|
Kuantum
Düşünce Tekniği Nedir?
Çetin
BAL: Kuantum düşünce tekniği
aslında bir çeşit ÇEKİM YASASI nı ifade eder. Yani düşünceler, uzay ve zaman
içinde meydana gelen hayatımızı yani içinde yer alacağımız olayları bu
enerji kalıplarını ( bu olay kalıplarını) bize doğru çekerler. Bu bir
mıknatısın demir tozlarını çekip şekillendirmesi gibidir. Neyi düşünürseniz onu kendinize
çekersiniz. Pozitif düşüncenin önemide burda açığa çıkmaktadır. Bu anlamda
kuantum felsefesi insan zihni ile maddi gerçekliği aynı denklemde
buluşturan bir bakış açısı sunar bizlere.Gözlemci ve gözlenen tek bir
bütüncül alanın parçası konumuna yükselirler.
Kuantum Düşünce üst nitelikli bir
düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz
ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok
vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce
derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı
düşünme biçimidir.
Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel
oluşumları içerir.
Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer.
Kuantum Düşünce daha da
ilerisi ortak zeka alanında
işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde
siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne
ulaşırsınız.
O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.
Bu Teknik Pratik Olarak Hayatımızda Ne Gibi Yararlar
Sağlar?
Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar: uygun iş, eş, yaşam alanı, ev,
bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır.
Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların
yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni
inançlarınız doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun
kişi, en uygun imkan,en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken
şey uzanıp onu almaktır.
Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci
yaşamanıza imkan tanımış olursunuz.
Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin
hazırlar. Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki
yapar. Bedenimiz aslında bir enerji okyanusundan
başka bir şey değildir. Korku, kaygı, öfke, suçluluk duyguları bütün
hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalara yol açar.
Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya,
evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan
bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü
canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark etmek ve ona adım adım
ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel kodlamanızdaki
yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız
hızlanır.
Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak
İnsanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma
sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle
düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz.
Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar.
Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk
hayatımıza akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle
ruhsal varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok
paraya sahip olmak tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu
parayla ne yaptığınızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok
sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman
zenginsiniz demektir.
Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu
yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar sunar.
Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı
Nedir?
Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir
alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden
enerji parçacıklarından başka bir şey değildir.
Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt
verirler. Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden
bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana.
Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi
arasındaki ayırımlar kalkar.
Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce
paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir
noktasına yaptığımız etki bütünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey
düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir. Kuantum Fiziği, fizikle
fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır.
Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler
Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz?
Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz:
Düşünceler hayatımızı oluşturur.
En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını
söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya
başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme
departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık.
Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir
şirkette hafta başında işe başlıyordu.
Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil.
Kendilerine yüzde yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları
ikna etmekle ilgili. Belki de bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz.
Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle ilgili. Üniversiteye hazırlık
yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri vardı. Onunla bir
çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu. O
kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış
hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının
bir çok önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay
olmadığını tespit ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken
gerçekleştirildi. Bu genç üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir
şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair
telefon aldım.
Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili.
Arkadaşlarının ve rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar
desteklemediğinden şikayet etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf
biriydi. Bir konuda görüş almak için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne
bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden geliyordu. Sonra bu gençle bir
seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir hafta geçmeden yüzünde
güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sinemaya gitmişlerdi
oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden huy
değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim
kurmuşlardı. Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar
kulübüyle ilgili bir isteği daha o söylemeden rektör tarafından
karşılanmıştı.
Bu süreç nasıl işliyor?Yani nasıl oluyor da sizin
yaptığınız bu çalışmadan Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor?
Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde
oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik Alanında bir etki yapar. Bu
düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu alanda her şey Şimdi ve
Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi sonuçlar doğurur.
Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir
damlasındaki değişim diğer tüm damlaları uyarır.
Seminerler katılımcılarda kalıcı bir etki yaratıyor
mu?
Bu biraz da kişilerin konuya verdikleri önemle ilgili bir şey. Ama
alışkanlık haline gelmiş, içselleştirilmiş bir davranış tabii ki kalıcı
oluyor. Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya
yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır
kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı
arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek
yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi olur.
Kuantum Düşünce Nerede Kullanılır? Kimler
Yararlanabilir?
Bir eğitmenseniz; öğrencilerinize uygun öğrenme modelleriyle çabuk, kalıcı
ve zevkli bir eğitim yapabilirsiniz..
Bir öğrenciyseniz; çabuk, kalıcı ve keyifle öğrenen, öğrendiklerini
unutmayan, hayatın tadını çıkarmasını bilen, kendinden memnun bir çocuk yada
genç olabilirisiniz..
Bir iş insanı iseniz; amaçlarınıza ve hedeflerinize kolayca ve çevrenizdeki
insanlarla işbirliği içinde ulaşabilirsiniz.
Bir sanatçıysanız; yaratıcılığınızı daha çok arttırabilir, kalıcı ve etkili
eserler üretebilirsiniz..
Bir baba yada anneyseniz; ailenizde hoşgörü ve anlayışa dayalı iletişimin
sırrını öğrenebilirsiniz….
Bir hekimseniz sağlığın kuantum boyutundaki sırlarını öğrenebilir, modern
tıpla kuantum iyileşme tekniğini birleştirerek harika sonuçlar elde
edebilirsiniz...
Hayat amacınızın ne olduğunu öğrenebilir ve kendi özel amaçlarınız ve
planlarınız doğrultusunda güçlü ve motive olmuş bir biçimde
ilerleyebilirsiniz.
Sorunların gerisindeki anlama bakıp, onların içindeki çözümü görebilirsiniz.
Sizi yoran insanlarla şaşırtıcı bir biçimde özel bir iletişim modeli
geliştirebilirisiniz.
AYDINLANMA
NEDİR?
