|
Zaman Yolculuğunu Araştırma
Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90
05366063183 - Turkey / Denizli
zen nedir
Zen, insanın kendi iç varlığını ve iç yapısının
derinliğini görebilme sanatıdır, bağımlılıktan özgürlüğe götüren yoldur."
D.T.Suzuki
Zen'i özetlemek gerektiğinde herhalde yukarıdakinden daha iyi bir cümle
kurulamaz. Evet, Zen bir görebilme sanatıdır ve bir yoldur. Bu ikisi bir
arada düşünülürse Zen'e bir tür yaşama sanatı denilebilir.
Böyle olunca, Zen'in insanlık var olduğundan bugüne kadar farklı coğrafya ve
toplumlarda farklı pratiklerle ortaya çıkmış olabileceğini söylemek yanlış
olmaz. Bugün bildiğimiz şekliyle Zen'in ortaya çıkmasında iki kültür etkin
olmuştur. Hint-Budist kültürü ve Çin-Tao kültürü. Yine bu iki öğretinin,
yani Budizm ve Taoculuğun'da yapısı nedeniyle bir isim verilmeden ve kağıda
dökülmeden farklı coğrafya ve toplumlarda insanlık tarihi boyunca yaşanmış
olduklarını söyleyebiliriz.
Ama Budizm konusunda klasik hikaye hemen herkesin bildiği gibi İ.Ö.563
yıllarında Prens Siddharta Guatama'nın Hindistan'ın kuzey doğusunda bir
kralın oğlu olarak dünyaya gelmesi ile başlar. Prens 29 yaşındayken yaşamın
acıyla dolu olduğunu anlar ve kurtuluşu aramaya başlar. Uzun yıllar bir
ormanda çile ve perhiz içinde meditasyon yaptıktan sonra bunların bir işe
yaramadığını anlar ve kendine işkence etmekten vazgeçer. Bu sefer acıkınca
yer, yorulunca uyur ama ormanda meditasyona devam eder. En sonunda bir gün
meditasyona oturur ve kendisini bağımlılıktan özgürlüğe geçiren kapıyı açar.
Yani aydınlanır, o ana kadar hiç yaşamadığı bir deneyim ile kendisini doğum
ölüm döngüsünden, yaşamın acılarından kurtarır ve bir Buda olur. Daha sonra
Guatama, tüm duyarlı varlıkların kendisi gibi acıdan kurtulması için herkese
aydınlanmanın yolunu öğretmeye başlar. İşte bu andan itibaren o artık bir
Buda ve Bodhisattva'dır. Yani Buda ve Bodhisattva, budistler için belli bir
kişinin adı veya lakabı değil aydınlanmaya ulaşmış ve kendisini diğer
varlıkların kurtuluşuna adamış kişi anlamındadır. Ve Guatama’dan sonra pek
çok Bodhisattva yaşamıştır.
Zen tamamen doğu kökenli bir yaşam sanatı olsa da gelenekler, kutsal yer ve
yazıtlar gibi şeylerle bir bağı yoktur. Bu nedenle insanın var olduğu her
mekana ve zamana uydurulabilir bir yapısı vardır. İşte Zen'in batı
dünyasında hızlı ve kolayca yayılabilmesinin nedeni budur. Bugün Avrupa ve
Kuzey Amerika'da pek çok Zendo vardır. Ancak bu, Zen'in çok zahmetsiz ve
basit olduğu anlamına gelmez. Bir Zen ustası "Zen nedir?" sorusuna "Kızgın
ateş üstünde kaynar yağ" diye cevap vermiş. Çünkü insanın kendi iç
varlığını, iç yapısının derinliğini görebilmesi öyle sıradan bir uğraş ile
olacak iş değil. *D.T.Suzuki'nin dediği gibi yaşamda en önemli, en önde
gelen ciddi bir iş bu.
Zen, Budacılık okulları arasında en sert olanı. Bunun nedeni Zen’in
aydınlanmaya olan tam ve kesin bir inanç ve kararlılık ile tam bir kişilik
dönüşümünü gerekli kılması. Ancak bir Zen yolcusunun günlük yaşamına
bakıldığında kendisini hiçbir zor uygulamaya yöneltmediği görülebilir. Zen’i
sert yapan kişinin kendi egosuyla, kişiliği ile yaptığı mücadeledir. Sonuçta
ise Zen size tüm varlığın gerçek doğasını anlama ve benliğinizi aşarak
doğum-ölüm döngüsünden kurtulmayı vaat eder. Bunu yaparken ne bir kutsal
kitaptan, ne bir kutsal kişiden, ne bir mistik öğretiden, ne bir bilgiden,
ne akıldan, ne de varlığın dışındaki bir tanrıdan destek arar. Tüm bunlar
Zen için bir hiçtir oysa Zen yolcusunun kendi gerçek özüne derin, dikkatli
ve içten bir bakışı herşey.
