|
Zaman
Yolculuğunu
Araştırma
Merkezi
© 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
|
DÖRT BOYUTLU MINKOWSKI UZAYI (UZAY - ZAMAN)
Cumartesi, 24 Şubat 2007 - Prf.Ahmet Yüksel Özemre
Fiziğin pekçok kolunda üçten fazla boyutu haiz uzay kavramına
rastlamak kaabildir. Buna somut bir örnek özel Rölativite Teorisidir.
Bu teori, ışığın bütün referans sistemlerinde eşyönlü bir şekilde ve
sabit bir
hızla yayıldığı ilkesine dayanarak fiziksel olayların zaman ve uzay
bakımından bağlantılarını incelemekte ve her bir fiziksel olaya bunun
vukuu bulduğu yerin üç koordinatıyla, vukuu bulduğu ânı tekaabül
ettirmektedir» Şu hâlde her bir fiziksel olay bağımsız dört değişken
yardımıyla tasvir edilebilmektedir. Bu ise, her fiziksel olayın
gibi dört (bağımsız) bileşeni haiz bir vektör aracılığıyla (ya da
teknik ismiyle bir dörtlü vektör ile) dört boyutlu formel bir uzayın (Minkowski
uzayının) bir noktasıymış gibi telâkki olunabilmesini mümkün
kılmaktadır.
Özel Rölativite Teorisinde karşımıza çıkan bu dört boyutlu uzayın elle tutulur,
gözle görülür, resmi çizilir, bilfiil fiziksel olarak mücessem bir tarzda inşâ
edilir bir nesne olduğu kanısına asla kapılmamak lâzımdır. Bu, olsa olsa,
fiziksel olayları belirli bazı ilkelerin çerçevesi içinde kesin bir geometrik
terminoloji yardımıyla incelemeye matuf, uygun ve toplayıcı, birleştirici
matematik bir modelden başka bir şey değildir. Bu geometrik modele göre, göz
önüne alınan dört boyutlu uzay (bu uzay - zaman) fiziksel olaylara yataklık
eden bir substratum olarak telâkki edilebilmektedir; çünkü her fiziksel olay bu substratum un bir noktasına tekaabül ettiği gibi, tersine olarak, uzay -
zamanın her noktasına da bir olay tekaabül etmektedir. Böylelikle fiziksel
olaylarla uzay - zamanın noktaları arasında bire bir bir tekaabüliyet
kurulmuş bulunmaktadır.
Özel Rölativite Teorisi ortaya çıktı zaman, bunun getirdiği dört boyutlu uzay
- zaman kavramına çok kişi içyüzü esrarengiz fiziksel bir gerçek gözü ile
bakmış ve günlük tercübelerimizin bizi karşı karşıya bıraktığı fiziksel uzayın
bir «ide» (bir fikir) olarak değil de gerçekten de bize bağlı olmayan dört
boyutlu bir yapısı olduğu zannına kapılmışlardır.
Günlük hayatımızda kullandığımız ondalık (desimâl) sayı sistemini göz önüne
alalım. Bunun, hesap işlemleri bakımından bizler için uygun kolay bir «model»
teşkil ettiği, münakaşası gereksiz bir açıklıktadır. Diğer taraf tan modern
elektronik hesap makinaları için ikideîik (biner) sistemin ise çok daha uygun ve
kolay bir model olduğu da malûmdur. Nasılki bu iki modelden hangisinin daha
gerçek olduğunu sormak ve araştırmak abes ise, aynı şekilde fiziksel olayları
birleştirici bir görüşle incelememizi mümkün kılan uzay-zaman modelinin
gerçekliğinden bahsetmek de o kadar abes olur. Uzay - zaman kavramı da
fizikteki daha başka bir çok matematik model gibi, fiziksel olaylara ustalıkla
giydirilmiş bir elbiseyi andırmaktadır. Bu elbise zamanla daralır da çekerse,
giyenin sırtında güdük kalırsa, ya da moda (!) değişirse yerini daha uygun bir
modele bırakır. Bu itibarla matematik bir modeli bir diğerine tercih ettiren
özellik modelin daha güçlü, daha uygun ve daha kullanışlı oluşudur.
Şimdi analitik geometri bakımından (X, Y) gibi bir eksen takımının aynı düzlemde
ve aynı orijini haiz (X't Y') gibi başka bir eksen takımına dönüşmesini sağlayan dönüşüm formüllerinin
şeklinde olduğunu hatırlatalım ;ile
burada her iki eksen takımının izafî rotasyon açısı gösterilmektedir.
dır. Meseleyi uygun bir formalizm çerçevesi içinde ifâde edebilmek üzere
vazedeceğiz. Buna göre (11.40) formülleri
öte yandan LORENTZ dönüşüm formüllerine dönecek olursak
Uzay-Zaman Dört Vektörü
Pazartesi, 05 Mart 2007
Uzay-Zaman Dört Vektörü
Newton mekaniğinde, eylemsiz bir S sisteminden (x, y, z) noktasının
orijinden uzaklığı:
r2 = x2 + y2 + z2
formülü ile verilir. Bu vektörün uzunluğu, S eylemsiz sistemine göre v
hızıyla hareket eden bir S¢ sisteminden gözlendiğinde değişmeden kalır
(v << c şartı sağlanmalıdır).
(1)
olduğu yerde,
Denklem (2) için şunu da söylemek mümkündür; gözlemcinin göreli v hızı
c’ye kıyasla yeterince küçük olduğunda herhangi iki nokta arasındaki
uzaklık üç boyutlu uzayda değişmez kalır veya,
(3)
Tabii bu varsayımın doğruluğu, vektörün iki ucu aynı anda ölçüldüğünde
veya vektörün iki sonunun belirlenmesinde geçen sürenin bütün eylemsiz
sistemlerde aynı olması halinde geçerlidir.
Newton mekaniğinde, Gallileo dönüşümlerinde elde edilen bir sonuçta
iki olay arasındaki zaman aralığının değişmezliğidir veya;
(4)
Dolayısıyla eşitlik Denklem (3) ve (4)’dan, Newton fiziğinde zamanın
ve uzayın ayrı ayrı değişmez olduğu ancak ışık hızının değişen bir
büyüklük olduğunun söylemek mümkündür.
Işık hızının sabit olduğu bir durumu düşünürsek, Lorentz dönüşümlerini
kullanmamız gerekir ki, burada dört boyutlu uzay için üç boyutlu uzay
koordinatları x, y, z ve dördüncü boyut olarak ict kullanılacaktır. ().