Bir dilenci
otuz yıldır bir yol kenarında oturmaktadır. Bir gün onun önünden bir yabancı
geçer. Dilenci eski şapkasını mekanik bir biçimde ona uzatarak, "Allah
rızası için bir sadaka," der. "Benim sana verecek hiçbir şeyim yok," der
yabancı. Sonra, "Sen neyin üzerinde oturuyorsun?" diye sorar. "Hiçbir şey,"
diye yanıtlar dilenci. "Sadece eski bir sandık. Kendimi bildim bileli onun
üzerinde oturuyorum." "Onun içine hiç bakmadın mı?" diye sorar yabancı.
"Hayır," der dilenci. "Niye bakayım ki, onun içinde hiçbir şey yok." "Sen
yine de bir bak," diye ısrar eder yabancı. Dilenci yerinden kalkar ve biraz
uğraştıktan sonra sandığın kapağını açmayı başarır. Ve o, şaşkınlık ve
sevinç içinde sandığın altınla dolu olduğunu görür.
Ben size verecek bir şeyi olmayan ve size içinize bakmanızı söyleyen o
yabancıyım. Bu meselde olduğu gibi herhangi bir sandığın içine değil, çok
daha yakın bir yere, kendi içinize bakmanızı söyleyen biri…
"Ama ben dilenci değilim ki," dediğinizi işitir gibiyim.
Gerçek serveti, yani Var'lığın ışık saçan sevincini ve ona eşlik eden derin,
sarsılmaz huzuru bulamamış olanlar, büyük bir maddi servete sahip olsalar
dahi, dilencidirler. Onlar haz ve doyum kırıntılarını, onaylanmayı,
güvenliği ya da sevgiyi dışarıda aramaktadırlar, oysa onların içinde sadece
bu şeyleri içeren değil, dünyanın sunabileceğinden sonsuz derecede daha
büyük bir hazine vardır.
Aydınlanma sözcüğü insan üstü bir başarı fikrini çağrıştırır ve ego bunu
böyle tutmayı sever; oysa aydınlanma sizin Var'lık ile bir'liği
hissetmenizden, bu doğal halinizden başka bir şey değildir. O, ölçülemez ve
yok edilemez bir şeyle, aslında siz olan, ama yine de sizden çok daha büyük
bir şeyle birlik halidir. O ismin ve formun ötesinde bulunan gerçek doğanızı
bulmaktır. Bu birliği hissedememe, kendinizden ve çevrenizdeki dünyadan ayrı
olduğunuz illüzyonuna yol açar. O zaman siz kendinizi, bilinçli ya da
bilinçsiz olarak, tecrit olmuş bir parça olarak algılarsınız. Bu durumda
korkuya kapılırsınız ve içinizde ve dışınızda yaşadığınız çatışma normal
haliniz haline gelir.
Ben Buda'nın aydınlanmayı basitçe "ıstırabın sonu" olarak tanımlayışını
severim. Bunda insan-üstü bir şey yoktur, öyle değil mi? Kuşkusuz, bu eksik
bir tanımlamadır. O bize sadece aydınlanmanın ne olmadığını söyler; yani
ıstıraplı bir hal olmadığını. Ama artık ıstırap yoksa geriye ne kalmıştır?
Buda bu konuda sessiz kalmıştır ve onun sessizliği bunu bizim bulmak zorunda
olduğumuzu ima eder. Buda, olumsuz bir tanımlama kullanmıştır ki zihin onu
inanacak bir şey haline, ya da insan-üstü bir başarı haline, erişmemizin
olanaksız olduğu bir hedef haline getiremesin. Onun bu basiretli yaklaşımına
karşın, Budistler'in çoğu hala aydınlanmanın Buda için olduğuna, -en azından
bu yaşamda- kendileri için olmadığına inanır.
Var'lık
Nedir?
Var'lık doğuma ve ölüme tabî sayısız yaşam formunun ötesindeki sonsuz, ve
daima-var olan Bir (Tek) Yaşamdır. Bununla birlikte, Var'lık sadece her
formun ötesinde değil, aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur,
çünkü o her formun en içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu onun sizin
en derin benliğiniz, gerçek doğanız olduğu ve sizin ona ulaşabileceğiniz
anlamına gelir. Onu zihninizle kavramaya calışmayın. Onu anlamaya
çalışmayın. Siz onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada
mevcutken, dikkatiniz tam ve yoğun bir biçimde Şimdi'de bulunurken,
Var'lığın farkındalığını yeniden kazanmak ve o "hissetme-idrakinde"
kalabilmek aydınlanmadır.
(Eckhart Tolle'nin "Şimdi'nin
Gücü" adlı kitabından alınmıştır.)
Felsefe: Berk Yüksel -
31.12.2007 - 10:48
"Sapiens pol ipse fingit fortunam sibi." Plautus
“Bilge, kendi mutluluğunun efendisidir.”
“Aydınlanma nedir?” sorusu var oluşun anlamını arayan akil insanlar
tarafından tarih boyunca sorulmuştur. Bu insanlar karşılaştıkları zorluğa ve
toplum tarafından dışlanmalarına karşın, kendilerini yalnızca bir yanıt
bulmaya adamışlar ve birçoğu yaşamlarını bu yolda insanlık için feda
etmişlerdir. Onların zahmetli arayışları “Kendini bilmeye, evreni bilmeye ve
bilgiye duydukları açlık tarafından yönlendirilmiştir. Sorulan soruların
bazıları: “Ben kimim? Neden buradayım? Nereye gidiyorum? Yaşamın anlamı
nedir?”dir.
Aydınlanma felsefesi genel olarak insanın kendi yaşamını düzenlenmesini
yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem de toplumsal yaşamın köklü
değişimlere uğrayacağı bir sürecin fikirsel ve felsefi başlatıcısı olmuştur.
18. yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi ve ardında
gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve
kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.
Rönesans ve reformlarla başlayan bu gelişmeler, aydınlanmacılıkla
doruğuna varmış ve buradan itibaren Modernleşme denilen sürecin oluşumunu
hazırlamıştır. Bu süreç aydınlamacılıkta ifadesini bulan köklü bir zihin
değişikliği anlamına gelmektedir.
