Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli Mevlâna
(1207-1273) Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı. Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti. 1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti. Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da
vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın
Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak
kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine
defnedildi. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar. Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir" Hz. Mevlâna
Mevlana Celaleddin Rumi
Mevlâna
onüçüncü yüzyılın başında, bazı kaynaklara göre 30 Eylül 1207 yılında bugün
Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde
doğdu. Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden
olup,"Bilginlerin Sultânı" olarak tanınan Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise
Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Üç sözden öte değil,
MEVLANA CELALEDDİN RUMİNİN HAYATI AHLAK FELSEFESİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE TASAVVUF EDEBİYATI GİRİŞ TASAVVUF EDEBİYATI Tasavvuf, Allahın birliğini ve evrenin oluşunu varlık birliği (vahdet-i vücut) anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefî akımdır. Tasavvuf, Allah, evren ve insanı bir bütünde görme, insanın, Allah’la insanın başka insanlarla, insanın kendisiyle olan ilişkilerini bir bütünde arama ve açıklama yolu olarak da tanımlanır. Bu kurama, vahdet-i vücut (tek varlık) adı da verilir. Vahdet, birlik, teklik demektir. Vahdet-i vücut, tek vücut, tek varlık anlamına gelmektedir. Tasavvuf, toplum hayatıyla kaynaşmış, bir duyuş, düşünüş ve davranış sistemi, bir din felsefesi olarak bilinir. Bu felsefe, kutsal kitap Kuranın verdiği bilgiler yanında, yaratılışın ve evrenin sırlarını daha geniş bir düşünce ve sezişle arayan, çözmeye çalışan bir düşünce, araştırma, duygu akımı, gerçeğe varma yoludur. Tasavvuf felsefesine göre evren, tek varlıktır. Bu tek varlık, Allahtır. Buna, vücud-i mutlak (mutlak varlık) da denir. Tasavvuf inanışı, "Allahtan başka varlık yoktur." kuralını temel alır. Bu aynı zamanda hüsn-i mutlaktır (mutlak güzellik). Bu kavrama göre, bütün yaratılmışlar Allahın varlığım tanıtmak içindir. Gerçekte, bir varlık, bir vücut vardır, o da, Allahtır. Evrende var olan her şey, Allahın varlığının bir görüntüsü, tecellîyidir. Bu varlıklar içinde Allaha en yakın görüntü insandır. Mutasavvıflar, her şeyin Allahın bir tecellîsi, bir belirtisi olduğunu anlatmak için çeşitli benzetmeler yapmışlardır. Bunlardan en yaygını, ayna örneğidir. Bu benzetmeye güre Allah, karşılıklı konulmuş yokluk aynasından hakan bir varlık gibidir. Bu karşılıklı aynalar, ortadaki varlığın binlerce görüntüsünü verir. Ortadaki varlık aynaların önünden çekilirse, aynalar boş kalır. Vücud-i mutlak, kendi güzelliğini görmek için bir aynaya yansır gibi, ademe. (hiçlik ve yokluk) yansımıştır. Böylece, yokluğun içinde evren olarak tecellî etmiştir. Bu felsefeye göre, âlemde görünen her şey, varlığın yokluk aynasındaki görüntüsünden başka bir şey değildir. Bu anlayışa göre evren, Allahın bîr görüntüsüdür. Bu evren, kendi kendine var olan değil, Allahın varlığından dolayı tecellî eden bir oluşumdur. Allah’ın Ol (kûn) emriyle olmuştur. Onun için görünme öncesi, söz (kelâm) vardır. Ol emri verilip tecellî olmadan önce bütün varlıklar gerçekte yok, ama. Allaha göre vardı. Bunlar, Allahın sonsuz bilgisinde bilinmekle idiler. Allah, kendine duyduğu aşkla evreni yaratmıştır. Onun için aşk, Allaha özgü bir niteliktir. Aşk, Allahın sırrı, görünen simgesidir. Onun için Allaha korku veya fayda umarak değil, sevgiyle, aşkla yaklaşılmalıdır. Tasavvuf düşüncesinin en güçlü, en etkili tarafı budur. Bu, özellikle sanat ve edebiyatta çok etkili olmuştur. Varlık, güzellik, iyilik; bunlar, Allahın özellikleridir. Yokluk, çirkinlik, kötülük ise, Allahın özelliğinin bilinmesine yardımcı olan niteliklerdir. Çünkü, yokluk olmazsa varlık, çirkinlik olmazsa güzellik, kötülük olmazsa iyilik bilinmez. İnsanda bu niteliklerin hepsi vardır. İnsan, kendisindeki yokluğu, çirkinliği, kötülüğü yenmeli, kaldırmalıdır. O zaman yalnız varlık, güzellik, iyilik kalacaktır. Bu, Allahın özelliğine varmak, Allahın varlığına katılmaktır. Tasavvuf düşüncesinde mecazî ve gerçek olmak üzere iki tür aşk vardır. Biri geçici olana, yani insanlara duyulan aşk; diğeri sonsuz ve gerçek olana, yani Allaha duyulan aşktır. Çünkü İnsan, Allaha en yakın, seçkin bir varlıktır, însan, beden (ten) ve ruh (öz) denen iki unsurdan oluşmuştur. Beden, ölümlü olan, toprak, hava, ateş, su gibi dört unsurdan meydana gelen ve yok olacak geçici bir varlıktır. Ruh ise ölümsüzdür ve Allahın bütün niteliklerini taşımaktadır. Allahtan gelen insan yine Allaha dönecektir. Ancak bu dönüş, bazı aşamalardan geçmekle olur. Bunun için, gönül bilgisi edinmek, olgunlaşmak ve aydınlanmak gerekir. Bilgi, insanın gönlünde Allahın bir nur (ışık) olarak belirmesidir. Olgunlaşma, insanın geçici varlıklardan kendini sıyırıp, kalıcı tizlere yönelmeyi başarmasıdır. Buna, insanın Allaha varan yol üzerinde ilerlemesi de denir. Bu ilerleme, bir yükseliştir. Az olgunluktan, olgunluğa, en olguna, bir başka deyişle Allaha ulaşma demektir. Yükseliş, iki türlüdür. Birincisi, kendini bütün geçici varlıklardan sıyırmakla, içine kapanmakla, dünyadan el etek çekmekle, kendini derin düşüncelere vermekle olur. İkincisi, bilgi edinmekledir. İnsan için bilgi, doğru yola, Allaha, ölümsüz olana, aydınlanmaya (nura) varmayı sağlayan bir yol göstericidir.
MEVLANA'DAN SEÇME İFADELER RUH: * Beden ruh vasıtasıyla hareket eder, fakat siz ruhu
göremezsiniz: Ruhu bedenin hareketleriyle bil. * Yoksul beden, ruh hareket edinceye kadar hareket etmez:
Atlar ileri atılıncaya kadar heybe olduğu yerde durur. * Bil ki ruhlar okyanus, bedenler köpüklerdir. * Can, doğan kuşuna benzer, ten ona uzaktır. O, beden
tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır. * Bedenin yüzüne bakma, o bozulup yok olur. Ruhun yüzüne
bak ki o hoş ve sevimlidir! * Beden yumurtası içinde harika bir kuşsun sen -yumurtanın
içinde kaldığın sürece uçamazsın. * Ruh kuşum ne zaman kafesinden bahçeye uçacak? * Kafeste mahpus olan kuşun kurtulmak istememesi
cahilliktendir. * Gökten, yerden nice sular çektin de vücudun böyle
semirdi. * Veliler şu sözü ciddiye almadan söylemediler: Arınmış
kişilerin bedenleri tıpkı ruh gibi tamamen lekesizdir. EGO VE AKIL: * Eğer egonun formunu bilmek istersen ey genç, cehennem ve
onun yedi kapısının hakkında oku! * Cehennem bu nefstir; cehennem, bir ejderhadır ki
harareti denizlerle eksilmez. * Kendini gören, kendini beğenen; birisinde bir suç gördü
mü ...İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar. * Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliği, kendini görüp
beğenmenin etrafında dolaşmayın kendinize gelin. * Duyusal ego Allah'a karşı kör ve sağırdır. * Hırsız gibi olan ego ve onun işleriyle ilgilenme.
Rabbinin işi hariç herşey boştur, boş! * Akıl, iki çeşittir: Birincisi kazanılan akıldır; sen onu
mektepteki çocuk gibi * Filozof entelektüel kavramlarla bağlıdır saf veli ise
akıllarının Aklına tırmanır. FORM VE ANLAM: * Manaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok aciz. * Bil ki zahiri suret yok olur, fakat mana âlemi ebedidir,
kalır. * İnsanlar ikincil / tali sebeplere bakıyorlar ve onların
her şeyin kaynağı olduğunu sanıyorlar. Fakat velilere tali sebeplerin bir
örtüden başka bir şey olmadığı ilham edildi. * Bu sebepler, görüşlere perdedir. Çünkü her göz, onun
sanatını görmeye layık değildir. * Görünen suret, gayb alemindeki surete delalet eder, o da
başka bir gayb suretinden vücut bulmuştur. * Münkirin delili ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen
yurttan başka bir şey görmüyorum. * O eşsiz, örneksiz Allah cennetten zıddı giderdi. Orada
güneş de yoktur zıddı olan zemheri de. * Herkes bir yana yüzünü çevirmiştir fakat azizler yönleri
olmayan yöne yüzlerini dönmüşlerdir * Biçim mevcudiyete Biçimi olmayandan gelmiştir tıpkı
dumanın ateşten gelişi gibi. * Ruh kıblesi gizli olduğundan dolayı herkes yüzünü farklı
bir yöne çevirdi . * Biz yokuz. Varlıklarımız, fani suretle gösteren Vücud-u
Mutlak olan sensin. * Kesinlik için tali sebeplere bakan suretperesttir. İlk
Sebebe bakan kimse Manayı temyiz eden nur olur. * Biçimler yakıt mana nur! -yoksa niçin diye soramazdın.
* Biçimi geç, addan uzaklaş. Ad ve Sanları terk et manaya
yönel! İLİM: * Dünyada tahsil ve kesb ile hasıl olan her ilim, ilm-i
ebdandır; ve öldükten sonra hasıl olan ilim, ilm-i edyandır. Ene'l-Hakk
ilmini bilmek, ilm-i ebdandır; ve ene'l-Hakk olmak, ilm-i edyandır. Nur-u
çerağı ve ateşi görmek, ilm-i ebdandır; [ ateıte yanmak ilm-i edyandyr.
