|
Zaman Yolculuğunu Araştırma
Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
|
KUANTUM FİZİĞİ
Yüzyılımızın başında ortaya atılan iki teori, fizik ve
felsefe dünyamızı çok derinden etkiledi. Bunlar kuantum ve rölativite
teorileriydi. Rölativite, tek başına kendi yolunda yürüyen bir adamın
ürünüyken, kuantum teorisi birçok kişinin katkılarıyla oluşmuştu: Planck,
Einstein, Bohr, De Broglie, Schroedinger, Heisenberg, Dirac ve Pauli gibi…
Ve her birine bu katkılarından dolayı Nobel ödülü verilmişti.
Otuz yıl kadar süren bir arayışın sonunda da kuantum mekaniği denilen yeni
bir bilim felsefesi doğdu. Kısaca tanımlamak gerekirse, atom altı
parçacıklarının fizksel yapılarını ( Konum, momentum,…gibi), matematiksel
bazı denklemlerle açıklama sistematiğidir.
” Olabilir desinler, ama olur demesinler.”
Cicero
“Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz..”
Atasözü
Niels Bohr şöyle dedi: ” Bir süre önce yine burada Kopenhag’ da özellikle
olguculuk yanlılarının katılmış olduğu bir felsefe konferansı vardı. Bunda
Viyana Okulu’ nun üyeleri büyük rol oynadılar. Bu filozofların önünde
kuantum teorisinin yorumunu yapmaya çalıştım. Konferansımı verdikten sonra
karşıt hiçbir düşünceyle ve zor herhangi bir soruyla karşılaşmadım. Ama
bunun benim için çok korkunç olduğunu itiraf etmeliyim. Çünkü bir insan
kuantum teorisinden ürkmezse, onu anlaması da olanaksızdır. Belki de o kadar
kötü bir konferans verdim ki, kimse neden söz ettiğimi anlamadı.
Klasik Fiziğin Çözemedikleri
Kuantum kuramının doğuşunu kavrayabilmek için biraz gerilere gitmemiz
gerekiyor. 19. yy sonlarına. Üç önemli problem,klasik görüşlerle
açıklanamıyordu:
1. Siyah cisim ışımasının enerji dağılımı (morötesi felaket!)
2. Fotoelektrik olay
3. Atomların kararlılığı
Gazların kinetik kuramı, klasik fiziğin çok önemli başarılarından biriydi.
Bu kurama göre, hiç bir molekülü dışarı kaçırmayacak ideal bir gaz kabındaki
N molekülün toplam enerjisi E olsun. Bu toplam enerji (E) , enerjinin eşit
dağılımı yasası diye bilinen temel bir istatistiksel teoreme göre ortalama
olarak moleküllere eşit olarak dağılmıştır. Ortalama diyoruz, çünkü
istatistiksel açıdan kesin veriler değil, ancak ortalama değerler elde
edilebilir. Lord Rayleigh ve Sir James Jeans, gazların kinetik kuramına
başarıyla uygulanan istatistiksel modeli, iç duvarları kusursuz ayna olan
kutuda hapsedilmiş “ışık” dalgalarına uygulamaya çalıştılar. Ama burada
temel bir zorlukla karşılaştılar. Bir gaz kabındaki molekül sayısı çoktu;
ama “sonlu” ydu, oysa ışığın hapsolduğu ideal bir ayna cidarlı kutuda farklı
titreşim tiplerinin sayısı “sonsuz”du. İşi basitleştirmek için “Jean
Küpü”nün yalnızca sağ ve sol iç duvarları arasında gidip gelen dalgaları
düşünelim. Bu dalgalar, duvarlarda zamanla genliğin kaybolacağını söyleyen
sınır koşullarına uymalıdır… Bunu üç boyutta düşündüğümüzde “sonsuzluk”
sayısının daha da artacağı açıktır. Titreşim modu (düğüm noktası) sayısı
sonsuz, ama enerji sonlu. Yani titreşim modu başına düşen enerji = E/ sonsuz
= tanımsız. Bu, kuşkusuz saçma bir sonuçtur. Yani açıkça, klasik kuram,
artık cisimlerin doğasına ilişkin bilgilerimizle çelişmekteydi. Atomik
ölçekte,maddenin davranışını açıklamak için klasik fiziğin uygulama
denemeleri tamamen başarısız oldu.
Siyah cisim ışıması,fotoelektrik olay ve bir gaz deşarjında atomların
yaydığı keskin çizgiler klasik fizik çerçevesinde anlaşılamadı. George Gamow
‘un dediği gibi:” Bir kuram, cisimlerin doğası ile ilgili bilgilerimizle
çeliştiği zaman, cisimlerin yapısı değil kuram yanlış olmalıdır”. Doğaya
yeni bir bakış açısıyla bakmak gerekiyordu. Bu devrim, 1900 ile 1930
arasında gerçekleşti. Kuantum Mekaniği denen bu yeni yaklaşım atom,molekül
ve çekirdeklerin davranışını başarıyla açıkladı.
KUANTUM FİZİĞİNİN ÖYKÜSÜ
Belki de hiçbir kuram ,kuantum fiziği kadar bir yüzyıla böylesine belirgin
bir damga vurmamıştır .1900 yılında Max Planck’ın kara cisim ışımasını
kuantumlanmış enerji yayımıyla açıklamasının fizikte yarattığı devrim
,temposundan hiç yitirmeden 20. yüzyıl boyunca yeni kuşak bilim adamlarının
olağanüstü düşünce ürünleriyle zenginleşerek sürdü . Bugün eriştiğimiz bilgi
düzeyi farkında olalım ya da olmayalım yaşamımızı etkileyen , kolaylaştıran
pek çok uygulamayı ,işte bu bilimin öncülerine borçluyuz. Geçtiğimiz
yüzyılın en önemli düşünsel başarılarından biri de , atomaltı ölçekteki
evreni inceleyen kuantum mekaniğinin tersine .kozmos ölçeğinde etkili kütle
çekimi betimleyen genel görelilik .birbiriyle uyuşmamalarına karşın bu iki
kuram birbirlerine tamamlayarak geliştiler . Belki de önümüzdeki yıllarda bu
kuramları özdeşleştirmek için sürdürülen çabalar meyvelerini verecek ve
insanlık doğanın evrenin işleyişi konusunda yepyeni bir anlayışa kavuşacak..
1897: PİETER ZEEMAN & JOSEPH THOMSON ; Zeeman ışığın bir atom içindeki yüklü
parçacıkların hareketi sonucu yayımlandığını buldu. Thomson’da elektronu
keşfetti .
1900:MAX PLANCK; Kara cisim ışımasını kuantumlanmış enerji yayımıyla
açıkladı; kuantum kuramı böylece doğmuş oldu.