Din merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl
merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Bu mutluluk ve özgürlük
yolunda sonsuz bir ilerleme idealidir. Laiklik, aydınlanma felsefesinin ve
genel anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temelidir.
Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak tanımlar.
Aydınlanma Çağı, aklı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın
ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesine yönlenilen dönemdir. Kant’ın
"Aydınlanma nedir?" yazısının bazı öne çıkan bölümleri şöyledir:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama
durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını
bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin
olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde
değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak
kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır “Sapare Aude!”
“Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” sözü aydınlanmanın parolası
olmaktadır.”
“Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan
kurtarmış olmasına karşın, tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki,
insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş
olarak kalırlar ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici ya da
yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama
durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın
yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar
veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para
harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu
sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü. Başkalarının
denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler
insanların çoğunun, bu arada bütün latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım
atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli bulmaları için gerekeni yapmaktan geri
kalmazlar. Önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip
aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden
dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi
kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini
bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden
doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü bir kaç
düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki
bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere
kalkışmaktan alıkoyar.”
“Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve
temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta
insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o,
kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle
bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı
denemeye hiç bir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal
yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle kötüye
kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli
bir ayak bağı olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa
da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o henüz
kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha
alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi
başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle
yürüyebilen, pek az kişi vardır.”
“Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok
olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun
önüne geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile-
bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi
boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca
değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu
anlayışını çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına
sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan
gözeticilerden bir kaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları
için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları 'boyunduruk altında kalmaya
zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır ve bu
önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı:
kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimler ile bir
'baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir;
ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde
ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni önyargılar, tıpkı
eskileri gibi, düşüncesiz yığına, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular
olurlar.”
”Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli
olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Ne var ki her yandan
“Düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın!” diye bağırıldığını işitiyorum. Kendi
aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir
biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır ve yalnızca bu tutum
insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir.”
“Şimdi acaba aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz? Sorusu sorulunca, yanıt
şöyle olacaktır: Hayır, aydınlanmış bir çağda değil, fakat aydınlanmaya
giden bir dönemde, 'bir aydınlanma döneminde yaşıyoruz. Şimdiki zamanlarda
olduğu gibi, insanlığın bir bütün olarak, başkasının rehberliği olmaksızın,
dinsel konularda kendi aklını iyi bir biçimde ve güvenilir bir şekilde
kullanması durumunda olması ya da bu duruma getirilebilmesi için katedilecek
daha çok yolumuz var. Fakat bu yönde özgürce çalışmak için şimdi onların
yolunun temizlenip aydınlatıldığına ilişkin farklı göstergelere sahibiz;
böylece evrensel aydınlanmaya giden yoldaki engeller, insanın kendi suçu ile
düşmüş bulunduğu bu ergin olmayış durumundan kurtuluşu ile ilgili güçlükler
yavaş yavaş da olsa giderek azalmaktadır. İşte bu bakımdan çağımız bir
aydınlanma çağıdır.”
“Aydınlanmanın yani insanın kendi kabahati sonucunda karşı karşıya
bulunduğu olgun olmayış ya da kendi sorumluluğu sonucu düştüğü ergin olmayış
durumundan kurtuluşunun odak noktası olarak din konularını belirlemeye
çalıştım. Çünkü din bakımından ergin olmayış her şeyden daha çok tehlikeli
ve zararlıdır.”
“Aydınlanma, aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde
apaçık olarak kullanmak özgürlüğüdür.” denir.
Aydınlanma farklı bir bakış açısından hakikat ile aramızdaki perdelerin
kalkmasıdır. Akil birey, eğer zamanını mükemmel bir biçimde
değerlendirebilirse yaşarken bir güneş gibi doğabilecek ve insanlığa da
faydalı olacaktır. Bu aydınlanma ve aydınlatma insan ruhuna, zekâsına ve
vicdanına nüfuz edeceği için hiç gölge bırakmadan her yerde olacaktır.
Aydınlanma bir nevi uyanıştır. Yeni bir “ben”e “merhaba” deyiştir. Yaşarken
yenilenme, değişme ve gelişmedir.
Hermesçiler, kendilerini bütün varlıklarla birlik halinde görürler.
Onların elde ettikleri aydınlanma, onlara evren ile ortaklık şuurunu
getirir. Hermes diyor ki: "Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her
insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa o zaman
insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır."
İnsanın kendine dayattığı toyluğun, ancak ölümden sonraki bir ruh göçü
yolculuğu sırasında aşama aşama değişime uğrayacağına inanan Mısırlılar,
gelinen her aşamada yeni bir bilinç düzeyine erişildiğine inanıyorlardı.
Hermes, onu izleyenlere yaptığı her konuşmanın sonunda şöyle demekteydi:
"İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nur sizsiniz ve
bu nur daima parlasın."
Ermişlerin ermişi Hermes'in öğrencilerine öğüdü ise şöyledir:
"İlim kuvvetin, iman kılıcın, sukut da delinmez zırhın olsun. Hakikati
herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki ancak
Aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider."
Goethe ise şöyle der: "İnsanlara oldukları gibi davranırsak, oldukları
gibi kala kalırlar. Ama onlara olmaları gerektiği gibi davranırsak,
olabileceklerinin en iyisi olurlar."
Aydınlanmayı hayatlarında deneyimlemiş ve bu yolda yolcu olmaya karar
verip eyleme geçen bireyler için hedeflenen bir varış noktası yoktur. Hedef
yolun kendisidir. Bir noktaya ulaşıp orada yok olmak yani hiçlik hedef
değildir. Zaten doğu öğretilerinde “Nirvana’ya ulaşmak” sönmek anlamında
kullanılmaktadır. Bu büyük günahların insan yüreğinde yaktığı ateşin sönmesi
demektir. Nefsine hâkim olmaktır. Nirvana’ya ulaşmak yok olmak değil, tam
tersine ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa erişmektir. Kadim öğretilerde yöntem ise
iki sütun arası “Orta Yol”dur.
