Kuantum Düşünce Tekniği Nedir?

Çetin BAL: Kuantum düşünce tekniği aslında bir çeşit ÇEKİM YASASI nı ifade eder. Yani düşünceler, uzay ve zaman içinde meydana gelen hayatımızı yani  içinde yer alacağımız olayları bu enerji kalıplarını ( bu olay kalıplarını) bize doğru çekerler. Bu bir mıknatısın demir tozlarını çekip şekillendirmesi  gibidir. Neyi düşünürseniz onu kendinize çekersiniz. Pozitif düşüncenin önemide burda açığa çıkmaktadır. Bu anlamda kuantum felsefesi insan zihni ile maddi gerçekliği  aynı denklemde buluşturan bir bakış açısı sunar bizlere.Gözlemci ve gözlenen tek bir bütüncül alanın parçası konumuna yükselirler.
Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir.

Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir.

Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer.

Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız.

O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.

Bu Teknik Pratik Olarak Hayatımızda Ne Gibi Yararlar Sağlar?

Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar: uygun iş, eş, yaşam alanı, ev, bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır.

Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun imkan,en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp onu almaktır.

Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci yaşamanıza imkan tanımış olursunuz.

Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar. Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki yapar. Bedenimiz aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku, kaygı, öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalara yol açar.

Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark etmek ve ona adım adım ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel kodlamanızdaki yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız hızlanır.

Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak İnsanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz.

Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle ruhsal varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok paraya sahip olmak tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu parayla ne yaptığınızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman zenginsiniz demektir.

Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar sunar.


Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir?

Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir.

Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar.

Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir noktasına yaptığımız etki bütünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir. Kuantum Fiziği, fizikle fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır.

Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz?

Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz: Düşünceler hayatımızı oluşturur.

En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu.

Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil. Kendilerine yüzde yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları ikna etmekle ilgili. Belki de bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz. Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle ilgili. Üniversiteye hazırlık yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri vardı. Onunla bir çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu. O kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının bir çok önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay olmadığını tespit ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken gerçekleştirildi. Bu genç üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair telefon aldım.

Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili. Arkadaşlarının ve rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar desteklemediğinden şikayet etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf biriydi. Bir konuda görüş almak için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden geliyordu. Sonra bu gençle bir seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir hafta geçmeden yüzünde güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sinemaya gitmişlerdi oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden huy değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim kurmuşlardı. Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar kulübüyle ilgili bir isteği daha o söylemeden rektör tarafından karşılanmıştı.

Bu süreç nasıl işliyor?Yani nasıl oluyor da sizin yaptığınız bu çalışmadan Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor?

Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik Alanında bir etki yapar. Bu düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu alanda her şey Şimdi ve Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi sonuçlar doğurur. Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir damlasındaki değişim diğer tüm damlaları uyarır.


Seminerler katılımcılarda kalıcı bir etki yaratıyor mu?

Bu biraz da kişilerin konuya verdikleri önemle ilgili bir şey. Ama alışkanlık haline gelmiş, içselleştirilmiş bir davranış tabii ki kalıcı oluyor. Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi olur.

Kuantum Düşünce Nerede Kullanılır? Kimler Yararlanabilir?

Bir eğitmenseniz; öğrencilerinize uygun öğrenme modelleriyle çabuk, kalıcı ve zevkli bir eğitim yapabilirsiniz..

Bir öğrenciyseniz; çabuk, kalıcı ve keyifle öğrenen, öğrendiklerini unutmayan, hayatın tadını çıkarmasını bilen, kendinden memnun bir çocuk yada genç olabilirisiniz..

Bir iş insanı iseniz; amaçlarınıza ve hedeflerinize kolayca ve çevrenizdeki insanlarla işbirliği içinde ulaşabilirsiniz.

Bir sanatçıysanız; yaratıcılığınızı daha çok arttırabilir, kalıcı ve etkili eserler üretebilirsiniz..

Bir baba yada anneyseniz; ailenizde hoşgörü ve anlayışa dayalı iletişimin sırrını öğrenebilirsiniz….

Bir hekimseniz sağlığın kuantum boyutundaki sırlarını öğrenebilir, modern tıpla kuantum iyileşme tekniğini birleştirerek harika sonuçlar elde edebilirsiniz...

Hayat amacınızın ne olduğunu öğrenebilir ve kendi özel amaçlarınız ve planlarınız doğrultusunda güçlü ve motive olmuş bir biçimde ilerleyebilirsiniz.

Sorunların gerisindeki anlama bakıp, onların içindeki çözümü görebilirsiniz.

Sizi yoran insanlarla şaşırtıcı bir biçimde özel bir iletişim modeli geliştirebilirisiniz.

AYDINLANMA NEDİR?

Bir dilenci otuz yıldır bir yol kenarında oturmaktadır. Bir gün onun önünden bir yabancı geçer. Dilenci eski şapkasını mekanik bir biçimde ona uzatarak, "Allah rızası için bir sadaka," der. "Benim sana verecek hiçbir şeyim yok," der yabancı. Sonra, "Sen neyin üzerinde oturuyorsun?" diye sorar. "Hiçbir şey," diye yanıtlar dilenci. "Sadece eski bir sandık. Kendimi bildim bileli onun üzerinde oturuyorum." "Onun içine hiç bakmadın mı?" diye sorar yabancı. "Hayır," der dilenci. "Niye bakayım ki, onun içinde hiçbir şey yok." "Sen yine de bir bak," diye ısrar eder yabancı. Dilenci yerinden kalkar ve biraz uğraştıktan sonra sandığın kapağını açmayı başarır. Ve o, şaşkınlık ve sevinç içinde sandığın altınla dolu olduğunu görür.
Ben size verecek bir şeyi olmayan ve size içinize bakmanızı söyleyen o yabancıyım. Bu meselde olduğu gibi herhangi bir sandığın içine değil, çok daha yakın bir yere, kendi içinize bakmanızı söyleyen biri…