Bu uzayda, bir noktanın konumunu veya bir parçacığın kinetik hali dört
vektör S ile gösterilir. Bileşenleri; x, y, z, ict dir ve uzunluğu da
aşağıdaki denklemle verilir;
S2 = x2 + y2 + z2 + (ict)2
Bu uzunluk S çatısına göre v hızıyla hareket eden herhangi bir
referans çatısında gözlemlendiğinde değişmeden kalır. Örneğin;
Uzay- zaman değişkenliği:
(5)
O zaman Newton mekaniğinin ayrı uzay ve zaman değişmezleri
rölativitede dört boyutlu uzayda, herhangi iki olay arasındaki tek
uzay-zamanı ile dolduruluyor veya;
(6)
ve burada,
(7a)
(7b)
Sonuç olarak, Denklem (7b)’de Lorentz dönüşümlerini kullanarak ∆S¢2 =
∆S2 olduğunu gösterebiliriz.
Dört boyutlu vektör uzayının üç gerçek ve bir sanal bileşeni olduğu 3
boyutlu uzayda hayal bile edilemez ancak 3 boyutlu uzayın bütün
özelliklerinin 4 boyutlu uzayda aynı olduğunu vurgulamalıyız.
Ek Bilgi - Forum sayfalarından
UZAY-ZAMAN ARALIĞI
April 6 2005 at 7:56 PM
Forum sayfasından alınmıştır - Yazan: Hacı |
|
Zamanı dördüncü boyut olarak kabul etmek uzay-zaman kavramına
açıklık getirecektir. Bu yüzden zamanı dördüncü boyut olarak
kabul etmek gerekmektedir. Uzay iki nokta arasında uzanan bir
mesafedir. Zaman ise iki olay arasında geçen süre olarak
ölçülmektedir. Uzay-zaman kavramında iki olay arasındaki
uzay-zaman aralığı ölçülmektedir. Uzayda belli bir noktayı ve
belli bir zamanı tanımlamaktansa, uzay-zaman antitesini düşünmek
daha yararlıdır.
Uzay-zaman aralığını daha iyi anlamak için Şekil 1’i
inceleyelim. Duvara dayalı bir masa üzerinde ve duvarda gölge
düşürmek üzere bir sopayı belli bir açı ile tuttuğumuzu
düşünelim. Sopanın gölgesi hem masaya, hem de duvara düşecektir.
Sopa yukardan aydınlatılırsa gölgesi masaya, yandan
aydınlatılırsa duvare düşecektir. Sopanın masa ve duvar üzerinde
yapacağı gölgelerin uzunluğu, sopayı tutma açısına bağlı olarak
değişecektir. Sopa vertikale yakın olarak tutulursa gölgesi
masada kısa, duvarda daha uzun olacaktır. Horizantal tutulan
sopa ise duvara kısa, masaya uzun gölge düşürecektir.
Sopanın uzunluğunu direkt olarak ölçmek mümkün olmasa bile,
duvara ve masaya düşürdüğü gölgelerin uzunluğundan yararlanarak
hesaplamak mümkündür. Masadaki gölde X, duvardaki gölge Y ise,
pisagor teoremine göre sopanın uzunluğu
Kök X^2+Y^2 dir.
Sopanın açısının önemi yoktur. Sopa hangi açı ile tutulursa
tutulsun uzunluğu kesin olarak hesaplanabilecektir.
Uzay-zaman açısından iki olgu arasındaki mesafe ile geçen
zamanı, uzay gölgesinin ve zaman gölgesinin uzay-zaman aralığı
olarak değerlendirerek inceleyebiliriz....
T geçen zaman ve L iki olgu arsındaki mesafe ise, Einstein’a
göre bu olgular arasındaki uzay-zaman aralığını şöyle ifade
etmek mümkündür.
Kök c^2T^2-L^2.....
Farklı referans çerçevesinde farklıgözlemciler T ve L yi farklı
olarak ölçebilirler ama, uzay-zaman aralığını hesapladıkları
zaman hep aynı değere ulaşırlar. Durum duvara ve masaya gölge
düşüren sopanın tutuluş açısına benzemektedir. O halde
diyebiliriz ki uzay-zaman aralığı değişmez olup, duran bir
referans dan bir diğerine geçmekle değişmez.
Uzay-zaman aralığı direkt olarak ölçülemez ama, ölçülebilen
değerlerden hesaplanabilir. Ölçülen miktarlar uzay gölgesi ile
zaman gölgesidir. Bu ölçülerin değerleri görelidir. Doğru zaman
ve doğru mesafeden bahsetmek ve onları bilmek istemek, sopanın
gölgelerinin gerçek değerini bilmek gibi, anlamsız ve gereksiz
bir durumdur.
IŞIK HIZI NEDEN GÖZLEMCİDEN BAĞIMSIZ OLARAK SABİTTİR?
March 26 2005 at 7:44 PM
EİNSTEİN’IN ÖZEL GÖRELİK KURAMI
Einstein özel görelik kuramını 1905 yılında yayınladı. Buna
göre:
1.Fizik yasaları her türlü referans noktasından bağımsızdır.
2.Işık hızı uzayda sabittir ve gözlemi yapanların hızından
bağımsızdır.
İlkine göre evrenin her yerinde fizik yasaları aynıdır.
İkincisine göre hızınız ne olursa olsun ışık hızını hep aynı
ölçersiniz. Bu yazımda ben ışık hızının uzayda hareket eden her
referans noktasına göre neden sabit olduğunu açıklamaya
çalışacağım. Önce insan sağduyusu ile bağdaşan bir kaç örnek
vermek istiyorum.
Size göre saatte 100 km hızla yaklaşmakta olan bir otobüse doğru
siz saatte 50 km hızla ilerleyen bir otomobildesiniz. Bu durumda
otobüsün size yaklaşma hızını saatte 150 km olarak ölçersiniz.
Aynı şekilde aynı hızla rüzgara karşı koştuğunuzu düşünün.
Hızınız rüzgarın hızı oranında yavaşlayacaktır. Rüzgarı arkanıza
aldığınız zaman ise hızınız aynı oranda artacaktır.
Her gün sağduyumuzla bağdaşan bunlara benzer gözlemler
yapmaktayız. Bu durumda diyebiliriz ki ışığın hızının bizim
hızımızdan etkilenmemesi insan sağduyusu ile bağdaşmamaktadır.
Böyle şey olmaz. Bu bir yanılsamadır.
Işık hızının uzayda sabit olması gerektiğini ilk ortaya atan
Einstein değildir. Bu gözlem Maxwell tarafından yapılmıştır.
Newton’un hareketle ilgili yasaları ile, Maxwell’in denklemleri
çelişki halindedirler. Newton’a göre hareketler birbirlerine
eklenirler. Newton’a göre ışığa doğru hareket eden birisi ışığın
hızını, hareket etmeden duran birisinden daha fazla olarak
ölçmelidir. Işık için bu örneği veriyoruz ama, Newton ışığın da
bir hızı olduğunu bilmiyordu. Ona göre her olgu evrenin her
tarafında aynı anda vuku buluyordu....
