|
Zaman
Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli |
Işıktan hızlı yolculuk. Maddenin zaman ve
mekan içinde ışınlanması. Zeki makineler. Sınırsız iletişim. Filmlerde her
şey mümkün; peki bilimkurgu gerçek de olabilir mi?
Işınla, Scotty!" Herhalde bilimkurgunun
en tanıdık cümlelerinden biridir bu. Uzay gemisi Atılgan'ın mürettebatı
1966 yılında ilk kez ışınlama odasına girdiğinden, parlak taneciklere
ayrılıp saniyeler sonra yabancı bir gezegen üzerinde yeniden
maddeleştiğinden beri, bunun gerçekten geleceğin yolculuk şekli olup
olmadığını bir sürü kişi merak ediyor, sadece dizinin tutkunları değil.
Bilimkurgu yazarları geçmişte zaman zaman kahinleri aratmayacak yetenekler
sergilediler. Jules Verne'in sözünü ettiği aya yolculuk, bir klasik
sayılıyor. Film endüstrisi bu türe yöneldiğindeyse teknik efektler ön plana
çıktı. Bu sektörde Uzay Yolu serisinin rolü apayrı. Hollywood'un
olabildiğince inanılır
gelecek senaryoları üretmek için bilim adamlarını stüdyolara danışman olarak
tuttuğu bilinen bîr şey.
WARP TEKNOLOJİSİ
Güçlü enerjilerle teorik olarak olanaklı
Işık hızının birkaç katı süratle yolculuk yapmak, neredeyse uzayda geçen tüm
bilimkurgu maceralarının standart repertuarına dahil. Bunun zorunluluğu da
açık seçik ortada: Aksi takdirde kahramanlar daha ilk ilginç keşfi yapamadan
göçüp giderler. Bilimkurgu yazarlarının sağlamak zorunda oldukları iki şey
var: Bunlardan ilki, gerekli enerjiyi meydana getiren bir güç kaynağı.
Diğeriyse fizik kanunlarının nasıl
devre dışına çıkarıldığına
dair inandırıcı bir açıklama.
(CHIP
| ŞUBAT 2004)
|
EINSTEIN WARP TARAFINDAN
ALDATILDI MI? |
|
Uzay ve
zaman içinde kestirme yollar
Hiçbir şey veya kimse
ışıktan daha hızlı olamaz," diyor Einstein'nın görelilik kuramı. Bir nesne
ne kadar hızlıysa, kütlesi de o denli büyük olur ve ışık hızında nihayet
sonsuza ulaşır. Ancak daha önce hiçbir insanın ulaşmadığı dünyalara yol
almak isteyenler, kozmik hız sınırlarına bağlı kalamaz.
Uzay gemisi Atılgan ve
takipçileri iki ayrı güç kaynağıyla donatılmış durumdalar. Nükleer füzyon
(çekirdek birleşmesi) yöntemi, gemiye ışık hızının dörtte biriyle yarısı
arasında bir hız sağlıyor. Daha yüksek bir hız gerekiyorsa, Uzay Yolu
dünyasında ışık hızının birkaç katına çıkmayı sağlayan "Warp" teknolojisi
kullanılıyor (üstteki kutuya bakınız). Bu teknoloji, maddenin antimadde ile
tepkimesinden ortaya çıkan enerjiyi kullanıyor. Film yapımcıları burada
doğru iz üzerindeydiler: Bilim adamları, Cenevre'deki çekirdek araştırma
merkezi CERN'in büyük parçacık hızlandırıcısında ilk kez 1981 yılında antiproton üretmeyi başardılar. O ana kadar antimaddenin varlığı genel
olarak tartışmalı bir konuydu. Madde ve antimadde birbirlerini karşılıklı
yok ettiklerinde, hidrojen
bombasının patlamasında açığa çıkan enerjinin yaklaşık 200 katı oluşuyor. Antimadde şimdiye kadar yalnızca çok kısa ömürlü elementer parçacıklar
biçiminde üretildi.
Fizikçi profesör Stephen Hawking
<<
Warp teknolojisi gerçekten işe yarıyor
mu? Üzerinde çalışıyorum>>
ZAMAN İÇİNDE
YOLCULUK
Dedeniz belki de
paralel evrende yaşıyor
Einstein'ın ve Hawking'in uzay-zaman teorileri, bilimkurgu'nun gözde
konularından biri için de zengin bir bilimsel arka planı oluşturuyor: Zaman
yolculuğu. Gerçi hiçbir fizikçi somut olarak bir zaman makinesinin
inşasıyla uğraşmıyor, ancak bilimin fildişi kulesinde zaman içinde
yolculuklar konu ediliyor. Sadece burada adları başka: "Kapalı zaman benzeri
yollar".
Fizik, paradoks durumlarında zaman içinde yolculuklara yardımcı olacak
olanaklı yollar gösteriyor. Paradokslar, geçmişe müdahaleler yoluyla
geleceğin değiştirilebileceği zaman oluşuyor bunun en tipik örneği, bir
torunun geçmişe dönüp dedesini öldürmesi. Çekim gücünün kuantum teorisi ve
"Çokluevren teorisi" bir çözüm sunuyor: Geçmişe her müdahale bir paralel evren
üretiyor, zamanın akışı çatallanıyor. Kuramcıların değerlendirmesine göre
gelecekten gelen davetsiz misafirlere karşı daha güvendeyiz, çünkü zaman
makinesinin inşasından önceki geçmiş, onların modellerine göre gezilemez.
BİLGİSAYAR
Söz dinleyen bilgisayar
"Bilgisayar!" Uzay gemisi
mürettebatından bîrinin ağzından çıkan bu
sözcük, konuşma tanıma sistemini uyarıyor. Geminin
bilgisayarı, bu sözcüğü bir
ses girişinin izleyeceğini biliyor.
Bu tip komutlarla bugün de bazı yazılımları başlatmak mümkün. Bunu takip
eden şeyde ise kurgu ve gerçeklik
arasında geniş bir uçurum var. Uzay
gemilerinde yer alan kurgu ürünü bilgisayarlar doğal dilin her
sözcüğünü hatasızca ayırt etmekle
kalmıyor, tüm içeriği de anlıyor.
Bu
noktaya gelinceye kadar uzun bir yol
var Önümüzde. Bugünkü sistemler, en iyi
durumda bile en fazla birkaç bin
kavramla uğraşmalarını gerektiren
sınırlanmış komut setleriyle
güvenilir olarak çalışıyor.
Oysa Stanley Kubrick'in Arthur C.
Clarke'in eserinden
çektiği 2001: Uzay
Efsanesi filminde geminin bilgisayarı
HAL dudakları bile okuyabiliyordu.
Aslında bu da gerçeğe dönüşüyor:
Intel birkaç ay önce bu
işi başaran bir yazılım geliştirdiyse
de, daha çok dil tanımayı
desteklemek için kullanılıyor ve
HAL'in yetenekleriyle karşılaştırılacak gibi
değil.
Ses ve konuşma tanıma, otomatik pilot
ve otomatik yön bulma sistemleri çoktan
gündelik yaşamın bir parçası
oldu bile. Yapay
zeka uzmanları, bu sistemlerin
performansının yükseleceği konusunda
kendilerine güveniyorlar. Yaşanan
coşku dolu aşamalardan
sonra, ilerlemelerin başlangıçta
varsayılandan daha yavaş gerçekleşeceği de
kabul ediliyor.
Bilgisayarlardaki gelişme, gelecek
vizyonları tasarlamak konusunda
bilimkurgu yazarlarının ekmeğine yağ
sürüyor. Mevcut teknolojinin sınırlan, gelecek nesil bilgisayarlar gibi,
ortada. Bugünkü bilgisayarların hesaplama
performanslarıyla bu alanda hızla
sınırlara ulaşılıyor. Hayallerin gerçek olması için alternatif
bilgisayar teknolojileri üzerinde
çalışılıyor. Teorik olarak çok
sayıda işlemi paralel olarak yürütme olanağına sahip kuantum
bilgisayarlarının şansı yüksek.
Neredeyse bugün gibi:
Kaptan Jean-Luc Picard düz
ekran ve Tablet PC ile.
Bilimkurgularda yer alan uzay gemileri gerçekten zamanlarının çok önünde.
İleri görüşlü bir veri taşıyıcı bu dizilerden çıkıp
gerçeğe dönüştü. Mr. Spock'm
Atılgan'da kullandığı bilgisayar diskleri, günümüzdeki
3,5 inçlik disketlere çarpıcı bir
biçimde benziyordu, üstelik de bu
disketlerin ortaya çıkışından
neredeyse on beş sene önce.
Daha sonraki dizilerde bazen ticari
çıkarlar ileriye dönük görüşlerin önüne geçiyor. Kaptan Picard'm 300
yıl sonra da hala bugünkü Tablet PClerle çalıştığına kim inanır? Bu,
olsa olsa ustaca bir ürün yerleştirme stratejisinin sonucu olabilir.
Borda bilgisayarı:
Uzay gemilerindeki bilgisayarların yapamadığı şey yok gibi.
Dev veritabanlanna sahipler, galaksiler ötesi ağ oluşturuyor ve kullanıcıyla
mükemmel iletişim kuruyorlar.
Çetin BAL:
Aşağıda zamanın doğasına dair öne
sürülen Ruhsal içerikli bilgileri dikkatinize sunarım: Burda verilen
bilgiler boyutların ve zamanın doğasına dair bilimsel öngörülerle de
doğrudan bağdaşan uyumlu ifadelerdir.İlgi
çekici olabilecek bu mesajları siz okurlarımın ilgisine sunmak istedim.
Gelecekten Mesaj
Kiara Windrider
"Sonsuzluğa Açılan Kapı" adlı kitap,
1999'da, Californiya'daki Shasta Dağı'na geri döndüm. Agustos'taki güneş
tutulması sırasında önemli bir astrolojik sıralanış vardı ve ben o sırada
sevgili dağımda birkaç hafta geçirmek istiyordum. Dağın yukarısında çadır
kurdum. Birkaç gün sonra kendisine Windrider adını veren bir varlık benimle
temas kurdu. Daha sonra kendisinin benim gelecekte bulunan bir vechem
olduğunu acıkladı. Şimdi sözü ona bırakıyorum:
"Ben Windrider'im. Yükselmiş bir üstat ve bir zaman yolcusuyum, ancak benim
perspektifimden bu lineer bir zamanda ileriye geriye gitmekten çok,
farklı bir zaman hattına sahip bir boyuttan diğerine, boyutlar arasındaki
geçitleri kullanarak bir anda gitmektir. Az sonra açıklayacağım gibi, bu da
yükseliş bilincinin bir parçasıdır. Benim zamanımda birçok kişi yükseliş
hakimiyetine erişerek yükseldi. Ben belli bir amaçla sizin zamanınıza geri
döndüm. Siz büyük bir değişim zamanına yaklaşıyorsunuz ve önünüzde uzanan
iki ana olasılık akış vardır.
Bir Zaman Hattından Diğerine Geçiş
Önce, size zamanın doğası hakkında bazı perspektifler sunmak istiyorum.
ZAMAN FREKANSIN BİR İŞLEVİDİR. Tıpkı müzikteki
bir akorun birkaç tonu içerebilmesi gibi, evren de çok boyutlu bir yapıdır,
her boyut belli bir frekans ya da yoğunluk derecesi tarafindan karakterize
edilir. (Bu konuda genis bilgi Ra bilgilerinde bulunabilir.) Sizin zaman
deneyiminiz, yoğunluk derecesi deneyiminize göre değişir. 3-B (üç boyut)
frekansında siz halen Değişim'in öncesini deneyimliyorsunuz, zamanınız
lineer ve birbirinden ayrı bir geçmiş ve gelecek "şimdiki zaman" denen
''şimdi zamanında'' üst üste geliyor. Üçüncü boyut realitesinde şimdiki zaman
küçük bir andır. Daha yüksek yoğunluk frekanslarında şimdi zamanı duygunuz
çok genişler, geçmiş ile gelecek arasındaki ayrılığı ortadan kaldırır ve
şimdiki zamanı, dolayısıyla mevcudiyeti daha büyük ölçüde deneyimlemenizi
sağlar.
Çağlar boyunca şamanlar, mistikler, peygamberler ve meditatorler geçmiş ile
gelecek arasındaki bu ayrılığı yok etmeyi öğrenmiş, diğer boyutlara yolculuk
yapmış, sonra tekrar gerçek dünya dediğiniz dünyaya dönmüşlerdir.
Avustralya'nın Aborijinleri gibi yerli halklar dünyalar arasında nasıl
yaşayacaklarını bilecek kadar akışkandılar, onlar "rüya zamanı" dedikleri
şeyi asıl realiteleri olarak yaşarlardı. Eski zamanların tüm bu yolcuları
dünyalar arasında yolculuk yaparken hem gelecekteki olayların vizyonlarını
görebilir, hem de akaşik kayıtlara girerek geçmişe erişebilirlerdi.
Ancak, Dünya tarihinde çok az kişi geçmiş ya da gelecekteki olaylara
gerçekten katılabilecek ya da onları değiştirebilecek kadar 3-B
zaman-hattından ayrılabilmiştir. Bunun böyle bir girişimin karmaşıklığıyla
ve ayrıca bir özgür irade evrenindeki ortak bilinçle ilgili nedenleri
vardır. Belli bir zaman çerçevesine katılma eylemi tüm o zaman akışında bir
değişim sağlar. Biz sizin şimdiki zamanınız olan geçmişe girdiğimizde, sizin
şimdiki zaman hatlarınızla kesişen paralel zaman hatlar yaratır, ortak
bilincinizin içinden seçebileceği yeni olasılıkların tohumlarını
ekeriz.
Önünüzde uzanan Değişim'in doğasından ötürü, bu zamanda aleminizde birçok
zaman yolcusu vardır. Bunlar genelde geçmişteki bir kimlikleriyle
birleşmekte, bazıları ise bir zaman hattından bir başka zaman-hattına
(gelecekten şimdiye) aktarılmış bedenlerle enkarne olmakta, yani bu boyutta
fiziksel olarak tezahür etmektedirler. Eğer bizim kritik zamanlardaki
müdahalemiz olmasa, gezegeniniz bugün yok olmuş olurdu. İşte Edgar Cayce'in,
Nostradamus'un, ve bazı kadim kutsal kitapların kıyamet günü kehanetlerinin
gerçekleşmemiş olmasının nedenlerinden biri de budur.
Peki, biz zaman akışını değiştirerek ortak özgür iradenize ve karmik
seçimlerinize müdahale etmiş olmuyor muyuz? Lütfen şunu anlayın ki biz zaman
yolcularının birçoğu, SİZİN BENLİKLERİNİZİN GELECEKTEKİ VECHELERİYİZ ve
sizin yapmış olduğunuz çağrılara karşılık veriyoruz. Siz bizi YÜKSEK
BENLİKLERİNİZİN VECHELERİ olarak adlandırabilirsiniz, ki
biz size göre daha
yüksek frekanslı bir boyutta bulunduğumuzdan bu doğru bir bildirim olur. Bu
zamanda Dünya'nın ortak bilinci daha yüksek bir yardımı çağırıyor ve biz bu
çağrıya verilen karşılığın bir parçasıyız.
Bu zamanda dünyanıza zaman yolculuğu yapabilmemizin bir başka nedeni de
devletinizin yaptığı Philedelphia Deneyi gibi bazı deneylerin sonucunda
belli zaman kapılarının açılmış olmasıdır. Böyle deneylerin asıl nedenleri
biraz sorgulanabilir nedenlerdi, ama gerçek şu ki bu zaman kapılarının
açılmasıyla, 4. boyutun önündeki perdeler incelerek, diğer dünya ve
boyutlardan dünyanıza yapılan ziyaretleri ve tüm gezegeninizin 4. boyuta geçişini de kolaylaştırmaktadır!
Deney
Daha önceleri katılımcı zaman yolculuğunun mümkün olmamasının birkaç nedeni
vardı. En yüksek mistiklerinizin ve bilim adamlarınızın bu girişimde sınırlı
başarı elde etmiş olmalarının bir başka nedeni 3. boyutunuzun doğasıdır.
ZAMANDA BAĞIMSIZ OLARAK YOLCULUK YAPABİLMEK İÇİN EN AZINDAN BEŞİNCİ BOYUTTA
BULUNMANIZ GEREKİR. Aynı zamanda, şimdi anınızın sonsuz çeşitlilikte paralel
boyutlar içindeki çok uzun bir lineer zamanı kucaklayabileceği kadar geniş
bir perspektifte köklenmeniz gerekir. Tarihinizde az sayıda bazı yükselmiş
üstatlar bunu başardı. Ancak, sizler insan olarak bunu başarma yolundasınız.
21. yüzyılın bu dönemi sizin için yaşanacak heyecan verici bir zamandır. Siz
hep birlikte yaşayacağınız huşu verici bir olayın eşiğindesiniz. Çok uzun
zaman önce bildirilen ve sadece Dünya'nın şamanları ve peygamberleri
tarafından değil, sonsuz galaksiler boyunca da beklenen bir "doğuma" bir "çağların değişimine" tanık oluyorsunuz. İleride anlayacağınız nedenlerle,
şimdi Dünya üzerinde vuku bulan şey tüm yaratılış boyunca bir dalgalanma
etkisi yaratmaktadır. TÜM EVRENLERDE YEPYENİ BİR TEKAMÜL DEVRESİ
BAŞLAMAKTADIR ve Dünya denen bu küçük gezegenin bunda oynayacağı anahtar bir
rol vardır ve işte bu yüzden bu zamanda sizi geniş bir izleyici topluluğu
izlemektedir. Bu, Yaradılış'taki en yüksek varlıkların bazılarının Dünya'da enkarne olmalarını, çok farklı yasam formlarının ve soyların hepsinin
büyük bir birleşme deneyi için fiziksel boyutta enkarne
olmalarıyla ilgilidir.
Birlik bilincini deneyimlemiş olanlarınız daha yüksek boyutlarda Birliği
deneyimlemenin büyük bir çabayı gerektirmediğini bilirsiniz. Burada, sonsuz
farklılığa ve dualite bilincine sahip 3-B Dünya'sında bu, bir cesaret,
kararlılık ve adanış sınavı haline gelir. Sizin şu anda bu fiziksel boyutta
Tanrı bilincinin en ileri durumu olduğunuzu öğrenmek sizi şaşırtır mıydı?
Eğer Dünya fiziksel bir (3. ya da 4.) boyutta farklılık içinde birliği
deneyimleyebilirse, tüm Evren tekrar Tanrı Zihnine geri dönüşü içeren nefes
alış devresine başlarken Tanrı Kalbi'nin faaliyetini çok genişletecektir.
Bir Noktada Birleşme
Evet, gezegensel doğumunuzda devreler içinde devreler içinde devreler
sarmalanmıştır. Siz sadece bir binyılın sonunda değil, aynı zamanda 2160
yıllık Balık Burcu Çağı'nın da sonundasınız. Girdiğiniz Kova Burcu çağı
sadece başka bir çağı, ekinoksların presesyonu olarak bilinen 26,000 yıllık
bir devrenin de başlangıcıdır. 26.000 binyıl süren Presesyonel Yıl esnasında
siz iki kere -ki biri Kova Burcu Çağı'nın başlangıcıdır- galaktik merkezden
yayılan yüksek titreşimli bir ışık akımının etkisine girersiniz ve bu sizi
Tanrı Zihni ile daha büyük bir eşzamanlılığa sokar.
Aynı şekilde, Galaktik Güneşiniz de galaksiler boyunca çizdiği sarmalı
tamamlıyor; Hindu kutsal metinlerinde "Tanrı'nın nefes alışı" olarak
tanımlanan ana yaklaşıyor. Bu noktaya dek, Yaradılış'ın mevcut devresindeki
her şey "Tanrı'nın nefes verişinin" bir ifadesi olmuştur. Şimdi geri dönüş
zamanıdır, bu tüm evrenlerdeki tüm boyutlardaki her şeyin daha yüksek bir
Birlik oktavına doğru geri sarılacağı bir zamandır. Bu otomobillerinizdeki
9999'dan sonra sıfıra dönen kilometre sayacı gibidir
.
Siz bu Sıfır Noktasını Dünya üzerinde meydana gelen ve Bir'liğe geri dönüş
yolculuğunda tüm bu büyük devreler ile Yaradılış'ın tüm boyutlarını
birbirine bağlayan bir birleşme noktası olarak düşünebilirsiniz. Kova Burcu
Çağının başlangıcı, bir Presesyonel Yılın başlangıcı, Galaktik Devre'nin
başlangıcı, ve Yaradan'ın Nefes Alışının başlangıcı, hepsi bir noktada
birleşmektedir.
Bu ne anlama gelir? Bu Sıfır Noktası'nın benzersiz doğasından ötürü, Dünya
Yaradan ile Yaradılışın bir olduğu kozmik bir doğum anının eşiğinde
bulunmaktadır. Boyutlar arasındaki perdeler Yaradan bilincinin Dünyada
bedenlenmiş tüm varlıkların kalplerine ve zihinlerine ve yansımayla tüm
evrenlere sessizce girebileceği kadar uzun bir zaman ya da zamanın dışındaki
bir an boyunca kalkmak üzeredir. Bu zamansızlık anında, sanki tüm Yaradılış,
Yaradan ile birlikte nefesini tutacak ve sonra ebediyen Tanrı Ruhu ile
dolacaktır.
Herhangi bir yaşam formunun titreşim frekansı onun Ruha bağlılığıyla
ilgilidir. Ruhla dolma anında, gezegendeki tüm varlıkların frekansı tek bir
olağanüstü uyanış sarsıntısıyla yükselecektir. Ve zaman ile boyut da
frekansla ilgili olduğundan, BİRDEN VE TOPLU OLARAK 4. BOYUTA GECECEKSİNİZ.
5. boyuta toplu geçiş henüz bir zaman alacağından, bazılarınız 4. boyutu
geçip, 5. hatta 6. boyutsal frekanslara girdiğinizi ve böylece tam yükseliş
hakimiyetini deneyimlediğinizi görebilirsiniz. Bu şekilde ben, Windrider,
Değişimden sonra kendimi 6-B'de bulduğumda, 4. boyutsal bedenimi birleşik
ışıkta eritmeyi seçtim ve birçok zaman ve boyuta geçebilme yeteneğini
kullanmaya başladım.
İki Akış
Şimdi halen önünüzde uzanan iki olasılık akışından söz etmek istiyorum :
Büyük Değişim kaçınılmazdır. O sizin geleceğinizin tüm olası zaman
hatlarında bir kesinliktir. Ancak, Kozmik Doğum anında tam olarak ne
olacağı henüz belirlenmemiştir ve bu tamamen o andaki ortak bilince bağlı
olacaktır.
Benim ve geleceğinizden gelen diğer üstatların aranızdaki mevcudiyeti
insanlığın belli bir oranının bu Değişimi başarıyla gerçekleştirdiğini
gösterir ama bu oranın ne olduğunu göstermez. Bu oran sürekli olarak değişir
ve bizim dileğimiz bu oranın mümkün olan en büyük sayıda varlığı
içermesidir.
Bu zamanda iki olası senaryo vardır: Biri, Sıfır Noktası anında bu
gezegendeki tüm varlıkların 4. boyuta geçmeleridir. Bu en iyi durum
senaryosudur. Diğerine göre, dünyalar birbirinden ayrılacaktır; 4-B ve 5-B'ye
geçmeye hazır olanlar bunu yapacak, buna hazır olmayanlar ise karmalarını
paralel bir Dünya'da sergilemek üzere 3-B'de kalacaklar ve bu dünya
muhtemelen doğal felaketler sonucu yok olacaktır.
3. olasılık ve en kötü durum senaryosu tüm gezegeninizin ve onun tüm zaman
hatlarının büyük bir doğal felaket sonucunda yok olmasıdır. Sizin
zamanınızdan yirmi yıl öncesine dek bu yüksek bir olasılıktı. Şimdi ben, tüm
yükselmiş üstatlar adına, BUNU ÖNLEYECEK BİLİNÇ DEĞİŞİMİNİ GERÇEKLEŞTİRMİŞ
OLDUĞUNUZ için sizi kutlarım! Şu anda Dünya'da büyük bir ışık taşınmaktadır.
İşte bu yüzden, birçok paralel zaman-hattını içeren 2. senaryodan tüm
gezegenin boyut değiştirmesini içeren en iyi durum senaryosuna geçmenin
mümkün olduğuna inanıyoruz. Ayrıca bu yüzden, Sıfır Noktası'nın gelişi tüm
insanlığa bu Değişimi yapma fırsatı vermek için mümkün olduğunca
ertelenmiştir.
Kadim kehanetlerinizin birçoğu 2. olasılık akışından söz eder, çünkü bu o
zamanlar hayal edilen en umut verici senaryo olarak görünüyordu. İsa,
tarlada çalışan iki adamın kendinden geçeceğinden, birinin alınıp diğerinin
geride bırakılacağından söz etmişti. Hıristiyan, Müslüman ve Musevi kutsal
kitapları, doğru yolda olanların ödüllendirilip, yanlış yolda olanların
cezalandırılacağı bir hüküm günü imajlarıyla doludur.
Bu çağda da ilk senaryoyu yansıtan teoriler vardır. Hem biyolojik hem de
ruhsal tekamülün uygun bir tarifi olan "yüzüncü maymun" öyküsü bunun bir
örneğidir. Yeterli sayıda varlık yeni bir paradigmayı hayal ettiğinde ve
uyguladığında ilahi inayet yasasının devreye girdiği ve geriye kalan
maymunların ya da insanların da ayrı paradigmaya sokuldukları daima
doğrudur.
Meydan Okuma
Kitle bilincinin, ikinciden birinci olasılık akışına geçmesi için ne olması
gerekir? İkinci senaryo karma'ya, birinci senaryo ise ilahi inayete dayanır.
İnayet yasası, karma yasasının daha yüksek bir oktavıdır. Ve bunun için
ortak gölgelerinizi olduğu gibi, kişisel gölgelerinizi de anlayıp tam olarak
kucaklamanız gerekir. Üstat İsa, durmaksızın bağışlamaktan söz ederken,
bununla onların eylemlerine göz yummayı değil, sizin hem gölge, hem de ışık
olduğunuzu ve bağışlamanın size ilahi bir simya uygulayarak gölge ile ışığı
Bir'lik deneyimi içinde birleştirme fırsatı verdiğini kastediyordu. O,
"Komşunu kendin gibi sev" demişti, çünkü gerçekten de siz bir ve aynısınız.
Uyanmış insanlığın sınavı şudur: Bu genişlemiş anlamda BAĞIŞLAMA VE SEVGİ
ELİNİ CEHALET VE KARANLIK İÇİNDEKİ KARDEŞLERİNİZE UZATABİLİR MİSİNİZ? Bu
şefkatten kaynaklanan bir bağışlamadır; bu komşunuzu, kendinizi, karanlık
efendileri, güç tacirlerini, gizli hükümetleri, illuminati'yi,
sürüngenimsileri, grileri, annunaki'yi ya da sizin kendi düşman versiyonunuz
her neyse onu kucaklayan bir bağışlamadır.
Bunu yapabildiğinizde, inayet yasasını harekete geçer ve kutuplaşmış bir
çatışma sona ererek, tam bir gezegensel uyanışa kapı açar. Bu, Tanrı'nın
nefes alışında hiç kimsenin geride bırakılmamasını sağlar. Bu en iyi durum
senaryosudur ve ben bunu bir kez daha tohumlamak için zamanınıza geri
geldim.
O inançla başlar ve bunu arzu ile niyet izler. 4. boyuta ve onun da ötesine
hep birlikte yumuşak ve acısız bir geçişi deneyimlemenin mümkün olduğunu
bilin. Bu büyük simyada Tanrı'nın temsilcileri olabilirsiniz. Siz doğal
felaketler sonucu yok oluşu içeren 3. olasılığı önleyerek bunu zaten
kanıtladınız.
Şimdi ayrılıyor ve sizi sevgi ve inayetle bırakıyorum. Önünüzde uzanan bu
derin fırsat için büyük bir yardım gördüğünüzü bilin. Yükselmiş üstatlardan,
ışık kardeşliğinden, meleklerden, Elohim'den, yunus ve balinalardan yardım
isteyin. Avatarlar'dan, ermişlerden, yıldız uluslarından, yüksek
benliklerinizden, Mesih'ten, Tanrı dediğiniz Büyük Ruh'tan yardım isteyin.
Ve bizden, gelecekteki benliklerinizden yardım isteyin. Siz yalnız
değilsiniz ve biz ayrı değiliz !
PHILADELPHIA DENEYİ!!!
Uygulama, Philadelphia limanındaki, USS Eldridge, DE
(Destroyer Escort) 173 borda numaralı bir ABD sahil koruma gemisi üzerinde
yapılır.
Tarih: 28 Ekim 1943'dür. Gemiye, 75 KVA gücünde iki dev
jeneratör (degausser), her biri 2 megawat CW gücünde üç RF vericisi ve 3000
adet güç arttırıcı tüp monte edilmiştir. Deney başladığında, ilk olarak
sisli yeşil bir ışığın çevreyi sardığı görülür. Gemi bu yeşil sise bürünmeye
başlar ve içindeki denizcilerle birlikte yavaş yavaş kaybolur. Geminin
sadece su üzerindeki çırpıntıları görülmektedir, kendisi görünmez olmuştur.