“Başkalarını anlamak bilgeliktir.
Kendini anlamak aydınlanmadır.” der Lao Tse.
Mısır öğretilerinde aydınlanma “id”’in Amon Ra’ya ulaşmasıdır. Farklı
ezoterik disiplinlerde “Nirvana” “Yeniden Doğuş”, “Aydınlanma”, “Kalp
Gözünün Açılması”, “Arınma” ve “Kavuşma” gibi değişik adlarla tanımlanan
ezoterik dönüşümdür.
“Ne biliyoruz ki!” isimli kuantum fiziği ana temalı kurgu belgeselde
şöyle geçer:
“İçimizde olan dışımızda olanı yaratacaktır. Soru sormaya, yaşamını
sorgulamaya, düşünmeye başlayınca, tamamıyla yeni bir kavrama bağlanırız! Bu
da sonuçta bizi içten dışa değiştirir. Ben sandığımdan daha fazlasıyım.
Hatta bundan da fazlası olabilirim. Çevremi, insanları etkileyebilirim. Siz
hiç, kendinizi bir başkasının gözlerinden gördünüz mü? Ne aydınlanma ama!”
“Siz hiç, bir an öylece durup da nihai gözlemcinin gözleri ile baktınız
mı kendinize ?”
Aydınlanma metodolojisinde temel farklılardan biri şöyledir. Örneğin
Budist yolu, içe çekilme yoluyla aydınlanma esasına dayalı bir ezoterizm
iken, Batı ezoterizmi dışa da hâkim olunması temeline dayanarak hem içeriyi
hem dışarıyı hem aşağıyı hem yukarıyı kapsayan bir tarzı benimser.
Zerdüşt’e göre ruhlar ölümsüzdür, bu ölümsüzlük tanrısal öze ortak oluşu
yüzündendir. Bu görüş Müslümanlıkta “Vahdet-i Vücud” ilkesinin de temeli
olmuştur. Zerdüşt şöyle der: “Cahil insan, Ahura Mazda’nın katına ulaşamaz.
Bilgi, insanın gönlünü aydınlatan tanrısal bir ışındır ve sevgi ile
biçimlenen bir mutluluk unsurudur. Mutluluk kişinin aydınlanması ve
karanlığın etkisinden kendini kurtarmasıdır. Mutluluğu sağlayan sevgi ile
yaratıcılık birbirlerine gereksinim duyar. Çünkü sevgi ile yaratıcılık
birbirlerine gereksinim duyar ve birlikte var olurlar.” Amaç sevgi ve bilgi
sütunları üzerinde güçlü bir şekilde iyi, doğru ve güzel düsturları ile
yenilenmek, yaşarken gelişmek ve daima ilerlemektir.
Tüm kadim öğretiler hikmete dayalı, avama kapalıdır ve öğretilerin
hedefleri bilgeliktir. Bilgeliğe ise, içsel özgürlüğe, yetkinliğe ve
bütünlüğe kavuşmakla erişilebilir. O bir arayıştır. Hakikati, Platon’un
dediği gibi “bütün ruhunla” aramak gerekir ve ruh bu arayıştan başka bir şey
değildir.
Şeyh Galip şöyle der:
“Özüne hoşça bak,
Çünkü evrenin gözü sensin,
Sen bütün varlıkların gözbebeği olan,
İnsanoğlusun”
Aydınlanma, "tin"in olgunlaşması, kendini bulmasıdır. İradesine, nefsine
sahip çıkması ve kendi iradesiyle aklını yönetebilmesi, duygularının
efendisi olmasıdır. Aydınlanmak aynı zamanda özgürleşmek demektir. Aklın
zincirlerini koparıp özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bu da insanlığın tekâmülü,
ilerlemesi ve gelişmesi demektir.
Nietzche, kendimize yapmamız gereken yolculuğumuzun zorunluluğunu şöyle
açıklıyor: "Hayat, bana şu sırrı verdi: Bak dedi bana, ben her zaman kendi
kendini aşması gereken şeyim."
Farabi şöyle devam eder: “Erdemlerin en büyüğü bilimdir”
Miguel de Unamuno ise şöyle sonlandırır: “En zor bilim de kendini
bilmektir”
“Akıl”, “birey” ve “bilgi” gibi üç ana öğeye dayanan aydınlanma
düşüncesi, bireyi bilgi ile donatmayı ve yaşamın kurallarını, ilkelerini
akıl ile bulmayı, ona göre davranmayı amaçlamaktadır. Laplace XVIII.
yüzyılda şöyle der: "Hiçbir şey belirsiz olmayacaktır ve gelecek geçmiş gibi
gözlerimizin önünde hazır olacaktır."
Aydınlanma, bir birikim sonucu oluşur ve yola koyulduktan sonra da bir
ömür boyu devam eder. Bazı kontrolsüz, dağınık insan tipleri vardır ki her
şeye: “O nasıl yapılacak, yapılamaz, söylemesi kolay, imkansız, ancak çok
güçlü biri yapar, ama, fakat ile devam eden cümleler, vs...” gibi olumsuz
şekilde yaklaşır. Bu tip sarmallarda kalmaya âşık, karar alıp fiiliyata
geçirme özürlü bu insancıkları, vesveseli döngülerinde rahat bırakıp kendi
yolunda ilerlemek gereklidir. Burada tekrar o sözü hatırlayalım: "Sapare
Aude!" yani “Aklını kullanma cesaretini göster!”
Asıl olan bilmektir Yüzyıllar boyu zincirlere vurulup, dogmanın
zindanlarında tutsak olan özgür insan düşüncesi artık örümcek zihniyetli
karanlık insanların hegemonyasından kurtulmuştur ve tekrar o eski günlere
dönmeyecektir. Hegel'in de dediği gibi tarih hep ileriye ve gelişmeye
doğrudur.