Size doğru saatte 100 km hızla gelmekte olan bir otobüsün hızını
siz otobüse doğru saatte 50 km hızla hareket ediyorsanız, saatte
150 km olarak saptamanız gerekir.. Maxwell’e göre ise, sizin
hızınız ne olursa olsun, ışığın hızı aynıdır. Newton’un doğru,
Maxwell’in yanlış olabilmesi için ışığın hızının çeşitli
referans noktalarına göre farklı olarak ölçülmesi gerekmektedir.
Albert Michelson önce kendi laboratuvarında, daha sonra Edward
Morley ile birlikte başka bir laboratuvarda, dünyaya çeşitli
yönlerden ulaşan ışığın hızını karşılaştırmış ve hep aynı
olduğunu bulmuştur. Bu gözlem Michelson-Morley deneyi olarak
bilinir.
Bu gözlemin anlamı nedir? Sizin hızınız ne olursa olsun, size
yaklaşmakta olan otobüsün hızını saatte 100 km olarak ölçmek
demektir. Otobüs hangi istikametten size yaklaşırsa yaklaşsın,
hızı saatte 100 km’yi geçmeyecektir, demektir.
Bu durum insan sağduyusu ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu durumu
açıklamak da kolay olacağa benzememektedir.
Bütün bu gözlemlerin kökeninde esir (ether) teorisi yatmaktadır.
Bu kurama göre dünya ve diğer gezegenler, esir denen sihirli bir
maddenin içinde hareket etmektedirler. Işık bir dalga
olduğundan, yayılacağı ortamın bu dalga hareketini iletme
özelliği olmalıdır. O zamanın inanışına göre bunu esir
sağlamaktadır. Esirin içinde dalgalar daha hızlı
yayıldıklarından sağlam bir dokusu olması gerekmektedir. Bu doku
hem çok sağlam olmalıdır, hem de dünya, ay, gezegenler gibi
yapıların içinden geçmesine direnç göstermemelidir. Ayrıca ışık
Maxwell’in gösterdiği gibi bir dalga hareketinden ibaret
olduğundan böyle bir ortama gereksinim vardır. Aksi takdirde
ışık evrende yayılamaz. Dünya esirin içinde hareket ederken bir
esir rüzgarı oluşturduğuna inanılmaktadır. Bu rüzgara doğru
hareket ederken veya onu arkaya alınca dünyada ölçülen ışığın
hızı farklı olmalıdır. Michelson- Morley deneyleri bu inanışın
doğru olmadığını kanıtlamıştır. Işık hızının neden sabit olduğu
ve bunun önemi bilinmemektedir.
Esirin varlığını son bir kere kanıtlamak için Hollandalı fizikçi
Hendrik Lorentz ile, İrlandalı fizikçi George FitzGerald bu
gözleme kendilerine göre ilginç bir açıklama getirmişlerdir. Bu
açıklamaya göre dünya esir içinde ilerlerken, esir rüzgarlarına
maruz kalmakta ve fizik olarak sıkıştırılmaktadır. Bu yüzden
Michelson-Morley deneyindeki bütün ölçüler sıkıştırılmışlar,
kısalmışlardır. Bu iddiaya göre esir içinden geçmekte olan
cisimlerin atomları sıkışmaktadır. Bu yüzden dünya sıkışarak
küçülmekte ve ışık hızı farklı olarak ölçülmemektedir. Bu
Lorentz-FitzGerald kontraksiyonu olarak bilinir. Çok az fizikçi
bu düşünceyi kabul etmiştir. Einsten bu yaklaşımın yapay ve
zorlama olduğunu ileri sürmüş ve onaylamamıştır. Einstein’a göre
ışık hızının değişmemesinin başka nedenleri olmalıdır. Onları
Einstein 1905 yılında açıklamıştır. Asıl bu açıklamanın
inanılmaz olması gerekmektedir. Ama yapılan deneylerin hepsinde
doğruluğu kanıtlanmıştır. Esir yoktur. Çünkü esire gereksinim
yoktur.
Einstein’ın Lorentz-FitzGerald kontraksiyonunu alarak kendi
kuramına adapte ettiğini ileri sürmek yanlıştır. Einstein da
sıkışmadan bahsetmektedir ama, bu sıkışma çok daha farklı bir
kavramdır. Lorentz ve FitzGerald sıkışma kavramını Faraday’ın
kuramına dayandırmaktadırlar. Faraday’ın bu kuramına göre
elektrik yüklü parçacıklar, yani atomlar, hareket ettikleri
zaman birbirlerine yaklaşırlar ve sıkışırlar. Bu teoriye dayanan
Lorentz ve FiztGerald, kendi sıkıştırılma kuramlarını
geliştirmişlerdir. Daha sonra Faraday’ın bu kuramının doğru
olmadığı anlaşılmıştır. Yani hareket halinde olan elektrik yüklü
parçacıklar sıkışmamaktadırlar. Öyleyse Lorentz-FitzGerald
kuramı yanlıştır. Dünyanın fiziksel bir sıkışması söz konusu
olamaz.
İlginç olarak Einstein da durum muhakemesi yapmış ve Maxwell
denklemlerinin ilk ilkesi olan ışık hızının değişmemesinden
hareket ederek, matematiksel olarak aynı sonuca varmıştır. Ama
cisim değil, uzay sıkışmaktadır. Hızla hareket eden bir cismin
içinde bulunduğu uzay, hareket yönünde, gözlemi yapana göre
sıkışmaktadır. Einstein’ın matematik hesaplarına göre ayrıca
zaman da genişlemektedir. Yani duran bir gözlemciye göre
ölçülünce hareket halinde olan saat yavaşlamaktadır. Uzayın
çekilmesi (kontraksiyonu) ve zamanın genişlemesi(yavaşlaması)
birlikte Lorentz transformasyonu olarak bilinir)
Tabii bu arada hareket eden objelerin hızları ile birlikte
ağırlıkları da artmaktadır. Saatte 5 km hızla hareket etmekte
olan otomobillerin çarpışması ile, 50 km hızla birbirleriyle
çarpışan otomobillerin neden olacakları zarar çok farklıdır.
Hareket eden objelerde kinetik enerji artmakta ve bu enerji
pratik olarak kütleye dönüşmektedir. 1905 yılında Einstein
kütle, enerji ve hızla ilgili bu formülü şöyle ifade etmiştir.
M=E/C2
Yani bir cismin enerjisi E kadar artarsa, kütlesi de bu
enerjinin ışık hızının karesine olan oranı kadar artar. Kinetik
enerji cisme eklenince kütlesi artar ve simetri olayından dolayı
bu artma her türlü enerji için geçerlidir. Einstein bu formül
üzerinde iki yıl düşünmüş ve şu sonuca varmıştır.... Eğer her
enerjinin kütle olarak karşışığı varsa, her kütlenin de bir
enerji olarak karşılığı olmalıdır.
