Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

            

                      

Işıktan hızlı yolculuk. Maddenin zaman ve mekan içinde ışınlanması. Zeki makineler. Sınırsız iletişim. Filmlerde her şey mümkün; peki bilimkurgu gerçek de olabilir mi?

Işınla, Scotty!" Herhalde bilimkurgunun en tanıdık cümlelerinden biridir bu. Uzay gemisi Atılgan'ın mürettebatı 1966 yılında ilk kez ışınlama odasına girdiğinden, parlak taneciklere ayrılıp saniyeler sonra yabancı bir gezegen üzerinde yeniden maddeleştiğinden beri, bunun gerçekten geleceğin yolculuk şekli olup olmadığını bir sürü kişi merak ediyor, sadece dizinin tutkunları değil. Bilimkurgu yazarları geçmişte zaman zaman kahinleri aratmayacak yetenekler sergilediler. Jules Verne'in sözünü ettiği aya yolculuk, bir klasik sayılıyor. Film endüstrisi bu türe yöneldiğindeyse teknik efektler ön plana çıktı. Bu sektörde Uzay Yolu serisinin rolü apayrı. Hollywood'un olabildiğince  inanılır gelecek senaryoları üretmek için bilim adamlarını stüdyolara danışman olarak tuttuğu bilinen bîr şey.

WARP TEKNOLOJİSİ

Güçlü enerjilerle teorik olarak olanaklı

Işık hızının birkaç katı süratle yolculuk yapmak, neredeyse uzayda geçen tüm bilimkurgu maceralarının standart repertuarına dahil. Bunun zorunluluğu da açık seçik ortada: Aksi takdirde kahramanlar daha ilk ilginç keşfi yapamadan göçüp giderler. Bilimkurgu yazarlarının sağlamak zorunda oldukları iki şey var: Bunlardan ilki, gerekli enerjiyi meydana getiren bir güç kaynağı. Diğeriyse fizik kanunlarının nasıl devre dışına çıkarıldığına dair inandırıcı bir açıklama.

 

(CHIP | ŞUBAT 2004)

      EINSTEIN WARP TARAFINDAN ALDATILDI MI?  

Uzay ve zaman içinde kestirme yollar    

Hiçbir şey veya kimse ışıktan daha hızlı olamaz," diyor Einstein'nın görelilik kuramı. Bir nesne ne kadar hızlıysa, kütlesi de o denli büyük olur ve ışık hızında nihayet sonsuza ulaşır. Ancak daha önce hiçbir insanın ulaşmadığı dünyalara yol almak isteyenler, kozmik hız sınırlarına bağlı kalamaz.

 

            

            

Uzay gemisi Atılgan ve takipçileri iki ayrı güç kaynağıyla donatılmış durumdalar. Nükleer füzyon (çekirdek birleşmesi) yöntemi, gemiye ışık hızının dörtte biriyle yarısı arasında bir hız sağlıyor. Daha yüksek bir hız gerekiyorsa, Uzay Yolu dünyasında ışık hızının birkaç katına çıkmayı sağlayan "Warp" teknolojisi kullanılıyor (üstteki kutuya bakınız). Bu teknoloji, maddenin antimadde ile tepkimesinden ortaya çıkan enerjiyi kullanıyor. Film yapımcıları burada doğru iz üzerindeydiler: Bilim adamları, Cenevre'deki çekirdek araştırma merkezi CERN'in büyük parçacık hızlandırıcısında ilk kez 1981 yılında antiproton üretmeyi başardılar. O ana kadar antimaddenin varlığı genel olarak tartışmalı bir konuydu. Madde ve antimadde birbirlerini karşılıklı yok ettiklerinde, hidrojen bombasının patlamasında açığa çıkan enerjinin yaklaşık 200 katı oluşuyor. Antimadde şimdiye kadar yalnızca çok kısa ömürlü elementer parçacıklar biçiminde üretildi.

Fizikçi profesör Stephen Hawking

<< Warp teknolojisi gerçekten işe yarıyor mu? Üzerinde çalışıyorum>>

ZAMAN İÇİNDE YOLCULUK

Dedeniz belki de paralel evrende yaşıyor

Einstein'ın ve Hawking'in uzay-zaman teorileri, bilimkurgu'nun gözde konularından biri için de zengin bir bilimsel arka planı oluşturuyor: Zaman yolculuğu. Gerçi hiçbir fizikçi somut olarak bir zaman makinesinin inşasıyla uğraşmıyor, ancak bilimin fildişi kulesinde zaman içinde yolculuklar konu ediliyor. Sadece burada adları başka: "Kapalı zaman benzeri yollar".

Fizik, paradoks durumlarında zaman içinde yolculuklara yardımcı olacak olanaklı yollar gösteriyor. Paradokslar, geçmişe müdahaleler yoluyla geleceğin değiştirilebileceği zaman oluşuyor bunun en tipik örneği, bir torunun geçmişe dönüp dedesini öldürmesi. Çekim gücünün kuantum teorisi ve "Çokluevren teorisi" bir çözüm sunuyor: Geçmişe her müdahale bir paralel evren üretiyor, zamanın akışı çatallanıyor. Kuramcıların değerlendirmesine göre gelecekten gelen davetsiz misafirlere karşı daha güvendeyiz, çünkü zaman makinesinin inşasından önceki geçmiş, onların modellerine göre gezilemez.

BİLGİSAYAR

Söz dinleyen bilgisayar

"Bilgisayar!" Uzay gemisi mürettebatından bîrinin ağzından çıkan bu sözcük, konuşma tanıma sistemini uyarıyor. Geminin bilgisayarı, bu sözcüğü bir ses girişinin izleyeceğini biliyor. Bu tip komutlarla bugün de bazı yazılımları başlatmak mümkün. Bunu takip eden şeyde ise kurgu ve gerçeklik arasında geniş bir uçurum var. Uzay gemilerinde yer alan kurgu ürünü bilgisayarlar doğal dilin her sözcüğünü hatasızca ayırt etmekle kalmıyor, tüm içeriği de anlıyor.

Bu noktaya gelinceye kadar uzun bir yol var Önümüzde. Bugünkü sistemler, en iyi durumda bile en fazla birkaç bin kavramla uğraşmalarını gerektiren sınırlanmış komut setleriyle güvenilir olarak çalışıyor. Oysa Stanley Kubrick'in Arthur C. Clarke'in ese­rinden çektiği 2001: Uzay Efsanesi filminde geminin bilgisayarı HAL dudakları bile okuyabiliyordu. Aslında bu da gerçeğe dönüşüyor: Intel birkaç ay önce bu işi başaran bir yazılım geliştirdiyse de, daha çok dil tanımayı desteklemek için kullanılıyor ve HAL'in yetenekleriyle karşılaştırılacak gibi değil.

Ses ve konuşma tanıma, otomatik pilot ve otomatik yön bulma sistemleri çoktan gündelik yaşamın bir parçası oldu bile. Yapay zeka uzmanları, bu sistemlerin performansının yükseleceği konusunda kendilerine güveniyorlar. Yaşanan coşku dolu aşamalardan sonra, ilerlemelerin başlangıçta varsayılandan daha yavaş gerçekleşeceği de kabul ediliyor.

Bilgisayarlardaki gelişme, gelecek vizyonları tasarlamak konusunda bilimkurgu yazarlarının ekmeğine yağ sürüyor. Mevcut teknolojinin sınırlan, gelecek nesil bilgisayarlar gibi, ortada. Bugünkü bilgisayarların hesaplama performanslarıyla bu alanda hızla sınırlara ulaşılıyor. Hayallerin gerçek olması için alternatif bilgisayar teknolojileri üzerinde çalışılıyor. Teorik olarak çok sayıda işlemi paralel olarak yürütme olanağına sahip kuantum bilgisayarlarının şansı yüksek.

Neredeyse bugün gibi: Kaptan Jean-Luc Picard düz ekran ve Tablet PC ile.

Bilimkurgularda yer alan uzay gemileri gerçekten zamanlarının çok önünde. İleri görüşlü bir veri taşıyıcı bu dizilerden çıkıp gerçeğe dönüştü. Mr. Spock'm Atılgan'da kullandığı bilgisayar diskleri, günümüzdeki 3,5 inçlik disketlere çarpıcı bir biçimde benziyordu, üstelik de bu disketlerin ortaya çıkışından neredeyse on beş sene önce.

Daha sonraki dizilerde bazen ticari çıkarlar ileriye dönük görüşlerin önüne geçiyor. Kaptan Picard'm 300 yıl sonra da hala bugünkü Tablet PClerle çalıştığına kim inanır? Bu, olsa olsa ustaca bir ürün yerleştirme stratejisinin sonucu olabilir.

Borda bilgisayarı: Uzay gemilerindeki bilgisayarların yapamadığı şey yok gibi. Dev veritabanlanna sahipler, galaksiler ötesi ağ oluşturuyor ve kullanıcıyla mükemmel iletişim kuruyorlar.

 

Çetin BAL: Aşağıda zamanın doğasına dair  öne sürülen Ruhsal içerikli bilgileri dikkatinize sunarım: Burda verilen bilgiler boyutların ve zamanın doğasına dair  bilimsel öngörülerle de doğrudan bağdaşan  uyumlu ifadelerdir.İlgi çekici olabilecek bu mesajları siz okurlarımın ilgisine sunmak istedim.

Gelecekten Mesaj 
 
 Kiara Windrider 
"Sonsuzluğa Açılan Kapı" adlı kitap,

1999'da, Californiya'daki Shasta Dağı'na geri döndüm. Agustos'taki güneş tutulması sırasında önemli bir astrolojik sıralanış vardı ve ben o sırada sevgili dağımda birkaç hafta geçirmek istiyordum. Dağın yukarısında çadır kurdum. Birkaç gün sonra kendisine Windrider adını veren bir varlık benimle temas kurdu. Daha sonra kendisinin benim gelecekte bulunan bir vechem olduğunu acıkladı. Şimdi sözü ona bırakıyorum:
"Ben Windrider'im. Yükselmiş bir üstat ve bir zaman yolcusuyum, ancak benim perspektifimden bu lineer bir zamanda ileriye geriye gitmekten çok,  farklı bir zaman hattına sahip bir boyuttan diğerine, boyutlar arasındaki geçitleri kullanarak bir anda gitmektir. Az sonra açıklayacağım gibi, bu da yükseliş bilincinin bir parçasıdır. Benim zamanımda birçok kişi yükseliş hakimiyetine erişerek yükseldi. Ben belli bir amaçla sizin zamanınıza geri döndüm. Siz büyük bir değişim zamanına yaklaşıyorsunuz ve önünüzde uzanan iki ana olasılık akış vardır.


Bir Zaman Hattından Diğerine Geçiş


Önce, size zamanın doğası hakkında bazı perspektifler sunmak istiyorum. ZAMAN FREKANSIN BİR İŞLEVİDİR. Tıpkı müzikteki bir akorun birkaç tonu içerebilmesi gibi, evren de çok boyutlu bir yapıdır, her boyut belli bir frekans ya da yoğunluk derecesi tarafindan karakterize edilir. (Bu konuda genis bilgi Ra bilgilerinde bulunabilir.) Sizin zaman deneyiminiz, yoğunluk derecesi deneyiminize göre değişir.  3-B (üç boyut) frekansında siz halen Değişim'in öncesini deneyimliyorsunuz, zamanınız lineer ve birbirinden ayrı bir geçmiş ve gelecek "şimdiki zaman" denen ''şimdi zamanında'' üst üste geliyor. Üçüncü boyut realitesinde şimdiki zaman küçük bir andır. Daha yüksek yoğunluk frekanslarında şimdi zamanı duygunuz çok genişler, geçmiş ile gelecek arasındaki ayrılığı ortadan kaldırır ve şimdiki zamanı, dolayısıyla mevcudiyeti daha büyük ölçüde deneyimlemenizi sağlar.

 
Çağlar boyunca şamanlar, mistikler, peygamberler ve meditatorler geçmiş ile gelecek arasındaki bu ayrılığı yok etmeyi öğrenmiş, diğer boyutlara yolculuk yapmış, sonra tekrar gerçek dünya dediğiniz dünyaya dönmüşlerdir. Avustralya'nın Aborijinleri gibi yerli halklar dünyalar arasında nasıl yaşayacaklarını bilecek kadar akışkandılar, onlar "rüya zamanı" dedikleri şeyi asıl realiteleri olarak yaşarlardı. Eski zamanların tüm bu yolcuları dünyalar arasında yolculuk yaparken hem gelecekteki olayların vizyonlarını görebilir, hem de akaşik kayıtlara girerek geçmişe erişebilirlerdi.

 
Ancak,  Dünya tarihinde çok az kişi geçmiş ya da gelecekteki olaylara gerçekten katılabilecek ya da onları değiştirebilecek kadar 3-B zaman-hattından ayrılabilmiştir. Bunun böyle bir girişimin karmaşıklığıyla ve ayrıca bir özgür irade evrenindeki ortak bilinçle ilgili nedenleri vardır. Belli bir zaman çerçevesine katılma eylemi tüm o zaman akışında bir değişim sağlar. Biz sizin şimdiki zamanınız olan geçmişe girdiğimizde, sizin şimdiki zaman hatlarınızla kesişen paralel zaman hatlar yaratır, ortak bilincinizin içinden   seçebileceği   yeni  olasılıkların tohumlarını ekeriz.

 
Önünüzde uzanan Değişim'in doğasından ötürü, bu zamanda  aleminizde birçok zaman yolcusu vardır. Bunlar genelde geçmişteki bir kimlikleriyle birleşmekte, bazıları ise bir zaman hattından bir başka zaman-hattına (gelecekten şimdiye) aktarılmış bedenlerle enkarne olmakta, yani bu boyutta fiziksel olarak tezahür etmektedirler. Eğer bizim kritik zamanlardaki müdahalemiz olmasa, gezegeniniz bugün yok olmuş olurdu. İşte Edgar Cayce'in, Nostradamus'un, ve bazı kadim kutsal kitapların kıyamet günü kehanetlerinin gerçekleşmemiş olmasının nedenlerinden biri de budur.


Peki, biz zaman akışını değiştirerek ortak özgür iradenize ve karmik seçimlerinize müdahale etmiş olmuyor muyuz? Lütfen şunu anlayın ki biz zaman yolcularının birçoğu, SİZİN BENLİKLERİNİZİN GELECEKTEKİ VECHELERİYİZ ve sizin yapmış olduğunuz  çağrılara karşılık veriyoruz. Siz bizi YÜKSEK BENLİKLERİNİZİN VECHELERİ olarak adlandırabilirsiniz, ki biz size göre daha yüksek frekanslı bir boyutta bulunduğumuzdan bu doğru bir bildirim olur. Bu zamanda Dünya'nın ortak bilinci daha yüksek bir yardımı çağırıyor ve biz bu çağrıya verilen karşılığın bir parçasıyız.

 
Bu zamanda dünyanıza zaman yolculuğu yapabilmemizin bir başka nedeni de devletinizin yaptığı Philedelphia Deneyi gibi bazı deneylerin sonucunda belli zaman kapılarının açılmış olmasıdır. Böyle deneylerin asıl nedenleri biraz sorgulanabilir nedenlerdi, ama gerçek şu ki bu zaman kapılarının açılmasıyla, 4. boyutun önündeki perdeler incelerek, diğer dünya ve boyutlardan dünyanıza yapılan ziyaretleri ve tüm gezegeninizin 4. boyuta geçişini de kolaylaştırmaktadır!


Deney
Daha önceleri katılımcı zaman yolculuğunun mümkün olmamasının birkaç nedeni vardı. En yüksek mistiklerinizin ve bilim adamlarınızın bu girişimde sınırlı başarı elde etmiş olmalarının bir başka nedeni 3. boyutunuzun doğasıdır. ZAMANDA BAĞIMSIZ OLARAK YOLCULUK YAPABİLMEK İÇİN EN AZINDAN BEŞİNCİ BOYUTTA BULUNMANIZ GEREKİR. Aynı zamanda, şimdi anınızın sonsuz çeşitlilikte paralel boyutlar içindeki çok uzun bir lineer zamanı kucaklayabileceği kadar geniş bir perspektifte köklenmeniz gerekir. Tarihinizde az sayıda bazı yükselmiş üstatlar bunu başardı. Ancak, sizler insan olarak bunu başarma yolundasınız.


21. yüzyılın bu dönemi sizin için yaşanacak heyecan verici bir zamandır. Siz hep birlikte yaşayacağınız huşu verici bir olayın eşiğindesiniz. Çok uzun zaman önce bildirilen ve sadece Dünya'nın şamanları ve peygamberleri tarafından değil, sonsuz galaksiler boyunca da beklenen bir "doğuma" bir  "çağların değişimine" tanık oluyorsunuz. İleride anlayacağınız nedenlerle, şimdi Dünya üzerinde vuku bulan şey tüm yaratılış boyunca bir dalgalanma etkisi yaratmaktadır. TÜM EVRENLERDE YEPYENİ BİR TEKAMÜL DEVRESİ BAŞLAMAKTADIR ve Dünya denen bu küçük gezegenin bunda oynayacağı anahtar bir rol vardır ve işte bu yüzden bu zamanda sizi geniş bir izleyici topluluğu izlemektedir. Bu, Yaradılış'taki en yüksek varlıkların bazılarının Dünya'da enkarne olmalarını, çok farklı yasam  formlarının ve soyların hepsinin büyük  bir  birleşme deneyi    için  fiziksel boyutta enkarne  olmalarıyla ilgilidir.

 
Birlik bilincini deneyimlemiş olanlarınız daha yüksek boyutlarda Birliği deneyimlemenin büyük bir çabayı gerektirmediğini bilirsiniz. Burada, sonsuz farklılığa ve dualite bilincine sahip 3-B Dünya'sında bu, bir cesaret, kararlılık ve adanış sınavı haline gelir. Sizin şu anda bu fiziksel boyutta Tanrı bilincinin en ileri durumu olduğunuzu öğrenmek sizi şaşırtır mıydı? Eğer Dünya fiziksel bir (3. ya da 4.) boyutta farklılık içinde birliği deneyimleyebilirse, tüm Evren tekrar Tanrı Zihnine geri dönüşü içeren nefes alış devresine başlarken Tanrı Kalbi'nin faaliyetini çok genişletecektir.

 
Bir Noktada Birleşme
Evet, gezegensel doğumunuzda devreler içinde devreler içinde devreler sarmalanmıştır. Siz sadece bir binyılın sonunda değil, aynı zamanda 2160 yıllık Balık Burcu Çağı'nın da sonundasınız.  Girdiğiniz Kova Burcu çağı sadece başka bir çağı, ekinoksların presesyonu olarak bilinen 26,000 yıllık bir devrenin de başlangıcıdır. 26.000 binyıl süren Presesyonel Yıl esnasında siz iki kere -ki biri Kova Burcu Çağı'nın başlangıcıdır- galaktik merkezden yayılan yüksek titreşimli bir ışık akımının etkisine girersiniz ve bu sizi Tanrı Zihni ile daha büyük bir eşzamanlılığa sokar.

 
Aynı şekilde, Galaktik Güneşiniz de galaksiler boyunca çizdiği sarmalı tamamlıyor; Hindu kutsal metinlerinde "Tanrı'nın nefes alışı" olarak tanımlanan ana yaklaşıyor. Bu noktaya dek, Yaradılış'ın mevcut devresindeki her şey "Tanrı'nın nefes verişinin" bir ifadesi olmuştur. Şimdi geri dönüş zamanıdır, bu tüm evrenlerdeki tüm boyutlardaki her şeyin daha yüksek bir Birlik oktavına doğru geri sarılacağı bir zamandır. Bu otomobillerinizdeki 9999'dan sonra sıfıra dönen kilometre sayacı gibidir

.
Siz bu Sıfır Noktasını Dünya üzerinde meydana gelen ve Bir'liğe geri dönüş yolculuğunda tüm bu büyük devreler ile Yaradılış'ın tüm boyutlarını birbirine bağlayan bir birleşme noktası olarak düşünebilirsiniz. Kova Burcu Çağının başlangıcı, bir Presesyonel Yılın başlangıcı, Galaktik Devre'nin başlangıcı, ve Yaradan'ın Nefes Alışının başlangıcı, hepsi bir noktada birleşmektedir.

 
Bu ne anlama gelir? Bu Sıfır Noktası'nın benzersiz doğasından ötürü, Dünya Yaradan ile Yaradılışın bir olduğu kozmik bir doğum anının eşiğinde bulunmaktadır. Boyutlar arasındaki perdeler Yaradan bilincinin Dünyada bedenlenmiş tüm varlıkların kalplerine ve zihinlerine ve yansımayla tüm evrenlere sessizce girebileceği kadar uzun bir zaman ya da zamanın dışındaki bir an boyunca kalkmak üzeredir. Bu zamansızlık anında, sanki tüm Yaradılış, Yaradan ile birlikte nefesini tutacak ve sonra ebediyen Tanrı Ruhu ile dolacaktır.

 
Herhangi bir yaşam formunun titreşim frekansı onun Ruha bağlılığıyla ilgilidir. Ruhla dolma anında, gezegendeki tüm varlıkların frekansı tek bir olağanüstü uyanış sarsıntısıyla yükselecektir. Ve zaman ile boyut da frekansla ilgili olduğundan, BİRDEN VE TOPLU OLARAK 4. BOYUTA GECECEKSİNİZ. 5. boyuta toplu geçiş henüz bir zaman alacağından, bazılarınız 4. boyutu geçip, 5. hatta 6. boyutsal frekanslara girdiğinizi ve böylece tam yükseliş hakimiyetini deneyimlediğinizi görebilirsiniz. Bu şekilde ben, Windrider, Değişimden sonra kendimi 6-B'de bulduğumda, 4. boyutsal bedenimi birleşik ışıkta eritmeyi seçtim ve birçok zaman ve boyuta geçebilme yeteneğini kullanmaya başladım.

 
İki Akış
Şimdi halen önünüzde uzanan iki olasılık akışından söz etmek istiyorum :
Büyük Değişim kaçınılmazdır. O sizin geleceğinizin tüm olası zaman hatlarında bir kesinliktir. Ancak,  Kozmik Doğum anında tam olarak ne olacağı henüz belirlenmemiştir ve bu tamamen o andaki ortak bilince bağlı olacaktır.

 
Benim ve geleceğinizden gelen diğer üstatların aranızdaki mevcudiyeti insanlığın belli bir oranının bu Değişimi başarıyla gerçekleştirdiğini gösterir ama bu oranın ne olduğunu göstermez. Bu oran sürekli olarak değişir ve bizim dileğimiz bu oranın mümkün olan en büyük sayıda varlığı içermesidir.
Bu zamanda iki olası senaryo vardır: Biri, Sıfır Noktası anında bu gezegendeki tüm varlıkların 4. boyuta geçmeleridir. Bu en iyi durum senaryosudur. Diğerine göre, dünyalar birbirinden ayrılacaktır; 4-B ve 5-B'ye geçmeye hazır olanlar bunu yapacak, buna hazır olmayanlar ise karmalarını paralel bir Dünya'da sergilemek üzere 3-B'de kalacaklar ve bu dünya muhtemelen doğal felaketler sonucu yok olacaktır.
3. olasılık ve en kötü durum senaryosu tüm gezegeninizin ve onun tüm zaman hatlarının büyük bir doğal felaket sonucunda yok olmasıdır. Sizin zamanınızdan yirmi yıl öncesine dek bu yüksek bir olasılıktı. Şimdi ben, tüm yükselmiş üstatlar adına, BUNU ÖNLEYECEK BİLİNÇ DEĞİŞİMİNİ GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLDUĞUNUZ için sizi kutlarım! Şu anda Dünya'da büyük bir ışık taşınmaktadır. İşte bu yüzden, birçok paralel zaman-hattını içeren 2. senaryodan tüm gezegenin boyut değiştirmesini içeren en iyi durum senaryosuna geçmenin mümkün olduğuna inanıyoruz. Ayrıca bu yüzden, Sıfır Noktası'nın gelişi tüm insanlığa bu Değişimi yapma fırsatı vermek için mümkün olduğunca ertelenmiştir.


Kadim kehanetlerinizin birçoğu 2. olasılık akışından söz eder, çünkü bu o zamanlar hayal edilen en umut verici senaryo olarak görünüyordu. İsa, tarlada çalışan iki adamın kendinden geçeceğinden, birinin alınıp diğerinin geride bırakılacağından söz etmişti. Hıristiyan, Müslüman ve Musevi kutsal kitapları, doğru yolda olanların ödüllendirilip, yanlış yolda olanların cezalandırılacağı bir hüküm günü imajlarıyla doludur.

 
Bu çağda da ilk senaryoyu yansıtan teoriler vardır. Hem biyolojik hem de ruhsal tekamülün uygun bir tarifi olan "yüzüncü maymun" öyküsü bunun bir örneğidir. Yeterli sayıda varlık yeni bir paradigmayı hayal ettiğinde ve uyguladığında ilahi inayet yasasının devreye girdiği ve geriye kalan maymunların ya da insanların da ayrı paradigmaya sokuldukları daima doğrudur.

 
Meydan Okuma
Kitle bilincinin, ikinciden birinci olasılık akışına geçmesi için ne olması gerekir? İkinci senaryo karma'ya, birinci senaryo ise ilahi inayete dayanır. İnayet yasası, karma yasasının daha yüksek bir oktavıdır. Ve bunun için ortak gölgelerinizi olduğu gibi, kişisel gölgelerinizi de anlayıp tam olarak kucaklamanız gerekir. Üstat İsa,  durmaksızın  bağışlamaktan söz ederken, bununla onların eylemlerine göz yummayı değil, sizin hem gölge, hem de ışık olduğunuzu ve bağışlamanın size ilahi bir simya uygulayarak gölge ile ışığı Bir'lik deneyimi içinde birleştirme fırsatı verdiğini kastediyordu. O, "Komşunu kendin gibi sev" demişti, çünkü gerçekten de siz bir ve aynısınız.

 
Uyanmış insanlığın sınavı şudur: Bu genişlemiş anlamda BAĞIŞLAMA VE SEVGİ ELİNİ CEHALET VE KARANLIK İÇİNDEKİ KARDEŞLERİNİZE UZATABİLİR MİSİNİZ? Bu şefkatten kaynaklanan bir bağışlamadır; bu komşunuzu, kendinizi, karanlık efendileri, güç tacirlerini, gizli hükümetleri, illuminati'yi, sürüngenimsileri, grileri, annunaki'yi ya da sizin kendi düşman versiyonunuz her neyse onu kucaklayan bir bağışlamadır.


Bunu yapabildiğinizde, inayet yasasını harekete geçer ve kutuplaşmış bir çatışma sona ererek, tam bir gezegensel uyanışa kapı açar. Bu, Tanrı'nın nefes alışında hiç kimsenin geride bırakılmamasını sağlar. Bu en iyi durum senaryosudur ve ben bunu bir kez daha tohumlamak için zamanınıza geri geldim.
O inançla başlar ve bunu arzu ile niyet izler. 4. boyuta ve onun da ötesine hep birlikte yumuşak ve acısız bir geçişi deneyimlemenin mümkün olduğunu bilin. Bu büyük simyada Tanrı'nın temsilcileri olabilirsiniz. Siz doğal felaketler sonucu yok oluşu içeren 3. olasılığı önleyerek bunu zaten kanıtladınız. Şimdi ayrılıyor ve sizi sevgi ve inayetle bırakıyorum. Önünüzde uzanan bu derin fırsat için büyük bir yardım gördüğünüzü bilin. Yükselmiş üstatlardan, ışık kardeşliğinden, meleklerden, Elohim'den, yunus ve balinalardan yardım isteyin. Avatarlar'dan, ermişlerden, yıldız uluslarından, yüksek benliklerinizden, Mesih'ten, Tanrı dediğiniz Büyük Ruh'tan yardım isteyin. Ve bizden, gelecekteki benliklerinizden yardım isteyin. Siz yalnız değilsiniz ve biz ayrı değiliz !

PHILADELPHIA DENEYİ!!!

Uygulama, Philadelphia limanındaki, USS Eldridge, DE (Destroyer Escort) 173 borda numaralı bir ABD sahil koruma gemisi üzerinde yapılır.

Tarih: 28 Ekim 1943'dür. Gemiye, 75 KVA gücünde iki dev jeneratör (degausser), her biri 2 megawat CW gücünde üç RF vericisi ve 3000 adet güç arttırıcı tüp monte edilmiştir. Deney başladığında, ilk olarak sisli yeşil bir ışığın çevreyi sardığı görülür. Gemi bu yeşil sise bürünmeye başlar ve içindeki denizcilerle birlikte yavaş yavaş kaybolur. Geminin sadece su üzerindeki çırpıntıları görülmektedir, kendisi görünmez olmuştur.