Ayak sürüyenler, geriye döndürmek isteyenler olacaktır. Ezoterik
öğretilerde “Şövalye” sembolünde hayat bulan aydınlık yolda yürüyen hem
fikir hem de eylem adamlarına düşen cesaretle aydınlanmanın kurucusu,
yayıcısı ve bekçisi olma konumunu savunmaktır. Bağnazlıkla, boş görüşlerle
mücadele etmek karanlığa karşı taraf olup görevimizi biran bile düşünmeden
yerine getirmektir.
Ülkemizde 18. Yüzyıl aydınlanmasının ışığı Atatürk Devrimlerinin
gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilmiştir. Aydınlanmanın ışıklı yolunun
vazgeçilmez tamamlayıcısı ise laiklik ilkesidir. Aydınlanma, insanın insan
olma bilincidir. O, sorumluluk ve görev bilinci ile yaşanan bir hayat
demektir. Sadece kendi için yaşama lüksünden sıyrılıp insanlık için çalışmak
demektir.
Aydınlanmak, okumak, bilmek, bilgi peşinde olmak ve zor olan yolu
seçmektir. Emek harcamaktır. Bu yolu seçmeyen büyük kitleler ise bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olma cüretini de göstererek maalesef “Bunlar
elitist, herkese tepeden bakıyorlar, vs...” şeklinde ciddi komplekslerle
akil insanlara ateş püskürerek hareket etmektedirler. Bu kitleler bireysel
aydınlanmayı yaşayamadıklarından, gerekli eğitimi içselleştiremediklerinden
bu tepkileri göstermektedirler.
Zamana uyum sağlayamayan, hızla değişen dünyaya ayak uyduramayan,
teknoloji ile bağını koparan bireylerin bu yeni çağda varolma şansı yoktur.
Bireysel aydınlanma bilim, akıl ve kontrollü sezgiyi kullanarak, ilk önce
kendinden başlayarak insanlığa uzanan aydınlanma ışığını yaşamaya ve yaymaya
gayret etmektir. Yaşadığımız “Bilgi Çağı”’nın gereğinin yapılmasıdır. Bu
yolda fikren olduğu kadar ruhen de aydınlanmaya gayret olunur. Yolda olan
“havass”ın sahip olduğu ışık akıl, esas enstrümanı ise bilgidir.
Son günlerde ülkemiz aydınlarının ortak hislerini Fazıl Say “Benim
hayallerim, benim rüyalarım söndü.” diyerek dile getirmişti. Bu, aydınlanma
devriminin yetiştirdiği gerçek bir sanatçının haykırışlarıdır. Bizlere düşen
görev Bekir Coşkun’un “Göbeğini kaşıyan adam”’ını “Başını kaşıyan, düşünen
adam”’a dönüştürmektir. Karanlığa giden bir yolda olduğumuz hissiyatı ile
yaşayan aydın bireyler sayısının gitgide arttığı günümüzde şu evrensel yasa
hiçbir zaman unutulmamalıdır:
“Her keder daima kurtuluşla sona erer!”
Nietzsche bir eserinde şöyle der:
“Her zaman uzağa, daha uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an
gelecek, daha ileri gidemeyecekler.
Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar.
Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest bir yol
kalmadığını söyleyebilir?
Kim uçabildikleri kadar uçtular diyebilir?”
Varoluşun Kuantum Boyutu
Prof. Dr. Metin Arık
Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi
Söyleşiyi Gerçekleştiren: Ethem Kocabaş
(Nöro Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi)
Evrendeki her şey insanlar, nesneler, çiçekler,
hayvanlar, su, gibi var olan her şeyin aslında atomlardan oluştuğunu
biliyoruz. Atomun yapısı hakkında da bilim bize şu bilgileri veriyor. Atomun
en alt parçacıklarını kuarklar oluşturuyor. Kuarklar bir araya gelip
baryonları, baryonlar çekirdeği, çekirdek elektronları, elektronlarda
atomları ve molekülleri oluşturuyor. Sonuçta da madde veya canlı
organizmalar meydana geliyor. Konuya atom boyutunda bakarsak, bir insanın
bedensel anlamda var oluşunun atom boyutunda bir nesnenin var oluşundan
farkı yok değil mi?
Evet öyle. Çok ilginçtir atomların da birbirinden farkı yok. Atomlar da
protonlardan, elektronlardan ve nötronlardan oluşuyor. Tüm protonlar da ve
elektronlar da birbirinin aynı ama bunlar bir araya çok büyük sayılarda
geldiği anda farklılıklar oluşuyor. Hücrelerin de birbirinin yaklaşık aynı
olmasına karşın büyük yapılarda birleşimlerinden farklı oluşumlar meydana
gelebilmekte.
Örneğin bir kitabı ay kadar büyüttüğümüzde içindeki
atomlar bezelye büyüklüğüne ulaşabilir diye benzetebiliriz. Atomun
içerisindeki çekirdeğin ve elektronların kütlesel anlamda çok küçük bir yer
tuttuğundan bahsediliyor. Geri kalan kısımda büyük bir boşluk var deniliyor.
Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yaklaşım elektronları noktasal olarak düşünmek mümkün olmadığından tam
olarak doğru değil. Elektronların belirsizlik özelliğinden dolayı nokta
olduğunu söylemek zor. Elektronları nokta olarak tanımladığımızda nerede
diye sorulması halinde yerinin gösterilmesi gerekir. Yeri tam olarak belli
olan bir elektronun hızı çok büyüktür ve bu nedenle her yerde
olabilmektedir. Elektronları nokta gibi düşünmek yerine, bulut gibi düşünmek
daha doğru olur.
Bulut görüntüsünü yaratan elektronun hızına bağlı
olarak her yerde olabilme özelliği herhalde.
Evet. Fizikte bir noktasal parçacık kavramı var. Biz eğer o parçacığın
içinde başka bir nokta yoksa onu noktasal olarak tanımlıyoruz. Fizikte
elektronlara noktasal parçacık diyoruz, çünkü biliyoruz ki elektronlar başka
parçacıklardan yapılmamıştır. Ama bu ben bir elektronu alıp bir yere
koyabiliyorum anlamına gelmez. Elektronu alıp bir noktaya koyamazsınız.
