Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli Kirlian Fotoğrafçılığı -AURA Fotoğrafçılığı
Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı aygıtlarla canlı nesnelerden yayılan birtakım biyolojik ışınımları fotoğrafik olarak saptamayı amaçlayan elektrografik fotoğrafçılık tekniğine verilen addır. Kirlian'ın keşfiBu fotoğrafçılık tekniğinin adına “kirlian” adının verilmesinin nedeni, bu teknikte kullanılan aygıtın ilk kez Rus mühendis Semyon Davidovich Kirlian (1898-1980) ve eşi Valentina Khrisanova Kirlian tarafından geliştirilmiş olmasıdır. Semyon Kirlian’ın paranormal fenomenlere ilgi duyması ünlü bilim adamı Nikola Tesla ile tanışmasından sonra başlamıştır. 1939'da bir fotoğraf filmini tab ederken fotoğraf tepsisinin üzerinde bulunan cisme elektrik yükü verildiğinde tepside bir resmin oluştuğunu kazara gözlemleyen Semyon Kirlian ve eşi aynı yıl geliştirdikleri bir aygıtla, sözkonusu ışınımların daha çok canlı bedenlerden yayıldıklarını saptamışlar ve çektikleri çeşitli organların fotoğraflarında, bu organlardan salınan renkli ışımaları görüntülü hale getirmeyi başarmışlardır. Bedenden yayılan ışınımın çeşitli renkler halinde fotoğrafı çekilebilen kısmına “korona” (Latince’de “taç”) adı verilmiştir. Bu teknikteki temel yöntem, koronayı görünür hale getirebilmek için yüksek gerilimli elektrik alanının kullanılmasıdır.
Sovyetler Birliği dönemindeki çalışmalar1939'dan sonra Kirlian'ın buluşu daha önceleri "elektrografi", "elektrofotoğrafi" adlarıyla bilinen tekniğin yeniden tanınmasını sağladı. Fikrin temeli (ki kuru fotoğraf kopyalamayı mümkün kılmıştır) 1777 kadar erken bir zamanda George Christoph Lichtenberg tarafından atılmıştır. Bu alanda daha sonra çalışmalarda bulunan, aralarında Nikola Tesla'nında olduğu bilimadamları 19-20'nci yüzyıllarda bu etkiyi daha derinlemesine incelemişlerdir. Ama Kirlian, bu araştırmayı seleflerinden daha ileriye götürmüştür. O dönemdeki bilim adamlarından bazıları kirlian fotoğrafçılığında sözkonusu olan güce “kirlian enerjisi” adını, bazı Rus ve Çekoslavakya bilim adamları (Dr. Zdenek Rejdak) ise “biyoenerji” adını vermiştir. Fakat 1940’lı ve 1950’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde aura’ya veya enerji-beden’le ilgili verilerin yeterli olmayışından dolayı, kirlian cihazı ününe ancak 1960’larda, yine Sovyet bilim adamlarının çalışmalarıyla kavuşmuştur. Kirlian fotoğrafçılığı yöntemi Kazakistan devlet üniversitesi’nce 1968’de yayımlanan “Kirlian Etkisi’nin Biyolojik Mahiyeti” adlı çalışmayla bilim dünyasına sunulmuştur. Bu çalışmaların Batı’ya tanıtılması ya da bu konunun Batı’da popüler hale gelmesi ise Sheila Ostrander ve Lynn Schroeder adlı araştırmacı yazarların 1978’de yayımladıkları kitapla gerçekleşmiştir.