Müşahededen ibaret olan her şey, ilm-i edyandır. Danişden ibaret olan her
şey ilm-i ebdandır.] Muhakkak olan şey, müşahede ve rü'yettir. Baki hep
ilimler, ilm-i hayaldir. Mesela mühendis tefekkür edip, medrese binasını
hayal eyledi. Gerçi o fikir, doğru ve savabdır; fakat hayaldir. Medresenin
binasını ikmal ettiği vakit hakikat olur. * Yoldaki bu işaret çölde her an kaybolan seyyahlar
içindir * Manevi inzivada rüyet yolunu bulmuş olanlar asla
ilimlerin desteğini aramazlar. VELİLER: * Yola rehbersiz giren iki günlük yolu yüzlerce yıl
gidecek... * Hak yolunda yalnız gitme, bu yol tehlikelerle doludur.
Bu yolda, yol kesenler çoktur. * Allah adamının eğitiminden geçen bir mürid saf ve arı
bir ruha sahip olacaktır. Fakat sahtekar ve riyakar birinden eğitim gören ve
bilgilenen biri tıpkı onun gibi, aşağılık, aciz, yetersiz, suratsız olacak
belirsizlikler içinde ve tüm sağduyudan yoksun olacaktır. * Sen rezilliği, içinde ulaştığın her şeyi senden çalacak
bir rezile mürit olmuşsun. * Ruh Denizinde yüzmek yararsızdır: Tek kaçış Nuh'un
gemisidir. * Semaları istiyorsan İnsanın arkadaşı ol! Yoksa mavi
gökleri hedefleme. * Allah'ın Gölgesi senin bakıcın olduğunda fantezi ve onun
gölgelerinden kurtulursun. * Büyük velilerin sözleri yüzlerce farklı biçimde
görünseler de Allah ve Yol bir iken nasıl olur da onların sözleri iki
olabilir? Sözler farklı formda görünür fakat onlar manada birdir. Formda
çeşitlilik vardır, anlamda ise hepsi uyumludur. * Bez yıkayan iki arkadaşa bak: Dışarıdan çekişiyor
görünürler. * Kimdir Şeyh? Beyaz saçlı yaşlı adam. Bu saçın anlamını
bil ey umudunu yitiren kişi! * Şeyh aklıyla "yaşlıdır" saçının veya sakalının
beyazlığıyla değil. * İnisiyasyon için elini şeyhten başkasına emanet etme,
zira yalnız şeyhin eli Allah tarafından himaye edilmiştir. * Kur'an-ı Mecid bir arûs-ı zîbâ gibidir. Örtüsünü açan
kimseye yüzünü göstermez. Ey Kur'an'dan bahs eden kimse! Sana bir zevk ve
keşf hasıl olmaması, ondandır ki, sen onun örtüsünü açtın, o seni
reddeyledi; ve sana mekr edip, yüzünü çirkin gösterdi; ben o mahbub değilim,
dedi. PRATİKLER: * Göğsünün içindekini gerçek gönül sanan kimse, Hakk
yolunda iki üç adım attı da her şey oldu bitti sandı. Aslında tesbih,
seccade, tevbe, sofuluk, günahdan sakınma bunların hepsi yolun başıdır. Hakk
yolcusu aldandı da, bunları varacağı yer sandı. * Ey Hakk yolunun yolcusu! Eğer sende bu yolun tutkusu
varsa, senin başında da bu kapının, bu dergahın sevgisi bulunuyorsa, Hakk
ehlinin açtığı iman ve sevgi kapılarının anahtarı nedir? Biliyor musun? o
"La ilahe illallah" kelimesini çokça, hoşça söylemektir." * Sevgi, düşünce ve manadan ibaret olsaydı senin oruç ve
namazın zahiri suretleri de kalmaz, yok olurdu. * Eğer yol bilmezsen eşeğin (nefs) dileğine aykırı hareket
et; doğru yol o aykırı yoldur Hz. MEVLÂNA'dan ÖZLÜ SÖZLER Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi
ol, hataları örtmede gece gibi ol,
"Gene
gel! gene gel! her ne isen gene gel!
Mevlana'nın 7 Öğüdü:
Mevlana´dan İnciler
Mevlandan hikayeler... Mevlana Hz.leri gece namazında iken , Mevlâna’yı Mevlâna Yapan Tebrizli Şems Hazreti Mevlânâ Muhammed Celâleddin-i Rûmî
Mevlâna’yı böyle cadde ortasında durduran, attığı okla kendisi vurulan derviş. Tebrizli Muhammed Şemseddin’di. Mevlâna gibi bilgin, temkinli bir sûfi’yi uçsuz bucaksız âşk denizine salıveren, onu pişiren, potasında yakan, kavuran kısacası Mevlâna’yı Mevlâna yapan Tebrizli Şems.. "Gönül ararsam, senin semtinde görürüm, - Tebrizli Şems- Dediklerine göre Azeri Türklerinden Melikdad oğlu Ali adlı birinin oğlu.. Tebriz’de doğmuş, orada büyümüş. Küçük yaşından beri değişik halleri, üstün yaratılışı ile dikkati çekmekte. Daha çocukken babası ile birlikte bir dere kenarına varmışlar. Bir tavuğun altındaki yumurtalardan çıkmış ördek yavruları, dereye dalıp yüze yüze karşı sahile geçtikleri halde, tavuk karada çırpınıp duruyor. Bu manzarayı gören, küçük ve mağrur Şemseddin, babasına şöyle demiş: — Şu hale bak baba!.. Tıpkı, seninle benim aramızdaki hale benziyor. Tavuk karada çırpınıp durduğu halde, yavruları suya dalıp karşıya geçti. Meslekler meşrepler nasıl da ayrıldı, gördün değil mi? Birçok Mevlevi kaynakları, Şemseddin’i Necmeddin Kübra’nın halifelerinden Baba Kemal’in veya Halvetiye silsilesinden Kudbeddin Ebher’in halifesinin dervişi olarak kaydederler. Halbuki Şems, bizzat “Makalât” adlı eserinde, “Benim, Tebriz’de Ebubekir adlı bir şeyhim vardı. Sepet örer, onunla geçinirdi. Ondan pek çok bilgiler öğrendim. Fakat bende bir şey vardı ki, onu şeyhim göremiyordu. Zaten hiç kimse de görmemişti. İşte onu, Hüdavendigârım Mevlâna gördü..” demekte, ilk şeyhinin (Selebaf-Sepet Ören) Ebubekir olduğunu ifade etmektedir. Bir süre sonra şeyhini bırakan, Tebriz’den ayrılarak diyar diyar gezen Şems artık, bundan sonra kimseye yâr olmamış, hiçbir şeyhe bağlanamamıştı. Kendine inanmış, kimseyi beğenmeyen bir tavrı vardı. Birisinden bahsedilirse: — Dün anasının karnından çıkmış, bugün hiçliğini idrâk etmesi gerekirken, Allah’lık taslıyor. Allah mukallidlerinden bıktım, usandım… Bir adam tanıyorum ki, filân şeyhin adını, sanını duyup uzun bir sefere katlanıyor; onu görmeye geliyor. Şeyh ona, niçin geldiğini sorunca, Allah’ı aramak gayesiyle geldiğini söylüyor. Şeyh ona Allah’ın semâlarda hüküm sürmekte ve gemilerini yürütmekte olduğunu söyleyince, biçare yolcu kalkıp gidiyor ve şeyhi daha fazla denemeye lüzum görmüyor, diyor, bu sözlerle kendisini kasdettiği anaşılıyordu. Yine diyordu ki: — Herkes kendisinden, kendi şeyhinden bahseder, ona nisbet iddia ederek hakikat yolunda kendisine bir bağ kurar. Halbuki bize, bizzat Allah Resulü, mânâ âleminde hırka giydirdi. Bu hırka, öyle iki günde eskiyip yıpranan, yırtılıp çürüyen, külhanlara atılan cinsten değil. Bu hırka, sohbet ve hakikat hırkasıdır. Öyle bir sohbet ve hakikat ki, zaman ve mekânın üstünde.. Ne dünü var, ne bugünü, ne de yarını.. Aşkın, zamanla, mekânla ne işi Hazret-i Pir Mevlâna Celaleddin Belhî / Rumî[ Kaddesallahu Sırrahulaziz ] MESNEVİ - i ŞERİFİNDEN SEÇMELER [ Bu sayfanın oluşturulmasında kaynak olarak Şefik Can tarafından hazırlanan ve Ötüken Yayınları arasında basılan Mesnevi tercemesinden yararlanılmıştır... ] “Ten candan, can da tenden gizli değildir. Fakat kimseye canı görmek izni verilmemiştir.”“Hakk âşıkları, muhabbet deryâsının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar, bu sebeple balıktan başka herkes suya kandı, nasibi olmayanın da günü, uzadıkça uzadı.” (S.14)“Rûhen yükselmemiş, ham kalmış kişi, yetişkin, olgun kişinin halinden anlamaz. Öyle ise sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”“Dünya bağını kopar, maddeye olan bağlılıktan kendini kurtar da,hür ol, ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın?”“Rızıklar denizini, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su...”“Topraktan yaratılmış olan bedenimiz, aşk yüzünden göklere yükseldi. Dağ bile çevikleşti, oynamaya başladı.”“Ey âşık! Aşk Tûr Dağı’na can olunca, Tûr mest oldu, kendinden geçti, Mûsâ da düşüp bayıldı” (S.15)“Fakat kendi dilinden anlayanlardan, kendi dilini konuşanlardan uzak düşen kimse, yüzlerce dil, yüzlerce nağme bilse, yine dilsiz olur, susar.”“Şunu iyi bil ki, kâinatta var olan her şey, sevgilinin tecellîsinden ibârettir, onun yarattıklarıdır.Onun kudretini,yaratma gücünü göstermektedir. Aslında, âşık bir perdedir. Var olan, diri olan ancak sevgilidir. Âşık ise bir ölüdür. Var gibi görünen bir yoktur.”“Bu hakîkati sezemeyen, ilâhî aşka meyli, isteği olmayan kimse, kanatsız bir kuş gibidir. Vay onun haline, yazıklar olsun ona...” (S.16)“Fakat, gerçek aşk, ölümsüz olan aşk, Allah aşkı, rûhda olsun, gözde olsun, her an goncadan daha taze olarak durur.” (S.17)