Tam üç dakika sonra, buraya 640 kilometre uzaklıktaki Norfolk limanında, deminin askeri gözlemcilerin gözleri önünde aniden ortaya çıktığı ve tekrar kaybolduğu ve en son olarak, yeniden Philadelphia limanında belirdiği görülür. Deney, bu şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıktığında güçlükle sona erdirilir.

Deney amacına ulaşmıştır. Ancak, deneyden hemen sonra, gemideki personelin bir kısmının tamamen kaybolduğu; geriye kalanların ise, psişik yeteneklerinin çok güçlenmiş olduğu saptanır. Bazıları, deneyde kazandıkları görünmeme yeteneğini, daha sonra günlük yaşamlarında da sürdürürler. Evlerinde otururken, sokakta yürürken, herhangi bir zamanda, diğer insanların şaşkın bakışları arasında kaybolup, sonra yeniden ortaya çıktıkları görülür. Kiminin vücutları kısmen görünmez olur. Liman yakınlarındaki bir barda çıkan kavgada, denizcilerden bir kısmının bir görünüp, bir kayboldukları garsonlar tarafından hayretle izlenir. Bir diğerinin, ailesinin gözleri önünde, evinin duvarları içinden geçtiği görülür.

Bazıları ise, donup kalmakta; yani heykel gibi kaskatı kesilmektedir.

Bu donmalar, bazen bir kaç saniye, bazen saatlerce sürmektedir. Smith adındaki bir denizcinin donuşu ise 200 gün sürmüştür. Yemeden, içmeden, nefes almadan bu kadar uzun süre donup kalan Smith, kendine geldiğinde, bu süreyi 5 saniye gibi hissettiğini ve bu süre içinde elinde olmadan uzayda gezindiğini ve Dünya'yı dışardan seyrettiğini ifade etmiştir. Donan kişiler, kendi iradeleri ile hareket edememekte, yakınlarındaki kişilerin onlara dokunarak topraklamaları gerekmektedir. Daha sonra, hepsi, bu donma anında, kendilerinin çekimsiz olarak serbestçe yükselip, uzayda gezebildiklerini ifade etmişlerdir. Kaybolan denizciler de, 'Birden kendimizi, bedenimizle birlikte uzayda buluyoruz, sonra tekrar kaybolduğumuz yerde ortaya çıkıyoruz' demişlerdir.Denizcilerin doğru söylediği, acı bir gerçekle anlaşılır: Bir gün, üzerinde pusula bulunduran bir tayfa birdenbire donup kaldığında, arkadaşları ona dokunarak topraklamak isterler.

Dokundukları anda, tayfa birden alev alır ve o kadar şiddetli yanar ki, geride hiç bir iz ve kül bırakmaz. Sadece bulunduğu zeminin kömürleşmiş oluşu, tayfanın yandığını göstermektedir .(Bu şekilde, dört denizcinin yandığı kaydedilmiştir).Philadelphia Deneyi, sonraki yıllarda bir çok dergiye, kitaba ve filme konu olmuştur. Deneyle ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüş, iddialar ortaya atılmış, fakat olayın ardındaki esrar bir türlü tam olarak gözler önüne serilememiştir. Çok sayıda tanığın olmasının yanısıra, deneyi yaşayan bir o kadar da denizci vardır. Ancak, bunların büyük bölümünde zamanla akıl rahatsızlıkları ortaya çıkmış, bir kısmı intihar etmiş, bir kısmı ise eceliyle ölmüştür. Dolayısıyla, bugün için bu deneyle ilgili somut kanıtlar bulmak oldukça güçtür. Öyle ki, bugün, ABD Deniz Kuvvetleri'nde deneyin kod adının bile ortada bulunmaması, bu olayın yetkililerce hala bir sır olarak saklandığını göstermektedir.

ABD Deniz Kuvvetleri'nin çok gizli 'Inter Services Code-Work Index'inde yer alan Rainbow' kod adının, Philadelphia Deneyi'ne ait olduğu ve bu deneyin, resmi kayıtlarda Project Rainbow' (Gökkuşağı Projesi) adıyla geçtiği, W. L. Moore ve C. F. Berlitz ikilisinin ‘The Philadelphia Experiment: Project Invisibility' (Philadelphia Deneyi: Görünmezlik Projesi) kitabında ve A. H. Hochheimer'in 'The Philadelphia Experiment from A to Z' (A'dan Z'ye Philadelphia Deneyi) adlı yayınında belirtilmiştir.

Ayrıca, deneyin, Philadelphia'da çıkan bir gazetede haber olarak yayınlanmış olduğu da bu yayınlarda yer almaktadır.

Bazı kaynaklarca deneyin ön hazırlık çalışmalarının Nikola Tesla ve Dr. John von Neumann tarafından, 1930-1931 yıllarında, Chicago ve Princeton Üniversiteleri'nde yapıldığı, Tesla'nın 1931-1943 yılları arasında bu projede etkin görev aldığı, hatta 1940 yılında yapılan ilk denemenin başarılı olmasından sonra, 22 Temmuz 1943 ve 12 Ağustos 1943 tarihlerinde, takip eden denemelerin yapıldığı ileri sürülmüştür. Tesla'nın, deneyin Gemi personeline zarar vereceği gerekçesi ile projeden ayrılmasından kısa süre sonra şüpheli bir ölümle yaşamını yitirdiğini daha önce belirtmiştik.

Bazı kaynaklarca üç kez tekrarlandığı ileri sürülen deneyi, yandaki diğer bir gemiden gözlemleyen tanıklardan birinin ifadesi şöyledir :

"22 Haziran 1943 sabahı 9.00'da jeneratörler çalıştırıldı. Yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başladı. Bir an sadece geminin çapasını görebildim, sonra o da kayboldu. Sis ortadan kalktığında gemi kaybolmuştu, sadece denizi görüyorduk. Bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları, korku ve heyecan içersinde soluklarını tutarak bu inanılmaz olayı seyrediyorlardı. Gemi ve personeli sadece radardan değil, gözlerimizinönünden yok olmuşlardı. Her şey planlandığı gibi olmuştu. 15 dakika sonra emir verildi ve jeneratörler durduruldu. Önce bir şey olmadı; ardından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge tekrar görünmeye başladı. Sis azalırken, bir şeylerin yanlış gittiğini hissettik. Hemen gemiye yanaştık.İlk önce, gemi personelinin çoğunun geminin yanlarından arkarak kusmakta olduklarını gördük. Diğerleri güvertede bilinçsizce, şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı. Ekipler gemiye girerek, bu personeli yenileriyle değiştirdiler. Bir kaç gün sonra, yeni bir deneyin yapılması kararlaştırıldı.

Bu deneyde de, gemi, istenilen radar görünmezliğine ulaştı; akabinde geminin donanımı değiştirildi. Asıl deney ise, 28 Ekim 1943'de yine aynı gemide gerçekleştirildi. Bu deneyde de, jeneratörler çalıştırıldıktan hemen sonra, destroyer hemen hemen görünmezlik aşamasına ulaştı.

Geminin sadece burnu ve kıçı görülüyor, aradaki bazı yerleri ise belli belirsiz seçiliyordu. Sonra, su üzerinde, sadece teknenin bulunduğu yerde çizgi halinde bir iz kaldı. Daha sonra, mavi bir ışık parladı ve o çizgi de yok oldu. Artık, gemi tamamen yok olmuştu. Geminin, bir kaç dakika sonra, Philadelphia'ya millerce uzaktaki Norfolk'da ortaya çıktığı kaydedildi. Ancak, orada göründükten kısa bir süre sonra tekrar kayboldu ve tekrar Philadelphia'da ortaya çıktı. Bu kez durum ciddiydi; tüm personelin başı beladaydı. Bazıları yok olmuştu; bir daha hiç geriye dönemediler. Ama en korkuncu, beş denizcinin, geminin gidip-gelmesi sırasında, metal gövdenin içinde sıkışarak kalmış olmalarıydı.

Bu feci bir olaydı. Birisikurtuldu, ama bir daha asla eski haline dönemedi; aklını yitirmişti.Personelden bazılarının psişik yeteneklerinin olağanüstü gelişmiş olduğu saptandı. Bazıları ise sokakta yürürken kayboluyor, sonra yeniden ortaya çıkıyorlardı."

Araştırmacı yazar C. F. Berlitz, 'Without A Trace' (İz Bırakmadan) adlı kitabında , Dr. Jessup'un yakın arkadaşı, bilim adamı, Dr. Mason Valentine ile yaptığı bir röportaja yer veriyor. Bu röportajda, Berlitz'in, Philadelphia Deneyi'nin bilimsel olarak açıklanmasının mümkün olup, olmadığı konusundaki sorusuna, Dr. Valentine şu cevabı vermiştir:

"Bence Philadelphia Deneyi, bilinen ve alışılmış yollarla açıklanamaz. Bir çok bilim adamı, artık atomun temel yapısının madde zerreciklerinden değil, elektromagnetik alanlardan oluştuğu görüşünde. Bu olay, son derece karmaşık enerji alanlarının birbirini etkileme işlemidir. Eğer, böyle bir evrenin içinde maddenin değişik fazları bulunmasaydı, bu şaşılacak bir şey olurdu.Bir fazdan diğerine geçilmesi, bir yaşam düzeyinden diğerine geçmeye benzer. Bu, boyutlar arası bir değişmedir. Yani, Dünya'lar içinde başka Dünya'lar olabilir. Manyetik alanların boyutsal değişimler yaratabileceğinden zaten kuşkulanılıyordu. Maksatlı olarak olağandışı manyetik koşulların yaratılması, hem fiziksel, hem de yaşamsal olarak maddenin fazını değiştirebilir. Bu durum, bağımsız olmayan, ancak içinde bulunduğumuz madde/zaman/enerji boyutunun bir parçası olan zaman boyutunu saptırabilir.

Kısacası, Philadelphia Deneyi büyük bir olasılıkla gerçek bir deneydir."

 

Aytug A. Senturk:

<< ... Mesela Naziler'in UFO geliştirdiklerinden ve bunun dünya dışı kaynaklı olduğundan kaçınızın haberi var, daha geçenlerde National Geographic'te bir belgesel yayınlandı bu konuya ilişkin, tekrar yayınlanabilir.  Naziler'in insanlar üzerinde deneyler yaptıkları biliniyor ancak iyi bilinmeyen bunların niteliği ve derinliği. Naziler okült kaynaklı bir örgütlenmedir ve Thule Örgütü tarafından organize edilmişlerdir, merak edenler Aytunc Altındal'ın "Bilinmeyen Hitler" adlı kitabına bakabilir. Savaşı kaybetmiş olmaları herhangi bir şeyi kanıtlamıyor. Phoenix Projesi, bu Vietnam'daki Phoenix değil nam-ı diğer Montauk Projesi'dir ki Türkçe'de kaynak yok bu konuda, bu Philadelphia Deneyi’nin uzantısı olarak uzay-zaman manipulasyonu üzerindeki son derece tehlikeli çalışmaları içerir. Geri kalan konularda ister inanılır ister inanılmaz kişisel görüş ve deneyimlerimle ilgilidir ve katılanlar kadar katılmayanlar olabilir saygı duyarım. >>

 

Hawking'in Sanal Zaman Çalışması

Hawking big bang teorisinin oluşmasında kuramsal olarak en fazla faydası olan bilim adamlarından birisidir. Konu hakkında çalışmaya devam ederek sanal zaman fikrini ortaya attı. Bu matematiksel olarak kolaylık sağlayan karekökü -1 olan sanal bir zaman ifadesiydi.

Matematiksel olarak normal zaman kullandığımızda big bang teorisine uygun genişleyen bir evren modeliyle karşılaşıyoruz. Sanal zaman kullanırsak bir başlangıç anını içermeyen sonlu ama tamamen sınırsız bir evrenle karşılaşıyoruz. Hawking'in çalışmalarındaki ilginç nokta ise gerçek zaman diye adlandırdığımız, bizim algıladığımız zaman kavramının gerçek olmadığını sadece bizim algılarımızın sonucu olduğu, bir değer ifade eden esas gerçek zamanın matematiksel ifadelerde kullandığımız sanal zamanın olduğunu iddia etmesidir. Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Herşeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde bulunduğu fantastik bir "hiper uzay" ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor. Paralel evrenlerle ilgili model, şu bilinmeyenleri çözebiliyor: Uzayda gözlemlenen kara delikler nelerden oluşuyor? Çekim kuvveti, diğer doğal kuvvetlere oranla neden zayıf? Işık, içinde bulunduğu evreni terk edemez, dolayısıyla komşu evrenin yaşayanları onu göremezler. Bununla beraber, gravitonlar hiper uzaya uçuyorlar.

Şu sıralarda, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır. İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik bilimleri merkez'nde profosör olarak görev yapıyor. "Amyotrafik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyat ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığı ile iletişim kuruluyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin varoluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi" nin (Theory of Everithing) formülünü oluşturmayı başardı ve "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (Magic, misterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (Bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir. Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti. Bu sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler...

     

Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar? Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Görülebilir evrenlerimiz dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen daha çok sayıda evren var. Eğer Hawking haklıysa daha pek çok olgu paralel evren teorisiyle açıklanabilecek. Hawkingin geliştirdiği formül, makroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor? Bilim Olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışında dahil hiçbirşey çekim alanından kurtulamıyor.

Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikayesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor. Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar. Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'un 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı. Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: 1- Elektromanyetik Kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor) 2- Güçlü Kuvvet (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) 3- Zayıf Kuvvet ( radyoaktif parçalanmayı sağlıyor) 4- Kütle çekimi. Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan Kütle Çekimi, bir türlü "Herşeyin Teorisi"ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir noktada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı.

                             

Araştırmacıların, "teklik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başarmıyorlardı. "Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu. 80 li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwars ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atom altı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10-33 cm. uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinen arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekimin kuvantum teorisi"ni geliştirdi. Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adı veriliyor ve kısaltılmış şekli olan "bran" kullanılıyor. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlar. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı. Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar.

Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut. M-teorisine göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, branların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç bir birilerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb.. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de "hiper uzay"da süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte birşey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni branlar doğuyor. Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor. Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlarla ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz? Hawking'e göre bu soruların yanıt evet! Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız.

Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığımız ve parçalardan birini ışık altında incelediğimiz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kahinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır. Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hala yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor. Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında evrenin formülüne ulaşmış olacaklarını ve kaçınılmaz olarak bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.  Paralel evrenlerle ilgili model, şu bilinmeyenleri çözebilir. Uzayda gözlemlenen kara delikler nelerden oluşuyor? Çekim Kuvveti, diğer doğal kuvvetlere oranla neden daha zayıf? Işık, içinde bulunduğu evreni terk edemez, dolayısıyla komşu evrenin yaşayanları onu göremezler.

Bununla beraber, gravitonlar hiper uzaya uçuyorlar.  Son kozmolojik teorilere göre, içinde yaşadığımız evren, daha yüksek boyutlu başka bir evren içinde süzülen çok sayıda evrenlerden bir tanesi olabilir. Ancak, diğer evrenlere ulaşamıyoruz ve "hiper uzay"ı aşma ise olanaksız.  Kara delikler, gökadalar gibi yoğun kütleli cisimler, gravitonları çekiyorlar. Gravitonların, yutan tuzakların çevresinde, halka biçimli bir bulut halinde toplanarak kara maddeyi oluşturduğu tahmin ediliyor.  Komşu evrenlerdeki gökadalar da hiper uzayla birbirlerinden ayrılsalar bile, üst üste gelecek şekilde konumlanabilir ve "çekim kuvveti gölgeleri"nden oluşan bir dünya yaratabilirler. · Hawking'e göre, bizler üç boyutlu bir membran'da (aşağıda) yaşıyoruz. Yakınında, daha yüksek boyuta ait ikinci bir membran daha var. Her ikisi de çekim kuvveti etkisiyle birbirini etkiliyor. Evrenimizde bulunan çekim kuvveti, daha yüksek boyutlu evrenlere kadar ulaşabiliyor. Böylece, ortada gerçek bir kütle olmamakla birlikte, gezegenler, bir çekim kuvveti merkez çevresinde turlayabiliyorlar.  Diğer boyutlar, yuvarlanmış küçük küreler şeklinde uzay-zamanın bütün noktalarında yer alıyor.  Hawking, biz insanların, başka bir evrende yaşayan varlıkların ürettiği holografik yansımalar olabileceğimizi belirtiyor. Holografi yöntemiyle üç boyutlu nesneler, iki boyutlu zeminlere, yani hologramların içine kodlanabiliyor. Hawking, yüksek boyuttaki bilgilerin, düşük boyutlu ortamlara kodlanması ilkesini bütün evrene uyarlıyor ve diyor ki: "Dünyamız, dünya dışı yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu olabilir." · Stephen Hawking, kara deliklerin çevrelerinde, enerji yayan parçacıklar oluşabileceğine işaret edinceye kadar, bilim adamları buradaki çekim kuvvetinden ışığın bile kaçamayacağına inanıyorlardı. Newton'un teorisine göre zaman, geçmişte ve gelecekte sonsuzluğa kadar uzanan bir tren rayı gibi, uzaydan bağımsızdı. Einstein'in teorisine göre ise zaman ve uzay birbirine bağımlı. Zaman dahil edilmediği taktirde uzay bükülmez. Ayrıca Uzay-zamanın bükülmesiyle oluşan "solucan delikler"in zaman yolculuğunu mümkün kılabileceği düşünülüyor.  Yalnız değiliz: Hiçlikten, sürekli yeni evrenler doğuyor. Bazıları kendi içinde çöküyor, diğerleri sürekli genişliyor. Daha başkaları, bu iki durumun arasında kritik bir konuma sahip. Bazı evrenlerin, zeki yaşam biçimlerini barındırabileceği tahmin ediliyor. Bizim evrenimiz genişleme evresinde.

 

İzafiyet Teorisi pulsarda sınanıyor

Dünya’ya 2.000 ışık yılı uzaklıktaki çiftli nötron yıldızları inceleyen uzmanlar, Einstein’ın İzafiyet Teorisi’nin öngörülerini deniyor.

BBC

NTV-MSNBC

Güncelleme: 12:37 TSİ 22 Eylül 2006 Cuma

LONDRA - Bilim insanları, Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ni iki ölü yıldız üzerinde deniyor. Çiftli halde bulunan ölü (nötron) yıldızları gözlemleyen uzmanlar, bir yıldızın diğerinin uzay-zaman bükümündeki davranışlarını İzafiyet Teorisi’ne veri olarak kullanıyor. Bilim ekibi, gözlemlerin Eintein’ın teorisiyle yüzde 0.05 hata payıyla örtüştüğünü vurguluyor.

Araştırma ekibinden Manchester Üniversitesi Jodrell Bank Gözlemevi uzmanı Michael Kramer, çiftli pulsar sistemin bazı kozmolojik teorik sınamak için uygn bir deney nesnesi olduğunu belirtiyor. Einstein’ın İzafiyet Teorisi, kütle ve kütleçekimin uzay-zamanın bir getirisi olduğunu, maddelerin fiziksel 3 boyut kadar aynı zamanda 4’üncü bir zaman boyutunda varlık bulduklarını savunuyor. Zaman boyutu sayesinde aynı nesne, kendisine izafi hale gelebiliyor.

ÇİFTLİ-PULSAR SİSTEMİ
Kramer ve ekibi, 2.000 ışık yılı uzaklıktaki çiftli pulsar sistemi 3 yıl önce keşfetti, sistem iki dev yıldızın nötronlaşmış kalıntılarından oluşuyor. Nötron çekirdekleri birbirlerinin etrafından 2.4 saatte bir tur atıyor, nötron çekirdekleri saatte 1 milyon km’den daha yüksek bir hızla dönüyor. İki nötron yıldızı her gün birbirlerine 7 mm yaklaşıyor. Hızlı dönüşleri esnasında nötronlar Güneş’ten daha ağır hale geliyor; uzmanlar yıldızların her birinin ‘bir kent büyüklüğünde’ olduğunu tahmin ediyor. Bu uzay için oldukça yoğun bir ebat.

KÜTLEÇEKİM VE RADYO DALGALARI
Nötronların açığa çıkardığı radyo dalgaları Dünya’ya kadar ulaşıyor. Bilim insanları, nötronların çıkardığı radyo dalgalarını bir saatin tik-tak’larına benzetiyor. Dünya’ya ulaşan radyo dalgalarını inceleyen uzmanlar, bir nötronun çıkardığı radyo dalgasının eş-yıldızın uzay-zaman bükümünden nasıl etkilendiğini, ne gibi değişimlere uğradığını anlamaya çalışıyor.

 

Araştırma ekibinden ABD’nin West Virginia Üniversitesi uzmanı Duncan Lorimer BBC’ye yaptığı açıklamada, nötronların yörüngelerinin birbirine teğet olduğunu belirterek “Bir nötrondan gelen radyo sinyalinin diğerinin uzay-zaman bükümünde nasıl bir gecikmeye uğradığın ölçebiliyoruz” dedi. Gözlemlere göre, bir radyo sinyalinin diğer nötronun uzay-zaman bükümünde uğradığı gecimke saniyenin 90 milyon’da biri kadar, artı/eski 0.0005, diğer bir deyişle yüzde 0.05 kadar.

EİNSTEİN’IN RESMİ, KUANTUMUN DETAYLARI BİRLEŞMELİ
Bir pulsar diğerinin kütleçekiminin arkasında kaldığında, arkadakinin radyo sinyali yavaşlıyor. Einstein’ın teorisine göre, çiftli pulsar sistemler uzay-zamanda kütleçekimsel dalga veya titreşim olarak tanımlanabilecek hareketler yaratıyor. Bu hareketler evrende ışık hızıyla yayılıyor. Nötronlar her bir dalga gönderiminde güç yitiriyor ve sonuçta birbirlerine giderek yaklaşıyorlar.

Bilim dünyası Einstein’ın teorilerini genel hatlarıyla kabul ederken, evrenin büyük resmi ile Kuantum fiziğinin atom-altı parçacıkların dünyasını örtüştürmeye çabalıyor. Bilim ekibinin başkanı Kramer, İzafiyet Teorisi’nin öne sürdüğü ilkelerin kara delikler üzerinde de sınanması gerektiğini vurguluyor

Kara delik teorisi altüst
 
İngiliz teorik fizikçi Stephen Hawking, kendi geliştirdiği kara delik teorisinden 30 yıl sonra kara delikler konusunda yanıldığını itiraf etti. Kara delikler maddeleri yutmuyor.
 
 
22 Temmuz 2004 —  Dünyanın en önemli bilim adamlarından Cambridge Üniversitesi astrofizik profesörü, Dublin’de düzenlenen bir konferasta sunduğu makalesinde, ölü yıldızlardan oluşan kara deliklerin sanıldığının aksine “yuttukları nesneleri geri püskürtmelerinin mümkün” olduğunu savundu. Hawking’in tersine çevirdiği eski teorisi, kara delikleri birer ‘dipsiz kuyu’ gibi ele alıyor ve çekim alanına giren tüm nesneleri barındırdığını öne sürüyordu. Yeni teoriye göre ise, kara delik tarafından ‘yutulan’ nesnelerin dışarı çıkması mümkün.
 
 
PARÇACIK TEORİSİ, KARA DELİĞİ YUTTU
       
Stephen Hawking’in ortaya attığı yeni teori aslında eskisinden çok daha radikal bir yapıya dayanıyor. ‘Yeni Hawking teorisi’, astronominin son 30 yıldaki en önemli paradoksu “nesnelerin kara deliğin içinde kaybolması” sorusuna yanıt buluyor.
 Atom parçacık teorisi maddenin hiçbir zaman ‘yok’ olamayacağını, ancak ‘dönüş’ebileceğini söylüyor. Hawking ise kara deliklerin içinde maddelerin yok olduğunu iddia ediyordu. Hawking, kara deliklerin tüm moleküler içeriği yok edeceği ve geriye sadece radyasyon kalacağını öne sürüyordu.
 
Bu iki doğa teorisi birbirlerine zıttı. Kara delikler parçacık teorisine, parçacık ise kara deliklerin yapısına ters düşüyordu.
       ‘Yeni Hawking teorisi’ kara deliklerin içinde giren maddelerin geri elde edilebileceğini savunuyor, kısaca paradoks şimdilik parçacık teorisi lehine çözülmüş oluyor.

       
 
 
ALTERNATİF EVREN YOK
       
İrlanda Cumhuriyeti’nin başkenti Dublin’de toplanan International Conference on General Relativity and Gravitation (Uluslararası Görecelik ve Çekimgücü Konferansı)’da konuşan Hawking dinleyicilere kara delikler hakkında bir çok yeni hesaplama sundu. Hawking’e göre, kara deliğin içine giriş ve çıkış için sadece bir yol var. Hawking ayrıca, 1980’lerden beri kabul gören kara deliklerin içinden enerji ve maddenin bir olduğu ‘alternatif evren’lere geçiş olduğu teorisinin de yanlış olduğu savundu.
       
GİDENLER GERİ GELEBİLİR
     
 ‘Yeni Hawking teorisi’, parçacık fizik kuramlarına yakın duruyor. Parçacık fizikçiler, kara delikler tarafından yutulan maddelerin sanıldığı gibi ‘yok’ olmayacağı, eninde sonunda mutlaka başka bir yeni maddeyi açığa çıkaracaklarını savunuyorlardı. Bilim adamları bu önermeye istinaden kara deliklerin çıkardıkları ışınlara bakarak gelecekte deliğin o ana dek neler ‘yuttuğunu’ çıkarabilecekler. En azından teoride.
 
HAYAL KIRIKLIĞI İÇİN 'PARDON’
Salonda toplanan 800’den fazla astronom ve fizikçiye hitaben “Karadeliğin içinden geçişli alternatif evrenler yok” diye söze başlayan Hawking “Bilinmesi gerekenlerin tümü burada bizim de içinde bulunduğumuz evrende saklı” dedi.
 
 
Kara deliklerin alternatif evrenlere geçiş vermediğini ise Hawking, “Bilim-kurgu severler sizleri hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilerim, yeni hikayeler bulmamız gerekecek” şeklinde bir espri ile açıkladı.

Hawking’e göre kara deliğe giren, ki bu insan da olabilir, bir maddenin enerjisi uzaya ‘geri dönüşüyor’. Ancak, önceki forma ait özellikleri de taşıyan bu söz konusu ‘geri dönüşen enerji’, insanlar tarafından algılanamayan bir farklı biçim taşıyor.

30 YIL BOŞUNA MI İNANDIK?

 Hawking’in ve bilim dünyasının 30 yıldır var saydığı, nesneleri yutan kara delik teorilerinin tam tersine, yeni teoriye göre, kara delikler yuttuklarını geri püskürtüyorlar ve bunları inceleyerek kara deliğin neleri yuttuğunun hesabı yapılabilir. Salonu dolduran bilim adamları da Hawking’in konuşmasını bu nedenle şaşkın bakışlarla dinlediler. Kimileri Hawking’in çok az detay verdiğini, kimileri ise teorinin son derece radikal olduğunu dile getirdi. University of Chicago öğretim üyesi Robert Wald, “Hawking yıllardır inandığımız teorileri bir çırpıda tersine çevirdi, inanamıyorum” diye şaşkınlığı ifade etti.
       

BİLİM DÜNYASININ EN ÜNLÜ İDDİASI
       
Hawking’in önceki teorileri alt üst eden yeni kuramı ayrıca bilim dünyasındaki en spekülatif iddialarından birini de çözmüş oldu. 1997 yılında Hawking ve Caltech profesörü Kip Thorne ile yine Caltech fizikçisi John Preskill arasında açılan iddia sonuçlandı. Hawking ve Thorne kara delikler tarafından yutulan bir maddenin bir daha ele geçirilemeyeceği ve sonsuza dek bu evrenden yok olacağını iddia etmişlerdi. Parçacık fizikçi Preskill ise içeri giren maddenin yok olamayacağı ve doğru bir kuantum fiziği ile geri elde edilebileceğini savunmuştu.
       Hawking, konuşmasının sonunda Preskill’in iddiayı kazandığını kabul ederek, ödül olan beyzbol kitabını kendisine hediye etti. Hediyesine sevindiği söyleyen Preskill’in yanıtı ise, “Pekiyi, bundan sonra sevgili dostumla neyi tartışacağız?” oldu.
       Hawking’in yeni teorisini matematiksel detayıyla açıkladığı makalesi gelecek ay yayınlanacak.