O zaman bu formulü şöyle ifade etmek mümkündür.
E=MC2....
Şimdi gelelim asıl konumuza..
Işık hızının gözlemcinin hızından bağımsız olduğu kuramını
örneklerle açıklamaya çalışalım......
Çok ileri teknolojiye sahip bir uygarlıkta yaşadığımızı ve
saniyede 250 bin km hızla hareket eden bir uzay gemisi satın
aldığımızı düşleyelim. Bu uzay gemisi ile saniyede 300 bin km
hızla hareket eden bir ışık huzmesini izlemeye karar veriyoruz.
Ayrıca uzay gemisinin hızını kesin olarak bilmiyoruz. Saniyede
250 bin km’den daha hızlı hareket etmesi olasalığı var. Bu
vesile ile onun maksimum hızını da ölçeceğiz. Çok güvendiğimiz
bir arkadaşımızdan bize start vermesini istiyoruz. Arkadaşımızın
elinde bir lazer silahı var. Üçe kadar sayacak ve bu silahı
boşluğa doğru ateşleyecek. Biz de aynı anda uzay gemisinin warp
motorunu ateşleyeceğiz.
Arkadaş 1, 2, 3 start komutunu veriyor ve lazer silahının
ateşliyor. Biz de aynı anda warp motorunu ateşliyoruz. Yarış
başlıyor.
Newton’a göre zaman ve uzay absolüdür. Arkadaşımız bizi uzaktan
izliyor ve lazer ışık huzmesinin saniyede 300 bin km hızla,
bizim ise uzay gemisi ile, ancak saniyede 250 bin km hızla
gittiğimizi gözlemliyor. Newton’a göre, arkadaşın ışık
huzmesinin bizden saniyede 50 bin km hızla uzaklaştığını görmesi
gerekiyor. Ayrıca uzay gemisi ile ışık huzmesini izlemekte olan
bizim de aynı şeyi görmemiz, ve ışığın hızını saniyede 50 bin km
olarak ölçmemiz gerekir.
Bir süre sonra yarış bitiyor ve arkadaşımızla bir araya
geliyoruz. Uzay gemisi ile lazer ışığını izlerken ışığın hızını
saniyede kaç km olarak ölçtüğümüzü soruyor arkadaş. Uzay gemisi
ile ışığı izlerken bütün çabalarımıza ve warp motorunu
zorlayarak hızımızı bir ara saniyede 275 bin km’ye çıkarmamıza
rağmen, lazer ışık huzmesinin bizden saniyede 300 bin km hızla
uzaklaştığını söylüyoruz. Biz ne kadar hızlı gidersek gidelim,
bize göre ölçtüğümüz ışığın hızı hiç değişmiyor. Görünüşe göre
biz ışık hızıyla bile gitsek, ışığın hızını saniyede 300 bin km
olarak ölçeceğiz. Bu durumda diyebiliriz ki bizim zaman ve
mesafe ölçümüz, arkadaşımızın zaman ve mesafe ölçüsünden farklı.
Bu nasıl olabilir? Biz kendi saatimize güveniyoruz ve arkadaşın
hesaplarına inanmıyoruz. İlk defa çok güvendiğimiz bir
arkadaşımızla aramızda uyuşmazlık çıkıyor.
Bu durumu Einstein şöyle açıklıyor:
Newton’un absolü zaman ve uzay kavramları yanlış.. Yanlış olması
lazım.. Çünkü geçen yüzyıl içinde yapılan yüzlerce deney ışık
hızını kensini ölçenin hızından bağımsız olduğu kanıtlanmış
durumda. Burası kesin.. Bilinmeyen bunun neden böyle olduğu..
Einstein’a göre zaman ve uzay relatif.....
Işık hızı sabit ama uzay ve zaman onları ölçenlere göre
değişiyor.
Herbirimizde kendimize ait güvenilir bir saat olsun. Onunla
aradan geçen zamanı ölçelim. Newton’a göre, diğerlerine göre
hareket ettiğimiz zaman bu saatlerin uyuşması lazım ama, nedense
bu saatler uyuşmuyor. Hepsi de iki olay arasında geçen zamanı
farlı olarak gösteriyor.
Mesafe için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Hareket ederken
elimizde güvendiğimiz bir ölçü olduğunu düşünelim. Birbirimize
göre hareket etmeye başladığımız an ölçülerin de değiştiğini
gözlemliyoruz. Aynı mesafe için farklı ölçüler ortaya çıkıyor.
Belli olaylar arasındaki mesafeyi her biri farklı olarak
ölçüyor. Uzay ve zaman bu şekilde davrandıkları için ışık hızı
değişmiyor. Hep sabit kalıyor. Işık hızını sabit yapmak için
uzay ve zaman bu şekilde davranıyor... Einstein’ın iddiası
bu......
Bu iddia günlük yaşamımızda karşılaştığımız olgular ve
sağduyumuzla çelişiyor.
Einstein’ın bu akıl almaz iddiası nasıl açıklanabilir?
Gelecekte yaşadığımızı düşlediğimiz ileri teknolojiden günümüze
dönelim ve kendimize ucuz bir motorsiklet alalım. En fazla
saatte 100 km hızla gidebilsin. Onunla kuzeye doğru giden bir
yolda, saatte 100 km hızla ilerliyoruz. Bu yol ilerde
kuzey-doğuya doğru yönelen başka bir yolla birleşiyor ve bu
keresinde kuzey-doğu’ya doğru aynı hızla ilerliyoruz. Bu durumda
kuzeye olan hareketimiz artık saatte 100 km değil. Çünkü hızın
bir kısmı ile doğu’ya doğru hareket etmeye başladık. Kuzey
yönünden hız çaldık. Daha az bir hızla kuzey’e doğru
ilerliyoruz. Bu basit gözleme dayanarak Einstein’ın bu ilginç
kuramına şöyle açıklayabiliriz:
Objeler uzay içinde ilerlerler.. Bunu çok iyi biliyoruz.. Ama
objeler aynı zamanda zaman içinde de ilerlerler. Hiç bir şekilde
hareket etmeseniz bile, içinde bulunduğunuz ortamda mevcut
objelerle birlikte, zaman içinde hareket halindesiniz. Uzay
içinde hareket etmeyebilirsiniz ama, her zaman zaman içinde
hareket etmek zorundasınız. Newton zaman içinde hareketin, uzay
içindeki hareketten çok farklı olduğuna inanıyordu. Ama Einstein
öyle düşünmüyor.. Einstein’a göre uzay ve zaman içinde yapılan
hareketler birbirleri ile yakından ilgili.