Tam üç dakika sonra, buraya
640 kilometre uzaklıktaki Norfolk limanında, deminin askeri
gözlemcilerin gözleri önünde aniden ortaya çıktığı ve tekrar kaybolduğu ve
en son olarak, yeniden Philadelphia limanında belirdiği görülür. Deney, bu
şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıktığında güçlükle sona erdirilir.
Deney amacına ulaşmıştır. Ancak, deneyden hemen sonra,
gemideki personelin bir kısmının tamamen kaybolduğu; geriye kalanların ise,
psişik yeteneklerinin çok güçlenmiş olduğu saptanır. Bazıları, deneyde
kazandıkları görünmeme yeteneğini, daha sonra günlük yaşamlarında da
sürdürürler. Evlerinde otururken, sokakta yürürken, herhangi bir zamanda,
diğer insanların şaşkın bakışları arasında kaybolup, sonra yeniden ortaya
çıktıkları görülür. Kiminin vücutları kısmen görünmez olur. Liman
yakınlarındaki bir barda çıkan kavgada, denizcilerden bir kısmının bir
görünüp, bir kayboldukları garsonlar tarafından hayretle izlenir. Bir
diğerinin, ailesinin gözleri önünde, evinin duvarları içinden geçtiği
görülür.
Bazıları ise, donup kalmakta; yani heykel gibi kaskatı
kesilmektedir.
Bu donmalar, bazen bir kaç saniye, bazen saatlerce
sürmektedir. Smith adındaki bir denizcinin donuşu ise 200 gün sürmüştür.
Yemeden, içmeden, nefes almadan bu kadar uzun süre donup kalan Smith,
kendine geldiğinde, bu süreyi 5 saniye gibi hissettiğini ve bu süre içinde
elinde olmadan uzayda gezindiğini ve Dünya'yı dışardan seyrettiğini ifade
etmiştir. Donan kişiler, kendi iradeleri ile hareket edememekte,
yakınlarındaki kişilerin onlara dokunarak topraklamaları gerekmektedir. Daha
sonra, hepsi, bu donma anında, kendilerinin çekimsiz olarak serbestçe
yükselip, uzayda gezebildiklerini ifade etmişlerdir. Kaybolan denizciler de,
'Birden kendimizi, bedenimizle birlikte uzayda buluyoruz, sonra tekrar
kaybolduğumuz yerde ortaya çıkıyoruz' demişlerdir.Denizcilerin doğru
söylediği, acı bir gerçekle anlaşılır: Bir gün, üzerinde pusula bulunduran
bir tayfa birdenbire donup kaldığında, arkadaşları ona dokunarak topraklamak
isterler.
Dokundukları anda, tayfa birden alev alır ve o kadar şiddetli
yanar ki, geride hiç bir iz ve kül bırakmaz. Sadece bulunduğu zeminin
kömürleşmiş oluşu, tayfanın yandığını göstermektedir .(Bu şekilde, dört
denizcinin yandığı kaydedilmiştir).Philadelphia Deneyi, sonraki yıllarda bir
çok dergiye, kitaba ve filme konu olmuştur. Deneyle ilgili çeşitli görüşler
ileri sürülmüş, iddialar ortaya atılmış, fakat olayın ardındaki esrar bir
türlü tam olarak gözler önüne serilememiştir. Çok sayıda tanığın olmasının
yanısıra, deneyi yaşayan bir o kadar da denizci vardır. Ancak, bunların
büyük bölümünde zamanla akıl rahatsızlıkları ortaya çıkmış, bir kısmı
intihar etmiş, bir kısmı ise eceliyle ölmüştür. Dolayısıyla, bugün için bu
deneyle ilgili somut kanıtlar bulmak oldukça güçtür. Öyle ki, bugün, ABD
Deniz Kuvvetleri'nde deneyin kod adının bile ortada bulunmaması, bu olayın
yetkililerce hala bir sır olarak saklandığını göstermektedir.
ABD Deniz Kuvvetleri'nin çok gizli 'Inter Services Code-Work
Index'inde yer alan Rainbow' kod adının, Philadelphia Deneyi'ne ait olduğu
ve bu deneyin, resmi kayıtlarda Project Rainbow' (Gökkuşağı Projesi) adıyla
geçtiği, W. L. Moore ve C. F. Berlitz ikilisinin ‘The Philadelphia
Experiment: Project Invisibility' (Philadelphia Deneyi: Görünmezlik Projesi)
kitabında ve A. H. Hochheimer'in 'The Philadelphia Experiment from A to Z' (A'dan
Z'ye Philadelphia Deneyi) adlı yayınında belirtilmiştir.
Ayrıca, deneyin, Philadelphia'da çıkan bir gazetede haber
olarak yayınlanmış olduğu da bu yayınlarda yer almaktadır.
Bazı kaynaklarca deneyin ön hazırlık çalışmalarının Nikola
Tesla ve Dr. John von Neumann tarafından, 1930-1931 yıllarında, Chicago ve
Princeton Üniversiteleri'nde yapıldığı, Tesla'nın 1931-1943 yılları arasında
bu projede etkin görev aldığı, hatta 1940 yılında yapılan ilk denemenin
başarılı olmasından sonra, 22 Temmuz 1943 ve 12 Ağustos 1943 tarihlerinde,
takip eden denemelerin yapıldığı ileri sürülmüştür. Tesla'nın, deneyin Gemi
personeline zarar vereceği gerekçesi ile projeden ayrılmasından kısa süre
sonra şüpheli bir ölümle yaşamını yitirdiğini daha önce belirtmiştik.
Bazı kaynaklarca üç kez tekrarlandığı ileri sürülen deneyi,
yandaki diğer bir gemiden gözlemleyen tanıklardan birinin ifadesi şöyledir :
"22 Haziran 1943 sabahı 9.00'da jeneratörler çalıştırıldı.
Yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başladı. Bir an sadece geminin çapasını
görebildim, sonra o da kayboldu. Sis ortadan kalktığında gemi kaybolmuştu,
sadece denizi görüyorduk. Bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim
adamları, korku ve heyecan içersinde soluklarını tutarak bu inanılmaz olayı
seyrediyorlardı. Gemi ve personeli sadece radardan değil,
gözlerimizinönünden yok olmuşlardı. Her şey planlandığı gibi olmuştu. 15
dakika sonra emir verildi ve jeneratörler durduruldu. Önce bir şey olmadı;
ardından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge tekrar görünmeye
başladı. Sis azalırken, bir şeylerin yanlış gittiğini hissettik. Hemen gemiye
yanaştık.İlk önce, gemi personelinin çoğunun geminin yanlarından arkarak
kusmakta olduklarını gördük. Diğerleri güvertede bilinçsizce, şaşkın şaşkın
dolaşıyorlardı. Ekipler gemiye girerek, bu personeli yenileriyle
değiştirdiler. Bir kaç gün sonra, yeni bir deneyin yapılması
kararlaştırıldı.
Bu deneyde de, gemi, istenilen radar görünmezliğine ulaştı;
akabinde geminin donanımı değiştirildi. Asıl deney ise, 28 Ekim 1943'de yine
aynı gemide gerçekleştirildi. Bu deneyde de, jeneratörler çalıştırıldıktan
hemen sonra, destroyer hemen hemen görünmezlik aşamasına ulaştı.
Geminin sadece burnu ve kıçı görülüyor, aradaki bazı yerleri
ise belli belirsiz seçiliyordu. Sonra, su üzerinde, sadece teknenin
bulunduğu yerde çizgi halinde bir iz kaldı. Daha sonra, mavi bir ışık
parladı ve o çizgi de yok oldu. Artık, gemi tamamen yok olmuştu. Geminin,
bir kaç dakika sonra, Philadelphia'ya millerce uzaktaki Norfolk'da ortaya
çıktığı kaydedildi. Ancak, orada göründükten kısa bir süre sonra tekrar
kayboldu ve tekrar Philadelphia'da ortaya çıktı. Bu kez durum ciddiydi; tüm
personelin başı beladaydı. Bazıları yok olmuştu; bir daha hiç geriye
dönemediler. Ama en korkuncu, beş denizcinin, geminin gidip-gelmesi
sırasında, metal gövdenin içinde sıkışarak kalmış olmalarıydı.
Bu feci bir olaydı. Birisikurtuldu, ama bir daha asla eski
haline dönemedi; aklını yitirmişti.Personelden bazılarının psişik
yeteneklerinin olağanüstü gelişmiş olduğu saptandı. Bazıları ise sokakta
yürürken kayboluyor, sonra yeniden ortaya çıkıyorlardı."
Araştırmacı yazar C. F. Berlitz, 'Without A Trace' (İz
Bırakmadan) adlı kitabında , Dr. Jessup'un yakın arkadaşı, bilim adamı, Dr.
Mason Valentine ile yaptığı bir röportaja yer veriyor. Bu röportajda,
Berlitz'in, Philadelphia Deneyi'nin bilimsel olarak açıklanmasının mümkün
olup, olmadığı konusundaki sorusuna, Dr. Valentine şu cevabı vermiştir:
"Bence Philadelphia Deneyi, bilinen ve alışılmış yollarla
açıklanamaz. Bir çok bilim adamı, artık atomun temel yapısının madde
zerreciklerinden değil, elektromagnetik alanlardan oluştuğu görüşünde. Bu
olay, son derece karmaşık enerji alanlarının birbirini etkileme işlemidir.
Eğer, böyle bir evrenin içinde maddenin değişik fazları bulunmasaydı, bu
şaşılacak bir şey olurdu.Bir fazdan diğerine geçilmesi, bir yaşam düzeyinden
diğerine geçmeye benzer. Bu, boyutlar arası bir değişmedir. Yani, Dünya'lar
içinde başka Dünya'lar olabilir. Manyetik alanların boyutsal değişimler
yaratabileceğinden zaten kuşkulanılıyordu. Maksatlı olarak olağandışı
manyetik koşulların yaratılması, hem fiziksel, hem de yaşamsal olarak
maddenin fazını değiştirebilir. Bu durum, bağımsız olmayan, ancak içinde
bulunduğumuz madde/zaman/enerji boyutunun bir parçası olan zaman boyutunu
saptırabilir.
Kısacası, Philadelphia Deneyi büyük bir olasılıkla gerçek bir
deneydir."
Aytug A.
Senturk:
<< ... Mesela
Naziler'in UFO geliştirdiklerinden ve bunun dünya dışı kaynaklı olduğundan
kaçınızın haberi var, daha geçenlerde National Geographic'te bir belgesel
yayınlandı bu konuya ilişkin, tekrar yayınlanabilir. Naziler'in
insanlar üzerinde deneyler yaptıkları biliniyor ancak iyi bilinmeyen
bunların niteliği ve derinliği. Naziler okült kaynaklı bir örgütlenmedir ve
Thule Örgütü tarafından organize edilmişlerdir, merak edenler Aytunc
Altındal'ın "Bilinmeyen Hitler" adlı kitabına bakabilir. Savaşı kaybetmiş
olmaları herhangi bir şeyi kanıtlamıyor. Phoenix Projesi, bu Vietnam'daki
Phoenix değil nam-ı diğer Montauk Projesi'dir
ki Türkçe'de kaynak yok bu konuda,
bu Philadelphia
Deneyi’nin uzantısı olarak uzay-zaman manipulasyonu üzerindeki son derece
tehlikeli çalışmaları içerir.
Geri kalan konularda ister inanılır ister inanılmaz kişisel görüş ve
deneyimlerimle ilgilidir ve katılanlar kadar katılmayanlar olabilir saygı
duyarım. >>
Hawking'in Sanal Zaman Çalışması
Hawking big bang teorisinin oluşmasında kuramsal olarak en fazla faydası
olan bilim adamlarından birisidir. Konu hakkında çalışmaya devam ederek
sanal zaman fikrini ortaya attı. Bu matematiksel olarak kolaylık sağlayan
karekökü -1 olan sanal bir zaman ifadesiydi.
Matematiksel olarak normal zaman kullandığımızda big bang teorisine uygun
genişleyen bir evren modeliyle karşılaşıyoruz. Sanal zaman kullanırsak bir
başlangıç anını içermeyen sonlu ama tamamen sınırsız bir evrenle
karşılaşıyoruz. Hawking'in çalışmalarındaki ilginç nokta ise gerçek zaman
diye adlandırdığımız, bizim algıladığımız zaman kavramının gerçek olmadığını
sadece bizim algılarımızın sonucu olduğu, bir değer ifade eden esas gerçek
zamanın matematiksel ifadelerde kullandığımız sanal zamanın olduğunu iddia
etmesidir. Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Herşeyin
Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar.
İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde
bulunduğu fantastik bir "hiper uzay" ın
kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking
teorisinde paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi
ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor. Paralel evrenlerle ilgili
model, şu bilinmeyenleri çözebiliyor: Uzayda gözlemlenen kara delikler
nelerden oluşuyor? Çekim kuvveti, diğer doğal kuvvetlere oranla neden zayıf?
Işık, içinde bulunduğu evreni terk edemez, dolayısıyla komşu evrenin
yaşayanları onu göremezler. Bununla beraber, gravitonlar hiper uzaya
uçuyorlar.
Şu sıralarda, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz
de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da bu teoriyi okuyunca, büyük
olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır. İlk bakışta
çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen
matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz
sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin
Matematik bilimleri merkez'nde profosör olarak görev yapıyor. "Amyotrafik
lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin
vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu
ameliyat ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar
aracılığı ile iletişim kuruluyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni,
inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin
varoluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin
Teorisi" nin (Theory of Everithing) formülünü oluşturmayı başardı ve
"M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (Magic, misterios, mother) büyülü,
esrarengiz ya da her şeyin (Bütün teorilerin) anası olarak
değerlendirilebilir. Teori, uzayı, içlerinde bizim
eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent
olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge
insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız
belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki
birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik
bir kesiti. Bu sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan
baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit
olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz,
yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda,
ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum dediğimiz
anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler...
Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar?
Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni
bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak beynimizde hiçbir şeyin
bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Görülebilir
evrenlerimiz dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen
daha çok sayıda evren var. Eğer Hawking haklıysa daha pek çok olgu paralel
evren teorisiyle açıklanabilecek. Hawkingin geliştirdiği formül, makroskobik
dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük patlama" ve onunla birlikte zaman
ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece
insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek:
Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen
bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor? Bilim Olimpiyatında Hawking, 1974'te
keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel
parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl
davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda,
kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını
yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara
deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışında dahil
hiçbirşey çekim alanından kurtulamıyor.
Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking çevresindeki
her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın
yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik"
durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in
buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış
hikayesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile
"varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı
ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor. Bilim adamları, bir "tekillik"
durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman
ve uzay boyutlarının ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar. Çünkü,
İngiliz fizikçi Isaac Newton'un 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın
sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı. Yoğunluk,
Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki
bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi
güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve
maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu,
işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar
ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem,
mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne
kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: 1-
Elektromanyetik Kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor) 2- Güçlü
Kuvvet (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) 3- Zayıf Kuvvet ( radyoaktif
parçalanmayı sağlıyor) 4- Kütle çekimi. Buna karşılık, bütün çabalara
rağmen, dördüncü kuvvet olan Kütle Çekimi, bir türlü "Herşeyin Teorisi"ne
dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması.
Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir noktada, "hiçlik"i ifade
eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı.
Araştırmacıların, "teklik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki
teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin
Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü
başarmıyorlardı. "Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da,
atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel
işlemlere tabi tutulduklarında ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu.
Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin
şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu.
80 li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwars ve Michael Green'in
uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre
anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak
ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler
gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce
geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim
teorisi", atom altı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim)
şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10-33 cm.
uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi;
ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir
atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan
oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle
çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da
bilinen arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle
çekimin kuvantum teorisi"ni geliştirdi. Stephen Hawking, sicimlerle
ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya
dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum
Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok
boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar
yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde
etti. Bunlara "membran" adı veriliyor ve
kısaltılmış şekli olan "bran" kullanılıyor. Bu bran'lar, birden fazla
boyutta varlık gösteriyorlar. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra
ulaştı: Evrende on bir boyut vardı. Peki bütün o boyutları neden
algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın
ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik)
boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını
değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca
gibi sarılı olarak kaldılar.
Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak,
evrenin her noktasında mevcut. M-teorisine göre, evren iki boyutlu
bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, branların frizbi plakları
gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç bir birilerine çarpmayacakları
büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden
dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya
vb.. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş:
"Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş:
"Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de "hiper uzay"da süzülen üç
boyutlu bir bran'dan öte birşey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız
değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni branlar
doğuyor. Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum
fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu,
kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan
bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek
genişliyor. Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlarla ilgili,
insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için,
hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki
boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor.
Başka bir deyişle daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha
düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu
dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya
tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece
yansıması olabilir miyiz? Hawking'e göre bu soruların yanıt evet! Yaşamımız,
dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de
bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp
eğlendikleri hologramlarız.
Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da
belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki
boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram
levhasını kırdığımız ve parçalardan birini ışık altında incelediğimiz zaman,
içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü,
nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı
bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası
olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da
olağanüstü sayılmaz. Belki de kahinler, böyle bilgileri algılayabilen ve
okuyabilen insanlardır. Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı
geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda,
Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hala yaşadığı paralel
evrenler olabilir" diyor. Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir
evrene geçmeyi hayal ediyor. Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik
bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle
açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de
ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül
tamamlandığında evrenin formülüne ulaşmış olacaklarını ve kaçınılmaz olarak
bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.
Paralel evrenlerle ilgili model, şu bilinmeyenleri çözebilir. Uzayda
gözlemlenen kara delikler nelerden oluşuyor? Çekim Kuvveti, diğer doğal
kuvvetlere oranla neden daha zayıf? Işık, içinde bulunduğu evreni terk
edemez, dolayısıyla komşu evrenin yaşayanları onu göremezler.
Bununla beraber, gravitonlar hiper uzaya uçuyorlar. Son kozmolojik
teorilere göre, içinde yaşadığımız evren, daha yüksek boyutlu başka bir
evren içinde süzülen çok sayıda evrenlerden bir tanesi olabilir. Ancak,
diğer evrenlere ulaşamıyoruz ve "hiper uzay"ı aşma ise olanaksız. Kara
delikler, gökadalar gibi yoğun kütleli cisimler, gravitonları çekiyorlar.
Gravitonların, yutan tuzakların çevresinde, halka biçimli bir bulut halinde
toplanarak kara maddeyi oluşturduğu tahmin ediliyor. Komşu
evrenlerdeki gökadalar da hiper uzayla birbirlerinden ayrılsalar bile, üst
üste gelecek şekilde konumlanabilir ve "çekim kuvveti gölgeleri"nden oluşan
bir dünya yaratabilirler. · Hawking'e göre, bizler üç boyutlu bir membran'da
(aşağıda) yaşıyoruz. Yakınında, daha yüksek boyuta ait ikinci bir membran
daha var. Her ikisi de çekim kuvveti etkisiyle birbirini etkiliyor.
Evrenimizde bulunan çekim kuvveti, daha yüksek boyutlu evrenlere kadar
ulaşabiliyor. Böylece, ortada gerçek bir kütle olmamakla birlikte,
gezegenler, bir çekim kuvveti merkez çevresinde turlayabiliyorlar.
Diğer boyutlar, yuvarlanmış küçük küreler şeklinde
uzay-zamanın bütün noktalarında yer alıyor. Hawking, biz
insanların, başka bir evrende yaşayan varlıkların ürettiği holografik
yansımalar olabileceğimizi belirtiyor. Holografi yöntemiyle üç boyutlu
nesneler, iki boyutlu zeminlere, yani hologramların içine kodlanabiliyor.
Hawking, yüksek boyuttaki bilgilerin, düşük boyutlu ortamlara kodlanması
ilkesini bütün evrene uyarlıyor ve diyor ki: "Dünyamız, dünya dışı
yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu olabilir." · Stephen
Hawking, kara deliklerin çevrelerinde, enerji yayan parçacıklar
oluşabileceğine işaret edinceye kadar, bilim adamları buradaki çekim
kuvvetinden ışığın bile kaçamayacağına inanıyorlardı. Newton'un teorisine
göre zaman, geçmişte ve gelecekte sonsuzluğa kadar uzanan bir tren rayı
gibi, uzaydan bağımsızdı. Einstein'in teorisine göre
ise zaman ve uzay birbirine bağımlı. Zaman dahil edilmediği taktirde uzay
bükülmez. Ayrıca Uzay-zamanın bükülmesiyle oluşan "solucan delikler"in zaman
yolculuğunu mümkün kılabileceği düşünülüyor. Yalnız değiliz:
Hiçlikten, sürekli yeni evrenler doğuyor.
Bazıları kendi içinde çöküyor, diğerleri sürekli genişliyor. Daha başkaları,
bu iki durumun arasında kritik bir konuma sahip. Bazı evrenlerin, zeki yaşam
biçimlerini barındırabileceği tahmin ediliyor. Bizim evrenimiz genişleme
evresinde.
İzafiyet Teorisi pulsarda sınanıyor
Dünya’ya 2.000 ışık yılı uzaklıktaki çiftli nötron yıldızları inceleyen
uzmanlar, Einstein’ın İzafiyet Teorisi’nin öngörülerini deniyor.
BBC
NTV-MSNBC
Güncelleme: 12:37 TSİ 22 Eylül 2006 Cuma
LONDRA - Bilim insanları, Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ni iki ölü yıldız
üzerinde deniyor. Çiftli halde bulunan ölü (nötron) yıldızları gözlemleyen
uzmanlar, bir yıldızın diğerinin uzay-zaman bükümündeki davranışlarını
İzafiyet Teorisi’ne veri olarak kullanıyor. Bilim ekibi, gözlemlerin
Eintein’ın teorisiyle yüzde 0.05 hata payıyla örtüştüğünü vurguluyor.
Araştırma ekibinden Manchester Üniversitesi Jodrell Bank Gözlemevi uzmanı
Michael Kramer, çiftli pulsar sistemin bazı kozmolojik teorik sınamak için
uygn bir deney nesnesi olduğunu belirtiyor. Einstein’ın İzafiyet Teorisi,
kütle ve kütleçekimin uzay-zamanın bir getirisi olduğunu, maddelerin
fiziksel 3 boyut kadar aynı zamanda 4’üncü bir zaman boyutunda varlık
bulduklarını savunuyor. Zaman boyutu sayesinde aynı nesne, kendisine izafi
hale gelebiliyor.
ÇİFTLİ-PULSAR SİSTEMİ
Kramer ve ekibi, 2.000 ışık yılı uzaklıktaki çiftli pulsar sistemi 3 yıl
önce keşfetti, sistem iki dev yıldızın nötronlaşmış kalıntılarından
oluşuyor. Nötron çekirdekleri birbirlerinin etrafından 2.4 saatte bir tur
atıyor, nötron çekirdekleri saatte 1 milyon km’den daha yüksek bir hızla
dönüyor. İki nötron yıldızı her gün birbirlerine 7 mm yaklaşıyor. Hızlı
dönüşleri esnasında nötronlar Güneş’ten daha ağır hale geliyor; uzmanlar
yıldızların her birinin ‘bir kent büyüklüğünde’ olduğunu tahmin ediyor. Bu
uzay için oldukça yoğun bir ebat.
KÜTLEÇEKİM VE RADYO DALGALARI
Nötronların açığa çıkardığı radyo dalgaları Dünya’ya kadar ulaşıyor. Bilim
insanları, nötronların çıkardığı radyo dalgalarını bir saatin tik-tak’larına
benzetiyor. Dünya’ya ulaşan radyo dalgalarını inceleyen uzmanlar, bir
nötronun çıkardığı radyo dalgasının eş-yıldızın uzay-zaman bükümünden nasıl
etkilendiğini, ne gibi değişimlere uğradığını anlamaya çalışıyor.
|
Araştırma ekibinden ABD’nin West Virginia Üniversitesi uzmanı Duncan
Lorimer BBC’ye yaptığı açıklamada, nötronların yörüngelerinin birbirine
teğet olduğunu belirterek “Bir nötrondan gelen radyo sinyalinin diğerinin
uzay-zaman bükümünde nasıl bir gecikmeye uğradığın ölçebiliyoruz” dedi.
Gözlemlere göre, bir radyo sinyalinin diğer nötronun uzay-zaman bükümünde
uğradığı gecimke saniyenin 90 milyon’da biri kadar, artı/eski 0.0005, diğer
bir deyişle yüzde 0.05 kadar.
EİNSTEİN’IN RESMİ, KUANTUMUN DETAYLARI
BİRLEŞMELİ
Bir pulsar diğerinin kütleçekiminin arkasında kaldığında, arkadakinin radyo
sinyali yavaşlıyor. Einstein’ın teorisine göre, çiftli pulsar sistemler
uzay-zamanda kütleçekimsel dalga veya titreşim olarak tanımlanabilecek
hareketler yaratıyor. Bu hareketler evrende ışık hızıyla yayılıyor.
Nötronlar her bir dalga gönderiminde güç yitiriyor ve sonuçta birbirlerine
giderek yaklaşıyorlar.
Bilim dünyası Einstein’ın teorilerini genel hatlarıyla kabul ederken,
evrenin büyük resmi ile Kuantum fiziğinin atom-altı parçacıkların dünyasını
örtüştürmeye çabalıyor. Bilim ekibinin başkanı Kramer, İzafiyet Teorisi’nin
öne sürdüğü ilkelerin kara delikler üzerinde de sınanması gerektiğini
vurguluyor
Kara
delik teorisi altüst
İngiliz teorik fizikçi Stephen Hawking, kendi
geliştirdiği kara delik teorisinden 30 yıl sonra kara delikler konusunda
yanıldığını itiraf etti. Kara delikler maddeleri yutmuyor.
22 Temmuz 2004 — Dünyanın en önemli bilim
adamlarından Cambridge Üniversitesi astrofizik profesörü, Dublin’de
düzenlenen bir konferasta sunduğu makalesinde, ölü yıldızlardan oluşan
kara deliklerin sanıldığının aksine “yuttukları nesneleri geri
püskürtmelerinin mümkün” olduğunu savundu. Hawking’in tersine çevirdiği
eski teorisi, kara delikleri birer ‘dipsiz kuyu’ gibi ele alıyor ve çekim
alanına giren tüm nesneleri barındırdığını öne sürüyordu. Yeni teoriye
göre ise, kara delik tarafından ‘yutulan’ nesnelerin dışarı çıkması
mümkün.
PARÇACIK TEORİSİ, KARA DELİĞİ YUTTU
Stephen Hawking’in ortaya attığı yeni
teori aslında eskisinden çok daha radikal bir yapıya dayanıyor. ‘Yeni
Hawking teorisi’, astronominin son 30 yıldaki en önemli paradoksu
“nesnelerin kara deliğin içinde kaybolması” sorusuna yanıt buluyor.
Atom
parçacık teorisi maddenin hiçbir zaman ‘yok’ olamayacağını, ancak
‘dönüş’ebileceğini söylüyor. Hawking ise kara deliklerin içinde maddelerin
yok olduğunu iddia ediyordu. Hawking, kara deliklerin tüm moleküler
içeriği yok edeceği ve geriye sadece radyasyon kalacağını öne sürüyordu.
Bu iki doğa teorisi birbirlerine zıttı. Kara delikler
parçacık teorisine, parçacık ise kara deliklerin yapısına ters düşüyordu.
‘Yeni Hawking teorisi’ kara deliklerin içinde giren maddelerin geri
elde edilebileceğini savunuyor, kısaca paradoks şimdilik parçacık teorisi
lehine çözülmüş oluyor.
ALTERNATİF EVREN YOK
İrlanda Cumhuriyeti’nin başkenti
Dublin’de toplanan International Conference on General Relativity and
Gravitation (Uluslararası Görecelik ve Çekimgücü Konferansı)’da konuşan
Hawking dinleyicilere kara delikler hakkında bir çok yeni hesaplama sundu.
Hawking’e göre, kara deliğin içine giriş ve çıkış için sadece bir yol var.
Hawking ayrıca, 1980’lerden beri kabul gören kara deliklerin içinden
enerji ve maddenin bir olduğu ‘alternatif evren’lere geçiş olduğu
teorisinin de yanlış olduğu savundu.
GİDENLER GERİ GELEBİLİR
‘Yeni Hawking teorisi’, parçacık fizik
kuramlarına yakın duruyor. Parçacık fizikçiler, kara delikler tarafından
yutulan maddelerin sanıldığı gibi ‘yok’ olmayacağı, eninde sonunda
mutlaka başka bir yeni maddeyi açığa çıkaracaklarını savunuyorlardı.
Bilim adamları bu önermeye istinaden kara deliklerin çıkardıkları
ışınlara bakarak gelecekte deliğin o ana dek neler ‘yuttuğunu’
çıkarabilecekler. En azından teoride.
HAYAL KIRIKLIĞI İÇİN 'PARDON’
Salonda toplanan 800’den fazla astronom ve fizikçiye
hitaben “Karadeliğin içinden geçişli alternatif evrenler yok” diye söze
başlayan Hawking “Bilinmesi gerekenlerin tümü burada bizim de içinde
bulunduğumuz evrende saklı” dedi.
Kara deliklerin alternatif evrenlere geçiş
vermediğini ise Hawking, “Bilim-kurgu severler sizleri hayal kırıklığına
uğrattığım için özür dilerim, yeni hikayeler bulmamız gerekecek”
şeklinde bir espri ile açıkladı.