"Ama ben dilenci değilim ki," dediğinizi işitir gibiyim.
Gerçek serveti, yani Var'lığın ışık saçan sevincini ve ona eşlik eden derin, sarsılmaz huzuru bulamamış olanlar, büyük bir maddi servete sahip olsalar dahi, dilencidirler. Onlar haz ve doyum kırıntılarını, onaylanmayı, güvenliği ya da sevgiyi dışarıda aramaktadırlar, oysa onların içinde sadece bu şeyleri içeren değil, dünyanın sunabileceğinden sonsuz derecede daha büyük bir hazine vardır.

Aydınlanma sözcüğü insan üstü bir başarı fikrini çağrıştırır ve ego bunu böyle tutmayı sever; oysa aydınlanma sizin Var'lık ile bir'liği hissetmenizden, bu doğal halinizden başka bir şey değildir. O, ölçülemez ve yok edilemez bir şeyle, aslında siz olan, ama yine de sizden çok daha büyük bir şeyle birlik halidir. O ismin ve formun ötesinde bulunan gerçek doğanızı bulmaktır. Bu birliği hissedememe, kendinizden ve çevrenizdeki dünyadan ayrı olduğunuz illüzyonuna yol açar. O zaman siz kendinizi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, tecrit olmuş bir parça olarak algılarsınız. Bu durumda korkuya kapılırsınız ve içinizde ve dışınızda yaşadığınız çatışma normal haliniz haline gelir.

Ben Buda'nın aydınlanmayı basitçe "ıstırabın sonu" olarak tanımlayışını severim. Bunda insan-üstü bir şey yoktur, öyle değil mi? Kuşkusuz, bu eksik bir tanımlamadır. O bize sadece aydınlanmanın ne olmadığını söyler; yani ıstıraplı bir hal olmadığını. Ama artık ıstırap yoksa geriye ne kalmıştır? Buda bu konuda sessiz kalmıştır ve onun sessizliği bunu bizim bulmak zorunda olduğumuzu ima eder. Buda, olumsuz bir tanımlama kullanmıştır ki zihin onu inanacak bir şey haline, ya da insan-üstü bir başarı haline, erişmemizin olanaksız olduğu bir hedef haline getiremesin. Onun bu basiretli yaklaşımına karşın, Budistler'in çoğu hala aydınlanmanın Buda için olduğuna, -en azından bu yaşamda- kendileri için olmadığına inanır.

Var'lık Nedir?
Var'lık doğuma ve ölüme tabî sayısız yaşam formunun ötesindeki sonsuz, ve daima-var olan Bir (Tek) Yaşamdır. Bununla birlikte, Var'lık sadece her formun ötesinde değil, aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun en içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu onun sizin en derin benliğiniz, gerçek doğanız olduğu ve sizin ona ulaşabileceğiniz anlamına gelir. Onu zihninizle kavramaya calışmayın. Onu anlamaya çalışmayın. Siz onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada mevcutken, dikkatiniz tam ve yoğun bir biçimde Şimdi'de bulunurken, Var'lığın farkındalığını yeniden kazanmak ve o "hissetme-idrakinde" kalabilmek aydınlanmadır.

(Eckhart Tolle'nin "Şimdi'nin Gücü" adlı kitabından alınmıştır.)

 

 

Felsefe: Berk Yüksel - 31.12.2007 - 10:48 
 

"Sapiens pol ipse fingit fortunam sibi." Plautus

“Bilge, kendi mutluluğunun efendisidir.”

“Aydınlanma nedir?” sorusu var oluşun anlamını arayan akil insanlar tarafından tarih boyunca sorulmuştur. Bu insanlar karşılaştıkları zorluğa ve toplum tarafından dışlanmalarına karşın, kendilerini yalnızca bir yanıt bulmaya adamışlar ve birçoğu yaşamlarını bu yolda insanlık için feda etmişlerdir. Onların zahmetli arayışları “Kendini bilmeye, evreni bilmeye ve bilgiye duydukları açlık tarafından yönlendirilmiştir. Sorulan soruların bazıları: “Ben kimim? Neden buradayım? Nereye gidiyorum? Yaşamın anlamı nedir?”dir.

Aydınlanma felsefesi genel olarak insanın kendi yaşamını düzenlenmesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem de toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel ve felsefi başlatıcısı olmuştur. 18. yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi ve ardında gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.

Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla doruğuna varmış ve buradan itibaren Modernleşme denilen sürecin oluşumunu hazırlamıştır. Bu süreç aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin değişikliği anlamına gelmektedir.

Din merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Bu mutluluk ve özgürlük yolunda sonsuz bir ilerleme idealidir. Laiklik, aydınlanma felsefesinin ve genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temelidir.

Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak tanımlar. Aydınlanma Çağı, aklı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönlenilen dönemdir. Kant’ın "Aydınlanma nedir?" yazısının bazı öne çıkan bölümleri şöyledir:

“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır “Sapare Aude!” “Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” sözü aydınlanmanın parolası olmaktadır.”

“Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın, tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü. Başkalarının denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler insanların çoğunun, bu arada bütün latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli bulmaları için gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. Önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere kalkışmaktan alıkoyar.”

“Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayak bağı olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen, pek az kişi vardır.”

“Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan gözeticilerden bir kaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları 'boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır ve bu önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı: kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir 'baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı eskileri gibi, düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar.”

”Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Ne var ki her yandan “Düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın!” diye bağırıldığını işitiyorum. Kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir.”

“Şimdi acaba aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz? Sorusu sorulunca, yanıt şöyle olacaktır: Hayır, aydınlanmış bir çağda değil, fakat aydınlanmaya giden bir dönemde, 'bir aydınlanma döneminde yaşıyoruz. Şimdiki zamanlarda olduğu gibi, insanlığın bir bütün olarak, başkasının rehberliği olmaksızın, dinsel konularda kendi aklını iyi bir biçimde ve güvenilir bir şekilde kullanması durumunda olması ya da bu duruma getirilebilmesi için katedilecek daha çok yolumuz var. Fakat bu yönde özgürce çalışmak için şimdi onların yolunun temizlenip aydınlatıldığına ilişkin farklı göstergelere sahibiz; böylece evrensel aydınlanmaya giden yoldaki engeller, insanın kendi suçu ile düşmüş bulunduğu bu ergin olmayış durumundan kurtuluşu ile ilgili güçlükler yavaş yavaş da olsa giderek azalmaktadır. İşte bu bakımdan çağımız bir aydınlanma çağıdır.”

“Aydınlanmanın yani insanın kendi kabahati sonucunda karşı karşıya bulunduğu olgun olmayış ya da kendi sorumluluğu sonucu düştüğü ergin olmayış durumundan kurtuluşunun odak noktası olarak din konularını belirlemeye çalıştım. Çünkü din bakımından ergin olmayış her şeyden daha çok tehlikeli ve zararlıdır.”

“Aydınlanma, aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanmak özgürlüğüdür.” denir.

Aydınlanma farklı bir bakış açısından hakikat ile aramızdaki perdelerin kalkmasıdır. Akil birey, eğer zamanını mükemmel bir biçimde değerlendirebilirse yaşarken bir güneş gibi doğabilecek ve insanlığa da faydalı olacaktır. Bu aydınlanma ve aydınlatma insan ruhuna, zekâsına ve vicdanına nüfuz edeceği için hiç gölge bırakmadan her yerde olacaktır. Aydınlanma bir nevi uyanıştır. Yeni bir “ben”e “merhaba” deyiştir. Yaşarken yenilenme, değişme ve gelişmedir.

Hermesçiler, kendilerini bütün varlıklarla birlik halinde görürler. Onların elde ettikleri aydınlanma, onlara evren ile ortaklık şuurunu getirir. Hermes diyor ki: "Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa o zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır."

İnsanın kendine dayattığı toyluğun, ancak ölümden sonraki bir ruh göçü yolculuğu sırasında aşama aşama değişime uğrayacağına inanan Mısırlılar, gelinen her aşamada yeni bir bilinç düzeyine erişildiğine inanıyorlardı.

Hermes, onu izleyenlere yaptığı her konuşmanın sonunda şöyle demekteydi: "İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nur sizsiniz ve bu nur daima parlasın."

Ermişlerin ermişi Hermes'in öğrencilerine öğüdü ise şöyledir:
"İlim kuvvetin, iman kılıcın, sukut da delinmez zırhın olsun. Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki ancak Aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider."

Goethe ise şöyle der: "İnsanlara oldukları gibi davranırsak, oldukları gibi kala kalırlar. Ama onlara olmaları gerektiği gibi davranırsak, olabileceklerinin en iyisi olurlar."

Aydınlanmayı hayatlarında deneyimlemiş ve bu yolda yolcu olmaya karar verip eyleme geçen bireyler için hedeflenen bir varış noktası yoktur. Hedef yolun kendisidir. Bir noktaya ulaşıp orada yok olmak yani hiçlik hedef değildir. Zaten doğu öğretilerinde “Nirvana’ya ulaşmak” sönmek anlamında kullanılmaktadır. Bu büyük günahların insan yüreğinde yaktığı ateşin sönmesi demektir. Nefsine hâkim olmaktır. Nirvana’ya ulaşmak yok olmak değil, tam tersine ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa erişmektir. Kadim öğretilerde yöntem ise iki sütun arası “Orta Yol”dur.

“Başkalarını anlamak bilgeliktir.
Kendini anlamak aydınlanmadır.” der Lao Tse.

Mısır öğretilerinde aydınlanma “id”’in Amon Ra’ya ulaşmasıdır. Farklı ezoterik disiplinlerde “Nirvana” “Yeniden Doğuş”, “Aydınlanma”, “Kalp Gözünün Açılması”, “Arınma” ve “Kavuşma” gibi değişik adlarla tanımlanan ezoterik dönüşümdür.

“Ne biliyoruz ki!” isimli kuantum fiziği ana temalı kurgu belgeselde şöyle geçer:

“İçimizde olan dışımızda olanı yaratacaktır. Soru sormaya, yaşamını sorgulamaya, düşünmeye başlayınca, tamamıyla yeni bir kavrama bağlanırız! Bu da sonuçta bizi içten dışa değiştirir. Ben sandığımdan daha fazlasıyım. Hatta bundan da fazlası olabilirim. Çevremi, insanları etkileyebilirim. Siz hiç, kendinizi bir başkasının gözlerinden gördünüz mü? Ne aydınlanma ama!”

“Siz hiç, bir an öylece durup da nihai gözlemcinin gözleri ile baktınız mı kendinize ?”