TEKERLEKLİ SANDALYEDE ÖZGÜR BEYİN
 Cambridge Üniversitesi astrofizik profesörü Stephen Hawking, 1988 yılında yazdığı ‘A Brief History of Time’ (Zamanın Kısa Tarihi) kitabıyla astronominin kitlelere yayılmasını sağlamıştı.

1970’lerde kara deliklerin bir süre sonra yuttukları ile beraber yok olduğunu ve ardlarında radyasyon bıraktıklarını öne süren Hawking tüm zamanların en önemli bilim adamlarından biri olarak kabul ediliyor. 20’li yaşlarda geçirdiği Lou Gehrig hastalığı sonucu vücudu felç olan ve kaslarını kullanamayan Hawking tekerlekli sandalyeye mahkum yaşıyor. Hawking, tekerlekli sandalyesindeki bilgisayar aracılıyla konuşabiliyor.

GALİLEO VE NEWTON’UN İZİNDEN
 Galileo’nun ölümünden tam 300 yıl sonra 1942’de doğan Stephen Hawking, babasının isteği üzerine gittiği Oxford Üniversitesi’nde matematik dalı olmadığı için mecburen fizik okudu. Daha sonra kozmoloji alanında doktora yapmak üzere Cambridge’e geçen Hawking burada Denis Sciama ile çalıştı. 1973 yılında Matematik ve Teorik Fizik bölümüne geçen Hawking halen, bu bölümün başkanlığını yürütüyor. 17. yüzyılda aynı görevi Isaac Newton yürütmüştü.

Zamanda Yolculuk Mümkün mü?

J. Richard Gott III
(Princeton'da, genel görelilik ve evrenbilim üzerine çalisan astrofizik profesörü)

23 Eylül 2005

Geleceğe (çok küçük sıçrayışlarla da olsa) yolculuk yapabileceğiz. Geçmişe ise büyük olasılıkla gidemeyeceğiz: Böyle bir yolculuk pahalı, tehlikeli ve kuantum etkilerine açık olacaktır.

İleri geri, yukarı aşağı, sağa sola, yani mekanın üç boyutunda da hiç düşünmeden rahatlıkla hareket edebiliyoruz. Ama dördüncü boyuta gelince iş deşiyor. Zaman yalnızca bir yöne doğru akıyor ve biz de nehirde batıp çıkan mantarlar gibi çaresizce tek bir yöne doğru sürükleniyoruz. Zaman yolculuğu fikri bizleri her zaman cezbetmiştir. Kim 3000 yılındaki teknolojiyi görmek ya da Jül Sezar suikastine tanık olmak istemez ki?

          

Böyle bir işi yapmak inanılmaz derecede zor. Ayrıca biraz da riskli . Sezar suikastine engel olup tarihin akışını değiştirirseniz neler olur? Kendi büyük dedelerinizden birini yanlışlıkla öldürürseniz ne olur? O zaman, hiç doğmamış olurdunuz ve büyük dedenizi öldüremezdiniz. Ama büyük dedenizi öldürmediğiniz için doğabilir ve geçmise gidebilirdiniz ve...ikilemi anladınız sanırım.

Fizikçiler olarak bizler de bu zorlukların farkındayız. Ama zaman yolculuğu fikrini düşünmeden edemiyoruz. Bunu uygulamada kullanmak için araştırmıyoruz, yalnızca kendi kuramlarımızın sınırlarını görmeye uğraşıyoruz.

Fizik yasaları, prensipte bile olsa zaman yolculuğuna olanak tanır mı? Evet belki, ama atomaltı dünyada. Bir pozitron (elektronun karşıt parçacığı) geçmişe yolculuk eden bir elektron olarak düşünülebilir. Eğer bir elektron-pozitron çifti yaratırsak ve bu pozitron başka, farklı bir elektronla çarpışıp yok olursa; bu olayı tek bir elektronun N şeklinde bir rota izleyerek zamanda zigzag çizmesi olarak düşünebiliriz: Geleceğe bir elektron olarak gidiyor, geçmişe bir pozitron olarak dönüyor ve geleceğe yeniden bir elektron olarak gidiyor.


Einstein gösterdi

Albert Einstein sayesinde buna benzer bir zaman yolculuğunun makroskopik dünyada da gerçekleştiğini biliyoruz. 1905 yılında yarattığı Özel Görelilik Kuramı 'nda, -sabit bir gözlemciye göre- ışık hızına yakın bir hızla hareket eden nesneler için zamanın daha yavaş işlediğini gösterdi. 1000 yıl önceye dönmek mi istiyorsunuz? Dünya'dan 500 ışık yılı ötedeki bir yıldıza gidin ve geri dönün. Ama hem giderken hem de dönerken ışık hızının %9.95'i bir hızla yol alın. Geri döndüğünüzde, Dünya 1000 yıl, siz ise yalnızca 10 yıl yaşlanmış olursunuz.

Hatta bugün bile bir zaman yolcusunu tanıyorum: Hubble Uzay Teleskopu'nu onarmak için yörüngede 53.4 gün kalan astronot arkadaşım Story Musgrave . Evinde otursaydı, şimdi birkaç milisaniye daha yaşlı olacaktı. Yolculuğun etkisi fazla olmadı. Çünkü Musgrave, ışık hızına göre çok daha yavaş hareket etmişti. Ama gerçekten zaman yolculuğu yaptı.

Daha fazla para harcayarak, gelecek yüzyılda bundan (biraz da olsa) daha iyisini yapabiliriz. Eğer Merkür gezegenine bir astronot gönderip, orada 30 yıl yaşamasını sağlayabilirsek, bu astronot 22 saniye gençleşmiş olarak geri dönecektir (Başka bir deyişle, 30 yıl Dünya'da kalsaydı, 22 saniye daha yaşlı olacaktı).

Merkür'deki saatler Dünya'dakilere göre daha yavaş işler, çünkü Merkür Güneş'in çevresinde daha hızlı dolanır. Astronotlar, Dünya'dan ışık hızının yüzde 1'i bir hızla 0.1 ışık yılı uzaklaşırlarsa, aynı hızla geri döndüklerinde 8.8 saat gençleşmiş olurlar.

Peki, geçmişe dönmek?

Geleceğe doğru zaman yolculuğu yapabiliyoruz. Peki geçmişe dönmenin bir yolu var mı?

Einstein bu soruya da doğru yanıt vermiş olabilir. 1915 yılında oluşturduğu Genel Görelilik Kuramı, zaman-mekânın eğri olduğunu ve kütlesi fazla olan nesnelerin bu eğriliği iyice artırdığını öne sürer. Eğer bir nesnenin yoğunluğu yeterince fazlaysa bu eğrilik sonsuza yaklaşabilir ve belki de, zaman-mekanın uzak köşelerini birbirine bağlayan bir tünel oluşabilir. Fizikçiler bu tünelleri, bir kurtçuğun elmanın bir tarafından girip öbür tarafından çıkarak oluşturduğu kestirme yola benzeterek, " kurtçuk deliği " olarak adlandırıyorlar.



1988 yılında, Caltech Üniversitesi'nden fizikçi Kip Thorne böyle bir kurtçuk deliğini kullanarak geçmişe yolculuk yapabileceğinizi öne sürdü.

Söyle yapacaksınız: Kurtçuk deliğinin girişini, öbür uçtaki çıkışı sabit tutacak şekilde, ışık hızına yakın bir hızla hareket ettirin. Daha sonra hareket eden girişten deliğin içine atlayın. Tıpkı hareket eden astronot örneğinde olduğu gibi, deliğin girişi sabit kalan çıkışa göre daha yavaş yaşlanır. Bu yüzden deliğin sabit duran çıkışı geçmiş zamana açılır. Belli bir süre sonra, sabit kalan bu uçtan çıktığınızda kendi geçmişinize ulaşmış olursunuz.

Uygulanamayacak bir proje

Kurtçuk deliklerindeki sorun, deliklerin giriş ve çıkışlarının mikroskopik olması ve yaratıldıktan çok kısa bir sonra yok olmaya meyilli olmalıdır. Bildiğimiz kadarıyla, onları açık tutmayı sağlayacak tek şey negatif yoğunluktur. Bu size olanaksız bir şeymiş gibi gelebilir.

Ancak, 1948 yılında Hollandalı fizikçi Hendrik Casimir, havasız ortamda bulunan ve birbirlerine çok yaklaştırılmış iletken iki levhanın, gerçekten de negatif yoğunluk bölgesi yaratabildiğini ve bu bölgenin levhaların içine doğru basınç yaratabildiğini kuramsal olarak gösterdi. Casimir'in öngördügü kuvvetin varlığı, laboratuvar deneyleriyle doğrulandı.

Thorne ve arkadaşları, bu fikirden yararlanarak, birbirlerinden yalnızca 400 proton çapıyla ayrılmış Casimir levhalarıyla çevresi 960 milyon kilometre olan bir kurtçuk deliği inşa etmeyi önerdiler. Zaman yolcuları kurtçuk deliğinin içinden geçebilmek için, bir şekilde bu levhaların içinde kapılar açmak zorunda kalacaklar. Böyle bir cihazın ağırlığı ne kadar mı olacak? Güneş'in tam iki yüz milyon katı kadar. Bunlar ancak üstün uygarlıkların hayata geçirmeye kalkışabileceği projeler; yoksa 21'inci yüzyıl mühendislerinin işi değil.

Kozmik sicimlerle seyahat

1991 yılında, kozmik sicimlerle de zamanda yolculuk yapılabileceğini buldum. ( Kozmik sicimler, parçacık fiziğindeki bazı kuramlarca öngörülen ancak, Evren'de henüz gözlenememiş, milyonlarca ışık yılı uzunluğundaki enerji "iplikleridir").

Geniş bir kozmik halka bulup, onun bir şekilde kendi gerilimi altında tıpkı bir lastik gibi büzülmesini sağlayarak bir zaman makinesi yapmayı deneyebilirsiniz. Sicimin olağanüstü enerji yoğunluğu zaman-mekânı çok fazla büker. Bu halkanın iki ucu birbirinin yanından geçerken, ışık hızına yakın bir hızla giden bir uzay gemisiyle onların çevresinde uçarak geçmişe gidebilirsiniz.

Ne yazık ki, yalnızca bir yıl geçmişe gitmek istiyorsanız bile, tüm Evren'deki kütlenin yarısı kadar enerjiyi barındıran bir halkaya ihtiyacınız olacaktır.

Daha da kötüsü; büzülmeye başlayan kozmik sicim halkası kendi etrafinda hızla dönen ve zaman yolculuğu yapılan bölgeyi emen bir kara delik yaratabilir. Büyük olasılıkla, hiç bir yeri ziyaret edemeden önce parçalanırsınız.

Tüm zorlukları atlattığınızı varsayalım. Her iki zaman makinesini öngören fizik yasaları da, yolculuk ettiğiniz zaman makinesinin icat ediliş tarihinden önceki bir döneme gidemeyeceğinizi söyler. Bu yüzden, kendi büyük dedenizle karşılaşamaz ve onu öldüremezsiniz. Ama böyle bir alet bugün yapılmış olsaydı, kendi torunlarınız sizi gelip öldürebilirlerdi. Böylece torunlarınız geçmişlerini değiştirmiş olurlardı.

Farklı dünya tarihleri

Bazıları son derece tutucu düşünerek, zaman yolcularının geçmişi asla değiştiremeyeceğini ileri sürüyor. Öte yandan, Oxford'da çalısan fizikçi David Deutsch 'un geliştirdiği, birbirlerinden farklı birçok dünya tarihi olabileceğini öne süren kuantum mekaniği kuramı, geçmişe bu tür yolculukların yapılabilmesini mümkün kılıyor.

Kurama göre, eğer geçmişe gidip ninenizi henüz küçük bir kızken öldürürseniz, zaman-mekânın yalnızca paralel başka bir evrene sıçramasını sağlarsınız. Bu değişim sizin kendi gerçek tarihinizi değiştirmez. Kısacası, birbiriyle iç içe birçok farklı dünya tarihi vardır.

Stephen Hawking ise "kronolojiyi koruma" adını verdiği bir varsayımla probleme başka yönden yaklaşıyor.

Hawking, fizik yasalarının her zaman geçmişe yolculuğu imkânsız kılması gerektiğini öne sürüyor. Kuantum etkilerinin ise gelecekte de sürekli, (geçmişe yolculuk edebilen) zaman makinelerinin olanaklılığına bir engel teşkil edeceğine inanıyor. Jüri kararı tartışıyor. Hawking'in hakli olup olmadığını öğrenmek için, bir kuantum kütleçekimi kuramına ihtiyacımız olabilir.

Sonuç olarak, gelecek yüzyılda zaman yolculuğu yapabilecek miyiz?

Evet, bence geleceğe (çok küçük sıçrayışlarla da olsa) yolculuk yapabileceğiz. Geçmişe ise büyük olasılıkla gidemeyeceğiz: Böyle bir yolculuk pahalı, tehlikeli ve kuantum etkilerine açık olacaktır.

Bu konuda çalışan bizler, elimizde zaman makinesi taslaklarıyla patent dairelerine akın etmiyoruz. Ancak, zaman makinelerinin yapılıp yapılamayacağını kuramsal olarak da olsa öğrenmeye çalışıyoruz. Çünkü bu soruya yanıt verebilirsek, hem fiziğin sınırlarını öğreneceğiz, hem de Evren'in çalışma mantığına ilişkin başka ipuçları toplamış olacağız.

Most Einsteina Rosena


Zamanda Yolculuk Gerçek Olabilir mi?

Kısa yazı: Aykut ALTINDAĞ

         Hangi zamana gitmek isterdiniz?" diye size bir soru soran kişiye sanırım pek aklı başında gözüyle bakmazsınız. Bunun nedeni günümüzde zamanda yolculuğun bilinen yöntemlerle yapılamıyor olması olabilir.

         Peki gerçekten zamanda yolculuk mümkün olabilir mi? Bazı bilim adamlarına göre çok saçma bir düşünce olmasına rağmen günümüzün bazı bilim adamları, zamanda yolculuk yapmayı olası hale getirmek için yoğun çalışmalar ve deneyler yapıyorlar. Aslında zamanda yolculuk Albert Einstein'nın İzafiyet Teorisi’ne göre mümkün görünüyor. Bu teoriye göre "Eğer bir cisim ışık hızında ilerliyorsa, yanından geçen zaman yavaşlayacaktır." fikri savunuluyor. Yani bir cisim ışık hızına ulaştığı zaman, içinde bulunduğu zaman kavramı duracak ve bir zamansızlık boyutunda yer alacak. Böyle bir olayın oluşabilmesi için cismin saniyede 300 bin km’lik bir hızla gitmesi gerekiyor. Bu durumda zamanın ilerisine ve gerisine yolculuk yapmanın mümkün olacağı öngörülüyor. Bilim adamları cisimlerin ışık hızına ulaşmasını engelleyen şeyin kütle olduğunu söylüyorlar. Fakat günlük hayatımızda henüz saniyede 300 bin km hıza ulaşabilmiş bir cisim bulunmuyor. Bu yüzden bu teori pratik olarak imkansız gibi görünebilir. Çünkü bir cisim hızlandıkça kütlesi artar. Aynı cisim her defasında daha da hızlanmak için çok daha büyük bir kuvvete ihtiyaç duyar. Hemen aklımıza şöyle bir soru geliyor. "Kütlesi sıfır olan bir cisim zaman yolculuğuna gönderilebilir mi?" Teorik olarak mümkün görünüyor. Fakat fizik derslerinde öğrendiklerimizi bir hatırlarsak, kütlesi olmayan bir şeye cisim diyemeyeceğimizi öğrendik. Yani bize cisimlerin bir kütlesi olduğu öğretildi. Fakat şimdilerde bilim adamları, evrende var olan ve adı Tachyon olan bir cismin kütlesinin sıfır olduğuna inanıyorlar. Bilim adamlarının teorilerine göre, Tachyonic hızlandırma denilen bir yöntemle zamanda yolculuk yapmak mümkün olacak gibi görünüyor. Hatta internet üzerindeki değişik kaynaklardaki bilgilere göre Amerika’nın Connecticut Üniversitesi’nde görevli Fizik Profesörü Ronald Mallett, maddeyi isteğe göre geleceğe ya da geçmişe gönderebileceği bir zaman makinesi geliştirdiğini açıklamış. Aynı profesör ayrıca atomun zamanda transfer deneylerine yakın bir zamanda başlayacağının da sinyallerini veriyor. Zamanda yolculuğun pratik olarak mümkün olabileceğini, zaman makinesi aracılığıyla geçmişe ve geleceğe insan transferininse büyük bir enerji gerektirdiğini, şimdilik sadece atomları ve yakın gelecekteyse eşyaları transfer edeceğini ifade ediyor. Kim bilir?... Bakarsınız bundan 30 yıl sonra insanlar yaz tatillerine “Zamanda Yolculuk" paket turları satın alıyor veya Zamanda Yolculuk diye bir şeyin aslında olmadığının kesin kanıtlanmış halini öğrenmiş olabilirler. Gerçeğin ne olduğunu öğreneceğimiz güne kadar hayal kurmaya devam....

Zamanda Yolculuk Mümkün! Nasıl mı?

Doç.Dr. Serkan Anılır
JAXA Japonya Uzay Havacılık Dairesi (JAXA) ve Tokyo Üniversitesi


Dünya saatte yaklaşık bin 600 km hızla dönmektedir. Eğer bir zaman yolcusu 'warp' ile, zamanda bir saat geriye gidecek olursa, çıkacağı nokta ilk başlangıç noktasından bin 600 km ötede olacaktır.

Tabii ki bu durumda, uzaya dışarıdan bakacak olursak, dünyanın aynı bir saat içinde güneşin etrafında da 107 bin km yol katettiğini, güneşin de Samanyolu galaksisinde 810 bin km, Samanyolu'nun da Andromeda galaksisine doğru 240 bin km, 'Local Group' adı verilen bizim sistemimizin de Virgo kümesine doğru 2 milyon 770 bin km ve komple olarak Virgo sisteminin de 'Great Attractor' adı verilen görünmeyen bir kümeye doğru 2 milyon 150 bin km ile hareket ettiğini düşünmemiz gerekir.

Zamanda yolculuk hayalleri ile yola çıkan pilotumuz, sadece ve sadece bir saat geriye dönmeye kalkışırsa, yola çıktığı noktadan yaklaşık 5 milyon kilometre uzaklıktaki farklı bir noktada ortaya çıkacaktır.

Burada önemli olan, yolculuğa başladığı noktada gene ortaya çıkmış olsa bile, bu sırada uzay bir saat içinde hareket etmeye devam etmiştir.

Bu kadar kötümser olmamak için, olaya bir de iyi tarafından bakalım. 5 milyon kilometre uzakta çıkma olasılığından bahsettiğim halde, bütün yıldız ve kümelerin aynı yöne hareket etmediği gerçeğini göz önünde bulunduracak olursak, buradan birbirlerini sıfırlama şansları olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün bilim adamlarının 'uzayın duvar kağıdı' olarak da tanımladıkları arka plandaki 'kozmik kısa dalga fon radyasyonu' (Büyük patlama, yani Big Bang adını verdiğimiz evrenin doğuşunda meydana gelen patlamadan geriye kalan radyasyon) ölçümleri ışığında, dünyanın saatte yaklaşık 1 milyon 400 bin km hareket ettiğini biliyoruz.

Bu uzaklıkları şu ana kadar sadece bir saatlik bir zaman yolculuğu macerası olarak düşündük. Bunu günlere, aylara, yıllara vurursak ortaya çıkan mesafe farklılıklarını zannediyorum herkes hesaplayabilir.

Basit bir örnek verecek olursak, 2105 yılından zamanımıza dönmeye çalışan bir kişi, dünyadaki başladığı noktadan yaklaşık 1 trilyar kilometre uzakta çıkacaktır, bize o noktada mesaj gönderse, dünyaya ulaşması yaklaşık 47 gün alacaktır.



Boşluk enerji dolu!

Fizik bilimi, artık boşluğun hareketsiz olmadığını, olağanüstü elektromanyetik çalkantılar içerdiğini gördü. Bu çalkantılar, nanoteknolojileri geliştirmeyi ya da uzay araçlarını hızlandırmayı düşleyenler için sonsuz bir enerji kaynağı olabilir! Üstelik, boşluk enerjisi Evren’in genleşmesini hızlandıran şu ‘karanlık güç’ de olabilir.

Boşluk eskiden hareketsiz, edilgen bir ortam olarak kabul ediliyordu. Ama Kuantum Teorisi’ne göre, boşluk inanılmaz elektromanyetik çalkantıları harekete geçirdiği için yaşayan bir ortam.. Yani boşluk müthiş enerjiyle dolu.

Elinize bir küre alın. Bu hacmin içindeki her tür maddeyi boşaltın, her tür dış ışından koruyun ve ısı ışımasını engellemek için sıcaklığı mutlak sıfıra indirin. Bu durumda küredeki enerji minimum düzeydedir.

Şimdi de boş kürenin içinde neler olduğunu inceleyin. Hiçbir şey mi? Her şeyin sakin, sessiz ve durgun olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz! Boşlukla ilgili bu klasik anlayışı ciddiye almayın. Unutmayın ki her boşluk bir çevrinti (maelström) barındırır!

Kanıtı mı? Kürenin içindeki elektromanyetik alanı ölçün: Kaotik ve spontan bir halde sıfırın etrafında çalkalandığını görürsünüz.

Elektroansefalogramı hiçbir zaman tamamen düz değildir. Boşluk yaşar. Oysa bu ortam şimdiye kadar devinimsiz özellikleri için incelendi.

Zaten hiçbir şey meydana gelmediği düşünüldüğünden, boşluk ambalajlara, ampullere ya da entegre devrelerin üretimine dahil edildi. Einstein da, edilgen özelliği nedeniyle teorisine kattı.

Boşluk ve belirsizlik

Ancak son yıllarda bazı şeylerin değiştiği gözleniyor. Nitekim, fizikçiler seksen yıldır boşluğun hiçbir şey olmadığını biliyorlar: Kürenin içindeki boşlukta yer alan elektromanyetik çalkantılar, mikroskopik fenomenlerin davranışını betimleyen kuantum teorisi tarafından öngörülmüş bulunuyor.

Boşluktaki enerji hatta, ünlü Alman fizikçi Heisenberg’in 1925 yılında ortaya attığı ünlü belirsizlik teorisinin de sonucu. Bu ilke bir parçacığa uygulandığında parçacığın konumunun ve hızının eş zamanlı ve kesin olarak bilinemeyeceğini varsayıyor.

Boşluktaki elektromanyetik alana uygulandığında da elektrik ve manyetik alanların eşzamanlı ve bütünüyle yok edilmesini yasaklıyor. Bunun sonucunda da çalkantılar ortaya çıkıyor.

Ancak küçük boş küremizde ne kadar elektromanyetik enerji biriktiği hesaplamak istendiğinde, sorun ortaya çıkıyor.

Bunun için alanın elektroansefalogramını sonsuz sayıda, gittikçe küçülen dalga uzunluğunda düzenli titreşimlere ayrıştırmak gerekiyor çünkü toplam enerji bu temel atımlardan her birinin enerjilerinin eklenmesiyle elde ediliyor.

Matematiksel çıkmazdan...

Kuantum yasalarına göre bu düzenli titreşimlerin dalga uzunluğu ne kadar kısaysa enerjileri de o kadar büyük. Bu durumda, matematiksel çıkmaz kaçınılmaz:

İlke olarak kürenin asgari enerji içerdiği varsayılıyor, oysa hesaplara göre bu enerji miktarı sonsuz! Bundan daha büyük bir çelişki olabilir mi?

Fizikçiler bu akıl almaz sonsuzluğu silmek için bir yönteme sahipler. Bu radikal yönteme göre, kuantum yasalarının belli bir uzunluğun altında, yani santimetrenin milyar milyar milyarda yaklaşık on milyonda birinde geçerli olmadıkları bilindiğinden, alanın ayrışmasında bu eşiğin altındaki dalga uzunluğuna sahip tüm titreşimleri yok edip sınırsız oranı sınırlı orana indirgiyorlar.

Ancak bunu yaptıklarında da sorun tam olarak çözülmüyor; hesaplara göre bu eşiğin devreye sokulması hala boşlukta 10 (94 gücünde/cm3 tutarında dev bir enerji bırakıyor...

O halde, bizim küçük küremiz milyarlarca galaksinin toplam enerjisinden çok daha fazla bir enerjiye sahip...

Ancak bu durum her tür enerjinin uzay-zamanın yapısını eğerek varlığını gösterdiğini ileri süren Einstein’ın teorisiyle çelişiyor. Kürenin etrafında böyle bir şey söz konusu değil. Boşluktaki enerjinin sorunu da bu...

Paris’te Yüksek Bilimsel Araştırmalar Enstitüsü’nden Thibaut Damour, teorik açıdan kuantum fiziğinin başlangıcından itibaren bunun bir numaralı sorun olduğunu kaydediyor ve 20’li yılların başından beri bu konuda hiçbir ilerleme sağlanamadığını sözlerine ekliyor.

Bununla birlikte günümüzde farklı bir bakış açısı geçerli. Boşluk enerjisi teorik olarak içinden çıkılamaz bir sorun olsa da inkar edilemez bir fizik gerçeğine dönüşmüş bulunuyor.

Boşluğun ne olduğu bilinmese de ne yaptığı yavaş yavaş aydınlatılıyor: Gittikçe daha kesin deneyler elektromanyetik çalkantıların etkisinin sırrını çözüyorlar.

Her geçen gün gittikçe daha fazla sayıda fizikçi boşluğun devinimsiz özellikleriyle ilgilenmeyi bir yana bırakıp etkin, yaratıcı ve dinamik nitleliklerine odaklanıyor.

Eğer bizim küçük küremiz nanoteknolojide maddenin davranışını denetlemek için anahtar olursa belki de enerjiyle ilgili sorunlarımız çözülebilir... Astrofizikçiler gözlemlerindeki çelişkileri aydınlığa kavuşturup Evren’in yazgısını daha iyi anlayabilir...

Ve belki de modern fiziğin iki büyük unsuru olan kuantum mekaniğiyle Einstein’ın rölativitesini birleştirmede anahtar rol oynayabilir. Kısacası bu konuda devrim niteliğinde yenilikçi yollar açılıyor. Bu yollarda düşe kalka gidilse de kesin olan bir şey var o da fizikçilerin kendilerini boşluğa atıyor oldukları...

(Kaynak: Science at Vie)

Boşluktaki çalkantıların sırrı

Kuantum fiziği bu küredeki her noktanın elektromanyetik çalkantılarla kaynadığını ileri sürüyor. Sorun ise bu çalkantıların düzenli titreşimlere ayrıştığında toplamın sonsuz bir enerji yaratması. Fizik bilimi açısından bir anlam taşımayacak zayıf frekanslar yok edilse bile kalan enerji akıl almaz derecede fazla. 

Casimir Etkisi

       Bundan yaklaşık 50 yıl önce fizikçi Hendrik Casimir, mikro-makinelerden birleşik doğa teorilerine kadar her şeyi etkileyebilen, bir vakumda (boşlukta) iki yüzey arasındaki çekme kuvveti olabileceğini önerdi.

      Boşlukta iki aynayı bir biriyle yüz yüze ve küçük aralıklı duruma getirirseniz ne olur? İlk reaksiyonunuz “hiçbir şey” olabilir. Fakat gerçekte, her iki ayna, basit vakum sonucu birbirini karşılıklı olarak çekerler. İşte bu etkiyi Hollandalı teorik fizikçi Hendrik Casimir 1948 yılında, Eindhoven’da  Philips Araştırma Laboratuvarı’nda, tüm nesnelerde colloidal çözeltiler üzerine araştırma yaparken bu fenomeni önerdi. Bu colloidal çözeltiler; mikron boyutlu parçacıklar içeren bir sıvı karışımında, boya ve mayenozda olduğu gibi, viskoz materyallerdir. Böyle çözeltilerin özellikleri nötral atomlar ve moleküller arasında mevcut olan, uzun erimli ve çekici Wan der Waals kuvvetleri tarafından belirlenir.