“Hekîmler, gurura, benliğe kapıldılar da, her şeyi kendi ellerinde sandılar. İnşaallah (=Allah İsterse) iyi ederiz, demediler Bu yüzden Cenâb-ı Hakk onlara, insanların âcizliğini, Allah’ın izni olmadan insanların bir şey yapamadıklarını gösterdi.” (S.18)“Kendimizi kontrol ederek, Cenâb-ı Hakk’tan, edebli bir insan olmak hususunda bizi başarıya ulaştırmasını niyâz edelim. Çünkü edebi olmayan Allah’ın lûtfundan mahrum kalır.”“Edebi olmayan, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz, belki edebsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur.” (S. 25)“Dost yolunda edebsiz, korkusuz olan kişi, başkalarının da yolunu vurmuş olur. Böyle kişi mert değil nâmerttir.”“Edepteb dolayı bu gökler, nûra gark olmuştur. Melekler de edeblerinden ötürü temiz ve masum olmuşlardır.”“(19) Misâl âleminin yâni maddî âlemin hayalleri, bir bakıma Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının tecellîsidir. Böyle oldukları için, bu hayâller, velîleri kendilerine çeker. Kendi güzellik ve yüceliklerine kul, köle ederler. Erenler böyle bir güzele kul, köle olmanın mânevî zevki içinde, ilâhî hakîkate doğru yol alırlar.” (S.26)“Ey arkadaş, sûfî, bulunduğu vaktin oğludur. Bu iş yarın olsun, yarına kalsın demek, tarîkat anlayışına uymaz.”“Yoksa sen, sûfî bir er değil misin? Veresiye veriş ile elde bulunana yokluk gelir.” (S.27)“Ona dedim ki: “Eğer sevgili, bütün sırlarından soyunup meydana çıkarsa, ne sen kalırsın, ne de maddî varlığın kalır.”“Arzu et, iste, ama o arzu ölçülü olsun. Bir saman çöpü bir dağı kaldıramaz.”“Bu âlemi aydınlatan güneş yörüngesinden çıkıp, biraz dünyaya yaklaşacak olsa, her şeyi yakar, kül eder.” (S.28)“(22) Cemâleddin Sâvî adında birisinin kurduğu tarikata mensup kişiler, melâmî meşreb olduklarından halk tarafından hor görülmeleri için “çehar darb” yaparlarmış. Dört vuruş yani saçlarını, sakallarını, bıyıklarını, kaşlarını ustura ile tıraş ederlermiş. Başları cascavlak olduğu için bunlara Cevlâkî derlermiş. Belli ki dükkâna gelen derviş bir Cevlâkî imiş.” (S.29)“Bütün insanlar, velileri kendi nefisleri ile kıyas ettikleri için yoldan çıkmışlardır. Bu sebepten ötürü, Allah’ın seçkin kullarından pek az kimse haberdar olabildi.” (S.30)“Şu da bir gerçektir ki; kötü kişinin Arş titrer. Allah’tan korkan muttakî kişi de kötü meth edilince, meth edn kişi hakkında fenâ bir zanna kapılır.”“Kalp altını da, hâlis altını da mihenk taşına vurmayınca ayarını anlayamazsın.”“Allah, her kimin rûhuna, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti vermişse, o kimse gerçek imanı, şüpheden ayırabilir.” (S.31)“Hikmetinden sual sorulmayan Hakk’ın işini kim anlayabilir? O işin hakîkatine kim erişebilir? Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir.” (S.32)“Bu çeşitli yüzlerin her birine dikkatle bak, onların vasıflarını, nice olduklarını aklında tut. Belki sûfîlik yolunda hizmette bulunurken yüz tanır olursun da, yüzüne baktığın kimselerin mânevî kimliklerini anlarsın.”“Etrafında insan yüzlü bir çok şeytan vardır. Bu sebeple, her ele el vermek, her ele bağlanmak, intisab etmek uygun değildir.”“Rûhan düşük, alçak bir kişi, bir takım saf kimseleri kandırmak için velilerin sözlerini çalar.” (S.33)“Sen, uyanık kaldıkça, uyanıklık dedikodusu ile uğraştıkça, uykuda gizlenen rüyâlardan, rüyâlardaki konuşmalardan nasıl mânâ kokusu alabilirsin? Görünen âlemin sırlarından nasıl haberdar olabilirsin?” (S.40)“Hz. Mevlâna bütün dinlerin esas itibariyle vahdet üzerine kurulduğunu ve peygamberlerin aralarında fark bulunmadığını anlatmak için bu hikâyeye, kendi mübârek hayaline göre yeni bir şekil vermiştir.”“Hz. Mevlâna’nın görüşleri hep Kur’ân esasına dayandığı için bu hikâyede de bilhassa şu âyetlere işâretler vardır: “Onlar, dinlerini parçaladılar. Bölük bölük oldular. Her grup kendi inancı ile sevinmekte ve ferahlamaktadır”, Rûm Sûresi 32.”“(38) Rivâyete göre Hz. İsâ gençliğinde boyacılık edermiş. Boyanmak üzere getirilen elbise ve kumaşları o küpe atarmış, elbise ve kumaş sahibi hangi rengi istiyorsa, onun elbisesi yahut kumaşı istediği renge boyanırmış.Aynı küpden istenilen çeşit çeşit renklerin çıkması Hz. İsâ’nın bir mu’cizesi olarak görülmekte... Ve mutasavvıflara kesrette vahdeti (=çoklukta tekliği) hatırlatmakta ve bu sıbğatullah (=Allah boyası) olarak ta’rif edilmektedir. Hz. İsâ’nın küpünden renk renk kumaşlar çıktığı gibi Vahdet Küpü’ndende türlü türlü renk ve şekillerde mahlukların zuhur eylemiş olması ile eşyada görülen bu kesretin (=çokluğun) yegâne menbaının vahdet olduğu anlatılmaktadır.” (S.43)“Dostun, dostlarla buluşması hoştur. Sen de mânâyı yakala, eteğinden tut, sûret, görünüş inatçıdır, serkeştir.”“İnatçı sûreti, görünüşü eziyetle, riyâzetle erit ki onun altında gizlenmiş bulunan Vahdet Hazinesi’ni görebilesin.”(46) Mu’tezile inancında olanlar,Allah’ı görmenin imkânsız olduğuna inanırken, sünnet ehli, peygamberimizin; “Ayın ondördüncü gecesi, ayı semâda gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.” Hadîsine göre Hakk’ı görmenin mümkün olduğu kanaatındadırlar. Hakk, kendi âşıklarına, kendini müşâhede etme lütfunda bulunur da, böylece Hakk’dan ayrı düşmenin verdiği ümidsizliği, kalb kırıklığını giderir, onların gönül yaralarını tedavi eder. Ezelî inâyeti ile ona yardım eder.” (S.46)“Biz bütün kâinata, tek bir cevher halinde yayılmıştık, orada hepimiz de başsızdık, ayaksızdık.(47)(47) Ezelde, bütün rûhların bir kaynaktan geldiklerini anlatmak için Hz. Mevlâna’nın; “Tek bir cevher halinde yayılmıştık.” Diye buyurması peygamber efendimizin şu meâldeki bir hâdisinden mülhemdir: “Allah’ın ilk yarattığı beyaz bir inci idi.” Bu beyaz inciye ‘Hakîkat-i Muhammediye’, deniliyor.”“Bu âlemde görülen bölünmeler, tefrîkalar, imtiyazlar o âlemde yoktu. Biz o âlemde Ehâdiyyet Mertebesi’nde, güneş gibi her tarafa nûr saçan bir cevher idik. Su gibi berrak ve saf bir halde bulunuyorduk. (48)(48) Cenâb-ı Hakk’ın, Gayb-ı Mutlak’ın meydana çıkmayan, belirmeyen ilk zuhur mertebesine ârifler, Ehadiyyet Mertebesi demişlerdir. Bu mertebeye gaybü’l-gayb (=bilinmeyenin bilinmeyeni), kenz-i mahfî (=gizli hazine) de denir.”“O güzel ve lâtif nûr sûrete gelince, şekle bürününce, kal’a burclarının gölgeleri gibi sayılar meydana geldi.”“Burcları mancınıklarla yıkın da, birbirinden bölünenlerin, ayrılanların arasındaki fark kalksın.”“Ben, bu sırrı etraflıca açıklamayı, anlatmayı çok isterdim ama, zayıf akıllı birisinin ayağının kaymasından, inkâra düşmesinden korkarım.” (S.47)
“Bizim alıp verdiğimiz bu nefesler de, bizim canlarımızı, tıbkı onun gibi azar azar dünya hapishanesinden çalar götürür.”“Candan, gönülden söylenen güzel sözler, dualar, niyâzlar, yakarışlar, Hakk’a doğru yükselir. Hakk’tan başka kimsenin bilmediği, bir yere kadar varır, ulaşır.”“Temizlenmiş ve arınmış olan nefeslerimiz, hoş sözlerimiz, yücelir, yücelir, bizden armağan olarak ölümsüzlük, sonsuzluk âlemine varır.”“Sonra sözlerimizin, niyâzlarımızın sevabı, Allah’ın rahmeti eseri olarak kat kat çoğalarak bize gelir.”“Gerçeği anlayabilmek için ashabdan bazıları Resûl-î Ekrem (s.a.v)’den insanı azdıran nefsin hilesine dâir bilgi isterlerdi.”“Sahabenin araştırıcı olanları, kılı kırk yaranları, Peygamberimiz Efendimiz’in, nefsin hilesi hususundaki beyanları karşısında hayran kalırlardı.” (S.49)“Put kırmak kolaydır, hem de pek kolay, fakat nefis putunu kırmayı kolay sanmak, bilgisizliktir, bilgisizlik.”“Şeytan, Hz. Âdem’e hased ettiği için, ona secde etmeğe utandı. Hasedden ötürü, kendini saadetten mahrum kıldı.”“Hakk yolunda hasedden daha zor, daha tehlikeli bir geçit yoktur. Gönlüne hasedi sokmayan kişi ne mutlu kişidir.” (S.50)“Beden, hased evidir, ama, Allah, kâmil insanların bedenlerini tertemiz etmiş, arındırmıştır.”“ “Evimi temizleyin” âyet-i kerîmesi, vücud ve rûh temizliğini emreder. Gerçi, vücud topraktan yaratılmıştır. Fakat, hakîkatte vücud bir nûr hazinesidir.” (51)“(51) Evimi titizlikle temizleyin diye İbrâhim ve İsmâil’e de kuvvetli bir emir vermiştik.” Bakara 125. âyete işâret var.”“Büyüklerin büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili peygamberimizin; “Namaz ancak kalb huzuru ile tamam olur.” hadisini hatırla da nefsten, yani şeytandan kurtulmak için kalb huzuru ile namaza başla.” (S.51)“Allah’ım, sen her gece rûhları ten tuzağından azad eder, onları dünyaya âit işlerden, hâtıralardan kurtarırsın.”“Rûhlar, her gece ten kafesinden kurtulurlar da, kimsenin hükmü altında bulunmadan, kimseye hükmetmeden hürriyete kavuşurlar.”“Ârif olan zâtın hali, uyanık iken de böyledir. Yâni ârif olan, uyanık iken de dünyaya karşı uykudadır. Cenâb-ı Hakk, Ashab-ı Kehf hakkında da; “Onlar uykuda idiler.” (56) tâbirini kullanmıştır. Bu nasıl olur? deme.”“(56) Kehf Sûresi’nin 18. âyetine işâret var.” (S.53)“Halkın canları, nedeni, niçini olmayan bir sahraya, “Rûhlar âlemine” gider. Rûhları rûhlar âleminde, bedenleri de yattıkları yerde istirahat eder.”“Sonra, İlâhî bir işâretle, bütün rûhları, tekrar ten tuzaklarına getirir, onları iyi ve âdil insan olmaya dâvet eder.”“Vaktaki seherin nûru görünür, felek akbabası altın kanatlarını çırpar, sabah olur, güneş doğar.”