Aydınlanma metodolojisinde temel farklılardan biri şöyledir. Örneğin Budist yolu, içe çekilme yoluyla aydınlanma esasına dayalı bir ezoterizm iken, Batı ezoterizmi dışa da hâkim olunması temeline dayanarak hem içeriyi hem dışarıyı hem aşağıyı hem yukarıyı kapsayan bir tarzı benimser.

Zerdüşt’e göre ruhlar ölümsüzdür, bu ölümsüzlük tanrısal öze ortak oluşu yüzündendir. Bu görüş Müslümanlıkta “Vahdet-i Vücud” ilkesinin de temeli olmuştur. Zerdüşt şöyle der: “Cahil insan, Ahura Mazda’nın katına ulaşamaz. Bilgi, insanın gönlünü aydınlatan tanrısal bir ışındır ve sevgi ile biçimlenen bir mutluluk unsurudur. Mutluluk kişinin aydınlanması ve karanlığın etkisinden kendini kurtarmasıdır. Mutluluğu sağlayan sevgi ile yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar. Çünkü sevgi ile yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar ve birlikte var olurlar.” Amaç sevgi ve bilgi sütunları üzerinde güçlü bir şekilde iyi, doğru ve güzel düsturları ile yenilenmek, yaşarken gelişmek ve daima ilerlemektir.

Tüm kadim öğretiler hikmete dayalı, avama kapalıdır ve öğretilerin hedefleri bilgeliktir. Bilgeliğe ise, içsel özgürlüğe, yetkinliğe ve bütünlüğe kavuşmakla erişilebilir. O bir arayıştır. Hakikati, Platon’un dediği gibi “bütün ruhunla” aramak gerekir ve ruh bu arayıştan başka bir şey değildir.

Şeyh Galip şöyle der:

“Özüne hoşça bak,

Çünkü evrenin gözü sensin,

Sen bütün varlıkların gözbebeği olan,

İnsanoğlusun”

Aydınlanma, "tin"in olgunlaşması, kendini bulmasıdır. İradesine, nefsine sahip çıkması ve kendi iradesiyle aklını yönetebilmesi, duygularının efendisi olmasıdır. Aydınlanmak aynı zamanda özgürleşmek demektir. Aklın zincirlerini koparıp özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu da insanlığın tekâmülü, ilerlemesi ve gelişmesi demektir.

Nietzche, kendimize yapmamız gereken yolculuğumuzun zorunluluğunu şöyle açıklıyor: "Hayat, bana şu sırrı verdi: Bak dedi bana, ben her zaman kendi kendini aşması gereken şeyim."

Farabi şöyle devam eder: “Erdemlerin en büyüğü bilimdir”

Miguel de Unamuno ise şöyle sonlandırır: “En zor bilim de kendini bilmektir”

“Akıl”, “birey” ve “bilgi” gibi üç ana öğeye dayanan aydınlanma düşüncesi, bireyi bilgi ile donatmayı ve yaşamın kurallarını, ilkelerini akıl ile bulmayı, ona göre davranmayı amaçlamaktadır. Laplace XVIII. yüzyılda şöyle der: "Hiçbir şey belirsiz olmayacaktır ve gelecek geçmiş gibi gözlerimizin önünde hazır olacaktır."

Aydınlanma, bir birikim sonucu oluşur ve yola koyulduktan sonra da bir ömür boyu devam eder. Bazı kontrolsüz, dağınık insan tipleri vardır ki her şeye: “O nasıl yapılacak, yapılamaz, söylemesi kolay, imkansız, ancak çok güçlü biri yapar, ama, fakat ile devam eden cümleler, vs...” gibi olumsuz şekilde yaklaşır. Bu tip sarmallarda kalmaya âşık, karar alıp fiiliyata geçirme özürlü bu insancıkları, vesveseli döngülerinde rahat bırakıp kendi yolunda ilerlemek gereklidir. Burada tekrar o sözü hatırlayalım: "Sapare Aude!" yani “Aklını kullanma cesaretini göster!”

Asıl olan bilmektir Yüzyıllar boyu zincirlere vurulup, dogmanın zindanlarında tutsak olan özgür insan düşüncesi artık örümcek zihniyetli karanlık insanların hegemonyasından kurtulmuştur ve tekrar o eski günlere dönmeyecektir. Hegel'in de dediği gibi tarih hep ileriye ve gelişmeye doğrudur.

Ayak sürüyenler, geriye döndürmek isteyenler olacaktır. Ezoterik öğretilerde “Şövalye” sembolünde hayat bulan aydınlık yolda yürüyen hem fikir hem de eylem adamlarına düşen cesaretle aydınlanmanın kurucusu, yayıcısı ve bekçisi olma konumunu savunmaktır. Bağnazlıkla, boş görüşlerle mücadele etmek karanlığa karşı taraf olup görevimizi biran bile düşünmeden yerine getirmektir.

Ülkemizde 18. Yüzyıl aydınlanmasının ışığı Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilmiştir. Aydınlanmanın ışıklı yolunun vazgeçilmez tamamlayıcısı ise laiklik ilkesidir. Aydınlanma, insanın insan olma bilincidir. O, sorumluluk ve görev bilinci ile yaşanan bir hayat demektir. Sadece kendi için yaşama lüksünden sıyrılıp insanlık için çalışmak demektir.

Aydınlanmak, okumak, bilmek, bilgi peşinde olmak ve zor olan yolu seçmektir. Emek harcamaktır. Bu yolu seçmeyen büyük kitleler ise bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma cüretini de göstererek maalesef “Bunlar elitist, herkese tepeden bakıyorlar, vs...” şeklinde ciddi komplekslerle akil insanlara ateş püskürerek hareket etmektedirler. Bu kitleler bireysel aydınlanmayı yaşayamadıklarından, gerekli eğitimi içselleştiremediklerinden bu tepkileri göstermektedirler.