Kirlian'ın keşfinin spiritüel sonuçları
Kirlian aygıtıKirlian fotoğrafçılığında kullanılan aygıtlar, en basit şekliyle, izole edilmiş bir kutu içerisinde bulunan, bir sıkma plakasıyla, fotoğraf camıyla veya bir optik aletle irtibatlandırılmış bir yüksek frekans kıvılcım üretecinden oluşur. Bir kamera gerektirmeyen aygıt, elektrik akımlarıyla saniyede 75.000-200.000 elektrik salınımı yapabilen jeneratörler gerektirir. Bu jeneratörler de çeşitli optik aletlere ve mikroskoplara bağlanabilir. Kirlian fotoğrafçılığı alanında çalışma yapan araştırmacılar, koronanın canlının heyecan ve sağlık durumlarına bağlı olarak renk ve ışıma değişiklikleri gösterdiğini belirtmişlerdir. Kirlian fotoğrafçılığı yöntemini Ruslar 1970’li yıllardan itibaren birçok hastanede hastalıkları teşhis amacıyla kullanmaktadırlar. Kirlian fotoğrafçılığı ve benzeri çeşitli tekniklerle organlardan ve canlılardan yayılan eflüvleri gösteren fotoğraflara metapsişikte eflüvyoğrafi (effluviographie) adı verilir. ASTRAL
Astral, rüyalar alemi, eterik maddenin bir üstü. Olmayan ülkenin sınırları. Eski çağlardan beri uyuyan insanların, bedenlerinden ayrılıp gezdikleri ve geri geldikleri düşünülürdü. Günümüzde modern bilim uykunun kademeleri olduğunu ve bu kademelerin uyku boyunca birbirlerine geçtiğini keşfetti. Beynin yaydığı dalgalar, bilinçli halle uyku halinde alfa, beta gibi farklı dalgaboylarında seyrediyor. Özellikle beyin REM (Rapid Eye Movement / Hızlı Göz Hareketleri) sırasında saniyelerle ölçülebilecek kadar küçük bir zaman aralığında hızlı göz hareketleriyle düşlerini görüyor. Düşlerimizi kimilerimiz anımsıyor, kimilerimizse hiç rüya görmediğini düşünüyor. Buna karşın herkesin REM uykusuna daldığını ve bu uyku sırasında aniden uyandırılan insanların uykuda beklenen dinlenmeyi sağlayamadığı deneylerle ispatlanıyor. Öyle ki uzun süre REM uykusu olmadan yaşamak biçimi ciddi hayati sorunlar yaşatıyor. Leonardo da Vinci çok az uyurmuş. Gün içinde kısa kestirmeler uzanıp dinlerinken çalışmaya devam ederek yüzlerce projesini aralıksız yapabilmiştir. Uykusuzluğu bu kadar sistematik ele alıp disiplinli bir tarzla zamanı üretime dönüştürmüştür. Ya da REM uykusunun sürekli yaratıcılığını icatlarına taşımıştır. Bu anlattıklarımızın çoğunu duyduk ya da okuyoruz. Ama bir de işin tuhaf kısmı var. Aklı başında incelememiz, heyecanlanmadan irdelememiz gereken veriler var. Rüya görmeyi bir kez daha incelemeliyiz. BDA (Beden Dışı Aktivitiler) ve ÖYD (Ölüme Yakın Deneyimler) diye nitelendirebileceğimiz vakalar bu başlıkları oluşturuyor. Kişi kaza geçiriyor ve ameliyata alınınca beden dışında uçtuğunu görüyor. Hastane dışında konuşan akrabalarını görüp cümlelerini duyuyor. Bir savaş sırasında ölümle karşılaşan bir asker ansızın kendini bedeninin dışında buluyor ve yaklaşan düşman askerlerini görüp kaçıyor. Bir sürü örnek vaka. Elbetteki hepsi için bilimsel veya mantıksal bir açıklama belki de bir bahane bulunabilir. Ancak gelin biraz hayallere dalalım, mistiklerin sözleriyle astral alemi tanıyalım.
“Uykuda şu dört element çarmıhından kurtulurum; “Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi “Çocukluğum boyunca rüyalarımda başka
kentlere gittiğimi gördüm. Astral madde nedir? Klasik Hint ruhsal bakış açısında ve Neospritüalizm’de üst üste bedenler ve dünyalar bulunur. Bir sıvının içinde erimiş gaz gibi aynı mekanda farklı titreşimlerde bir çok katman halinde dünyalar ve bedenler vardır. Fizik beden, eterik beden, aura, astral beden ve ruhsal beden olarak anlatılır bu katmanlar. Her beden farklı bir algı, farklı bir düzlem demektir. İnsan bilinci ve farkındalığı eş zamanlı olarak bunlarda bulunur. Tıpkı şu an bilinçaltınızın kalp atışınızdan tutunda şeker düzeyinize ve gelen milyonlarca algı bombardımanından sadece gerekli olanları arkaplanda yönetmesi gibi. Bilinç bir sürgü gibi bu varoluş düzlemlerine kayabilir. Garip olan şu ki bilincimiz rüyaları hatırlayamaz. Kısa kısa ve kuralları anlaşılmaz bir rüyalar dizisi beynin anladığı ilişkiler ve