Hawking’e göre kara deliğe giren, ki
bu insan da olabilir, bir maddenin enerjisi uzaya ‘geri dönüşüyor’. Ancak,
önceki forma ait özellikleri de taşıyan bu söz konusu ‘geri dönüşen
enerji’, insanlar tarafından algılanamayan bir farklı biçim taşıyor.
30 YIL BOŞUNA MI İNANDIK?
Hawking’in
ve bilim dünyasının 30 yıldır var saydığı, nesneleri yutan kara delik
teorilerinin tam tersine, yeni teoriye göre, kara delikler yuttuklarını geri
püskürtüyorlar ve bunları inceleyerek kara deliğin neleri yuttuğunun hesabı
yapılabilir. Salonu dolduran bilim adamları da Hawking’in konuşmasını bu
nedenle şaşkın bakışlarla dinlediler. Kimileri Hawking’in çok az detay
verdiğini, kimileri ise teorinin son derece radikal olduğunu dile getirdi.
University of Chicago öğretim üyesi Robert Wald, “Hawking yıllardır
inandığımız teorileri bir çırpıda tersine çevirdi, inanamıyorum” diye
şaşkınlığı ifade etti.
BİLİM DÜNYASININ EN ÜNLÜ İDDİASI
Hawking’in önceki teorileri alt üst eden
yeni kuramı ayrıca bilim dünyasındaki en spekülatif iddialarından birini de
çözmüş oldu. 1997 yılında Hawking ve Caltech profesörü Kip Thorne ile yine
Caltech fizikçisi John Preskill arasında açılan iddia sonuçlandı. Hawking ve
Thorne kara delikler tarafından yutulan bir maddenin bir daha ele
geçirilemeyeceği ve sonsuza dek bu evrenden yok olacağını iddia etmişlerdi.
Parçacık fizikçi Preskill ise içeri giren maddenin yok olamayacağı ve doğru
bir kuantum fiziği ile geri elde edilebileceğini savunmuştu.
Hawking, konuşmasının sonunda Preskill’in iddiayı kazandığını kabul
ederek, ödül olan beyzbol kitabını kendisine hediye etti. Hediyesine
sevindiği söyleyen Preskill’in yanıtı ise, “Pekiyi, bundan sonra sevgili
dostumla neyi tartışacağız?” oldu.
Hawking’in yeni teorisini matematiksel detayıyla açıkladığı makalesi
gelecek ay yayınlanacak.
TEKERLEKLİ SANDALYEDE ÖZGÜR BEYİN
Cambridge Üniversitesi astrofizik
profesörü Stephen Hawking, 1988 yılında yazdığı ‘A Brief History of Time’
(Zamanın Kısa Tarihi) kitabıyla astronominin kitlelere yayılmasını
sağlamıştı.
1970’lerde kara deliklerin bir süre
sonra yuttukları ile beraber yok olduğunu ve ardlarında radyasyon
bıraktıklarını öne süren Hawking tüm zamanların en önemli bilim
adamlarından biri olarak kabul ediliyor. 20’li yaşlarda geçirdiği Lou
Gehrig hastalığı sonucu vücudu felç olan ve kaslarını kullanamayan Hawking
tekerlekli sandalyeye mahkum yaşıyor. Hawking, tekerlekli sandalyesindeki
bilgisayar aracılıyla konuşabiliyor.
GALİLEO VE NEWTON’UN İZİNDEN
Galileo’nun ölümünden tam 300 yıl sonra
1942’de doğan Stephen Hawking, babasının isteği üzerine gittiği Oxford
Üniversitesi’nde matematik dalı olmadığı için mecburen fizik okudu. Daha
sonra kozmoloji alanında doktora yapmak üzere Cambridge’e geçen Hawking
burada Denis Sciama ile çalıştı. 1973 yılında Matematik ve Teorik Fizik
bölümüne geçen Hawking halen, bu bölümün başkanlığını yürütüyor. 17.
yüzyılda aynı görevi Isaac Newton yürütmüştü.
Zamanda Yolculuk Mümkün mü?
J. Richard Gott III (Princeton'da, genel görelilik ve
evrenbilim üzerine çalisan astrofizik profesörü)
23 Eylül 2005
Geleceğe
(çok küçük sıçrayışlarla da olsa) yolculuk yapabileceğiz. Geçmişe ise büyük
olasılıkla gidemeyeceğiz: Böyle bir yolculuk pahalı, tehlikeli ve kuantum
etkilerine açık olacaktır.
İleri geri, yukarı aşağı, sağa sola, yani
mekanın üç boyutunda da hiç düşünmeden rahatlıkla hareket edebiliyoruz. Ama
dördüncü boyuta gelince iş deşiyor. Zaman yalnızca bir yöne doğru akıyor ve
biz de nehirde batıp çıkan mantarlar gibi çaresizce tek bir yöne doğru
sürükleniyoruz. Zaman yolculuğu fikri bizleri her zaman cezbetmiştir. Kim 3000
yılındaki teknolojiyi görmek ya da Jül Sezar suikastine tanık olmak istemez ki?
Böyle bir işi yapmak inanılmaz derecede zor. Ayrıca biraz da riskli .
Sezar suikastine engel olup tarihin akışını değiştirirseniz neler olur? Kendi
büyük dedelerinizden birini yanlışlıkla öldürürseniz ne olur? O zaman, hiç
doğmamış olurdunuz ve büyük dedenizi öldüremezdiniz. Ama büyük dedenizi
öldürmediğiniz için doğabilir ve geçmise gidebilirdiniz ve...ikilemi anladınız
sanırım.
Fizikçiler olarak bizler de bu zorlukların farkındayız. Ama
zaman yolculuğu fikrini düşünmeden edemiyoruz. Bunu uygulamada kullanmak için
araştırmıyoruz, yalnızca kendi kuramlarımızın sınırlarını görmeye uğraşıyoruz.
Fizik yasaları, prensipte bile olsa zaman yolculuğuna olanak tanır mı?
Evet belki, ama atomaltı dünyada. Bir pozitron (elektronun karşıt parçacığı)
geçmişe yolculuk eden bir elektron olarak düşünülebilir. Eğer bir
elektron-pozitron çifti yaratırsak ve bu pozitron başka, farklı bir elektronla
çarpışıp yok olursa; bu olayı tek bir elektronun N şeklinde bir rota izleyerek
zamanda zigzag çizmesi olarak düşünebiliriz: Geleceğe bir elektron olarak
gidiyor, geçmişe bir pozitron olarak dönüyor ve geleceğe yeniden bir elektron
olarak gidiyor.
Einstein gösterdi
Albert Einstein
sayesinde buna benzer bir zaman yolculuğunun makroskopik dünyada da
gerçekleştiğini biliyoruz. 1905 yılında yarattığı Özel Görelilik Kuramı 'nda,
-sabit bir gözlemciye göre- ışık hızına yakın bir hızla hareket eden nesneler
için zamanın daha yavaş işlediğini gösterdi. 1000 yıl önceye dönmek mi
istiyorsunuz? Dünya'dan 500 ışık yılı ötedeki bir yıldıza gidin ve geri dönün.
Ama hem giderken hem de dönerken ışık hızının %9.95'i bir hızla yol alın. Geri döndüğünüzde, Dünya 1000 yıl, siz ise yalnızca 10 yıl yaşlanmış olursunuz.
Hatta bugün bile bir zaman yolcusunu tanıyorum: Hubble Uzay Teleskopu'nu
onarmak için yörüngede 53.4 gün kalan astronot arkadaşım Story Musgrave . Evinde
otursaydı, şimdi birkaç milisaniye daha yaşlı olacaktı. Yolculuğun etkisi fazla
olmadı. Çünkü Musgrave, ışık hızına göre çok daha yavaş hareket etmişti. Ama
gerçekten zaman yolculuğu yaptı.
Daha fazla para harcayarak, gelecek
yüzyılda bundan (biraz da olsa) daha iyisini yapabiliriz. Eğer Merkür gezegenine
bir astronot gönderip, orada 30 yıl yaşamasını sağlayabilirsek, bu astronot 22
saniye gençleşmiş olarak geri dönecektir (Başka bir deyişle, 30 yıl Dünya'da
kalsaydı, 22 saniye daha yaşlı olacaktı).
Merkür'deki saatler
Dünya'dakilere göre daha yavaş işler, çünkü Merkür Güneş'in çevresinde daha
hızlı dolanır. Astronotlar, Dünya'dan ışık hızının yüzde 1'i bir hızla 0.1 ışık
yılı uzaklaşırlarsa, aynı hızla geri döndüklerinde 8.8 saat gençleşmiş olurlar.
Peki, geçmişe dönmek?
Geleceğe doğru zaman yolculuğu
yapabiliyoruz. Peki geçmişe dönmenin bir yolu var mı?
Einstein bu soruya
da doğru yanıt vermiş olabilir. 1915 yılında oluşturduğu Genel Görelilik Kuramı,
zaman-mekânın eğri olduğunu ve kütlesi fazla olan nesnelerin bu eğriliği iyice
artırdığını öne sürer. Eğer bir nesnenin yoğunluğu yeterince fazlaysa bu eğrilik
sonsuza yaklaşabilir ve belki de, zaman-mekanın uzak köşelerini birbirine bağlayan bir tünel oluşabilir. Fizikçiler bu tünelleri, bir kurtçuğun elmanın
bir tarafından girip öbür tarafından çıkarak oluşturduğu kestirme yola
benzeterek, " kurtçuk deliği " olarak adlandırıyorlar.
1988 yılında,
Caltech Üniversitesi'nden fizikçi Kip Thorne böyle bir kurtçuk deliğini
kullanarak geçmişe yolculuk yapabileceğinizi öne sürdü.
Söyle
yapacaksınız: Kurtçuk deliğinin girişini, öbür uçtaki çıkışı sabit tutacak
şekilde, ışık hızına yakın bir hızla hareket ettirin. Daha sonra hareket eden
girişten deliğin içine atlayın. Tıpkı hareket eden astronot örneğinde olduğu
gibi, deliğin girişi sabit kalan çıkışa göre daha yavaş yaşlanır. Bu yüzden
deliğin sabit duran çıkışı geçmiş zamana açılır. Belli bir süre sonra, sabit
kalan bu uçtan çıktığınızda kendi geçmişinize ulaşmış olursunuz.
Uygulanamayacak bir proje
Kurtçuk deliklerindeki sorun,
deliklerin giriş ve çıkışlarının mikroskopik olması ve yaratıldıktan çok kısa
bir sonra yok olmaya meyilli olmalıdır. Bildiğimiz kadarıyla, onları açık
tutmayı sağlayacak tek şey negatif yoğunluktur. Bu size olanaksız bir şeymiş
gibi gelebilir.
Ancak, 1948 yılında Hollandalı fizikçi Hendrik Casimir,
havasız ortamda bulunan ve birbirlerine çok yaklaştırılmış iletken iki levhanın,
gerçekten de negatif yoğunluk bölgesi yaratabildiğini ve bu bölgenin levhaların
içine doğru basınç yaratabildiğini kuramsal olarak gösterdi. Casimir'in
öngördügü kuvvetin varlığı, laboratuvar deneyleriyle doğrulandı.
Thorne
ve arkadaşları, bu fikirden yararlanarak, birbirlerinden yalnızca 400 proton
çapıyla ayrılmış Casimir levhalarıyla çevresi 960 milyon kilometre olan bir
kurtçuk deliği inşa etmeyi önerdiler. Zaman yolcuları kurtçuk deliğinin içinden
geçebilmek için, bir şekilde bu levhaların içinde kapılar açmak zorunda
kalacaklar. Böyle bir cihazın ağırlığı ne kadar mı olacak? Güneş'in tam iki yüz
milyon katı kadar. Bunlar ancak üstün uygarlıkların hayata geçirmeye
kalkışabileceği projeler; yoksa 21'inci yüzyıl mühendislerinin işi değil.
Kozmik sicimlerle seyahat
1991 yılında, kozmik sicimlerle
de zamanda yolculuk yapılabileceğini buldum. ( Kozmik sicimler, parçacık
fiziğindeki bazı kuramlarca öngörülen ancak, Evren'de henüz gözlenememiş,
milyonlarca ışık yılı uzunluğundaki enerji "iplikleridir").
Geniş bir
kozmik halka bulup, onun bir şekilde kendi gerilimi altında tıpkı bir lastik
gibi büzülmesini sağlayarak bir zaman makinesi yapmayı deneyebilirsiniz.
Sicimin
olağanüstü enerji yoğunluğu zaman-mekânı çok fazla büker. Bu halkanın iki ucu
birbirinin yanından geçerken, ışık hızına yakın bir hızla giden bir uzay
gemisiyle onların çevresinde uçarak geçmişe gidebilirsiniz.
Ne yazık ki,
yalnızca bir yıl geçmişe gitmek istiyorsanız bile, tüm Evren'deki kütlenin
yarısı kadar enerjiyi barındıran bir halkaya ihtiyacınız olacaktır.
Daha
da kötüsü; büzülmeye başlayan kozmik sicim halkası kendi etrafinda hızla dönen
ve zaman yolculuğu yapılan bölgeyi emen bir kara delik yaratabilir. Büyük
olasılıkla, hiç bir yeri ziyaret edemeden önce parçalanırsınız.
Tüm
zorlukları atlattığınızı varsayalım. Her iki zaman makinesini öngören fizik
yasaları da, yolculuk ettiğiniz zaman makinesinin icat ediliş tarihinden önceki
bir döneme gidemeyeceğinizi söyler. Bu yüzden, kendi büyük dedenizle
karşılaşamaz ve onu öldüremezsiniz. Ama böyle bir alet bugün yapılmış olsaydı,
kendi torunlarınız sizi gelip öldürebilirlerdi. Böylece torunlarınız
geçmişlerini değiştirmiş olurlardı.
Farklı dünya
tarihleri
Bazıları son derece tutucu düşünerek, zaman yolcularının
geçmişi asla değiştiremeyeceğini ileri sürüyor. Öte yandan, Oxford'da çalısan
fizikçi David Deutsch 'un geliştirdiği, birbirlerinden farklı birçok dünya
tarihi olabileceğini öne süren kuantum mekaniği kuramı, geçmişe bu tür
yolculukların yapılabilmesini mümkün kılıyor.
Kurama göre, eğer geçmişe
gidip ninenizi henüz küçük bir kızken öldürürseniz, zaman-mekânın yalnızca
paralel başka bir evrene sıçramasını sağlarsınız. Bu değişim sizin kendi gerçek
tarihinizi değiştirmez. Kısacası, birbiriyle iç içe birçok farklı dünya tarihi
vardır.
Stephen Hawking ise "kronolojiyi koruma" adını verdiği bir
varsayımla probleme başka yönden yaklaşıyor.
Hawking, fizik yasalarının
her zaman geçmişe yolculuğu imkânsız kılması gerektiğini öne sürüyor. Kuantum
etkilerinin ise gelecekte de sürekli, (geçmişe yolculuk edebilen) zaman
makinelerinin olanaklılığına bir engel teşkil edeceğine inanıyor. Jüri kararı
tartışıyor. Hawking'in hakli olup olmadığını öğrenmek için, bir kuantum
kütleçekimi kuramına ihtiyacımız olabilir.
Sonuç olarak, gelecek
yüzyılda zaman yolculuğu yapabilecek miyiz?
Evet, bence geleceğe (çok
küçük sıçrayışlarla da olsa) yolculuk yapabileceğiz. Geçmişe ise büyük
olasılıkla gidemeyeceğiz: Böyle bir yolculuk pahalı, tehlikeli ve kuantum
etkilerine açık olacaktır.
Bu konuda çalışan bizler, elimizde zaman
makinesi taslaklarıyla patent dairelerine akın etmiyoruz. Ancak, zaman
makinelerinin yapılıp yapılamayacağını kuramsal olarak da olsa öğrenmeye
çalışıyoruz. Çünkü bu soruya yanıt verebilirsek, hem fiziğin sınırlarını
öğreneceğiz, hem de Evren'in çalışma mantığına ilişkin başka ipuçları toplamış
olacağız.
Most Einsteina Rosena
Zamanda
Yolculuk Gerçek Olabilir mi?
Kısa yazı:
Aykut ALTINDAĞ
Hangi zamana gitmek isterdiniz?" diye size bir soru soran
kişiye sanırım pek aklı başında gözüyle bakmazsınız. Bunun nedeni günümüzde
zamanda yolculuğun bilinen yöntemlerle yapılamıyor olması olabilir.
Peki gerçekten zamanda yolculuk mümkün olabilir mi? Bazı bilim
adamlarına göre çok saçma bir düşünce olmasına rağmen günümüzün bazı bilim
adamları, zamanda yolculuk yapmayı olası hale getirmek için yoğun çalışmalar
ve deneyler yapıyorlar. Aslında zamanda yolculuk Albert Einstein'nın
İzafiyet Teorisi’ne göre mümkün görünüyor. Bu teoriye göre "Eğer bir cisim
ışık hızında ilerliyorsa, yanından geçen zaman yavaşlayacaktır." fikri
savunuluyor. Yani bir cisim ışık hızına ulaştığı zaman, içinde bulunduğu
zaman kavramı duracak ve bir zamansızlık boyutunda yer alacak. Böyle bir
olayın oluşabilmesi için cismin saniyede 300 bin km’lik bir hızla gitmesi
gerekiyor. Bu durumda zamanın ilerisine ve gerisine yolculuk yapmanın mümkün
olacağı öngörülüyor. Bilim adamları cisimlerin ışık hızına ulaşmasını
engelleyen şeyin kütle olduğunu söylüyorlar. Fakat günlük hayatımızda henüz
saniyede 300 bin km hıza ulaşabilmiş bir cisim bulunmuyor. Bu yüzden bu
teori pratik olarak imkansız gibi görünebilir. Çünkü bir cisim hızlandıkça
kütlesi artar. Aynı cisim her defasında daha da hızlanmak için çok daha
büyük bir kuvvete ihtiyaç duyar. Hemen aklımıza şöyle bir soru geliyor.
"Kütlesi sıfır olan bir cisim zaman yolculuğuna
gönderilebilir mi?" Teorik olarak mümkün görünüyor. Fakat fizik
derslerinde öğrendiklerimizi bir hatırlarsak, kütlesi olmayan bir şeye cisim
diyemeyeceğimizi öğrendik. Yani bize cisimlerin bir kütlesi olduğu
öğretildi. Fakat şimdilerde bilim adamları, evrende var olan ve adı Tachyon
olan bir cismin kütlesinin sıfır olduğuna inanıyorlar. Bilim adamlarının
teorilerine göre, Tachyonic hızlandırma denilen bir yöntemle zamanda
yolculuk yapmak mümkün olacak gibi görünüyor. Hatta internet üzerindeki
değişik kaynaklardaki bilgilere göre Amerika’nın Connecticut
Üniversitesi’nde görevli Fizik Profesörü Ronald Mallett, maddeyi isteğe göre
geleceğe ya da geçmişe gönderebileceği bir zaman makinesi geliştirdiğini
açıklamış. Aynı profesör ayrıca atomun zamanda transfer deneylerine yakın
bir zamanda başlayacağının da sinyallerini veriyor. Zamanda yolculuğun
pratik olarak mümkün olabileceğini, zaman makinesi aracılığıyla geçmişe ve
geleceğe insan transferininse büyük bir enerji gerektirdiğini, şimdilik
sadece atomları ve yakın gelecekteyse eşyaları transfer edeceğini ifade
ediyor. Kim bilir?... Bakarsınız bundan 30 yıl sonra insanlar yaz
tatillerine “Zamanda Yolculuk" paket turları satın alıyor veya Zamanda
Yolculuk diye bir şeyin aslında olmadığının kesin kanıtlanmış halini
öğrenmiş olabilirler. Gerçeğin ne olduğunu öğreneceğimiz güne kadar hayal
kurmaya devam....
Zamanda
Yolculuk Mümkün! Nasıl mı?
Doç.Dr. Serkan Anılır
JAXA Japonya Uzay Havacılık Dairesi (JAXA) ve Tokyo Üniversitesi
Dünya saatte yaklaşık bin 600 km hızla dönmektedir. Eğer bir zaman yolcusu 'warp'
ile, zamanda bir saat geriye gidecek olursa, çıkacağı nokta ilk başlangıç
noktasından bin 600 km ötede olacaktır.
Tabii ki bu durumda, uzaya dışarıdan bakacak olursak, dünyanın aynı bir saat
içinde güneşin etrafında da 107 bin km yol katettiğini, güneşin de Samanyolu
galaksisinde 810 bin km, Samanyolu'nun da Andromeda galaksisine doğru 240
bin km, 'Local Group' adı verilen bizim sistemimizin de Virgo kümesine doğru
2 milyon 770 bin km ve komple olarak Virgo sisteminin de 'Great Attractor'
adı verilen görünmeyen bir kümeye doğru 2 milyon 150 bin km ile hareket
ettiğini düşünmemiz gerekir.
Zamanda yolculuk hayalleri ile yola çıkan pilotumuz, sadece ve sadece bir
saat geriye dönmeye kalkışırsa, yola çıktığı noktadan yaklaşık 5 milyon
kilometre uzaklıktaki farklı bir noktada ortaya çıkacaktır.
Burada önemli olan, yolculuğa başladığı noktada gene ortaya çıkmış olsa
bile, bu sırada uzay bir saat içinde hareket etmeye devam etmiştir.
Bu kadar kötümser olmamak için, olaya bir de iyi tarafından bakalım. 5
milyon kilometre uzakta çıkma olasılığından bahsettiğim halde, bütün yıldız
ve kümelerin aynı yöne hareket etmediği gerçeğini göz önünde bulunduracak
olursak, buradan birbirlerini sıfırlama şansları olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün bilim adamlarının 'uzayın duvar kağıdı' olarak da tanımladıkları arka
plandaki 'kozmik kısa dalga fon radyasyonu' (Büyük patlama, yani Big Bang
adını verdiğimiz evrenin doğuşunda meydana gelen patlamadan geriye kalan
radyasyon) ölçümleri ışığında, dünyanın saatte yaklaşık 1 milyon 400 bin km
hareket ettiğini biliyoruz.
Bu uzaklıkları şu ana kadar sadece bir saatlik bir zaman yolculuğu macerası
olarak düşündük. Bunu günlere, aylara, yıllara vurursak ortaya çıkan mesafe
farklılıklarını zannediyorum herkes hesaplayabilir.
Basit bir örnek verecek olursak, 2105 yılından zamanımıza dönmeye çalışan
bir kişi, dünyadaki başladığı noktadan yaklaşık 1 trilyar kilometre uzakta
çıkacaktır, bize o noktada mesaj gönderse, dünyaya ulaşması yaklaşık 47 gün
alacaktır.
Boşluk enerji dolu!
Fizik bilimi,
artık boşluğun hareketsiz olmadığını, olağanüstü elektromanyetik çalkantılar
içerdiğini gördü. Bu çalkantılar, nanoteknolojileri geliştirmeyi ya da uzay
araçlarını hızlandırmayı düşleyenler için sonsuz bir enerji kaynağı
olabilir! Üstelik, boşluk enerjisi Evren’in genleşmesini hızlandıran şu
‘karanlık güç’ de olabilir.
Boşluk eskiden hareketsiz, edilgen bir
ortam olarak kabul ediliyordu. Ama Kuantum Teorisi’ne göre, boşluk inanılmaz
elektromanyetik çalkantıları harekete geçirdiği için yaşayan bir ortam..
Yani boşluk müthiş enerjiyle dolu.
Elinize bir küre alın. Bu hacmin içindeki her tür maddeyi boşaltın, her tür
dış ışından koruyun ve ısı ışımasını engellemek için sıcaklığı mutlak sıfıra
indirin. Bu durumda küredeki enerji minimum düzeydedir.
Şimdi de boş kürenin içinde neler olduğunu inceleyin. Hiçbir şey mi? Her
şeyin sakin, sessiz ve durgun olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz!
Boşlukla ilgili bu klasik anlayışı ciddiye almayın. Unutmayın ki her boşluk
bir çevrinti (maelström) barındırır!
Kanıtı mı? Kürenin içindeki elektromanyetik alanı ölçün: Kaotik ve spontan
bir halde sıfırın etrafında çalkalandığını görürsünüz.
Elektroansefalogramı hiçbir zaman tamamen düz değildir. Boşluk yaşar. Oysa
bu ortam şimdiye kadar devinimsiz özellikleri için incelendi.
Zaten hiçbir şey meydana gelmediği düşünüldüğünden, boşluk ambalajlara,
ampullere ya da entegre devrelerin üretimine dahil edildi. Einstein da,
edilgen özelliği nedeniyle teorisine kattı.
Boşluk ve belirsizlik
Ancak son yıllarda bazı şeylerin değiştiği gözleniyor. Nitekim,
fizikçiler seksen yıldır boşluğun hiçbir şey olmadığını biliyorlar: Kürenin
içindeki boşlukta yer alan elektromanyetik çalkantılar, mikroskopik
fenomenlerin davranışını betimleyen kuantum teorisi tarafından öngörülmüş
bulunuyor.
Boşluktaki enerji hatta, ünlü Alman fizikçi Heisenberg’in 1925 yılında
ortaya attığı ünlü belirsizlik teorisinin de sonucu. Bu ilke bir parçacığa
uygulandığında parçacığın konumunun ve hızının eş zamanlı ve kesin olarak
bilinemeyeceğini varsayıyor.
Boşluktaki elektromanyetik alana uygulandığında da elektrik ve manyetik
alanların eşzamanlı ve bütünüyle yok edilmesini yasaklıyor. Bunun sonucunda
da çalkantılar ortaya çıkıyor.
Ancak küçük boş küremizde ne kadar elektromanyetik enerji biriktiği
hesaplamak istendiğinde, sorun ortaya çıkıyor.
Bunun için alanın elektroansefalogramını sonsuz sayıda, gittikçe küçülen
dalga uzunluğunda düzenli titreşimlere ayrıştırmak gerekiyor çünkü toplam
enerji bu temel atımlardan her birinin enerjilerinin eklenmesiyle elde
ediliyor.
Matematiksel çıkmazdan...
Kuantum yasalarına göre bu düzenli titreşimlerin dalga uzunluğu ne kadar
kısaysa enerjileri de o kadar büyük. Bu durumda, matematiksel çıkmaz
kaçınılmaz:
İlke olarak kürenin asgari enerji içerdiği varsayılıyor, oysa hesaplara göre
bu enerji miktarı sonsuz! Bundan daha büyük bir çelişki olabilir mi?
Fizikçiler bu akıl almaz sonsuzluğu silmek için bir yönteme sahipler. Bu
radikal yönteme göre, kuantum yasalarının belli bir uzunluğun altında, yani
santimetrenin milyar milyar milyarda yaklaşık on milyonda birinde geçerli
olmadıkları bilindiğinden, alanın ayrışmasında bu eşiğin altındaki dalga
uzunluğuna sahip tüm titreşimleri yok edip sınırsız oranı sınırlı orana
indirgiyorlar.
Ancak bunu yaptıklarında da sorun tam olarak çözülmüyor; hesaplara göre bu
eşiğin devreye sokulması hala boşlukta 10 (94 gücünde/cm3 tutarında dev bir
enerji bırakıyor...
O halde, bizim küçük küremiz milyarlarca galaksinin toplam enerjisinden çok
daha fazla bir enerjiye sahip...
Ancak bu durum her tür enerjinin uzay-zamanın yapısını eğerek varlığını
gösterdiğini ileri süren Einstein’ın teorisiyle çelişiyor. Kürenin etrafında
böyle bir şey söz konusu değil. Boşluktaki enerjinin sorunu da bu...
Paris’te Yüksek Bilimsel Araştırmalar Enstitüsü’nden Thibaut Damour, teorik
açıdan kuantum fiziğinin başlangıcından itibaren bunun bir numaralı sorun
olduğunu kaydediyor ve 20’li yılların başından beri bu konuda hiçbir
ilerleme sağlanamadığını sözlerine ekliyor.
Bununla birlikte günümüzde farklı bir bakış açısı geçerli. Boşluk enerjisi
teorik olarak içinden çıkılamaz bir sorun olsa da inkar edilemez bir fizik
gerçeğine dönüşmüş bulunuyor.
Boşluğun ne olduğu bilinmese de ne yaptığı yavaş yavaş aydınlatılıyor:
Gittikçe daha kesin deneyler elektromanyetik çalkantıların etkisinin sırrını
çözüyorlar.
Her geçen gün gittikçe daha fazla sayıda fizikçi boşluğun devinimsiz
özellikleriyle ilgilenmeyi bir yana bırakıp etkin, yaratıcı ve dinamik
nitleliklerine odaklanıyor.
Eğer bizim küçük küremiz nanoteknolojide maddenin davranışını denetlemek
için anahtar olursa belki de enerjiyle ilgili sorunlarımız çözülebilir...
Astrofizikçiler gözlemlerindeki çelişkileri aydınlığa kavuşturup Evren’in
yazgısını daha iyi anlayabilir...
Ve belki de modern fiziğin iki büyük unsuru olan kuantum mekaniğiyle
Einstein’ın rölativitesini birleştirmede anahtar rol oynayabilir. Kısacası
bu konuda devrim niteliğinde yenilikçi yollar açılıyor. Bu yollarda düşe
kalka gidilse de kesin olan bir şey var o da fizikçilerin kendilerini
boşluğa atıyor oldukları...