Zamana uyum sağlayamayan, hızla değişen dünyaya ayak uyduramayan, teknoloji ile bağını koparan bireylerin bu yeni çağda varolma şansı yoktur. Bireysel aydınlanma bilim, akıl ve kontrollü sezgiyi kullanarak, ilk önce kendinden başlayarak insanlığa uzanan aydınlanma ışığını yaşamaya ve yaymaya gayret etmektir. Yaşadığımız “Bilgi Çağı”’nın gereğinin yapılmasıdır. Bu yolda fikren olduğu kadar ruhen de aydınlanmaya gayret olunur. Yolda olan “havass”ın sahip olduğu ışık akıl, esas enstrümanı ise bilgidir.

Son günlerde ülkemiz aydınlarının ortak hislerini Fazıl Say “Benim hayallerim, benim rüyalarım söndü.” diyerek dile getirmişti. Bu, aydınlanma devriminin yetiştirdiği gerçek bir sanatçının haykırışlarıdır. Bizlere düşen görev Bekir Coşkun’un “Göbeğini kaşıyan adam”’ını “Başını kaşıyan, düşünen adam”’a dönüştürmektir. Karanlığa giden bir yolda olduğumuz hissiyatı ile yaşayan aydın bireyler sayısının gitgide arttığı günümüzde şu evrensel yasa hiçbir zaman unutulmamalıdır:

“Her keder daima kurtuluşla sona erer!”

Nietzsche bir eserinde şöyle der:

“Her zaman uzağa, daha uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an gelecek, daha ileri gidemeyecekler.

Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar.

Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest bir yol kalmadığını söyleyebilir?

Kim uçabildikleri kadar uçtular diyebilir?”

 

Varoluşun Kuantum Boyutu

Prof. Dr. Metin Arık
Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi


Söyleşiyi Gerçekleştiren: Ethem Kocabaş
(Nöro Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi)

Evrendeki her şey insanlar, nesneler, çiçekler, hayvanlar, su, gibi var olan her şeyin aslında atomlardan oluştuğunu biliyoruz. Atomun yapısı hakkında da bilim bize şu bilgileri veriyor. Atomun en alt parçacıklarını kuarklar oluşturuyor. Kuarklar bir araya gelip baryonları, baryonlar çekirdeği, çekirdek elektronları, elektronlarda atomları ve molekülleri oluşturuyor. Sonuçta da madde veya canlı organizmalar meydana geliyor. Konuya atom boyutunda bakarsak, bir insanın bedensel anlamda var oluşunun atom boyutunda bir nesnenin var oluşundan farkı yok değil mi?

Evet öyle. Çok ilginçtir atomların da birbirinden farkı yok. Atomlar da protonlardan, elektronlardan ve nötronlardan oluşuyor. Tüm protonlar da ve elektronlar da birbirinin aynı ama bunlar bir araya çok büyük sayılarda geldiği anda farklılıklar oluşuyor. Hücrelerin de birbirinin yaklaşık aynı olmasına karşın büyük yapılarda birleşimlerinden farklı oluşumlar meydana gelebilmekte.

Örneğin bir kitabı ay kadar büyüttüğümüzde içindeki atomlar bezelye büyüklüğüne ulaşabilir diye benzetebiliriz. Atomun içerisindeki çekirdeğin ve elektronların kütlesel anlamda çok küçük bir yer tuttuğundan bahsediliyor. Geri kalan kısımda büyük bir boşluk var deniliyor. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu yaklaşım elektronları noktasal olarak düşünmek mümkün olmadığından tam olarak doğru değil. Elektronların belirsizlik özelliğinden dolayı nokta olduğunu söylemek zor. Elektronları nokta olarak tanımladığımızda nerede diye sorulması halinde yerinin gösterilmesi gerekir. Yeri tam olarak belli olan bir elektronun hızı çok büyüktür ve bu nedenle her yerde olabilmektedir. Elektronları nokta gibi düşünmek yerine, bulut gibi düşünmek daha doğru olur.

Bulut görüntüsünü yaratan elektronun hızına bağlı olarak her yerde olabilme özelliği herhalde.

Evet. Fizikte bir noktasal parçacık kavramı var. Biz eğer o parçacığın içinde başka bir nokta yoksa onu noktasal olarak tanımlıyoruz. Fizikte elektronlara noktasal parçacık diyoruz, çünkü biliyoruz ki elektronlar başka parçacıklardan yapılmamıştır. Ama bu ben bir elektronu alıp bir yere koyabiliyorum anlamına gelmez. Elektronu alıp bir noktaya koyamazsınız. Aslında atomun içinde boşluk dediğimiz bütün bölümü o elektron bulutu doldurmaktadır. Eskiden, kuantum fiziği keşfedilmeden önce, Bohr atom modelindeki atom tasvirinde, elektron noktasal olarak tanımlanıyordu. Şimdi biliyoruz ki arada böyle bir boşluk yok, elektron bütün boşluğu doldurmakta. Belirsizlik prensibinden hareketle her yeri doldurduğundan bahsedebiliriz.

Atomda elektronun ve çekirdeğin belli zaman dilimlerinde kaybolup, tekrar gözlenebilmesi gibi durumlar oluyor mu? Hatta bazı kuantum yaklaşımlarında buradan hareketle eş evrenlerin varlığında bahsediliyor. Elektronların ve atomun diğer yapılarının bazen gözlenemez olmasının nedeninin eş evrenler olduğuna atıf yapılıyor. Bu konuya bakış açınız nedir?