     İki ayna arasındaki kuvvet Casimir kuvveti olarak, bu  fenomen ise Casimir etkisi olarak bilinir.  Casimir etkisi yıllarca teorik merak konusu oldu. Bu fenomene ilgi son yıllarda daha da arttı. Deneyci fizikçiler, mikro-makinelerin çalışmalarını etkileyen Casimir kuvvetini, çok duyarlı ölçüm aletleri geliştirerek, gözlediler.  Bu konuda temel fizik tarafından yeni atılımlar da yapıldı. Bir çok teoriysen, 10 veya 11 boyutlu temel kuvvetlerin bileşik alanlar teorisinde “büyük” fazladan boyutların varlığını öngörmektedir. Onlar, bu boyutların, milimetrenin altındaki uzaklıklarda, klasik Newton kütle çekimini değiştirebileceğini söylüyorlar. Casimir etkisinin ölçümü, çok daha sonra, böyle radikal düşünceleri test etmek için fizikçilere yardımcı olabilir.

     Casimir kuvveti her ne kadar tam bir karşı-sezgi gösterirse de, gerçekte iyi anlaşılır. Klasik mekaniğin ilk zamanlarında vakum düşüncesi oldukça basitti. Vakum, bir kabın tüm parçacıklarının (içindeki gazın) boşaltılıp sıcaklığının mutlak sıfıra indirildiği durumdur. Kuantum mekaniğinin gelmesiyle vakum anlayışı tamamıyla değişti. Belirli elektromanyetik alanlarda tüm alanlar (parçacıklar) titreşim yaparlar. Bir başka deyişle, bir sabit etrafında aktüel değeri değişen,  verilen her hangi bir moment, bir ortalama değere sahiptir. Mutlak sıfırda bile, kusursuz bir vakumda bile, bir fotonun yarı enerjisine karşılık gelen ortalama enerjide, “ vakum salınımları (titreşimleri) “ olarak bilinen salınımlar mevcuttur.

Bununla birlikte, vakum salınımları bir fizikçinin zihninde soyut değildir. Onlar, makroskopik ölçekli deneylerde doğrudan canlandırılabilen, gözlenebilir sonuçlara sahiptirler. Örneğin, uyarılmış seviyedeki bir atom uzun süre uyarılmış kalamaz, kendiliğinden foton salarak taban durumuna geri döner. Bu fenomen vakum salınımlarının bir sonucudur. Bir kurşun kalemi parmağınızın ucunda dik durdurmaya çalışın. Eğer eliniz tamamen kararlı ise kalem orada duracak (kalacak), değilse denge bozulacaktır. Fakat çok-çok zayıf bozulma (sapma), kalemi daha kararlı bir denge konumuna getirecektir. Benzer olarak, vakum salınımları uyarılmış bir atomun taban durumuna inmesine sebep olur.

     Casimir kuvveti vakum (boşluk) salınımlarının en çok tanınmış mekanik etkisidir. İki ayna arasında bir boşluk olduğunu düşünün (şekildeki gibi). Tüm elektromanyetik alanlar çok farklı frekansları içeren bir karakteristik “spektrum”a sahiptir. Serbest bir vakumda tüm frekanslar eşit öneme sahiptir. Fakat boşluk (oyuk) içerisinde, aynalar arasında ileri-geri yansıyan alanda, durum farklıdır. Alan, boşluk içerisine, yarım dalga boyunun tam katları, tam olarak uyabiliyorsa çoğaltılır. Bu dalga boyu “oyuk (boşluk) rezonansına” karşılık gelir. Diğer dalga boylarında, aksine, alan zorlanır. Vakum salınımları ya zorlanır ya da frekansın boşluk rezonansına karşılık gelip gelmediğine bağlı olarak yükselir. 

    Casimir etkisinin tartışmasında önemli bir fiziksel nicelik de “alan radyasyon basıncı”dır. Her alan-vakum alanı bile-enerji taşır. Tüm elektromanyetik alanlar uzayda yayılırken, akan bir nehrin etrafındaki ve önündeki şeylere basınç uyguladığı gibi, yüzeylere basınç uygular. Bu radyasyon basıncı ve elektromanyetik dalganın frekansı enerjinin artması ile artar. Oyuk içindeki radyasyon basıncı, bir oyuk rezonans frekansında, dış kısımdakinden daha güçlüdür ve bundan dolayı aynalar bir birinden uzağa itilirler. Rezonans dışında, tersine, oyuk içerisindeki radyasyon basıncı dışarıdakinden daha küçüktür ve bundan dolayı aynalar birbirine doğru çekilirler.       

    Dengede, çekme bileşenleri itme bileşenlerinden azıcık daha güçlü etkiye sahiptir. Kusursuz iki paralel düzlem ayna için, Casimir kuvveti çekicidir ve bu yüzden aynalar bir birlerini çekerler. Kuvvet, F; kesit alanı A ile doğu, aynalar arasındaki uzaklığın dördüncü kuvveti (üssü) d4 ile ters orantılıdır. Bu geometrik niceliklerden ayrı olarak kuvvet, ışık hızı ve Planck sabiti gibi temel değerlere de bağlıdır.

     Casimir kuvveti birkaç metre uzaklıktaki aynalar için son derece küçük olarak gözlenirken, uzaklık mikronluk düzeyde iken ölçülebilir basmaktadır. Örneğin, alanı 1 cm2 ve aradaki uzaklık 1 mm olan iki ayna yaklaşık 10-7 N’luk bir Casimir kuvvetine sahiptir, ki bu kuvvet çapı yarım milimetre olan bir su damlasının ağırlığı kadardır. Bu kuvvet her ne kadar küçük gözükse de, bir mikrometrenin altındaki uzaklıklarda, iki nötr obje arasında en güçlü olur. Gerçekten de, 10 nm (nanometre) aralıklı, tipik bir atom boyutunun yaklaşık 100 katı, Casimir etkisi 1 atmosfer basınsının eşdeğeri basınç üretir.

     Her ne kadar günlük yaşamımızda böyle küçük uzaklıklar ile ilgilenmesek de, onlar “nano yapılı ölçekler” ve “mikro-elektromekanik sistemlerde” önemlidir. Bunlar, mikro boyutlu mekanik elemanlar ve hareketli parçalarda, bir silikon örneğini küçük parçalara bölen akıllılıktadır. Elektronik bileşenler bilginin ilerlemesi için cihaz üzerine bağlanır, ki o, mekanik parçaların hareketini algılar ve sürdürmesini sağlar. Mikro-elektromekanik sistemlerin bilim ve teknolojide mümkün bir çok uygulama alanı vardır. Örneğin, bugün bunlar otomobillerde “air-bag basınç sensörleri” olarak kullanılmaktadır.

Aralarındaki uzaklık d ve yüzey alanı A olan iki plaka arasındaki Casimir kuvveti   F=(πhc/480)(A/d4 )  bağıntısıyla hesaplanır. Burada h Planck sabiti ( 6,62.10-34J.s ), c ışığın boşluktaki hızı ( 3.108 m/s ) dır.  Bu küçük kuvvet, 1996 yılında  Steven Lamoreaux tarafından %5 deneysel hata  ile ölçülmüştür.

        Fotondan başka parçacıklar da küçük bir etki ortaya çıkarır, fakat sadece foton kuvveti ölçülebilirdir. Fermiyonlar itici bir etki oluştururken, fotonlar gibi tüm bosonlar, çekici Casimir kuvvetini oluştururlar. Eğer elektromanyetizmada süpersimetri olsaydı, o zaman fermiyonik fotonlar da var olacaktı. Bu durumda fotonların itme çekme etkisi bir birini yok edecek ve Casimir etkisi olmayacaktı. Gerçekte Casimir etkisinin varlığı gösterir ki; doğada süpersimetrinin olması bir simetri kırılmasını gerektirir.

       Teoriye göre; vakumda “toplam Sır Nokta Enerjisi, tüm olası foton modları üzerinden toplam alındığında sonsuz olur. Casimir etkisi; sonsuzlukların götürülmesinde, bir enerji farkından meydana gelir. Vakum enerjisi, gravitasyonel (kütle çekim) etkileşmeden dolayı, “kuantum kütle çekim teorisinde” bir bilmecedir.  Kütle çekim teorisi uzay-zamanın eğriliğine sebep olan büyük bir “kozmolojik sabit” ortaya çıkarır. Bu uyuşmazlığa çözüm, kuantum kütle çekim teorisinden beklenmektedir.

 

Olasılıklar Fiziği

Kuantum

 

Haber: Gülşen Kaş

Bilim Haberleri, İstanbul

Kuantum fiziğinin kurucu babalarından Neils Bohr, atomaltı parçacıkların sadece bir gözlemci tarafından izlendiğinde meydana çıktığına göre, parçacıkların özellikleri ve karakteristikleri hakkında görüş bildirmek anlamsızdır sonucunu ortaya çıkarttı. Elektronların gözlemci olmadan da var olduğunu baz alarak, atomaltı parçacıkların bilimle açıklanmayı bekleyen bir boyutu olduğunu keşfetti. 

"Ne biliyoruz ki" adlı belgesel film, Türkiye’de vizyona girmeden önce, bilim adamları dışında kimse Kuantum Fiziği ile ilgilenmiyordu. Belgesel vizyona girdikten hemen sonra, birçok insan bu konu ile ilgili çalışmalar yapmaya başladı. Kuantum Fiziği'ni anlamak ne kadar kolay bilmiyorum, (bazıları için kolay galiba) ama Türkiye’de bu konu ile ilgili seminerler ve kurslar düzenlenip terapi yapılıyor. Benim de merakımı cezbeden ve bu kadar çok konusu yapılan Kuantum Fiziği'ni,  Doç. Dr. Haluk Berkmen'e sorduk ve bakın, kendisinden aldığımız yanıtlar:

 Röportaj

Kuantum ve Kuantum fiziği nedir?

Kuantum sözü Almanca olup “miktar” demektir.  Bu sözü ileri sürmüş olan fizikçi Max Planck enerjinin bölünemez en küçük parçası olarak tanımlamıştır. Kuantum Fiziği ise, “doğanın en küçük parçaları” ile ilgilenen bir kuramdır. İlgi konusu içine atomlar, atom çekirdekleri, bu çekirdeklerin yapıları ve onları oluşturan parçacıklar ile bu parçacıklar arası etkileşimlerdir.

Kuantum potansiyeli ne anlama gelir? 

Her nesne dalga paketi şeklinde düşünüldüğüne göre bu paketi bir arada tutan bir potansiyel söz konusudur. Potansiyel Enerji her nesnede bulunan bir özelliktir. Nedeni ise hiçbir nesnenin tek başına olmadığı ve çevresi ile birlikte düşünülmesi gerektiğidir.

Klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki fark nedir?  

Klasik fizik ile Kuantum fiziği arasında birçok fark vardır. Bunlar kısaca: 

  1. Klasik fizikte uzay ve zaman süreklidir. Kuantum Fiziğinde  süreksiz ve kesiklidir. Bu bakımdan Klasik fizikte nesnelerin özellikleri sürekli birer değişkendir. Oysa ki Kuantum Fiziğinde tüm bu değişkenler süreksiz olup ani sıçrayışlarla bir durumdan diğerine geçiş olur.

  2. Klasik fizikte determinizm yani “belirlilik” vardır. Oysa ki Kuantum fiziğinde olaylar determinist olarak gelişmezler. Daima belli bir olasılık yüzdesi bulunur.

  3. Klasik fizikte bulunan determinizm nesnellikle el ele gider. Yani, nesnelerin birbirlerinden bağımsız oldukları ve her bir nesnenin çevresinden yalıtılarak incelenebileceği inancı ve görüşü vardır. Oysa ki Kuantum Fiziğinde nesneler birer enerji dalgası olarak görüldüğünden klasik anlamda “nesnellik” kaybolmaktadır. Yerine bütünsel bir etkileşim ve evrende sıçramalarla değişim kavramları ileri sürülmektedir.

  4. Kuantum Kuramı gözlenen ile gözleyeni ayrı saymaz. Yani, biri diğerini etkileyip değiştirebilir. Bu bakımdan bağımsız nesne kavramı yok olduğu gibi etki edip dönüştürme yeteneğinin sadece canlılara ait olmadığı da söylenebilir.

Einstein'ın görelilik kuramında da zaman ve mekan sürekli ve ölçülebilen değişkenlerdir Oysa ki kuantum kuramında durum tamamen farklıdır. Bu nasıl mümkün olabilmektedir? 

Einstein’ın Görelilik Kuramı klasik kavramlardan hareketle gelişmiştir. Yani, uzay ve zaman sürekli olarak düşünülmektedir. Klasik fizikten farklı olarak, Görelilik kuramında sürekli olan uzay ve zaman hıza bağımlı durumdadırlar. Yani, hız değiştikçe uzayın da zamanın da ölçülen özellikleri değişir. Oysa ki Klasik fizikte hız mutlak uzay ile mutlak zamanın bir fonksiyonudur. Görelilik kuramında hız öncelikli bir kavramdır ve ışık hızı sabittir. Görelilik kuramına göre hiçbir etkileşme ışık hızından daha hızlı bir şekilde gerçekleşemez. Kuantum kuramı bu tür bir kısıtlama getirmediğinden etkileşmeler anında ve ışık hızından daha hızlı oluşabilir. 

Kuantum kuramında zaman kavramı yerine “an” kavramı geçerlidir. Her olay bir anda oluşur ve bu bakımdan olaylar arasında süreklilik geçerli olmaz. Ancak olaylarda nedensellik istendiği için bu nedenselliği koruyacak ara parçacıklar (dalgalar) aranır ve de deneysel olarak bulunmaya çalışılır. Kuantum Kuramına göre evrende süreksiz bir bütünlük vardır ve her nesne diğer her nesne ile anında etkileşir.   

Canlı varlığın oluşması için zamanın tersine akması ne anlama gelir?

Öncelikle canlı varlığın çevresine göre daha organize, düzenli bir yapı oluşturduğunu görmekteyiz. Bu da Entropi'nin azalması anlamına gelir. Zira Entropi, düzensizliğin ölçüsüdür (Bkz."Bilgi Yok olmuyor", X Dergisi, Kasım 2004). Entropi’nin azalması ile bilginin artması aynı anlamı taşıdığına göre canlı varlıkta bilgi artışı olmaktadır. Entropi’yi azaltan ve bilgiyi arttıran varlık bizim ölçemediğimiz ışıktan hızlı hareket eden (Takiyon adını verdiğimiz) parçacıklar oldukları kanısındayım. Zira, ışıktan hızlı hareket eden parçacıklar zamanda da ters yönde (gelecekten geçmişe doğru) hareket ederler.

Şu halde 'şimdiki an' içinde yaşayan biz insanlar için zaman, hem geçmişten hem de gelecekten etkilenen bir yapıya sahiptir. Sadece tek yönlü akan bir zaman kavramı, bizim için sadece pratik önemi olan bir yaklaşımdan ibarettir. Gerçekte zaman süreksiz anlardan oluşmaktadır. Her an kendi içinde bir bütündür ve bir an ile diğer an arasında sürekli bir ilişkinin bulunması zorunlu değildir. An adını verdiğimiz zaman süresi son derece kısa, adeta sıfıra yakın olmakla birlikte tamamen sıfır da değildir. Bu çok kısa süre Kuantum kuramındaki Planck sabiti ile orantılı olup Planck zamanı olarak tanımlanmıştır. Tüm evren bu Planck süreleri arasında bir var olmakta, bir yok olmaktadır.

Öyleyse madde, nasıl oluyor da yok olmadan önceki şeklini hatırlayabiliyor?

Bu sorunun yanıtını "şimdiki anın hem geçmişi hem de geleceği barındırmakta olduğu".ifadesinde buluyoruz. Zaman ve mekan süreksiz ama birbirlerinden habersiz değiller. Bu haberleşme yerel etkilerle olmuyor. Yani sürekli bir etki-tepki durumu yerine anında ve ışıktan hızlı bir 'nakille' haberleşme sağlanıyor. Nakille sözünü tırnak içinde ifade ettim zira buna 'hareket' demek istemedim. Sadece bilgi nakli söz konusu. Bu bilgi nakli ile düşünce enerjisi yakından alakalı kavramlar. Bilgi naklini sağlayan düşünce enerjisidir ve düşünce enerjisini harekete geçiren de istektir, denilebilir. Enerji kaybolmayıp korunduğuna göre bilgi de korunuyor.

Enerjinin küçük ve sonlu paketler halinde aktarıldığı deneysel olarak kanıtlanmıştır. Bu durumu sağlayan da gene zamanın ve mekanın küçük sonlu süreler/aralıklar halinde artmasıdır. An dediğimiz bu kısa sürede hareket yoktur denilebilir. Böylece Zenon çelişkisi bir çelişki değil, günümüzün modern bilimine ters düşmeyen bir ileri görüşlülük olmaktadır.

Eskiden bilginin korunması büyük çapta sözlü destanlarla, masallarla ve kutsal ayinlerle olmaktaydı. Yazılı belgelerin yaygınlaşması ile birlikte bilginin korunması çok daha kolay hale geldi. Ama, bilgi kitaplara taşındı ve insanın kendi öz varlığının bilgisi olmaktan çıktı. Kitabi bilgi sayesinde teknolojik ilerlemede büyük bir sıçrama yaşandı. Günümüzde bilgisayarlar sayesinde bilgi büyük bir hızla hem birikiyor, hem de yayılıyor ama gittikçe de bizden uzaklaşıyor. Bu hızlı yayılmayı dikkatle izlemekte yarar var. İnsanlar artan bilgi karşısında katılımcı değil sadece gözlemci durumuna geçiyorlar. Daha da önemlisi, insanlar bilgiyi içlerine katmadıkları için kendi öz değerlerini ve kültürlerini korumayı da başaramıyorlar. Bir yanda küreselleşmenin getirdiği ortak değerler, diğer yanda aile ve toplumdan kaynaklanan farklı ve özel değerler insanları bir çeşit bölünmüş bir ruhsal yapı içine sürüklüyor. Sonuçta umursamaz, gözlemci ve sığ değerlerle donanmış bir toplum ortaya çıkıyor.

Kuantum fizikçileri her şeyin düşünce ile yapılabileceğini söylemektedirler. Bu nasıl mümkün olmaktadır? 

Düşünce bir enerji türüdür. İnsanlar bir eyleme başlamadan önce onu düşünce boyutunda hayal ederler. Örneğin siz masa üzerinde duran bir bardağa doğru elinizi uzatırken önce bir istekte bulunmanız ve sonra bu isteği eyleme dönüştürmeniz gerekir. Gözleyen ile gözlenen birbirlerini değiştirdikleri gerçeğinden hareketle önce ilgi, sonra istek ve en son da eylem gerçekleşir.

Bu durumda nasıl davranmamız gerekir?

Madem ki düşünce enerjisini harekete geçiren istektir, o zaman isteklerimizin ne olduklarını ve nereye etki ettiklerini bilmekte yarar var sanırım. İstekleri sadece maddi çıkarımız doğrultusunda yönlendirdiğimiz sürece yeni isteklerin ortaya çıkmasına engel olmayız. Bu durum hiç bitmeyen biteviye birbirini besleyen istekler zincirini yaratmaktan öteye gitmez. Bu zinciri kırabilmek öyle sanıldığı kadar da kolay olmuyor. Tutkularımız ve sorumluluklarımız bu istek zincirini sürekli besliyor.

İstek zincirini günümüzün yaşantısı içinde tümüyle kırmak mümkün görünmese de istekleri daha geniş bir çerçeveye yaymak pekala mümkün olabilir. Bir diğer ifade ile, isteklerimizi hem kendi yararımıza (hayrımıza) hem de bütünün yararına yönlendirmeye gayret etmeliyiz. Özellikle bilgiye bir gözlemci olarak değil, bir katılımcı olarak yaklaşmak ve onu gündelik hayatımızın bir parçası haline getirmek gerektiği kanısındayım.

Unutulmaması gereken şey; her anın bir fotoğraf gibi kendi başına bir değer taşıdığı ve bu fotoğrafta daima kendimizin de bulunduğudur.

İnsanlar neden zamanı sürekli akan bir şey gibi algılıyorlar? 

Çünkü bizim varlığımızı sürdürmemiz için sürekli zaman kavramına gerek duyarız da ondan. Aslında süreksiz olan ve ard arda dizilen anları biz birleştirerek zamanı yaratırız. Eğer bunu yapmasak bellek oluşamaz ve olaylar arasındaki ilişki sürekli bir şekilde gelişemez. Belleğini kaybeden insanların nasıl da boşlukta kaldıklarını biliyoruz. Anlam üretmek için bellek şarttır. İnsan ise anlam üreten bir varlık olarak tanımlanabilir. Bu bakımdan zamanı ve mekanı sürekli olarak tanımlamak duyuların yapısında bulunmaktadır.  

Bu durumda geçmiş ve gelecek diye bir şey söz konusu değilse bu, kaderin olduğunu göstermektedir. Kader var ise o halde özgür irade hakkında neler söyleyebilirsiniz? 

Zamanın anlardan oluşmuş olması geçmiş ve geleceği yadsımaz, dışlamaz. Gelecek olacaktır ve geçmiş de elbette ki olmuştur. Fakat mutlak kadercilik inancı yanlıştır. Çünkü her an belli bir olasılıkla oluşmaktadır. Bu olasılık da belirsizlik içerdiğinden mutlak bir kaderden söz edilemez. Ancak, dönüşüm söz konusudur. İnsan için doğum ve ölüm mutlak olup kaçınılmaz dönüşüm noktalarıdır. Fakat arada özgür irade ile istekte bulunmak ve bu istekleri eyleme dönüştürmek mümkündür. Özgür irade bilinç gerektirir. Bilinçsiz yapılan eylemler özgür değildirler. Örneğin etki-tepki mekanizması içinde gelişen eylemler özgür olarak tanımlanamazlar. 

Takiyon enerjisi nedir? 

Takiyon, ışıktan hızlı hareket eden bir parçacık veya dalga olarak düşünülmelidir. Deneysel olarak doğrudan gözlenmiş olmasa da kuramsal bir varlığı kabul edilmektedir. Işıktan hızlı hareket eden parçacıkların kütleleri sanal olup hareket yönleri de gelecekten geçmişe doğrudur. Henüz olmamış bir gelecekten nasıl bilgi aktarımı olabilir? Şeklinde bir soru akla gelebilir. Bunun yanıtı Takiyonların bizim evrenimize ait olmadıkları ve kendi evrenlerinde geçmişten geleceğe doğru hareket ettikleridir. Getirdikleri bilgi dağıtıcı olmayıp toplayıcıdır. Yani Termodinamik'in ikinci yasasının tam tersini yaparlar. Bu yasaya göre her nesne topluluğu zamanla karmaşaya dönüşür. Takiyonlar ise karmaşayı düzene dönüştürürler. Bu bakımdan zamanda tersine hareket ettikleri görüşü ileri sürülebilir. Onların enerjisi düzenleyici ve toparlayıcıdır. 

Sanal kütleli olduğu söylenen takiyonların bizim evrenimizle etkileşmelerini sağlayan nedir?  

Işıktan daha hızlı hareket ettiklerinden onların yavaşlamaları halinde ışık hızına yaklaşarak bizim evrenimize “Tünel olayı” ile geçebilirler. İşte bu sınır bölgede etkileşime girmeleri mümkündür. Fakat etkileşim son derece kısa bir sürede oluşup sona erer. Bu bakımdan deney aletlerimizle gözlenmeleri mümkün olmamıştır. Fakat ilerde belki de gözlenmeleri sağlanacaktır. Şu anda dolaylı olarak varlıkları kabul edilmektedir. 

Takiyon evreni ile bizim etkileşime girmemiz nasıl mümkün olabilir? 

Takiyonların da kendi evrenleri vardır. Işıktan hızlı bir şekilde kendi evrenlerinde dolanırlar. Bu hızın üst sınırı olmadığından anında uzayın her yerinde bulunabilirler. Evrendeki bütünsel etkileşmeyi ve haberleşmeyi sağlayan da onlardır. Bizim insan olarak ışıktan hızlı hareket etmemiz mümkün olmasa da düşünce boyutunda buna bir engel yoktur. Bu konuda özel yeti sahibi insanların bulunduğu görüşündeyim.  

Evrende, canlı-cansız ayırımı anlamsızdır. Hareketli ve hareketsiz maddeler ayrılamıyacak kadar iç içedir ve yaşam da evrenin bütünlüğü içinde sarmalanmıştır. Bilincin, yaşamın ve gerçekte herşeyin evrenin dokusunu oluşturması, şaşırtıcı sonuçlar verir. Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi; eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda Andromeda galaksisini bulabiliriz! Kleopatra ile Sezar'ın buluşmasını da! Prensipte, geçmiş ve gelecek, uzay ve zamanın, küçük bir kıvrımında yer almaktadır. Aynı şekilde, vücudumuzdaki her hücre, tüm kozmosu içerir. Her yağmur damlası ve her yaprak da!..  

İnsanlık bütün bunların bilgisine sahipken neden henüz gerçekleştirememektedir? 

İnsanlık tüm bunların bilgisine ve bilincine doğu düşünce okullarında ulaşmıştır. Örneğin, Tasavvuf ehli kişiler, Sufiler, Hint mistikleri, Budist rahipler bu gerçekleri asırlardır yazıyorlar ve söylüyorlar. Fakat batı düşüncesinde nesnellik öncelikli olarak savunulduğundan her bireyin bir kopuk ve bağımsız varlık olduğu “ben” (ego) merkezli felsefeler geliştirmiştir.  Kuantum Kuramı sayesinde nesnelliğin geçersiz olduğu görüşü batı düşüncesinde yer etmeye başlamış, nedensellik yeni bir bakışla sorgulanır olmuştur. 

İnsanlığın fiziksel olarak zamanda yolculuk yapması mümkündür? Bu nasıl ve ne zaman mümkün olabilir?  

Şu anda mümkün olmasa da ilerde olmayacağını kimse iddia edemez. Ancak düşünce boyutunda buna hiçbir engel yoktur. Her gece gördüğümüz rüyalar belki de zamanda yolculuk ile gerçekleşmektedirler. Bu konuda kesin bir yargıya varmanın erken olduğu görüşündeyim.

Gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapmak ve geçmişini istediği şekilde değiştirmek, bulunduğu geleceği de değiştirmez mi?

Maddesel olarak zaman yolculuğu mümkün olmasa da düşünce boyutunda hem geçmiş hem de gelecek sürekli şekillenmekte ve yorumlanmaktadır. Bu yoruma bir bakıma “değiştirmek” de denilebilir. Tarih bilinci evrensel olmayıp bir toplumdan diğerine değişiklikler içerdiğini hepimiz biliyoruz. Geleceği de geçmişin yorumları üzerine oturttuğumuz bir gerçektir.  

Burada tek bir gerçeklikten söz edebilir miyiz? 

Asla, gerçeklik tek değildir ama “hakikat” tektir. Bu bakımdan “gerçeklik” ile “hakikat” farklı düşünülmelidir. Gerçeklik görelidir ve her topluma hatta her insan göre farklı olabilir. Ama, hakikat değişmez. Çünkü nesnelerin hakikati tektir ve teklikle bütünleşmiş durumdadır. “Çokluk” hakikat boyutunda yanıltıcı olup tekliğin bir gölgesi veya yansıması olarak düşünülmelidir.  

Bütün bu kuramlar, fizikselde, yapılabilirliği gerçekleşmediği sürece insanlığa ne gibi fayda sağlar? Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? 

İnsanlar hakikatin tekliğine ulaşmadıkça bölünmeler ve çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Kuantum Kuramının gösterdiği “Bütünsel teklik” ilerde insanların bu anlayış içinde birleşmelerini sağlayacaktır. 

Dünyadaki  tüm canlıların molekülleri aynı DNA yapısını göstermesinin sebebi nedir?  

Yukarıda belirttiğim gibi, evrendeki bütünsel ilişkiler ortak bir DNA molekülünün oluşmasına yol açmıştır. Çünkü tüm var olan canlı varlıklar aynı temel ilkeden hareketle oluşmuşlardır. Bu temel ilke de kendi üzerine dönüşümlü sistemlerde var olan benzeşim ve tekrardır. Doğanın temel yapısında bilginin dönüşerek artışı bulunmaktadır. Ancak, dönüşüm kendi üzerine olduğu sürece artar. Yani, kendini sorgulamadan gelişim gerçekleşmez. Canlı varlıkların da çoğalması ve dönüşmesi kendi yapılarını tekrarlamaları sayesinde olur. Fakat, asla bir fotokopi şeklinde tekrar oluşmaz. Her tekrar belirsizlik içerdiğinden ancak “benzeşim” söz konusu olabilir.  Canlı varlıklar açık sistemler olduklarından çevreleri ile ve tüm evren ile iletişim içindedirler. Bu bakımdan hepsinde ortak özellikler ve benzer yapı taşları vardır.