Aslında atomun içinde boşluk dediğimiz bütün bölümü o elektron bulutu
doldurmaktadır. Eskiden, kuantum fiziği keşfedilmeden önce, Bohr atom
modelindeki atom tasvirinde, elektron noktasal olarak tanımlanıyordu. Şimdi
biliyoruz ki arada böyle bir boşluk yok, elektron bütün boşluğu doldurmakta.
Belirsizlik prensibinden hareketle her yeri doldurduğundan bahsedebiliriz.
Atomda elektronun ve çekirdeğin belli zaman
dilimlerinde kaybolup, tekrar gözlenebilmesi gibi durumlar oluyor mu? Hatta
bazı kuantum yaklaşımlarında buradan hareketle eş evrenlerin varlığında
bahsediliyor. Elektronların ve atomun diğer yapılarının bazen gözlenemez
olmasının nedeninin eş evrenler olduğuna atıf yapılıyor. Bu konuya bakış
açınız nedir?
Biz kuantum fiziğini iki türde ele alıyoruz. Birincisi teorik, diğeri ise
deneysel. Teorik olarak ele aldığımız zaman matematik denklemleri
kullanıyoruz ve ona inanıyoruz. Deneysel olarak ele aldığımızda
laboratuardaki deneylerden hareket ediyoruz ve ona inanıyoruz. Biz bunları
tasvir etmeye kalktığımız zaman, günlük hayatta kullandığımız dile entegre
etmek durumundayız. O dili kullandığımızdan dolayı atomun yapılarının bazen
gözlemlenip, bazen gözlemlenememesi şeklinde bir tasvir yapılabilir. Ama
günlük dili kullanarak bunun tam tasviri mümkün değil. Bunun temeli çok
detaylı matematiksel denklem ve matematiksel fizik denklemlerine dayanıyor.
Bunun deneyi de laboratuarda yaptığımız deneye dayanıyor. Ama bu
bahsettiğiniz yok olma olayı, günlük hayatta maddenin yok olması olayından
farklı. Bir takım matematiksel denklemler bizleri belirttiğiniz sonuçlara
ulaştırmakta. Bazı matematiksel sonuçları günlük hayatta belirttiğiniz
şekilde tercüme etmek mümkün. Bu tasvirlerin bir takım ortalama tasvirler
olduğunu akılda tutmamız gerekir.
İnsanlar nesnelere veya canlılara baktıklarında
dolu olarak görmelerini iki şekilde tasvir edebilir miyiz? Birincisi
atomların sayılarının çokluğu ve sıklığına bağlı olan boyut, diğeri de
renklerin etkisidir diyebilir miyiz? Bu iki kavramdan dolayı mı nesneleri ve
organizmaları dolu olarak görmekteyiz?
Görmemizi sağlayan ışığın yansıması. Katı bir nesneye baktığımızda sudan
farklı olarak onu katı olarak algılamamızın sebebi de, aslında oradaki
atomların katı olması. Bir atomu elinize aldığınızı hayal edin, sıkmaya
kalktığınızda sıkmanız mümkün değildir. Neden sıkamıyorum? Aslında klasik
fizik yaklaşımıyla konuya baktığınızda proton pozitif yüklü, elektron
negatif yüklü zaten birbirilerini çekiyorlar. Hazır böyle bir çekim varken
bende sıktığım zaman sıkışması lazım gibi gözükse de bu mümkün olamıyor.
Kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesinden dolayı aslında ikisinin arasında
bir itme kuvveti oluyor. Çünkü elektron tek bir noktada bulunamıyor.
Belirsizlik ilkesinden dolayı elektron bulut halinde bulunuyor.
Su için durum nedir?
Aslında sudaki atomda da bu katılık var. Fakat su ortamında atomlar
birbirilerinin etrafında kolayca kaydığı için su sıvı özelliğine sahip
oluyor.
Heiselberg ile ilgili bir söz okumuştum. Diyor ki
Heiselberg 'Atom nesne değil, eğilimdir.' Bahsettiğiniz belirsizlik
ilkesinden dolayı atomun eğilim olma özelliğinden bahsedebilir miyiz?
Bu sözü ilk defa duydum ama atom tabii ki de nesnedir.
Bir de nesnel zeka olarak tanımlanan Morfik alan
kavramı var. Deniliyor ki genlerde atomlardan oluşmaktadır. Dolayısı ile
insanın şifresi genlerdedir yaklaşımı atom altı boyutta derinleştirilebilir.
Atom altı boyutta zeka yok. Yani bir atom boyutunda zeka yok. Bin atom
boyutunda da zeka yok. Bekleniyordu ki bin veya onbin atom ölçeğinde zeka
olsun ama böyle bir birliktelikte de zeka yok. Ancak milyon atom seviyesinde
bir zekadan söz edilebilir belki de. İlk kuantum fiziği çıktığı zaman zeka
kavramının kuantum fiziğinden çıkabileceğinden söz ediliyordu. İnsanlar yeni
bir şey bulduklarında hemen bunu bazı kavramlarla ilişkilendirmek
istiyorlar. Ama zeka veya düşünce kavramının çok daha büyük sistemlerde
oluştuğu sonradan anlaşıldı. Zaten bu nedenle de tek hücreli canlıların
zekası olamıyor. Ama bu konunun bir biyolog ile görüşülerek de analiz
edilmesinde fayda olduğu düşüncesindeyim. Bu benim yorum ve bakış açım.
Genlerin şifresi 10 üzeri 20 atom ve genlerden önce
atom birliğinden gelen bir şifre var herhalde.
Evet var. Sanıyorum bir gen aşağı yukarı 1000 atomdan falan oluşuyor. Ama
bir genin de zeki olduğu söylenemez. O bir takım şeyleri tetikliyor. Genin
de tek başına düşüncesi yoktur. Gen daha basit bir şey, onu anlayabiliyoruz.
Bütün mesele şu ki: büyükleri anlıyoruz, küçükleri anlıyoruz ama
ortadakileri anlayamıyoruz.