1905: ALBERT EİNSTEİN ; Dalga özellikleri olan ışığın aynı zamanda daha
sonra foton diye adlandırılacak olan belirli büyüklükte enerji paketlerinden
oluştuğu düşüncesini ortaya attı.
1911-1913: ERNEST RUTHERFORD& NIELS BOHR ; Rutherford atomun çekirdek
modelini oluşturdu . Bohr ise ,atomu bir gezegen sistemi gibi belirledi
.Ayrıca durağan enerji durumlar kavramını ortaya attı. Hidrojenin tayfını
açıkladı.
1914: JAMES FRANK & GUSTAV HERTZ ; Bir elektron saçılım deneyiyle durağan
durumların varlığını doğruladılar
1923: ARTHUR COMPTON; X-ışınlarının elektronlarla etkileşimlerinde minyatür
bilardo topları gibi davrandıklarını gözlemledi .Böylece ışığın parçacık
davranışı hakkında yeni kanıtlar ortaya koydu.
1923:LOUIS DE BROGLIE ; Madde parçacıklarının da dalga davranışı yaptığını
öne sürerek dalga-parçacık ikiliğini genelleştirdi.
1924: SATYENDRA NATH BOSE &ALBERT EINSTEIN ; Kuantum parçacıklarını saymak
için ,daha sonra BOHR- EINSTEIN diye adlandırılacak olan ,yeni bir yöntem
buldular.Ayrıca uç derecelerde soğutulmuş atomların tek bir kuantum durumuna
yoğuşacaklarını önerdiler . “BOSE- EINSTEIN YOĞUŞMASI” 1990′lı yıllarda
deneysel olarak gerçekleştirildi.
1925: WOLFGANG PAULİ ; Aynı özelliklere sahip fermiyon türü iki parçacığın
aynı enerji düzeyinde bulunamayacağını söyleyen “dışlama ilkesi” ni açıkladı
.
1925: WERNER HEISENBERG & MAX BORN & PASCUAL JORDAN ; Kuantum mekaniğinin
ilk biçimi olan matris mekaniğinin geliştirdiler ve kuantum alan kuramı
yolunda ilk adımı attılar .
1926: ERWİN SCHRÖDİNGER; Kuantum fiziğinin “dalga mekaniği” diye
adlandırılan yeni bir betimlemisini geliştirdi.yeni kavram daha sonra
“Schrödinger denklemi ” diye adlandırılan ,bilimin en önemli formüllerinden
birini de kapsıyordu.
1926: ENRICO FERMİ &PAUL A.M.DIRAC; İki bilim adamı ,kuantum mekaniğinin
parçacıkları saymak için yeni bir yola gereksinme duyduğunu belirlediler
“Fermi Dirac istatistiği”, katı hal fiziğine kapıyı araladı.
1926: DIRAC;Işığın kuantum kuramı üzerine çok önemli bir makale yayımladı
1927:WERNER HEISENBERG; Bir parçacığın aynı zamanda hem konumunu hem de
hızını ölçmenin olanaksız olduğunu gösteren ünlü “belirsizlik ilkesi”ni
açıkladı.
1928: DIRAC; Elektronun karşı maddenin varlığını da öngören relativistik bir
kuramını ortaya koydu .
1932: CARL DAVID ANDERSON; Karşı maddeyi keşfetti . Bu parçacık ,pozitron
adı verilen bir antielektrondu.
1934: HIDEKI YUKAWA; Çekirdek kuvvetlerinin ,mezon denen ağır parçacıklarca
iletildiği düşüncesini ortaya attı.Bunların elektromanyetik kuvvete aracılık
eden fotonlarla benzer işlev yaptığını öne sürdü.
1946-48: ISIDOR RABI & WILLIS LAMB&POLYKARP KUSCH; Dirac kuramında
tutarsızlıklar keşfettiler.
1948: RICHARD FEYNMAN & JULLIAN SCHWINGER & SIN ILTRO TOMONAGA ; Kuantum
elektro dinamik denen ve fotonlarla elektronların etkileşimini anlatan ilk
eksiksiz kuramı geliştirdiler .Kuram ,Dirac kuramındaki tutarsızlıkları
açıkladı.
1957: JOHN BARDEEN & LEON COOPER & ROBERT SCHRIEFFER ; Elektronların,kuantum
özellikleri dirençsiz hareket olanağı veren çiftler oluşturabildiklerini
gösterdiler.Bu süperiletkenlerin sıfır elektrik direncini açıkladı.
1959: YAKIR AHARONOV & DAVID BOHM ;Bir manyetik alanın ,elektronun kuantum
özelliklerini klasik fiziğin yasakladığı bir biçimde etkilediğini öne
sürdüler “Aharov –Bohm etkisi”,1960 yılında gözlendi ve akla gelmedik pek
çok makroskopik etkinin gizli işaretlerini verdi.
1960: THEODORE MAİMAN ;Charles Townes ,Arthur Schawlow ve diğerlerinin daha
önce yapmış oldukları çalışmaları ileri götürerek pratik kullanımlı ilk
lazeri geliştirdi.
1964: JOHN S. BELL; “Bell eşitsizlikleri ” denen deneysel bir testle ,
kuantum mekaniğinin bir sistem için en eksiksiz tanımı verip vermediğinin
sınanabileceğini söyledi.
1964: MURRAY GELL & MANN; Madde parçacıklarını oluşturan ve kuark adı
verilen temel parçacıklarla ilgili bir model geliştirdi.Kuarkların varlığı
1969 yılında deneysel olarak kanıtlandı.
1970′LER: Parçacık fiziğinin maddenin dört temel kuvvet aracılığıyla
etkileşen kuark ve leptonlardan oluştuğunu söyleyen Standart Model’in
temelleri atıldı.Kuark modeli temelinde şiddetli çekirdek etkileşimlerini
betimlemeyen “Kuantum renk dinamiği” kuramı geliştirildi.
1982: ALLAIN ASPECT; Bell eşitsizliklerinin deneysel bir sınavıyla kuantum
mekaniğinin eksiksiz bir anlatım olduğunu gösterdi.
1995: ERIC CORNELL & CARL WİEMAN & WOLFGANG KETTERLE ; Mutlak sıfırın (-273
C) yalnızca milyonda bir derece üzerine kadar soğutulmuş metalik atom
bulutlarını tek bir kuantum durumuna hapsederek ,70 yıl önce kuramsal
varlığı öne sürülen BOSE & EİNSTEIN yoğuşmasını oluşturdular . Bu başarı
atom lazeri ve süper akışkan gazlar gibi pratik uygulamalar için yolu açtı.