olaylar dizisine dönüştürülür. Bu çok ilginç bir deneyimdir. Bir bilgisayara taşınabilir bir hafızayla bilgi getirip onun hafızasına aktarmak gibidir. Ama biz böyle düşünmeyiz. Psikoloji bilinçaltından yüzeye çıkan id bilincinin kimlikle örtüştüğünü ve kendi dili olan bilinçaltından örülü rüyaların anlaşılmaz bir örgüsü olduğunu öngörür. Düşler gün içindeki hayallerin, bastırılmış arzuların kendimizi içine düşerken bulduğumuz dünyasıdır. Fakat bilinçli görülen düşler? Diyelim ki bir uyku laboratuvarındasınız. REM uykunuz başladığında beyin dalgalarınızı izleyen bir cihaz, ufak bir elektrik akımı vererek beynimize şu anda rüya görüyorsun mesajı gönderse ne olur? Bu aklımıza bir Elm sokağı kabusunda uyanmak ve Freddy ile köşe kapmaca oynamayı getirebilir(!) Ancak deneyimleyenler genellikle tam bilinçli rüya görmenin son derece beyaz ışıklı ve boş bir mekanda bulunmak anlamına gelebildiğini ve akıldan geçen hayallerin görsel imgelere dönüştüğünü söylüyor. Şu anda gözünüzün önüne bir elma getirin. Kırmızı, olgun, nefis bir elma. O elmayı zihin alanınızda canlandırmanız gibi birşeydir bu. “Mevlana çocukluğunda bir gün ağabeyi ve Belh’in ileri gelen ailelerinin çocuklarıyla toprak damlar üzerinde oynuyormuş. Bu sırada bir çocuk, küçük Celâleddin’e: — Gel bu damdan öteki dama atlayalım… demiş. Celâleddin gülümseyerek: — Hayır, bu iş, kedi ve köpeklerin kolayca yapabileceği bir iştir. Eğer gücünüz yetiyorsa, böyle damdan dama değil, geliniz göklere uçalım, âlemleri seyredelim… diye cevap vermiş. Derler ki, küçük Mevlâna bu sözleri söyledikten sonra bir anda göğe sıçramış, çocuklar korkudan çığlığı basmışlar.” Astral bir zamanlar dünyaya daha mı yakındı? Kadim uygarlıkların, ismini dahi duymadığımız uygarlıkların insanları beyinlerinde rüya bilincini canlı tutarak, gündelik yaşamda kullanıyorlar mıydı? Bu uyanıklık bilinci ya da REM uykusunun bir türü gündelik bilinci kaplamış mıydı?
“Dev piramitler, tapınaklar o yüzlerce ton ağırlığındaki
binlerce taşın kölelerce taşınması ile mi oluşmuş? Komik bir hayal bu. Bu gün
bile o imkanları kullanıp modern hesaplamalarla yapamayız. Belki de Stonehange,
Aztek, Mısır piramitleri astral birer projeksiyonla inşa edildi. O zamanlar
dünya bir billur gibi eterik maddeydi. İnsanlar için astral ve dünya birdi.
Büyük bir rüyaydı yaşam. Sonra katılaşan benliklerle düşünceler beraberinde
dünyalarını da aşağı çekti. Altın Çağ yerini Kali Yuga’ya Demir Çağ’a bıraktı.
İnsan düştü. Dünyası düştü. Süptil yüksek madde katı maddeye dönüştü. Adem ve
Havva cennetten kovuldu. Piramitlerde bulunan özel inisiyasyon odaları, rüya lahitleri,
Aztek tapınaklarındaki uygulamalar kabuslardan çıkmış oymalar, freskler,
Tibet’te kendini bir inziva hücresine kapatan ve astral seyahatla oradan çıkana
kadar sabreden keşişler, çilehanelerde günler süren konsantrasyonlar ve
yalnızlık. Avusturya yerlilerinin düş görme ustaları olduğu hatta başkalarının
düşlerine de girebildikleri iddia edilir. Bu evren modelinde, ortak bilinç alanları, birbirine etki eden farkındalık alanları ve aynı şeyi düşünerek sürekli stabil halde tutabilen maddelerden bahsetmeli. Her noktaya eşit uzaklıkta bulunan bir öznel noktanın matematiksel modelini de içermeli bu yeni evren. Enerjisel anlamda bir üst katman kabul edilen astrali deneyimsel yakalamaktan başka şans yoktur mistiklere göre. Her çeşit ussal yaklaşım sadece faraziye olarak kalacaktır. Deneysel çalışmak isteyen uyku ve insan araştırmacılarını geceleri kararlı ve disiplinli bir çalışma bekliyor. Astral projeksiyon yeni bir dünyanın kapılarını açabilir mi? Kimileri zihinde başlayan ve biten bir macera diyecektir bu oluşuma. Kimileri ise dünyamızı yaratan asıl model dünyanın astral olduğunu iddia edecektir. Sonsöz: Astral, canlı, enerjik, zeki madde. Bilince tepki veren madde. Bizim dünyamızın en üstün canlı ve akıllı maddeleri olan organik dizilimler, et, kan, sinir, selüloz vs. nasıl düşünceye veya iradeye tepki veriyorsa tamamı böyle kaliteli, sübtil maddeden örülü alem.