(Kaynak: Science at Vie)
Boşluktaki çalkantıların sırrı
Kuantum fiziği bu küredeki her noktanın elektromanyetik çalkantılarla
kaynadığını ileri sürüyor. Sorun ise bu çalkantıların düzenli titreşimlere
ayrıştığında toplamın sonsuz bir enerji yaratması. Fizik bilimi açısından
bir anlam taşımayacak zayıf frekanslar yok edilse bile kalan enerji akıl
almaz derecede fazla.
Casimir Etkisi
Bundan yaklaşık 50 yıl önce fizikçi Hendrik Casimir, mikro-makinelerden
birleşik doğa teorilerine kadar her şeyi etkileyebilen, bir vakumda
(boşlukta) iki yüzey arasındaki çekme kuvveti olabileceğini önerdi.
Boşlukta iki aynayı bir biriyle yüz yüze ve küçük aralıklı duruma
getirirseniz ne olur? İlk reaksiyonunuz “hiçbir şey” olabilir. Fakat
gerçekte, her iki ayna, basit vakum sonucu birbirini karşılıklı olarak
çekerler. İşte bu etkiyi Hollandalı teorik fizikçi Hendrik Casimir 1948
yılında, Eindhoven’da Philips Araştırma Laboratuvarı’nda, tüm nesnelerde
colloidal çözeltiler üzerine araştırma yaparken bu fenomeni önerdi. Bu
colloidal çözeltiler; mikron boyutlu parçacıklar içeren bir sıvı
karışımında, boya ve mayenozda olduğu gibi, viskoz materyallerdir. Böyle
çözeltilerin özellikleri nötral atomlar ve moleküller arasında mevcut olan,
uzun erimli ve çekici Wan der Waals kuvvetleri tarafından belirlenir.
İki ayna arasındaki
kuvvet Casimir kuvveti olarak, bu fenomen ise Casimir etkisi olarak
bilinir. Casimir etkisi yıllarca teorik merak konusu oldu. Bu fenomene ilgi
son yıllarda daha da arttı. Deneyci fizikçiler, mikro-makinelerin
çalışmalarını etkileyen Casimir kuvvetini, çok duyarlı ölçüm aletleri
geliştirerek, gözlediler. Bu konuda temel fizik tarafından yeni atılımlar
da yapıldı. Bir çok teoriysen, 10 veya 11 boyutlu temel kuvvetlerin bileşik
alanlar teorisinde “büyük” fazladan boyutların varlığını öngörmektedir.
Onlar, bu boyutların, milimetrenin altındaki uzaklıklarda, klasik Newton
kütle çekimini değiştirebileceğini söylüyorlar. Casimir etkisinin ölçümü,
çok daha sonra, böyle radikal düşünceleri test etmek için fizikçilere
yardımcı olabilir.
Casimir kuvveti her ne
kadar tam bir karşı-sezgi gösterirse de, gerçekte iyi anlaşılır. Klasik
mekaniğin ilk zamanlarında vakum düşüncesi oldukça basitti. Vakum, bir kabın
tüm parçacıklarının (içindeki gazın) boşaltılıp sıcaklığının mutlak sıfıra
indirildiği durumdur. Kuantum mekaniğinin gelmesiyle vakum anlayışı
tamamıyla değişti. Belirli elektromanyetik alanlarda tüm alanlar
(parçacıklar) titreşim yaparlar. Bir başka deyişle, bir sabit etrafında
aktüel değeri değişen, verilen her hangi bir moment, bir ortalama değere
sahiptir. Mutlak sıfırda bile, kusursuz bir vakumda bile, bir fotonun yarı
enerjisine karşılık gelen ortalama enerjide, “ vakum salınımları
(titreşimleri) “ olarak bilinen salınımlar mevcuttur.
Bununla birlikte, vakum
salınımları bir fizikçinin zihninde soyut değildir. Onlar, makroskopik
ölçekli deneylerde doğrudan canlandırılabilen, gözlenebilir sonuçlara
sahiptirler. Örneğin, uyarılmış seviyedeki bir atom uzun süre uyarılmış
kalamaz, kendiliğinden foton salarak taban durumuna geri döner. Bu fenomen
vakum salınımlarının bir sonucudur. Bir kurşun kalemi parmağınızın ucunda
dik durdurmaya çalışın. Eğer eliniz tamamen kararlı ise kalem orada duracak
(kalacak), değilse denge bozulacaktır. Fakat çok-çok zayıf bozulma (sapma),
kalemi daha kararlı bir denge konumuna getirecektir. Benzer olarak, vakum
salınımları uyarılmış bir atomun taban durumuna inmesine sebep olur.
Casimir kuvveti vakum
(boşluk) salınımlarının en çok tanınmış mekanik etkisidir. İki ayna arasında
bir boşluk olduğunu düşünün (şekildeki gibi). Tüm elektromanyetik alanlar
çok farklı frekansları içeren bir karakteristik “spektrum”a sahiptir.
Serbest bir vakumda tüm frekanslar eşit öneme sahiptir. Fakat boşluk (oyuk)
içerisinde, aynalar arasında ileri-geri yansıyan alanda, durum farklıdır.
Alan, boşluk içerisine, yarım dalga boyunun tam katları, tam olarak
uyabiliyorsa çoğaltılır. Bu dalga boyu “oyuk (boşluk) rezonansına” karşılık
gelir. Diğer dalga boylarında, aksine, alan zorlanır. Vakum salınımları ya
zorlanır ya da frekansın boşluk rezonansına karşılık gelip gelmediğine bağlı
olarak yükselir.
Casimir etkisinin
tartışmasında önemli bir fiziksel nicelik de “alan radyasyon basıncı”dır.
Her alan-vakum alanı bile-enerji taşır. Tüm elektromanyetik alanlar uzayda
yayılırken, akan bir nehrin etrafındaki ve önündeki şeylere basınç
uyguladığı gibi, yüzeylere basınç uygular. Bu radyasyon basıncı ve
elektromanyetik dalganın frekansı enerjinin artması ile artar. Oyuk içindeki
radyasyon basıncı, bir oyuk rezonans frekansında, dış kısımdakinden daha
güçlüdür ve bundan dolayı aynalar bir birinden uzağa itilirler. Rezonans
dışında, tersine, oyuk içerisindeki radyasyon basıncı dışarıdakinden daha
küçüktür ve bundan dolayı aynalar birbirine doğru çekilirler.
Dengede, çekme
bileşenleri itme bileşenlerinden azıcık daha güçlü etkiye sahiptir. Kusursuz
iki paralel düzlem ayna için, Casimir kuvveti çekicidir ve bu yüzden aynalar
bir birlerini çekerler. Kuvvet, F; kesit alanı A ile doğu, aynalar
arasındaki uzaklığın dördüncü kuvveti (üssü) d4 ile ters
orantılıdır. Bu geometrik niceliklerden ayrı olarak kuvvet, ışık hızı ve
Planck sabiti gibi temel değerlere de bağlıdır.
Casimir kuvveti birkaç
metre uzaklıktaki aynalar için son derece küçük olarak gözlenirken, uzaklık
mikronluk düzeyde iken ölçülebilir basmaktadır. Örneğin, alanı 1 cm2
ve aradaki uzaklık 1 mm olan iki
ayna yaklaşık 10-7 N’luk bir Casimir kuvvetine sahiptir, ki bu
kuvvet çapı yarım milimetre olan bir su damlasının ağırlığı kadardır. Bu
kuvvet her ne kadar küçük gözükse de, bir mikrometrenin altındaki
uzaklıklarda, iki nötr obje arasında en güçlü olur. Gerçekten de, 10 nm
(nanometre) aralıklı, tipik bir atom boyutunun yaklaşık 100 katı, Casimir
etkisi 1 atmosfer basınsının eşdeğeri basınç üretir.
Her ne kadar günlük
yaşamımızda böyle küçük uzaklıklar ile ilgilenmesek de, onlar “nano yapılı
ölçekler” ve “mikro-elektromekanik sistemlerde” önemlidir. Bunlar, mikro
boyutlu mekanik elemanlar ve hareketli parçalarda, bir silikon örneğini
küçük parçalara bölen akıllılıktadır. Elektronik bileşenler bilginin
ilerlemesi için cihaz üzerine bağlanır, ki o, mekanik parçaların hareketini
algılar ve sürdürmesini sağlar. Mikro-elektromekanik sistemlerin bilim ve
teknolojide mümkün bir çok uygulama alanı vardır. Örneğin, bugün bunlar
otomobillerde “air-bag basınç sensörleri” olarak kullanılmaktadır.
Aralarındaki uzaklık d ve
yüzey alanı A olan iki plaka arasındaki Casimir kuvveti F=(πhc/480)(A/d4
) bağıntısıyla hesaplanır. Burada h Planck sabiti ( 6,62.10-34J.s
), c ışığın boşluktaki hızı ( 3.108 m/s ) dır. Bu küçük kuvvet,
1996 yılında Steven Lamoreaux tarafından %5 deneysel hata ile ölçülmüştür.
Fotondan başka
parçacıklar da küçük bir etki ortaya çıkarır, fakat sadece foton kuvveti
ölçülebilirdir. Fermiyonlar itici bir etki oluştururken, fotonlar gibi tüm
bosonlar, çekici Casimir kuvvetini oluştururlar. Eğer elektromanyetizmada
süpersimetri olsaydı, o zaman fermiyonik fotonlar da var olacaktı. Bu
durumda fotonların itme çekme etkisi bir birini yok edecek ve Casimir etkisi
olmayacaktı. Gerçekte Casimir etkisinin varlığı gösterir ki; doğada
süpersimetrinin olması bir simetri kırılmasını gerektirir.
Teoriye göre;
vakumda “toplam Sır Nokta Enerjisi, tüm olası
foton modları üzerinden toplam alındığında sonsuz olur. Casimir etkisi;
sonsuzlukların götürülmesinde, bir enerji farkından meydana gelir. Vakum
enerjisi, gravitasyonel (kütle çekim) etkileşmeden dolayı, “kuantum kütle
çekim teorisinde” bir bilmecedir. Kütle çekim teorisi uzay-zamanın
eğriliğine sebep olan büyük bir “kozmolojik sabit” ortaya çıkarır. Bu
uyuşmazlığa çözüm, kuantum kütle çekim teorisinden beklenmektedir.
Olasılıklar Fiziği
Kuantum
Haber: Gülşen Kaş
Bilim Haberleri, İstanbul
Kuantum fiziğinin kurucu babalarından Neils
Bohr, atomaltı parçacıkların sadece bir gözlemci tarafından izlendiğinde
meydana çıktığına göre, parçacıkların özellikleri ve karakteristikleri
hakkında görüş bildirmek anlamsızdır sonucunu ortaya çıkarttı. Elektronların
gözlemci olmadan da var olduğunu baz alarak, atomaltı parçacıkların bilimle
açıklanmayı bekleyen bir boyutu olduğunu keşfetti.
"Ne biliyoruz ki" adlı belgesel film,
Türkiye’de vizyona girmeden önce, bilim adamları dışında kimse Kuantum
Fiziği ile ilgilenmiyordu. Belgesel vizyona girdikten hemen sonra, birçok
insan bu konu ile ilgili çalışmalar yapmaya başladı. Kuantum Fiziği'ni
anlamak ne kadar kolay bilmiyorum, (bazıları için kolay galiba) ama
Türkiye’de bu konu ile ilgili seminerler ve kurslar düzenlenip terapi
yapılıyor. Benim de merakımı cezbeden ve bu kadar çok konusu yapılan Kuantum
Fiziği'ni, Doç. Dr. Haluk Berkmen'e sorduk ve bakın, kendisinden
aldığımız yanıtlar:
Röportaj
Kuantum ve Kuantum fiziği nedir?
Kuantum
sözü Almanca olup “miktar” demektir. Bu sözü ileri sürmüş olan fizikçi Max
Planck enerjinin bölünemez en küçük parçası olarak tanımlamıştır.
Kuantum Fiziği ise,
“doğanın en küçük parçaları” ile ilgilenen bir kuramdır. İlgi konusu içine
atomlar, atom çekirdekleri, bu çekirdeklerin yapıları ve onları oluşturan
parçacıklar ile bu parçacıklar arası etkileşimlerdir.
Kuantum potansiyeli ne anlama gelir?
Her
nesne dalga paketi şeklinde düşünüldüğüne göre bu paketi bir arada tutan bir
potansiyel söz konusudur. Potansiyel Enerji her nesnede bulunan bir
özelliktir. Nedeni ise hiçbir nesnenin tek başına olmadığı ve çevresi ile
birlikte düşünülmesi gerektiğidir.
Klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki
fark nedir?
Klasik
fizik ile Kuantum fiziği arasında birçok fark vardır. Bunlar kısaca:
-
Klasik fizikte uzay ve zaman
süreklidir. Kuantum Fiziğinde süreksiz ve kesiklidir. Bu bakımdan Klasik
fizikte nesnelerin özellikleri sürekli birer değişkendir. Oysa ki Kuantum
Fiziğinde tüm bu değişkenler süreksiz olup ani sıçrayışlarla bir durumdan
diğerine geçiş olur.
-
Klasik fizikte determinizm yani
“belirlilik” vardır. Oysa ki Kuantum fiziğinde olaylar determinist olarak
gelişmezler. Daima belli bir olasılık yüzdesi bulunur.
-
Klasik fizikte bulunan determinizm
nesnellikle el ele gider. Yani, nesnelerin birbirlerinden bağımsız
oldukları ve her bir nesnenin çevresinden yalıtılarak incelenebileceği
inancı ve görüşü vardır. Oysa ki Kuantum Fiziğinde nesneler birer enerji
dalgası olarak görüldüğünden klasik anlamda “nesnellik” kaybolmaktadır.
Yerine bütünsel bir etkileşim ve evrende sıçramalarla değişim kavramları
ileri sürülmektedir.
-
Kuantum Kuramı gözlenen ile gözleyeni
ayrı saymaz. Yani, biri diğerini etkileyip değiştirebilir. Bu bakımdan
bağımsız nesne kavramı yok olduğu gibi etki edip dönüştürme yeteneğinin
sadece canlılara ait olmadığı da söylenebilir.
Einstein'ın görelilik kuramında da zaman ve
mekan sürekli ve ölçülebilen değişkenlerdir Oysa ki kuantum kuramında durum
tamamen farklıdır. Bu nasıl mümkün olabilmektedir?
Einstein’ın Görelilik Kuramı klasik kavramlardan hareketle gelişmiştir.
Yani, uzay ve zaman sürekli olarak düşünülmektedir. Klasik fizikten farklı
olarak, Görelilik kuramında sürekli olan uzay ve zaman hıza bağımlı
durumdadırlar. Yani, hız değiştikçe uzayın da zamanın da ölçülen özellikleri
değişir. Oysa ki Klasik fizikte hız mutlak uzay ile mutlak zamanın bir
fonksiyonudur. Görelilik kuramında hız öncelikli bir kavramdır ve ışık hızı
sabittir. Görelilik kuramına göre hiçbir etkileşme ışık hızından daha hızlı
bir şekilde gerçekleşemez. Kuantum kuramı bu tür bir kısıtlama
getirmediğinden etkileşmeler anında ve ışık hızından daha hızlı oluşabilir.
Kuantum kuramında zaman kavramı yerine
“an” kavramı geçerlidir. Her olay bir anda oluşur ve bu bakımdan olaylar
arasında süreklilik geçerli olmaz. Ancak olaylarda nedensellik istendiği
için bu nedenselliği koruyacak ara parçacıklar (dalgalar) aranır ve de
deneysel olarak bulunmaya çalışılır. Kuantum Kuramına göre evrende süreksiz
bir bütünlük vardır ve her nesne diğer her nesne ile anında etkileşir.
Canlı varlığın oluşması için zamanın tersine
akması ne anlama gelir?
Öncelikle canlı varlığın çevresine göre
daha organize, düzenli bir yapı oluşturduğunu görmekteyiz. Bu da
Entropi'nin azalması anlamına gelir. Zira
Entropi, düzensizliğin ölçüsüdür (Bkz."Bilgi Yok olmuyor", X Dergisi,
Kasım 2004). Entropi’nin azalması ile bilginin artması aynı anlamı
taşıdığına göre canlı varlıkta bilgi artışı olmaktadır. Entropi’yi azaltan
ve bilgiyi arttıran varlık bizim ölçemediğimiz ışıktan hızlı hareket eden (Takiyon
adını verdiğimiz) parçacıklar oldukları kanısındayım. Zira, ışıktan hızlı
hareket eden parçacıklar zamanda da ters yönde (gelecekten geçmişe doğru)
hareket ederler.
Şu halde 'şimdiki an' içinde yaşayan biz
insanlar için zaman, hem geçmişten hem de gelecekten etkilenen bir yapıya
sahiptir. Sadece tek yönlü akan bir zaman kavramı, bizim için sadece pratik
önemi olan bir yaklaşımdan ibarettir. Gerçekte zaman süreksiz anlardan
oluşmaktadır. Her an kendi içinde bir bütündür ve bir an ile diğer an
arasında sürekli bir ilişkinin bulunması zorunlu değildir. An adını
verdiğimiz zaman süresi son derece kısa, adeta sıfıra yakın olmakla birlikte
tamamen sıfır da değildir. Bu çok kısa süre Kuantum kuramındaki Planck
sabiti ile orantılı olup Planck zamanı olarak tanımlanmıştır. Tüm evren bu
Planck süreleri arasında bir var olmakta, bir yok olmaktadır.
Öyleyse madde, nasıl oluyor da yok olmadan
önceki şeklini hatırlayabiliyor?
Bu sorunun yanıtını "şimdiki anın hem
geçmişi hem de geleceği barındırmakta olduğu".ifadesinde buluyoruz. Zaman ve
mekan süreksiz ama birbirlerinden habersiz değiller. Bu haberleşme yerel
etkilerle olmuyor. Yani sürekli bir etki-tepki durumu yerine anında ve
ışıktan hızlı bir 'nakille' haberleşme sağlanıyor. Nakille sözünü tırnak
içinde ifade ettim zira buna 'hareket' demek istemedim. Sadece bilgi nakli
söz konusu. Bu bilgi nakli ile düşünce enerjisi yakından alakalı kavramlar.
Bilgi naklini sağlayan düşünce enerjisidir ve düşünce enerjisini harekete
geçiren de istektir, denilebilir. Enerji kaybolmayıp korunduğuna göre bilgi
de korunuyor.
Enerjinin küçük ve sonlu paketler halinde
aktarıldığı deneysel olarak kanıtlanmıştır. Bu durumu sağlayan da gene
zamanın ve mekanın küçük sonlu süreler/aralıklar halinde artmasıdır. An
dediğimiz bu kısa sürede hareket yoktur denilebilir. Böylece Zenon çelişkisi
bir çelişki değil, günümüzün modern bilimine ters düşmeyen bir ileri
görüşlülük olmaktadır.
Eskiden bilginin korunması büyük çapta
sözlü destanlarla, masallarla ve kutsal ayinlerle olmaktaydı. Yazılı
belgelerin yaygınlaşması ile birlikte bilginin korunması çok daha kolay hale
geldi. Ama, bilgi kitaplara taşındı ve insanın kendi öz varlığının bilgisi
olmaktan çıktı. Kitabi bilgi sayesinde teknolojik ilerlemede büyük bir
sıçrama yaşandı. Günümüzde bilgisayarlar sayesinde bilgi büyük bir hızla hem
birikiyor, hem de yayılıyor ama gittikçe de bizden uzaklaşıyor. Bu hızlı
yayılmayı dikkatle izlemekte yarar var. İnsanlar artan bilgi karşısında
katılımcı değil sadece gözlemci durumuna geçiyorlar. Daha da önemlisi,
insanlar bilgiyi içlerine katmadıkları için kendi öz değerlerini ve
kültürlerini korumayı da başaramıyorlar. Bir yanda küreselleşmenin getirdiği
ortak değerler, diğer yanda aile ve toplumdan kaynaklanan farklı ve özel
değerler insanları bir çeşit bölünmüş bir ruhsal yapı içine sürüklüyor.
Sonuçta umursamaz, gözlemci ve sığ değerlerle donanmış bir toplum ortaya
çıkıyor.
Kuantum fizikçileri her şeyin düşünce ile
yapılabileceğini söylemektedirler. Bu nasıl mümkün olmaktadır?
Düşünce bir enerji türüdür. İnsanlar bir
eyleme başlamadan önce onu düşünce boyutunda hayal ederler. Örneğin siz masa
üzerinde duran bir bardağa doğru elinizi uzatırken önce bir istekte
bulunmanız ve sonra bu isteği eyleme dönüştürmeniz gerekir. Gözleyen ile
gözlenen birbirlerini değiştirdikleri gerçeğinden hareketle önce ilgi, sonra
istek ve en son da eylem gerçekleşir.
Bu durumda nasıl davranmamız gerekir?
Madem ki düşünce enerjisini harekete
geçiren istektir, o zaman isteklerimizin ne olduklarını ve nereye etki
ettiklerini bilmekte yarar var sanırım. İstekleri sadece maddi çıkarımız
doğrultusunda yönlendirdiğimiz sürece yeni isteklerin ortaya çıkmasına engel
olmayız. Bu durum hiç bitmeyen biteviye birbirini besleyen istekler
zincirini yaratmaktan öteye gitmez. Bu zinciri kırabilmek öyle sanıldığı
kadar da kolay olmuyor. Tutkularımız ve sorumluluklarımız bu istek zincirini
sürekli besliyor.
İstek zincirini günümüzün yaşantısı
içinde tümüyle kırmak mümkün görünmese de istekleri daha geniş bir çerçeveye
yaymak pekala mümkün olabilir. Bir diğer ifade ile, isteklerimizi hem kendi
yararımıza (hayrımıza) hem de bütünün yararına yönlendirmeye gayret
etmeliyiz. Özellikle bilgiye bir gözlemci olarak değil, bir katılımcı olarak
yaklaşmak ve onu gündelik hayatımızın bir parçası haline getirmek gerektiği
kanısındayım.
Unutulmaması gereken şey; her anın bir
fotoğraf gibi kendi başına bir değer taşıdığı ve bu fotoğrafta daima
kendimizin de bulunduğudur.
İnsanlar neden zamanı sürekli akan bir şey
gibi algılıyorlar?
Çünkü
bizim varlığımızı sürdürmemiz için sürekli zaman kavramına gerek duyarız da
ondan. Aslında süreksiz olan ve ard arda dizilen anları biz birleştirerek
zamanı yaratırız. Eğer bunu yapmasak bellek oluşamaz ve olaylar arasındaki
ilişki sürekli bir şekilde gelişemez. Belleğini kaybeden insanların nasıl da
boşlukta kaldıklarını biliyoruz. Anlam üretmek için bellek şarttır. İnsan
ise anlam üreten bir varlık olarak tanımlanabilir. Bu bakımdan zamanı ve
mekanı sürekli olarak tanımlamak duyuların yapısında bulunmaktadır.
Bu durumda geçmiş ve gelecek diye bir şey
söz konusu değilse bu, kaderin olduğunu göstermektedir. Kader var ise o
halde özgür irade hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Zamanın
anlardan oluşmuş olması geçmiş ve geleceği yadsımaz, dışlamaz. Gelecek
olacaktır ve geçmiş de elbette ki olmuştur. Fakat mutlak kadercilik inancı
yanlıştır. Çünkü her an belli bir olasılıkla oluşmaktadır. Bu olasılık da
belirsizlik içerdiğinden mutlak bir kaderden söz edilemez. Ancak, dönüşüm
söz konusudur. İnsan için doğum ve ölüm mutlak olup kaçınılmaz dönüşüm
noktalarıdır. Fakat arada özgür irade ile istekte bulunmak ve bu istekleri
eyleme dönüştürmek mümkündür. Özgür irade bilinç gerektirir. Bilinçsiz
yapılan eylemler özgür değildirler. Örneğin etki-tepki mekanizması içinde
gelişen eylemler özgür olarak tanımlanamazlar.
Takiyon enerjisi nedir?
Takiyon,
ışıktan hızlı hareket eden bir parçacık veya dalga olarak düşünülmelidir.
Deneysel olarak doğrudan gözlenmiş olmasa da kuramsal bir varlığı kabul
edilmektedir. Işıktan hızlı hareket eden parçacıkların kütleleri sanal olup
hareket yönleri de gelecekten geçmişe doğrudur. Henüz olmamış bir gelecekten
nasıl bilgi aktarımı olabilir? Şeklinde bir soru akla gelebilir. Bunun
yanıtı Takiyonların bizim evrenimize ait olmadıkları ve kendi evrenlerinde
geçmişten geleceğe doğru hareket ettikleridir. Getirdikleri bilgi dağıtıcı
olmayıp toplayıcıdır. Yani Termodinamik'in ikinci yasasının tam tersini
yaparlar. Bu yasaya göre her nesne topluluğu zamanla karmaşaya dönüşür.
Takiyonlar ise karmaşayı düzene dönüştürürler. Bu bakımdan zamanda tersine
hareket ettikleri görüşü ileri sürülebilir. Onların enerjisi düzenleyici ve
toparlayıcıdır.
Sanal kütleli olduğu söylenen takiyonların
bizim evrenimizle etkileşmelerini sağlayan nedir?
Işıktan daha hızlı hareket ettiklerinden
onların yavaşlamaları halinde ışık hızına yaklaşarak bizim evrenimize “Tünel
olayı” ile geçebilirler. İşte bu sınır bölgede etkileşime girmeleri
mümkündür. Fakat etkileşim son derece kısa bir sürede oluşup sona erer. Bu
bakımdan deney aletlerimizle gözlenmeleri mümkün olmamıştır. Fakat ilerde
belki de gözlenmeleri sağlanacaktır. Şu anda dolaylı olarak varlıkları kabul
edilmektedir.
Takiyon evreni ile bizim etkileşime
girmemiz nasıl mümkün olabilir?
Takiyonların da kendi evrenleri vardır.
Işıktan hızlı bir şekilde kendi evrenlerinde dolanırlar. Bu hızın üst sınırı
olmadığından anında uzayın her yerinde bulunabilirler. Evrendeki bütünsel
etkileşmeyi ve haberleşmeyi sağlayan da onlardır. Bizim insan olarak ışıktan
hızlı hareket etmemiz mümkün olmasa da düşünce boyutunda buna bir engel
yoktur. Bu konuda özel yeti sahibi insanların bulunduğu görüşündeyim.
Evrende, canlı-cansız ayırımı
anlamsızdır. Hareketli ve hareketsiz maddeler ayrılamıyacak kadar iç içedir
ve yaşam da evrenin bütünlüğü içinde sarmalanmıştır. Bilincin, yaşamın ve
gerçekte herşeyin evrenin dokusunu oluşturması, şaşırtıcı sonuçlar verir.
Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi; eğer
ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda Andromeda galaksisini
bulabiliriz! Kleopatra ile Sezar'ın buluşmasını da! Prensipte, geçmiş ve
gelecek, uzay ve zamanın, küçük bir kıvrımında yer almaktadır. Aynı şekilde,
vücudumuzdaki her hücre, tüm kozmosu içerir. Her yağmur damlası ve her
yaprak da!..
İnsanlık bütün bunların bilgisine
sahipken neden henüz gerçekleştirememektedir?
İnsanlık tüm bunların bilgisine ve
bilincine doğu düşünce okullarında ulaşmıştır. Örneğin, Tasavvuf ehli
kişiler, Sufiler, Hint mistikleri, Budist rahipler bu gerçekleri asırlardır
yazıyorlar ve söylüyorlar. Fakat batı düşüncesinde nesnellik öncelikli
olarak savunulduğundan her bireyin bir kopuk ve bağımsız varlık olduğu “ben”
(ego) merkezli felsefeler geliştirmiştir. Kuantum Kuramı sayesinde
nesnelliğin geçersiz olduğu görüşü batı düşüncesinde yer etmeye başlamış,
nedensellik yeni bir bakışla sorgulanır olmuştur.
İnsanlığın fiziksel olarak zamanda
yolculuk yapması mümkündür? Bu nasıl ve ne zaman mümkün olabilir?
Şu anda mümkün olmasa da ilerde
olmayacağını kimse iddia edemez. Ancak düşünce boyutunda buna hiçbir engel
yoktur. Her gece gördüğümüz rüyalar belki de zamanda yolculuk ile
gerçekleşmektedirler. Bu konuda kesin bir yargıya varmanın erken olduğu
görüşündeyim.
Gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapmak ve
geçmişini istediği şekilde değiştirmek, bulunduğu geleceği de değiştirmez
mi?
Maddesel olarak zaman yolculuğu mümkün olmasa da düşünce boyutunda hem
geçmiş hem de gelecek sürekli şekillenmekte ve yorumlanmaktadır. Bu yoruma
bir bakıma “değiştirmek” de denilebilir. Tarih bilinci evrensel olmayıp bir
toplumdan diğerine değişiklikler içerdiğini hepimiz biliyoruz. Geleceği de
geçmişin yorumları üzerine oturttuğumuz bir gerçektir.
Burada tek bir gerçeklikten söz edebilir
miyiz?
Asla, gerçeklik tek değildir ama
“hakikat” tektir. Bu bakımdan “gerçeklik” ile “hakikat” farklı
düşünülmelidir. Gerçeklik görelidir ve her topluma hatta her insan göre
farklı olabilir. Ama, hakikat değişmez. Çünkü nesnelerin hakikati tektir ve
teklikle bütünleşmiş durumdadır. “Çokluk” hakikat boyutunda yanıltıcı olup
tekliğin bir gölgesi veya yansıması olarak düşünülmelidir.