Kuantum Fiziğinin Garip Söylemleri
Üstüste Gelme
Kuantum fiziğinin belki de en garip (ve en çok itiraz alan) yönü bir
sistemin aynı anda birkaç farklı durumda bulunabilmesi. Parçacıklar doğal
olarak böyle durumlara giriyorlar. Örneğin bir elektron tek bir noktada
değil de değişik noktalarda bulunabilir. Max Born 1926 yılında de Broglie
dalgalarının fiziksel bir dalga olmadığını, bir olasılık dalgası olarak
yorumlanması gerektiği düşüncesini ortaya attı. Buna göre parçacıklar de
Broglie dalgasının bulunduğu her yerde bulunur, bunlar dalganın güçlü olduğu
yerlerde yüksek olasılıkla, zayıf olduğu yerlerde de düşük olasılıkla
bulunuyor. Böylece parçacığın konumu doğal bir belirsizlik taşır. Max Born
bu çalışmasından dolayı 1954 yılında Nobel ödülünü kazandı. Erwin
Schrödinger, üstüste gelme ilkesinin yarattığı gariplikleri en açık biçimde
ortaya koyan bir düşünce deneyi tasarladı. Schrödinger’in kedisi olarak
bilinen bu deneyde bir kedi aynı anda hem diri hem de ölü olduğu bir duruma
sokulabiliyordu. Hem mikroskobik ölçekte hem de bazı makroskobik cisimlerde
var olduğu bilinen üstüste gelme olgusunun yorumu sürekli tartışma konusu
olagelmiştir.
Tünelleme
Klasik fiziğe göre herhangi bir cismin kinetik enerjisi negatif olamaz.
Dolayısıyla duvara attığım bir top duvarı delmeden öteki tarafa geçemez;
çünkü duvarın getirmiş olduğu enerji engelini aşabilmek için klasik fiziğe
göre duvarın içinden duvarı delmeden geçmek için negatif kinetik enerjiye
sahip olmalıdır. Bu da klasik fiziğe aykırıdır. Kuantum kuramına göreyse,
bir enerji engelini aşmak için yeterli enerjisi olmayan bir kuantum
parçacığı , yine de bu engeli aşabilir. Yani engelin öteki tarafında bulunma
olasılığı sıfır değildir. Kuramın tahmin ettiği ve doğruluğu deneylerle
kanıtlanmış olan ve radyoaktivite gibi olguları açıklayan bu etkiye
tünelleme adı verilir.
Schrödinger Denklemi
Bir kuantum sistemi hakkında bize her bilgiyi veren araç dalga fonksiyonu
adı verilen bir fonksiyondur. Dalga fonksiyonunun uzaya ve zamana bağlı
değişimini veren denklemi ilk bulan Avusturyalı fizikçi Erwin
Schrödinger’dir. Bu yüzden denklem Schrödinger denklemi adıyla anılır.
Schrödinger denklemine göre dalga fonksiyonunun zamana göre değişimini
Hamiltonian adı verilen bir operatör kontrol eder. Hamiltonian operatörü
(bazen enerji operatörü adıyla da anılır) sistemin enerjisi ile yakından
ilgilidir. Kuantum sisteminin sahip olabileceği enerji değerlerini
Hamiltonian operatörü belirler. Bunu veren denkleme de zamandan bağımsız
Schrödinger denklemi adı verilir. Schrödinger denkleminin çözümü olan dalga
fonksiyonunun karesi kuantum sistemi ile ilgili olasılıkları verir.
De Broglie Dalgası
1923 yılında aristokrat bir aileden gelen Fransız fizikçi Louis de Broglie
ışığın bazen dalga bazen de parçacık gibi davranmasından esinlenerek, diğer
parçacıkların da dalga yönleri olabileceği savını ortaya attı. Buna göre
momentumu p olan bir parçacığa dalgaboyu l =h/p olan bir dalga eşlik ediyor
ve parçacığın özelliklerini tamamlıyordu. Nasıl bir gitar teli uzunluğuna
bağlı olarak sadece belli frekanslarda titreşiyorsa, atomun çevresinde
dolanan bir elektronun de Broglie dalgası da sadece belli dalgaboylarına
sahip olmalıydı. Bu çeşit bir dalga 1913 yılında Bohr’un hidrojen atomundaki
elektronların enerji seviyelerini bulduğunda yaptığı varsayımları
açıklıyordu. Makroskobik cisimlerin momentumları çok daha büyük olduğundan,
de Broglie dalgasının dalgaboyu ölçülemeyecek kadar küçüktür. Bu nedenle
makroskobik cisimlerin dalga özellikleri gözlemlenemez. De Broglie’nin bu
çalışması, kendisinin 1929 yılında aldığı dışında iki Nobel ödülü daha
üretti. 1926′da Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger, de Broglie’nin
çalışmasını genişleterek kuantum kuramının temel denklemini elde etti ve
1933′te Nobel ödülünü aldı. 1927 yılında birbirlerinden bağımsız olarak
ABD’de Davisson ve Germer, İngiltere’de de Thomson, bir kristale gönderilen
elektronların tıpkı dalgalar gibi kırınıma uğradıklarını gösterdiler.
Davisson ve Thomson’da 1937 yılında Nobel aldılar.
Belirsizlik İlkesi
Kuantum kuramının belirsizlik ilkesi, bir parçacığın bazı farklı
özelliklerinin ikisinin de kesin olarak belirlenemeyeceğini söyler. Örneğin
bir parçacığın konumuyla momentumu (momentum bir cismin kütlesiyle hızının
çarpımıdır) aynı anda tam olarak ölçülemez. Kuantum kuramına göre parçacığın
bu iki özelliğindeki belirsizliklerin çarpımı en az Planck sabiti
h=6,626×10^-34 J.s kadardır. Konumu belli bir anda kesin olarak bilinen bir
parçacığın momentumu sonsuz belirsizliktedir ve bu yüzden parçacık kısa
sürede o noktadan ayrılır ve uzaya dağılır. Benzer şekilde momentumu kesin
olarak bilinen bir parçacığın konumu sonsuz belirsizliktedir, yani böyle bir
parçacık uzayın her köşesinde bulunabilir. Bu nedenle doğada rastlanan
parçacıkların bulunduğu kuantum durumlarında parçacıkların hem konum hem de
momentumu bir miktar belirsiz olmak zorunda. Alman fizikçi Werner Heisenberg,
ünlü mikroskop örneğini bu ilkeyi açıklamak için geliştirdi. Bir parçacığın
yerini “görerek” ölçmeye çalıştığınızı düşünün. Böyle bir ölçümde parçacığın
üzerine ışık göndermek, dolayısıyla parçacıkla etkileşmek gerekir. Bu bile
parçacığın konumunu tam olarak belirlemeye yetmez. Bu ölçümde en azından
kullanılan ışığın dalgaboyu kadar bir hata yapılır. Bunun yanı sıra ışık
parçacıkla etkileştiği için ölçüm, parçacığın hızında bir değişmeye de neden
olur. ışık parçacığa çarpıp yansıdığı için en az bir fotonun momentumu
parçacığa aktarılır. Parçacığın momentumu ölçümden önce tam olarak bilinse
bile, konumun ölçülmesi parçacığın momentumunu h/l kadar değiştirir. Bu
nedenle, parçacığın yerini daha iyi belirlemek için daha kısa dalga boylu
ışık kullansak bile, ölçümümüz momentumdaki belirsizliği arttıracak, ama her
durumda ikisinin belirsizlikleri çarpımı en az 'h' kadar olacaktır.