Biz kuantum fiziğini iki türde ele alıyoruz. Birincisi teorik, diğeri ise deneysel. Teorik olarak ele aldığımız zaman matematik denklemleri kullanıyoruz ve ona inanıyoruz. Deneysel olarak ele aldığımızda laboratuardaki deneylerden hareket ediyoruz ve ona inanıyoruz. Biz bunları tasvir etmeye kalktığımız zaman, günlük hayatta kullandığımız dile entegre etmek durumundayız. O dili kullandığımızdan dolayı atomun yapılarının bazen gözlemlenip, bazen gözlemlenememesi şeklinde bir tasvir yapılabilir. Ama günlük dili kullanarak bunun tam tasviri mümkün değil. Bunun temeli çok detaylı matematiksel denklem ve matematiksel fizik denklemlerine dayanıyor. Bunun deneyi de laboratuarda yaptığımız deneye dayanıyor. Ama bu bahsettiğiniz yok olma olayı, günlük hayatta maddenin yok olması olayından farklı. Bir takım matematiksel denklemler bizleri belirttiğiniz sonuçlara ulaştırmakta. Bazı matematiksel sonuçları günlük hayatta belirttiğiniz şekilde tercüme etmek mümkün. Bu tasvirlerin bir takım ortalama tasvirler olduğunu akılda tutmamız gerekir.

İnsanlar nesnelere veya canlılara baktıklarında dolu olarak görmelerini iki şekilde tasvir edebilir miyiz? Birincisi atomların sayılarının çokluğu ve sıklığına bağlı olan boyut, diğeri de renklerin etkisidir diyebilir miyiz? Bu iki kavramdan dolayı mı nesneleri ve organizmaları dolu olarak görmekteyiz?

Görmemizi sağlayan ışığın yansıması. Katı bir nesneye baktığımızda sudan farklı olarak onu katı olarak algılamamızın sebebi de, aslında oradaki atomların katı olması. Bir atomu elinize aldığınızı hayal edin, sıkmaya kalktığınızda sıkmanız mümkün değildir. Neden sıkamıyorum? Aslında klasik fizik yaklaşımıyla konuya baktığınızda proton pozitif yüklü, elektron negatif yüklü zaten birbirilerini çekiyorlar. Hazır böyle bir çekim varken bende sıktığım zaman sıkışması lazım gibi gözükse de bu mümkün olamıyor. Kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesinden dolayı aslında ikisinin arasında bir itme kuvveti oluyor. Çünkü elektron tek bir noktada bulunamıyor. Belirsizlik ilkesinden dolayı elektron bulut halinde bulunuyor.

Su için durum nedir?

Aslında sudaki atomda da bu katılık var. Fakat su ortamında atomlar birbirilerinin etrafında kolayca kaydığı için su sıvı özelliğine sahip oluyor.

Heiselberg ile ilgili bir söz okumuştum. Diyor ki Heiselberg 'Atom nesne değil, eğilimdir.' Bahsettiğiniz belirsizlik ilkesinden dolayı atomun eğilim olma özelliğinden bahsedebilir miyiz?

Bu sözü ilk defa duydum ama atom tabii ki de nesnedir.

Bir de nesnel zeka olarak tanımlanan Morfik alan kavramı var. Deniliyor ki genlerde atomlardan oluşmaktadır. Dolayısı ile insanın şifresi genlerdedir yaklaşımı atom altı boyutta derinleştirilebilir.

Atom altı boyutta zeka yok. Yani bir atom boyutunda zeka yok. Bin atom boyutunda da zeka yok. Bekleniyordu ki bin veya onbin atom ölçeğinde zeka olsun ama böyle bir birliktelikte de zeka yok. Ancak milyon atom seviyesinde bir zekadan söz edilebilir belki de. İlk kuantum fiziği çıktığı zaman zeka kavramının kuantum fiziğinden çıkabileceğinden söz ediliyordu. İnsanlar yeni bir şey bulduklarında hemen bunu bazı kavramlarla ilişkilendirmek istiyorlar. Ama zeka veya düşünce kavramının çok daha büyük sistemlerde oluştuğu sonradan anlaşıldı. Zaten bu nedenle de tek hücreli canlıların zekası olamıyor. Ama bu konunun bir biyolog ile görüşülerek de analiz edilmesinde fayda olduğu düşüncesindeyim. Bu benim yorum ve bakış açım.

Genlerin şifresi 10 üzeri 20 atom ve genlerden önce atom birliğinden gelen bir şifre var herhalde.

Evet var. Sanıyorum bir gen aşağı yukarı 1000 atomdan falan oluşuyor. Ama bir genin de zeki olduğu söylenemez. O bir takım şeyleri tetikliyor. Genin de tek başına düşüncesi yoktur. Gen daha basit bir şey, onu anlayabiliyoruz. Bütün mesele şu ki: büyükleri anlıyoruz, küçükleri anlıyoruz ama ortadakileri anlayamıyoruz.

Süperpozisyon yaklaşımına göre, eş ikiz evrenlere bağlı olarak olayların olasılıkları var ve biz bunlardan birsini seçiyoruz. Böyle bir seçim varsa bu seçim elektron bulutundaki belirsizlikten gelen bir seçim olabilir mi? Bakmadığında olasılık dalgası olduğundan bakınca da nesnenin varlığından bahsediyor. Bakmayınca pek çok top sahada pek çok noktada aynı anda var, bakınca birisini seçiyorsunuz deniliyor.