“Ellerini görmelisin, rüya görmek “Sana domuzların uykusunu değil, “Dün gece bir başka zamanda - bir başka
yerde - “Gün boyunca farkında olan düzenli zihin
PARAPSİKOLOJİK FENOMENLER ÜSTÜNE BİLİMSEL VE
FELSEFÎ BİR SORUŞTURMA
Evrene atomik düzeyde bakıldığında, gerçeklik bir ölçüde onu nasıl gözlemlediğimize ve neyi görmek istediğimize bağlı olarak değişmektedir. Bu nedenle, atomik düzeydeki cisimlerin tek başına gözlemciden bağımsız olarak varlığını düşünmek mümkün değildir. Sözün özü, gözlemcinin bilinci gözlemlediği olguları etkilemektedir; bu etki, birçok bilim adamına göre paralel evrenlerin varlığını dikkate almadan objektif olarak anlaşılamaz.[12] İnsan bilincinin olguları nasıl etkilediği meselesine biraz daha yakından bakmak, konunun daha anlaşılabilir kılınması için gerekli gözükmektedir. Fizikçi Jack Sarfatti’ye göre, gözlemci fikri, bir çok olguyu açıklayabilir. Örneğin, bir sıvı veya gazdaki parçacıklar durmadan ileri geri hareket ederler, ona göre parçacıkların bir oraya bir buraya çarpmasının asıl nedeni, katılımcıların zihnî faaliyetleridir.[13] Teorik fizikçi Roger Penrose, insan bilincinin nesneleri nasıl etkilediğini kuantum mekaniğinin çok evrenler yorumu çerçevesinde şöyle açıklamaktadır: “Her bir gözlemcinin bilinç durumu ‘ikiye ayrılır’ kabul edildiğine göre her bir gözlemci iki kez varolacak, her varoluşunda farklı deneyimler edinecektir, (yani, bir bilinç durumu ölü kediyi, ötekisi ise, canlı kediyi görecektir). Gerçekten, yalnızca gözlemci değil, içinde yaşadığı tüm evren, dünyayı her ‘ölçmesinde’, iki (veya daha fazla) parçaya ayrılır. Böyle bir parçalanma, yalnız gözlemcilerin ‘ölçümleri’ nedeniyle değil, genelde kuantum olaylarının makroskopik büyümesi nedeniyle, tekrar tekrar oluşur ve bu şekilde oluşan evren ‘dalları’ çılgınca dal budak salmaya başlar”.[14] Kuantum mekaniği, bilim tarihinde “çift yarık deneyi” olarak bilinen deneyde fotonun dalga mı yoksa parçacık mı olduğunu belirleyen şeyin gözlemcinin bilinci olduğunu söyler. Yine, bu teoriye göre, “Shrödinger’in kedisi” adı verilen düşünce deneyinde, kedinin ölü mü yoksa diri mi olduğunu belirleyen şey, insanın zihnidir.[15] Dolayısıyla bir olgunun potansiyel durumdan aktüel hale gelmesi ve gerçekleşmesi, katılımcının varlığı ile mümkün olmaktadır.[16] Buna göre, sistemin fiziksel özelliklerinde herhangi bir değişim olmamaktadır, değişim sadece bu özelliklerin potansiyellik ve aktüelliğinde ortaya çıkmaktadır.[17] Bu durum, çift yarık deneyi ile Shrödinger’in kedisi deneyinde daha somut ve anlaşılabilir bir biçimde gözlemlenebilmektedir.
Evrensel Bilgiye Açılan Kapılar Makro Felsefe Çetin BAL : M.S. 2150 Yorum 2150 A.D. (M.S.2150) M.S. 2150 H içbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi Defteri / E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology / Kuantum Teleportation / Duyuru / UFO Technology |