Parçacıkların uzaydaki doğrusal hareketleri dışında kendi iç dinamikleriyle
ilgili hareketleri de vardır. Bu parçacıkları doğrusal değil de küçük
kürecikler şeklinde düşünürsek, bu kürelerin kendi çevrelerinde dönmeleri de
etkileri gözlemlenebilen bir hareket şeklidir. Bu hareket için İngilizce’de
kendi etrafında dönmek demek olan “spin” kullanılır. Spin de bir açısal
momentum türüdür. Fakat kuantum kuramı bazı parçacıkların (elektronlar gibi)
spinlerinin gerçekten böyle bir dönme sonucu oluşmayacağını söylüyor. Bu
rağmen dönme benzetmesi bir çok açıdan iyi bir açıklama biçimi gibi
görünüyor. Kuantum kuramına göre spini “s” olan bir parçacığın spin durumu
sadece (2s+1) değişik değer alabilir yada bu (2s+1) durumun üst üste
gelmesiyle oluşabilir. Elektron, proton ve nötronların spinleri s=1/2 dir.
Yani bu parçacıkları uzaydaki hareketlerinin dışında 2 değişik durumda da
bulunabilirler. Zayıf etkileşimi ileten W ve Z parçacıklarının spini 1′dir.
Bunlar da 3 değişik durumda bulunabilirler. Fotonlarsa ışık hızında hareket
ettikleri için spinleri 1 olmasına karşın sadece iki farklı spin durumunda
bulunabilirler. Bunların dışında bir kaç parçacıktan oluşmuş birleşik
sistemlerin spinide hesaplanabilir. Örneğin helyum-4 atomunun spini 0 olarak
hesaplanabiliyor. Spini olan bir çok parçacık spinlerinin yönüne bağlı
olarak uzayda manyetik alan oluştururlar. Bu anlamda bu tip parçacıkları
küçük birer mıknatıs olarak da düşünmek mümkün. Eğer elektronlar bir
manyetik alandan geçirilirse, kendi mıktanatıslıklarının yönüne bağlı olarak
değişik yönlere sapmaları gerekir. 1921 yılında Stern ve Gerlach bu deneyi
yaparak elektronların sadece iki değişik yöne saptıklarını, böylece bu
parçacıkların sadece iki farklı spin durumunda bulunabildiklerini göstererek
kuantum fiziğinin en güçlü kanıtlarından birini elde ettiler
Kuantum Teorisi | Teori Hakkında Yapılan
Çalışmalar
Kuantum teorisi, atomik olaylardaki enerjiyi açıklamaya yarayan bir fizik
teorisidir. Kuantum kelimesi yalnız başına kullanıldığında bir sistemin
değiştirebileceği enerjinin küçük bir kısmı anlamına gelir. Mesela foton,
elektromanyetik radyasyon kuantumudur. Kuantum teorisi enerjinin devamlı
olmadığını ve seviyelere sahip olduğunu, bu seviyelerin küçük kademeler
halinde değişebileceğini matematik ifadelerle açıklar. Mesela; bir atomda
elektronların çekirdek etrafında kendi yörüngelerindeki hareketleri, siyah
cismin küçük miktarlar halinde ısı yayması(Max Planck'ın siyah cismin
radyasyonunu buluşu), fotonun elektromanyetik radyasyonu (Bohr teorisi),
fotoelektrik olayı, atom spektrumu (tayfı) kuantum teorisi ile izah
edilebilir. Kuantum teorisi üzerine yapılan çalışmalar şunlardır:
Plank'ın radyasyon teorisi:
1901 senesinde Alman fizikçisi bir cismin ufak bir oyuğundan yaydığı ısı
enerjisinin frekans dağılımını (radyasyonunu), ışığın elektromanyetik
teorisine benzeterek, cisme ait en küçük parçalarının titreşimler yaparak
yaydığı enerjisine benzetmiş ve matematik olarak bunu ifade etmiştir.
Yaptığı hesaplardan, bu titreşimlerin genliklerinin sınırlı olması
gerektiğini anladı. Mesela bir salınımın veya titreşimin genliği 1 m veya 2
m olabilmekteydi, arada bir değer alamamaktaydı. Bunun sonucu olarak, sadece
belirli genlikteki salınımlara müsaade edildiğinden dolayı, enerji artık
düzgün bir şekilde alınamamaktaydı veya yayılamamaktaydı. Böylece işlem
sarsıntılı olarak, müsaade edilen bir genlikten diğer genliğe sıçrayarak
ortaya çıkacaktı. Böyle bir sıçramayı ortaya çıkarmak için gerekli olan
enerji miktarını bir kuantumluk enerji olarak isimlendirdi. Ayrıca bir
kuantumluk enerjinin, salınımın frekansı ile, Planck sabiti denen sabit bir
sayının çarpımına eşit olduğunu kabul etti. Bu sabite h=6,62·10-27 erg.
saniye şeklinde çok küçük bir değer olduğu için sıçramalar da çok düşüktür.
Bu kabuller o kadar değişiktir ki, Planck bile geçerliliğinden şüpheye
düştü. Ancak 1905'te Albert Einstein, önemli bir adım atarak, bunları ciddi
bir şekilde inceledi. Işığın kendisinin kuantumların birleşmesinden meydana
gelen taneciklerden ibaret olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işaret etti.
Yoksa, teoride bir dengesizlik ortaya çıkmaktaydı. Şimdi bu taneciklere
foton denilmektedir ve bunların enerjileri, frekansları ile Planck sabitinin
çarpımına eşittir. E=h·f. Bu kabul, metalik bir yüzeye ışığın çarpmasıyla bu
yüzeyden elektronların koparılması olayını açıklayarak pekiştirdi. Buna
fotoelektrik olayı denilir.