Bakmadığınız zaman top orada yoktur diyebilirsiniz. Kuantum mekaniği için bu doğru hakikaten. Yaşadığımız dünyada da bu doğru aslında. Bir şeye bakmıyorsanız nasıl orada diyebilirsiniz ki? Bir de ne zaman geri dönerseniz dönün orada olacağını bilmek ve görmek var. Kuantum mekaniğinde parçacık dediğimiz olay aslında parçacık değil. Bir dalga. Çünkü belirsizlik olduğu için küçük bir parçacık bir nokta olur. Halbuki biz dalgalardan parçacık yapabiliriz. Dalga noktanın etrafına yoğunlaşmış olur. Dalganın noktanın etrafına yoğunlaşması noktayı orada algılamamızı sağlayabilir. Dolayısıyla kuantum mekaniğinin esas temeli cisimlerin parçacık değil de dalga olduğuna dayanıyor. Süperpozisyon dalgalarla yapabildiğimiz bir şey, çünkü iki dalgayı toplayabiliriz. Denizdeki klasik dalgalarda görürsünüz, tabii bunu kuantum dalgaları ile karıştırmamalıyız. Bir benzetme olarak ele alırsak farklı yönden gelen dalgalar toplanıp daha yüksek dalgaları oluşturuyorlar. Denizdeki dalgaların süperpozisyonundan bahsedebildiğimiz gibi kuantum mekaniğinde de dalgaların sürperpozisyonundan bahsedebilmekteyiz.

İnsanda bir dalga boyutu aslında.

Evet. Dolayısıyla örnek olarak Schrödinger'in kedi probleminde kedinin iki durumu var aslında. Biri ölü durumu bir tanesi de canlı durumu. Ölüm durumu ile canlı durumunu topluyorsunuz bunun kuantum mekaniğinde bir anlamı var. Klasik fizikte böyle bir şeyin anlamı yok. Kuantum mekaniğinde hakikaten bu süperpozisyonun anlamı var.

Evrendeki her atom Helyum atamonun bir türevi midir?

Evrendeki atomlar yıldızlarda oluşuyor. Evren ilk başta oluştuğunda içinde hidrojen ve bir miktarda helyum atomu var. Büyük patlama teorisine göre evren çok sıcak başladığı için, sonrasında soğuduğu zaman hidrojen ve helyum atomları oluşuyor. Bunlar kütle halinde çökerek yıldızları oluşturuyorlar. Ondan sonra ağır atomlar da bu yıldızların çekirdeklerinde hafif çekirdeklerin kaynaşarak daha ağır çekirdekler yapmasıyla oluşuyorlar. Onun için tüm atomlar helyum atomunun türevidir, helyum atomundan yapılmıştır diyebiliyoruz.

Einstein evrendeki genişlemeye karşın onu dengede tutan bir güçten bahsediyor. Genişleyen evrende her şeyin rasgele savrulmadığından bahsediyor ve hatta bu dengede tutan güce de lambda sabiti adını vermiş. Bu yaklaşıma bakış açınız nedir?

Bu dediğiniz modelde evrenin belirli bir kurala göre genişlemesi ve ondan hiçbir sapma göstermemesi fikri aslında bilim adamlarının basit ve çözülebilir bir model yapma isteklerinden dolayıdır. Çünkü doğayı en basit şekilde tanımlayıp denklemlerimizi çözmek istiyoruz. Böyle yapıldığı zaman da teori çözülebiliyor Einstein'da bunu yaptı. İlk önce bunu yapacaksınız. Kozmolojinin bu denklemine göre evrenin zaman içinde değişen bir tek büyüklüğü var, evrendeki gezegenleri, insanları, galaksileri ortalama bir madde yoğunluğu olarak ele alıyoruz. Çünkü onları sanki tüm everene yayılmış ve sabit bir madde yoğunluğu olarak düşünüyoruz. Dolayısıyla o bizim seçtiğimiz bir basitlik. Ama yine de evrenin esas olarak o denklemlere göre büyüdüğünü kabul ediyoruz. Lambda, yani kozmolojik sabit meselesine gelince. Kozmolojik sabit olmadığında evren kapalı bir evren ise büyüyüp belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra tekrar kapanması gerekir. Sonlu bir evrense ve kozmolojik sabit varsa bu böyle olmayabilir. Şu anki ölçümler gösteriyor ki bir kozmolojik sabit var. Kozmolojik sabit genelde evrenin enflasyonla büyümesini sağlamaktadır. Eksponansiyel büyüme formu. Bugün çok yavaş bir eksponansiyel büyüme var. Bunu ölçebilmek tabii ki de deneysel kozmolojinin büyük başarısı. Doğrudan ölçemiyoruz ama çok geçmişte de yine evrenin bir ara çok hızlı genişlemiş olması gerekiyor.


Aslında teoriden ziyade ölçülebilen değerlere göre hareket etmek lazım. Bugün bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla artmasının nedeni teori ve deneysel yaklaşımların birbirini destekler tarzda bir döngü içinde gelişmesidir. Ülke olarak bizim de buna ayak uydurmamız gerekir ama çok zor oluyor. Çünkü temel bilimde ne kadar iyi olsanız da alet ihtiyacınız olduğunda dışarı bağımlısınız. Dolayısıyla bizim bu konulara hızla entegre olmamız lazım.

Kuantum fiziğinde hiçbir nesnenin veya canlının, başka nesne ve canlı ile sıfır aralıkla temasta bulunmasının mümkün olmadığından bahsediliyor. Bu nedenle hiçbir şeye dokunmak mümkün değildir deniliyor. Bu olaya da elektronların şarj yükleri arasındaki itmenin neden olduğu söyleniyor bu doğru mu? Hiçbir şey ile tam temas olamaz mı?