Sokakta hareketsiz durmakta olan bir otomobile bakın... Uzay
içinde hareket etmiyor. Hareketsiz durmasına rağmen otomobil,
zaman içinde hareket ediyor. Zaman geçiyor. Otomobil, şöförü,
içindeki yolcular, ona bakan siz ve diğerleri hep birlikte zaman
içinde senkronize bir hareket halindesiniz. Uzay içinde hareket
etmiyorsunuz. Yalnız zaman içinde hareket ediyorsunuz. Yani
zaman hepinize göre aynı hızla geçiyor. Her biriniz için aynı
saniyeler söz konusu..
Şimdi her şeyin durarken yalnız otobobilin hareket ettiğini
düşünün.. Bu durumda diyebiliriz ki otomobil yalnız zaman içinde
değil, aynı zamanda uzay içinde de hareket ediyor. Otomobilin
zaman içinde yaptığı hareket ne ise (ki bu durumda hareketsiz
durmak) o, bu keresinde, uzay içinde yapılan bir harekete de
katılıyor. Uzay içinde yapılan hareket, zaman içindeki
hareketten çalıyor. Kuzey istikametine giderken, doğuya
dönmenin, kuzeye gitmeden çalması gibi, uzay içinde yapılan
hareket, zaman içinde yapılan hareketten çalıyor. Hareketsiz
durmak da bir tür harekettir. Sıfır harekettir. Yani matematik
olarak böyle ifade edilebilir. Hareketin yavaş olduğu ve sonra
hızlandığı da düşünülebilir. Kuzeyden doğuya doğru dönünce nasıl
kuzeye doğru olan hızınız azalıyorsa, zaman içinde hareket
ederken, uzay içinde de hareket etmeye başlayınca, zaman
içindeki hareketimiz yavaşlıyor.. Otomobil hareket etmeye
başlayınca zaman içinde yapılan hareketin bir kısmı uzay içinde
de yapılmaya başlıyor. Bu demektir ki, otomobilin zaman içindeki
hızı, uzay içinde hareket ettiği zaman yavaşlıyor. Otomobil
içinde olan için, dışarda hareketsiz duran size ve diğerlerine
oranla zaman, daha yavaş geçmeye başlıyor. Aynı olguyu
otomobilin içinde ve dışında olanlar farklı hızlarla
algılıyorlar.
Motorsikletle kuzeye doğru giderken doğu yönüne dönmeniz
örneğine geri dönelim. Saatte 100 km’den daha hızlı
gidemiyorsunuz. Eğer gidebilseydiniz, doğuya doğru dönünce
hızınızı biraz artırabilir ve kuzeye doğru olan hızınızdan
fedakarlık yapmazdınız. Ama hızınızı artıramadığınıza göre,
kuzeyden ne kadar çok saparsanız, kuzeye doğru olan hızınızdan o
kadar çok kaybedeceksiniz.. Kuzeye ve doğuya olan hızlarınızın
toplamı saatte 100 km’yi geçemez. Bu sizin motorsikletin hız
limiti.. Hepsi o kadar. Dolayısıyla doğuya doğru olacak her
sapma, kuzeye olan hızdan çalacaktır. Buna mecburdur.
Işık hızı sabit olmasaydı, Einstein’ın bu kuramı doğru
olmayacaktı. Ama ışık hızı sabit olduğundan uzay ve zaman içinde
yapılan hareketlerin toplamı ışık hızını aşamaz. Veya bunu şöyle
de ifade edebiliriz. Uzay ve zaman içinde yapılan hareketlerin
toplamı ışık hızı ile sınırlıdır. Işık hızını geçemez.
Bu durumda biz bir objenin zaman ve uzay içinde yaptığı
hareketten bahsediyoruz. Bu hareketler birbirlerini
tamamlıyorlar. Duran otomobil harekete geçince onun zaman içinde
yaptığı ışık hızı ile ilgili hareketinin bir kısmı, uzay
içindeki hareketine dönüşeceği ve bu iki değerin toplamı ışık
hızını geçemeyeceği için, otomobilin zaman içinde yapacağı
hareketin hızı yavaşlamak zorundadır...
IŞIK HIZI UZAYDA NEDEN
SABİTTİR?
Ses dalgaları ile ilgili
niteliklerin çoğunu paylaşmamasına rağmen ışık, ortama bağlı bir
hızla hareket eder. Uzayda saniyede yaklaşık olarak 300 bin
km'lik bir hıza sahiptir. Atmosferde bu hız çok az yavaşlar.
Suda ise yavaşlama oranı yüzde 25’dir.
Işığın uzayda en fazla yaklaşık 300 bin km hızla gittiği
bilinir. Uzayda bu hız sabittir.
Işık saniyede 300 bin km’den daha hızlı hareket edemez.
Bu
soruyu direkt olarak ve üzerinde fazla düşünmeden yanıtlamak
mümkün..
Işık, fotonlarla ile ile ilgili bazı niteliklerden, özellikle
onların kütlesiz olmalarından dolayı, bu hızla hareket
etmektedir diyebilirsiniz.
Ya da daha hızlı hareket edemedikleri için
diyebilirsiniz.....!!!
Fotonlar çeşitli enerji birimlerinden oluşmalarına rağmen hep
aynı hızla hareket ederler. Enerji muhtevaları ne kadar yüksek
olursa olsun, fotonların kinetik enerjisi aynı olmalıdır.
Kinetik enerjinin kaynağı nedir?
Fotonlardaki enerji gücü kinetik enerjiden farklı değil midir?
Enerji paketleri şeklinde etrafa dağılan ışık fotonlarında
ışığın frekansı enerjisi ile doğru, dalga boyu ile ters
orantılıdır. Değil mi? Frekansı ne kadar çok ve dalga boyu ne
kadar kısa ise, fotonun gücü o kadar çok olmalıdır. Bu enerjinin
hızla alakası yok...
Kinetik enerjisi ise, görünüşe göre, ortamla ilgili..
Paketlerin hızı uzayda sabit ve saniyede 300 bin km.
Suda da sabit ve hızı saniyede 225 bin km...
Işık, ortamdaki koşullara uymak zorunda olduğu için mi belli bir
hızla hareket eder? Yoksa bu hız fotonların kendi intrinsek
nitelikleri ile mi ilgilidir? Yani daha hızlı gidemediklerinden
dolayı mı bu hızla giderler.
Ya da ortam ve intrinsek nitelikler birlikte mi ışık hızını
saptayan değişgenleri oluştururlar?