Dalga ve parçacık teorisi:
On yedinci yüzyılda Isaac Newton, ışığın parçacıklardan meydana geldiğini
kabul etmiş ve bir geometrik optik geliştirmişti. Ancak daha sonra meydana
gelen gelişmeler ve ışığın hızının diğer şeffaf cisimlerde ölçülmesi, James
Clerk Maxwell'in geliştirdiği elektromağnetik dalga teorisinin kabulünü
zorlamıştı. Ancak Einstein'in çalışmasıyla parçacık teorisi canlanmış ve
dalga teorisiyle rekabet eder duruma gelmiş oldu.
Atom spektrumu (tayfı)
1993'te Danimarkalı Niels Bohr kuantum fikrini, klasik teorilerin o zamana
kadar açıklayamadığı, atom spektrumu teorisine tatbik ederek önemli bir adım
attı. İngiliz Ernest Rutherford'un yaptığı deneylerden, atomun minyatür
güneş sistemi gibi, ortasında pozitif yüklü bir çekirdek etrafından dönen
elektronlardan ibaret olduğu kabulünü getirdi. Ancak atomu tutan elektriksel
kuvvetlerin, kütle çekim kuvvetlerinden farklı olduğunu iddia eden Maxwell,
elektronların yörüngelerinde kararlı olmayacağını bildirdi. Buna göre
elektronlar enerjilerini sürekli frekansa sahib olan ışık şeklinde
yayacaklardı. Bu ise atom spektrumunda görülen ayrık frekansları
açıklamaktan uzaktı. Hatta atomların kararlı durumu bile açıklanamıyordu.
Bohr klasik teorinin kabullerinden ayrılarak bazan eskiye taban tabana zıt
yeni kabuller yaparak işe başladı:
Elektronlar kararlı yörüngeye sahiptirler.
Yörüngelerinde bulundukça enerji yaymamaktaydılar.
Sadece belirli yörüngeler mümkündür. (Aynen Planck belirli salınım
genliklerine izin verdiği gibi.)
Elektronlar bir yörüngeden diğer yörüngeye sıçrayabilmektedirler. Ancak bu
halde meydana gelen enerji farkı, foton yaymak veya almakla karşılanacaktır.
Bu fotonun f frekansı da E enerji farkının h Planck sabitine bölünmesiyle
elde edilecekti: f = E / h Bu kabuller şaşırtıcı sonuçlar çıkardı.
Bohr, yüksek bir yaklaşımla hidrojen atomunun spektrum frekanslarını
hesapladı. Eski ve yeni kabullerin karışımı olan bu teorinin sonuçları artık
herkesin dikkatini çekmekteydi.
Bir elektronun hareketinin kuantum sayıları denilen belirli sayılara bağlı
olduğu anlaşılmıştı. Kuantum sayıları tam sayılar veya tek sayıların
yarılarından ibaretti. Bu sayılar Bohr teorisindeki müsaade edilen
yörüngelerle ilgiliydi. Bohr'un teorisiyle atomun içine nüfuz edilmekte
olduğu için, bu teorinin önemi büyüktür. Ancak seneler sonra bilim adamları,
bunun da açıklayamayacağı olaylarla karşılaştılar. Bunun sonucu olarak iki
farklı yönden gelinerek bir modern teori geliştirildi.
Dalga mekaniği:
1923'te Fransız Louis de Broglie, ışığın dalgalar tarafından iletilen
fotonlardan ibaret olduğunu iddia etti. Ona göre elektron ve diğer atomik
parçacıklar da dalgalarla hareket etmekteydi. Ayrıca iddiasının Bohr'un
müsaade edilen yörüngeler kabulüyle de uyuştuğunu gösterdiyse de pek dikkati
çekmedi.
Erwin Schrödinger 1925'de bu iddianın dalga kısmını alarak, Newton'un
mekaniğine tatbik etti. Bu yeni ortaya çıkan Dalga mekaniği'ne göre
elektronlar parçacıklar olarak değil, farazi bir matematiksel uzayda yayılı
dalgalar olarak belirmekteydi. Bu kabuller, Planck'ın salınımlarının kuantum
davranışlarını, hidrojen atomunun spektrumunu açıklaması ve çok önemli
kuantum sayılarını doğrudan doğruya ortaya çıkarması yönünden, ciddiye
alındı. Daha sonra yapılan deneyler De Broglie'nin madde dalgalarının
mevcudiyetini de göstermiştir
Matris mekaniği:
Werner Heisenberg de 1925'de tamamen farklı bir yol takip ederek, temel
fiziksel büyüklükleri düzenli bir şekilde tablolar halinde yazdı. Bunlara
matris denildiği için, teorisi de Matris Mekaniği olarak isimlendirildi. Bir
parçacığın koordinatını ve momentumunu (kütlesiyle hızının çarpımı) q ve p
ile gösterdiğinde p kere q'nün, q kere p olmadığını ve aradaki farkının
Planck sabitiyle ilgili olduğunu keşfetti. Bu, günümüzde modern atom
teorisinin temel taşlarından birini teşkil etmektedir. Heisenberg'in teorisi
görünüşte çok farklı zannedilen Schrödinger'inkiyle aynı sonuçları
vermekteydi. Paul Dirac ise, her ikisinin klasik mekaniğe çok benzeyen
kuantum mekaniğinin özel bir şekli olduğunu gösterdi.
Belirsizlik prensibi:
Yukarıdaki gelişmeleri anlatan kuantum teorisi bir başarıdan diğerine
gitmekteydi. Ancak temelinin fiziksel bakımdan tutarlı olduğunda hala
şüpheler mevcuttur. Mesela p momentum ile q koordinatlarının çarpımında eğer
q·p çarpımı, p·q çarpımına eşit değilse bu büyüklükler alışılagelen değerler
alamamaktaydılar. 1927'de Heisenberg, belirsizlik prensibini ortaya koyarak
bu konuda rahatlık sağladı.
KUANTUM TEORİSİ VE TEMEL İLKELERİ
Erol Kurt:
Lord Kelvin, XIX.yy.'in sonuna doğru fiziğin hemen hemen tamamlandığı
görüşündedir. O'na göre yalnızca ısı ve ışık kuramı üzerine bazı
bilinmeyenler vardı. Fakat H. Hertz'in 1887'de keşfettiği "fotoelektrik etki
ve ısı kuramı" ile, gerçekleştirilen deneyler arasında garip uyumsuzluklar
baş gösteriyordu. İşin ilginç yanı, bilim adamlarının; pek önemsemediği bir
konunun, tüm detaylarının önceden açıklandığı bir kuramın başlarına çorap
örmeye başlamasıydı.