“Sabahın yaratıcısı olan Allah, İsrafil gibi bütün rûhları alır o ülkeden, rûhlar âleminden şu görünen âleme, sûret âlemine getirir.”“Etrafa dağılmış, yayılmış olan rûhları ten ile, cesed ile bağlar. Böylece bedenleri,tekrar rûhlara hamile yapar, gebe bırakır.”“Geceleri insanlar uykuya dalınca can atlarının beden eğerlerini soyar alır. “Uyku, ölümün kardeşidir.” hadisinin sırrı budur.” (57)(57) Şârihlere göre,geceleri beden eğerinden kurtulan can atının sabah olunca tene geri gelmesini sağlayan uzun ip bir semboldür. Bu uzun ipin vazifesini tende kalan hayvânî rûh görür. Hz.Ali efendimizin; “Rûhlar, bir şua vasıtasıyla bedenlere bağlı kalırlar.” sözü, bu konuya ışık tutmaktadır.”“Fakat sabahleyin tekrar gelmeleri ve tenle ilgilenmeleri için rûhların ayağına uzun bir ip bağlar.”“Bağlar ki gündüz olunca o mânâ âlemi çayırlığından geri gelsinler, tekrar kulluk yükü altına girsinler.” (S.54)“Kim, şu madde dünyasına daha çok düşkünse ve dünya işlerinde daha çok uyanıksa, o, aslında ötelerden habersiz derin uykulara dalmıştır. Mânevî âleme gözleri kapalı olan böyle bir kişinin normal uykusu, daha az kötülük yapacağı için, uyanıklıktan hayırlıdır.”“Eğer, rûhumuz, Allah’a karşı Allah ile uyanık değilse, Allah’tan gafilse, akılla hisle uyanık oluşumuz, Hakk yolunda bize engel olur, perde olur, bizi ilâhî te’sirden uzak bırakır.”“Yaşayışımız icabı her gün, bir çok kuruntularla, hayallerle örselenmekte, kârımızı zararımızı düşünmekte, eldeki malımızın yok olmasından korkmaktayız.”“Asıl, uyuyan o gâfildir ki, gönlüne gelen şehevânî duyguları, nefsânî vesveseleri canlandırır, onlarla beraber yaşar. Kapıldığı hayalleri hoşuna gider, onu ümide düşürür, âdetâ onlarla konuşur.” (S.55)
“Fırsatı kaçırmadan ve tereddüde düşmeden, bu âlemden ölmüş, kendini tamamiyle Hakk’a teslim etmiş olan kâmil insanın eteğini tut ki, âhir zamanın, şu bozulmuş dünyanın fitnelerinden kurtulasın.”“Allah, senin gözüne, kendi görüş nûrunu verirse, gözünde bu âlem gibi yüzlerce âlem peydahlanır.” (S.56)“Her ne kadar bu dünya, senin nazarında çok büyük ve nihayetsizise de, bilmiş ol ki, ilâhî kudret karşısında o bir zerre bile değildir.”“Gerçekten de bu cihan, sizin canlarınızın hapishanesidir. Siz, asıl kendi yurdunuzun bulunduğu tarafa doğru gidiniz.”“Rûh, seni çok yukarlara, göklerin ötelerine götürürken sen, su ve balçık tarafına yönelerek, esfel-i sâfilin, aşağıların aşağısına düşmüşsün.”“Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşsün. Onlara dâir bilgiler elde ediyor, mesafeler ölçüyor, yeni yeni yıldızlar keşf ediyorsun da, kendini keşf edemiyorsun. Meleklerin secde ettikleri Âdem’i tanımıyorsun.” (S.57)“Sen bu beytin tefsirini Kur’ân-ı Kerîm’den oku. Cenâb-ı Hakk, Hz.Peygamber’e; “Attığın zaman sen atmadın!” diye buyurdu.”“Gerçi görünüşte ok atan biziz, fakat gerçekte, ok atış bizden değildir. Aslında biz yayız, yayı çekip oku atan Allah’tır.”“Yanlış anlaşılmasın... Bu söylenilen sözler cebir değildir. Allah’ın Cebbâr isminin tecellîsidir. Cebbâr isminin anılması da Hakk’a yalvarmak, yakarmak ve niyâz içindir.” (S.58)“Ledün ilminden , o yüce ilimden süt emmesinler, nasib almasınlar diye yalnız zâhire itibar eden duygu ehlinin bilgileri kendilerine ağız bağı olmuştur.”“Allah’ın bizim nazarımızdan gizli tuttuğu, nice çirkin, güzel mahlûkâtı vardır ki onlar her an gönül kapısını çalar dururlar.” (68) (S.59)“(68) Şehvet duyguları, şeytânî vesveseler, nefsânî hatıralar, kin, nefret, kıskançlık zaman zaman gönül kapısını çalarlar. İçeri girmek isterler. Bazen de, ilâhî ilhamlar, rahmanî duygular, bizi mânen uyandırmak için gönül kapımıza gelirler. İbn-i Mes’ud (r.a.)’den şu anlamda bir hadîs rivâyet edilmiştir: “Gerek şeytan ve gerekse melek tarafından insana bir fikir, bir ilham gelir. Bu sebeple kendi gönlümüzde, hayra dâir bir teşvik bulursak, bunun melekten geldiğini bilmeli ‘Elhamdülillah’ demeli, şerre dâir bir fikir bir duygu gelirse, bu duygunun şeytandan geldiğini anlayarak ‘Eûzü’ çekmeli ve şeytanın şerrrinden Allah’a sığınmalıyız.” (S.59-60)“İçimize doğan, bizi rahatsız eden şeytânî düşünceler, hayâller, vesveseler kalbimize batan, görünmez dikenlerdir. Bu dikenler, bir kişiden değil, binlerce kişiden gelip kalbimize batmaktadır.” (S.60)“Nar alacak isen, gülen, çatlamış nar al ki, o gülüş, sana içindeki dânelerden haber versin.”“Ârifin gülüşü, ne mübârek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi ağızdan gönlü gösterir.”“Mukallidin, sahte şeyhin gülüşü, lâlenin gülüşü gibi uğursuzdur. Ağzını açınca, içinin siyâhlığı görünür.”“Gülen nar, bağı, bahçeyi de güldürür. Âriflerin sohbeti, seni de ârifler arasına katar.”“Gönül seni gönül ehlinin, âriflerin mahallesine doğru çeker, ten ise seni su ve çamur hapsine koymak ister.”“Aklını başına al da, bir gönül arkadaşının sohbeti ile gönlüne gıda ver. Git, ikbali, mânevî gücü, bir ermişten, bir ikbâl sahibinden iste.”“Eğer insan, şekli ile sûreti ile insan olsaydı; Hz. Ahmed (s.a.v.) Efendimiz ile Ebû Cehil bir olurdu, aralarında fark olmazdı.” (S.61)“Ben de senden doğmayı ölüm sanmıştım, senden ayrılacağım diye pek çok korkmuştum.”“Fakat doğunca, pis, daracık bir zindandan kurtuldum. Günün ışığına çıktım. Havası hoş, rengi güzel bir dünyaya geldim.” (S.62-63)“Allah, birisinin perdesini yırtmak, ayıbını örtmek isterse, onun gönlüne, temiz kişileri kınama isteği verir.”“Allah, bir kimsenin de ayıbını örtmek isterse, o kişi nefs yüzünden kirlenmiş, günahlara, ayıblara bulanmış insanların bile ayıblarını görmez, söylemez olur.”“Allah bize yardım etmek dilerse, gönlümüze yalvarma, ağlayıp inleme isteği verir.”