Süperpozisyon yaklaşımına göre, eş ikiz evrenlere
bağlı olarak olayların olasılıkları var ve biz bunlardan birsini seçiyoruz.
Böyle bir seçim varsa bu seçim elektron bulutundaki belirsizlikten gelen bir
seçim olabilir mi? Bakmadığında olasılık dalgası olduğundan bakınca da
nesnenin varlığından bahsediyor. Bakmayınca pek çok top sahada pek çok
noktada aynı anda var, bakınca birisini seçiyorsunuz deniliyor.
Bakmadığınız zaman top orada yoktur diyebilirsiniz. Kuantum mekaniği için bu
doğru hakikaten. Yaşadığımız dünyada da bu doğru aslında. Bir şeye
bakmıyorsanız nasıl orada diyebilirsiniz ki? Bir de ne zaman geri dönerseniz
dönün orada olacağını bilmek ve görmek var. Kuantum mekaniğinde parçacık
dediğimiz olay aslında parçacık değil. Bir dalga. Çünkü belirsizlik olduğu
için küçük bir parçacık bir nokta olur. Halbuki biz dalgalardan parçacık
yapabiliriz. Dalga noktanın etrafına yoğunlaşmış olur. Dalganın noktanın
etrafına yoğunlaşması noktayı orada algılamamızı sağlayabilir. Dolayısıyla
kuantum mekaniğinin esas temeli cisimlerin parçacık değil de dalga olduğuna
dayanıyor. Süperpozisyon dalgalarla yapabildiğimiz bir şey, çünkü iki
dalgayı toplayabiliriz. Denizdeki klasik dalgalarda görürsünüz, tabii bunu
kuantum dalgaları ile karıştırmamalıyız. Bir benzetme olarak ele alırsak
farklı yönden gelen dalgalar toplanıp daha yüksek dalgaları oluşturuyorlar.
Denizdeki dalgaların süperpozisyonundan bahsedebildiğimiz gibi kuantum
mekaniğinde de dalgaların sürperpozisyonundan bahsedebilmekteyiz.
İnsanda bir dalga boyutu aslında.
Evet. Dolayısıyla örnek olarak Schrödinger'in kedi probleminde kedinin iki
durumu var aslında. Biri ölü durumu bir tanesi de canlı durumu. Ölüm durumu
ile canlı durumunu topluyorsunuz bunun kuantum mekaniğinde bir anlamı var.
Klasik fizikte böyle bir şeyin anlamı yok. Kuantum mekaniğinde hakikaten bu
süperpozisyonun anlamı var.
Evrendeki her atom Helyum atamonun bir türevi
midir?
Evrendeki atomlar yıldızlarda oluşuyor. Evren ilk başta oluştuğunda içinde
hidrojen ve bir miktarda helyum atomu var. Büyük patlama teorisine göre
evren çok sıcak başladığı için, sonrasında soğuduğu zaman hidrojen ve helyum
atomları oluşuyor. Bunlar kütle halinde çökerek yıldızları oluşturuyorlar.
Ondan sonra ağır atomlar da bu yıldızların çekirdeklerinde hafif
çekirdeklerin kaynaşarak daha ağır çekirdekler yapmasıyla oluşuyorlar. Onun
için tüm atomlar helyum atomunun türevidir, helyum atomundan yapılmıştır
diyebiliyoruz.
Einstein evrendeki genişlemeye karşın onu dengede
tutan bir güçten bahsediyor. Genişleyen evrende her şeyin rasgele
savrulmadığından bahsediyor ve hatta bu dengede tutan güce de lambda sabiti
adını vermiş. Bu yaklaşıma bakış açınız nedir?
Bu dediğiniz modelde evrenin belirli bir kurala göre genişlemesi ve ondan
hiçbir sapma göstermemesi fikri aslında bilim adamlarının basit ve
çözülebilir bir model yapma isteklerinden dolayıdır. Çünkü doğayı en basit
şekilde tanımlayıp denklemlerimizi çözmek istiyoruz. Böyle yapıldığı zaman
da teori çözülebiliyor Einstein'da bunu yaptı. İlk önce bunu yapacaksınız.
Kozmolojinin bu denklemine göre evrenin zaman içinde değişen bir tek
büyüklüğü var, evrendeki gezegenleri, insanları, galaksileri ortalama bir
madde yoğunluğu olarak ele alıyoruz. Çünkü onları sanki tüm everene yayılmış
ve sabit bir madde yoğunluğu olarak düşünüyoruz. Dolayısıyla o bizim
seçtiğimiz bir basitlik. Ama yine de evrenin esas olarak o denklemlere göre
büyüdüğünü kabul ediyoruz. Lambda, yani kozmolojik sabit meselesine gelince.
Kozmolojik sabit olmadığında evren kapalı bir evren ise büyüyüp belli bir
büyüklüğe ulaştıktan sonra tekrar kapanması gerekir. Sonlu bir evrense ve
kozmolojik sabit varsa bu böyle olmayabilir. Şu anki ölçümler gösteriyor ki
bir kozmolojik sabit var. Kozmolojik sabit genelde evrenin enflasyonla
büyümesini sağlamaktadır. Eksponansiyel büyüme formu. Bugün çok yavaş bir
eksponansiyel büyüme var. Bunu ölçebilmek tabii ki de deneysel kozmolojinin
büyük başarısı. Doğrudan ölçemiyoruz ama çok geçmişte de yine evrenin bir
ara çok hızlı genişlemiş olması gerekiyor.
Aslında teoriden ziyade ölçülebilen değerlere göre hareket etmek lazım.
Bugün bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla artmasının nedeni teori
ve deneysel yaklaşımların birbirini destekler tarzda bir döngü içinde
gelişmesidir. Ülke olarak bizim de buna ayak uydurmamız gerekir ama çok zor
oluyor. Çünkü temel bilimde ne kadar iyi olsanız da alet ihtiyacınız
olduğunda dışarı bağımlısınız. Dolayısıyla bizim bu konulara hızla entegre
olmamız lazım.