Alman Ağırlıklar ve Ölçüler Enstitüsü, yeni elektrik lambaları için bir
ölçek ararken, fizikçi W. Wien'den bir "kara cisim'in sıcaklığıyla, onun
yaydığı ışınlar arasındaki bağıntıyı belirlemesini istedi. Bilindiği üzere
ısıtılan cisimler ısırdı. Sözgelimi bir bakır parçası morötesi ışınları
yaymadan önce İlkin kızaracak, sonra akkor hale gelecektir. Bu aşamada
cismin yaydığı maksirnurn ışınlar mora kayacaktır.
1900'da Berlin Üniversitesi profesörlerinden M. Planck bu problemi kuram
yoluyla çözmeye çalışırken olanlar oldu. Planck'a göre kara cisim füzerine
gelen bütün ışık, elektromagnetik dalgaları yutarak büyük enerjilere sahip
olabilen cisim) ışıması-soğurması denen bu problem, gözlem ve deneylerle
ancak şu şartta uyuşuyordu: Kara cisme ulaşan ya da ondan yayılan ışınların
sürekli değil; aralıklı, kesik kesik enerji paketleri şeklinde olması
gerekir.
Bu ifade açıkçası, klasik fizikte hep sürekli bir büyüklük olarak algılanan
ve böylece işlemlere sokulan enerjinin aslında parçalı da olabileceğini
söylüyordu. Bundan dolayı yeni bulguya "miktar parça" anlamında "kuantum'
denildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bunu kabul etmek için klasik bilim anlayışını
bir tarafa bırakmak gerekliydi.' Bu nedenle, Planck bu varsayımı gönülsüz
olarak ortaya koydu ve hesap hatasının söz konusu olabileceğini vurguladı.
Teorinin tarihsel gelişimi
Planck'ın bulgusundan 5 yıl sonra A.Einstein fotoelektrik etki olarak
bilinen fizik olayını açıkladı ve Nobel ödülünü almaya da hak kazandı.
Einstein'e göre ışıklı parçacıklar, frekanslarıyla orantılı olarak enerji
taşır ve bu enerji metallerin elektronlarına aktarılabilirdi. Böylece vakum
ortamda, ışık yoluyla metalden kolayca elektron sökülebilir, elektrik akımı
iletilebilirdi. Işığın C.Huygens'den beri bilinen dalga yapısı bu olayı
açıklayamazdı. Çünkü çok kısa bir sürede, ışığın frekansının büyüklüğüne
bağlı olarak metalden elektron sökülmesi ancak ışığın tanecik şeklinde
düşünülmesiyle mümkündü. Planck haklı çıkmıştı, kesikli büyüklükler (kuantlar)
görüşü anlam kazanıyor, bilim adamları mikroskobik olayları düşünürken bu
çözüm ihtimalini de göz önünde tutuyorlardı.
1906'da, E.Rutherford atomun yapısının araştırılması amacıyla yaptığı
deneylerde, atomun Güneş Sistemi benzeri bir yapıda olduğunu ve merkezde (+)
artı yüklü bir çekirdekle bu çekirdeği çevreleyen (-) eksi yüklü
elektronlardan oluştuğunu ortaya koydu. Fakat bu şekilde açıklanmış bir
atomda elektronların hareketi, klasik hareket denklemleriyle incelendiğinde
ortaya çelişki çıkıyordu. Çünkü, bu durumda çekirdeğin çevresinde dolanan
bir elektron, eninde sonunda çekirdeğe düşmeliydi. Bu doğruysa ne dünyanın
ne de evrenin varolmaması gerekiyordu. Ortada, atom kalmıyordu. Bu sorunun
üstesinden Danimarkalı genç bilim adamı N.Bohr geldi.Bohr elektronlar için
atom çekirdeği etrafında belirli çembersel yörüngeler öngörüyordu. Bundan
hareketle, açısal momentumun kuantalı, büyüklük olduğunu belirtiyor; Planck
sabitinin (h), 2n'ye bölümünün tam katları şeklinde yörüngeler düşünüyordu.
Kararlı yörüngedeki elektron bu yörüngeyi ancak enerji vererek ya da enerji
alarak terkedebirdi. Bu geçişlerde enerjisi "hf" ile verilen fotonlar
ısınıyor ya da soğuruluyordu. Bu ifade de fotoelektrik olaydaki gibi
kuantalı enerjiyi Ön görüyordu, (h: panck sabiti; f: ışığın frekansı)
Okullarımızda, geçerli atom teorisi olarak işlenen, Bohr'un bu bulgusu da
kuantumluluk tezini destekliyordu.
Bohr'un atom teorisinin sonraları hidrojen ve hidrojen benzeri (son
yörüngesinde bir elektron taşıyan) sistemler için geçerli olduğu gözlendi.
Fizikçiler artık atomik düzeydeki yapılan açıklayabilmek için tek çıkar yol
olarak kuantum teorisini kullanmaya devam ettiler. Dolayısıyla teorinin ana
çatısı atomik yapıların gün ışığına çıkmasıyla oluşuyordu.
Atom teorisiyle alakalı bu gelişmeler sürerken 1922'de Amerikalı fizikçi H.Comptom,
X ışınları üzerine yaptığı incelemelerde; "hf" enerjili olarak düşünülen
fotonların serbest elektronlara çarptırılmasıyla bu ışınların "hf/c
momentumlu olarak elektronlarla etkileştiğini gözlemledi. Bununla da
kalmayarak, çarpışmadan sonra açığa çıkan ışının frekansının daha küçük
olduğunu tesbit etti. Bu deney şunu kesin bir şekilde belirtiyordu ki
mikroskobik sistemlerde kesikli paketçik yapıda çizgisel momentum
öngörülebiliyordu. Bu da kuantumluluk hipotezine bir doğrulama getirmiş,
teorinin tanımı genişlemiştir.
Almanya'da Göttingen Üniversitesi'nde araştırmacı olan W. Heissenberg,
hocası M.Born ve arkadaşı P. Jordan ile birlikte çok elektronlu atomların
açıklanması bağlamında "matris mekaniği" teorisini ortaya attı. Yine,
1923'de Paris Üniversitesi'ne verdiği doktora teziyle L. de Broglie,
Heissenberg'in fikirlerini de destekleyerek yeni bir atom anlayışı gündeme
getirdi: Elektronlar bir tanecik olarak değil fakat dalga olarak
yorumlanmalıydı. Böylece, çekirdeğin çevresinde dolanan her tam dalga ancak
belli bir yörüngeye rastgeliyor ve neden elektronların belirli yörüngelerde
dolandığı bütünüyle açığa çıkıyordu. Bohr'un farkında olmadan, sezgisiyle
teorisinde söz ettiği belirli yörüngeler çıkarımı böylece doğrulanmış
oluyordu. Bu durumda enerjinin kuantumlu olmasına ek olarak çizgisel
momentum gibi açısal momentumun da kuantumlu bir büyüklük olabileceği resmen
ispatlanıyordu.