Işığın hızı ortama bağlı olarak
değişiyor.. Fotonlardaki enerjinin ışık hızı ile hiç bir
ilişkisi yok.. Başka bir deyişle bu enerji paketlerinin (quanta'nın)
artması ışığın hareketini etkilemiyor. Etkileseydi ışık,
fotonlarının enerji muhtevasına göre, çeşitli hızlarla hareket
ederdi. Gözlemler aynı koşullarda ışık fotonlarının hızının hep
aynı olduğunu gösterdiğine göre, ışık fotonlarının enerjisi ışık
hızını saptayan bir değer değil.. Işığın hızını içinde bulunduğu
ortam saptıyor. Işık hızının bir ortamda neden sabit olduğunu
anlamak için ortamla ilgili koşulları yakından incelemek
gerekiyor..
Suda ışığın hızı saniyede 225 bin km. Ve sabit.. Neden? Çünkü
fotonlar su moleküllerinin etrafından dolaşmak zorunda
kalıyorlar. Zig zag yapıyor fotonlar.. Bu zig zag kesin.. Çünkü
su mokelüllerinin oluşturduğu manyetik alanın geçirgenliği (permeability)
ve elektrik yüklenebilirliği (permitivity) belli ve kesin.
Aynı mantığı uzaya uyguladığımız zaman ışık fotonlarının hızının
saniyede 300 bin km olmasının nedenini uzayın koşullarında
aramamız gerektiği sonucuna varırız. Bu doğal bir sonuç.
Fotonlarla ilgili bir nitelik değil bu.. Ortamla ilgili bir
nitelik.
Peki bu ne demektir?
Bu şu demektir. Işık başka koşullarda farklı hızlarla hareket
ettiği için, uzaydan daha farklı bir ortamda daha hızlı ya da
yavaş hareket edebilir, demektir... Daha yavaş hareket ettiğini
kesin olarak biliyor ve hatta ölçüyoruz.
Uzaydan daha farklı bir üst ortam var olabilir mi? Geçmişte var
olmuş mudur?
Var olabilir.. Ve var olmuştur da...
Işığın ve diğer bütün
elektromanyetik dalgaların hızını belirleyen faktörlerin ortamın
elektrik yüklenebilirliği (permitivity) ve manyetik geçirgenliği
(permeability) olduğu Maxwell tarafından 19'uncu yüzyılın
ortalarında açıklanmıştır.
Bu ifade ne demektir?
Işığın hızı fotonların kendi iç niteliklerine mi bağlıdır? Yoksa
bu hızı ışığın içinde bulunduğu ortamla ilgili bazı nitelikler
mi saptamaktadır?
Maxwell'e göre ışığın hızını, içinden geçmekte olduğu ortam
saptamaktadır. Cam, su, mercek gibi katı ve sıvı ortamlarda
ışığın hızı yavaşlamaktadır. Öyleyse bu ortamlarla ilgili bazı
nitelikler ışığın yavaşlamasına neden olmaktadır.
Bu niteliklerin ışığı yavaşlatma mekanizmaları hakkında neler
biliyoruz?
Işık suda neden yavaşlamaktadır? Işığı suda yavaşlatan temel
mekanizma nedir?
Einstein’a göre uzayın bir
dokusu var... Aslında bu kavram insan sezgi ve sağduyusu ile
ilginç bir şekilde bağdaşıyor. Çünkü uzay, en azından, içinden
geçen çekim ve elektromanyetik dolgalarından oluşan bir dokuya
sahip.. Kendine özgün bir dokusu olmasa bile, onlar tarafından
işgal edildiği için, uzayın bir tür dokuya sahip olduğunu
düşünebiliriz. Bu dokunun öğelerinden biri de, hakkında çok az
bildiğimiz, zaman olabilir. Çekim dalgaları, elektromanyetik
dalgalar ve zaman birlikte uzayın dokusunu oluşturabilirler. Son
zamanlarda ilginç bir öğe daha bu dokunun yapısına katıldı.
Quantum gravity (Kuantum çekim) kuramlarından birine göre
uzay-zaman dokusunun “kumlu, taneli benekli” olduğu söyleniyor.
Başka bir deyişle bu doku quanta denen zerreciklerden ibaret. Bu
zerreciklerin çapının 10^-35 metre olduğu tahmin ediliyor. Çünkü
bu büyüklükteki parçacıklar Einstein’ın alan denklemlerinde
sonsuzun ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu büyüklüğü gözünüzde
vereceğim bir örnekle daha iyi canlandırabilirsiniz. Bir ptoton
bu zerrelerin her birinden, yüz milyon trilyon kere daha büyük!
Kurama göre bu bir tür kozmik köpük olup, ışık fotonlarının
yayıldığı bir ortamı oluşturuyor. Bu ortamda ışık hızının ortamı
oluşturan qunta’ya bağlı olarak saptandığı ileri sürülebilir. Bu
zerrelerin henüz ortaya çıkmadığı Big Bang’in ilk anlarında
fotonların hızı çok daha fazla olmuş olabilir.
Ayrıca şurasını da hemen belirtmek gerekiyor ki bunlar false
vaccum denen ortamda mevcut değiller. Big Bang’den sonra ortaya
çıkan uzayın dokusunu oluşturuyorlar.
Benim asıl merak ettiğim şey,
ışığın hızının "gözlemciden bağımsız olarak sabit olması" Yani
izafiyetin çıkış noktası.
Neden ışık hızı "gözelmciden bağımsız" olarak sabittir?
Yoksa ışık hızının neden aşılamadığı, neden sabit olduğu gibi
sorular, bu yukarıdaki temel sorunun gölgesinde kalan daha küçük
sorular bence.
Neden ışık hızı bir referanstır. HErşey değişir, zaman ve uzay
bile o değişmez.
Pek çok kitap okumama rağmen bu konuda bir şeye raslamadım.
Michelson Morley deneyi ve belki maxwell denklemlerinden çıkan
deneysel sonuç ama neden? Neden sorusuna cevap veren yok.
Zaman nedir - Ne olabilir?
Zamanı bir katalist olarak
düşünebilir miyiz?
Katalistlerin görevi malum. Kimyasal tepkileşmelerin hızını ve
etkinliğini artırmak..
Kimyasal tepkileşmeler zamana bağlı olduklarından, zamanı tek
başına ayrı ve ek bir katalist olarak düşünebilir miyiz?
Zamanın katalist olmasının ne gibi bir önemi ve anlamı olabilir?
Zaman kullanılan bir değerdir. Her tepkileşmeye, her süreçe
zaman da katılır. Onsuz hiç bir şey gerçekleşmez. Zamanın
olmaması demek, kimyasal bir tepkileşme sırasında aradan hiç
zaman geçmemesi demektir. Tepkileşme anından vuku bulmaktadır.
Zamanın sonsuz olması demek ise, tepkileşmenin hiç vuku
bulmaması anlamına gelmelidir. İki kimyasal madde
tepkileşmeyecekse bunların tepkileşmesi için aradan geçecek süre
sonsuz zaman olarak kabul edilebilir.