Fizikte, kuantum kuramı ve onunla ilişkili kuramlar dışındakiler genel olarak "klasik kuramlar" olarak da adlandırırlar. Bu ayrım, kuramların ne kadar modern ya da devrimci olduğundan bağımsız olarak kuantum kuramının "dalga fonksiyonu" diye bir kavramı içermesi nedeniyle diğerlerinden tümüyle farklı temellere oturmasından kaynaklanır. Bu bağlamda örneğin görelilik kuramı da klasik bir kuramdır.
 

Dalga fonksiyonu nedir?

Fizikte, kuantum kuramı ve o­nunla ilişkili kuramlar dışındakiler genel olarak "klasik kuramlar" olarak da adlandırırlar. Bu ayrım, kuramların ne kadar modern ya da devrimci olduğundan bağımsız olarak kuantum kuramının "dalga fonksiyonu" diye bir kavram içermesi nedeniyle diğerlerinden tümüyle farklı temellere oturmasından kaynaklanır. Bu bağlamda örneğin görelilik kuramı da klasik bir kuramdır.

Fizik, hız, kuvvet, enerji, ivme, konum, zaman, momentum vb. gibi kavramlar ile ilgilenir. Bunlara fiziksel gözlenirler (observables) diyoruz. Fizikçiler için bir fizik problemini çözmek, bunların değerlerini bulmak demektir. Fiziksel gözlenirler, matematiksel soyutlamalardan farklı olarak adlarını hakedebilmek için gözlenebilir (ölçülebilir) olmalıdır. Gözlenebilmeleri gerçeklikle bizim fizik kuramlarındaki tanımlarımız arasında bir bağ kurar. Örneğin, lise fiziğini kullanarak çözebildiğimiz havaya atılan bir taşın belli bir zamandaki konumu, hızı, enerjisi hakkındaki sonuçları deneylerle ölçüp test edebiliriz.

Klasik kuramların ortaya attıkları formüller zaten bu gözlenirler arasındaki ilişkilerdir. Bunlardan bir kaçını biliyorsak diğerlerini formüller aracılığıyla bulabiliriz. Örneğin ünlü F = m x a formülü incelenen sisteme uygulanan kuvvet ile sistemin kütlesi ve ivmesi arasındaki bağıntıyı tarif eder.

Kuantum kuramının merkezinde ise klasik kuramlardan farklı olarak dalga fonksiyonu yer alır. Dalga fonksiyonu bir fiziksel gözlenir değildir, ölçülemez. Sisteme aittir ama ne olduğu tartışmalıdır. Kuantum kuramı bize dalga fonksiyonunun nasıl bulunacağına ve dalga fonksiyonundan yola çıkarak sistemin fiziksel gözlenirlerinin nasıl elde edileceğine dair kuralları verir. Kuantum kuramına göre dalga fonksiyonu incelenen sisteme ait elde edebileceğimiz her şeydir. Yani bir parçacığın dalga fonksiyonunu biliyorsak, gelebileceğimiz son noktaya gelmişizdir. Bir başka deyişle iki sistemin dalga fonksiyonları aynı ise bunlar özdeştir diyebiliriz.

Ancak dalga fonksiyonu genel olarak, sistemin fiziksel gözlenirlerinin tümünü kesin olarak vermez. Örneğin bir parçacığa ait dalga fonksiyonunu biliyorsak, bu o­nun yerini, enerjisini veya hızını kesin olarak bildiğimiz anlamına gelmez. Dalga fonksiyonu bize bunlara ait bir olasılık dağılımı verir. Yani parçacığın nerede olma olasığının ne kadar olduğunu verir. Biz konumunu ölçtüğümüzden parçacığın bu olası yerlerden birinde olduğunu buluruz. Dalga fonksiyonu birbirlerinin aynı olan (yani "özdeş") yüzlerce parçacık üzerinde konum ölçümü yaparsak, hepsinde farklı farklı sonuçlar elde edebiliriz, ama bulduğumuzu sonuçların dağılımı dalga fonksiyonun bize verdiği olasılık dağılımıyla aynı olacaktır. Bu gözlenirlerden bazılarını kesin olarak saptayan dalga fonksiyonları vardır, ama bu kez diğer gözlenirler tümüyle belirsizleşir. Örneğin dalga fonksiyonu bir parçacığın konumunu yüzde yüz kesin olarak veren türden bir forma sahipse momentumunun (hızının) ne olacağını hakkında hiç bir bilgi vermiyordur.

Dalga fonksiyonunun, sistemin bütün gözlenirlerini aynı zamanda kesin olarak vermemesinin kuantum kuramına ilişkin sorunların başlangıç noktası olduğunu söyleyebiliriz.

Dalga fonksiyonu bize parçacığın yeri hakkında yalnızca bir olasılık dağılımı veriyorsa gerçek konumunun neresi olduğunu nasıl bulacağız? Eğer yerini kesin olarak biliyorsak, bu kez dalga fonksiyonu parçacığın hızı hakkında hiçbir bilgi vermediğine göre hızını nasıl bulacağız? Kuantum kuramı diyordu ki dalga fonksiyonundan ötesi yoktur, fizik olarak elde edebileceğiniz bütün bilgi dalga fonksiyonunda bulunur. O zaman ya kuantum kuramından daha üstün bir kuram bulacağız, öyle ki bu kuram bize hem konumu hem hızı aynı zamanda verecek; ya da öyle bir kuram yok ve doğa kendisi hakkında herşeyi kesin olarak bilmemizi yasaklıyor diye düşüneceğiz.

Böylelikle kuantum kuramıyla birlikte önemli bir felsefi epistomolojik (bilgibilimiyle ilgili) sorun gündeme geliyor. İnsan bilgisinin sınırları nedir? İnsan doğaya ait herşeyi bilebilir mi yoksa ancak sınırlı bir bölümüne mi erişebilir? Bilimsel bilgi sonsuza kadar detaylanarak sürekli olarak herşeyi açıklama yönünde engelsiz ilerleyecek mi yoksa bir yerlerde önüne aşılmaz duvarlar mı çıkacak?

Hem konumu hem hızı veren kuantumdan daha hassas bir kuram (en azından şimdiye dek) bulamadığımıza göre ikinci seçeneği kabul edip bilimsel bilginin kesin sınırları olduğunu ve doğanın bazı gizlerini bize vermediğini düşünebiliriz.

Bu durumda doğal olan, her ne kadar ikisini birden verecek fizik kuramlarımız olmasa da, gerçekte parçacığın hem hızının hem de konumunun kesin bir değere sahip olduğunu düşünmektir. Hız ve konum klasik olarak birbirinden bağımsız düşünülemez. Bir cismin değişik zamanlardaki konumunu biliyorsam hızını da biliyorum demektir, çünkü hız zaten zaman içinde konumunun ne kadar değiştiği anlamına gelir. Uzay zamanda yer kaplayan her cismin bir konumu bir de hızı vardır. Tabii ki bu hız sıfır da olabilir, sıfır olması hızının tanımlı olmadığı anlamına gelmez.

Bir cismin konumunu ölçtüğümüzde (mesela mikroskopla gözlemlediğimizde), dalga fonksiyonunun bize sunduğu olasılıklardan birini elde ederiz, ama elde ettiğimiz ölçüm sonucu o cismin gerçek konumudur. Yani daha sonraki ölçmelerimiz de % 100 olasılıkla aynı sonucu elde ederiz. Peki ölçmeden önce o cisim neredeydi? Buna verilecek en doğal yanıt şuymuş gibi görünüyor: Ölçmeden önce de ölçüm sonucu bulduğumuz yerdeydi tabii ki. Yoksa ölçmenin ne anlamı kalır ki? Biz cismin nerede olduğunu merak edip gözlemliyoruz; gözlemin bir anlamı olması için gözlemeden önceki yerini gözlem sonucunda doğru olarak bulmalıyız. Bu aşamada, biz gözlemeden önce parçacığın belli bir yerde ve belli bir hızla hareket etmekte olduğunu düşünmek doğal görünmekte.

Ancak kuantum kuramındaki EPR olgusu nedeniyle bu bakış açısı da geçerliliğini yitirmektedir. EPR deneyi, çok uzaktaki bir parçacığın, yakımızdaki dolaşık çifti üzerinde yaptığımız ölçüme göre, birdenbire tanecik veya dalga haline dönüşebildiğini gösteriyordu. Klasik bakış açısına göre her cisim gibi o uzaktaki parçacığın da biz gözlemleyelim veya gözlemlemeyelim, belli bir varlığı vardır. Eğer öyleyse kendisine hiç dokunmadan başka bir yerde yaptığım bir gözlem o­nu nasıl tamamen birbirinden farklı iki forma (dalga veya tanecik) dönüştürebilir ki? Ben yakınımdaki parçacık üzerinde gözlem yapmadan önce ne ise yaptıktan sonra da öyle olmalı. Oysa benden çok uzaktaki bir parçacığın dalga mı tanecik mi olduğu benim burada gözlemek istediğim fiziksel gözlenire göre değişiyor.

Sanki cisim, biz gözlemeden önce dalga fonksiyonunun bize olasılık olarak verdiği yerlerin hepsinde birden bulunuyormuş gibi davranıyor...Sanki potansiyel olarak bütün bu olasılıkların tümünde "gerçekleşmemiş halde" bulunuyor, ancak biz o­nun gözlediğimiz anda bu olasılıkardan birinde "gerçekten" varolmaya başlıyor... O zaman biz gözlemeden önce cisim bildiğimiz anlamda gerçek bir cisim değil mi? o­nu bildiğimiz anlamda gerçek bir cisim yapan bizim o­nu gözlemliyor olmamız mı?

Böylece kuantum kuramı bizi ilkinden daha ciddi olan o­ntolojik (varlığın doğasına ait) bir sorunla karşı karşıya bırakıyor. Etrafımızdaki cisimlerin benim gözlemimden bağımsız bir varlığı yok mu? Klasik bir örnek ile “Ben bakmasam da ay orada durmuyor mu?”

Her ne kadar kuantum kuramının sonuçları, cisimlerin gözleyenden bağımsız varlığı olduğuna dair klasik doğa anlayışıyla çelişse de, bu soruya bilimle uğraşan birinin “hayır ay ben gözlediğim için var, ben bakmasam ay diye bir şey yoktur” demesi pek mümkün değildir. Bu görüşün getireceği sonuçlar, klasik görüşle karşılaştırılmayacak kadar mantık dışıdır. Yani klasik doğa anlayışının modern bilimle çeliştiği yerler olması, klasik doğa anlayışına karşı elimizde bir alternatif olduğu anlamına gelmiyor. Evet çelişiyor ama o­nu kabul etmezsek elimizde pek bir şey kalmıyor. O nedenle kuantum kuramı bütün yaygınlığına, pratik kullanım alanlarına rağmen üzerine kafa yoran fizikçilerin bir çoğu tarafından hala bir “büyü”, bir “sihir” olarak görülüyor.

Kuantum kuramının bütün bu sonuçlarıyla tutarlı olan çeşitli açıklamalar getirilmiştir (paralel evrenler yorumu, gizli değişkenler teorileri, ani lokalizasyon teorileri vb.), ancak bunlar henüz “spekülasyon” düzeyindedir. Ortaya attıkları yeni iddialar genellikle en azından kısa vadede doğrulanabilir değildir

Kuantum kuramının “standart yorumu” diyebileceğimiz Kopenhag yorumu, hem kuantum kuramının şimdiye kadarki bütün sonuçlarıyla uyumludur hem de yeni hiçbir fiziksel varsayıma ihtiyaç duymaz. Ancak Kopenhag yorumu fiziksel varsayım eklememenin getirdiği açıkları felsefi varsayımlarla kapatır. Bütünleyicilik (complementarity), karşılıklılık (correspondence), mikroevren - makroevren ayrımı gibi bir dizi yeni felsefi kavram getirir. Doğayı mikro-evren ve makro evren diye iki farklı kategoriye böler. Çevremizde gördüğümüz, algıladığımız cisimlerin atomlardan oluşmasından dolayı, çok sayıda atomun toplamından başka bir şey olmadıklarına dair derin inancımıza ters düşer. Artık bir demir atomu ile milyarlarca atomun biraraya gelmesiyle oluşan herhangi bir demir parçası “farklı dünyalara aittirler”. Mikroevrenin nerede bitip makroevrenin nerede başladığı konusu belirsizdir. Bu sınırın neresi olduğu konusunda sanki insan ölçeğine (gözlemleyene) özel bir konum kazandırmakta dolayısıyla, öznelliğe düşmekte gibidir. Yani dünyanın gözleyenden bağımsız varlığı varsayımı ile ters düşüyor gibidir. “Gibidir” diyoruz çünkü Kopenhag okulunun esas temsilcileri bu konuyu çok fazla açıklığa kavuşturmamışlardır.

Sonuç olarak dalga fonksiyonu nedir? Bir bakış açısına (Kopenhag yorumu) göre yalnızca incelenen sistemin hangi gözlenirinin ölçersek hangi değeri elde edeceğimize dair olasılık olasılık dağılımını veren bir araçtan başka bir şey değildir.

Bir başka bakış açısına göre ise dalga fonksiyonu parçacığın gerçek durumunu verir; yani parçacık dalga fonksiyonunda belirtilen olasılıkların tümünde aynı anda bulunmaktadır. Parçacık bir tek yerde değil birçok yerde aynı anda bulunmakta, bir çok değişik hızla hareket etmekte vb. Açıklayıcı olmak için günlük yaşamdan bir benzetme yapmak gerekirse; siz aynı anda hem evde hem sokakta hem okulda bulunuyorsunuz, üstelik, sokakta aynı anda değişik hızlarla hareket ediyorsunuz. Kabul etmek gerekiyor, atomlar "garip" davranıyorlar. Bu kabul de yetmiyor aynı zamanda, her nedense yerlerini, hızlarını vb. gözlemlediğimiz anda bu bir çok seçenekten birine yerleşiveriyorlar.
 

Zamanı durdurabilmek!
24.02.2006
Eksantrik bir bilim adamı, düğmesine dokunulduğu anda insan vücudundaki molekülleri hızlandırarak hiperzaman adı verilen ve gerçek zamanın hızlandırılmış versiyonu olan zaman boyutuna giriş yapılan bir kol saati icat eder... Filmin esprisi normal zaman boyutundaki insanların havada asılı kalmışçasına yavaş görünmeleri, hiperzaman boyutundaki insanların da hızlarından ötürü görünmez hale gelmelerine dayanıyor.

Zaman makinesi mümkün mü?

 

Time Traveler: A Scientist's Personal Mission to Make Time Travel a Reality

Ronald L. Mallett, Bruce Henderson

BBC TÜRKÇE

 10 Ağustos 2007 Cuma

Zamanda yolculuk mümkün diyen ABD'li fizikçi, makinasını anlattı. Connecticut Üniversitesi'nden fizikçi Prof. Ronald Mallett, zaman yolculuğu araştırmaları ile geçen yaşamını ve çalışmalarının ulaştığı son aşamayı BBC'ye anlattı.

Connecticut Üniversitesi’nden fizikçi Prof. Ronald Mallett, zaman yolculuğu araştırmaları ile geçen yaşamını ve çalışmalarının ulaştığı son aşamayı anlattı.

<<  Zaman Makinesi Gerçek Olabilecek mi? Amerikalı bilim adamı Ronald Mallet yıllardır zaman makinesi konusunda araştırma yapıyor. 52 yıl önce babasını kaybeden Mallet, zamanı geri döndürebileceğini iddia ediyor. Zamanın bir tür boşluk olduğunu ve icat edeceği zaman makinesi iler bu boşlukta ileri geri hareket edebileceğini belirten bilim adamı “ Zamanı değiştirmenin sırlarını kavradım. İcat edeceğim makinenin kendi etrafında hızla dönerek oluşturacağı çekim alanının merkezindeki kuvvet sayesinde zamanda yolculuk mümkün olacak. Tek ihtiyacım 120 milyon sterlin(319 milyon ytl) olan bu makinenin maliyetini bulabilmek.” Diyor. >>

 

LONDRA - Zamanda yolculuk, edebiyatta ve sinemada sıklıkla işlenen konular arasında yer alır. Herbert George Wells’in klasikleşen “Zaman Makinesi” kitabı da “Geleceğe Dönüş” filmleri de aynı konuyu işlemişlerdir. Ancak acaba zamanda yolculuğun bilimsel bir temeli var mı? ABD’li bilimadamı Prof. Ronald Mallett, bunun mümkün olabileceğini söylüyor. 

Haberin devamı 

Prof. Mallett, “Zaman Gezgini” adlı bir kitap kaleme alarak zamanda yolculuk hayaline ulaşma mücadelesi ile geçen hayatını da anlattı.

1950’lerde New York’un Bronx ilçesinde yetişen Mallett, o yıllarda da zaman yolculuğu konusuyla çok yakından ilgiliymiş. Ronald Mallett, babası ani bir kalp krizinden öldüğünde sadece on yaşındaymış. Onu avutan tek şey, bilim kurgu imiş. Ronald Mallet o yıllarla ilgili olarak şunları söylüyor:

“Babamın ölümünden bir yıl sonra Herbert George Wells’in “Zaman Makinesi” kitabı elime geçti. Beni depresyondan kurtaran şey oydu. Çünkü bana ilham vermişti. Şunu düşünüyordum: Eğer bu kitaptaki gibi bir zaman makinesi yaparsam, geçmişe dönebilecektim; geçmişe dönersem de babamı yeniden görebilecek, başına gelecekler konusunda onu uyarabilecek ve belki de onu kurtarabilecektim. Bu yüzden de bu iş bende bir takıntıya dönüştü.”

Aradan 50 yıl geçti ve Mallett bilimsel alanda derinleşti. Şu anda Connecticut Üniversitesi’nde Fizik Profesörü.

Yıldızlar ve gezegenler gibi büyük nesnelerin hem uzayı hem de zamanı bükebildikleri biliniyor. Prof. Mallett ve diğerleri içerdiği enerjiden dolayı ışığın da böyle olduğuna, onun da uzay-zaman döngüsünü bükebileceğine inanıyor.

Buna göre, çok güçlü bir lazer halkası oluşturulup bu ışık girdabının içine nesneler -ya da bir gün belki bir insan- konulduğunda, makinenin içindeki görüntüyü zaman içinde geriye veya ileriye doğru izlemek mümkün olabilecek.

“Niyetimi uzun süre gizledim”

Prof. Mallett, “Göreceğiniz şey, içinde kesişerek devasa bir ışık tüneli oluşturan lazer demetlerinin bulunduğu bir silindir olacak. Bir ışık girdabının çevresinde döndüğü bir tünel hayal edin.” diyor.

Zamanda yolculuk aslında fazlasıyla bilim kurgu kokan bir kavram. Bu nedenle Dr. Mallet, rakiplerince dalga geçilmemek için gerçek niyetini uzun süre gizlemiş.

Ancak bir yazar ve astronom olan Dr. David Whitehouse, bilim dünyasının Mallett gibilere ihtiyacı olduğunu söylüyor ve “Ayrıca yanılmak da evreni araştırmanın bir parçasıdır” diyor.

Bununla beraber bu çalışmanın işe yaramayacağını söyleyenler de az değil. “Öyle ise neden günümüz de gelecekten gelen ziyaretçilerle dolu değil” diye soruyorlar. Bu noktadan itibaren ise “büyükbaba paradoksu” başlıyor.

David Whitehouse “Örneğin zamanda geri gidip büyükbabanızı ya da babanızı öldürseydiniz, siz varolmayacaktınız. Zaman çizgisini değiştirmek bir paradokstur. Bu noktadan itibaren de insanlar zaman yolculuğunun imkansız olduğunu söyleyenler ile evrenin tüm olasılıklara göre parçalara bölünebildiğini söyleyenler arasında ikiye ayrılıyor.” diyor.

Prof. Mallett artık babasıyla görüşemeyeceğini kabul etmiş. Işık girdabını tamamlamayı başarsa bile, makinenin ilk çalışmasında kendisini istediği kadar geriye götüremeyeceğini söylüyor. Ancak zaman yolculuğunun bir gün gerçekleşeceğinden emin. Mallett şunları söylüyor:

“Hangimiz geçmişimizde birşeyleri değiştirmek istemedik? Acaba neler olurdu bunu yapabilseydik? Sevdiğim kişiye “o arabaya binme” veya “o uçakla gitme” diyebilseydim nasıl olurdu? Bence bu durum, geçmişi değiştirme ya da daha sonra neler olacağını, yüz yıl, iki yüz yıl sonrasında yaşanacakları bilme arzusu hepimizin içine işlemiştir. Bu bence çok temel bir arzudur.”

Zaman Makineleri

ZAMAN MAKİNELERİ

Yazar : Paul J. NAHIN

Çeviri/Editör: Ahmet Akın /

Prof. Dr. Cengiz Yalçın

Zamanda yolculuk olasılığını sayfalarına, bilim ve bilim-kurgu arasındaki karşılıklı etkileşimler bağlamında yansıtan Zaman Makineleri bu konuda yazılmış en ciddi eserdir. Zaman yolculuğu öykülerinin hemen hemen tümünün özeti verilmiştir.

Kitabın İngilizce birinci baskısı yayınlandıktan sonra çok sayıda saygın bilim adamı, biraz da bu kitabın etkisi altında kalarak, zaman yolculuğunu bilimsel araştırma programlarına almışlardır. İkinci baskısına kadar geçen 6 yıl içinde zamanda yolculuk olasılığı üzerine yapılan araştırmalar ciddi artış göstermiştir.

Arkadaş Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırılan bu ikinci baskı, yeni araştırma sonuçlarını göz önüne alarak düzenlenmiş; zaman yolculuğu hakkında bilim-kurgu edebiyatının ve bilimsel literatürün tümünü içerir hale getirilmiştir. Kitabın diğer ilginç yanı, karmaşık fizik yasalarını herkesin anlayacağı bir dil ile açıklamada gösterdiği başarıdır.

Zaman Makineleri'nde zaman yolculuğunu konu alan hikayeler, romanlar, filmler ve TV dizileri, mantık ve fizik kanunları bağlamında ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Zaman Makineleri adeta bir zaman yolculuğu ansiklopedisidir. Hayal ufkunuzu zorlayacak satırları keyifle okuyacağını umuyoruz.

Karadelikler uzay ve zamanı 'büktü'
Posted on Salı, 11. Ocak 2005
Topic: Teknoloji
Albert Einstein, 1916 yılında karadeliklerin varlığından söz etmiş ve izafiyet teorisinde zaman ve uzayı ''eğip büken'' karadeliklerin çekim gücünden ışığın bile kaçamadığını söylemişti. Einstein'ın öngörüsü, böylece gözlemlerle doğrulanmış oldu.
 

Büyüleyici fotoğraf... Karadelikler uzay ve zamanı 'büktü'
      
      Astrofizikçiler, karadeliklerin kendi etraflarındaki zaman ve uzayı ''büktüğü'' yolundaki teoriyi doğrulayan gözlem yaptılar.
      Boston'daki Harvard astrofizik merkezinden bilim adamları, Dünya'dan 40 bin ışıkyılı uzaktaki Akila takımyıldızında bulunan GRS 1915+105 kod adlı karadeliğin çevresindeki uzay-zaman dalgası üzerinde tam anlamıyla ''sörf'' yapan gaz parçacıkları tespit etmeyi başardı.
      Araştırma ekibinden John Miller, gözlemleriyle ilgili bilgi verirken, ''Bu veriler, dev sifona benzeyen karadeliklerin, çevrelerinde zaman-uzay girdabı yarattıklarını gösteriyor'' dedi.
      Araştırma ekibinin, bu gözlemleri Amerikan Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesi'ne ait (NASA) Rossi-X ray Timing Explorer adlı uzay teleskopunu kullanarak yaptıkları kaydedildi.
      Benzer bir gözlemi, başka bir astrofizik grubu da yaptı. Maryland üniversitesi astrofizik merkezi ve NASA ile ortak proje yürüten bilim adamları, Avrupa Uzay Ajansı'nın XMM-Newton uydusundan yararlanarak, bir karadelik çevresinde ışıktan yüzde 10 daha hızlı (saniyede 32 bin km) dönen çok yüksek hararete sahip parçacık kümeleri gözlemledi.
      Bu gözlemler, bilim adamlarına bir karadelik etrafında tam tur atan madde parçalarını ilk kez izleme olanağı sundu.
      Ekipten Jane Turner, uzmanların, bu veriler ışığında karadeliklerin kütleleri ve diğer özelliklerini ölçebileceklerini belirtti.
      Turner ve arkadaşlarının gözlemlediği karadelik, 170 milyon ışıkyılı mesafedeki Coma Berenices takımyıldızında Markaryan 766 galaksisinde bulunuyor.
      Albert Einstein, 1916 yılında karadeliklerin varlığından söz etmiş ve izafiyet teorisinde zaman ve uzayı ''eğip büken'' karadeliklerin çekim gücünden ışığın bile kaçamadığını söylemişti.
      Einstein'ın öngörüsü, böylece gözlemlerle doğrulanmış oldu.

 

Solucan Delikleri (Zaman Teoriler) I

Zaman yolculuğu, H. G. Wells’ in 1985 yılında ünlü romanı Zaman Makinesi’ni yazmasından bu yana güncel bir bilim-kurgu temasıdır. Fakat acaba gerçekten yapılabilir mi? Bir insanı geçmişe veya geleceğe taşıyacak bir makine inşa etmek mümkün müdür ? On yıllar boyunca Zaman yolculuğu saygın bilimin sınırlarının dışında kaldı. Fakat son yıllarda bu konu kuramsal fizikçiler arasında bir çeşit yan uğraş haline gelmeye başladı. Çıkış noktası kısmen eğlence amaçlıydı; Zaman yolculuğu üzerine düşünmek eğlenceliydi. Fakat bu araştırmanın ciddi bir yanı da var: Neden ve sonuç arasındaki ilişkiyi anlamak. Bu, fizikte birleştirici bir kuram oluşturma çabalarının ana öğelerinden bir tanesi. Eğer, kuramsal olarak bile olsa, sınırsız Zaman yolculuğu mümkün ise, böyle bir birleşik kuramın yapısı bundan büyük oranda etkilenecek demektir.
Zamana ilişkin en iyi kavrayışımız, Einstein’ in görelilik kuramları sayesindedir. Bu kuramların öncesinde zaman kesin ve evrensel; fiziksel koşulları ne olursa olsun herkes için aynı kabul ediliyordu. Einstein, özel görelilik kuramında iki olay arasında ölçülen zaman aralığının gözlemcinin nasıl hareket ettiğine bağlı olacağını söyler. Temel olarak, farklı şekillerde hareket eden iki gözlemci, aynı iki olay arasında farklı zaman aralıkları deneyimleyeceklerdir.

Bu etki genellikle “ikizler açmazı” kullanılarak açıklanır. Sally ve Sam’in ikiz olduklarını düşünün. Sam evde otururken Sally bir rokete biner, yüksek bir hızda yakındaki bir yıldıza gider, sonra dönüp dünyaya geri gelir. Sally için yolculuğun süresi sözgelimi bir yıl olabilir; fakat geri dönüp de uzay aracından indiği zaman, dünyada 10 yıl geçmiş olduğunu görür. Artık kardeşi ondan 9 yaş daha yaşlıdır. Sally ve Sam, aynı günde doğmuş olmalarına karşın artık aynı yaşta değildirler. Bu örnek zaman yolculuğunun sınırlı bir çeşidini göstermekte. Sonuçta Sally dünyanın geleceğine doğru 9 yıllık bir sıçrama yapmış oldu.

Jet Lag

Zaman genleşmesi olarak bilinen etki, iki gözlemcinin birbirlerine göre hareket etmeleri durumunda meydana gelir. Günlük yaşantımızda bu tuhaf zaman çarpılmalarını gözlemleyemeyiz, çünkü bu etki ancak, hareketin ışık hızına yakın hızlarda olması sırasında belirgin hale gelir. Uçakların ulaştığı hızlarda bile, tipik bir yolculukta meydana gelen zaman genleşmesi birkaç nanosaniye kadardır. Bununla birlikte atom saatleri bu kaymayı kaydedecek kadar hassastırlar ve hareket sonucunda zamanın gerçekten de uzadığını onaylarlar. Dolayısıyla geleceğe yolculuk, şimdilik nispeten heyecan vermekten uzak miktarlarda da olsa, kanıtlanmış bir gerçektir.