1926'da E.Schrödinger, de Broglie tarafından yorumlanan dalga teorisini
tanımlayan dalga denklemini makaleler halinde açıkladı. Fizikte, bir kuramın
anlaşılabilirliği, gözlenebilirliği ve uygulanabilirliği çok önemlidir. Bu
nitelikleri taşıyan dalga denklemi ve dalga görüşü fizikçiler arasında çok
çabuk kabul gördü. Fakat bir yandan da nasıl olup bu dalgaların tanecik
gibi, Geiger sayacında tıklamalar oluşturduğu bir sorundu. Bohr, bu problemi
elektronların dalga şeklinde nitelendirilmesinin ancak soyut olarak geçerli
olabileceği fikrini ortaya atarak, çalışmalarda gerektiğinde dalga
Özelliğinin gerektiğinde de tanecik özelliğinin kullanılması gerektiğinin
altını çizerek çözümledi.
Kuantum teorisinin felsefesi
Ünlü kuramcı Bohr, "Kuantum teorisiyle şok olmayan kimse, onu anlamamıştır"
der. Gerçekten de matematiksel olarak açık bir şekilde ifade edilmesine
karşın bu teorinin felsefi alanda yorumlanması ve oluşturduğu problemlerin
çözümlenmesi bir hayli zor görülüyor.
Kuantum teorisi bilime ve doğaya farklı bir bakış açısı getirmiştir. Şimdi,
bu yenilikleri görebilmek için klasik ve kuantumlu anlayışın belli başlı
özelliklerini ortaya koyalım. Öncelikle klasik fiziğin felsefi dayanaklarına
bakarsak:
1) Klasik fizikte, bir cismin hızı, ivmesi, enerji ifadeleri gibi tüm
nicelikler cismin konumunun zamana göre diferansiyelleri ile ifade edilir.
2} Yukarıda sözü edilen momentum. enerji gibi fiziksel büyüklüklerin bütün
olarak ele alındığı görülür.
3) İrdelenen olaylar belli bir kesinlik, belirlilik taşır ve istenilen
doğrulukta ve aynı anda bütün fiziksel büyüklükler ölçülebilir.
4) Evrenin geçmişinde oluşan olaylar incelenerek, geleceğe ilişkin bir
yordama yapılabilir. Sözgelimi, Jüpiter Gezegeni şu zamanda, yörüngesinin
şurasında ve bize bu kadar uzaklıkta olacaktır, denilebilir. Gözlem ve
deneylerde küçük hatalar çıkabilme olasılığına karşın tahminlerimiz büyük
ölçüde doğrulanır.
5) Klasik fizik ile incelenen her sistem ya da olay birbirinden bağımsız
olarak düşünülür; bu sistemi oluşturan ve birbiri İle iletişim olanağı
bulunmayan varlıklar bütünüyle ayrı olarak ele alınır.
6) Klasik olarak incelenen olay, gözlemci ve kullanılan deney aleti ile
değişiklik göstermez.
Kuantum görüşünün kabul edilen temel olguları ise:
a) Olayların incelenmesinde kompleks yapıda ve bir olasılık denklemi olan
Schrödinger dalga denklemi kullanılır. Bu denklemden vj/ dalga fonksiyonu
bulunup işlemlerde konarak, konum, momentum ve diğer nicelikler elde edilir.
B) Fiziksel nicelikler kesikli parçalı yapıda ele alınır.
c) Kuantum teorisi fiziğe kuşku götürmez bir biçimde belirsizlik
(indeterminizm) olgusunu sokmuştur.
d) Parçacıklar söz konusu olduğunda her büyüklük olasılıklarla belirlenir ve
gelecekle ilgili tahminler olasılıklara dayanarak yapılabilir. Örneğin
ışığın yapı taşı olan fotonların, uzayda bir yerde bulunması ancak
olasılıklarla belirlenir.
e) Birbiriyle hiç iletişim olanağı bulunmayan iki varlık arasında
"bağlılaşım-correlation" görülebilir. Örneğin aynı kaynaktan çıkan
fotonların karşıt doğrultularda göstermiş olduğu davranışları, birbiri ile
uyuşum halindedir.
f) Kuantumda; gözlemci, gözlenen ve gözlem aleti birbiriyle bir bütünlük
oluşturur. Bunlar birbirlerinden ayrı düşünülemez.
Görüldüğü gibi klasik fizik ile kuantumcu düşünce birbirinden bir çok
noktada farklılık gösterir. Bu farklılıklar ayrıntılı olarak göz önüne
alındığında şu yorumlar yapılabilir:
Kuantum teorisinin önemli buluşlarından birisi belirsizlik bağıntısıdır.
1927'de Heissenberg tarafından ortaya konulan bu bağıntıya göre mikro
boyutta tanımlı bir parçacığın, eş zamanlı olarak konum ve momentumunun
tesbit edilmesi en az Planck sabit (h) kadar bir hata içerir. Aynı olgu
eşzamanlı olarak, parçacığın enerjisi ile bu enerjiyi taşıdığı zaman için de
söz konusudur. Örneğin bir elektronun bulunduğu uzayda konumunun tesbiti
İçin, elektronun üstüne büyük frekansta ışık göndermeliyiz. Aksi halde
elektronu gözlemleyenleyiz. Bu durumda yüksek frekanslı ışık elektronun
konumunu belirler. Ancak elektrona bir hız verir. Dolayısıyla konumun
belirlenmesiyle beraber parçacığın hızını ve momentumunu yitirmiş oluruz .
Tersi olarak; elektronun momentumunu belirlemek İçin küçük frekanslı ışık
kullanırız, bu durumda da konum belirlenemez.
İkinci önemli bulgu da "dalga/parçacık dualite'dir. Huygens'ten beri ışığın
kırınım ve girişim yaptığı biliniyordu.Örneğin ışık Young deneyi
düzeneğinden geçirilirse karşıdaki ekranda aydınlık-karanlık noktalar
oluşur. Yani girişim yapar. Yine yarım bardak suya sokulan bir kalemin kırık
olarak algılandığı görülür. Bu gibi olayların hepsi ancak dalga modeliyle
açıklanabilir. Einstein'ın fotoelektrik olayını açıklamasından sonra ışığın
parçacıktı yapıda olması gerektiği bulundu. Yine ışığın cisimler üzerine
uyguladığı anlık basınçlar ve Geiger sayacında göstermiş olduğu etkiler bunu
destekler. Sonunda Bohr, "Işığın dalgacık mı tanecik mi olduğunu
belirlenmesi ancak gözlemcinin sorduğu soruya göre cevaplanabilir" diyerek
gözlemcinin de vazgeçilmez biçimde teoride yerini alması gerektiğini
belirtir.