Bütün bu kuramlar, fizikselde,
yapılabilirliği gerçekleşmediği sürece insanlığa ne gibi fayda sağlar? Sizin
bu konudaki görüşünüz nedir?
İnsanlar hakikatin tekliğine ulaşmadıkça
bölünmeler ve çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Kuantum Kuramının gösterdiği
“Bütünsel teklik” ilerde insanların bu anlayış içinde birleşmelerini
sağlayacaktır.
Dünyadaki tüm canlıların molekülleri aynı
DNA yapısını göstermesinin sebebi nedir?
Yukarıda belirttiğim gibi, evrendeki bütünsel ilişkiler ortak bir DNA
molekülünün oluşmasına yol açmıştır. Çünkü tüm var olan canlı varlıklar aynı
temel ilkeden hareketle oluşmuşlardır. Bu temel ilke de kendi üzerine
dönüşümlü sistemlerde var olan benzeşim ve tekrardır. Doğanın temel
yapısında bilginin dönüşerek artışı bulunmaktadır. Ancak, dönüşüm kendi
üzerine olduğu sürece artar. Yani, kendini sorgulamadan gelişim
gerçekleşmez. Canlı varlıkların da çoğalması ve dönüşmesi kendi yapılarını
tekrarlamaları sayesinde olur. Fakat, asla bir fotokopi şeklinde tekrar
oluşmaz. Her tekrar belirsizlik içerdiğinden ancak “benzeşim” söz konusu
olabilir. Canlı varlıklar açık sistemler olduklarından çevreleri ile ve tüm
evren ile iletişim içindedirler. Bu bakımdan hepsinde ortak özellikler ve
benzer yapı taşları vardır.
Fizikte, kuantum kuramı ve onunla ilişkili kuramlar
dışındakiler genel olarak "klasik kuramlar" olarak da adlandırırlar. Bu
ayrım, kuramların ne kadar modern ya da devrimci olduğundan bağımsız
olarak kuantum kuramının "dalga fonksiyonu" diye bir kavramı içermesi
nedeniyle diğerlerinden tümüyle farklı temellere oturmasından kaynaklanır.
Bu bağlamda örneğin görelilik kuramı da klasik bir kuramdır.
Dalga fonksiyonu nedir?
Fizikte, kuantum kuramı ve onunla ilişkili kuramlar dışındakiler genel
olarak "klasik kuramlar" olarak da adlandırırlar. Bu ayrım, kuramların ne
kadar modern ya da devrimci olduğundan bağımsız olarak kuantum kuramının
"dalga fonksiyonu" diye bir kavram içermesi nedeniyle diğerlerinden tümüyle
farklı temellere oturmasından kaynaklanır. Bu bağlamda örneğin görelilik
kuramı da klasik bir kuramdır.
Fizik, hız, kuvvet, enerji, ivme, konum, zaman, momentum vb. gibi kavramlar
ile ilgilenir. Bunlara fiziksel gözlenirler (observables) diyoruz.
Fizikçiler için bir fizik problemini çözmek, bunların değerlerini bulmak
demektir. Fiziksel gözlenirler, matematiksel soyutlamalardan farklı
olarak adlarını hakedebilmek için gözlenebilir (ölçülebilir) olmalıdır.
Gözlenebilmeleri gerçeklikle bizim fizik kuramlarındaki tanımlarımız
arasında bir bağ kurar. Örneğin, lise fiziğini kullanarak çözebildiğimiz
havaya atılan bir taşın belli bir zamandaki konumu, hızı, enerjisi
hakkındaki sonuçları deneylerle ölçüp test edebiliriz.
Klasik kuramların ortaya attıkları formüller zaten bu gözlenirler
arasındaki ilişkilerdir. Bunlardan bir kaçını biliyorsak diğerlerini
formüller aracılığıyla bulabiliriz. Örneğin ünlü F = m x a formülü incelenen
sisteme uygulanan kuvvet ile sistemin kütlesi ve ivmesi arasındaki bağıntıyı
tarif eder.
Kuantum kuramının merkezinde ise klasik kuramlardan farklı olarak dalga
fonksiyonu yer alır. Dalga fonksiyonu bir fiziksel gözlenir değildir,
ölçülemez. Sisteme aittir ama ne olduğu tartışmalıdır. Kuantum kuramı bize
dalga fonksiyonunun nasıl bulunacağına ve dalga fonksiyonundan yola çıkarak
sistemin fiziksel gözlenirlerinin nasıl elde edileceğine dair
kuralları verir. Kuantum kuramına göre dalga fonksiyonu incelenen sisteme
ait elde edebileceğimiz her şeydir. Yani bir parçacığın dalga fonksiyonunu
biliyorsak, gelebileceğimiz son noktaya gelmişizdir. Bir başka deyişle iki
sistemin dalga fonksiyonları aynı ise bunlar özdeştir diyebiliriz.
Ancak dalga fonksiyonu genel olarak, sistemin fiziksel gözlenirlerinin
tümünü kesin olarak vermez. Örneğin bir parçacığa ait dalga fonksiyonunu
biliyorsak, bu onun yerini, enerjisini veya hızını kesin olarak bildiğimiz
anlamına gelmez. Dalga fonksiyonu bize bunlara ait bir olasılık dağılımı
verir. Yani parçacığın nerede olma olasığının ne kadar olduğunu verir. Biz
konumunu ölçtüğümüzden parçacığın bu olası yerlerden birinde olduğunu
buluruz. Dalga fonksiyonu birbirlerinin aynı olan (yani "özdeş") yüzlerce
parçacık üzerinde konum ölçümü yaparsak, hepsinde farklı farklı sonuçlar
elde edebiliriz, ama bulduğumuzu sonuçların dağılımı dalga fonksiyonun bize
verdiği olasılık dağılımıyla aynı olacaktır. Bu gözlenirlerden bazılarını
kesin olarak saptayan dalga fonksiyonları vardır, ama bu kez diğer
gözlenirler tümüyle belirsizleşir. Örneğin dalga fonksiyonu bir parçacığın
konumunu yüzde yüz kesin olarak veren türden bir forma sahipse momentumunun
(hızının) ne olacağını hakkında hiç bir bilgi vermiyordur.
Dalga fonksiyonunun, sistemin bütün gözlenirlerini aynı zamanda kesin
olarak vermemesinin kuantum kuramına ilişkin sorunların başlangıç noktası
olduğunu söyleyebiliriz.
Dalga fonksiyonu bize parçacığın yeri hakkında yalnızca bir olasılık
dağılımı veriyorsa gerçek konumunun neresi olduğunu nasıl bulacağız? Eğer
yerini kesin olarak biliyorsak, bu kez dalga fonksiyonu parçacığın hızı
hakkında hiçbir bilgi vermediğine göre hızını nasıl bulacağız? Kuantum
kuramı diyordu ki dalga fonksiyonundan ötesi yoktur, fizik olarak elde
edebileceğiniz bütün bilgi dalga fonksiyonunda bulunur. O zaman ya kuantum
kuramından daha üstün bir kuram bulacağız, öyle ki bu kuram bize hem konumu
hem hızı aynı zamanda verecek; ya da öyle bir kuram yok ve doğa kendisi
hakkında herşeyi kesin olarak bilmemizi yasaklıyor diye düşüneceğiz.
Böylelikle kuantum kuramıyla birlikte önemli bir felsefi epistomolojik (bilgibilimiyle
ilgili) sorun gündeme geliyor. İnsan bilgisinin sınırları nedir? İnsan
doğaya ait herşeyi bilebilir mi yoksa ancak sınırlı bir bölümüne mi
erişebilir? Bilimsel bilgi sonsuza kadar detaylanarak sürekli olarak herşeyi
açıklama yönünde engelsiz ilerleyecek mi yoksa bir yerlerde önüne aşılmaz
duvarlar mı çıkacak?
Hem konumu hem hızı veren kuantumdan daha hassas bir kuram (en azından
şimdiye dek) bulamadığımıza göre ikinci seçeneği kabul edip bilimsel
bilginin kesin sınırları olduğunu ve doğanın bazı gizlerini bize vermediğini
düşünebiliriz.
Bu durumda doğal olan, her ne kadar ikisini birden verecek fizik
kuramlarımız olmasa da, gerçekte parçacığın hem hızının hem de konumunun
kesin bir değere sahip olduğunu düşünmektir. Hız ve konum klasik olarak
birbirinden bağımsız düşünülemez. Bir cismin değişik zamanlardaki konumunu
biliyorsam hızını da biliyorum demektir, çünkü hız zaten zaman içinde
konumunun ne kadar değiştiği anlamına gelir. Uzay zamanda yer kaplayan her
cismin bir konumu bir de hızı vardır. Tabii ki bu hız sıfır da olabilir,
sıfır olması hızının tanımlı olmadığı anlamına gelmez.
Bir cismin konumunu ölçtüğümüzde (mesela mikroskopla gözlemlediğimizde),
dalga fonksiyonunun bize sunduğu olasılıklardan birini elde ederiz, ama elde
ettiğimiz ölçüm sonucu o cismin gerçek konumudur. Yani daha sonraki
ölçmelerimiz de % 100 olasılıkla aynı sonucu elde ederiz. Peki ölçmeden önce
o cisim neredeydi? Buna verilecek en doğal yanıt şuymuş gibi görünüyor:
Ölçmeden önce de ölçüm sonucu bulduğumuz yerdeydi tabii ki. Yoksa ölçmenin
ne anlamı kalır ki? Biz cismin nerede olduğunu merak edip gözlemliyoruz;
gözlemin bir anlamı olması için gözlemeden önceki yerini gözlem sonucunda
doğru olarak bulmalıyız. Bu aşamada, biz gözlemeden önce parçacığın belli
bir yerde ve belli bir hızla hareket etmekte olduğunu düşünmek doğal
görünmekte.
Ancak kuantum kuramındaki EPR olgusu nedeniyle bu bakış açısı da
geçerliliğini yitirmektedir. EPR deneyi, çok uzaktaki bir parçacığın,
yakımızdaki dolaşık çifti üzerinde yaptığımız ölçüme göre, birdenbire
tanecik veya dalga haline dönüşebildiğini gösteriyordu. Klasik bakış açısına
göre her cisim gibi o uzaktaki parçacığın da biz gözlemleyelim veya
gözlemlemeyelim, belli bir varlığı vardır. Eğer öyleyse kendisine hiç
dokunmadan başka bir yerde yaptığım bir gözlem onu nasıl tamamen
birbirinden farklı iki forma (dalga veya tanecik) dönüştürebilir ki? Ben
yakınımdaki parçacık üzerinde gözlem yapmadan önce ne ise yaptıktan sonra da
öyle olmalı. Oysa benden çok uzaktaki bir parçacığın dalga mı tanecik mi
olduğu benim burada gözlemek istediğim fiziksel gözlenire göre değişiyor.
Sanki cisim, biz gözlemeden önce dalga fonksiyonunun bize olasılık olarak
verdiği yerlerin hepsinde birden bulunuyormuş gibi davranıyor...Sanki
potansiyel olarak bütün bu olasılıkların tümünde "gerçekleşmemiş halde"
bulunuyor, ancak biz onun gözlediğimiz anda bu olasılıkardan birinde
"gerçekten" varolmaya başlıyor... O zaman biz gözlemeden önce cisim
bildiğimiz anlamda gerçek bir cisim değil mi? onu bildiğimiz anlamda gerçek
bir cisim yapan bizim onu gözlemliyor olmamız mı?
Böylece kuantum kuramı bizi ilkinden daha ciddi olan ontolojik (varlığın
doğasına ait) bir sorunla karşı karşıya bırakıyor. Etrafımızdaki cisimlerin
benim gözlemimden bağımsız bir varlığı yok mu? Klasik bir örnek ile “Ben
bakmasam da ay orada durmuyor mu?”
Her ne kadar kuantum kuramının sonuçları, cisimlerin gözleyenden bağımsız
varlığı olduğuna dair klasik doğa anlayışıyla çelişse de, bu soruya bilimle
uğraşan birinin “hayır ay ben gözlediğim için var, ben bakmasam ay diye bir
şey yoktur” demesi pek mümkün değildir. Bu görüşün getireceği sonuçlar,
klasik görüşle karşılaştırılmayacak kadar mantık dışıdır. Yani klasik doğa
anlayışının modern bilimle çeliştiği yerler olması, klasik doğa anlayışına
karşı elimizde bir alternatif olduğu anlamına gelmiyor. Evet çelişiyor ama
onu kabul etmezsek elimizde pek bir şey kalmıyor. O nedenle kuantum kuramı
bütün yaygınlığına, pratik kullanım alanlarına rağmen üzerine kafa yoran
fizikçilerin bir çoğu tarafından hala bir “büyü”, bir “sihir” olarak
görülüyor.
Kuantum kuramının bütün bu sonuçlarıyla tutarlı olan çeşitli açıklamalar
getirilmiştir (paralel evrenler yorumu, gizli değişkenler teorileri, ani
lokalizasyon teorileri vb.), ancak bunlar henüz “spekülasyon” düzeyindedir.
Ortaya attıkları yeni iddialar genellikle en azından kısa vadede
doğrulanabilir değildir
Kuantum kuramının “standart yorumu” diyebileceğimiz Kopenhag yorumu, hem
kuantum kuramının şimdiye kadarki bütün sonuçlarıyla uyumludur hem de yeni
hiçbir fiziksel varsayıma ihtiyaç duymaz. Ancak Kopenhag yorumu fiziksel
varsayım eklememenin getirdiği açıkları felsefi varsayımlarla kapatır.
Bütünleyicilik (complementarity), karşılıklılık (correspondence), mikroevren
- makroevren ayrımı gibi bir dizi yeni felsefi kavram getirir. Doğayı
mikro-evren ve makro evren diye iki farklı kategoriye böler. Çevremizde
gördüğümüz, algıladığımız cisimlerin atomlardan oluşmasından dolayı, çok
sayıda atomun toplamından başka bir şey olmadıklarına dair derin inancımıza
ters düşer. Artık bir demir atomu ile milyarlarca atomun biraraya gelmesiyle
oluşan herhangi bir demir parçası “farklı dünyalara aittirler”. Mikroevrenin
nerede bitip makroevrenin nerede başladığı konusu belirsizdir. Bu sınırın
neresi olduğu konusunda sanki insan ölçeğine (gözlemleyene) özel bir konum
kazandırmakta dolayısıyla, öznelliğe düşmekte gibidir. Yani dünyanın
gözleyenden bağımsız varlığı varsayımı ile ters düşüyor gibidir. “Gibidir”
diyoruz çünkü Kopenhag okulunun esas temsilcileri bu konuyu çok fazla
açıklığa kavuşturmamışlardır.
Sonuç olarak dalga fonksiyonu nedir? Bir bakış açısına (Kopenhag yorumu)
göre yalnızca incelenen sistemin hangi gözlenirinin ölçersek hangi değeri
elde edeceğimize dair olasılık olasılık dağılımını veren bir araçtan başka
bir şey değildir.
Bir başka bakış açısına göre ise dalga fonksiyonu parçacığın gerçek
durumunu verir; yani parçacık dalga fonksiyonunda belirtilen olasılıkların
tümünde aynı anda bulunmaktadır. Parçacık bir tek yerde değil birçok yerde
aynı anda bulunmakta, bir çok değişik hızla hareket etmekte vb. Açıklayıcı
olmak için günlük yaşamdan bir benzetme yapmak gerekirse; siz aynı anda hem
evde hem sokakta hem okulda bulunuyorsunuz, üstelik, sokakta aynı anda
değişik hızlarla hareket ediyorsunuz. Kabul etmek gerekiyor, atomlar "garip"
davranıyorlar. Bu kabul de yetmiyor aynı zamanda, her nedense yerlerini,
hızlarını vb. gözlemlediğimiz anda bu bir çok seçenekten birine
yerleşiveriyorlar.
Zamanı durdurabilmek!
24.02.2006
Eksantrik bir bilim adamı, düğmesine dokunulduğu anda insan vücudundaki
molekülleri hızlandırarak hiperzaman adı verilen ve gerçek zamanın
hızlandırılmış versiyonu olan zaman boyutuna giriş yapılan bir kol saati
icat eder... Filmin esprisi normal zaman boyutundaki insanların havada asılı
kalmışçasına yavaş görünmeleri, hiperzaman boyutundaki insanların da
hızlarından ötürü görünmez hale gelmelerine dayanıyor.
Zaman makinesi mümkün
mü?
Time Traveler: A Scientist's Personal Mission to Make Time Travel
a Reality
Ronald L. Mallett, Bruce Henderson
BBC TÜRKÇE
10 Ağustos 2007 Cuma
Zamanda yolculuk mümkün
diyen ABD'li fizikçi, makinasını anlattı. Connecticut Üniversitesi'nden
fizikçi Prof. Ronald Mallett, zaman yolculuğu araştırmaları ile geçen
yaşamını ve çalışmalarının ulaştığı son aşamayı BBC'ye anlattı.
Connecticut Üniversitesi’nden fizikçi Prof. Ronald
Mallett, zaman yolculuğu araştırmaları ile geçen yaşamını ve çalışmalarının
ulaştığı son aşamayı anlattı.
<< Zaman Makinesi Gerçek Olabilecek mi? Amerikalı
bilim adamı Ronald Mallet yıllardır zaman makinesi konusunda araştırma
yapıyor. 52 yıl önce babasını kaybeden Mallet, zamanı geri döndürebileceğini
iddia ediyor. Zamanın bir tür boşluk olduğunu ve icat edeceği zaman makinesi
iler bu boşlukta ileri geri hareket edebileceğini belirten bilim adamı “
Zamanı değiştirmenin sırlarını kavradım. İcat edeceğim makinenin kendi
etrafında hızla dönerek oluşturacağı çekim alanının merkezindeki kuvvet
sayesinde zamanda yolculuk mümkün olacak. Tek ihtiyacım 120 milyon
sterlin(319 milyon ytl) olan bu makinenin maliyetini bulabilmek.” Diyor. >>
LONDRA
- Zamanda yolculuk, edebiyatta ve sinemada sıklıkla işlenen konular arasında
yer alır. Herbert George Wells’in klasikleşen “Zaman Makinesi” kitabı da
“Geleceğe Dönüş” filmleri de aynı konuyu işlemişlerdir. Ancak acaba zamanda
yolculuğun bilimsel bir temeli var mı? ABD’li bilimadamı Prof. Ronald
Mallett, bunun mümkün olabileceğini söylüyor.
Haberin devamı
Prof. Mallett, “Zaman Gezgini” adlı bir kitap kaleme
alarak zamanda yolculuk hayaline ulaşma mücadelesi ile geçen hayatını da
anlattı.
1950’lerde New York’un Bronx ilçesinde yetişen Mallett,
o yıllarda da zaman yolculuğu konusuyla çok yakından ilgiliymiş. Ronald
Mallett, babası ani bir kalp krizinden öldüğünde sadece on yaşındaymış. Onu
avutan tek şey, bilim kurgu imiş. Ronald Mallet o yıllarla ilgili olarak
şunları söylüyor:
“Babamın ölümünden bir yıl sonra Herbert George
Wells’in “Zaman Makinesi” kitabı elime geçti. Beni depresyondan kurtaran şey
oydu. Çünkü bana ilham vermişti. Şunu düşünüyordum: Eğer bu kitaptaki gibi
bir zaman makinesi yaparsam, geçmişe dönebilecektim; geçmişe dönersem de
babamı yeniden görebilecek, başına gelecekler konusunda onu uyarabilecek ve
belki de onu kurtarabilecektim. Bu yüzden de bu iş bende bir takıntıya
dönüştü.”
Aradan 50 yıl geçti ve Mallett bilimsel alanda
derinleşti. Şu anda Connecticut Üniversitesi’nde Fizik Profesörü.
Yıldızlar ve gezegenler gibi büyük nesnelerin hem uzayı
hem de zamanı bükebildikleri biliniyor. Prof. Mallett ve diğerleri içerdiği
enerjiden dolayı ışığın da böyle olduğuna, onun da uzay-zaman döngüsünü
bükebileceğine inanıyor.
Buna göre, çok güçlü bir lazer halkası oluşturulup bu
ışık girdabının içine nesneler -ya da bir gün belki bir insan- konulduğunda,
makinenin içindeki görüntüyü zaman içinde geriye veya ileriye doğru izlemek
mümkün olabilecek.
“Niyetimi uzun süre gizledim”
Prof.
Mallett, “Göreceğiniz şey, içinde kesişerek devasa bir ışık tüneli oluşturan
lazer demetlerinin bulunduğu bir silindir olacak. Bir ışık girdabının
çevresinde döndüğü bir tünel hayal edin.” diyor.
Zamanda yolculuk aslında fazlasıyla bilim kurgu kokan
bir kavram. Bu nedenle Dr. Mallet, rakiplerince dalga geçilmemek için gerçek
niyetini uzun süre gizlemiş.
Ancak bir yazar ve astronom olan Dr. David Whitehouse,
bilim dünyasının Mallett gibilere ihtiyacı olduğunu söylüyor ve “Ayrıca
yanılmak da evreni araştırmanın bir parçasıdır” diyor.
Bununla beraber bu çalışmanın işe yaramayacağını
söyleyenler de az değil. “Öyle ise neden günümüz de gelecekten gelen
ziyaretçilerle dolu değil” diye soruyorlar. Bu noktadan itibaren ise
“büyükbaba paradoksu” başlıyor.
David Whitehouse “Örneğin zamanda geri gidip
büyükbabanızı ya da babanızı öldürseydiniz, siz varolmayacaktınız. Zaman
çizgisini değiştirmek bir paradokstur. Bu noktadan itibaren de insanlar
zaman yolculuğunun imkansız olduğunu söyleyenler ile evrenin tüm
olasılıklara göre parçalara bölünebildiğini söyleyenler arasında ikiye
ayrılıyor.” diyor.
Prof. Mallett artık babasıyla görüşemeyeceğini kabul
etmiş. Işık girdabını tamamlamayı başarsa bile, makinenin ilk çalışmasında
kendisini istediği kadar geriye götüremeyeceğini söylüyor. Ancak zaman
yolculuğunun bir gün gerçekleşeceğinden emin. Mallett şunları söylüyor:
“Hangimiz geçmişimizde birşeyleri değiştirmek
istemedik? Acaba neler olurdu bunu yapabilseydik? Sevdiğim kişiye “o arabaya
binme” veya “o uçakla gitme” diyebilseydim nasıl olurdu? Bence bu durum,
geçmişi değiştirme ya da daha sonra neler olacağını, yüz yıl, iki yüz yıl
sonrasında yaşanacakları bilme arzusu hepimizin içine işlemiştir. Bu bence
çok temel bir arzudur.”
Zaman
Makineleri
ZAMAN MAKİNELERİ
Yazar : Paul
J. NAHIN
Çeviri/Editör:
Ahmet Akın /
Prof. Dr.
Cengiz Yalçın
Zamanda yolculuk olasılığını sayfalarına,
bilim ve bilim-kurgu arasındaki karşılıklı etkileşimler bağlamında yansıtan
Zaman Makineleri bu konuda yazılmış en ciddi eserdir. Zaman yolculuğu
öykülerinin hemen hemen tümünün özeti verilmiştir.
Kitabın İngilizce birinci baskısı yayınlandıktan
sonra çok sayıda saygın bilim adamı, biraz da bu kitabın etkisi altında
kalarak, zaman yolculuğunu bilimsel araştırma programlarına almışlardır.
İkinci baskısına kadar geçen 6 yıl içinde zamanda yolculuk olasılığı üzerine
yapılan araştırmalar ciddi artış göstermiştir.
Arkadaş Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırılan
bu ikinci baskı, yeni araştırma sonuçlarını göz önüne alarak düzenlenmiş;
zaman yolculuğu hakkında bilim-kurgu edebiyatının ve bilimsel literatürün
tümünü içerir hale getirilmiştir. Kitabın diğer ilginç yanı, karmaşık fizik
yasalarını herkesin anlayacağı bir dil ile açıklamada gösterdiği başarıdır.
Zaman Makineleri'nde zaman yolculuğunu konu alan
hikayeler, romanlar, filmler ve TV dizileri, mantık ve fizik kanunları
bağlamında ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Zaman Makineleri adeta bir zaman
yolculuğu ansiklopedisidir. Hayal ufkunuzu zorlayacak satırları keyifle
okuyacağını umuyoruz.
Karadelikler uzay ve zamanı 'büktü'
Posted on Salı, 11. Ocak 2005
Topic: Teknoloji |
Albert Einstein, 1916 yılında karadeliklerin varlığından söz
etmiş ve izafiyet teorisinde zaman ve uzayı ''eğip büken''
karadeliklerin çekim gücünden ışığın bile kaçamadığını söylemişti.
Einstein'ın öngörüsü, böylece gözlemlerle doğrulanmış oldu.
Büyüleyici fotoğraf... Karadelikler uzay ve zamanı 'büktü'
Astrofizikçiler, karadeliklerin kendi etraflarındaki zaman ve
uzayı ''büktüğü'' yolundaki teoriyi doğrulayan gözlem yaptılar.
Boston'daki Harvard astrofizik merkezinden bilim adamları,
Dünya'dan 40 bin ışıkyılı uzaktaki Akila takımyıldızında bulunan GRS
1915+105 kod adlı karadeliğin çevresindeki uzay-zaman dalgası üzerinde
tam anlamıyla ''sörf'' yapan gaz parçacıkları tespit etmeyi başardı.
Araştırma ekibinden John Miller, gözlemleriyle ilgili bilgi
verirken, ''Bu veriler, dev sifona benzeyen karadeliklerin, çevrelerinde
zaman-uzay girdabı yarattıklarını gösteriyor'' dedi.
Araştırma ekibinin, bu gözlemleri Amerikan Ulusal Uzay ve
Havacılık Dairesi'ne ait (NASA) Rossi-X ray Timing Explorer adlı uzay
teleskopunu kullanarak yaptıkları kaydedildi.
Benzer bir gözlemi, başka bir astrofizik grubu da yaptı. Maryland
üniversitesi astrofizik merkezi ve NASA ile ortak proje yürüten bilim
adamları, Avrupa Uzay Ajansı'nın XMM-Newton uydusundan yararlanarak, bir
karadelik çevresinde ışıktan yüzde 10 daha hızlı (saniyede 32 bin km)
dönen çok yüksek hararete sahip parçacık kümeleri gözlemledi.
Bu gözlemler, bilim adamlarına bir karadelik etrafında tam tur
atan madde parçalarını ilk kez izleme olanağı sundu.
Ekipten Jane Turner, uzmanların, bu veriler ışığında
karadeliklerin kütleleri ve diğer özelliklerini ölçebileceklerini
belirtti.
Turner ve arkadaşlarının gözlemlediği karadelik, 170 milyon
ışıkyılı mesafedeki Coma Berenices takımyıldızında Markaryan 766
galaksisinde bulunuyor.
Albert Einstein, 1916 yılında karadeliklerin varlığından söz etmiş
ve izafiyet teorisinde zaman ve uzayı ''eğip büken'' karadeliklerin
çekim gücünden ışığın bile kaçamadığını söylemişti.
Einstein'ın öngörüsü, böylece gözlemlerle doğrulanmış oldu.
Solucan Delikleri (Zaman Teoriler) I
Zaman yolculuğu, H. G. Wells’ in 1985 yılında ünlü romanı Zaman
Makinesi’ni yazmasından bu yana güncel bir bilim-kurgu temasıdır. Fakat
acaba gerçekten yapılabilir mi? Bir insanı geçmişe veya geleceğe
taşıyacak bir makine inşa etmek mümkün müdür ?
On yıllar boyunca Zaman yolculuğu saygın bilimin sınırlarının dışında
kaldı. Fakat son yıllarda bu konu kuramsal fizikçiler arasında bir çeşit
yan uğraş haline gelmeye başladı. Çıkış noktası kısmen eğlence
amaçlıydı; Zaman yolculuğu üzerine düşünmek eğlenceliydi. Fakat bu
araştırmanın ciddi bir yanı da var: Neden ve sonuç arasındaki ilişkiyi
anlamak. Bu, fizikte birleştirici bir kuram oluşturma çabalarının ana
öğelerinden bir tanesi. Eğer, kuramsal olarak bile olsa, sınırsız Zaman
yolculuğu mümkün ise, böyle bir birleşik kuramın yapısı bundan büyük
oranda etkilenecek demektir.
Zamana ilişkin en iyi kavrayışımız, Einstein’ in görelilik kuramları
sayesindedir. Bu kuramların öncesinde zaman kesin ve evrensel; fiziksel
koşulları ne olursa olsun herkes için aynı kabul ediliyordu. Einstein,
özel görelilik kuramında iki olay arasında ölçülen zaman aralığının
gözlemcinin nasıl hareket ettiğine bağlı olacağını söyler. Temel olarak,
farklı şekillerde hareket eden iki gözlemci, aynı iki olay arasında
farklı zaman aralıkları deneyimleyeceklerdir.
Bu etki genellikle “ikizler açmazı” kullanılarak açıklanır. Sally ve
Sam’in ikiz olduklarını düşünün. Sam evde otururken Sally bir rokete
biner, yüksek bir hızda yakındaki bir yıldıza gider, sonra dönüp dünyaya
geri gelir. Sally için yolculuğun süresi sözgelimi bir yıl olabilir;
fakat geri dönüp de uzay aracından indiği zaman, dünyada 10 yıl geçmiş
olduğunu görür. Artık kardeşi ondan 9 yaş daha yaşlıdır. Sally ve Sam,
aynı günde doğmuş olmalarına karşın artık aynı yaşta değildirler. Bu
örnek zaman yolculuğunun sınırlı bir çeşidini göstermekte. Sonuçta Sally
dünyanın geleceğine doğru 9 yıllık bir sıçrama yapmış oldu.