Evrende zaman bu iki değer arasında yer alır. Her kimyasal süreç
için farklı bir zaman değeri kullanılmaktadır. Onlar
tepkileşmeyeceklerse tepkileşmenin mümkün olmadığı değil de,
gerçekleşmesi için sonsuz zamana gerek olduğu ifade edilebilir.
Zaman ayrıca uzay dokusunun öğelerinden biridir. Bu dokunun
diğer öğeleri arasında çekim dalgaları ile elektromanyetik
radyasyon da vardır.
Zamanı ışık hızına indekslediğimiz zaman ortaya ilginç gözlemler
çıkmaktadır. Zaman görelilik kazanmakta ve uzay genişlemekte ve
daralmaktadır. Kimyasal tepkileşmelerin olduğu gibi, hareketin
de zamanla bir ilişkisi vardır. Hareket ne kadar ışık hızına
yakınsa, uzay o kadar genişlemektedir. Einstein’ın görelilik
kuramının bütün esprisi budur.
Zaman kavramını tartışmaya devam edelim.. İlginç şeyler
söyleyebiliriz.. Daha ileri gitmeden bu konu ile ilgili bazı
gerçeklere değinmek istiyorum. Zaman aslında bir fizik konusu
değildir. Felsefi bir konudur. Bu yüzden burası için uygun bir
tartışma konusu olmayabilir. İleri sürülen iddiaların hiç
birinin doğru olmaması olasalığı vardır. Zaman hakkında çok az
şey bilinmektedir. Bu yüzden matematiksel olarak belirtilemez.
Yalnız kesin olarak bilinen gözlemler matematikle ifade
edilebilir. Varlıkları bilinmeyen kuramları matematikle ifade
etmeye teşebbüs edersek, edebiliriz. Ama bu bazı fantazilerimizi
ifade ediyoruz demektir. Örneğin beşinci ve diğer boyutları
matematikle ifade etmek mümkündür. Bu onların var olduğu
anlamına gelmez. Ayrıca belki de zamanı dördüncü boyut olarak
ifade etmek yanlıştır. Ne demek istediğimi ve zamanı başka nasıl
nitelendireceğimi aşağıda açıklamaya çalışacağım..
Zamanın bir katalist olmadığı ve kimyasal tepkileşmeler veya
hareketler sırasında kullanılan bir değer olduğu ileri
sürülebilir.
Ya da zaman bir kofaktör’dür. Ama yine de vazgeçilmez bir
faktördür. Olmasa olmaz.......
Neden hiç bir şey zamansız olmamaktadır?
Zaman var olduğu için mi evrenin böyle bir düzeni vardır? Evreni
ve içindeki hareketlerle, her türlü fiziko-kimyasal
tepkileşmeleri zaman düzenlemektedir. Bu düzenleme zamanın
dışında bir olgu da olsa, zamanla ilgili ve ona bağımlıdır. Hiç
bir hareket ve tepkileşme kendini zamandan soyutlayamaz.
Zaman ölçülmekte, biçilmekte, sayılmakta ve kullanılmaktadır.
Ayrıca tekarlanmakta, algılanmakta ve kaydedilmektedir. Stephen
Hawking’e göre zamanın şekli bile vardır. Bu şekil armuta
benzer.. (Stephen Hawking, the Universe in a Nutshel.. Page 29)
Zaman var olduğu için bilinen şeklini almıştır. Zaman uzay
dokusunun en önemli öğesidir...
Zamanın evrenin en önemli bir değeri ve öğesi olması gözlemi,
onun bazı niteliklerine ışık tutabilir mi? Tutarsa o
niteliklerin kökeni nedir? Zaman neden kaynak almaktadır ve
doğası nedir?
Her ne kadar zaman göreli ise de, aynı zamanda bazı absolü değer
ve niteliklere sahiptir. Yani vardır. Varlığı absolüdür.
Kesindir. Mutlaktır. Kendisi ise soyuttur. Yine de somut
eylemleri etkilemektedir. Onlara anlam vermektedir. Ya da onlar
tarafından kullanılmaktadır. Veya onların yapısına
katılmaktadır. Soyut zamanın tek başına bir anlamı yoktur. Ancak
madde ile, yani somut değerlerle birlikte bir anlam kazanır.
Kendisi bir anlam kazanırken, onlara da bir anlam kazandırır.
Aradan geçen zamanı değerlendirerek hareketlerin ve
tepkileşmelerin doğası hakkında bir fikir sahibi olunabilir.
Öyle ise zamanın madde ile olan ilişkisi sanıldığından çok daha
derindir. Madde varsa zaman da vardır. Tek başına zaman yoktur.
Madde ile bu kadar yakın bir ilişkisi olan zamanı maddenin bir
tür ürünü olarak kabul etmek mümkün müdür? Zaman maddeden mi
türemiştir? Soyut bir kavram olmasına rağmen zaman, maddeyi
manüple ettiği için, ya ondan çıkıyor olmalıdır, ya da onunla
aynı zamanda yaratılmış olmalıdır. Zaman daha çok madde ile
ilgili bazı niteliklerin sonucu ortaya çıkan bir artefakt gibi
durmaktadır. Bu tanımlama bana aittir ve bu forumda epeyi sıcak
tartışmalara yok açmıştır. Konuyu ağır bulan editör,
tartışmaları dondurmuştur. Ben bunu yadırgamıyorum. Çünkü burası
felsefe forumu değil. Ama bu zaman hakkında fikir yürütmemeliyiz
anlamına da gelmemeli. Çünkü fizik zamanı kullanan bir pozitif
bilimdir.
Zaman ölçülebildiği, sayıldığı, kullanıldığı, algılandığı ve
kaydedildiği için maddeden, daha doğrusu, atomaltı zerrelerden
kaynak alan bir değer olmalıdır. Zamanın bir zerre ile
simgeleniyor olması ihtimali vardır. Bu zerrenin atom içinde
açığa çıkıyor olması ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Zamanın
bu zerresinin foton gibi kütlesi yoktur. Ama bir tür enerji
midir? O zaman diyebiliriz ki zaman “zaman zerreleri” şeklinde
sürekli olarak, atomaltı evrenden atomüstü evrene yansıyan bir
güçtür.
“Zaman dördüncü boyut olarak bilinir. Belki de beşinci güçtür.”
Zamanla ilgili bir iddiaya daha değinmeden konuyu kapatmak
istemiyorum. İlerde bunları teker teker tartışmak umuduyla....
"Zamanın fizik yasaları ile ilişkişli olması da söz konusu....
Fizik yasalarının kökeni bilinmiyor. Zaman bir fizik yasası
olabilir mi?"