Amerikalı J.Davisson ve L.Germer adlı bilim adamları elektronların da hızlı
olarak bir kristal katıya çarptırıldıklarında dalga özelliği
gösterebileceğini buldular. Böylece düalite yalnızca ışık (elektromagnetik
dalga) İçin geçerli değil aynı zamanda maddesel parçacıklar için de
geçerliydi. Bu da Broglie'ın öne sürdüğü elektronlar için dalga yapısının
deneysel bir ispatıydı, aynı zamanda Kuantum teorisindeki düaliteyi,
1915'te, X ışınlarıyla yaptığı çalışmalarından dolayı Nobel ödülü alan VV.Bragg
şöyle belirtiyordu. "Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri parçacık kuramını;
Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri dalga kuramını öğretiyorum."
Diğer önemli yenilik ise olasılık kavramıdır. Bir parçacığın bir uzay
bölgesinde bulunması ancak olasılıklarla bellidir. Parçacığın konumu için
kesin koordinatlar verilemez. Born bu düşünceden hareketle Schrödinger'in
ortaya attığı dalga fonksiyonunu yorumlamış ve y ile gösterilen bu kompleks
fonksiyon için, uzayda bir noktada beili bir anda hesaplanan dalganın
genliğinin karesinin, parçacığın o noktada o anda bulunması olasılığını
verdiğini belirtmiştir.
Belirsizlik ilkesi , dualite, olasılık tanımı ve gözlemci-gözlenen bütünlüğü
kuantum mekaniğine, Kopenhag yorumu olarak girmiştir ve tartışmalara rağmen
halihazırda kuantum teorisinin en etkin yorumu olarak karşımıza çıkar.
Kuantum felsefesinin ..sorunlarına bakıldığında önemli tartışmaların
temelde, Young deneyinin yorumlanmasından kaynaklandığı görülür. Bilim
adamları, fotonların iki ayrı delikten geçişinin mantıksal olarak nasıl
algılanması gerektiği üzerinde durarak; fotonlarla gözlemci arasındaki
ilişkiyi aramaktadırlar.
Bohr ve Kopenhag ekolü savunucuları fotonların, iki ayrı delikten
geçmelerini iki ayrı dünyada hareketleri olarak düşünüyor. Onlara göre
girişim bu birbirinden tamamen iki ayrı iki dünyadan her-birinin birlikte
hazırlanarak birbirinin üstüne çakış-masıyla ve birbirlerini bütünleştirme
siyle oluşur. Dolayısıyla sonuçta her iki dünyanın hakiki bir melezi oluşur.
Başta Einstein olmak üzere pek çok fizikçiye bu melez-bütünleyici dünya
yorumu pek sıcak gelmedi. 1935'te "Schrödinger kedisi" yorumu ortaya atıldı.
Bu görüşe göre her an zehirlenmesi tehlikesi olan bir kedi kapalı bir
kutudadır. Gözlemciye göre bu kedi her an ölü ya da diri bir halde
bulunmalı, iki ayrı olasılık eşit olarak göz önünde tutulmalıdır. Bu aynı
zamanda Young deneyinin iki ayrı delikle oluşturulan farklı dünyalarına
benzer. Farklı nokta ise; kedinin ölü ya da diri olduğunu kesin belirleyene
kadar kedinin iki durumunun da yan yana bulunduğunun öne sürülmesidir. Yani
kedi, yarı canlı-yarı ölüdür, aynı zamanda.
Başka bir yorum da Everett'ten 1957'de gelir. Ona göre, birçok gözlenemez
paralel evren mevcuttu. Bunlara Everett, "alternatif kuantum dünyaları"
diyordu. Bütün olaylar bu dünyaların birinde, olasılıkların hepsi
gerçekleşecek biçimde olmaktadır. Sonuçta bütün olasılıklar evrende
varoluyordu. Zaman ilerledikçe daha pek çok yorum ortaya atıldı. Bunların
içinde Wigner Gellmann, Bohm, Penrose gibi fizikçilerin yorumlarını saymak
mümkün.
Kuantum ve bilim
Kuantum teorisinin ortaya koyduğu yeniliklere göre klasik fizikten farklı
olarak doğanın bir bütünlük içinde ele alınması gerektiği belirtilir.
Özellikİe gözlemcinin ve gözlenenin birbirini bütünleyici unsurlar olarak
nitelendirilmesi fotonların, elektronların ve diğer parçacıkların birbirine
bağımlı hareket etmeleri bu bütünlüğü ortaya koymaktadır.
Kuantum teorisinin doğuşundan günümüze gelene kadar ki sürecine bakıldığında
bu teorinin, fiziğin uygulamalı bir dalı olduğunu gözden kaçırmamalıyız.
Sayısız deneyler yardımıyla kuantum teorisinin genel esasları ortaya
konabilmiştir. Diğer yandan Young deneyi problemi gibi gözlemci, gözlenen,
zaman kavramları üzerinde net bir felsefi çözüme gidilememiştir. Felsefi
çatıdaki eksikliklere rağmen, kuantum teorisinin varlığıyla laser, elektron
mikroskobu, transistor gibi çok kullanışlı ve insanlığın bilimsel teknolojik
ilerlemesine ışık tutabilecek araçlar elde edilebilmiştir. Yine atom ve
çekirdek yapısı, elektriğin nakli, katıların mekanik ve ısıma özellikleri
gibi fenomenler çırpıda açıklanmıştır.
Öyle görülüyor ki bilim adamlarının tüm evreni tanımlayan bir teoriye
varması başka bir deyişle fiziğin tamamlanması daha çok uzun zaman alacak
gibi ama kuantum teorisinin bu yolda daha pek çok işi halledeceği açıkça
ortada.
Erol KURT
Gazi Uni. Fen Fak Fizik Böl. Arş. Gör.
ANKARA-1997
Kaynakça
1) Kuantum Fiziği-Prof. Necati Yalçın
2} Tann ve Yeni Fizik-Paul Davies/Çev. Murat Temelli
3) X ışınlarından Kuarklara-Emilio Segre/Çev. Doç. Dr. Çağlar Tuncay
Bu yazı Popüler Bilim Dergisi’nin Kasım 1997 sayısında yayınlanmıştır.
H içbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi
Defteri /
E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /
Kuantum Teleportation /
Duyuru
/ UFO Technology
Roket bilimi /
CetinBAL
/Astronomy
|
|