Tabi olamaz. Çünkü zaten elektron bir bulut. Atom boyutuna indiğiniz zaman aslında hiçbir şeye tam olarak dokunmuyoruz.

Kuantum fiziği zaman kavramını nasıl değerlendiriyor?

Kuantum mekaniğini yapabilmemiz için uzayı ve zamanı düz uzay-zaman olarak sabitliyoruz. Ondan sonra o uzayın üstünde kuantum mekaniği yapıyoruz. Halbuki uzayın kendisi de kuantum mekaniksel bir obje olmalı. İşin bu boyutunu ele aldığınızda yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. Çünkü karşınıza sonsuzluklar çıkıyor. Uzayın içinde bir parçacığın yeri belli diyoruz ve ona zamanı uyarlayabiliyoruz. Ama uzayın kendisi belirsiz dediğimiz zaman işler sarpa sarıyor. İşte bu da genel göreliliği kuantumlaştıramıyoruz denen büyük problem.

Hava'da atomların durumu nedir?

Havada atomlar çok seyrektir. Atomların olmadığı yerde boşluk var. Belli bir hızla hareket edip birbirilerine çarpıyorlar.

Genetik bilimi, kuantum fiziği ve nöroloji geleceğin bilimleri deniliyor. Gelişmiş ülkeler bu konularda bilim insanlarını bir araya getirmek suretiyle araştırma ve çalışmalar yaptırıyorlar.

Kesinlikle ben bunun önemine çok inanıyorum.

Bizde bu konuda durum nedir?

Bizde olduğunu bilmiyorum ama olması lazım.

Rengin oluşumu hakkında bilgim elektronlara çarpan foton ışınlarının, elektronun yörüngesini değiştirmesi ve sonrasında yörüngesine dönen elektronun, tekrar dışarıya bir enerji vermesi şeklinde. Bu dışa vuran enerji rengi oluşturuyor. Bu tanımlama doğru mu ve bize biraz da rengin oluşumundan bahsedebilir misiniz? Renk nasıl oluşuyor?

Atom seviyesinde bu şekilde renk oluşuyor. Molekül seviyesinde moleküller ışığı emip tekrar veriyorlar. Beyaz ışık dediğimiz şey kırmızı, mavi ve yeşil üç tane bileşenden oluşuyor. Işık bir yere düştüğü zaman tüm dalga boyları emilirse siyah görüyoruz. Bir kısmı emilir bir kısmı yansırsa renk farklılıkları oluşuyor. Bu ışığı da emen aslında atomlar ve moleküller. Saydam olan suda oksijen ve hidrojen atomları var. Dolayısıyla oksijen ve hidrojen atomları saydamdır diyemezsiniz. Gaza baktığınız zaman onu da saydam görmenizin nedeni, çok seyrek olması. Dolayısıyla hidrojen atomunun bazı enerji seviyeleri bilinen renklere tekabül ediyor. Genelde etrafımızda gördüğümüz renkler moleküler seviyelerle alakalı.

Yaşam bir algılama süreci aslında. Beynin ve ruhun çevreyi algılama şekli. İnsan beyni gözüyle gördüğü ile hayal ettiği arasındaki farkı algı düzeyinde ayırt edemiyor.

Evet algılama farklı değil. Işık dediğimiz olay aslında bir takım elektromanyetik titreşimler. Elektromanyetik bir dalga yani. Boşlukta gidebilen bir elektromanyetik dalga. Güneşten buraya kadar gelebiliyor arada bir şey yok. Bu elektromanyetik dalganın frekans dediğimiz bir büyüklüğü var. Saniyede kaç kere titreştiğini ifade ediyor bu büyüklük. Biz insanlar çok küçük bir frekans aralığını görebiliyoruz Gözümüz bunu ölçüyor. Dolayısı ile elektromanyetik dalga çok daha geniş. Atom elektromanyetik bir olay. Proton ve elektronlar elektrik kuvvetlerle birbirine bağlanıyor. İki atom arasında da elektriksel kuvvetler var. Dolayısı ile buradaki enerji farklılıkları elektromanyetik dalga olarak gözüküyor. Bu bizim algıladığımız aralıkta ise biz bunu renk olarak görebiliyoruz. Dünyamızın atmosferi ancak bu dalga aralığında gelen ışığı aşağıya geçiriyor. Buradan hareketle biz başka bir gezegene gitsek kör olabiliriz. Görmeyebiliriz.

Atom yaşlanır mı?

Hayır.

O halde insanın fiziksel olarak yaşlanma sürecinin de atom boyutunda açılımına baklamak lazım.

Bu konu biyologlarla konuşulmalı.

Aslında dünyada bilim alanında gelişmiş ülkeler kuantum fiziğinin yaşamımız üzerindeki
önemi ve etkileri konusunda daha bilinçliler herhalde.


Onun için gelişmişler zaten bunların öneminin farkında oldukları için gelişmişler. Bizde maalesef bilim zayıf ve özellikle deneysel bilim desteklenmiyor. Ülke olarak daha henüz pozitif bilim çağına tam girmiş durumda değiliz. Ama bu durum yavaş yavaş gençlerin sayesinde olumlu yönde değişecek. Türkiye zaten bu pozitif bilimin, deneysel bilimin doğuşuna seyirci kaldı. Eksiklik oradan kaynaklanıyor. Biz daha sonra bu işin bir bilim olduğunun farkına vardık.


Sn.Prof.Dr. Metin Arık çok değerli birikimlerinizi bizlerle paylaştığınız için size çok teşekkür ederiz.
 

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/ Astronomy