Bu arada hiç düşündünüz mü? Zaman olmasaydı evren, nasıl bir yer
olurdu?
Zaman olmasaydı evren, nasıl bir yer olurdu?
Enerjiden madde oluşması aniden gerçekleşirdi. Zamansız
gerçekleşmek zorundaydı. Bu mümkün müdür?
Fiziko-kimyasal tepkileşmeler zaman olmadan gerçekleşeceğinden
belki de madde koca bir yığın olarak ortaya çıkardı.
Ya da enerjiden madde oluşamazdı. Enerji olduğu gibi kalırdı.
Çünkü enerjinin maddeye dönüşmesi için de zamana gereksinim
vardır.
Peki bu durum zamanın enerji ve maddeden bağımsız, ayrı bir
antite olarak varlığına gereksinim göstermiyor mu? Enerjinin
maddeye dönüşü sırasında zaman kullanıldığından, Big Bang
sırasında zamanın ya daha önce var olmuş olması, ya da madde ile
aynı anda açığa çıkmış olması gerekmez mi?
Ya da zamanın bir yalancı zerresi olabilir mi?
---------------------------
Yorum:
Alp
İnsanların çoğunda şöyle bir anlayış vardır zaman geçmiş
şimdi ve gelecek olarak üçe ayrılır.şimdiki zaman sürekli
geçmişten geleceğe doğru ilerler.dolayısıyla zaman geleceğe
doğru akmaktadır.Bence zamanın geleceğe doğru aktığı hissinin
sebep-sonuç ilkesi içinde düşünmek ile yakından ilişkisi
var.Çoğumuz evrenin sebep-sonuç ilişkileri için,de
açıklanabileceğini düşünüyoruz.(ben böyle düşünmüyorum)
sebep-sonuç düşüncesi öncelik ve sonralık gibi kavramlara
mecburdur;çünkü sonuçlar sebeplerden sonra gelir.Bu düşünceye
göre bir önceki anı bir sonraki ana bağlayan sebep-sonuç
bağlantılarıdır.zaman denen mefhumda sebeplerin taşıyıcısından
başka birşey değildir.dolayısıyla zaman akar ve şimdiki zaman
geçmişten geleceğe sebepleri sürekli taşır. Bence zamanın akması
kanıksamasının tek sebebi şu an hissettiğimiz evrenin biraz önce
hissettiğimiz evrenden sebep-sonuç bağlantıları içinde
türetilebiliyor olduğunu üşünmemizdir.
Bence zaman hiçbiryere akmıyor.Evrenin sonuna kadar olan evren
çoktan var biz sadece onu yavaş yavaş muşahade ediyoruz.Daha
şimdi gördüğümüz birşeyin önceden hemende nasıl
söyleyiveriyoruz!
Ben zamanın varlığından da şüpheliyim. Hacı ise onun varlığının
absülü olduğunu söylemiş.bence zaman bizim doğaya getirdiğimiz
bir açıklamadan başka birşeyde olmayabilir. Zamanın varlığı yada
yokluğunu nasıl ispatlayabiliriz?
Hacı:
Alp'in zaman konusundaki
düşüncelerini ilginç buldum. Sebep-sonuç ilişkileri oldukça
mantıklı.. Buna göre zamanın geçtiğini algılıyoruz. Ama bu
kavramdan zamanın zaten var olduğu ve bizim onu gözlemlediğimiz
sonucuna atlamak mümkün değil. Bunlar birbirlerinden bağımsız
düşünceler. İlki zamanın geçtiğini ve bir hızı olduğunu
belirtiyor. Diğeri ise zamanın çok önceden saptanmış bir değer
olduğuna ve evrenin zaman denen dilimlerle dolu olduğuna işaret
ediyor. Bu kavram bana predestination kavramını anımsattı. Yani
evrenin bir sonu var. Biz o sonu bilmiyoruz ama, ona doğru
ilerleyen sürçleri gözlemliyoruz. Bu süreçler, enstanteler
şeklinde birbirleri ardından geliyor. Bundan zamanın kesintili
olduğu sonucunu çıkartmak mümkün. Tabii bu enstantanelerin
arasında geçen ölçülebilir zaman çok kısa.. Planck zamanı kadar
sürüyor diyebiliriz.
Ben zamanı tanımlarken iki türlü olabileceğinden bahsetmiştim.
Biri absolü zaman. Diğeri ise rölatif zaman.. Ama ben bunların
ötesinde zamanla ilgili şu yorumu yapmak istiyorum:
Zamanı geçmiş, şimdiki ve gelecek olarak üçe ayırırız.
Zamanın geçme hızı ve bu hızın nedeni ne olursa olsun, şimdiki
zaman diye bir zaman olamaz. Çünkü hızla akan bir nehir gibi,
bir noktadan hızla geçmekte olan zaman durmamaktadır. Durmadığı
için şimdiki zamandan bahsedilemez. Şimdiki zaman dediğimiz
zaman, zaman çoktan aynı anda hem geçmiş olmuştur, hem de
gelecek.. O halde gelecek zamandan da bahsedemeyiz. Şimdiki
zaman nasıl yoksa, geleceğe doğru akmakta olan zaman da yoktur.
Çünkü o zaman aynı anda geçmiş zaman olmaktadır. Ayrıca geleceği
bilmeye, saptamaya da olanak yoktur. Bir an sonraki zaman
evrenin sonu olabilir. Bilinmeyen ve bilinemeyecek olan bir
değerdir, gelecek zaman.. Geride yalnız geçmiş zaman
kalmaktadır.
Bu konuda şöyle bir yorum yapmak mümkündür.
Zaman geçmişten geçmişe sıçrayarak (ya da kesintisiz akarak)
ilerleyen bir değerdir.
Gelecek zaman yoktur..
Şimdiki zaman yoktur..
Yalnız geçmiş zamanlar vardır.....
Alp'in çıkarsamasına geri dönelim..
Ne demişti Alp bu konuda?
"evrenin sonunua kadar olan evren çoktan var biz sadece onu
yavaş yavaş muşahade ediyoruz "
Başka bir deyişle Alp, zamanın çok önceden saptanmış bir değer
olduğuna ve evrenin zaman denen dilimlerle dolu olduğuna işaret
ediyor.
Bu da mantıklı duruyor.. Tabii eğer zaman geçmişten geleceğe
değil, geçmişten geçmişe doğru akıyorsa.. Artık bunu nasıl
nitelendirebiliriz bilmem..
Zaman uzak geçmişten, yakın geçmişe akan bir değerdir diyebilir
miyiz?
|
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu
bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir.
Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90
05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa
/
index
/Roket
bilimi /
E-Mail
/
CetinBAL
/
New World Order(Macro Philosophy)
UFO Technology
/
Time Travel Technology /
Kuantum Fiziği
|
|
|