Jet Lag
Zaman genleşmesi olarak bilinen etki, iki gözlemcinin birbirlerine göre
hareket etmeleri durumunda meydana gelir. Günlük yaşantımızda bu tuhaf
zaman çarpılmalarını gözlemleyemeyiz, çünkü bu etki ancak, hareketin
ışık hızına yakın hızlarda olması sırasında belirgin hale gelir.
Uçakların ulaştığı hızlarda bile, tipik bir yolculukta meydana gelen
zaman genleşmesi birkaç nanosaniye kadardır. Bununla birlikte atom
saatleri bu kaymayı kaydedecek kadar hassastırlar ve hareket sonucunda
zamanın gerçekten de uzadığını onaylarlar. Dolayısıyla geleceğe
yolculuk, şimdilik nispeten heyecan vermekten uzak miktarlarda da olsa,
kanıtlanmış bir gerçektir.
Gerçekten gözle görülür zaman çarpılmalarını gözlemleyebilmek için,
günlük deneyimler dünyasının ötelerine bakmak gerekir. Atomaltı
parçacıklar, büyük hızlandırıcı cihazlarla neredeyse ışık hızına yakın
hızlara ulaştırılabiliyorlar. Bu parçacıklardan muonlar gibi bazıları
belli bir yarılanma ömrü ile bozunduklarından içsel bir saate
sahiptirler. Einstein’in görelilik kuramına uygun olarak,
hızlandırıcılar içinde yüksek hızlarda hareket eden muonlar, sanki ağır
çekimde bozunuyormuş gibi gözlemlenirler. Bazı kozmik ışınlar da
şaşırtıcı zaman çarpılmalarına maruz kalırlar. Bu parçacıklar ışık
hızına o kadar yakın seyrederler ki, onlar açısından bakıldığında, dünya
zamanına göre on binlerce yıl gibi gözükmesine rağmen, dakikalar içinde
galaksiyi kat ederler. Eğer zaman genişlemesi olmasaydı, bu parçacıklar
buraya hiçbir zaman varamazlardı.
Hız, zamanda ileri sıçramanın bir yoludur. Kütle çekimi ise bir diğer
yolu. Einstein genel görelik kuramında kütle çekiminin zamın
yavaşlatacağı öngörüsünde bulunmuştu. Saatler tavan arasında, dünyanın
merkezine daha yakın olan ve dolayısıyla daha derin bir kütle çekim
alanı içinde bulunan bodrum katına göre birazcık daha hızlı çalışırlar.
Benzer şekilde, uzaydaki saatler, yerdekilere göre daha hızlı
çalışırlar. Yine bu etki de çok küçüktür. Fakat, hassas saatler
yardımıyla doğrudan ölçülmüştür. Hatta bu zaman çarpıtma etkileri
Küresel Konumlandırma Sistemleri’nde dikkate alınmak zorundadır. Eğer
dikkate alınmazsa, gemiciler, taksi sürücüleri ve uzun menzilli füzeler
kendilerini rotalarından kilometrelerce sapmış halde bulabilirler.
Bir nötron yıldızının yüzeyinde kütle çekimi öyle güçlüdür ki, zaman
burada, dünyaya göre yaklaşık yüzde 30 daha yavaş akar. Böyle bir
yıldızdan bakıldığında buradaki olaylar hızlı biçimde ileri sarılan bir
filmin görüntüsüne benzer. Bir kara delik ise zaman çarpıklığının en uç
noktasını temsil eder. Deliğin yüzeyinde zaman, dünyaya göre durmuş
haldedir. Yani bir kenarından kara deliğe düşecek olursanız, sizi
yüzeyine doğru çektiği o kısa süre içerisinde evren tüm sonsuzluğunu
yaşar ve bitirir. Dolayısıyla kara deliğin içindeki bölge, dışarıdaki
evren söz konusu olduğu sürece, zamanın sonunun da ötesindedir. Eğer bir
astronot bir kara deliğin çok yakınına yaklaşıp parçalanmadan geri
dönebilirse- ki bu çok uzak bir olasılıktır- geleceğe oldukça uzun bir
sıçrama gerçekleştirebilir.
Başım Dönüyor…
Şimdiye kadar zamanda ileri gitmekten bahsettik. Peki ya geriye doğru
seyahat? Bu konu çok daha sorunlu. 1945 yılında Princeton’daki ileri
çalışma enstitüsünde bulunan Kurt Gödel, Einstein’ in kütle çekim alanı
denklemlerinden, dönen bir evren tanımı ortaya koyan bir çözüm çıkartır.
Bu evrende bir astronot, kendi geçmişine ulaşacak şekilde uzayda seyahat
edebilmekteydi. Bu durum, kütle çekiminin ışığı etkileme şeklinde
kaynaklanıyordu. Dönen evren ışığı (ve dolayısıyla nesneler arasındaki
nedensel ilişkileri) sürükleyecek, maddesel bir nesnenin uzayda ve
zamanda kapalı bir döngü içinde, herhangi bir devrede yakın çevresindeki
ışık hızını aşmaksızın dönmesine izin verir. Gödel’in çözümü
matematiksel bir merak olarak bir kenara bırakıldı; sonuçta, evrenin bir
bütün olarak döndüğünü gösteren bir kanıt yoktu. Fakat bulduğu çözüm bir
taraftan da, zamanda geri gitmenin, görelilik kuramı tarafından
yasaklanmadığını da ortaya koymuştur. Zira Einstein de bu kuramın bazı
durumlarda geçmişe yolculuğa izin verebileceği düşüncesiyle başının
dertte olduğunu itiraf etmişti.
Geçmişe yolculuk için başka senaryolar da bulundu, örneğin 1974 yılında
Tulane Üniversitesi’nden Frank J. Tipler, kocaman ve sonlu uzunluğa
sahip bir silindirin kendi ekseni etrafında ışık hızıyla dönmesinin,
yine ışığı bir ilmek gibi kendi etrafına çekerek, astronotların kendi
geçmişlerini ziyaret etmelerini sağlayabileceğini hesaplamıştır. 1991’
de ise Princeton Üniversitesi’nden J. Richard Gott, evren bilimcilerinin
Büyük Patlamanın erken dönemlerinde yaratılan yapılar olarak bildikleri
kozmik sicimlerin de benzer sonuçlar verebileceğini öngörmüştü. Fakat
1980’lerin ortalarında, “solucan deliği” kavramı temel alınarak, bir
zaman makinesi için en gerçekçi senaryo ortaya çıktı.
Bilim kurguda solucan delikleri kimi zaman yıldız geçitleri olarak
adlandırılırlar. Bunlar sayesinde, uzayda birbirinden çok uzak noktalar
arasında kestirme bir geçiş yapılabilir. Hipotetik bir solucan
deliğinden atladığınızda, galaksinin diğer bir yanına bir an içinde
ulaşmak mümkündür. Solucan delikleri, kütle çekiminin sadece zamanı
değil uzayı da çarpıttığını gösteren genel görelilik kuramına doğal
olarak uygundurlar. Kuram, uzaydaki iki noktayı birbirine bağlayan
alternatif yol ve tünel geçişlerine benzer yapılanmalara izin verir. Bir
tepenin altından geçen bir tünelin, tepe yüzeyini izleyen yoldan daha
kısa olabilmesi gibi, bir solucan deliği de bildiğimiz uzaydaki normal
bir güzergâhtan daha kısa olabilir.
Solucan deliği bir bilim-kurgu aygıtı olarak 1985 yılında yayınlanan
“Contact” adlı romanında Carl Sagon tarafından kullanıldı. Sagon’ın da
vurguladığı gibi Kaliforniya Teknoloji Enstitüsünden Kip S. Thorne ve
arkadaşları, solucan deliklerinin bilinen fizikte uyumlu olup olmadığını
bulmak üzere yola çıkmışlardı. Başlangıç noktaları, bir solucan
deliğinin korkunç bir kütle çekimine sahip olması açısından bir
karadeliğe benzemesi gerektiği düşüncesidir. Fakat hiçliğe doğru tek
yönlü bir yolculuk sunan karadelikten farklı olarak, solucan
deliklerinin girişleri gibi çıkışları da olmalıydı.
Döngünün İçinde
Bir solucan deliğinin içinden geçilebilir özellikte olabilmesi için
Thorne’ un “ekzotik madde” dediği şeye sahip olması gerekir. Bunun
görevi, çok büyük kütleli bir sistemin kendi yoğun ağırlığı altında bir
kara deliğe çökmesi yönündeki doğal eğilimle mücadele edecek bir karşıt
kütle çekimi üretmektir. Karşıt kütle çekimi veya kütle çekim itmesi,
negatif enerji veya basınçla üretilebilir. Negatif enerji durumlarının
bazı Kuantum sistemlerinde mevcut olduğu bilinmektedir ki, bu durum,
yeterli miktarda karşıt kütle çekimi malzemesinin bir araya toplanıp
toplanamayacağı pek açık olmasa da, Thorne’ un ekzotik maddesinin fizik
kurallarınca yasaklanmadığını düşündürmektedir. (Bkz. “Negative Energy
Wormholes and Warp Drive”, Lawrence H. Ford ve Thomas A. Ramon:
Scientific American, Ocak 2000).
Daha sonra Thorne ve meslektaşları, kararlı bir solucan deliği
oluşturulabilmesi halinde, bunun bir zaman makinesine de
dönüştürülebileceğini fark ettiler. Bunların birinden geçen bir astronot
sadece evrende başka bir yere değil, geçmişte veya gelecekte herhangi
bir zamana da çıkabilirdi.
Solucan deliğini zaman yolculuğuna uygun hale getirmek için ağızlarından
bir tanesi nötron yıldızına bağlanıp, yüzeyine yakın bir şekilde
konumlandırılabilirdi. Yıldızın kütle çekimi, solucan deliğinin ağzının
yakınlarındaki zamanı, solucan deliğinin uçları arasındaki zaman
farkının gittikçe artmasını sağlayacak şekilde yavaşlatacaktır. Daha
sonra her iki uç da uzayda uygun yerlere yerleştirildiğinde bu zaman
farkı aynen korunacaktır.
Bu zaman farkının 10 yıl olduğunu varsayalım. Bu deliği bir yönde geçen
bir astronot geleceğe doğru 10 yıllık bir sıçrama yaparken, ters yönde
geçen bir astronot geçmişe doğru 10 yıllık bir sıçrayış
gerçekleştirecektir. Normal uzay üzerinden yüksek bir hızla başlangıç
noktasına dönen ikinci astronot, “henüz ayrılmadan önce evine dönmüş”
olacaktır. Diğer bir deyişle, uzaydaki kapalı bir ilmek aynı şekilde
zamanda da kapalı bir ilmek haline gelebilir. Bunun kısıtlamalarından
biri, astronotun, solucan deliğinin henüz yapılmamış olduğu bir geçmiş
zaman dilimine gidememesidir.
Solucan deliğinden bir zaman makinesi yapma konusunda aşılması en zor
sorunlardan birisi, öncelikle solucan deliğinin nasıl yapılacağıdır.
Muhtemelen uzay, Büyük Patlama’nın kalıntıları olan bu tip yapılarla
doğal olarak örülü durumdadır. Eğer öyleyse, üstün bir uygarlık
bunlardan bir tanesine hükmedebilir. Veya solucan delikleri Planck
uzunluğu denen ve bir atom çekirdeğinin 1020’de biri kadar minicik
ölçeklerde doğal olarak meydana çıkıyor olabilirler. Prensipte böyle
minik bir solucan deliği bir enerji itimiyle kararlı hale getirilip, bir
şekilde kullanılabilir boyutlara genişletilebilir.
Sansürlü !
Mühendislik sorunlarının çözüldüğünü kabul edersek, bir zaman
makinesinin üretilmesi, nedensel açmazlarla dolu bir Pandora Kutusu’nun
açılmasına neden olabilir. Geçmişe gidip kendi annesini henüz genç bir
kızken öldüren zaman yolcusunun durumunu düşünelim. Buna nasıl anlam
verebiliriz ? Eğer kız ölürse, gelecekte zaman gezginin annesi
olamayacaktır. Öte yandan zaman yolcusunun doğumu gerçekleşmezse, geri
dönüp annesini de öldüremez.
Bu çeşit açmazlar, zaman gezgininin geçmişi değiştirmeye kalkıştığı
imkânsızlığı aşikâr durumlar da ortaya çıkar. Fakat bunlar, bir kişinin
geçmişin bir parçası olmasını da engellemez. Sözgelimi zaman gezgini
geçmişe gider, genç bir kızı ölümden kurtarır ve bu kız da büyüdüğünde
onun annesi olur. Nedensel döngü şimdi tutarlıdır ve artık açmazlara
neden olmaz. Nedensel tutarlılık, bir zaman gezgininin neler
yapabileceği konusunda bazı kısıtlamalar getirebilir. Fakat, zaman
yolculuğunu hepten yasaklamaz.
Zaman yolculuğu tamamen açmazlarla dolu olmasa da, oldukça acayip
olacağı kesin. Bir yıl ileriye sıçrayıp Scientific American’ın ileriki
bir sayısındaki bir matematik teoremini okuyan bir zaman yolcusu
düşünün. Ayrıntıları not alsın, kendi zamanına dönsün, bir öğrenciye bu
teoremi anlatsın ve öğrenci de bunu Scientific American’ a yazsın. Çıkan
makale elbette zaman yolcusunun okuduğu makalenin ta kendisidir.
Dolayısıyla karşımıza bir soru çıkıyor: Teoreme ilişkin bilgi nereden
geldi ? Gezginimizden değil, çünkü o sadece bir yerde okudu; öğrenciden
de değil, çünkü o da bunu gezginimizden öğrenmişti. Dolayısıyla bilgi,
mantıksız bir şekilde hiçbir yerden gelip var olmuş gibi gözüküyor!
Zaman yolculuğuyla ilgili garip sonuçlar bazı bilimcileri, bu fikri
tamamen reddetmeye itiyor. Cambridge Üniversitesi’nden Stephen W.
Hawking, nedensel döngüleri devre dışı bırakacak bir “tarihsel sırayı
koruma varsayımı” öneriyor. Görelilik kuramı nedensel döngülerin
oluşmasına izin verdiğinden tarihsel sıranın korunması, geçmişe
yolculuğu engelleyecek bir başka etmenin ise karışmasını gerektirmekte.
Peki bu etmen ne olabilir ? Bir öneriye göre durumu kurtaran, kuantum
süreçleri olabilir. Bir zaman makinesinin varlığı, parçacıkların kendi
geçmişleri ile döngüsel ilişkilere girmesini mümkün kılacaktır.
Hesaplamalardan edinilen ip uçlarına göre, meydana gelecek karışıklık,
kendi kendini besleyerek, solucan deliğinin dağılmasına yol açacak bir
enerji kaçağına neden olabilir.
Tarihsel sıra koruması halen bir varsayımdan ibarettir ve Zaman
yolculuğu da halen bir ihtimal olarak durmakta. Konunun nihai çözümü,
sicim kuramı veya onun bir uzantısı olan M-kuramı gibi bir kuram
aracılığıyla, Kuantum mekaniği ile kütle çekiminin başarılı bir
birleşiminin ortaya konmasını beklemek zorunda olabilir. Hatta gelecek
nesil parçacık hızlandırıcılarının yakındaki parçacıkları kısa ömürlü
nedensel döngülere sokabilecek kadar uzun ömürlü atom altı solucan
delikleri oluşturabilmeleri de mümkün gözüküyor. Bu olay Wells’in Zaman
Makinesi hayali yanında çok cılız bir çaba olarak kalsa da, fiziksel
gerçeklik görüşümüzü ebediyen değiştirecektir.
Rus
bilim adamları, Mayıs ayında CERN'de yapılacak en büyük fizik deneyinde,
zamanda yolculuk yapmayı sağlayacak enerjinin ortaya çıkabileceğini
ileri sürdüler.
Haber - 08 Şubat 2008, Cuma
Zamanda
yolculuk gerçek oluyor!
İnsanoğlunun en
büyük düşlerinden biri olan zamanda yolculuk 3
ay içinde gerçek olabilir.
2 Rus bilim adamı, 3 ay sonra
İsviçre'deki araştırma merkezinde ilk deneyi gerçekleştirecek.
Rus
bilim adamları İsviçre’de yapılacak ve evrenin
oluşumunu inceleyecek olan 9 milyar dolarlık
deneyin bir zaman tüneline yol açacağını
iddia etti!
Canlı kopyalama,
ısmarlama organlar, aya seyahat derken, iki Rus
matematikçi, dün bilim gündemine damgasını
vuracak bir açıklama yaptı ve “Mayıs
ayında gelecekten gelen misafirler için
hazırlanın” dedi.
İşin aslı
ise, fizik biliminin gizemli ayrıntılarında
gizli. İsviçre’nin Cenevre kentindeki Avrupa
Nükleer Araştırmalar Merkezi (CERN), mayıs
ayında bugüne kadar yapılmış en büyük fizik
deneyini gerçekleştirecek. 4 milyar dolara
malolan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large
Hadron Collider, LHG) ilk kez denenecek.
Bu deneyde, atomlar birbirlerine ışık
hızına yakın bir hızla çarpışıtırılacak.
Ortaya evrenin varolmasına neden olan
“Büyük Patlama”nın ilk saniyelerinin küçük bir
örneği çıkması bekleniyor. Böylece
evrenin kökeniyle ilgili bilgi elde edilecek.
Bilim kurgu değil
Buraya kadar her şey kuantum
yani parçacık fiziğinin alanı olarak gözüküyor.
Ancak Moskova Steklov Matematik Enstitüsü’nden
iki matematikçi Irinia Arefava ve Igor
Volovich’e göre bu deney sırasında ortaya çıkan
yüksek enerji, zamanda bir kırılma
yaratacak. Atom düzeyinde bile
olsa bir zaman tüneli oluşacak.
Dünyanın sayılı matematikçilerinden
Volovich’in bu iddiası bilim dünyasında “rüya ya
da bilim kurgu” olarak değil ciddiyetle
karşılandı. İddiayı dünyanın sayılı bilim
dergilerinden İngiliz NewScientist, kapağına
taşıdı.
Tarihe geçecek deney
LHC’deki çarpışmada 7
teraelektronvolt (TeV) miktarında enerji açığa
çıkaracak. 1 TeV, bir sivrisineğin uçarken
çevresine yaydığı kinetik enerjiye eşit. Ancak
bu enerjinin, sivrisineğin 1 trilyonda biri
küçüklükte bir alanda ortaya çıktığı
düşünüldüğünde, enerjinin büyüklüğü ortaya
çıkıyor. Ünlü Alman fizikçi Einstein’in
teorisine göre uzay en, boy, yükseklik ve zaman
olarak 4 boyuttan oluşuyor. Ve zaman uzayı bir
örtü gibi çevreliyor. Yüksek bir enerji, uzayda
bozulmaya neden olarak, zamanda bir “tünel”
yaratabiliyor.
Bu zaman tüneliyle
teoride, geçmişe yolculuk mümkün. Volovich’e
göre yüzyıllar veya bin yıl sonra, torunlarımız
tarih kitaplarında, CERN’deki deneyi okuyacak.
Deneyin ne zaman, kaçta ve nerede yapıldığı
hakkında bilgi sahibi olacaklar. Ve o zamanki
teknolojiyi kullanarak, açılmış olan “zaman
tünellerinden” bizi ziyaret edecekler.
E=mc2
Dünyanın
en ünlü formüllerinden biri olan Einstein’in
görecelik teorisine göre yeterince ağırlıkta bir
kütle veya yeterince büyük bir enerji, uzayda ve
onu çevreleyen zamanda bir bozulmaya neden
olabilir. Bilim adamlarına göre CERN’deki deney,
Einstein’in teorisinde belirttiği kadar bir
enerji açığa çıkaracak.
Türkiye
de katılıyor
* CERN
Enstitüsü’nde yapılacak olan deneyde 2 tonluk
dev bir mıknatıs Fransa-İsviçre sınırının 100
metre altındaki 27 km’lik tünele
yerleştirilecek.
* 16 metre
yüksekliğinde, 17 metre genişliğinde ve 13 metre
boyundaki mıknatıs yer altındaki 15 parça ile
birleştirilecek.
* 13 yıldan beri
hazırlıkları devam eden deneyin maliyeti 9
milyar dolar.
* 36 ülke ve 2 binden
fazla fizikçinin yer aldığı projeye Türkiye’den
Boğaziçi, Çukurova ve ODTÜ fizik bölümlerinden
öğretim görevlileri katılıyor.
Işık Hızında Zaman
M.Vehbi Pektaş
Bir koşuşturmayla birlikte hepimiz hayatın
akışıyla yaşıyoruz. İşe gidiyoruz, sabah erken kalkmamız gerekir hızlı
olmalıyız. Okula gidiyoruz, derse vaktinde girmeliyiz, hızlı
davranmalıyız. Toplantılarımız, kurallarımız, trafik lambaları, okul
zilleri vs. her şey bir zaman diliminde başlar ve biter. Yani aslında
zamanla yaşıyoruz, zamanla yarışıyoruz hepimiz.
Hepimizin kolunda bir saat vardır,
kimilerimiz saate bakmadan edemez. Çünkü zaman önemlidir. Çünkü bir
günümüz vardır yaşadığımız, bu gün saatlerden oluşur, saatler
dakikalardan, dakikalar saniyelerden. Çünkü hayatımızda saniyelerin dahi
önemi vardır.
Peki, hiç düşündük mü zamanın hızı nedir? Biz hangi
hızla yaşıyoruz? Ya da zaman nedir aslında? Kısaca zaman, iki hareket
arasındaki süredir. Bu nedenle hareketin hızı aslında zamanın hızıdır.
Yolda gidiyorsunuz, bir araba gördünüz, arabanın gittiği mesafedeki
geçen sürenin o mesafeyle oranı, arabanın gitmiş olduğu hızı verir.
Araba 60 kilometrelik mesafeyi 60 dakikada alıyorsa, arabanın hızı 60
km/saat dir. Bu hız arabaya göredir. Eğer siz duruyorsanız, size göre de
arabanın hızı aynıdır, yani 60 km/saat dir. Eğer siz de 50 km/saat hızla
o arabayla aynı yönde gidiyorsanız. Siz diğer arabayı 10 km/saat hızla
gidiyormuş gibi görürsünüz. Ve sizden o araba uzaklaşıyordur. Bu
anlattıklarımız klasik fizikte geçerli olan ve birçoğumuzun bildiği bir
durumdur. Günlük hayatımızda da bu kuralları yaşarız, görürüz. Pekâlâ,
hiç düşündünüz mü? Eğer çok yüksek hızlarda hareket etsek bu kurallar
aynımıdır. Yani şu an evrende en yüksek hıza sahip olan ışığın hızı ile
hareket etsek araba olayında ki kural geçerli midir? Çok ilginçtir ki
ışık hızıyla, ya da ona yakın hızlarda hareket edildiğinde bu kurallar
geçerli olmuyor ve zaman göreceli bir hal alıyor. Ve bundan dolayı Ünlü
Fizikçi A. Einstein 1905 yılında özel görelilik (special relativity)
teorisini ortaya atıyor. Özel görelilik de artık düşüncelerde de olsa
ışık hızıyla hareket ediyorsunuz. Her büyüklük için bir standart birim
bulunduğundan belli bir ölçümü kimin yaptığının önemi olmadığı
düşünülür, herkesin aynı sonuca ulaşması gerekir. Örneğin bindiğimiz
uçağın boyunun nasıl ölçüleceği konusunda bir ilke sorunu yoktur.
Yapmamız gereken, bir şerit metrenin bir ucunu uçağın burnuna koyup
diğer ucunu uçağın kuyruğuna çekip bu hizadaki sayıyı okumaktır. Fakat
eğer uçak uçuyorsa ve biz de yerdeysek ne olur? Bir baz çizgisi saptamak
için bir şerit metre, açıları ölçmek için bir topograf transiti, bira da
trigonometri bilgisi kullanarak uzaktaki bir cismin uzunluğunu bulmak
çok da zor değildir. Fakat hareketli bir uçağın boyunu yerden
ölçtüğümüzde uçağın içindeki bir kişinin ölçtüğünden daha kısa olduğunu
görürüz. Bu beklenmeyen bir durumdur ve neden kaynaklandığını özel
görelilik teorisiyle açıklarız. (1)
Işık hızına yakın hızlarda giden bir
saatle yeryüzünde bulunan saatleri karşılaştırdığımızda da ışık hızına
yakın hızda hareket eden saatin daha yavaş işlediğini saptarız. Çünkü
zaman aralıklarının ölçümü, gözlemci ile gözlenen arasındaki bağıl
hareketten etkilenir. Bunun sonucu olarak, gözlemciye göre hareket
etmekte olan saat durgun alana oranla daha yavaş işler ve her süreç
kendisininkinden başka bir eylemsizlik sisteminde gerçekleştiğinde
gözlemciye daha yavaş görünür. Ve bu olay zamanın genişlemesi olarak
adlandırılıyor.
Diğer bir olgu ise çok enteresan ve
ışık hızında neler olup bittiğini daha iyi anlatıyor. Uzaydan gelen
hızlı kozmik ışın parçacıklarının, yüksek yerlerde, dünyanın
atmosferinde atom çekirdekleriyle çarpıştıklarında müon adı verilen
parçacıklar oluşur. Bir müonun kütlesi elektronunkinin 207 katıdır. Yükü
ise + ya da – elektron kadardır. Bu müonlar 2.2 mikro
saniye gibi kısa bir süre ömre sahiptirler. Bu kadar süre geçince
elektron veya bir pozitrona bozunurlar.
Müonların hızları ışık hızının 0.99 katı kadardır ve deniz seviyesinde
bol miktarda bulunurlar. Fakat işin ilgincini sizde fark etmişinizdir.
2.2 mikro saniye ömre sahip müonlar normalde 0.66 kilometre
gidebileceklerinden 6 km yükseklikte oluşmaları gerekir. Deniz
seviyesinde ne işleri var?
Ve özel göreliliği en iyi ve
düşündürücü bir şekilde açıklayan ikizler açmazı, daha uzun ama uzun
görünmeyen hayatı anlatır. İkiz olan iki kardeş düşünün biri Hasan
diğeri Hüseyin, 20 yaşındalar, Hasan dünyada kalıyor, Hüseyin ise ışık
hızının 0.8 katı hızla 20 ışık yılı uzaklıktaki yıldıza gidiyor. Hüseyin
döndüğünde ne beklersiniz? Aynı yaştadırlar mı? Hayır, Hasan 70 yaşında
ama Hüseyin 50 yaşındadır. Çünkü Hüseyin’e göre zaman normal hızda
geçmişti, fakat yıldıza yolculuğu 15 yıl, dönüşü de 15 yıl olmak üzere
30 yıl sürmüştür. Bu nedenle Hüseyin’in yaşam süresi kendisine göre
uzamamıştır, çünkü Hasan’ın 50 yıllık bekleyişine karşılık Hüseyin
yolculuğa 30 yıl harcamıştır. Londra’da toplantı yapan dünya
fizikçilerinin fizik bitti dediği anda modern fiziğin getirdiği bu
problemler fiziğin bitmediğini ve bitmeyeceğini ispatladı. Aslında
inanmayanlara yeni bir anlama kapısı oldu beklide. Yüce yaratanın bu
konularla düşünüp ilmimizi ve anlayışımızı artırması dualarımla.(1)
Concepts of Modern Physics, Arthur Beiser
Karanlığı Büken Yıldızlar
Geceleyin evinizin balkonunda otururken
başınızı gökyüzüne kaldırın ve yıllardır insanoğlunun tutkunu olduğu ve
anlayabilmek uğruna her imkanını seferber ettiği uzaya bakın. İçindeki
sırları ve muazzam güzelliğin heyecanına kapılın.
Gökyüzündeki yıldızların ölüm vakti geldiğinde
atomlarının elektronları enerjilerini kaybederler ve içine doğru
bükülürler. Sıfır hacim ve sonsuz yoğunluktaki bu bükülme kara delikleri
oluşturur. …
Summary:
At night, when you sit your balcony, move your head and look to the
space. Be seized to excitement and beauty of concerning myths of the
space.
When death time of a star comes,
electrons of the atom lose their energy and they are bent to inside.
This bending creates black holes at infinity density and zero volume.
The black holes bend the space like a whirlpool. Even the light does not
escape from this gravitation.
In this respect, the black holes are
the holes that are bending the universe…
Kara delikler girdabın okyanusun içine bükülmesi
gibi uzayı muazzam bir şekilde içine bükerler. Öyle ki ışık bile bu
çekimden kaçamaz.
Bu yönleriyle kara delikler karanlığı büken siyah bir
evren delikleridirler
Geceleyin evinizin balkonunda otururken başınızı gökyüzüne kaldırın ve
yıllardır insanoğlunun tutkunu olduğu ve anlayabilmek uğruna her
imkânını seferber ettiği uzaya bakın. Bu uğurda insanlar geliştirdiği
dürbünlerle, teleskoplarla, uydularla uzayın derinliklerinde ne olup
bittiğinden haberdar olmaya çalışmışlardır.