“Allah aşkıyla ağlayan göz, ne mutlu gözdür. Allah aşkı ile tutuşup yanan gönül ne mübârek bir gönüldür.” (S.64)“Her şeyin aslı sayılan, dört unsur (hava, toprak, ateş, su) bunlar birer emir kuludur. Bunlar bana karşı, sana karşı ölüdür. Fakat Hakk’la diridirler. (79)”“(79) İsrâ Sûresi’nin 44. âyetinde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok âyetlerde, göklerde ve yerlerde bulunan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği bildirilmektedir. Tesbih için bütün varlıkların diri olması gerekir. Bu günün müsbet ilmi de her maddenin atomunun bir çekirdek etrafında hızla döndüğünü ortaya koymuştur. Canlı olmayan nasıl dönebilir? Mevlevî evradında bulunan şu cümleleri dikkatle okursak bu beyitlerin ifade buyurduğu hakîkat daha iyi anlaşılır: “Allah’ım, gecenin karanlığı, gündüzün aydınlığı, güneşin ışıkları, ayın nûru, suların şırıltıları, ağaçların hışırtısı, gökteki yıldızlar, yeryüzünde topraklar, dağların kayaları, çöllerdeki kumlar, denizlerin dalgaları, denizlerde ve karalarda yaşayan bütün hayvanlar, bütün varlıklar hepsi hepsi seni tesbih etmektedirler.” (S.65)“Böylece ecel rüzgârı da, âriflere, Yusuf (a.s.)’ın gömleğinin kokusu yahut gül bahçesinden gelen rüzgâr gibi yumuşak, güzel eser.”“Senin Hakk’ı tesbih edişin, aslında sudan ve topraktan yaratılmış vücudunun bir buharı, bir nefesidir. Ancak, bu nefes gönülden gelince, cennet kuşu gibi kanatlanır, yükselir.”“Tûr Dağı, Musa (a.s.)’ın nûrundan aşka geldi, oynamaya başladı, olgun bir sûfî oldu, hatadan, noksandan kurtuldu.”“Dağın aziz bir sûfî olup oynaması şaşılacak bir şey değildir. Mûsâ’nın teni de aslında Tur Dağı gibi toprak değil mi idi?”“(83) Şeybân-ı Râ’î, İmam Şâfiî ile çağdaşbir veli. Mısır’da yaşamış. Çobanlık yaparmış. İmam Şâfiî bu çoban velinin huzurunda diz çökerek bir talebe gibi oturur, ona sualler sorarmış. Bu duruma hayret edenlere Şâfiî hazretleri; “Ben kitap ilmini biliyorum, O Allah ilmini biliyor.” Dermiş.” (S.67)“Arslan; “Evet”. Dedi. “Tevekkül doğrudur. Fakat, bir de peygamberlerin ve müminlerin çalışmalarına bak .”“O mübârek insanlar, türlü cefâlar, mihnetler çektilerse de yılmadılar, Allah, onların uğraşmalarını, didinmelerini boşa çıkarmadı.”“Onların tedbir ve çare aramaları, her zaman hoş ve latîf oldu; zâten güzelden ne gelirse güzeldir.” (S.69)“Ey mânâ yolunun isteklisi, ey Hakk âşıkı, gücün yettikçe peygamberlerle, velilerin yolunda bulunmaya çalış.” (S.70)“Hz. Peygamber efendimiz; ‘Ey tedbir sahibi kişi, bir kere de güvendiğin bir kimseye danış.’ diye buyurdu.”“Şu üç şey hakkında dudağını az kımıldat: Fikrini, kanaatını, paranı, bir de mezhebini kimseye söyleme.”“Çünkü bu üç şeyin düşmanı çoktur. Düşman bunları bilince sana pusu kurar.”“Bir sırrı, bir iki kişiye söyledin mi, artık o sırra veda et. İki kişiyi aşan bütün sırlar, yayılır, gider.” (S. 71)“Halbuki gönül dili, mahremlik dili, karşılıklı içten anlaşma dili, bambaşka bir dildir. Hiçbir dile benzemez. Gönül birliği, dil birliğinden daha üstündür.” (S.78)“Allah’ın hükmüne ve takdirine karşı ölü gibi olmak gerek ki, sabahın Rabbi olan Allah’tan bir kahır yarası almıyasın” (S.80)“Ey işin aslını arayan kişi, şu hakîkatı iyi bil ki, kimde aşk derdi varsa, kimin gözü yaşlı, gönlü yaralı ise o, ilâhî sırlardan koku alır.”“Kim daha uyanıksa, o daha çok dertlidir. Kim hakîkati daha iyi anlamışsa, onun beti benzi daha çok sararmıştır.” (S.84)“İnsan oğlunun babası olan Hz. Âdem; “Adları öğretti.” Âyetinin emîridir. Onun her damarında yüzbinlerce ilim vardır.” (104)“(104) Bakara Sûresi’nin 31. âyetine işâret ediliyor.”“Ezelde her şeye ne ad verilmişse, Hz. Âdem, onu kendi adı ile bilmiş, hem de o şeyler, sonuna kadar, ne hale gelecekse hepsi ona bildirilmişti.” (S.86)“Bize göre her şeyin adı, görünüşüne uygundur. Nasıl görünüyorsa, biz ona öyle deriz. Fakat Allah’a göre adlar, onun iç yüzüne, sırrına, hakîkatine tabîdir.”“Hz. Mûsâ’ya göre elindeki sopanın adı âsâ, Allah’ın nazarında ise ejderhâ idi.”“Hz. Ömer’in adı, önceleri putperestti. Fakat Elest Âlemi’nde ismi mümindi.”“Hâsılı ind-i ilâhîde sonumuz ne olacaksa, hakîkatte Allah’ın bize verdiği ad ve sıfat odur.”“Cenâb-ı Hakk, insana âkibetine, sonuna göre bir ad koyar, onun koyduğu ad, halkın koyduğu muvakkat ad, eğreti ad değildir.”“Âdem (a.s.)’ın gözü pâk olan basiret nûru ile bakınca, isimlerin rûhu, sırrı, iç yüzü ona belirdi.” (S.87)“Aradığımız sevgilimiz, canımız, apaçık ortadadır. Ve bize çok yakındır. Bu yüzden onu göremiyoruz, bu yüzden o kaybolup gitmiştir. İnsan da içi su ile dolu, fakat ağzı kuru bir küpe benzer.”“Aslında, senin kendi gözündeki nûr da, gönlünün nûrunun aksidir. Çünkü, göz nûru, gönüllerin nûrundan meydana gelir.”“Gönül nûrunun nûru, Allah’ın nûrudur. Allah’ın nûru ise, akıl nûrundan, duygu nûrundan pâktır, tamamıyla ayrıdır.” (S.89)“Cenâb-ı Hakk, eziyeti, gamı; gönül hoşluğu nedir anlaşılsın diye gönül hoşluğuna zıt olarak yarattı.”“Gizli şeyler, hep zıtları ile meydana çıkıyor, görülüyor. Cenâb-ı Hakk’ın zıttı olmadığından, o dâimâ görünmeyecek, gizli kalacaktır.”“Hiç şüphesiz, bizim gözlerimiz O’nu idrâk edemez, kavrayamaz. Fakat O, bizi görüp idrâk eder. Sen bunun sırrını Hz. Mûsâ ile Tûr Dağı vakasından anla. (111)”“ (111) A’râf Sûresi’nin 143. âyeti ile En’am Sûresi’nin şu meâlde olan 103. âyetine işâret var: “Allah’ı gözler idrâk edemez. O ise gözleri idrâk ve ihâta eder. Allah latîfdir, habîrdir.” (S.90)“Şu halde, sen her lahzada, bir göz açıp kapamada ölüyor, tekrar diriliyorsun. Hz. Mustafa (s.a.v.) Efendimiz; “Dünya bir andan ibâretttir.” diye buyurdu.”“Cümle âlem, her an yok olur gider. Sonra tekrar, varlık âlemine dönüp beka şeklinde görünür. Âlemin varlığı, dâima gidip gelmededir. Tek nefes bile bu soyunup giyinmeden hâli değildir.”“Her nefeste, dünya ve dünyada bulunan her şey yenilenir. Âdetâ, her an ölür ve dirilir. Fakat biz, onu hiç değişiklik olmadan, duruyor görürüz de bu yenilenmeden haberimiz bile olmaz.”“Bütün bunlara akıl ermez. Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllı olmak, her şeye akıl erdirmek, bu dünya için âfettir.” (S.91)“Eğer mümin, Allah’ın nûru ile bakmamış olsaydı, bazı gizli halleri, ona nasıl olurdu da apaçık görünürdü?”“Eğer sen, Allah nûru ile baksaydın, kötülük hususunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?” (S.95)"Hakk yolunda yürüyen kişinin uyanık olması gerekir. Çünkü yol, görünüşte dümdüz ve güzeldir. Fakat altında tuzaklar vardır. Nitekim bu yolda bize kılavuz olacak bir çok tanınmış, parlak isimlerde mânâ kıtlığı, mânâ uymazlığı vardır. Bir çok kişiler, adlarının adamı değildir. Görünüşe kapılmamalıdır. Şunu iyi bilmeli ki:“Sahte şeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okşayan, fakat rûhânî olmayan güzel sözleri, ömrümüzün suyunu emen kumdur.”“Kum gibi ömür suyunu emen, bizi tüketen boş sözler olduğu gibi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da vardır. Bu kum pek az bulunur. Sen git de içinden irfan coşan, ilâhî sırları meydana vuran kumu ara.” (S.96)“Evlâdım, işte yukarıda anlatılan o kum Allah adamıdır. Allah adamı, kendi benliğinden kopmuş, kendinden ayrı düşmüş, Hakk’a ulaşmıştır.”“Hikmeti, hakîm olan, ârif olan üstün bir varlıktan iste ki onun feyzi ile sen de gerçeği gören bir kişi olasın.”“Zamanı gelince, hikmet arayan kişi hikmet kaynağı olur da, artık o, çalışmaktan, sebeplere baş vurmaktan kurtulur.” (S.97)“Artık, dışta bulunan düşmanla, savaşmaktan dönünce, içteki düşmanla savaşmaya; nefsimi yenmeğe yöneldim.”“En küçük bir savaştan döndük ama, peygamberle beraber en büyük savaştayız.”“Şu nefsin Kaf dağını, iğne ile yerinden kaldırabilmek için Hakk’tan güç, kuvvet dilerim, başarı niyâz ederim.”“Her yaprak, her meyve, kendi tomurcuğunun dili ile ayrı ayrı Allah’a şükreder:“İhsan, iyilik sahibi Allah, bizim kökümüzü besledi, ağaç da o kökten kuvvet alıp kalınlaştı. Doğrulup yükseldi.” (S.99)“Su ve toprak içinde mahpus bulunan, yâni balçığa saplanmış kalmış olan canlarımız da balçıktan kurtulunca neşeli bir halde,“Hakk’ın aşk ve muhabbet havası içinde, neşeli neşeli oynarlar, ayın ondördü gibi noksansız ve tastamam bir hale gelirler.”“Onların tenleri oynayıp durur, canlarının nasıl olduklarını sorma. Hele cismaniyeti kalmamış, tümden can kesilmiş olanların halinden hiç sorma, onları anlatmaya imkân yoktur.” (S.100)"Kim Allah’tan korkar ve takva yolunu tutarsa, onu gören cin de, insan da ondan korkar.” (S.101)“Sonra ona, ince, derin mânâlı sözler söyledi. Nerede olursak olalım, hep bizimle beraber bulunan ve bizim en yakın, en iyi dostumuz olan Allah’ın pak sıfatlarından bahsetmeğe başladı.”“Elçi, makam ve hali öğrensin diye, ona, Cenâb-ı Hakk’ın Ebdallar hakkındaki iltifat ve ihsanlarını anlattı.”“Sofilerden hal sahibi olanlar çoktur. Fakat onlar arasında makam sahibi olanlar pek azdır.