Gerçekten gözle görülür zaman çarpılmalarını gözlemleyebilmek için, günlük deneyimler dünyasının ötelerine bakmak gerekir. Atomaltı parçacıklar, büyük hızlandırıcı cihazlarla neredeyse ışık hızına yakın hızlara ulaştırılabiliyorlar. Bu parçacıklardan muonlar gibi bazıları belli bir yarılanma ömrü ile bozunduklarından içsel bir saate sahiptirler. Einstein’in görelilik kuramına uygun olarak, hızlandırıcılar içinde yüksek hızlarda hareket eden muonlar, sanki ağır çekimde bozunuyormuş gibi gözlemlenirler. Bazı kozmik ışınlar da şaşırtıcı zaman çarpılmalarına maruz kalırlar. Bu parçacıklar ışık hızına o kadar yakın seyrederler ki, onlar açısından bakıldığında, dünya zamanına göre on binlerce yıl gibi gözükmesine rağmen, dakikalar içinde galaksiyi kat ederler. Eğer zaman genişlemesi olmasaydı, bu parçacıklar buraya hiçbir zaman varamazlardı.

Hız, zamanda ileri sıçramanın bir yoludur. Kütle çekimi ise bir diğer yolu. Einstein genel görelik kuramında kütle çekiminin zamın yavaşlatacağı öngörüsünde bulunmuştu. Saatler tavan arasında, dünyanın merkezine daha yakın olan ve dolayısıyla daha derin bir kütle çekim alanı içinde bulunan bodrum katına göre birazcık daha hızlı çalışırlar. Benzer şekilde, uzaydaki saatler, yerdekilere göre daha hızlı çalışırlar. Yine bu etki de çok küçüktür. Fakat, hassas saatler yardımıyla doğrudan ölçülmüştür. Hatta bu zaman çarpıtma etkileri Küresel Konumlandırma Sistemleri’nde dikkate alınmak zorundadır. Eğer dikkate alınmazsa, gemiciler, taksi sürücüleri ve uzun menzilli füzeler kendilerini rotalarından kilometrelerce sapmış halde bulabilirler.

Bir nötron yıldızının yüzeyinde kütle çekimi öyle güçlüdür ki, zaman burada, dünyaya göre yaklaşık yüzde 30 daha yavaş akar. Böyle bir yıldızdan bakıldığında buradaki olaylar hızlı biçimde ileri sarılan bir filmin görüntüsüne benzer. Bir kara delik ise zaman çarpıklığının en uç noktasını temsil eder. Deliğin yüzeyinde zaman, dünyaya göre durmuş haldedir. Yani bir kenarından kara deliğe düşecek olursanız, sizi yüzeyine doğru çektiği o kısa süre içerisinde evren tüm sonsuzluğunu yaşar ve bitirir. Dolayısıyla kara deliğin içindeki bölge, dışarıdaki evren söz konusu olduğu sürece, zamanın sonunun da ötesindedir. Eğer bir astronot bir kara deliğin çok yakınına yaklaşıp parçalanmadan geri dönebilirse- ki bu çok uzak bir olasılıktır- geleceğe oldukça uzun bir sıçrama gerçekleştirebilir.

Başım Dönüyor…

Şimdiye kadar zamanda ileri gitmekten bahsettik. Peki ya geriye doğru seyahat? Bu konu çok daha sorunlu. 1945 yılında Princeton’daki ileri çalışma enstitüsünde bulunan Kurt Gödel, Einstein’ in kütle çekim alanı denklemlerinden, dönen bir evren tanımı ortaya koyan bir çözüm çıkartır. Bu evrende bir astronot, kendi geçmişine ulaşacak şekilde uzayda seyahat edebilmekteydi. Bu durum, kütle çekiminin ışığı etkileme şeklinde kaynaklanıyordu. Dönen evren ışığı (ve dolayısıyla nesneler arasındaki nedensel ilişkileri) sürükleyecek, maddesel bir nesnenin uzayda ve zamanda kapalı bir döngü içinde, herhangi bir devrede yakın çevresindeki ışık hızını aşmaksızın dönmesine izin verir. Gödel’in çözümü matematiksel bir merak olarak bir kenara bırakıldı; sonuçta, evrenin bir bütün olarak döndüğünü gösteren bir kanıt yoktu. Fakat bulduğu çözüm bir taraftan da, zamanda geri gitmenin, görelilik kuramı tarafından yasaklanmadığını da ortaya koymuştur. Zira Einstein de bu kuramın bazı durumlarda geçmişe yolculuğa izin verebileceği düşüncesiyle başının dertte olduğunu itiraf etmişti.

Geçmişe yolculuk için başka senaryolar da bulundu, örneğin 1974 yılında Tulane Üniversitesi’nden Frank J. Tipler, kocaman ve sonlu uzunluğa sahip bir silindirin kendi ekseni etrafında ışık hızıyla dönmesinin, yine ışığı bir ilmek gibi kendi etrafına çekerek, astronotların kendi geçmişlerini ziyaret etmelerini sağlayabileceğini hesaplamıştır. 1991’ de ise Princeton Üniversitesi’nden J. Richard Gott, evren bilimcilerinin Büyük Patlamanın erken dönemlerinde yaratılan yapılar olarak bildikleri kozmik sicimlerin de benzer sonuçlar verebileceğini öngörmüştü. Fakat 1980’lerin ortalarında, “solucan deliği” kavramı temel alınarak, bir zaman makinesi için en gerçekçi senaryo ortaya çıktı.

Bilim kurguda solucan delikleri kimi zaman yıldız geçitleri olarak adlandırılırlar. Bunlar sayesinde, uzayda birbirinden çok uzak noktalar arasında kestirme bir geçiş yapılabilir. Hipotetik bir solucan deliğinden atladığınızda, galaksinin diğer bir yanına bir an içinde ulaşmak mümkündür. Solucan delikleri, kütle çekiminin sadece zamanı değil uzayı da çarpıttığını gösteren genel görelilik kuramına doğal olarak uygundurlar. Kuram, uzaydaki iki noktayı birbirine bağlayan alternatif yol ve tünel geçişlerine benzer yapılanmalara izin verir. Bir tepenin altından geçen bir tünelin, tepe yüzeyini izleyen yoldan daha kısa olabilmesi gibi, bir solucan deliği de bildiğimiz uzaydaki normal bir güzergâhtan daha kısa olabilir.

Solucan deliği bir bilim-kurgu aygıtı olarak 1985 yılında yayınlanan “Contact” adlı romanında Carl Sagon tarafından kullanıldı. Sagon’ın da vurguladığı gibi Kaliforniya Teknoloji Enstitüsünden Kip S. Thorne ve arkadaşları, solucan deliklerinin bilinen fizikte uyumlu olup olmadığını bulmak üzere yola çıkmışlardı. Başlangıç noktaları, bir solucan deliğinin korkunç bir kütle çekimine sahip olması açısından bir karadeliğe benzemesi gerektiği düşüncesidir. Fakat hiçliğe doğru tek yönlü bir yolculuk sunan karadelikten farklı olarak, solucan deliklerinin girişleri gibi çıkışları da olmalıydı.

Döngünün İçinde

Bir solucan deliğinin içinden geçilebilir özellikte olabilmesi için Thorne’ un “ekzotik madde” dediği şeye sahip olması gerekir. Bunun görevi, çok büyük kütleli bir sistemin kendi yoğun ağırlığı altında bir kara deliğe çökmesi yönündeki doğal eğilimle mücadele edecek bir karşıt kütle çekimi üretmektir. Karşıt kütle çekimi veya kütle çekim itmesi, negatif enerji veya basınçla üretilebilir. Negatif enerji durumlarının bazı Kuantum sistemlerinde mevcut olduğu bilinmektedir ki, bu durum, yeterli miktarda karşıt kütle çekimi malzemesinin bir araya toplanıp toplanamayacağı pek açık olmasa da, Thorne’ un ekzotik maddesinin fizik kurallarınca yasaklanmadığını düşündürmektedir. (Bkz. “Negative Energy Wormholes and Warp Drive”, Lawrence H. Ford ve Thomas A. Ramon: Scientific American, Ocak 2000).

Daha sonra Thorne ve meslektaşları, kararlı bir solucan deliği oluşturulabilmesi halinde, bunun bir zaman makinesine de dönüştürülebileceğini fark ettiler. Bunların birinden geçen bir astronot sadece evrende başka bir yere değil, geçmişte veya gelecekte herhangi bir zamana da çıkabilirdi.

Solucan deliğini zaman yolculuğuna uygun hale getirmek için ağızlarından bir tanesi nötron yıldızına bağlanıp, yüzeyine yakın bir şekilde konumlandırılabilirdi. Yıldızın kütle çekimi, solucan deliğinin ağzının yakınlarındaki zamanı, solucan deliğinin uçları arasındaki zaman farkının gittikçe artmasını sağlayacak şekilde yavaşlatacaktır. Daha sonra her iki uç da uzayda uygun yerlere yerleştirildiğinde bu zaman farkı aynen korunacaktır.

Bu zaman farkının 10 yıl olduğunu varsayalım. Bu deliği bir yönde geçen bir astronot geleceğe doğru 10 yıllık bir sıçrama yaparken, ters yönde geçen bir astronot geçmişe doğru 10 yıllık bir sıçrayış gerçekleştirecektir. Normal uzay üzerinden yüksek bir hızla başlangıç noktasına dönen ikinci astronot, “henüz ayrılmadan önce evine dönmüş” olacaktır. Diğer bir deyişle, uzaydaki kapalı bir ilmek aynı şekilde zamanda da kapalı bir ilmek haline gelebilir. Bunun kısıtlamalarından biri, astronotun, solucan deliğinin henüz yapılmamış olduğu bir geçmiş zaman dilimine gidememesidir.

Solucan deliğinden bir zaman makinesi yapma konusunda aşılması en zor sorunlardan birisi, öncelikle solucan deliğinin nasıl yapılacağıdır. Muhtemelen uzay, Büyük Patlama’nın kalıntıları olan bu tip yapılarla doğal olarak örülü durumdadır. Eğer öyleyse, üstün bir uygarlık bunlardan bir tanesine hükmedebilir. Veya solucan delikleri Planck uzunluğu denen ve bir atom çekirdeğinin 1020’de biri kadar minicik ölçeklerde doğal olarak meydana çıkıyor olabilirler. Prensipte böyle minik bir solucan deliği bir enerji itimiyle kararlı hale getirilip, bir şekilde kullanılabilir boyutlara genişletilebilir.

Sansürlü !

Mühendislik sorunlarının çözüldüğünü kabul edersek, bir zaman makinesinin üretilmesi, nedensel açmazlarla dolu bir Pandora Kutusu’nun açılmasına neden olabilir. Geçmişe gidip kendi annesini henüz genç bir kızken öldüren zaman yolcusunun durumunu düşünelim. Buna nasıl anlam verebiliriz ? Eğer kız ölürse, gelecekte zaman gezginin annesi olamayacaktır. Öte yandan zaman yolcusunun doğumu gerçekleşmezse, geri dönüp annesini de öldüremez.

Bu çeşit açmazlar, zaman gezgininin geçmişi değiştirmeye kalkıştığı imkânsızlığı aşikâr durumlar da ortaya çıkar. Fakat bunlar, bir kişinin geçmişin bir parçası olmasını da engellemez. Sözgelimi zaman gezgini geçmişe gider, genç bir kızı ölümden kurtarır ve bu kız da büyüdüğünde onun annesi olur. Nedensel döngü şimdi tutarlıdır ve artık açmazlara neden olmaz. Nedensel tutarlılık, bir zaman gezgininin neler yapabileceği konusunda bazı kısıtlamalar getirebilir. Fakat, zaman yolculuğunu hepten yasaklamaz.

Zaman yolculuğu tamamen açmazlarla dolu olmasa da, oldukça acayip olacağı kesin. Bir yıl ileriye sıçrayıp Scientific American’ın ileriki bir sayısındaki bir matematik teoremini okuyan bir zaman yolcusu düşünün. Ayrıntıları not alsın, kendi zamanına dönsün, bir öğrenciye bu teoremi anlatsın ve öğrenci de bunu Scientific American’ a yazsın. Çıkan makale elbette zaman yolcusunun okuduğu makalenin ta kendisidir. Dolayısıyla karşımıza bir soru çıkıyor: Teoreme ilişkin bilgi nereden geldi ? Gezginimizden değil, çünkü o sadece bir yerde okudu; öğrenciden de değil, çünkü o da bunu gezginimizden öğrenmişti. Dolayısıyla bilgi, mantıksız bir şekilde hiçbir yerden gelip var olmuş gibi gözüküyor!

Zaman yolculuğuyla ilgili garip sonuçlar bazı bilimcileri, bu fikri tamamen reddetmeye itiyor. Cambridge Üniversitesi’nden Stephen W. Hawking, nedensel döngüleri devre dışı bırakacak bir “tarihsel sırayı koruma varsayımı” öneriyor. Görelilik kuramı nedensel döngülerin oluşmasına izin verdiğinden tarihsel sıranın korunması, geçmişe yolculuğu engelleyecek bir başka etmenin ise karışmasını gerektirmekte. Peki bu etmen ne olabilir ? Bir öneriye göre durumu kurtaran, kuantum süreçleri olabilir. Bir zaman makinesinin varlığı, parçacıkların kendi geçmişleri ile döngüsel ilişkilere girmesini mümkün kılacaktır. Hesaplamalardan edinilen ip uçlarına göre, meydana gelecek karışıklık, kendi kendini besleyerek, solucan deliğinin dağılmasına yol açacak bir enerji kaçağına neden olabilir.

Tarihsel sıra koruması halen bir varsayımdan ibarettir ve Zaman yolculuğu da halen bir ihtimal olarak durmakta. Konunun nihai çözümü, sicim kuramı veya onun bir uzantısı olan M-kuramı gibi bir kuram aracılığıyla, Kuantum mekaniği ile kütle çekiminin başarılı bir birleşiminin ortaya konmasını beklemek zorunda olabilir. Hatta gelecek nesil parçacık hızlandırıcılarının yakındaki parçacıkları kısa ömürlü nedensel döngülere sokabilecek kadar uzun ömürlü atom altı solucan delikleri oluşturabilmeleri de mümkün gözüküyor. Bu olay Wells’in Zaman Makinesi hayali yanında çok cılız bir çaba olarak kalsa da, fiziksel gerçeklik görüşümüzü ebediyen değiştirecektir.

Rus bilim adamları, Mayıs ayında CERN'de yapılacak en büyük fizik deneyinde, zamanda yolculuk yapmayı sağlayacak enerjinin ortaya çıkabileceğini ileri sürdüler.

Haber - 08 Şubat 2008, Cuma

   

Zamanda yolculuk gerçek oluyor!

İnsanoğlunun en büyük düşlerinden biri olan zamanda yolculuk 3 ay içinde gerçek olabilir.

2 Rus bilim adamı, 3 ay sonra İsviçre'deki araştırma merkezinde ilk deneyi gerçekleştirecek.


Rus bilim adamları İsviçre’de yapılacak ve evrenin oluşumunu inceleyecek olan 9 milyar dolarlık deneyin bir zaman tüneline yol açacağını iddia etti!

Canlı kopyalama, ısmarlama organlar, aya seyahat derken, iki Rus matematikçi, dün bilim gündemine damgasını vuracak bir açıklama yaptı ve “Mayıs ayında gelecekten gelen misafirler için hazırlanın” dedi.

İşin aslı ise, fizik biliminin gizemli ayrıntılarında gizli. İsviçre’nin Cenevre kentindeki Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi (CERN), mayıs ayında bugüne kadar yapılmış en büyük fizik deneyini gerçekleştirecek. 4 milyar dolara malolan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider, LHG) ilk kez denenecek.

Bu deneyde, atomlar birbirlerine ışık hızına yakın bir hızla çarpışıtırılacak. Ortaya evrenin varolmasına neden olan “Büyük Patlama”nın ilk saniyelerinin küçük bir örneği çıkması bekleniyor. Böylece evrenin kökeniyle ilgili bilgi elde edilecek.

Bilim kurgu değil

Buraya kadar her şey kuantum yani parçacık fiziğinin alanı olarak gözüküyor. Ancak Moskova Steklov Matematik Enstitüsü’nden iki matematikçi Irinia Arefava ve Igor Volovich’e göre bu deney sırasında ortaya çıkan yüksek enerji, zamanda bir kırılma yaratacak. Atom düzeyinde bile olsa bir zaman tüneli oluşacak. Dünyanın sayılı matematikçilerinden Volovich’in bu iddiası bilim dünyasında “rüya ya da bilim kurgu” olarak değil ciddiyetle karşılandı. İddiayı dünyanın sayılı bilim dergilerinden İngiliz NewScientist, kapağına taşıdı.

Tarihe geçecek deney

LHC’deki çarpışmada 7 teraelektronvolt (TeV) miktarında enerji açığa çıkaracak. 1 TeV, bir sivrisineğin uçarken çevresine yaydığı kinetik enerjiye eşit. Ancak bu enerjinin, sivrisineğin 1 trilyonda biri küçüklükte bir alanda ortaya çıktığı düşünüldüğünde, enerjinin büyüklüğü ortaya çıkıyor. Ünlü Alman fizikçi Einstein’in teorisine göre uzay en, boy, yükseklik ve zaman olarak 4 boyuttan oluşuyor. Ve zaman uzayı bir örtü gibi çevreliyor. Yüksek bir enerji, uzayda bozulmaya neden olarak, zamanda bir “tünel” yaratabiliyor.

Bu zaman tüneliyle teoride, geçmişe yolculuk mümkün. Volovich’e göre yüzyıllar veya bin yıl sonra, torunlarımız tarih kitaplarında, CERN’deki deneyi okuyacak. Deneyin ne zaman, kaçta ve nerede yapıldığı hakkında bilgi sahibi olacaklar. Ve o zamanki teknolojiyi kullanarak, açılmış olan “zaman tünellerinden” bizi ziyaret edecekler.

E=mc2

Dünyanın en ünlü formüllerinden biri olan Einstein’in görecelik teorisine göre yeterince ağırlıkta bir kütle veya yeterince büyük bir enerji, uzayda ve onu çevreleyen zamanda bir bozulmaya neden olabilir. Bilim adamlarına göre CERN’deki deney, Einstein’in teorisinde belirttiği kadar bir enerji açığa çıkaracak.

Türkiye de katılıyor

* CERN Enstitüsü’nde yapılacak olan deneyde 2 tonluk dev bir mıknatıs Fransa-İsviçre sınırının 100 metre altındaki 27 km’lik tünele yerleştirilecek.

* 16 metre yüksekliğinde, 17 metre genişliğinde ve 13 metre boyundaki mıknatıs yer altındaki 15 parça ile birleştirilecek.

* 13 yıldan beri hazırlıkları devam eden deneyin maliyeti 9 milyar dolar.

* 36 ülke ve 2 binden fazla fizikçinin yer aldığı projeye Türkiye’den Boğaziçi, Çukurova ve ODTÜ fizik bölümlerinden öğretim görevlileri katılıyor.

Işık Hızında Zaman

M.Vehbi Pektaş

Bir koşuşturmayla birlikte hepimiz hayatın akışıyla yaşıyoruz. İşe gidiyoruz, sabah erken kalkmamız gerekir hızlı olmalıyız. Okula gidiyoruz, derse vaktinde girmeliyiz, hızlı davranmalıyız. Toplantılarımız, kurallarımız, trafik lambaları, okul zilleri vs. her şey bir zaman diliminde başlar ve biter. Yani aslında zamanla yaşıyoruz, zamanla yarışıyoruz hepimiz.

             Hepimizin kolunda bir saat vardır, kimilerimiz saate bakmadan edemez. Çünkü zaman önemlidir. Çünkü bir günümüz vardır yaşadığımız, bu gün saatlerden oluşur, saatler dakikalardan, dakikalar saniyelerden. Çünkü hayatımızda saniyelerin dahi önemi vardır.            
 

              Peki, hiç düşündük mü zamanın hızı nedir? Biz hangi hızla yaşıyoruz? Ya da zaman nedir aslında? Kısaca zaman, iki hareket arasındaki süredir. Bu nedenle hareketin hızı aslında zamanın hızıdır. Yolda gidiyorsunuz, bir araba gördünüz, arabanın gittiği mesafedeki geçen sürenin o mesafeyle oranı, arabanın gitmiş olduğu hızı verir. Araba 60 kilometrelik mesafeyi 60 dakikada alıyorsa, arabanın hızı 60 km/saat dir. Bu hız arabaya göredir. Eğer siz duruyorsanız, size göre de arabanın hızı aynıdır, yani 60 km/saat dir. Eğer siz de 50 km/saat hızla o arabayla aynı yönde gidiyorsanız. Siz diğer arabayı 10 km/saat hızla gidiyormuş gibi görürsünüz. Ve sizden o araba uzaklaşıyordur. Bu anlattıklarımız klasik fizikte geçerli olan ve birçoğumuzun bildiği bir durumdur. Günlük hayatımızda da bu kuralları yaşarız, görürüz. Pekâlâ, hiç düşündünüz mü? Eğer çok yüksek hızlarda hareket etsek bu kurallar aynımıdır. Yani şu an evrende en yüksek hıza sahip olan ışığın hızı ile hareket etsek araba olayında ki kural geçerli midir? Çok ilginçtir ki ışık hızıyla, ya da ona yakın hızlarda hareket edildiğinde bu kurallar geçerli olmuyor ve zaman göreceli bir hal alıyor. Ve bundan dolayı Ünlü Fizikçi A. Einstein 1905 yılında özel görelilik (special relativity) teorisini ortaya atıyor. Özel görelilik de artık düşüncelerde de olsa ışık hızıyla hareket ediyorsunuz. Her büyüklük için bir standart birim bulunduğundan belli bir ölçümü kimin yaptığının önemi olmadığı düşünülür, herkesin aynı sonuca ulaşması gerekir. Örneğin bindiğimiz uçağın boyunun nasıl ölçüleceği konusunda bir ilke sorunu yoktur. Yapmamız gereken, bir şerit metrenin bir ucunu uçağın burnuna koyup diğer ucunu uçağın kuyruğuna çekip bu hizadaki sayıyı okumaktır. Fakat eğer uçak uçuyorsa ve biz de yerdeysek ne olur? Bir baz çizgisi saptamak için bir şerit metre, açıları ölçmek için bir topograf transiti, bira da trigonometri bilgisi kullanarak uzaktaki bir cismin uzunluğunu bulmak çok da zor değildir. Fakat hareketli bir uçağın boyunu yerden ölçtüğümüzde uçağın içindeki bir kişinin ölçtüğünden daha kısa olduğunu görürüz. Bu beklenmeyen bir durumdur ve neden kaynaklandığını özel görelilik teorisiyle açıklarız. (1) 

           Işık hızına yakın hızlarda giden bir saatle yeryüzünde bulunan saatleri karşılaştırdığımızda da ışık hızına yakın hızda hareket eden saatin daha yavaş işlediğini saptarız. Çünkü zaman aralıklarının ölçümü, gözlemci ile gözlenen arasındaki bağıl hareketten etkilenir. Bunun sonucu olarak, gözlemciye göre hareket etmekte olan saat durgun alana oranla daha yavaş işler ve her süreç kendisininkinden başka bir eylemsizlik sisteminde gerçekleştiğinde gözlemciye daha yavaş görünür.  Ve bu olay zamanın genişlemesi olarak adlandırılıyor.

            Diğer bir olgu ise çok enteresan ve ışık hızında neler olup bittiğini daha iyi anlatıyor. Uzaydan gelen hızlı kozmik ışın parçacıklarının, yüksek yerlerde, dünyanın atmosferinde atom çekirdekleriyle çarpıştıklarında müon adı verilen parçacıklar oluşur. Bir müonun kütlesi elektronunkinin 207 katıdır. Yükü ise + ya da – elektron kadardır. Bu müonlar  2.2 mikro saniye gibi kısa bir süre ömre sahiptirler. Bu kadar süre geçince elektron veya bir pozitrona bozunurlar.

             Müonların hızları ışık hızının 0.99 katı kadardır ve deniz seviyesinde bol miktarda bulunurlar. Fakat işin ilgincini sizde fark etmişinizdir. 2.2 mikro saniye ömre sahip müonlar normalde 0.66 kilometre gidebileceklerinden 6 km yükseklikte oluşmaları gerekir. Deniz seviyesinde ne işleri var?

             Ve özel göreliliği en iyi ve düşündürücü bir şekilde açıklayan ikizler açmazı, daha uzun ama uzun görünmeyen hayatı anlatır. İkiz olan iki kardeş düşünün biri Hasan diğeri Hüseyin, 20 yaşındalar, Hasan dünyada kalıyor, Hüseyin ise ışık hızının 0.8 katı hızla 20 ışık yılı uzaklıktaki yıldıza gidiyor. Hüseyin döndüğünde ne beklersiniz? Aynı yaştadırlar mı? Hayır, Hasan 70 yaşında ama Hüseyin 50 yaşındadır. Çünkü Hüseyin’e göre zaman normal hızda geçmişti, fakat yıldıza yolculuğu 15 yıl, dönüşü de 15 yıl olmak üzere 30 yıl sürmüştür. Bu nedenle Hüseyin’in yaşam süresi kendisine göre uzamamıştır, çünkü Hasan’ın 50 yıllık bekleyişine karşılık Hüseyin yolculuğa 30 yıl harcamıştır. Londra’da toplantı yapan dünya fizikçilerinin fizik bitti dediği anda modern fiziğin getirdiği bu problemler fiziğin bitmediğini ve bitmeyeceğini ispatladı. Aslında inanmayanlara yeni bir anlama kapısı oldu beklide. Yüce yaratanın bu konularla düşünüp ilmimizi ve anlayışımızı artırması dualarımla.(1)   Concepts of Modern Physics, Arthur Beiser 

Karanlığı Büken Yıldızlar

 Geceleyin evinizin balkonunda otururken başınızı gökyüzüne kaldırın ve yıllardır insanoğlunun tutkunu olduğu ve anlayabilmek uğruna her imkanını seferber ettiği uzaya bakın. İçindeki sırları ve muazzam güzelliğin heyecanına kapılın.

             Gökyüzündeki yıldızların ölüm vakti geldiğinde atomlarının elektronları enerjilerini kaybederler ve içine doğru bükülürler. Sıfır hacim ve sonsuz yoğunluktaki bu bükülme kara delikleri oluşturur. …

 

Summary:

             At night, when you sit your balcony, move your head and look to the space. Be seized to excitement and beauty of concerning myths of the space. 

            When death time of a star comes, electrons of the atom lose their energy and they are bent to inside. This bending creates black holes at infinity density and zero volume. The black holes bend the space like a whirlpool. Even the light does not escape from this gravitation.

            In this respect, the black holes are the holes that are bending the universe…

Kara delikler girdabın okyanusun içine bükülmesi gibi uzayı muazzam bir şekilde içine bükerler. Öyle ki ışık bile bu çekimden kaçamaz.

             Bu yönleriyle kara delikler karanlığı büken siyah bir evren delikleridirler 

Geceleyin evinizin balkonunda otururken başınızı gökyüzüne kaldırın ve yıllardır insanoğlunun tutkunu olduğu ve anlayabilmek uğruna her imkânını seferber ettiği uzaya bakın. Bu uğurda insanlar geliştirdiği dürbünlerle, teleskoplarla, uydularla uzayın derinliklerinde ne olup bittiğinden haberdar olmaya çalışmışlardır.

 

            Bizler bugün devasa bir evrenin içinde bir galakside, küçük sayılabilecek bir yıldızın etrafında olduğumuzu biliyoruz. Yine şunun da farkındayız ki; en gelişmiş teknolojilere sahip cihazlarlımızla bile ancak uzayın çok küçük bir bölümünü inceleyebilmekteyiz.   

                     Ve bu muazzam genişlikteki uzayda bizlere görünen yıldızlar vardır. Bu yıldızların sayısı milyarlarla ifade edilir. Ve bu yıldızlar, bizlere bütün güzellikleriyle ışık saçarlar. O ışıklar, bizlere milyon ışık yılı mesafelerden gelmektedirler. Aslında biz, gökyüzünü incelerken evrenin geçmişine bakmaktayız. Çünkü bu yıldızlar bizim gördüğümüz ışılarını milyon ışık yılı önceden saçmışlardır.  