Bizler bugün devasa bir evrenin içinde bir galakside,
küçük sayılabilecek bir yıldızın etrafında olduğumuzu biliyoruz. Yine
şunun da farkındayız ki; en gelişmiş teknolojilere sahip cihazlarlımızla
bile ancak uzayın çok küçük bir bölümünü inceleyebilmekteyiz.
Ve bu muazzam genişlikteki uzayda bizlere
görünen yıldızlar vardır. Bu yıldızların sayısı milyarlarla ifade
edilir. Ve bu yıldızlar, bizlere bütün güzellikleriyle ışık saçarlar. O
ışıklar, bizlere milyon ışık yılı mesafelerden gelmektedirler. Aslında
biz, gökyüzünü incelerken evrenin geçmişine bakmaktayız. Çünkü bu
yıldızlar bizim gördüğümüz ışılarını milyon ışık yılı önceden
saçmışlardır.
Ve bu yıldızlar sonsuz atomlardan meydana
getirilmiştirler. Bu atomlar ise, merkezlerinde bir çekirdek ve bu
çekirdekleri etrafında yörüngelerinden hiç sapmayan elektronlardan
meydana getirilmişlerdir.
Yıldızlarda etraflarına ışık saçarlar hayatları boyunca ve her ömrü
tükenen cisimler gibi yıldızlar da ölürler. Yıldızların ölmeleri demek,
atomlardaki elektronların enerjilerini yitirmeleri anlamına gelmektedir.
Elektronlarının enerjileri biten atomların çekirdekleri üst üste
dizilirler ve yıldız bu durumda küçülüp büzüşür. Çekirdeklerinde muazzam
enerjileri olduğunu biliyoruz. Enerjileriyle içine büzüşen yıldız
nihayette bir nokta halini alır. Bu büzüşme nokta haline geldiğinde
yıldız, sıfır hacim ve sonsuz yoğunluğa ulaşmış olur. Öyle ki bu
yoğunluktaki maddeden bir çay kaşığı alsanız karşılığını tonlarla ifade
etmek zorunda kalırsınız.
Ölen yıldız an az güneşin üç katı büyüklüktedir ve bu
yıldız büzüşe büzüşe öyle bir çekim kazanmaktadır ki artık kendisi dâhil
tüm enerjileri yutmakta ve siyah bir evren deliği halini almaktadır.
Yani bu siyah delik bir yıldızın esrarengiz mezarıdır…
İşte bu evren deliğinin adı “KARADELİK” tir.
Kara delikler girdabın okyanusun içine bükülmesi gibi
uzayı muazzam bir şekilde içine doğru bükerler. Bu delikler yakınındaki,
çekim alanı içerisindeki her şeyi yutarlar. Öyle ki; ünlü Alman Fizikçi
A. Eistein’ın “evrendeki en yüksek hıza sahip ” dediği “ışığı” bile
yutarlar ve bundan dolayı karanlık uzayda görünmezler.
Eğer Görünmüyorlarsa, Onların Varlığını Nasıl Biliyoruz?
Kara delikler uzayda asılı gibidirler.
Uzaya bir ışık tuttuğunuzu hayal edin, elinizde şiddeti çok büyük bir el
feneri var ve siz karanlık uzaya doğru el fenerini tutuyorsunuz.
Karanlık uzay aydınlanıyor, el fenerini sağa sola doğru hareket
ettiriyorsunuz ve bir noktada uzay hala karanlık. İşte kara delikler
daha önceden de dediğimiz gibi ışığı dahi yutarlar ve karanlıktırlar.
Işık normalde doğrusal bir yol izler ancak kara deliklerin çekim
alanlarının yakınlarında doğrusal yollarından da saparlar.
Diğer bir özellikleri ise, x_ışını salmalarıdır. Yüz milyonlarca km/saat
hızla dönen ve bükülen ölü yıldız çok küçüldüğü için görülmemekte ve
nabız atışı misali x_ışını salınımlarından fark edilmektedirler. Ayrıca
zaman, kara deliğin bulunduğu noktada aniden hızlanır.
Aynı zamanda kara delikler çekim alanına giren
yıldızları dahi içlerine yutarlar. Kısacası oraya rastlayan her şeyi
yutarlar ve bu özellikleri de bizlere varlıklarını gösterir. Bu teoriyi
birçok fizikçi kabul etmektedir. Bu fizikçilerden biri de Stephan
Hawking dir. Hawking artık bu görüşünden vazgeçmiş ve “Kara delik
paradoksunu çözdüm ve bunun hakkında konuşmak istiyorum” diyerek yeni
görüşünü kara deliklerin içine yutan her şeyi yok etmediğini bazı
maddelerin bir süre sonra dışarı çıkabildiğini ifade etmiştir. Ancak bu
konuda sayın Hawking’in henüz yayınlanmış bir makalesi
bulunmamaktadır.
Kara delikler hakkındaki bir diğer problem ise uzayı
büken bu deliklerin bir yere açılıp açılmadığı konusundadır. Eğer
açılıyorsa nereye açıldığı ve paralel evrenleri olup olmadığı da bir
problem konusudur.
Kısacası her ne kadar, kara delikler hala tam olarak
çözülemediyse de bilim dünyasında ve gökyüzünde varlığını korumaktadır.
Sanal ortamda gerçeklerin yazıldığı “Artı Düşünce Dergi”
mizin ilk sayısında siz okuyucularımızla kara deliklerden kısaca
bahsettim. İnşallah bir sonraki sayılarda sizlerinde ilgisini çeken
konularda görüşmek dileğiyle hoşça kalın.
Haber:
Saffet Güler
Bilim Haberleri, İzmir [Ocak-29-
2008]
Kuantum Sıçraması
Albert Einstein’ın görecelilik
teorisi,
ışığın hızını evrensel hızı sınırı olarak belirledi ve mesafe ve zamanın
mutlak olmadığını, kişinin hareketi ile etkilendiğini gösterdi.
Hareket halindeki bir saat her zaman hareketsiz bir saatten daha yavaş
çalışır görünür, çünkü zaman bir cismin hareket ettiği hız ile
ilişkilidir. Teoride bu gerçek zaman yolculuğunu mümkün kılıyor – en
azından eğer çok hızlı bir uzay gemisine sahipseniz.
Şunu düşünün: Eğer bir astronot ışık hızının hemen altındaki bir hızda
altı ay boyunca uzayda seyahat ederse ve Dünya’ya geri dönmesi de altı
ay sürerse, gelecekteki dünyaya ayak basacaktır.
Astronotun ışık hızına ne kadar yakın yolculuk yaptığına bağlı olarak
astronotun saatinde bir yıl geçerken, Dünyada on binlerce yıl geçmiş
olabilir.
Columbia
Üniversitesi fizik profesörü ve ‘Kozmosun Dokusu: Uzay, Zaman ve
Realitenin Niteliği’ kitabının yazarı Brian Grene, “Sonuç şu ki, fizik
yasaları zaman yolculuğuna izin veriyor” dedi.
Ama Einstein’ın tasarladığı şekliyle uzay ve zaman yasaları kuantum
teorisinin garip kuralları ile revize edilebilir. Kuantum teorisi evreni
dolduran mikroskobik rastgele olmayı tanımlar.
Evrenin süreksiz olduğu atomaltı ölçekte, fizikçiler yerçekiminin nasıl
davrandığını bilmiyorlar.
Princeton Üniversitesi’nden astrofizikçi Richard Gott “Kuralları
değiştirebilecek bazı yeni fizik yasaları keşfedebiliriz” dedi.
Kurt
Yenikleri Zaman Yolculuğu İçin Tüneller midir?
Bilim kurgu
fanatiklerinin bildiği gibi, kurt yenikleri (solucan deliği) [uzay ve
zamanda teorik kestirme yollar] zaman yolculuğu portalları için
mükemmeldir.
İnsanları
geçmişe aktaran en son film 1952 Ray Bradbury romanından uyarlanan bu
yazın filmi ‘A Sound Of Thunder’ dir. Bu filmde, bir grup avcı dinozor
çağına geri gitmek için bir zaman makinesi yapar, zaman makinesi bir
çeşit kurt yeniğine benzer. Orada, olaylar ters gider. Bir avcı bir
kelebeği öldürdüğü zaman, bu tarihin gidişatını tamamen değiştirir.
Film
eleştirmenler tarafından olumsuz eleştiriler aldı ve hemen sinema
salonlarından çekildi. Ama sorular ortaya çıktı – zaman ve zamanda
yolculuk olasılıklarının gizemi fizikte en zorlu konular arasındadır,
gittikçe artan sayıda bilim adamı bu konu ile ilgilenmektedir. Bilim
adamları gerçekten zamanda yolculuk yapmanın yolunu aramıyor. Ama
bazıları bunun nasıl yapılabileceğini teorize etmenin – belki uzayda bir
kurt yeniği kullanarak – bunu anlamalarına ve hatta fizik yasalarını
revize etmelerine yardımcı olacağına inanıyor.
Portekiz
Lizbon Üniversitesi’nden astrofizikçi Franscisco Lobo, “Bir ucundan
diğer ucuna geçilebilir kurt yenikleri genel göreceliliğin
sınırlamalarını araştırmakta gedanken deneyler için çok yararlıdır” (gedanken
terimi, teorik olarak mantıklı ama gerçekleştirilmesi pratik olmayan
deneyleri tanımlar) dedi.
Sıçrama
Görecelilik teorisi geçmişe yolculuğa izin vermez. Ama kurt yenikleri
olarak bilinen Einstein – Rosen köprüleri kullanılarak bu tür
yolculuklara erişmek mümkün olabilir.
Uzay ve zamandaki teorik kestirme yollar uzaydaki iki uzak mesafeyi
birbirine bağlar, bir elmanın içindeki kurt yeniği tünelindeki gibi.
Pasadena’daki Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde yerçekimi teoristi
olan Kip Thorne 1988’de bu tünellerin Casimir enerjisi olarak bilinen
ekzotik bir madde formu ile açık tutulabileceğini gösterdi.
Laboratuarda ölçülen bu enerji bir çeşit kuantum vakumudur. Sıfırdan
daha az ağırlığa sahip olan Casimir enerjisi kurt yeniği duvarlarını
ayrı tutarak anti –yerçekimi etkisine sahip olurdu.
Lobo “Genel göreceliliğin negatif enerji yoğunluklarının varlığını
yasakladığı varsayımında bulunulmuştur, ancak kuantum mekanikleri
vakumun her zaman fısır enerji yoğunluğuna sahip olmayabileceğini
gösterir” dedi.
Princeton’daki
bilim adamı Gott kurt yeniği etkilerini aynalı bahçe topu şeklinde
tasarlar. Ancak, kurt yeniğinden bakınca, kişi aynı bahçenin yansımasını
görmez, bunun yerine diyelim ki güneş sistemimize en yakın yıldız olan
Alpha Centauri’deki bir bahçeyi görür.
“Kurt yeniğinin içinden sıçrayabilir ve Alpha Centauri’de ortaya
çıkabilirsiniz ve bu iki çok uzak yerleri birleştiren çok dar bir
tünelden geçmiş olursunuz” dedi Gott. “Kurt yeniğinin kestirme yolu
Alpha Centauri’ye bir ışık demeti fırlatmanıza izin verir”
Eğer kurt yeniğinin bir ucu ışık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan
bir uzay gemisinin yerçekimi etkisi kullanılarak hareket ettirilirse, o
uçtaki bir saat kurt yeniğinin diğer ucundaki saate göre daha yavaş
çalışır. Bu, kurt yeniğini iki farklı zaman - geçmiş ve gelecek –
arasında bir portala dönüştürebilir.
Gott “Bu kurt yeniklerinin mutfağınıza koyabileceğiniz bir şey
olmadığını belirtmeliyim. Kurt yeniğinin her bir giriş yeri 100 milyon
güneş kütlesindedir.” dedi. “Bu galaktik – öçekli mühendislik
projesidir.”
Fantom Enerjisi
“Ancak kurt yeniklerini inşa etmek ve desteklemek için gereken materyal,
evrenin hızlanmış bir genişlemede olduğu keşfinden bir destek aldı”
diyor Lobo.
Bu kozmik genişlemenin muhtemel itici gücü “fantom enerjisidir”, evrenin
yüzde 70’ini oluşturabilen kuramsal madde.
Lobo “Fantom enerjisi uzayı itiyor olabilir ve o kadar anti-
yerçekimseldir ki en sonunda her şeyi parçalara böler, her şeyi sona
erdirir. Ancak, o zamandan önce, kurt yenikleri açmayı desteklemek için
kullanılabilir” diye teorize ediyor.
“Daha spekülatif bir senaryoda, içinden geçilebilir bir kurt yeniği inşa
etmek ve bunu devam ettirmek için gereken fantom enerjisi için kozmik
akışkanı kazıp çıkaran feci derecede ileri bir uygarlık hayal
edilebilir” dedi.
Zaman Yolculuğu Nasıl İşler
Thorne zaman
yolculuğu portalı için kullanılabilecek evrende var olan başka türde
tünele benzer bir yapı olabileceğine inanıyor. Einstein – Rosen
Köprüleri de denen kurt yeniklerinin zaman yolculuğu için en çok
potansiyele sahip oldukları düşünülüyor. Sadece zamanda yolculuk
yapmamıza izin vermezler, ayrıca zamanın çok küçük bir kesrinde Dünyadan
bir çok ışık – yılı uzağa yolculuk yapmamızı sağlayabilirler.
Kurt yenikleri
Kurt yeniklerinin,
herhangi bir kütlenin uzay zamanı büktüğünü ifade eden Einstein’ın
görecelilik teorisine dayandığı düşünülür. Bu bükülmeyi anlamak için,
iki kişinin bir çarşafı tuttuğunu ve bu çarşafı gerdiğini düşünün. Eğer
birisi çarşafın üzerine bir basket topu koyarsa, basket topunun ağırlığı
çarşafın ortasını dürecektir (yuvarlayacaktır) ve çarşafın o noktada
bükülmesine neden olacaktır. Şimdi, eğer aynı çarşafın kenarına bir
bilye konulursa, bükülme nedeniyle basket topuna doğru yolculuk
yapacaktır.
Bu örnekte, uzay
gerçekte uzayzamanı oluşturan dört boyut yerine iki-boyutlu bir
plan olarak tanımlandı. Bu çarşafın üstü ve alt arasında bir
boşluk bırakarak üst üste katlandığını imgeleyin. Basket topunu üst
tarafa yerleştirmek bir bükülmenin oluşmasına neden olur. Eğer üsteki
basket topunun bulunduğu yere karşılık gelen bir noktada çarşafın alt
kısmına eşit bir kütle yerleştirilirse, ikinci kütle en sonunda basket
topu ile buluşacaktır. Bu, kurt yeniklerinin oluşmasına benzerdir.
Uzayda, evrenin
farklı kısımlarına baskı uygulayan kütleler en sonunda bir tünel
oluşturmak için bir araya gelebilir – bu bir kurt yeniğidir. O zaman
Dünya’dan başka bir galaksiye hızla yolculuk yapabiliriz ve geriye
dönebiliriz (bir ömür içinde). Örneğin, Orion’un hemen altındaki Canis
Major takımyıldızında görünen bir yıldız olan Sirius’a yolculuk etmek
istediğimiz bir senaryo düşünelim. Sirius Dünya’dan yaklaşık 9 ışık –
yılı uzaklıktadır, bu yaklaşık 54 trilyon mildir (90 trilyon km).
Açıkça, bu mesafe uzay yolcularının orada neler gördüklerini bize
anlatmaları için zamanda gidip dönmeleri için çok fazladır. Şimdiye dek
insanların uzayda yolculuk yaptıkları en uzak mesafe aydır, Dünya’dan
sadece 400,000 km. Eğer bizi Sirius’un etrafındaki uzaya bağlayan bir
kurt yeniği bulabilseydik, o zaman geleneksel uzay yolculuğu ile geçmek
zorunda kalacağımız trilyonlarca milden kaçınarak zamanı önemli ölçüde
kısaltabilirdik.
Tüm bunların zaman
yolculuğu ile ne ilgisi var? Daha önce tartıştığımız gibi, görecelilik
teorisi bir nesnenin hızı ışık hızına yaklaştıkça zamanın yavaşladığını
belirtir. Bilim insanları uzay mekiği hızında
bile astronotların birkaç nanosaniye geleceğe yolculuk yapabildiklerini
keşfettiler. Bunu anlamak için iki kişiyi hayal edin, onlara A ve B
diyelim. A Dünya’da kalırken, B uzay mekiği ile uçar. Kalkış anında
ikisinin de saatleri mükemmel senkronizasyondadır (aynı zamanı
gösterir). B2nin uzay mekiği ışık hızına yaklaştıkça, B için zaman daha
yavaş akar (A’ya göre). Eğer B ışık hızının yüzde 50’sinde sadece birkaç
saat yolculuk yapıp Dünya’ya geri dönerse, A’nın B’den daha hızlı
yaşlandığı ikisine de görünecektir. Yaşlanmadaki farklılığın nedeni,
zamanın A için B’den daha hızlı geçmesidir. A için birçok yıllar geçmiş
olabilirken, B için sadece bir kaç saat geçmiştir.
Eğer kurt yenikleri
keşfedilebilseydi, geleceğe olduğu gibi geçmişe de yolculuk etmemizi
sağlardı. İşte bunun nasıl işleyeceği: Diyelim ki, kurt yeniğinin girişi
taşınabilirdir. O zaman yukardaki örnekte ışık hızının yüzde 50’si hızda
uzayda birkaç saat geçiren B kurt yeniğinin bir ucunu uzaya
taşıyabilirdi, kurt yeniğinin diğer ucu A kişisi ile Dünya’da kalırdı. B
uzayda yolculuk yaparken, iki insan (A ve B) birbirlerini görmeye devam
ederlerdi. B birkaç saat sonra Dünya’ya geri döndüğünde, A için birkaç
yıl geçmiş olabilir. Şimdi, A uzaya giden kurt yeniğinden baktığında,
kendisini daha genç yaşta görür, B uzaya uçtuğunda bulunduğu yaşta.
Bununla ilgili harika olan şey şu; daha genç olan B geleceğe adım
atabilirken, daha yaşlı olan A kurt yeniğine girerek geçmişe adım
atabilir.
Kozmik İplikler
Zamanda
geriye ve ileriye nasıl yolculuk yapabileceğimizin bir başka teorisi,
1991’de Princeton fizikçisi J. Richard Gott tarafından
önerilen kozmik iplikler fikrini kullanır. Bunlar –
isimlerin öne sürdüğü gibi – bazı bilim adamlarının erken evrende
oluştuklarına inandıkları ipliğe benzer nesnelerdir. Bu iplikler evrenin
tüm uzunluğu boyunca dizilebilir ve yoğun basınç altındadırlar –
milyonlarca ton.
Atomdan daha ince
olan bu kozmik iplikler yakınından geçtikleri herhangi bir nesneye
muazzam miktarda yerçekimi çekiş etkisi üretebilirler. Kozmik bir ipliğe
bağlanmış nesneler inanılmaz hızlarda yolculuk yapabilir ve yerçekimi
kuvvetleri uzayzamanı büktüğü (çarpıttığı) için, zaman yolculuğu için
kullanılabilirler. İki kozmik ipliği bir araya çekerek veya bir ipliği
bir kara deliğin yakınına çekerek kapalı zaman – benzeri eğriler
yaratmak için uzayzamanı yeteri kadar eğriltmek mümkün olabilir.
Bir uzay gemisi
kendisini geçmişe sevketmesi için iki kozmik iplik veya iplik ve kara
delik tarafından üretilen çekimi kullanarak bir zaman makinesine
dönüştürülebilir. Bunu yapmak için, kozmik ipliklerin etrafında döngü
yapacaktır. Ancak, bu ipliklerin var olup olmadıkları ve eğer var iseler
hangi formda oldukları ile ilgili hala çok fazla spekülasyon vardır.
Gott’ın kendisi, zamanda bir yıl bile geri gitmek için, tüm galaksinin
kütle – enerjisinin yarısını içeren bir iplik döngüsü gerekeceğini
söyledi. Ve herhangi bir zaman makinesi ile olduğu gibi, zaman
makinesinin yaratıldığı zamandaki noktadan daha uzağa geri
gidemezsiniz.
Zaman
Yolculuğundaki Problemler
Eğer zaman yolculuğu
için elverişli bir teori geliştirebilseydik, paradoks denen çok karmaşık
problemler yaratma yeteneği geliştirirdik. Paradoks kendisi ile çelişen
bir şey olarak tanımlanır. İşte iki genel örnek:
Diyelim ki,
doğduğunuzdan önceki bir zamana geri gidebiliyorsunuz. Doğduğunuzdan
önceki bir zamanda var olmanız gerçeği bir paradoks yaratır. Eğer
1960’ta doğduysanız, 1955’te nasıl var olabilirsiniz?
Muhtemelen en ünlü
paradoks büyükbaba paradoksudur. Bir zaman yolcusu geri
gidip, yolcu doğmadan önce atalarından birini öldürürse ne olacaktır?
Eğer o kişi kendi büyükbabasını öldürürse, o zaman o kişi geri gidip
kendi büyükbabasını öldürmek için nasıl canlı olabilecektir? Eğer
geçmişi değiştirirsek, sonsuz sayıda paradoks yaratacaktır.
Zaman yolculuğu ile
ilgili bir diğer teori paralel evrenler veya alternatif
tarihler (hikâyeler) fikrini ortaya koymaktadır. Diyelim ki,
büyükbabanız ile o genç bir oğlan iken karşılaşmak için geriye yolculuk
yapıyorsunuz. Paralel evrenler teorisinde, bizimkine çok benzeyen ama
olayların farklı şekilde ilerlediği başka bir evrene yolculuk yapıyor
olabilirsiniz. Örneğin, zamanda geri yolculuk yapıp atalarınızdan birini
öldürüyorsanız, sadece tek bir evrendeki o kişiyi öldürmüş olursunuz ki
o evren artık sizin var olmadığınız evrendir. Ve eğer sonra kendi
zamanınıza geri gelmeye çalışırsanız, bir başka paralel evrende ortaya
çıkabilirsiniz ve asla başladığınız evrene geri gelemeyebilirsiniz.
Buradaki fikir, her
eylemin yeni bir evrenin yaratımına neden olduğudur ve mevcut olan
sonsuz sayıda evren olduğudur. Atanızı öldürdüğünüz zaman yeni bir evren
yarattınız, olayların orijinal sırasını değiştirdiğiniz zamana kadar
kendinizinkine özdeş olmuş bir evren.
Zaman yolculuğu
dünyasına hoş geldiniz. Sadece bilet fiyatlarının nasıl karmaşık
olabileceğini hayal edin.
Kaynak:
National Geographic News (2005) by Stefan Lovgren
Çeviri:
Saffet Güler
Uzay ve Zaman
Ekim 8th, 2005 Yazan: Osman Mutlu
Etrafımızda gördüğümüz her şey uzay ve zaman dediğimiz iki kavram içinde
yüzmektedir. Einstein’ın tabiriyle bunlar birbirlerinden ayrılamazlar ve
birbirine ışık hızıyla bağlanmıştır. Einstein’ın 1905’teki keşfi, ışık
hızının ulaşılabilecek maksimum hız olarak kabul edilmesini sağlamıştır.
Kainattaki hiç bir seyin fiziki olarak ışıktan daha hızlı hareket
edemeyeceği bilim adamları tarafından öngörülümüştür.
Şimdi etrafımızdaki her şeyin niye uzay ve zaman denen iki kavramın
içinde kaldıklarını veya yüzdüklerini kısaca açalım. Işık hızı bizim
için bilimsel bir standart olarak kabul edilmiştir. Eğer biz ışık hızını
kesin bir değer de ölçebilirsek, bu standardı kullanarak etrafımızdaki
veya uzaydaki olayları daha kesin ve daha doğru olarak ölçebilmemiz ve
dolayısıyla açıklamamız mümkün olacaktır. Çünkü ışık hızı zamanın bir
birimi olduğu gibi aynı zaman da uzaklığında bir birimi olarak
kullanılabilecektir. 1 metre ışığın 1/ 299,792.458 saniyede aldığı yol
olarak tanımlanacaktır. Saniye ise atomik ölçülerde
tanımlanabilmektedir: bir sezyum atomunun belirli bir dalga boyunda
yayınladığı ışığın 9,192,631,770 titreşim yaptığında geçen süre olarak
tanımlanmıştır.
Belirli standarları kabul ettikten sonra artık ölçme yapabilmemiz ve bu
ölçmelere göre kesin konuşabilmemiz mümkün olacaktır.
Işık hızı bizim açımızdan astronomik mesafelerin ölçülmesinde güzel bir
ölçü aleti veya cetvel olacaktır. Örneğin ay ile dünyamız arasındaki
mesafeden bahsederken; daha çok, ışık dünya ile ay arasındaki mesafeyi
1,27 saniye de alır demek bizim açımızdan daha kolay ve açıklayıcı
olacaktır. Dolayısıyla ay bizden 1,27 ışık saniyesi uzaktadır
diyebiliriz. Bu, ay bizden 382 000 km uzakta demekten daha kullanışlı
olacağı kesindir. Dünya ile güneş arasındaki mesafeden bahsederken ise 8
ışık dakikası uzaklığında demek daha kolay ve açıklayıcı olacaktır.
Biraz daha uzak mesafelerden bahsedecek olursak; örneğin bize en yakın
yıldız olan Proxima Centauri 4,2 ışık yılı uzaklığındadır. Şimdi biz bu
yıldızdan şu anda çıkan ışığın, bir öğrenci 4 yıllık lise eğitimini
bitirdiğinde bize ulaşacağını söylersek hata etmeyiz herhalde.
Eğer daha da uzaklardan bahsedelim dersek yıldız havuzu diye tabir
edebileceğimiz galaksilerden bahsetmemiz lazım. Galaksi deyince önce
kendi galaksimizden yani Samanyolundan bahsedip diğer galaksilerle kendi
galaksimizi karşılaştırabiliriz. Galaksimiz düz bir disk şeklinde ve
ortasında ise hafif bir şişkinlik bulunmaktadır ve bu şişkinliğin bir
benzeri Sombrero galaksisinde bulunmaktadır.
Ama şekil olarak daha çok komşu galaksimiz olan Andromeda galaksisine
benzemektedir.
Galaksimizin ve komşu galaksimiz olan Andromeda’nin 100 000 ışık yılı
çapında olduklarını söylediğiz zaman galaksimizi ve Andromedayı daha iyi
tarif etmiş ve daha iyi anlamış oluruz. Bu galaksiler içinde milyarlarca
bizim güneşimiz gibi yıldızların bulunduğunu söylediğimizde rakamların
mesafelerin ve zamanın büyüklüğü bizim başımızı döndürmekle kalmayacağı
kesindir.
Kainata ve uzaya bakış açımızı daha iyi anlatabilmek için bir örnek
vermek istiyoruz. Bir uzay aracına binerek bulunduğunuz şehri geceleyin
terkediyorsunuz. Uzay aracınız veya roket kalkarken etrafınızda bulunan
ışıkları rahatça görürsünüz. Uzay aracınız yükselmeye başlayınca
mahallenizdeki sokak ışıklarını bulunduğunuz yükseklikten rahatça
görürsünüz, daha da yükseldikçe artık şehrinizde ki ışıklar görünmeye
başlar ve daha sonra şehrinizi bir nokta ışık olarak görmeye
başlarsınız, artık mahallenizdeki sokak lambalarını göremiyorsunuz ama
şehirleri birer birer seçebilmeniz mümkün olmaktadır.
Aynı şekilde uzaya veya kainata baktığımızda gördüklerimiz bireysel
yıldızlardan ziyade galaksilerdir. Böylece uzayı dolduran galaksileri
birer nokta şeklinde gözlemlemiz mümkün olacaktır. Aşağıda Hubble
Teleskopu vasıtasıyla çekilen en uzaktaki galaksileri gösteren bir resim
bulunmaktadır.
Netice olarak zaman ve mekan dediğimiz iki şey, biz insanoğlu için geniş
bir perspektifden bakınca, içinde yüzdüğümüz birbiri içine girmiş iki
kavramdır. Biz olaylara ve bu kavramlara bakınca kendi küçüklüğümüzü
daha iyi hissetmekteyiz.
'İzafiyet'e doğrulama
Einstein bir kez daha haklı çıktı. 86 yıllık 'görelilik' teorisini
sınayan iki bilim adamı, Dünya'nın dönerken 'uzay-zamanı büktüğünü'
kanıtladı
WASHINGTON - Görelilik (izafiyet) teorisinin doğruluğunu sınamak
isteyen bilim adamları, Dünya'nın kendi ekseninde dönerken
çevresindeki uzay-zamanı büktüğünü kanıtladı. Ignazio Ciufolini ve
Erricos Pavlis, NASA'nın 600 milyon dolar ayırdığı bütçeyle
Einstein'ın teorisinde öngördüğü fenomeni kanıtlayan ilk kişiler oldu.
NASA yetkilisi Erricos Pavlis, Albert Einstein'ın 1918 yılında öne
sürdüğü görelilik teorisinde, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi
eksenleri etrafında dönerken uzay zamanı büktüğünü söylediğini
hatırlattı ve bunun doğru olup olmadığını anlamak için ölçümler
yaptıklarını açıkladı.