“Hz. Ömer elçiye, can menzillerinden haber verdi ve rûhun yolculuklarından bahsetti.”“Zamanın da ötesinde bulunan zamandan, ululuklarla dopdolu kutluluk makamından ,“ Can Zümrüd-i Ankasının, şu dünyaya gelmeden önceki hudutsuz uçuşlarından söz açtı.”“Hz. Ömer dışı yabancı gibi görünen o elçiyi, mânen uyanık ve dost buldu. Onun rûhunun ilâhî sırlara tâlib olduğunu anladı.” (S.102)“Topraktan yarattığı bedene bir âyet okudu, beden canlandı, can kesildi. Güneşe bir şey dedi, güneş parıl parıl parladı, nûr saçıcı oldu.”“Eğer sen, can aklının, şüpheye, tereddüde düşmemesini istiyor isen gaflet pamuğunu can kulağına tıkama.”“Can kulağına, gaflet pamuğu tıkama da, Allah’ın muammâlarını anla; gizli açık, söylediği sözleri idrâk et.” (S.103)“Can kulağı ile duymak, can gözü ile görmek; bu bizim bildiğimiz işitmek ve görmek duygularından bambaşkadır. Akıl kulağı da his kulağı da bu vahiy ve ilhâmın idrakindan âcizdir, yaya kalmıştır.” (S.104)“Ekmek sofrada bulundukça cansızdır. Fakat insanın bedenine girince enerji olur, neşeli rûh olur.”“Sofranın ortasında, kımıldamadan duran ekmeğin can kesilmesine imkân yoktur. Fakat boğazımızdan aşağı gidince hayvânî rûh, onu, selsebil suyu ile yoğurur, onu canlandırır, can haline kor.”“Ey doğru okuyup, doğru anlayan kişi, ekmeği canlandıran, onu kudret enerjisi haline koyan hayvânî rûhun kuvvetidir; ya canlar canının kuvveti nedir? Nasıl olur, neler yapar? Bir de onu düşün.”“Eğer “gönül” sır dağarcığının ağzını bir açarsa, can, arşa doğru koşup gitmeye başlar.”“Eğer, gizli sır, söylenebilseydi, o sırra tahammül edemezdi de bu cihan yanardı.”“Rum elçisi, Hz. Ömer’den bu sözleri işitince, mânevî bir neşe duydu, gönlü nûrlandı.” (S.105)“Sözün bir fâidesi yoksa söyleme, eğer varsa, dil uzatmayı bırak da şükretmeğe bak.”“Allah’a şükretmek, her boynun borcudur. Onunla, bununla kavga etmek, yüzünü ekşitmek kimseye borç değildir.” (S.106)“Bilgisizlik, yani Allah’ın bizimle beraber olduğunu bilmemek, onun zindanıdır. Bu hali,bu ihsanı bilmek, hissetmek de O’nun bağı bahçesi, köşkü, sarayıdır.” (S.109)
“Bu karma karışık olan dünyada biz kim oluyoruz? Biz birer gölge varlık, birer hiçten ibaretiz. Hiç bir harfle birleşmeyen, hiçbir nokta almayan elif gibiyiz. Bizden zûhur eden her hareket, her hal, O’nun esmâ ve ilâhî sıfatlarının tecellîsidir.”“Hûlus ile, canla, başla, Kur’ân-ı Kerîm okur, ona sığınırsan, peygamberlerin rûhları ile âşinâlık peyda edersin.”“Kur’ân okuduğun halde, onun emirlerine uymazsan,Kur’ân’ın ahlâkını yaşamaz isen, sana peygamberleri ve velîleri görmenin ne faydası olur?”“Peygamberlerin Kur’ân’da bulunan kıssalarını okur, Kur’ân’ın emirlerini yaşarsan, can kuşuna, ten kafesi dar gelmeğe başlar.” (S.110)“Kafeslerinden kurtulan rûhlar, peygamberlerdir. Onlar Hakk ve hakîkate erdikleri için, insanlara yol göstermeğe lâyık olmuşlardır. Onların sesleri kafeslerin dışından gelir, dinden duyulur.”“Biz, bu daracık kafesten, diri olan bir velîye bağlanarak dirildik de kurtulduk. O kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi de yoktur.” (S.111)“Nerede o zayıf ve günahsız kuş ki, onun gönlünde, ordusu ile beraber Süleyman bulunsun.”“Her an ona Allah’tan yüzlerce mektup, yüzlerce haberci gelsin. Onun bir; “Ya Rabbi!” demesine karşılık, Hakk’tan altmış kerre; “Lebbeyk” (=buyur kulum) nidası ulaşsın.” (S.115)“Her an da, ona özel bir miraç olsun. Başındaki velîlik tâcının üstüne, yüzlerce tâc konsun.”“Her ne kadar onun maddî varlığı, cismi yeryüzünde ise de, rûhu mekânsızlık âleminde, hem de Hakk yolcularının vehimlerine bile gelmeyen bir mekânsızlık âleminde uçsun.” (S.116)“Rûhlar, aslında, aynı yerden geldikleri için, Îsâ nefeslidirler. Bazen nefse uyarlar, yara olurlar. Bazen Hakk’a uyarlar, dertlere devâ, yaralara merhem kesilirler.”“Rûhlar, nefsânî arzulardan kurtulsalardı, günah perdelerini yırtsalardı her rûhun sözü, Îsâ nefesi gibi diriltici olurdu.” (S.118)“Âdem (a.s.) yeryüzüne ağlamak, feryâd etmek, inlemek, mahzûn olmak için geldi.”“Eğer sen de Âdemoğlu isen, onun soyundan geldinse, onun gibi özür dile, onun yolunda ol.”“İnsanın nûrunu, kemalini artıran lokma, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır.”“Haram lokma ise, kandilimize konunca, kandili söndüren yağa benzer. Sen ona yağ değil su adını koy, çünkü ışığımızı söndürüyor.”“Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmadan meydana gelir.”“Bir lokmadan hased, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil.”“Lokma tohumdur. Düşünceler onun mahsûlüdür. Lokma denizdir, incileri fikirlerdir.”“Ağıza alınan helâl lokmadan, Allah’a hizmet ve öteki âleme gitme arzusu doğar.” (S.120)“İnsan-ı kâmilin, kâinatın merkezi ve göz bebeği olduğu hakîkatinin tamamını söylemeyeceğim . Çünkü merkezin sahibi olan peygamberler, bunu men etmişlerdir.”“O kâmil insan, her gece, yüz binlerce iyi kötü hatıraları gönüllerden sürüp çıkarır.” (S.121)“Sanatlar da, huylar da uykudan uyanınca koşa koşa gelirler, sahiblerini bulurlar.”“Haber götüren güvercinler gibi, beden şehirlerinden uçar giderler, ötelere mektuplar götürürler. Sonra dönerler, kendi şehirlerine gelirler.” (S.122)“Ey teni uğruna canını yakan, ey nefsânî arzuları için canını veren kişi! Sen canı yaktın da, bedeni aydınlattın, neşeler verdin. Sen ebedî saâdeti, rûhanî zevki fânî olan ten zevkine fedâ ettin.” (S.123)“Kimi âşık görürsen, bil ki o, ma’şûktur. Yani seven kişi aynı zamanda sevgilidir. Çünkü seven kişi, bir bakımdan âşık ise, bir bakımdan da ma’şûktur.”“Bu dünyada, susamış kişilerin su aradıkları gibi, su da, dünyada susamışları arar.”“Madem ki âşık odur, sen artık sus. Madem o sana gizli sır söylemek için kulağını kendine doğru çekerse, sen de kulaktan ibaret ol.”“Ey dost, âşıkların hayatı ölmektedir. Gönül vermeyince, sen gönül bulamazsın.” (S.124)“Her kulağın duymaması için, ledün sırlarına âit sözlerden yüzde birini söyleyeceğim.”“Can namazının mihrabı, Vahdet-i Mutlak olan ve hakîkatlerin hakîkatini kalp gözü ile gören bir kişinin zâhiri ve taklidî iman tarafına gitmesi bir kusur sayılır.”“Allah, kendisinden başkasına gönül verenleri, bilhassa dünya sevgisine kapılanları kıskanır. Kıskançlık O’nun şânındandır. Bu sebeple kıskançlıkların aslı Allah’tandır. Bütün insanların kıskançlığı Allah’ın kıskançlığının bir cüz’üdür.”“Aynü’l-Kuzât-ı Hemadanî, Zübdetü’l-Hakayık adlı kitabında: “Eğer mezhebi bir kişiyi Hakk’a ulaştırırsa o kişi müslümandır. Eğer mezhebi onu Hakk’tan haberdar etmezse o yol, küfürden de beterdir” der. Ben beni Hakk’a götürmeyen mezhebi ateşe verir yakarım. Allah’ım, benim için mezheb Senin aşkındır. Ne zamana kadar aşkını gönlümde gizleyeceğim? Benim arzum ne dindir, ne de mezheb. Ben Senin yolunu, ben Seni istiyorum Allah’ım”der.” (S.125)
“Ey rûh, biz ve ben kaydından kurtulmuş olan, ey erkekte de, kadında da söze sığmaz, gözle görülmez, latîf rûh!.”“Erkek, kadın vahdette bir olunca, o bir olan sensin. Adetleri meydana getiren binler yok olunca, kalan bir yine sensin.” (S.126)“Ey yarattıklarına bol ikramlarda bulunan Allah, doğudan yüz gösteren her sabah vakti, seni, durmaksızın akan bir nûr çeşmesi olan güneş gibi coşmuş, kâinâta ihsanlar, lûtuflar dağıtır bir halde bulur.” (S.127)“Kim güzelliğini mezâda çıkarırsa, şöhret peşinde koşarsa, başına yüzlerce belâ gelir, yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.” (S.128)“Allah’ın lûtfuna kaçmalı, ona sığınmalı, çünkü O, rûhlara binlerce lûtuflarda bulunmuştur.”“Ten, kafes şeklindedir. Fakat, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların aldatışları yüzünden, bu ten, rûhu hırpalayan bir diken olur.” (164)(164) Rûh, ezelde, rûh âleminde çok mutlu idi. Oradan ayrı düşüp yeryüzünde topraktan yaratılmış olan bedene haps edilince çok muztarip oldu. Güzelller güzeli sevgiliden ayrı düşmesi, sonra ten hapsine girmesi onu perişan etmiştir. Bu acılar yetmiyormuş gibi yeryüzünde mahpusluk hayatını sürdürürken, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların söyledikleri bazı sözler, hevayî meşreb ve cismânî zevklere düşkün olan teni şımartmıştır. Ve ten, benliğe kapılarak rûhu hırpalamaktadır.” (S.129)“Seni öven, göklere çıkaran kişi, halk arasında kusurlarını söylerse, seni kınarsa, o kınayışın ateşinden gönlün günlerce kanar.”“Gerçi o, sende umduğunu elde edemediği için aleyhinde bulunur. Sen bunu bildiğin halde...”“Nefis çok övülme yüzünden firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; hor, hakîr ol; ululuk taslama.” (S.130)“Aman ya Rabbî! Her an yokluk âleminden, varlık âlemine katar katar yüzbinlerce kervanlar gelir durur.” (S.132)“Başını koydu yattı, uykuya daldı, bir rüyâ gördü: Rüyâsında Hakk tarafından bir ses geldi. Bu sei, rûhu işitti.”“O ses, dünyada duyulan her güzel sesin, her nağmenin aslıdır, ses ancak odur. Başka seslerin hepsi de, o mübârek sesin yankısıdır.”