ufkunun ardına geçerek ışıktan hızlı takyon boyutuna girer. Burada soyut olan zaman ,somut,  somut olan uzay da soyut hale dönüşür (ve bilinen tüm yasalar ters işler). Bu boyutta zaman başka deyişle Nedensellik ilkesi ters işlediğinden ,hareketli cisim merkeze doğru ilerledikçe tükenmiş olan evrenin tarihi, gelecekten geçmişe doğru akmaya başlar ve karadeliğin tam merkezine ulaştığında ise evrenin ilk oluşum anındaki safhaya ulaşır. Ve burası aynı zamanda karadelik küresinin tam merkezi, kurtdeliğindeki hortumun da tam orta noktasıdır.(Mutlak hiçlik noktası yani, daha önce ifade edilenin mutlak yönü olarak hiçlikten bilinç boyutuna çıkış ucu) daha sonraki süreçte,hortumun orta noktasından evrene ilişkin hülyalı düşünceler filizlenerek karadeliğin öbür ucundan tekrar big-bang patlamasıyla,önce enerji boyutuna,sonrada sırasıyla yoğunlaşarak algıladığımız evrenimizde yerini alır.

Bu evrensel manada olduğu gibi,birimsel manada da,mikro planda da aynen geçerlidir. Tıpkı İslam mistiği Şebüsteri nin “bütün devir,günler,aylar,yıllar tek bir noktanın içine toplanmış,bir ana sığmış. Ezelle ebed birbirinin aynı. Başladığı noktadan itibaren dönüp duran şu devran,binlerce şekle bürünüp görünmekte. Her noktada bir dönüş başlamakta,ve yine o noktada bitmekte,merkezde O, bu dönüş de dönende O” dediği gibi.

 

İstanbul - 04.01.2000
http://afyuksel.com

(*) Bu tür anlatımlarda konunun daha iyi anlaşılması için genelde bir–iki parametre göz önünde bulundurulup diğerleri göz ardı edilebilmektedir. Mesela zaman gibi. Fakat olayı tam algılayabilmek için bütün parametreler aynı anda düşünülmelidir. (bkz.sufizm/insan-fizik/zamanın doğası)

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

Ana Sayfa /index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy) /Astronomy