           Ve bu yıldızlar sonsuz atomlardan meydana getirilmiştirler. Bu atomlar ise, merkezlerinde bir çekirdek ve bu çekirdekleri etrafında yörüngelerinden hiç sapmayan elektronlardan meydana getirilmişlerdir.   

 yildizlar3          Yıldızlarda etraflarına ışık saçarlar hayatları boyunca ve her ömrü tükenen cisimler gibi yıldızlar da ölürler. Yıldızların ölmeleri demek, atomlardaki elektronların enerjilerini yitirmeleri anlamına gelmektedir. Elektronlarının enerjileri biten atomların çekirdekleri üst üste dizilirler ve yıldız bu durumda küçülüp büzüşür. Çekirdeklerinde muazzam enerjileri olduğunu biliyoruz. Enerjileriyle içine büzüşen yıldız nihayette bir nokta halini alır. Bu büzüşme nokta haline geldiğinde yıldız, sıfır hacim ve sonsuz yoğunluğa ulaşmış olur. Öyle ki bu yoğunluktaki maddeden bir çay kaşığı alsanız karşılığını tonlarla ifade etmek zorunda kalırsınız.   

          Ölen yıldız an az güneşin üç katı büyüklüktedir ve bu yıldız büzüşe büzüşe öyle bir çekim kazanmaktadır ki artık kendisi dâhil tüm enerjileri yutmakta ve siyah bir evren deliği halini almaktadır. 

            Yani bu siyah delik bir yıldızın esrarengiz mezarıdır… İşte bu evren deliğinin adı “KARADELİK” tir.

             Kara delikler girdabın okyanusun içine bükülmesi gibi uzayı muazzam bir şekilde içine doğru bükerler. Bu delikler yakınındaki, çekim alanı içerisindeki her şeyi yutarlar. Öyle ki; ünlü Alman Fizikçi A. Eistein’ın “evrendeki en yüksek hıza sahip ” dediği “ışığı” bile yutarlar ve bundan dolayı karanlık uzayda görünmezler. 

Eğer Görünmüyorlarsa, Onların Varlığını Nasıl Biliyoruz? 

            Kara delikler uzayda asılı gibidirler. Uzaya bir ışık tuttuğunuzu hayal edin, elinizde şiddeti çok büyük bir el feneri var ve siz karanlık uzaya doğru el fenerini tutuyorsunuz. Karanlık uzay aydınlanıyor, el fenerini sağa sola doğru hareket ettiriyorsunuz ve bir noktada uzay hala karanlık. İşte kara delikler daha önceden de dediğimiz gibi ışığı dahi yutarlar ve karanlıktırlar. Işık normalde doğrusal bir yol izler ancak kara deliklerin çekim alanlarının yakınlarında doğrusal yollarından da saparlar.

    yildizlar2          Diğer bir özellikleri ise, x_ışını salmalarıdır. Yüz milyonlarca km/saat hızla dönen ve bükülen ölü yıldız çok küçüldüğü için görülmemekte ve nabız atışı misali x_ışını salınımlarından fark edilmektedirler. Ayrıca zaman, kara deliğin bulunduğu noktada aniden hızlanır. 

             Aynı zamanda kara delikler çekim alanına giren yıldızları dahi içlerine yutarlar. Kısacası oraya rastlayan her şeyi yutarlar ve bu özellikleri de bizlere varlıklarını gösterir. Bu teoriyi birçok fizikçi kabul etmektedir. Bu fizikçilerden biri de Stephan Hawking dir. Hawking artık bu görüşünden vazgeçmiş ve “Kara delik paradoksunu çözdüm ve bunun hakkında konuşmak istiyorum” diyerek yeni görüşünü kara deliklerin içine yutan her şeyi yok etmediğini bazı maddelerin bir süre sonra dışarı çıkabildiğini ifade etmiştir. Ancak bu konuda sayın Hawking’in henüz yayınlanmış bir makalesi bulunmamaktadır.  

            Kara delikler hakkındaki bir diğer problem ise uzayı büken bu deliklerin bir yere açılıp açılmadığı konusundadır. Eğer açılıyorsa nereye açıldığı ve paralel evrenleri olup olmadığı da bir problem konusudur.    

         Kısacası her ne kadar, kara delikler hala tam olarak çözülemediyse de bilim dünyasında ve gökyüzünde varlığını korumaktadır.  

            Sanal ortamda gerçeklerin yazıldığı “Artı Düşünce Dergi” mizin ilk sayısında siz okuyucularımızla kara deliklerden kısaca bahsettim. İnşallah bir sonraki sayılarda sizlerinde ilgisini çeken konularda görüşmek dileğiyle hoşça kalın.

 

 

Haber: Saffet Güler

Bilim Haberleri, İzmir [Ocak-29- 2008]

Kuantum Sıçraması  

Albert Einstein’ın görecelilik teorisi, ışığın hızını evrensel hızı sınırı olarak belirledi ve mesafe ve zamanın mutlak olmadığını, kişinin hareketi ile etkilendiğini gösterdi. 

Hareket halindeki bir saat her zaman hareketsiz bir saatten daha yavaş çalışır görünür, çünkü zaman bir cismin hareket ettiği hız ile ilişkilidir. Teoride bu gerçek zaman yolculuğunu mümkün kılıyor – en azından eğer çok hızlı bir uzay gemisine sahipseniz.  

Şunu düşünün: Eğer bir astronot ışık hızının hemen altındaki bir hızda altı ay boyunca uzayda seyahat ederse ve Dünya’ya geri dönmesi de altı ay sürerse, gelecekteki dünyaya ayak basacaktır.  

Astronotun ışık hızına ne kadar yakın yolculuk yaptığına bağlı olarak astronotun saatinde bir yıl geçerken, Dünyada on binlerce yıl geçmiş olabilir.

Columbia Üniversitesi fizik profesörü ve ‘Kozmosun Dokusu: Uzay, Zaman ve Realitenin Niteliği’ kitabının yazarı Brian Grene, “Sonuç şu ki, fizik yasaları zaman yolculuğuna izin veriyor” dedi.  

Ama Einstein’ın tasarladığı şekliyle uzay ve zaman yasaları kuantum teorisinin garip kuralları ile revize edilebilir. Kuantum teorisi evreni dolduran mikroskobik rastgele olmayı tanımlar.  

Evrenin süreksiz olduğu atomaltı ölçekte, fizikçiler yerçekiminin nasıl davrandığını bilmiyorlar.  

Princeton Üniversitesi’nden astrofizikçi Richard Gott “Kuralları değiştirebilecek bazı yeni fizik yasaları keşfedebiliriz” dedi.

 

Kurt Yenikleri Zaman Yolculuğu İçin Tüneller midir?

Bilim kurgu fanatiklerinin bildiği gibi, kurt yenikleri (solucan deliği) [uzay ve zamanda teorik kestirme yollar] zaman yolculuğu portalları için mükemmeldir.  

İnsanları geçmişe aktaran en son film 1952 Ray Bradbury romanından uyarlanan bu yazın filmi ‘A Sound Of Thunder’ dir. Bu filmde, bir grup avcı dinozor çağına geri gitmek için bir zaman makinesi yapar, zaman makinesi bir çeşit kurt yeniğine benzer. Orada, olaylar ters gider. Bir avcı bir kelebeği öldürdüğü zaman, bu tarihin gidişatını tamamen değiştirir.  

Film eleştirmenler tarafından olumsuz eleştiriler aldı ve hemen sinema salonlarından çekildi. Ama sorular ortaya çıktı – zaman ve zamanda yolculuk olasılıklarının gizemi fizikte en zorlu konular arasındadır, gittikçe artan sayıda bilim adamı bu konu ile ilgilenmektedir. Bilim adamları gerçekten zamanda yolculuk yapmanın yolunu aramıyor. Ama bazıları bunun nasıl yapılabileceğini teorize etmenin – belki uzayda bir kurt yeniği kullanarak – bunu anlamalarına ve hatta fizik yasalarını revize etmelerine yardımcı olacağına inanıyor.  

 

Portekiz Lizbon Üniversitesi’nden astrofizikçi Franscisco Lobo, “Bir ucundan diğer ucuna geçilebilir kurt yenikleri genel göreceliliğin sınırlamalarını araştırmakta gedanken deneyler için çok yararlıdır” (gedanken terimi, teorik olarak mantıklı ama gerçekleştirilmesi pratik olmayan deneyleri tanımlar) dedi.

 

Sıçrama 

Görecelilik teorisi geçmişe yolculuğa izin vermez. Ama kurt yenikleri olarak bilinen Einstein – Rosen köprüleri kullanılarak bu tür yolculuklara erişmek mümkün olabilir.  

Uzay ve zamandaki teorik kestirme yollar uzaydaki iki uzak mesafeyi birbirine bağlar, bir elmanın içindeki kurt yeniği tünelindeki gibi.  

Pasadena’daki Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde yerçekimi teoristi olan Kip Thorne 1988’de bu tünellerin Casimir enerjisi olarak bilinen ekzotik bir madde formu ile açık tutulabileceğini gösterdi.  

Laboratuarda ölçülen bu enerji bir çeşit kuantum vakumudur. Sıfırdan daha az ağırlığa sahip olan Casimir enerjisi kurt yeniği duvarlarını ayrı tutarak anti –yerçekimi etkisine sahip olurdu. 

Lobo “Genel göreceliliğin negatif enerji yoğunluklarının varlığını yasakladığı varsayımında bulunulmuştur, ancak kuantum mekanikleri vakumun her zaman fısır enerji yoğunluğuna sahip olmayabileceğini gösterir” dedi. 

Princeton’daki bilim adamı Gott kurt yeniği etkilerini aynalı bahçe topu şeklinde tasarlar. Ancak, kurt yeniğinden bakınca, kişi aynı bahçenin yansımasını görmez, bunun yerine diyelim ki güneş sistemimize en yakın yıldız olan Alpha Centauri’deki bir bahçeyi görür.  

“Kurt yeniğinin içinden sıçrayabilir ve Alpha Centauri’de ortaya çıkabilirsiniz ve bu iki çok uzak yerleri birleştiren çok dar bir tünelden geçmiş olursunuz” dedi Gott. “Kurt yeniğinin kestirme yolu Alpha Centauri’ye bir ışık demeti fırlatmanıza izin verir” 

Eğer kurt yeniğinin bir ucu ışık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan bir uzay gemisinin yerçekimi etkisi kullanılarak hareket ettirilirse, o uçtaki bir saat kurt yeniğinin diğer ucundaki saate göre daha yavaş çalışır. Bu, kurt yeniğini iki farklı zaman - geçmiş ve gelecek – arasında bir portala dönüştürebilir.  

Gott “Bu kurt yeniklerinin mutfağınıza koyabileceğiniz bir şey olmadığını belirtmeliyim. Kurt yeniğinin her bir giriş yeri 100 milyon güneş kütlesindedir.” dedi. “Bu galaktik – öçekli mühendislik projesidir.”

 

Fantom Enerjisi 

“Ancak kurt yeniklerini inşa etmek ve desteklemek için gereken materyal, evrenin hızlanmış bir genişlemede olduğu keşfinden bir destek aldı” diyor Lobo.

Bu kozmik genişlemenin muhtemel itici gücü “fantom enerjisidir”, evrenin yüzde 70’ini oluşturabilen kuramsal madde.  

Lobo “Fantom enerjisi uzayı itiyor olabilir ve o kadar anti- yerçekimseldir ki en sonunda her şeyi parçalara böler, her şeyi sona erdirir. Ancak, o zamandan önce, kurt yenikleri açmayı desteklemek için kullanılabilir” diye teorize ediyor. 

“Daha spekülatif bir senaryoda, içinden geçilebilir bir kurt yeniği inşa etmek ve bunu devam ettirmek için gereken fantom enerjisi için kozmik akışkanı kazıp çıkaran feci derecede ileri bir uygarlık hayal edilebilir” dedi.

 

Zaman Yolculuğu Nasıl İşler

Thorne zaman yolculuğu portalı için kullanılabilecek evrende var olan başka türde tünele benzer bir yapı olabileceğine inanıyor. Einstein – Rosen Köprüleri de denen kurt yeniklerinin zaman yolculuğu için en çok potansiyele sahip oldukları düşünülüyor. Sadece zamanda yolculuk yapmamıza izin vermezler, ayrıca zamanın çok küçük bir kesrinde Dünyadan bir çok ışık – yılı uzağa yolculuk yapmamızı sağlayabilirler.  

Kurt yenikleri

Kurt yeniklerinin, herhangi bir kütlenin uzay zamanı büktüğünü ifade eden Einstein’ın görecelilik teorisine dayandığı düşünülür. Bu bükülmeyi anlamak için, iki kişinin bir çarşafı tuttuğunu ve bu çarşafı gerdiğini düşünün. Eğer birisi çarşafın üzerine bir basket topu koyarsa, basket topunun ağırlığı çarşafın ortasını dürecektir (yuvarlayacaktır) ve çarşafın o noktada bükülmesine neden olacaktır. Şimdi, eğer aynı çarşafın kenarına bir bilye konulursa, bükülme nedeniyle basket topuna doğru yolculuk yapacaktır.   

Bu örnekte, uzay gerçekte uzayzamanı oluşturan dört boyut yerine iki-boyutlu bir plan olarak tanımlandı. Bu çarşafın üstü ve alt arasında bir boşluk bırakarak üst üste katlandığını imgeleyin. Basket topunu üst tarafa yerleştirmek bir bükülmenin oluşmasına neden olur. Eğer üsteki basket topunun bulunduğu yere karşılık gelen bir noktada çarşafın alt kısmına eşit bir kütle yerleştirilirse, ikinci kütle en sonunda basket topu ile buluşacaktır. Bu, kurt yeniklerinin oluşmasına benzerdir. 

Uzayda, evrenin farklı kısımlarına baskı uygulayan kütleler en sonunda bir tünel oluşturmak için bir araya gelebilir – bu bir kurt yeniğidir. O zaman Dünya’dan başka bir galaksiye hızla yolculuk yapabiliriz ve geriye dönebiliriz (bir ömür içinde). Örneğin, Orion’un hemen altındaki Canis Major takımyıldızında görünen bir yıldız olan Sirius’a yolculuk etmek istediğimiz bir senaryo düşünelim. Sirius Dünya’dan yaklaşık 9 ışık – yılı uzaklıktadır, bu yaklaşık 54 trilyon mildir (90 trilyon km). Açıkça, bu mesafe uzay yolcularının orada neler gördüklerini bize anlatmaları için zamanda gidip dönmeleri için çok fazladır.  Şimdiye dek insanların uzayda yolculuk yaptıkları en uzak mesafe aydır, Dünya’dan sadece 400,000 km. Eğer bizi Sirius’un etrafındaki uzaya bağlayan bir kurt yeniği bulabilseydik, o zaman geleneksel uzay yolculuğu ile geçmek zorunda kalacağımız trilyonlarca milden kaçınarak zamanı önemli ölçüde kısaltabilirdik.  

Tüm bunların zaman yolculuğu ile ne ilgisi var? Daha önce tartıştığımız gibi, görecelilik teorisi bir nesnenin hızı ışık hızına yaklaştıkça zamanın yavaşladığını belirtir. Bilim insanları uzay mekiği hızında bile astronotların birkaç nanosaniye geleceğe yolculuk yapabildiklerini keşfettiler. Bunu anlamak için iki kişiyi hayal edin, onlara A ve B diyelim. A Dünya’da kalırken, B uzay mekiği ile uçar. Kalkış anında ikisinin de saatleri mükemmel senkronizasyondadır (aynı zamanı gösterir). B2nin uzay mekiği ışık hızına yaklaştıkça, B için zaman daha yavaş akar (A’ya göre). Eğer B ışık hızının yüzde 50’sinde sadece birkaç saat yolculuk yapıp Dünya’ya geri dönerse, A’nın B’den daha hızlı yaşlandığı ikisine de görünecektir. Yaşlanmadaki farklılığın nedeni, zamanın A için B’den daha hızlı geçmesidir. A için birçok yıllar geçmiş olabilirken, B için sadece bir kaç saat geçmiştir.  

 

Eğer kurt yenikleri keşfedilebilseydi, geleceğe olduğu gibi geçmişe de yolculuk etmemizi sağlardı. İşte bunun nasıl işleyeceği: Diyelim ki, kurt yeniğinin girişi taşınabilirdir. O zaman yukardaki örnekte ışık hızının yüzde 50’si hızda uzayda birkaç saat geçiren B kurt yeniğinin bir ucunu uzaya taşıyabilirdi, kurt yeniğinin diğer ucu A kişisi ile Dünya’da kalırdı. B uzayda yolculuk yaparken, iki insan (A ve B) birbirlerini görmeye devam ederlerdi. B birkaç saat sonra Dünya’ya geri döndüğünde, A için birkaç yıl geçmiş olabilir. Şimdi, A uzaya giden kurt yeniğinden baktığında, kendisini daha genç yaşta görür, B uzaya uçtuğunda bulunduğu yaşta. Bununla ilgili harika olan şey şu; daha genç olan B geleceğe adım atabilirken, daha yaşlı olan A kurt yeniğine girerek geçmişe adım atabilir.

 

Kozmik İplikler

Zamanda geriye ve ileriye nasıl yolculuk yapabileceğimizin bir başka teorisi, 1991’de Princeton fizikçisi J. Richard Gott tarafından önerilen kozmik iplikler fikrini kullanır. Bunlar – isimlerin öne sürdüğü gibi – bazı bilim adamlarının erken evrende oluştuklarına inandıkları ipliğe benzer nesnelerdir. Bu iplikler evrenin tüm uzunluğu boyunca dizilebilir ve yoğun basınç altındadırlar – milyonlarca ton.  

Atomdan daha ince olan bu kozmik iplikler yakınından geçtikleri herhangi bir nesneye muazzam miktarda yerçekimi çekiş etkisi üretebilirler. Kozmik bir ipliğe bağlanmış nesneler inanılmaz hızlarda yolculuk yapabilir ve yerçekimi kuvvetleri uzayzamanı büktüğü (çarpıttığı) için, zaman yolculuğu için kullanılabilirler. İki kozmik ipliği bir araya çekerek veya bir ipliği bir kara deliğin yakınına çekerek kapalı zaman – benzeri eğriler yaratmak için uzayzamanı yeteri kadar eğriltmek mümkün olabilir.  

Bir uzay gemisi kendisini geçmişe sevketmesi için iki kozmik iplik veya iplik ve kara delik tarafından üretilen çekimi kullanarak bir zaman makinesine dönüştürülebilir. Bunu yapmak için, kozmik ipliklerin etrafında döngü yapacaktır. Ancak, bu ipliklerin var olup olmadıkları ve eğer var iseler hangi formda oldukları ile ilgili hala çok fazla spekülasyon vardır. Gott’ın kendisi, zamanda bir yıl bile geri gitmek için, tüm galaksinin kütle – enerjisinin yarısını içeren bir iplik döngüsü gerekeceğini söyledi. Ve herhangi bir zaman makinesi ile olduğu gibi, zaman makinesinin yaratıldığı zamandaki noktadan daha uzağa geri gidemezsiniz. 

 

Zaman Yolculuğundaki Problemler

Eğer zaman yolculuğu için elverişli bir teori geliştirebilseydik, paradoks denen çok karmaşık problemler yaratma yeteneği geliştirirdik. Paradoks kendisi ile çelişen bir şey olarak tanımlanır. İşte iki genel örnek:

Diyelim ki, doğduğunuzdan önceki bir zamana geri gidebiliyorsunuz. Doğduğunuzdan önceki bir zamanda var olmanız gerçeği bir paradoks yaratır. Eğer 1960’ta doğduysanız, 1955’te nasıl var olabilirsiniz?

Muhtemelen en ünlü paradoks büyükbaba paradoksudur. Bir zaman yolcusu geri gidip, yolcu doğmadan önce atalarından birini öldürürse ne olacaktır? Eğer o kişi kendi büyükbabasını öldürürse, o zaman o kişi geri gidip kendi büyükbabasını öldürmek için nasıl canlı olabilecektir? Eğer geçmişi değiştirirsek, sonsuz sayıda paradoks yaratacaktır. 

Zaman yolculuğu ile ilgili bir diğer teori paralel evrenler veya alternatif tarihler (hikâyeler) fikrini ortaya koymaktadır. Diyelim ki, büyükbabanız ile o genç bir oğlan iken karşılaşmak için geriye yolculuk yapıyorsunuz. Paralel evrenler teorisinde, bizimkine çok benzeyen ama olayların farklı şekilde ilerlediği başka bir evrene yolculuk yapıyor olabilirsiniz. Örneğin, zamanda geri yolculuk yapıp atalarınızdan birini öldürüyorsanız, sadece tek bir evrendeki o kişiyi öldürmüş olursunuz ki o evren artık sizin var olmadığınız evrendir. Ve eğer sonra kendi zamanınıza geri gelmeye çalışırsanız, bir başka paralel evrende ortaya çıkabilirsiniz ve asla başladığınız evrene geri gelemeyebilirsiniz.

Buradaki fikir, her eylemin yeni bir evrenin yaratımına neden olduğudur ve mevcut olan sonsuz sayıda evren olduğudur. Atanızı öldürdüğünüz zaman yeni bir evren yarattınız, olayların orijinal sırasını değiştirdiğiniz zamana kadar kendinizinkine özdeş olmuş bir evren.

Zaman yolculuğu dünyasına hoş geldiniz. Sadece bilet fiyatlarının nasıl karmaşık olabileceğini hayal edin.


Kaynak: National Geographic News (2005) by Stefan Lovgren

Çeviri: Saffet Güler

Uzay ve Zaman
Ekim 8th, 2005 Yazan: Osman Mutlu

Etrafımızda gördüğümüz her şey uzay ve zaman dediğimiz iki kavram içinde yüzmektedir. Einstein’ın tabiriyle bunlar birbirlerinden ayrılamazlar ve birbirine ışık hızıyla bağlanmıştır. Einstein’ın 1905’teki keşfi, ışık hızının ulaşılabilecek maksimum hız olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Kainattaki hiç bir seyin fiziki olarak ışıktan daha hızlı hareket edemeyeceği bilim adamları tarafından öngörülümüştür.


Şimdi etrafımızdaki her şeyin niye uzay ve zaman denen iki kavramın içinde kaldıklarını veya yüzdüklerini kısaca açalım. Işık hızı bizim için bilimsel bir standart olarak kabul edilmiştir. Eğer biz ışık hızını kesin bir değer de ölçebilirsek, bu standardı kullanarak etrafımızdaki veya uzaydaki olayları daha kesin ve daha doğru olarak ölçebilmemiz ve dolayısıyla açıklamamız mümkün olacaktır. Çünkü ışık hızı zamanın bir birimi olduğu gibi aynı zaman da uzaklığında bir birimi olarak kullanılabilecektir. 1 metre ışığın 1/ 299,792.458 saniyede aldığı yol olarak tanımlanacaktır. Saniye ise atomik ölçülerde tanımlanabilmektedir: bir sezyum atomunun belirli bir dalga boyunda yayınladığı ışığın 9,192,631,770 titreşim yaptığında geçen süre olarak tanımlanmıştır.


Belirli standarları kabul ettikten sonra artık ölçme yapabilmemiz ve bu ölçmelere göre kesin konuşabilmemiz mümkün olacaktır.


Işık hızı bizim açımızdan astronomik mesafelerin ölçülmesinde güzel bir ölçü aleti veya cetvel olacaktır. Örneğin ay ile dünyamız arasındaki mesafeden bahsederken; daha çok, ışık dünya ile ay arasındaki mesafeyi 1,27 saniye de alır demek bizim açımızdan daha kolay ve açıklayıcı olacaktır. Dolayısıyla ay bizden 1,27 ışık saniyesi uzaktadır diyebiliriz. Bu, ay bizden 382 000 km uzakta demekten daha kullanışlı olacağı kesindir. Dünya ile güneş arasındaki mesafeden bahsederken ise 8 ışık dakikası uzaklığında demek daha kolay ve açıklayıcı olacaktır. Biraz daha uzak mesafelerden bahsedecek olursak; örneğin bize en yakın yıldız olan Proxima Centauri 4,2 ışık yılı uzaklığındadır. Şimdi biz bu yıldızdan şu anda çıkan ışığın, bir öğrenci 4 yıllık lise eğitimini bitirdiğinde bize ulaşacağını söylersek hata etmeyiz herhalde.


Eğer daha da uzaklardan bahsedelim dersek yıldız havuzu diye tabir edebileceğimiz galaksilerden bahsetmemiz lazım. Galaksi deyince önce kendi galaksimizden yani Samanyolundan bahsedip diğer galaksilerle kendi galaksimizi karşılaştırabiliriz. Galaksimiz düz bir disk şeklinde ve ortasında ise hafif bir şişkinlik bulunmaktadır ve bu şişkinliğin bir benzeri Sombrero galaksisinde bulunmaktadır.

Ama şekil olarak daha çok komşu galaksimiz olan Andromeda galaksisine benzemektedir.

Galaksimizin ve komşu galaksimiz olan Andromeda’nin 100 000 ışık yılı çapında olduklarını söylediğiz zaman galaksimizi ve Andromedayı daha iyi tarif etmiş ve daha iyi anlamış oluruz. Bu galaksiler içinde milyarlarca bizim güneşimiz gibi yıldızların bulunduğunu söylediğimizde rakamların mesafelerin ve zamanın büyüklüğü bizim başımızı döndürmekle kalmayacağı kesindir.


Kainata ve uzaya bakış açımızı daha iyi anlatabilmek için bir örnek vermek istiyoruz. Bir uzay aracına binerek bulunduğunuz şehri geceleyin terkediyorsunuz. Uzay aracınız veya roket kalkarken etrafınızda bulunan ışıkları rahatça görürsünüz. Uzay aracınız yükselmeye başlayınca mahallenizdeki sokak ışıklarını bulunduğunuz yükseklikten rahatça görürsünüz, daha da yükseldikçe artık şehrinizde ki ışıklar görünmeye başlar ve daha sonra şehrinizi bir nokta ışık olarak görmeye başlarsınız, artık mahallenizdeki sokak lambalarını göremiyorsunuz ama şehirleri birer birer seçebilmeniz mümkün olmaktadır.
Aynı şekilde uzaya veya kainata baktığımızda gördüklerimiz bireysel yıldızlardan ziyade galaksilerdir. Böylece uzayı dolduran galaksileri birer nokta şeklinde gözlemlemiz mümkün olacaktır. Aşağıda Hubble Teleskopu vasıtasıyla çekilen en uzaktaki galaksileri gösteren bir resim bulunmaktadır.

Netice olarak zaman ve mekan dediğimiz iki şey, biz insanoğlu için geniş bir perspektifden bakınca, içinde yüzdüğümüz birbiri içine girmiş iki kavramdır. Biz olaylara ve bu kavramlara bakınca kendi küçüklüğümüzü daha iyi hissetmekteyiz.
 

  'İzafiyet'e doğrulama

Einstein bir kez daha haklı çıktı. 86 yıllık 'görelilik' teorisini sınayan iki bilim adamı, Dünya'nın dönerken 'uzay-zamanı büktüğünü' kanıtladı

WASHINGTON - Görelilik (izafiyet) teorisinin doğruluğunu sınamak isteyen bilim adamları, Dünya'nın kendi ekseninde dönerken çevresindeki uzay-zamanı büktüğünü kanıtladı. Ignazio Ciufolini ve Erricos Pavlis, NASA'nın 600 milyon dolar ayırdığı bütçeyle Einstein'ın teorisinde öngördüğü fenomeni kanıtlayan ilk kişiler oldu.


NASA yetkilisi Erricos Pavlis, Albert Einstein'ın 1918 yılında öne sürdüğü görelilik teorisinde, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken uzay zamanı büktüğünü söylediğini hatırlattı ve bunun doğru olup olmadığını anlamak için ölçümler yaptıklarını açıkladı.


Pavlis, "Şayet Dünya etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki uyduların yörüngesi değişmeliydi" dedi ve bu düşünceden hareketle LAGEOS-1 ve LAGEOS-2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer ışını kullanarak ölçtüklerini anlattı. Pavlis, "Her iki uydunun yörüngesinde de Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirledik. Ölçümlerimiz, görelilik teorisinden hareketle daha önce yapılan hesaplara yüzde 99 uydu" dedi. İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Ignazio Ciufolini ve ABD'deki Dünya Sistemleri Teknolojisi Birleşik Merkezi'nden Pavlis, 11 yıl iki uydudan gelen lazer sinyallerini inceledi.