“Türk de, Kürt de, Farsça söyleyen de, Arapça söyleyen de o sesi, kulaksız ve dudaksız, duymuş, anlamıştır”“Türk, Tâcik, Zenci şöyle dursun, o sesi, ağaçlar, taşlar bile anlamıştır.” (S.135)“Her an, Allah’tan; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sesi gelip duruyor, varlıkların asılları olan “cevherler” ve teferruatı sayılan “a’raz”da bu sese evet diyorlar ve bu sesten var oluyorlar.”“Her ne kadar, cevherlerden ve a’razdan gelen “evet” cevabı duyulmuyorsa da, onların yokluktan varlık âlemine gelmeleri hali “evet” demektir.” (S.136)“Ancak, ermişlerin, azizlerin göğüslerinden taşan mübârek seslerdir ki, İsrâfil’in suru gibi dirilticidir, ebedîdir.”“Onların gönülleri öyle bir gönüldür ki, gönüller, onların yüzünden mest olmuştur. Onların yoklukları öyle bir yokluktur ki, bizim varlıklarımız, onların yokluğundan var olmuştur.” (165)(165) Velîler, gölge varlıklarından kurtuldukları ve yokluk mertebesine erdikleri için, tam mânâsıyla Hakk’ın tecellîsine mazhar olmuşlardır. Bizler de kendi mânevî varlıklarımızı onların nûru ile, onların lûtuf ve ihsanıyla idrâk edebilmekteyiz. Bu ermişlerin yokluğu sayesindedir ki, mânevî varlığımızın zevkini ve mânâsını tanımış olduk. Bir bakıma da velîler yoklukta var olmuşlardır.”“Onların gönülleri her düşünceyi, her sesi kendine çeker; ilhamın, vahyin ve sırrın lezzeti de onlardır.”“Eğer velîlerin gönül nağmelerinden birazcık söylersem, çürümüş bedenlerdekicanlar, mezarlarından baş kaldırırlar.” (S.140)“Allah’ın sesi, ister perde ardından gelsin, ister perdesiz gelsin... Kâmil insanın gönlüne, Hz. Meryem’in yakasından üflemek sûretiyle verilmiş feyzi ihsan eder. (167)(167) Şûra Sûresi’nin şu meâldeki 51. âyetine işâret edilmektedir: “Allah, bir insanla karşılıklı konuşmaz. Ancak vahiy ile kulunun gönlüne dilediği düşünceyi doğurarak, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder.” Yine bu beyitte Meryem Sûresi’nin 16-21. âyetlerine işâret vardır.”“Cenâb-ı Hakk, Hz.Âdem’e, kendi esmâ ve sıfatını bizzat gösterdi ve bildirdi. Başkalarına ise, o esmâyı Âdem vasıtasıyla açığa vurdu.” (S.141)“Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz; “Benim yüzümü görenler, beni görmüş olanları görenler ne mutlu kişilerdir.” diye buyurmuştur.”“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Hakk’ın esintileri, güzel, temiz kokuları, mânevî lûtufları, ihsanları, feyizleri, bu günlerde olduğu gibi, dünya durdukça vakit vakit eser durur.”“Bu vakitlere kulak verin; aklınız, fikriniz onlarda olsun da o güzel kokuları duyun; o lûtufları, feyizleri kaçırmayın.” (S.142)“İnsanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmiyene, ayıplar olsun. Gayb âleminden gelen temiz rûh, aynı yerden gelen kardeşlerde, nasıl olur da ayıp görür?”“Bu hale gelmiş velîlere düşman olanların canları ise, tamamen şekilden, cisimden ibârettir. O tavla oyunundan kırık pul gibi sadece bir addan başka bir şey değildir.” (S.144)“Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Ey ashabım, ey benim dostlarım, sakın ilkbahar serinliğinden ürkerek, bedenlerinizi örtmeyin...”“Çünkü, ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı te’siri bedenlerinize de, canlarınıza da yapar.”“Fakat sonbahar soğuğundan kaçının, çünkü, sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar.”“Bu hadisi rivâyet edenler, mânâsını zâhire, görünüşe göre vermişler; bunu da yeter bulmuşlardır.”“Bu kişilerin, candan, hadisin rûhundan haberleri yoktur. Onlar hadisin dışında kalmışlar, içine girememişlerdir. Onlar, dağı görmüşler de, dağdaki ma’deni görememişlerdir.” (S.148)“Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; velîlerin sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınma; onlara kulak ver; o sözler, dinine destek olur.” (S.149)“Allah’ı inkâr edenler derler ki: “Bu hal, yâni ağaçların yapraklarının dökülmesi, sonra tekrar yapraklanması, eskiden beri olagelen tabiî bir haldir. Bunu, ne diye kerem sahibi Allah yarattı diyelim?”“Onlar, rûhlarını uyandıracak hakîkatleri dinlememek için, kendilerini işe güce vermiş meşgul bir halde gösterirler, evliyânın yüzlerindeki nûra sırt çevirirler, şimşek parıltısına karşı gözlerini yumarlar.” (S.150)“Allah insana aklı, fikri, kıyas, delil asasını, hakkı, hakîkati bulsun diye verdi. İnsan, onu başka türlü kullanmaya başladı. Öfkeye kapıldı da, o asayı kendisine verene vurdu.”“Sana delil ve kıyas asasını veren Hakk’ın hidâyet eteğine sarıl; tam teslimiyetle Ona itaat ve kullukta bulun; baksana Hz. Âdem istidlâli kendisine asa yaptığı için isyana düştü. Başına neler geldi.”“Bu manevî hakîkatlerin lezzeti, akla aykırı olmasaydı, bunca mu’cizeye ihtiyaç olur mu idi?”“Akıl, akla uygun olan her şeyi sağa sola çekmeden, mu’cizeye ihtiyac duymadan kabul eder.” (S.153)“Hakk’ın emrini, Hakk’a ulaşmış bir kâmilden sor, öğren; çünkü her gönül, Hakk’ın emrini anlamaz ki.” (S.155)Bir bedevî ile karısının hikâyesi“Böylece, sivrisinekten tut da file kadar, bütün mahlûkat, Allah’ın âilesi sayılır. Allah da ne güzel bir âile reisidir!”“Gönüllerimizde bulunan ve bizi rahatsız eden gamlar, kederler, ümitsizlikler, hep bizim varlığımızın tama’ tozundan, hırs dumanından meydana gelir.” (S.157)“Bu bizi kökümüzden söküp atan gamlar, ümitsizlikler ömrümüzün orağıdır. Bu böyle oldu, şu şöyle oldu demeler, böyle düşünmeler, şeytanın gönlümüze düşürdüğü vesveseler, kuruntulardır.”“Sen, bizim eşimizsin; eş olan kişinin, eşinin huyu ile huylanması gerek ki işler, yolunda gitsin.”“Eşlerin birbirine benzemesi gerek, ayakkabı ve mest gibi çift olan şeylere bak da bunu anla.”“Ayakkabının bir teki, ayağa dar gelince, öbürü de senin işine yaramaz.”“Bir kapının iki kanadından birinin büyük, öbürünün küçük olduğunu gördün mü? Ormandaki arslana, bir kurdun eş olduğu görülmüş müdür?” (S.158)“Adam karısına; “Hanım!” dedi. “Sen kadın mısın? Yoksa hüzün ve keder kumkuması mı? Ben, yoksullukla övünürüm. Yoksulluk, benim başımın tâcıdır, onu başıma kakma...”“Yoksulluk, dervişlerin yoksulluğu senin anlıyacağın yoksulluk değildir. Bu sebeple yoksulluğa hor bakma.”“Çünkü yoksulların mülkün, malın ötesinde, Celâl sâhibi olan Hak’tan, başka türlü, pek büyük mânevî rızıkları vardır.” (S. 160)“Allah, miski, boş yere güzel kokulu bir hale getirmedi. O güzel kokuyu, burnu koku alamayan için yaratmadı.”“Allah yeri, göğü yarattı ve aralarında bir çok nûr ve nar uyandırdı.”“Allah, şu yeri, yerdekiler, toprağa mensup olanlar için; göğü de, göktekilere, göklere mensup olanlar için yaratmıştır.”“Bu yüzdendir ki, süflî olan aşağılık kişi ulvîliğin, yüceliğin düşmanı, olur. Her mekânın, her yerin isteklisi, davranışları ile kendini belli eder.” (S.161)“Güzel yüzü ile, edası ile erkeği kendine esir eden kadın, bir de tutar, kulluğa yönelirse, sevgisini açığa vurursa, seven ne hale gelir?“Güzelliğinin ihtişamı ile seni heyecana düşüren, kibirden, yüreğini, tir tir titreten o güzel, senin karşında ağlamaya başlarsa ne hale girersin?”“ “İnsanlar için süslenmiştir.” Âyeti gereğince, Allah’ın süslediği, güzel yarattığı kadından nasıl kaçılır?” (181)(181) Âl-i İmran Sûresi’nin şu meâlde başlayan 14. âyetine işâret vardır: “Kadınlar, insanlar için süslendi, onlara güzel gösterildi.”“Allah, kadını erkek onunla huzura kavuşsun, rahatlasın, ona eş olsun diye yarattı, Hz. Âdem nasıl olur da Hz. Havva’dan ayrılabilir?”“Erkek, yiğitlikte Zaloğlu Rüstem olsa, kahramanlıkta Hz. Hamza’yı bile geçse, kendi kadınının esiridir.”“Mübârek sözleri ile cümle âlemi mest eden Hz. Muhammed bile, Hz. Âişe’ye “Ey penbe beyaz kadın, ey Humeyra, bana birşeyler söyle de beni rahatlat.” diye buyururdu.”“Hz. Peygember (s.a.v.) buyurdu ki: “Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur.“Cahil kişiler de kadına galip gelirler. Çünkü onlar, pek sert, pek kaba kişilerdir.”“Cahil ve kaba erkeklerde, incelik, lûtuf, sevgi azdır. Çünkü onların yaratılışlarında hayvanlık sıfatı üstündür.”“Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet ise hayvanlık huyudur, hayvanlık sıfatıdır.” (S.164)“Şanı ve kudreti pek yüce olan Allah, gizli bir hazine idi. Güzelliğinden, büyüklüğünden, hadsiz hesapsız dolgunluğundan ötürü gayb perdesini yırttı. Ve kara topraktan ibâret olan şu dünyayı sayısız varlıklarla, güzelliklerle, hesapsız nimetlerle doldurdu da göklerden daha parlak bir hale getirdi.”“Gerçekten de Allah gizli bir hazine iken bilinmek istedi. Güzelliklerle dopdolu olduğundan coşup taştı ve toprağı atlaslar giyinmiş bir sultan gibi süsledi, donattı.” (S.170)“Ey yeri, yurdu tuzlu su çeşmesinin başı olan kişi, sen Ceyhun’u, Şatt’ı Fırat’ı ne bilirsin? Ey bu fânî dünyadan ve onun zevklerinden kurtulamayan zavallı, sen yokluğu mânâ sarhoşluğunu, rûh neşesini ne bilirsin?” (S.173)“Hakk’ın has kullarından baş çeker, uzaklaşırsan , bil ki, onlar senin varlığından bıkmışlardır, usanmışlardır.”