Pavlis, "Şayet Dünya etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki
uyduların yörüngesi değişmeliydi" dedi ve bu düşünceden hareketle
LAGEOS-1 ve LAGEOS-2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer
ışını kullanarak ölçtüklerini anlattı. Pavlis, "Her iki uydunun
yörüngesinde de Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma
belirledik. Ölçümlerimiz, görelilik teorisinden hareketle daha önce
yapılan hesaplara yüzde 99 uydu" dedi. İtalya'nın Lecce
Üniversitesi'nden Ignazio Ciufolini ve ABD'deki Dünya Sistemleri
Teknolojisi Birleşik Merkezi'nden Pavlis, 11 yıl iki uydudan gelen
lazer sinyallerini inceledi.
Einstein, uzay-zamanın maddeden ayırt edilemeyeceğini, maddi
cisimlerin varlığıyla koşullandığını ve güçlü çekim gücü yaratan
cisimlerin yakınında uzayın 'eğrildiğini' iddia etmişti. Einstein'ın
teorisi şimdiye dek birçok açıdan doğrulandı.(23.10.2004-Radikal)
BİLİM YENİ DÜNYAYA HİZMET VERİYOR
Einstein, uzay-zamanın maddeden ayırt edilemeyeceğini, maddi
cisimlerin varlığıyla koşullandığını ve güçlü çekim gücü yaratan
cisimlerin yakınında uzayın 'eğrildiğini' iddia etmişti. Einstein'ın
teorisi şimdiye dek birçok açıdan doğrulandı.
Gelecekte hepimizin ilgilenmek, anlamak, bilgilenmek ihtiyacını
duyacağı “Yeni Fizik”, ilk temellerini çağın dahisi A. Einstein’a
borçludur. Einstein rölativite teorisi ile yepyeni bir fizik anlayışı
oluşturdu. 19. YY’ın sonlarına doğru Max Planck, atom altı
parçacıkların tamamlayıcılığına benzer bir olay keşfetti. Isı
ışımasındaki enerjinin sürekli yayılmayıp kendini kesikli birimler
şeklinde yahut enerji paketleri şeklinde gösterdiğini buldu. Einstein,
bu ışıma birimlerini ‘kuanta’ diye adlandırdı. Bu yüzden ismini
Kuantum Teorisi koydu. Einstein daha sonra, ışık dahil bütün ışıma
biçimlerinin hem dalga hem de kuant biçiminde yayılabileceğini ileri
sürdü.
Böylelikle ‘Yeni Fiziğin’ ilk temelleri atılmış oluyordu. Gerçekten de
daha sonra ışığın daha çok, parçacık yahut foton gibi davrandığı ve
sürekli olmayan kuant biçiminde yayıldığı keşfedildi. Bununla beraber
elektronlardan farklı olarak fotonların kütlesiz olduğu ve daima ışık
hızıyla hareket ettiği ortaya çıktı.
Kuantum teorisini daha iyi anlamak için atomu incelemekte büyük yarar
var. Atomun iç yapısı bu teoriyi anlamak için bize ışık tutacak.
Yeni Bir Dünya anlayışına hızla ilerlediğimiz bu günlerde bilimle
metafizik arasında yeni köprüler kurulması gerekirken...
Rus
matematikçiler zamanda yolculuğun yöntemini buldu
2008-02-11 www.moskova.ru
İnsanoğlunun
en büyük hayallerinden biri olan zamanda yolcuk hayal olmaktan
çıkıyor mu? Moskova Steklov Matematik Enstitüsü"nden İrana
Arafyeva ve... |
İnsanoğlunun en büyük
hayallerinden biri olan zamanda yolcuk hayal olmaktan çıkıyor mu?
Moskova Steklov Matematik Enstitüsü "nden İrana Arafyeva ve İgor
Voloviç"in zamanda yolculuk teorisini formülleştirdiklerini
açıklamaları bilim dünyasına bomba gibi düştü. Dünyanın en ünlü
bilim dergilerinden New Scientis, Rus matematikçilerin bu
iddiasını geçtiğimiz hafta kapağına taşıdı.
Mayıs ayında Avrupa
Nükleer Araştırma Merkezi "nde (CERN ) bu güne kadar yapılmış en
büyük fizik deneyi gerçekleştirilecek. Bu deneyde, atomlar
birbirlerine ışık hızına yakın bir hızla çarpıştırılacak. Ortaya
evrenin var olmasına neden olan "Büyük Patlama "nın ilk
saniyelerinin küçük bir örneği çıkması bekleniyor. Ancak Rus
matematikçiler bu atom parçalama deneyi sırasında ortaya çıkan
yüksek enerji zamanda bir kırılmaya yol açacağını ve zamanda
yolculuğun kapısını açacağını öne sürüyorlar.
Tezlerini Einstein `ın
"görecelik kuramı" ile açıklayan matematikçiler, bir maddenin
yoğun bir enerjiyle itilmesi sonucu çevresindeki zamanın da
itileceğini ve zamanda yolculuk için tünel oluşacağını iddia etti.
Rus bilim insanları zaman makinesi ile insanların geçmişe ve
geleceğe transferlerinin çok yüksek bir enerji gerektiğini,
şimdilik sadece atomları yakın gelecekte ise eşyaları transfer
edebileceklerini açıkladılar.
Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi "nde yapılacak deneyin
hazırlıkları 13 yıl önce başladı. Deneyin maliyeti 9 milyar dolar.
|
Rusya `nın önde gelen matematik
profesörleri Irina Arefeva ve Igor Volovich, (Avrupa Nükleer Enerji
çalışmaları merkezi CERN ) tarafından kullanılan dünyanın en büyük atom
parçalayıcısının, ilk zaman makinesi sayılabileceğini öne sürdü.
MADDE İTİLİNCE ZAMAN DA İTİLECEK
Tezlerini Einstein `ın "görecelik kuramı" ile açıklayan matematikçiler,
bir maddenin yoğun bir enerjiyle itilmesi sonucu çevresindeki zamanın da
itileceğini ve zamanda yolculuk için tünel oluşacağını iddia etti.
Bu yıl içinde böyle bir gelişmenin mümkün olduğuna dikkat çeken
matematikçiler, "2008 yeni bir milat olabilir. Ve biz gelecekten misafir
ağırlamaya başlayabiliriz" diye konuştu.
|
Ruslar zamanda yolculuğa hazırlanıyor
|
-ZAMANDA yolculuk hayal
olmaktan çıkıyor. Rus matematikçiler üç ay içinde geçmişte yolculuk
yapılabileceğini açıkladı. Moskova Steklov Matematik Enstitüsü ’nden
Irina Arefeva ve Igor Volovich küçük partikülleri çarpıştırarak enerji
ürettiklerini ve bunun ışık hızına yakın olduğunu açıkladı. Işık hızının
bulunmasıyla geleceğe yolculuğun kapıları da açılacak. EINSTEIN ’IN
izafiyet teorisine göre mutlak zaman diye bir şey yok. Bir cisim
hızlandıkça (çekim merkezlerinin yakınında) o cismin üzerinde zaman
yavaşlıyor. Cenova ’da yer altındaki bir tünele cisim göndermeyi
planlayan bilim adamları Avrupa Nükleer Araştırma Organizasyonu’ndan (CERN
) destek görmedi. CERN ’den Dr. Brian Cox , araştırma için ‘Bilimden çok
kurgu hikayesi gibi’ derken kozmik ışınların atmosferin dışında
çarpıştığını bu enerjiyi dünyada üretmenin mümkün olmadığını söyledi. |
CERN `zamanda yolculuk` kapısını açacak
Avrupa Nükleer
Araştırma Kurumu (CERN) `atom parçalama` deneyi yapacak. Rus bilim
adamları, `Tepkime sırasında zamanda yolculuk kapısı açılabilir`
uyarısında bulundu. |
İsviçre `nin Cenevre kentinde
bulunan ve Türk bilim adamlarının da görev yaptığı Avrupa Nükleer
Araştırma Kurumu (CERN ), kainatın oluşmasını sağladığı varsayılan
`Büyük Patlama ` teorisini denemek için Mayıs`ta yer altında bir `atom
parçalama` deneyi gerçekleştirecek.
Ancak Rus bilimadamları, atom
parçalama deneyinin `kainatın yapısında bir çatlak oluşturacağı ve
zamanda yolculuğun kapısını açacağını` öne sürüyor. Moskova Matematik
Enstitüsü `nden Irina Arefeva ve Igor Volovich, atom parçacıklarının
ışık hızına yaklaşan bir süratle çarpıştırılmasıyla açığa çıkacak
enerjinin `gelecekten dönen ziyaretçilere kapı açabileceği` uyarısında
bulundu. |
Zaman makinası:
Tünelin ucunda ışık var mı?
Evet, tabii ki her
zaman haber olacak ve tabii ki hep biraz daha bekleyeceğiz. Efsanevi
fizikçi Einstein"ın bize dil çıkarması bu. "Geleceğe dönüş" hayali
mümkün olursa, ölümsüzlüğü yakalarız!? Ah bir yapabilsek, zamanı bir
kontrol edebilsek! Muhtemelen ilk önce gidip gelecek "iddaa" sonuçlarını
alırız! |
Elbette o adresten çıkacaktı
bu peşinden koşmaya doyamadığımız hayalin icadı. Adını ilk kez, Dan
Brown "un "Melekler ve Şeytanlar "ında duyduk, orada ıskalayan içinde
fizikçilerimizin olduğu uçağın düşmesi ile öğrendi.
İşte CERN , yani "Avrupa Nükleer Enerji Çalışmaları Merkezi", tüm
netameli işleri gibi "zaman makinası"nın icadına da ev sahipliği yapacak
gibi.
Siz yine, haberi allayıp pullamaya çalışan medyanın "Zamanda yolculuk
hayal değil" cümleli girizgahlarına, hatta "üç ay sonra büyük hayal
gerçek olabilir" dolduruşlarına kapılmayın.
Zira zaman makinası insanoğlunu çok hayal kırıklığına uğrattı. Onun
için kendimizi romanlarına ve sayısız filmlerine vurduk. Hayal ettik
ama bir yandan da "olmayabileceğine" kendimizi inandırdık.
Yine de "olmaz olmaz" demiyoruz. Zira "teorik" olarak mümkün. Yani
zamanda yolculuk teorisi çürütülmüş değil. Yeter ki gittiğiniz zaman ve
mekanın ayarları (!) ile oynamayın. Geçmişe gidip adam öldürürseniz,
bakarsınız "siz" yok olmuşsunuz! Geleceğe gidip maç sonuçlarını
alırsanız bugün zengin olmuşsunuz.
Artık çoğaltabildiğiniz kadar renklendirin. Hayal bu ya. Zaman makinanız
hayal ya? Fakat işte bugün, Rusya `nın önde gelen matematik profesörleri
Irina Arefeva ve Igor Volovich, CERN tarafından kullanılan dünyanın en
büyük atom parçalayıcısının, ilk zaman makinesi sayılabileceğini öne
sürüyorlar.
İşte iddia yine muhkem ama, kahretsin "öne sürme" var. Yani iddia var
ispat yok! Ve yine kahretsin, tezleri Einstein `ın "görecelik kuramı"na
dayanıyor. Ne çürütebiliniyor ne de sağlamlanabiliyor.
Şimdi formül şu; "bir maddenin
yoğun bir enerjiyle itilmesi sonucu çevresindeki zamanın da itileceğini
ve zamanda yolculuk için tünel oluşacağı". Detayları yok ve varsa da biz
anlamayız.
İyi de ne zaman? On yıllardır
oyalıyorsunuz. İşte bu yeni haberde bu da mevcut. 3ay! Yani 90 gün.
Nihayet hesabı sorulabilir bilimsel bir tez!
Peki biz bu zamanla niye
oynamak istiyoruz?.. Zaman makinası "hile" değil mi? Kağıdın üzerine bir
çizgi çekin. İki ucu arasındaki uzunluğunu ölçün. Diyelim 10 santim.
Sonra kağıdı ikiye katlayın, çizginin uçlarını birleştirin. Şimdi mesafe
ne kadar? Sıfır!
Yani 10 santim gitmenize gerek
yok. İyi de kağıdı (mekanı/zamanı) bükmek oyunun kuralları içinde mi?
Neyse ne? Bu kadar zaman
içinde, madde iteklenecek, zaman kakılacak ve bir yol, bir tünel
açılacak. Ucunda "ışık" var mı yok mu o zaman göreceğiz!
Dedenin dedesi kim, göreceksin!
Geleceğe Dönüş filmi gerçek
oluyor. Ruslar 3 ay sonra zamanda yolculuğa hazırlanıyor
Rus bilim adamları 3 ay sonra zamanda yolculuğun başlayacağına dair
müjde verdi. Başında Rus bilim adamı Dr. Igor Volovich'in bulunduğu ve
matematikçilerden oluşan bilim heyeti, Avrupa Nükleer Araştırmalar
Organizasyonu (CERN)'nun gözetiminde Cenevre'deki yeraltı
laboratuvarlarında çalışmalarını sürdürüyor. 2 milyar euroluk
hızlandırıcı sayesinde atomun trilyonda birinin altında partikül
oluşacak. Böylece partiküllerin ışık hızına yakın bir hızda
çarpıştırılması ile oluşacak solucan tünelinde uzay kuantumu bükerek
geleceğe bir yarık açabilecek. Volovich, "Einstein, ‘Gelecek henüz
yaşanmamış olduğu için gidilemez’ demişti. Ama oradakilerin buraya
gelmesi mümkün olabilir" diye konuştu.
Bak Marty sonunda benim dediğim oldu
İlk filmi 1985 çekilen 'Back to the Future' (Geleceğe Dönüş) serisi,
zamana yolculuğu konu alıyordu. Robert Zemeckis'in yönetmenliği yaptığı
filmde Dr. Emmett Brown (Christopher Lloyd) isimli çılgın bilim adamı,
zaman yolcuğu yapan bir araba geliştirmişti. Doktor ve yakın arkadaşı
Marty McFly (Michael J. Fox) geçmişe ve geleceğe giderek, karışan
olayları düzeltmeye çalışıyordu.
İSTEMEYEN UZMAN ÇOK
Bazı uzmanlar, anti-maddenin serbest kalması durumunda, dünyayı yok
edebilecek kara deliklerin oluşabileceğini söylüyor.
Türk bilimadamı Einstein'ın teorisini çürüttü
Profesör Tolga Yarman, Einstein'in "Genel Görecelik Kuramı"nı farklı bir
yaklaşımla çürütmeyi başardı.
26.04.2007 14:25
Nükleer alanında dünyaca ünlü öğretim üyesi Prof. Dr. Tolga
Yarman, inşa ettiği teorisini deneylerle kanıtlayan Profesör
Alexander Kholmetskii ile birlikte 24 Nisan 2007 Saat 13:00'te
Okan Üniversitesi Akfirat Kampüsü'nde Türk ögrencilerin karşısına
çıkıyor.
Einstein Yapamadı,
Profesör Yarman Yaptı
Profesör Tolga Yarman; Einstein'in eylemsizlik kütlesi ve
yerçekimi kütlesinin eşitliği üstüne oturttuğu "Genel Görecelik
Kuramı"nı farklı bir yaklaşımla çürütmeyi başardı. Yarman'ın
kuramı, Einstein'in, otuzlu yaşlarının ortasından itibaren,
hayatının sonuna kadar uğraşıp da yapamadığını yapıyor ve yalnızca
yerçekimi alanında değil tüm kuvvet alanlarına uygulanabildiğini
kanıtlıyor.
Dünyada Yapılan Deneyler
Yarman'ı Doğruluyor
Dünyaca ünlü merkezlerin ve üniversitelerin konuyla ilgili yaptıgı
deneyler ise Profesör Yarman'ın kuramını doğrular nitelikte.
Fransa'nın uzay bilimleri enstitüsü ONERA; yerçekimi alanında
Yarman'ın saşırtıcı sonuçlarıyla Einstein'in sonuçları arasında
ortaya çıkan farkı sınamak üzere bir süre önce atom saatleriyle
deneyler yapmaya girişti. Ancak deneyde kullanılan aletlerin
hassasiyeti yetmeyince, Yarman'dan yeni deneyler önermesini
istedi. Bunun üzerine Profesör Yarman ONERA'ya yeni deneyler
sundu. Öte yandan, bir süre önce Rusya'nin ünlü Lebedev
Enstitüsü'nde iki eşit ağırlıktan birinin elektronlarla dövülmesi
sonucu, dengenin bu sonuncunun aleyhine olarak bozulması,
Yarman'ın öngörüsüyle ayni paralelde olarak yorumlanmaktadır.
Son olarak, Belarusya Devlet Üniversitesi'nde Prof. Alexander
Kholmetskii yönetiminde yapilan deneyler, Yarman'ın tezini
doğruladı. Buna göre, bağlı manyetik alan, ışık hızından en az
dört kat daha hızlı yayılıyor. Bu sonuç Einstein'in kuramıyla
çelişmektedir.
Konuyla İlgili Makalesi En
Çok Okunanlar Arasında
Yarman'ın konuyla ilgili olarak Aralık 2006'da ABD'nin tanınmıs
doga bilim dergisi, Foundations of Physics Letters'te yayınlanan
makalesi, son üç aydır, en çok okunan makaleler arasında yer
alıyor.
Yarman Kuramı ve Einstein
Kuramı Arasındaki Fark
Einstein'in "Eylemsizlik Kütlesi" cismin ivmeli harekette
sergilediği kütle, "yerçekimi kütlesi" ise cismin yerçekiminde
sergilediği kütle olarak açıklanabilir. Söz konusu iki farklı
kuramdan çıkan sonuçlar birbirlerine yakın olmakla beraber, bunlar
arasında yine de çarpıcı farklar ortaya çıkmaktadır.
Örnegin Prof. Yarman'a göre "kara delikler" olmamaktadır, yani
tekillik yoktur. Zaman hiç bir biçimde durmamaktadır. Yarman, "Einstein'in
özel görecelik kuramını", esas itibariyle bu kuramın sonucu
olarak ortaya çıkan "enerji ve kütle arasındaki eşdeğerlik"
çerçevesinde, "enerji korunumunun" genişletilmiş bir hali olarak
"temel" alıyor. Ancak Einstein'in tersine, onun bu kuramını, bir
yerçekimi ortamına iz düşürürken bozmuyor. Ayrıca Yarman'ın
kuramı, yalnızca yerçekimi alanına değil, Einstein'in, genel
görecelik kuramını ortaya attıktan sonra, hayatının sonuna kadar,
otuz beş yıl boyunca, tüm gayretlerine karşın başaramadığı bir
çizgide, tüm kuvvet alanlarına uygulanabiliyor. Einstein'in
kuramının tersine, Yarman'ın kuramı, diğer taraftan bugün artık
çok çeşitli yönlerden doğrulanmış olan, "çağdaş atom kuramıyla"
bağdaşıyor, hatta bunun çok ötesinde, bu son kuramın temel
varsayımı olan "de Broglie Bağıntısı"nın, yine salt "enerji
korunumu" çerçevesinde türetilmesine imkan saglıyor. Bu durumda,
enerji alış verisi yoluyla olmasa da, "bilgi", örneğin "yer
çekimi" ya da "elektriksel etkileşme" bilgisi, ışık hızından daha
hızlı yayılabiliyor. Duran cisimler ise, birbirleriyle hangi
uzaklıkta olurlarsa olsunlar ani olarak etkileşebiliyor oluyorlar
ki, Einstein'a göre, hiç bir etkileşme ışık hızından daha hızlı
olamaz. |
|
Fizikte cevap bekleyen sorular
"Gün gelir de bilim biter mi?" diye düşünenler için müjdem
var. Üzerinde çalışma yapmak için ne gibi konular var diye merak ediyor
musunuz? Pekala, buyurun sizinle cevap bekleyen sorulara doğru bir yolculuğa
çıkalım. Bu soruların bir amacı da piyasada görüşlerini desteklemek için
bilimden yararlandığını ileri süren kişilerin yazdıklarını okurken veya
sözlerini dinlerken nerelere dikkat etmek gerektiğini bilgilerinize
sunmaktır.
Original by John Baez
Kozmoloji ve astrofizik
- Big Bang sırasında veya Big Bang'dan önce neler oldu? Başlangıçta
gerçekten bir tekillik (singularity) var mıydı? Bu sorunun hiçbir
anlamı olmayabilir, ama olabilir de. (Bilimsel açıdan anlamsız soru ne
demektir?) Evrenin tarihi geriye doğru sonsuza kadar gider mi, yoksa sonlu
bir zaman mıdır?
- Evrenin geleceği sonsuza kadar gider mi, yoksa sonlu mudur? Gelecekte
Büyük Çökme (Big Crunch) gerçekleşecek mi? Evren mekan
bakımından sonsuz mu?
- Zaman niye tek yönlü olarak akar? Gelecek geçmişten niçin bu kadar
farklıdır? Evren sonluysa ve geriye kendi üstüne çökecekse, zamanın
termodinamik oku da büyük çökmeye giden yolda ters yöne akacak mı? Böyle
olursa bunun ne gibi sonuçları olabilir? Örneğin, mezarımızdan kalkıp,
anamızın rahmine mi döneriz?
- Uzayzaman gerçekten 4 boyutlu mudur? 4 boyutluysa, niye? Değilse, kaç
boyutludur? Yoksa bu saçma bir soru mudur? Yeterince kısa ölçeklerde
incelenince uzayzaman gerçekte bir manifold olmayabilir mi?
- Kara delikler gerçekten var mı? (Teori ve dolaylı kanıtlar var diyor
gibi, ama?) Hawking'in öngördüğü gibi gerçekten enerji yayınlar ve
buharlaşırlar mı? Böyleyse, sonlu bir zaman geçip de tüm enerjilerini
yayınladıktan sonra ne olur? Geriye ne kalır? Kara delikler enerjinin,
momentumun, açısal momentumun ve elektrik yükünün korunumu dışındaki bütün
korunum yasalarını gerçekten çiğner mi? Kara deliğe düşen bir cismin sahip
olduğu bilgiye ne olur? Kara delik buharlaştıkça bu bilgi kaybolur mu? Bu,
quantum mekaniğinde bir modifikasyon gerektirir mi?
- Kozmik Sansür hipotezi doğru mu? Çöken izole çekim sistemleri düzgün
bir olay ufkunu geliştirerek onu arkasında gizlenirler mi? Kozmik Sansür
göçerse, çıplak tekillikler neye benzer, ne gibi acayip sonuçlar ortaya
çıkar?
- Galaksiler niçin öbekler halinde ve ince tellere benzeyecek şekilde
dağılmıştır? Evrendeki maddenin çoğu niye baryoniktir? Bu, yeni fizikle
çözülebilecek bir konu mudur?
- Kahverengi cüceler, Jüpiterler vs gibi gözlenemeyen maddeyi hesaba
katmak için elimizden geleni yaptığımız halde, galaksilerin çekimsel
kütlesi niçin görebildiklerimizden daha fazlaymış gibi çıkıyor? Kayıp
"karanlık madde" var mı? Varsa, karanlık maddenin mahiyeti nedir? Baryonik
mi, nötrino mu yoksa daha egzotik bir şey mi? Yoksa, bizim çekim
anlayışımızda mı bir sorun var? Ya da ne?
- Kozmik Gamma Işınları patlamalarının kaynağı nedir? Bazı müthiş
astronomik olaylar sonucu ortaya çıktığı sanılan bu esrarengiz
patlamalarla ilgili olarak yüzlerce teori ileri sürülmüştür.
- Çok yüksek enerjili kozmik ışınların kaynağı ve mahiyeti nedir? Bu,
ABD deki Sinek Gözü adlı detektörün kaydettiği yaklaşık 300 EeV
şiddetindeki kozmik ışın sağanağıdır. Benzer bir olay Japon
Scintillation dizisi AGASA tarafından da kaydedildi. Bu olaylar ilk
tespit edildiklerinde beklenenden çok daha fazla şiddetliydiler. Şimdiye
kadar sadece epey spekülatif birkaç teori ileri sürüldü.
Parçacık ve quantum fiziği
- Fizik yasaları sağ ile sol, geçmiş ile gelecek ve madde ile antimadde
arasında niçin simetrik değildir? CP ihlalinin mekanizması nedir? Zayıf
etkileşimlerdeki parite ihlalinin kaynağı nedir? Şimdiye kadar tespit
edilememiş zayıf sağ elli zayıf akımlar var mı? Varsa, simetriyi bozan
nedir? CP ihlali standart model içinde bütünüyle açıklanabilir mi, yoksa
yeni bir kuvvet veya mekanizma mı gerekiyor?
- Temel kuvvetlerin (elektromagnetizm, zayıf ve güçlü kuvvetler, ve
çekim) şiddetleri niçin şimdi olduğu gibidir? Elektromagnetizmin şiddetini
ölçen ince yapı sabiti niçin 1/137.036 dır? Tabiatın bu boyutsuz sabitesi
nereden geliyor? Yeterince yüksek enerjilerde bu kuvvetler
birleştirilebilecek mi?
- Lepton ve quarkların niçin 3 ırkı vardır? Kütle oranları niçin
öyledir? Mesela muon kütlece 207 kat ağır olması dışında her bakımdan
niçin kesinlikle elektron gibidir? Niçin vardır ve niçin kesinlikle bu
kadar ağırdır? Quarkların veya leptonların bir içyapıları var mıdır?
- 4 boyutlu uzayzamanda etkileşen ve serbest olmayan alanları
tanımlayan, kendi içinde uyumlu ve kabul edilebilir bir quantum alan
teorisi var mı? Örneğin, standart model matematiksel olarak uyum içinde
midir? Ya quantum elektrodinamik (QED)? Noktasal parçacıkların klasik
elektrodinamiği için bile matematiksel bakımdan tatminkar ve sağlam bir
formülasyon bulunmuyor.
- QCD quark dinamiğinin doğru bir ifadesi mi? Proton, nötron, pion vs
gibi hadronların kütlelerini standart modelden hesaplamak mümkün mü? QCD
yüksek sıcaklıklarda quark/gluon serbest kalma faz geçişini öngörüyor mu?
Bu geçişin mahiyeti nedir? Tabiatta gerçekten olur mu?
- Niçin antimaddeden çok madde bulunur, en azından bu civarda? Evrenin
her tarafında madde gerçekten antimaddeden çok mudur?
- Quantum fiziğinde "ölçme" ile ne kastedilir? "Dalgafonksiyonunun
çöküşü" fiziksel bir proses olarak mı gerçekleşir? Öyleyse nasıl ve hangi
şartlar altında? Değilse, onun yerine ne olur?
- Görünüşte quantum alan teorisi tarafından öngörülen muazzam
(muhtemelen sonsuz) vakum enerji yoğunluğunun çekim etkileri nelerdir? O
gerçekten muazzam mıdır? Öyleyse niçin muazzam bir kozmolojik sabit gibi
davranmaz?
- Güneşten gelen nötrino akısı niçin öngörülenle uyumlu değildir? Bu
uyumsuzluk gerçekten önemli midir? Öyleyse bu uyumsuzluk güneş
modellerinde mi, nükleer fizik teorilerinde mi yoksa nötrino teorilerinde
mi? Nötrinolar gerçekten kütlesiz mi?
Yoğunlaşmış madde ve lineer olmayan dinamik
- Sonoluminisansın sebebi nedir? Sonoluminisans sıvılarda sesin sebep
olduğu küçük ışık patlamalarıdır. Sıvıda ses dalgasının alçak basınç
noktalarında kabarcıklar oluşur, sonra yüksek basınç dalgası geçerken
bunlar tekrar çöker. Çökme noktasında küçük bir ışık parıltısı üretilir.
Bu olayın kesin nedeni yoğun bir spekülasyon ve araştırma konusudur.
- Türbülans nasıl anlaşılabilir ve onun etkileri nasıl hesaplanabilir?
Bu en eski sorulardan biridir.
- Yüksek sıcaklık süperiletkenliğinin sebebi nedir? Oda sıcaklığında
süperiletken olabilecek bir malzeme yapmak mümkün müdür? Düşük
sıcaklıklardaki süperiletkenlik 1957'den beri BCS teorisi çerçevesinde
anlaşılabiliyordu, fakat yüksek sıcaklıklardaki süperiletkenlik 1986'da
keşfedildi ve hala açıklanamadı.
Büyük soru
Bu son soru yukarıdaki kategoriler arasında bir yerde oturur.
Çekimin
quantum teorisini kuracak şekilde quantum mekaniği ve genel relativite nasıl
birleştirilebilir? Einstein'ın çekim teorisi (klasik GR) mikroskopik limitte
de doğru mudur, yoksa gözlenen limit(ler)le uzlaştırmak için modifikasyonlar
yapılmalı mıdır / yapılabilir mi? Çekim gerçekten eğrilik mi? Değilse ne ve
niye eğrilik gibi davranıyor?
Bu sorunun cevabı hem yukarıdaki diğer soruların çoğunun cevaplarına
bağlı olacak, hem de muhtemelen aynı zamanda o cevapların büyük bir kısmını
oluşturacaktır.
1-Karadelik Teorisi altüst oluyor- Kaynak:NTV-MSNBC
2-http://webarsiv.hurriyet.com.tr - 13.02.2004-
3-Casimir etkisi -Mehmet
TAŞKAN
4-H.B.G. Casimir, Proc. Kon. Ned.
Akad. Wetensch. B51, 793 (1948)
5-S. Lamoreaux, Phys. Rev. Lett., 78, p5
(1996).
6-K A Milton 2001 The Casimir Effect: Physical
Manifestations of Zero-point Energy (World Scientific, Singapore) Buy the
book: Amazon UK/Amazon US . Subscribe to Physics World << Previous Physics
World September 2002 Next >> physics world alerts .
|
|