Einstein, uzay-zamanın maddeden ayırt edilemeyeceğini, maddi cisimlerin varlığıyla koşullandığını ve güçlü çekim gücü yaratan cisimlerin yakınında uzayın 'eğrildiğini' iddia etmişti. Einstein'ın teorisi şimdiye dek birçok açıdan doğrulandı.(23.10.2004-Radikal)

BİLİM YENİ DÜNYAYA HİZMET VERİYOR

Einstein, uzay-zamanın maddeden ayırt edilemeyeceğini, maddi cisimlerin varlığıyla koşullandığını ve güçlü çekim gücü yaratan cisimlerin yakınında uzayın 'eğrildiğini' iddia etmişti. Einstein'ın teorisi şimdiye dek birçok açıdan doğrulandı.

Gelecekte hepimizin ilgilenmek, anlamak, bilgilenmek ihtiyacını duyacağı “Yeni Fizik”, ilk temellerini çağın dahisi A. Einstein’a borçludur. Einstein rölativite teorisi ile yepyeni bir fizik anlayışı oluşturdu. 19. YY’ın sonlarına doğru Max Planck, atom altı parçacıkların tamamlayıcılığına benzer bir olay keşfetti. Isı ışımasındaki enerjinin sürekli yayılmayıp kendini kesikli birimler şeklinde yahut enerji paketleri şeklinde gösterdiğini buldu. Einstein, bu ışıma birimlerini ‘kuanta’ diye adlandırdı. Bu yüzden ismini Kuantum Teorisi koydu. Einstein daha sonra, ışık dahil bütün ışıma biçimlerinin hem dalga hem de kuant biçiminde yayılabileceğini ileri sürdü.

Böylelikle ‘Yeni Fiziğin’ ilk temelleri atılmış oluyordu. Gerçekten de daha sonra ışığın daha çok, parçacık yahut foton gibi davrandığı ve sürekli olmayan kuant biçiminde yayıldığı keşfedildi. Bununla beraber elektronlardan farklı olarak fotonların kütlesiz olduğu ve daima ışık hızıyla hareket ettiği ortaya çıktı.

Kuantum teorisini daha iyi anlamak için atomu incelemekte büyük yarar var. Atomun iç yapısı bu teoriyi anlamak için bize ışık tutacak.

Yeni Bir Dünya anlayışına hızla ilerlediğimiz bu günlerde bilimle metafizik arasında yeni köprüler kurulması gerekirken...
 

Rus matematikçiler zamanda yolculuğun yöntemini buldu

2008-02-11 www.moskova.ru

İnsanoğlunun en büyük hayallerinden biri olan zamanda yolcuk hayal olmaktan çıkıyor mu? Moskova Steklov Matematik Enstitüsü"nden İrana Arafyeva ve...

İnsanoğlunun en büyük hayallerinden biri olan zamanda yolcuk hayal olmaktan çıkıyor mu? Moskova Steklov Matematik Enstitüsü "nden İrana Arafyeva ve İgor Voloviç"in zamanda yolculuk teorisini formülleştirdiklerini açıklamaları bilim dünyasına bomba gibi düştü. Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden New Scientis, Rus matematikçilerin bu iddiasını geçtiğimiz hafta kapağına taşıdı.

Mayıs ayında Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi "nde (CERN ) bu güne kadar yapılmış en büyük fizik deneyi gerçekleştirilecek. Bu deneyde, atomlar birbirlerine ışık hızına yakın bir hızla çarpıştırılacak. Ortaya evrenin var olmasına neden olan "Büyük Patlama "nın ilk saniyelerinin küçük bir örneği çıkması bekleniyor. Ancak Rus matematikçiler bu atom parçalama deneyi sırasında ortaya çıkan yüksek enerji zamanda bir kırılmaya yol açacağını ve zamanda yolculuğun kapısını açacağını öne sürüyorlar.

 

Tezlerini Einstein `ın "görecelik kuramı" ile açıklayan matematikçiler, bir maddenin yoğun bir enerjiyle itilmesi sonucu çevresindeki zamanın da itileceğini ve zamanda yolculuk için tünel oluşacağını iddia etti.


Rus bilim insanları zaman makinesi ile insanların geçmişe ve geleceğe transferlerinin çok yüksek bir enerji gerektiğini, şimdilik sadece atomları yakın gelecekte ise eşyaları transfer edebileceklerini açıkladılar.
Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi "nde yapılacak deneyin hazırlıkları 13 yıl önce başladı. Deneyin maliyeti 9 milyar dolar.
 

Rusya `nın önde gelen matematik profesörleri Irina Arefeva ve Igor Volovich, (Avrupa Nükleer Enerji çalışmaları merkezi CERN ) tarafından kullanılan dünyanın en büyük atom parçalayıcısının, ilk zaman makinesi sayılabileceğini öne sürdü.




MADDE İTİLİNCE ZAMAN DA İTİLECEK

Tezlerini Einstein `ın "görecelik kuramı" ile açıklayan matematikçiler, bir maddenin yoğun bir enerjiyle itilmesi sonucu çevresindeki zamanın da itileceğini ve zamanda yolculuk için tünel oluşacağını iddia etti.

Bu yıl içinde böyle bir gelişmenin mümkün olduğuna dikkat çeken matematikçiler, "2008 yeni bir milat olabilir. Ve biz gelecekten misafir ağırlamaya başlayabiliriz" diye konuştu.
 

Ruslar zamanda yolculuğa hazırlanıyor

-ZAMANDA yolculuk hayal olmaktan çıkıyor. Rus matematikçiler üç ay içinde geçmişte yolculuk yapılabileceğini açıkladı. Moskova Steklov Matematik Enstitüsü ’nden Irina Arefeva ve Igor Volovich küçük partikülleri çarpıştırarak enerji ürettiklerini ve bunun ışık hızına yakın olduğunu açıkladı. Işık hızının bulunmasıyla geleceğe yolculuğun kapıları da açılacak. EINSTEIN ’IN izafiyet teorisine göre mutlak zaman diye bir şey yok. Bir cisim hızlandıkça (çekim merkezlerinin yakınında) o cismin üzerinde zaman yavaşlıyor. Cenova ’da yer altındaki bir tünele cisim göndermeyi planlayan bilim adamları Avrupa Nükleer Araştırma Organizasyonu’ndan (CERN ) destek görmedi. CERN ’den Dr. Brian Cox , araştırma için ‘Bilimden çok kurgu hikayesi gibi’ derken kozmik ışınların atmosferin dışında çarpıştığını bu enerjiyi dünyada üretmenin mümkün olmadığını söyledi.

CERN `zamanda yolculuk` kapısını açacak

Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu (CERN) `atom parçalama` deneyi yapacak. Rus bilim adamları, `Tepkime sırasında zamanda yolculuk kapısı açılabilir` uyarısında bulundu.

İsviçre `nin Cenevre kentinde bulunan ve Türk bilim adamlarının da görev yaptığı Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu (CERN ), kainatın oluşmasını sağladığı varsayılan `Büyük Patlama ` teorisini denemek için Mayıs`ta yer altında bir `atom parçalama` deneyi gerçekleştirecek.

Ancak Rus bilimadamları, atom parçalama deneyinin `kainatın yapısında bir çatlak oluşturacağı ve zamanda yolculuğun kapısını açacağını` öne sürüyor. Moskova Matematik Enstitüsü `nden Irina Arefeva ve Igor Volovich, atom parçacıklarının ışık hızına yaklaşan bir süratle çarpıştırılmasıyla açığa çıkacak enerjinin `gelecekten dönen ziyaretçilere kapı açabileceği` uyarısında bulundu.

Zaman makinası: Tünelin ucunda ışık var mı?

Evet, tabii ki her zaman haber olacak ve tabii ki hep biraz daha bekleyeceğiz. Efsanevi fizikçi Einstein"ın bize dil çıkarması bu. "Geleceğe dönüş" hayali mümkün olursa, ölümsüzlüğü yakalarız!? Ah bir yapabilsek, zamanı bir kontrol edebilsek! Muhtemelen ilk önce gidip gelecek "iddaa" sonuçlarını alırız!

Elbette o adresten çıkacaktı bu peşinden koşmaya doyamadığımız hayalin icadı. Adını ilk kez, Dan Brown "un "Melekler ve Şeytanlar "ında duyduk, orada ıskalayan içinde fizikçilerimizin olduğu uçağın düşmesi ile öğrendi.


İşte CERN , yani "Avrupa Nükleer Enerji Çalışmaları Merkezi", tüm netameli işleri gibi "zaman makinası"nın icadına da ev sahipliği yapacak gibi.

Siz yine, haberi allayıp pullamaya çalışan medyanın "Zamanda yolculuk hayal değil" cümleli girizgahlarına, hatta "üç ay sonra büyük hayal gerçek olabilir" dolduruşlarına kapılmayın.


Zira zaman makinası insanoğlunu çok hayal kırıklığına uğrattı. Onun için kendimizi romanlarına ve sayısız filmlerine vurduk. Hayal ettik ama bir yandan da "olmayabileceğine" kendimizi inandırdık.


Yine de "olmaz olmaz" demiyoruz. Zira "teorik" olarak mümkün. Yani zamanda yolculuk teorisi çürütülmüş değil. Yeter ki gittiğiniz zaman ve mekanın ayarları (!) ile oynamayın. Geçmişe gidip adam öldürürseniz, bakarsınız "siz" yok olmuşsunuz! Geleceğe gidip maç sonuçlarını alırsanız bugün zengin olmuşsunuz.


Artık çoğaltabildiğiniz kadar renklendirin. Hayal bu ya. Zaman makinanız hayal ya? Fakat işte bugün, Rusya `nın önde gelen matematik profesörleri Irina Arefeva ve Igor Volovich, CERN tarafından kullanılan dünyanın en büyük atom parçalayıcısının, ilk zaman makinesi sayılabileceğini öne sürüyorlar.


İşte iddia yine muhkem ama, kahretsin "öne sürme" var. Yani iddia var ispat yok! Ve yine kahretsin, tezleri Einstein `ın "görecelik kuramı"na dayanıyor. Ne çürütebiliniyor ne de sağlamlanabiliyor.
 

Şimdi formül şu; "bir maddenin yoğun bir enerjiyle itilmesi sonucu çevresindeki zamanın da itileceğini ve zamanda yolculuk için tünel oluşacağı". Detayları yok ve varsa da biz anlamayız.

İyi de ne zaman? On yıllardır oyalıyorsunuz. İşte bu yeni haberde bu da mevcut. 3ay! Yani 90 gün. Nihayet hesabı sorulabilir bilimsel bir tez!

Peki biz bu zamanla niye oynamak istiyoruz?.. Zaman makinası "hile" değil mi? Kağıdın üzerine bir çizgi çekin. İki ucu arasındaki uzunluğunu ölçün. Diyelim 10 santim. Sonra kağıdı ikiye katlayın, çizginin uçlarını birleştirin. Şimdi mesafe ne kadar? Sıfır!

Yani 10 santim gitmenize gerek yok. İyi de kağıdı (mekanı/zamanı) bükmek oyunun kuralları içinde mi?

Neyse ne? Bu kadar zaman içinde, madde iteklenecek, zaman kakılacak ve bir yol, bir tünel açılacak. Ucunda "ışık" var mı yok mu o zaman göreceğiz!

Dedenin dedesi kim, göreceksin!



Geleceğe Dönüş filmi gerçek oluyor. Ruslar 3 ay sonra zamanda yolculuğa hazırlanıyor



Rus bilim adamları 3 ay sonra zamanda yolculuğun başlayacağına dair müjde verdi. Başında Rus bilim adamı Dr. Igor Volovich'in bulunduğu ve matematikçilerden oluşan bilim heyeti, Avrupa Nükleer Araştırmalar Organizasyonu (CERN)'nun gözetiminde Cenevre'deki yeraltı laboratuvarlarında çalışmalarını sürdürüyor. 2 milyar euroluk hızlandırıcı sayesinde atomun trilyonda birinin altında partikül oluşacak. Böylece partiküllerin ışık hızına yakın bir hızda çarpıştırılması ile oluşacak solucan tünelinde uzay kuantumu bükerek geleceğe bir yarık açabilecek. Volovich, "Einstein, ‘Gelecek henüz yaşanmamış olduğu için gidilemez’ demişti. Ama oradakilerin buraya gelmesi mümkün olabilir" diye konuştu.

Bak Marty sonunda benim dediğim oldu

İlk filmi 1985 çekilen 'Back to the Future' (Geleceğe Dönüş) serisi, zamana yolculuğu konu alıyordu. Robert Zemeckis'in yönetmenliği yaptığı filmde Dr. Emmett Brown (Christopher Lloyd) isimli çılgın bilim adamı, zaman yolcuğu yapan bir araba geliştirmişti. Doktor ve yakın arkadaşı Marty McFly (Michael J. Fox) geçmişe ve geleceğe giderek, karışan olayları düzeltmeye çalışıyordu.

İSTEMEYEN UZMAN ÇOK

Bazı uzmanlar, anti-maddenin serbest kalması durumunda, dünyayı yok edebilecek kara deliklerin oluşabileceğini söylüyor.

 

Türk bilimadamı Einstein'ın teorisini çürüttü

Profesör Tolga Yarman, Einstein'in "Genel Görecelik Kuramı"nı farklı bir yaklaşımla çürütmeyi başardı.

26.04.2007 14:25

Nükleer alanında dünyaca ünlü öğretim üyesi Prof. Dr. Tolga Yarman, inşa ettiği  teorisini deneylerle kanıtlayan Profesör Alexander Kholmetskii ile birlikte 24 Nisan 2007 Saat 13:00'te Okan Üniversitesi Akfirat Kampüsü'nde Türk ögrencilerin karşısına çıkıyor.

 
Einstein Yapamadı, Profesör Yarman Yaptı
 
Profesör Tolga Yarman; Einstein'in eylemsizlik kütlesi ve yerçekimi kütlesinin eşitliği üstüne oturttuğu "Genel Görecelik Kuramı"nı farklı bir yaklaşımla çürütmeyi başardı. Yarman'ın kuramı, Einstein'in, otuzlu yaşlarının ortasından itibaren, hayatının sonuna kadar uğraşıp da yapamadığını yapıyor ve yalnızca yerçekimi alanında değil tüm kuvvet alanlarına uygulanabildiğini kanıtlıyor. 

 
Dünyada Yapılan Deneyler Yarman'ı Doğruluyor
 
Dünyaca ünlü merkezlerin ve üniversitelerin konuyla ilgili yaptıgı deneyler ise Profesör Yarman'ın kuramını doğrular nitelikte. Fransa'nın uzay bilimleri enstitüsü ONERA; yerçekimi alanında Yarman'ın saşırtıcı sonuçlarıyla Einstein'in sonuçları arasında ortaya çıkan farkı sınamak üzere bir süre önce atom saatleriyle deneyler yapmaya girişti.   Ancak deneyde kullanılan aletlerin hassasiyeti yetmeyince, Yarman'dan yeni deneyler  önermesini istedi. Bunun üzerine Profesör Yarman ONERA'ya yeni deneyler sundu. Öte yandan, bir süre önce Rusya'nin ünlü Lebedev Enstitüsü'nde iki eşit ağırlıktan birinin elektronlarla dövülmesi sonucu, dengenin bu sonuncunun aleyhine olarak bozulması, Yarman'ın öngörüsüyle ayni paralelde olarak yorumlanmaktadır.

 
Son olarak, Belarusya Devlet Üniversitesi'nde Prof. Alexander Kholmetskii yönetiminde yapilan   deneyler, Yarman'ın tezini doğruladı. Buna göre, bağlı manyetik alan, ışık hızından en az dört kat daha hızlı yayılıyor.  Bu sonuç Einstein'in kuramıyla çelişmektedir.

 
Konuyla İlgili Makalesi En Çok Okunanlar Arasında
 
Yarman'ın konuyla ilgili olarak Aralık 2006'da ABD'nin tanınmıs doga bilim dergisi, Foundations of Physics Letters'te yayınlanan makalesi, son üç aydır, en çok okunan makaleler arasında yer alıyor.

 
Yarman Kuramı ve Einstein Kuramı Arasındaki Fark
 
Einstein'in "Eylemsizlik Kütlesi" cismin ivmeli harekette sergilediği kütle, "yerçekimi kütlesi" ise cismin yerçekiminde sergilediği kütle olarak açıklanabilir. Söz konusu iki farklı kuramdan çıkan sonuçlar birbirlerine yakın olmakla beraber, bunlar arasında yine de çarpıcı farklar ortaya çıkmaktadır.

Örnegin Prof. Yarman'a göre "kara delikler" olmamaktadır, yani tekillik yoktur. Zaman hiç bir biçimde durmamaktadır. Yarman, "Einstein'in özel görecelik kuramını", esas itibariyle   bu kuramın sonucu olarak ortaya çıkan "enerji ve kütle arasındaki eşdeğerlik" çerçevesinde, "enerji korunumunun" genişletilmiş bir hali olarak "temel" alıyor. Ancak Einstein'in tersine, onun bu kuramını, bir yerçekimi ortamına iz düşürürken bozmuyor. Ayrıca Yarman'ın kuramı, yalnızca yerçekimi alanına değil, Einstein'in, genel görecelik kuramını ortaya attıktan sonra,  hayatının sonuna kadar, otuz beş yıl boyunca, tüm gayretlerine karşın başaramadığı bir çizgide, tüm kuvvet alanlarına uygulanabiliyor. Einstein'in kuramının tersine, Yarman'ın kuramı, diğer taraftan bugün artık çok çeşitli yönlerden doğrulanmış olan, "çağdaş atom kuramıyla" bağdaşıyor, hatta bunun çok ötesinde, bu son kuramın temel varsayımı olan "de Broglie Bağıntısı"nın, yine salt "enerji korunumu" çerçevesinde türetilmesine imkan saglıyor. Bu durumda, enerji alış verisi yoluyla olmasa da, "bilgi", örneğin "yer çekimi" ya da "elektriksel etkileşme" bilgisi, ışık hızından daha hızlı yayılabiliyor. Duran cisimler ise, birbirleriyle hangi uzaklıkta olurlarsa olsunlar ani olarak etkileşebiliyor oluyorlar ki, Einstein'a göre, hiç bir etkileşme ışık hızından daha hızlı olamaz.

 

 

 

 

 

 

 

 

Fizikte cevap bekleyen sorular

"Gün gelir de bilim biter mi?" diye düşünenler için müjdem var. Üzerinde çalışma yapmak için ne gibi konular var diye merak ediyor musunuz? Pekala, buyurun sizinle cevap bekleyen sorulara doğru bir yolculuğa çıkalım. Bu soruların bir amacı da piyasada görüşlerini desteklemek için bilimden yararlandığını ileri süren kişilerin yazdıklarını okurken veya sözlerini dinlerken nerelere dikkat etmek gerektiğini bilgilerinize sunmaktır.

Original by John Baez

Kozmoloji ve astrofizik

  1. Big Bang sırasında veya Big Bang'dan önce neler oldu? Başlangıçta gerçekten bir tekillik (singularity) var mıydı? Bu sorunun hiçbir anlamı olmayabilir, ama olabilir de. (Bilimsel açıdan anlamsız soru ne demektir?) Evrenin tarihi geriye doğru sonsuza kadar gider mi, yoksa sonlu bir zaman mıdır?
  2. Evrenin geleceği sonsuza kadar gider mi, yoksa sonlu mudur? Gelecekte Büyük Çökme (Big Crunch) gerçekleşecek mi? Evren mekan bakımından sonsuz mu?
  3. Zaman niye tek yönlü olarak akar? Gelecek geçmişten niçin bu kadar farklıdır? Evren sonluysa ve geriye kendi üstüne çökecekse, zamanın termodinamik oku da büyük çökmeye giden yolda ters yöne akacak mı? Böyle olursa bunun ne gibi sonuçları olabilir? Örneğin, mezarımızdan kalkıp, anamızın rahmine mi döneriz?
  4. Uzayzaman gerçekten 4 boyutlu mudur? 4 boyutluysa, niye? Değilse, kaç boyutludur? Yoksa bu saçma bir soru mudur? Yeterince kısa ölçeklerde incelenince uzayzaman gerçekte bir manifold olmayabilir mi?
  5. Kara delikler gerçekten var mı? (Teori ve dolaylı kanıtlar var diyor gibi, ama?) Hawking'in öngördüğü gibi gerçekten enerji yayınlar ve buharlaşırlar mı? Böyleyse, sonlu bir zaman geçip de tüm enerjilerini yayınladıktan sonra ne olur? Geriye ne kalır? Kara delikler enerjinin, momentumun, açısal momentumun ve elektrik yükünün korunumu dışındaki bütün korunum yasalarını gerçekten çiğner mi? Kara deliğe düşen bir cismin sahip olduğu bilgiye ne olur? Kara delik buharlaştıkça bu bilgi kaybolur mu? Bu, quantum mekaniğinde bir modifikasyon gerektirir mi?
  6. Kozmik Sansür hipotezi doğru mu? Çöken izole çekim sistemleri düzgün bir olay ufkunu geliştirerek onu arkasında gizlenirler mi? Kozmik Sansür göçerse, çıplak tekillikler neye benzer, ne gibi acayip sonuçlar ortaya çıkar?
  7. Galaksiler niçin öbekler halinde ve ince tellere benzeyecek şekilde dağılmıştır? Evrendeki maddenin çoğu niye baryoniktir? Bu, yeni fizikle çözülebilecek bir konu mudur?
  8. Kahverengi cüceler, Jüpiterler vs gibi gözlenemeyen maddeyi hesaba katmak için elimizden geleni yaptığımız halde, galaksilerin çekimsel kütlesi niçin görebildiklerimizden daha fazlaymış gibi çıkıyor? Kayıp "karanlık madde" var mı? Varsa, karanlık maddenin mahiyeti nedir? Baryonik mi, nötrino mu yoksa daha egzotik bir şey mi? Yoksa, bizim çekim anlayışımızda mı bir sorun var? Ya da ne?
  9. Kozmik Gamma Işınları patlamalarının kaynağı nedir? Bazı müthiş astronomik olaylar sonucu ortaya çıktığı sanılan bu esrarengiz patlamalarla ilgili olarak yüzlerce teori ileri sürülmüştür.
  10. Çok yüksek enerjili kozmik ışınların kaynağı ve mahiyeti nedir? Bu, ABD deki Sinek Gözü adlı detektörün kaydettiği yaklaşık 300 EeV şiddetindeki kozmik ışın sağanağıdır. Benzer bir olay Japon Scintillation dizisi AGASA tarafından da kaydedildi. Bu olaylar ilk tespit edildiklerinde beklenenden çok daha fazla şiddetliydiler. Şimdiye kadar sadece epey spekülatif birkaç teori ileri sürüldü.

Parçacık ve quantum fiziği

  1. Fizik yasaları sağ ile sol, geçmiş ile gelecek ve madde ile antimadde arasında niçin simetrik değildir? CP ihlalinin mekanizması nedir? Zayıf etkileşimlerdeki parite ihlalinin kaynağı nedir? Şimdiye kadar tespit edilememiş zayıf sağ elli zayıf akımlar var mı? Varsa, simetriyi bozan nedir? CP ihlali standart model içinde bütünüyle açıklanabilir mi, yoksa yeni bir kuvvet veya mekanizma mı gerekiyor?
  2. Temel kuvvetlerin (elektromagnetizm, zayıf ve güçlü kuvvetler, ve çekim) şiddetleri niçin şimdi olduğu gibidir? Elektromagnetizmin şiddetini ölçen ince yapı sabiti niçin 1/137.036 dır? Tabiatın bu boyutsuz sabitesi nereden geliyor? Yeterince yüksek enerjilerde bu kuvvetler birleştirilebilecek mi?
  3. Lepton ve quarkların niçin 3 ırkı vardır? Kütle oranları niçin öyledir? Mesela muon kütlece 207 kat ağır olması dışında her bakımdan niçin kesinlikle elektron gibidir? Niçin vardır ve niçin kesinlikle bu kadar ağırdır? Quarkların veya leptonların bir içyapıları var mıdır?
  4. 4 boyutlu uzayzamanda etkileşen ve serbest olmayan alanları tanımlayan, kendi içinde uyumlu ve kabul edilebilir bir quantum alan teorisi var mı? Örneğin, standart model matematiksel olarak uyum içinde midir? Ya quantum elektrodinamik (QED)? Noktasal parçacıkların klasik elektrodinamiği için bile matematiksel bakımdan tatminkar ve sağlam bir formülasyon bulunmuyor.
  5. QCD quark dinamiğinin doğru bir ifadesi mi? Proton, nötron, pion vs gibi hadronların kütlelerini standart modelden hesaplamak mümkün mü? QCD yüksek sıcaklıklarda quark/gluon serbest kalma faz geçişini öngörüyor mu? Bu geçişin mahiyeti nedir? Tabiatta gerçekten olur mu?
  6. Niçin antimaddeden çok madde bulunur, en azından bu civarda? Evrenin her tarafında madde gerçekten antimaddeden çok mudur?
  7. Quantum fiziğinde "ölçme" ile ne kastedilir? "Dalgafonksiyonunun çöküşü" fiziksel bir proses olarak mı gerçekleşir? Öyleyse nasıl ve hangi şartlar altında? Değilse, onun yerine ne olur?
  8. Görünüşte quantum alan teorisi tarafından öngörülen muazzam (muhtemelen sonsuz) vakum enerji yoğunluğunun çekim etkileri nelerdir? O gerçekten muazzam mıdır? Öyleyse niçin muazzam bir kozmolojik sabit gibi davranmaz?
  9. Güneşten gelen nötrino akısı niçin öngörülenle uyumlu değildir? Bu uyumsuzluk gerçekten önemli midir? Öyleyse bu uyumsuzluk güneş modellerinde mi, nükleer fizik teorilerinde mi yoksa nötrino teorilerinde mi? Nötrinolar gerçekten kütlesiz mi?

Yoğunlaşmış madde ve lineer olmayan dinamik

  1. Sonoluminisansın sebebi nedir? Sonoluminisans sıvılarda sesin sebep olduğu küçük ışık patlamalarıdır. Sıvıda ses dalgasının alçak basınç noktalarında kabarcıklar oluşur, sonra yüksek basınç dalgası geçerken bunlar tekrar çöker. Çökme noktasında küçük bir ışık parıltısı üretilir. Bu olayın kesin nedeni yoğun bir spekülasyon ve araştırma konusudur.
  2. Türbülans nasıl anlaşılabilir ve onun etkileri nasıl hesaplanabilir? Bu en eski sorulardan biridir.
  3. Yüksek sıcaklık süperiletkenliğinin sebebi nedir? Oda sıcaklığında süperiletken olabilecek bir malzeme yapmak mümkün müdür? Düşük sıcaklıklardaki süperiletkenlik 1957'den beri BCS teorisi çerçevesinde anlaşılabiliyordu, fakat yüksek sıcaklıklardaki süperiletkenlik 1986'da keşfedildi ve hala açıklanamadı.

Büyük soru

Bu son soru yukarıdaki kategoriler arasında bir yerde oturur.

Çekimin quantum teorisini kuracak şekilde quantum mekaniği ve genel relativite nasıl birleştirilebilir? Einstein'ın çekim teorisi (klasik GR) mikroskopik limitte de doğru mudur, yoksa gözlenen limit(ler)le uzlaştırmak için modifikasyonlar yapılmalı mıdır / yapılabilir mi? Çekim gerçekten eğrilik mi? Değilse ne ve niye eğrilik gibi davranıyor?

Bu sorunun cevabı hem yukarıdaki diğer soruların çoğunun cevaplarına bağlı olacak, hem de muhtemelen aynı zamanda o cevapların büyük bir kısmını oluşturacaktır.

 

1-Karadelik Teorisi altüst oluyor- Kaynak:NTV-MSNBC

2-http://webarsiv.hurriyet.com.tr  - 13.02.2004-

3-Casimir etkisi -Mehmet TAŞKAN

4-H.B.G. Casimir, Proc. Kon. Ned. Akad. Wetensch. B51, 793 (1948)

5-S. Lamoreaux, Phys. Rev. Lett., 78, p5 (1996).

6-K A Milton 2001 The Casimir Effect: Physical Manifestations of Zero-point Energy (World Scientific, Singapore) Buy the book: Amazon UK/Amazon US . Subscribe to Physics World << Previous Physics World September 2002 Next >> physics world alerts .

 

 

                               

Sayfalar: 1. 2.  3. 4.  5. 6. 7. 8.  9. 10. 11.  12. 13. 14. 15. 16.   17. 18. 19.. 20. <<İNDEX  ANASAYFA