“(188) Zümer Sûresi’nin şu meâldeki 53. âyetine işâret edilmektedir: “Habibim, de ki: “Ey bir çok günahlar işleyerek nefislerini harcayan kullarım. Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin, Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (S. 176)“Allah’ın velîleri, aklın da aklıdır. Bütün akılları ise develer gibi, başlangıcından katarın sonuna kadar hep onların kontrolü altındadır.”“Onlara ibret gözü ile bak da anla ki, yüzbinlerce cana bir velî kılavuzluk etmektedir.”“Mürşide, yol göstericiye karşı içinde bir şüphe ve tereddüt uyandı ise, doğru bir yol seçebilmek endişesi ile bu tereddüt ve şüphe, sana Allah’ın rahmeti, lûtfu ve ihsanıdır.” (S. 177)“Sâlih’in devesi, sâlih kişilerin, temiz insanların bedenlerine benzer. Sâlih kişiler kötülerin, azgınların halâki için birer tuzaktır.”“Hz.Sâlih’in, “Deveye dokunmayınız, su içmesine engel olmayınız.” Demesini dinlememeleri, Semud kavmini ne dertlere uğrattı. Nasıl helâk etti.”“Hakk’ın kahrının memuru, bir devenin kan pahası olarak, onlardan bütün bir şehir istedi.”“Sâlih’in rûhu incitilemez. Allah’ın nûru, kâfirlere mağlup olmaz.”“Cenâb-ı Hakk, gizlice insanla, insan cismiyle ilgilendi, ona yakın oldu ki, kötü kişiler onu incitsinler de, Hakk’ın imtihanını görsünler.” (191) (S.178)(191) Bu beyit üzerinde çok düşünmek gerek. Bazıları bu beyti; “Cenâb-ı Hakk, rûhu gizlice bedenle birleştirmiştir.” diye tercüme etmişlerdir. Halbuki beytin aslında “rûh” kelimesi yok, “Hakk” kelimesi var. Bundan sonra gelen beyit, bu beyiti tamamlamaktadır: “İnsanı inciten kişi, Hakk’ı incitmiş olur.” denmektedir.” (S.178-179)“İnsanı inciten kişinin, Allah’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hakk ırmağının suyu ile birleşmiştir.” (S.179)“O, yani sahte derviş, yemek içmek için Hakk’a âşıktır. Yoksa rûhu, Allah’ın mânevî güzelliğinin hüsn ü cemâlinin âşıkı değildir.”“O kendisini Allah’ın zâtına âşık vehmetse bile, onun vehmi aslında esmâ ve sıfatın verdiği vehimdir.”“Vehim vasıflardan, hadlerden doğar; Allah ise hiç kimseden doğmamış ve doğurmamıştır.” (S.180)“Mânâ kapısını çalarsan sana açarlar. Düşünce kanadını çırpar, uçmaya çalışırsan, seni bir doğan haline getirirler.” (S.183)“İmanlı bir kişi, bir yerde altın bir put bulsa, onu puta tapanlar alsın diye bırakır gider mi?”“Onu alır, ateşe atar eritir, onun eğreti olan putluk şeklini değiştirir.”“Böylece de altındaki put şekli kalmaz. Çünkü şekil, sûret mânâyı arayanlara engel olur ve yollarını vurur.”“Eğer tamamiyle zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret. Çünkü sabır, rahatlığın, genişliğin anahtarıdır.”“Düşüncelerden sakın. İnsanın gönlü ormana benzer; ormanda arslan gibi de, yaban eşeği gibi de düşünceler bulunur.” (S.184)“Fakat baştan aşağa gül gibi ve süsen çiçeği gibi güzel ve hoş olan kişi için bahar, görür ve gösterir iki gözdür.”“Mânâsız ve faydasız olan diken, gül bitirmediğinden, gül bahçesinde yan gelip oturmak için güz mevsimini ister.”“Güz mevsimini ister ki, o mevsim, gülün güzelliğini örtsün, gizlesin de kendinin çirkinliğini, ayıbını kimseye göstermesin; böylece sen ne bu gülün rengini, güzelliğini görürsün, ne de dikenin çirkinliğini.” (S.186)
“Yol bilen pîrin hallerini yaz. Bir pîr seç, onu mânâ yolunun tâ kendisi bil.”“Pîr yaz mevsimi gibidir. Halk ise güz ayı. Halk gecedir, pîr ise nûrlar saçan ay.”“Ey Hakk yolunun yolcusu, kendine pîr seç; çünkü bu yolculukta pîrsiz olursan, pek büyük âfetler, korkular, tehlikeler vardır.”“Çok defa geçtiğin bu yolda bile kılavuzsuz gidersen şaşırır kalırsın.”“Ya hiç görmediğin bir yolda ne olursun? Aklını başına al da, kılavuzsuz olarak yola düşme.” (S.187)“Yâ Ali, Allah yolunda yapılan taatlar, ibâdetler içinden sen, Hakk’ın has kulu, bir kâmilin gölgesinde bulunmayı seç...”“Şu dünyada, herkes bir çeşit ibâdete sarılmış, kendisine bir kurtuluş yolu aramıştır.”“Sen git de, akıllı ve kâmil bir kişinin gölgesine sığın da, gizli gizli savaşan, sinsi bir düşman olan nefsin elinden kurtul.”“Ey Hakk yolunun yolcusu, pîri bulunca, aklını başına al da, ona teslim ol; Mûsâ Peygamber gibi, Hızır’ın buyruğu altına gir.”“İki yüzlülük etme, Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki, Hızır sana ; “Artık ayrılık zamanı geldi, git.” demesin.”“Gemiyi delerse, delsin hiçbir söyleme, çocuğu öldürürse öldürsün sen bu işe üzülme, saçını başını yolma.”“Allah, onun eline; “Kendi elim.” dedi. Allah’ın eli, onların ellerinden üstündür hükmünü verdi.” (205)“ (205) Fetih Sûresi’nin 10. âyetine işâret var.” (S. 189)“Bu yolu, mürşidsiz, yalnız aşan da var. Bu pek azdır. Ama bu da yine pîrin himmeti ile olur.“Pîrin eli, gâiblere yetişmeyecek kadar kısa değildir. Elini tutmayanlara da elini uzatır, onun eli Allah’ın kudret eli sayılır.”“Elinden tutmayanlara, huzurunda bulunmayanlara bile, böyle mânâ elbiseleri giydirirse, şüphe yok ki, huzurunda bulunanlar, bulunmayanlardan karlı çıkarlar.”“Huzurunda bulunmayanlara bile yiyecekler verirse, konuklarının önüne ne nimetler koyarlar.”“Pîri seçince, tahammülsüz olma, balçık gibi uyuşukluk gösterme.” (S.190)“Varlıktan kurtulmuş olnlara, gökyüzü de secde eder. Güneş de, Ay da.”“Kimin bedenindeki kâfir nefis öldü ise, güneş de onun buyruğuna girer, bulut da...”“Gönlünde ilâhî aşk ateşini uyandıran ve çevresini aydınlatmayı öğrenen kişiyi artık güneş bile yakamaz.” (S.191)“Rûh, şimdi bedenle yoldaş olmuştur. Rûhu, beden korumaktadır. Bir zaman için köpek de, kapı eşiğinde bekçilik etmiştir.”“Sırların arslanı, emîri olan kişi, gönülden geçenleri bilir.”
“Ey düşüncelere dalmayı âdet edinen gönül, kendine gel de, ermiş bir kişinin yanında gönlüne kötü bir düşünce getirme.”“O senin gönlünden geçenleri bilir, yine de konuşmasına devam eder. İçinden geçenleri anladığını gizlemek için senin yüzüne güler.” (S.193)“Şu halde Allah’a şükürler olsun ki, bizi bizden önce gelip helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.”“Getirdi de, Cenâb-ı Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçenlere ne cezalar verdiğini, duyduk öğrendik.” (S.195)"O Hakk Peygamberi, o gerçek peygamber, bu yüzden hadisinde bize; “Ümmet-i merhûme.” (=Allah’ın merhametine, acımasına lâyık olmuş ümmet) diye buyurdu.”“Allah’ın zâtından başka her şey fânîdir. Mademki O’nun zâtında yok olmamışsın , artık varlık arama.”“Kim bizim zâtımızda, hakîkatimizda yok olursa, “yok olmak”tan kurtulur, beka bulur.”“Çünkü o “illâ”dadır. “lâ”dan geçmiştir. Makamı “illâ”da olanlar ise yok olup gitmez, yâni Hakk’ta fânî olamaz” (S.196)“Göklerde ve yerde bulunanlar, her şeyi O’ndan isterler. Çünkü tüm varlıklarını O’na borçludurlar. Cenâb-ı Hakk, her gün, her an yeni bir iştedir. “Kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Bir hali giderir, başka haller getirir.” Âyetini oku da, Allah’ı kesinlikle işsiz, güçsüz sanma.”“Onun en hafif, en küçük işi, her gün bu dünyaya üç ordu yollamasıdır.”“Bir orduyu, doğacak çocukların döllenmesi için babaların bellerinden anaların rahmine gönderir.”“Bir ordu da, dünya erkek ve dişilerle dolsun diye, rahimlerden yer yüzüne gönderdiği çocuklar ordusudur.”“Cenâb-ı Hakk bir orduyu da herkes yaptıklarının karşılığını görsün diye yer yüzünden, ötelere, ecel tarafına gönderir.”“Her peygamberin, her velînin ayrı bir mesleği, ayrı bir meşrebi vardır. Ayrı bir yolu, yordamı vardır. Fakat hepsi de kendilerine gönül verenleri Hakk’a götürdükleri için, hepsi de bir yolda, hepsi de Hakk yolundadır.” (S.198)“Dinleyicileri uyku bastıracak olursa, söz değirmenin taşlarını su götürür.”“Bu suyun akışı, değirmen için değildir. Çünkü, suyun asıl yolu, değirmenin ötesindedir. Bu su, değirmene sizin için gitmektedir.”
Bizler gün geçtikçe artan bir hızla iç farkındalığımızı unutuyoruz. Bunun sonucunda kalıcı huzuru ve erdemleri sanki birer masalmış gibi düşlüyoruz. İnsanları hayata bağlayan bütün içsel değerler dış evrende aranmaya başlanmasıyla "insan" özünde saklı olan bilgeliği gözardı etmiştir. Cömertlik, dürüstlük, cesaret, sabırlı olmak ve belki de içten gülümseyebilmek insanın şu ufacık vücuduna sığdırılmış büyük değerlerdir. Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi adlı eserinde gerçek varoluşun "insandan" diğer bir deyişle "sevgiden" öte olmadığını bizlere öğütler. Mevlana'nın şu eşsiz sözleriyle yazımı noktalamak istiyorum: "Tahsille elde edilen akıl, ırmaklara benzer. Yataklarından akar da eve öyle varır, ulaşır. Aktığı yol, bağlandı mı akamaz. Sen kaynağı kendi içinde ara. Mevlana Celaleddin Rumi
Evrensel Bilgiye Açılan Kapılar Makro Felsefe Çetin BAL : M.S. 2150 Yorum 2150 A.D. (M.S.2150) M.S. 2150 H içbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa / İndex /Ziyaretçi Defteri / E-Mail / Kuantum Fiziği /Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology /Kuantum Teleportation / Duyuru / UFO Technology |