Kuantum fiziğinde hiçbir nesnenin veya canlının,
başka nesne ve canlı ile sıfır aralıkla temasta bulunmasının mümkün
olmadığından bahsediliyor. Bu nedenle hiçbir şeye dokunmak mümkün değildir
deniliyor. Bu olaya da elektronların şarj yükleri arasındaki itmenin neden
olduğu söyleniyor bu doğru mu? Hiçbir şey ile tam temas olamaz mı?
Tabi olamaz. Çünkü zaten elektron bir bulut. Atom boyutuna indiğiniz zaman
aslında hiçbir şeye tam olarak dokunmuyoruz.
Kuantum fiziği zaman kavramını nasıl
değerlendiriyor?
Kuantum mekaniğini yapabilmemiz için uzayı ve zamanı düz uzay-zaman olarak
sabitliyoruz. Ondan sonra o uzayın üstünde kuantum mekaniği yapıyoruz.
Halbuki uzayın kendisi de kuantum mekaniksel bir obje olmalı. İşin bu
boyutunu ele aldığınızda yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. Çünkü karşınıza
sonsuzluklar çıkıyor. Uzayın içinde bir parçacığın yeri belli diyoruz ve ona
zamanı uyarlayabiliyoruz. Ama uzayın kendisi belirsiz dediğimiz zaman işler
sarpa sarıyor. İşte bu da genel göreliliği kuantumlaştıramıyoruz denen büyük
problem.
Hava'da atomların durumu nedir?
Havada atomlar çok seyrektir. Atomların olmadığı yerde boşluk var. Belli bir
hızla hareket edip birbirilerine çarpıyorlar.
Genetik bilimi, kuantum fiziği ve nöroloji
geleceğin bilimleri deniliyor. Gelişmiş ülkeler bu konularda bilim
insanlarını bir araya getirmek suretiyle araştırma ve çalışmalar
yaptırıyorlar.
Kesinlikle ben bunun önemine çok inanıyorum.
Bizde bu konuda durum nedir?
Bizde olduğunu bilmiyorum ama olması lazım.
Rengin oluşumu hakkında bilgim elektronlara çarpan
foton ışınlarının, elektronun yörüngesini değiştirmesi ve sonrasında
yörüngesine dönen elektronun, tekrar dışarıya bir enerji vermesi şeklinde.
Bu dışa vuran enerji rengi oluşturuyor. Bu tanımlama doğru mu ve bize biraz
da rengin oluşumundan bahsedebilir misiniz? Renk nasıl oluşuyor?
Atom seviyesinde bu şekilde renk oluşuyor. Molekül seviyesinde moleküller
ışığı emip tekrar veriyorlar. Beyaz ışık dediğimiz şey kırmızı, mavi ve
yeşil üç tane bileşenden oluşuyor. Işık bir yere düştüğü zaman tüm dalga
boyları emilirse siyah görüyoruz. Bir kısmı emilir bir kısmı yansırsa renk
farklılıkları oluşuyor. Bu ışığı da emen aslında atomlar ve moleküller.
Saydam olan suda oksijen ve hidrojen atomları var. Dolayısıyla oksijen ve
hidrojen atomları saydamdır diyemezsiniz. Gaza baktığınız zaman onu da
saydam görmenizin nedeni, çok seyrek olması. Dolayısıyla hidrojen atomunun
bazı enerji seviyeleri bilinen renklere tekabül ediyor. Genelde etrafımızda
gördüğümüz renkler moleküler seviyelerle alakalı.
Yaşam bir algılama süreci aslında. Beynin ve ruhun
çevreyi algılama şekli. İnsan beyni gözüyle gördüğü ile hayal ettiği
arasındaki farkı algı düzeyinde ayırt edemiyor.
Evet algılama farklı değil. Işık dediğimiz olay aslında bir takım
elektromanyetik titreşimler. Elektromanyetik bir dalga yani. Boşlukta
gidebilen bir elektromanyetik dalga. Güneşten buraya kadar gelebiliyor arada
bir şey yok. Bu elektromanyetik dalganın frekans dediğimiz bir büyüklüğü
var. Saniyede kaç kere titreştiğini ifade ediyor bu büyüklük. Biz insanlar
çok küçük bir frekans aralığını görebiliyoruz Gözümüz bunu ölçüyor. Dolayısı
ile elektromanyetik dalga çok daha geniş. Atom elektromanyetik bir olay.
Proton ve elektronlar elektrik kuvvetlerle birbirine bağlanıyor. İki atom
arasında da elektriksel kuvvetler var. Dolayısı ile buradaki enerji
farklılıkları elektromanyetik dalga olarak gözüküyor. Bu bizim algıladığımız
aralıkta ise biz bunu renk olarak görebiliyoruz. Dünyamızın atmosferi ancak
bu dalga aralığında gelen ışığı aşağıya geçiriyor. Buradan hareketle biz
başka bir gezegene gitsek kör olabiliriz. Görmeyebiliriz.
Atom yaşlanır mı?
Hayır.
O halde insanın fiziksel olarak yaşlanma sürecinin
de atom boyutunda açılımına baklamak lazım.
Bu konu biyologlarla konuşulmalı.
Aslında dünyada bilim alanında gelişmiş ülkeler
kuantum fiziğinin yaşamımız üzerindeki
önemi ve etkileri konusunda daha bilinçliler herhalde.
Onun için gelişmişler zaten bunların öneminin farkında oldukları için
gelişmişler. Bizde maalesef bilim zayıf ve özellikle deneysel bilim
desteklenmiyor. Ülke olarak daha henüz pozitif bilim çağına tam girmiş
durumda değiliz. Ama bu durum yavaş yavaş gençlerin sayesinde olumlu yönde
değişecek. Türkiye zaten bu pozitif bilimin, deneysel bilimin doğuşuna
seyirci kaldı. Eksiklik oradan kaynaklanıyor. Biz daha sonra bu işin bir
bilim olduğunun farkına vardık.
Sn.Prof.Dr. Metin Arık çok değerli birikimlerinizi
bizlerle paylaştığınız için size çok teşekkür ederiz.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/
Astronomy
|
|