İşte Zen’in diğer Budist okullara nazaran batı dünyasına daha hızlı yayılmış
olmasının nedeni bunlardır. Özellikle sanayi devrimi ve kapitalizmin dünyayı
ele geçirmeye başlamasıyla insanlar tüketim-üretim zinciri içerisinde daha
çok dışa dönük ve yüzeysel bir yaşamı yaşamaya başladılar. Sonuçta batı
toplumları egonun tatmini için bencilliği körükleyen, göreceli çıkarlar için
doğayı tahrip etmekten çekinmeyen, insanların ideoloji ve maddi çıkarlar
için diğer insanları kitleler halinde hiç çekinmeden yok edebildiği bir
toplum oldu çıktı. Tabii ki bunlara duyarlı insanlar tarafından bir tepki
doğdu. En güçlü tepkiler ise ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan
gençlik hareketleriydi. Bu gençlerin karşısında duran tüm doğu dünyası ise
vaat ettiği barış ve huzur ile adeta keşfedilmeyi bekleyen bir hazine
gibiydi. Tabii ki bu hazinenin içinde Zen de vardı ve içerdiği gelenek, ırk,
bilgelik, yaş, cinsiyet, yaşam şartları gibi öğeleren bağımsız olma özelliği
ile yandaş bulması çok kolay oldu. Dahası Zen diğer Budist okullar gibi
günlük yaşamdan çekilmiş, münzevi bir yaşam ideali taşımadığı için batı için
çok uygundu.
Ama batı dünyası bugüne kadar Zen’i hep doğulu örneğinden kopya ederek
yaşadı. Zen’in daha çok ahlaki yönlerinden ve günlük yaşama olan bakışından
etkilendi. Batıda pek çok Zen okulu kuruldu ama bu okulların kurucuları da
doğudan gelen ustalardı. Zen halen batı dünyasındaki yerini aramaktadır.
Çünkü batıda diğer Budist okullarla karşılaştırılınca en çok yoldaşı olan
okuldur ama henüz iyi ustalar yetişmemiştir. Bunun nedeni ise Zen’in
yapısının batılı tarzda yetişmiş birisi için tamamen ters duruyor olmasıdır,
kişi Zen’i anlayabilmek için kendisini ters çevirmeli alt üst etmelidir. Bu
durumu anlatan çok güzel bir hikaye şöyle; Bir Profesör Zen’in ne olduğunu
öğrenmek için bir Zen ustasını ziyarete gider. Usta Profesöre çay ikram
etmek ister. Otururlar ve usta kendi fincanına çay koyduktan sonra
profesörün fincanını doldurmaya başlar. Ancak fincan çay ile dolduğu halde
usta çay dökmeye devam eder. Bir süre sonra Profesör dayanamaz ve "Artık
doldu, daha fazla alamaz! der. Usta ise "Tıpkı sizin zihniniz gibi,
zihninizi boşaltmadan size Zen’i nasıl öğretebilirim?der. Oysa batı dünyası
insanların zihnini sürekli doldurmaları, karışıklık içinde her türlü bilgiyi
beyinlerine istiflemeleri için sürekli çaba içindedir.
Bundan sonra Zen’in içeriği hakkında yazmaya çalışacağım ama bu yaptığım hiç
görmediğim bir yeri başkalarından duyduklarıma göre anlatmaya çalışmak gibi
bir şey. Ama Zen hakkında hiçbir bilginiz yoksa mutlaka pek çok önyargınız
vardır. Zaten benim asıl amacım da bunları aşmanıza yardımcı olabilmek.
Çünkü Zen çok farklı olduğu halde diğer pek çok doğu kökenli öğreti ile
kolayca karıştırılabilecek bir görünümde. Ve günümüzde çeşitli uygulamalarla
Zen dışındaki öğretilerin pazarlanmaya başlandığını görüyorum.
Öncelikle hepimiz yaşamı bir ölçüde sorgularız. Bazı duyarlı insanlar bu
sorgulama işleminde hiç durmadan bir çaba bir arayış içinde olsalar da
çoğunluğu oluşturan insanlar genellikle kendi yaşamlarına ve yetiştirilme
tarzlarına uygun olan cevapları seçip sorgulamayı bir kenara iterler.
Öncelikli sorular herhalde, Ben neyim, insan nedir? Evren nedir? gibi geniş
kapsamlı sorulardır. Günümüzde bu gibi sorulara cevap sunan kutsal kitaplar
ve felsefeler çok çeşitli. Ancak tüm bu felsefe ve kutsal kitaplardan yardım
görmeden bir kez daha düşündüğümüzde çok açık ve seçik olarak gördüğümüz şey
şudur; Ben her ne olursam olayım her an yaşlanmakta ve yavaş yavaş
ölmekteyim. Hepimiz bu dünyadan gelip geçip yok olacağız. Bedenim geri
dönüşü olmayan bir yolda ilerliyor. Bu süre içinde bedenimdeki moleküller
sürekli değişiyor. Her gün çeşitli yollarla hücrelerimdeki molekülleri
bedenimden dışarı atıyor ve beslenme veya solunum gibi yollarla yerine
yenilerini alıyorum. Bu sürekli değişim içinde bedenimde sabit olan hiçbir
molekül yok. Yani bundan birkaç yıl önce bedenim dediğim beni oluşturan tüm
moleküller beni terk etmiş durumda. Bunu önleyemiyorum. Bu durum tüm
varlıklar için geçerli. Diğer gerçek ise tüm varlıkları içeren evren adını
verdiğimiz birlikteliğimiz.
İşte bu manzara düşünen her insanın karşısına çıkıyor. Bu noktada insanlar
genellikle kültürleme tarzlarına göre iki aşırı düşünceye doğru
ilerliyorlar. Ya tüm bu gerçeklerin aslında bir yanılsama olduğu, asıl
gerçeğin insanın ruhu denilen yerinde olduğu gibi romantizme doğru, ya da
her şeyin maddi bir temele dayandığı, ruh ve metafizik çıkarımlar gibi
düşüncelerin saçma olduğu gibi rasyonalizme doğru. Ancak insanlar ne
düşünürlerse düşünsünler gerçek her neyse değişmiyor. Yaşam devam ediyor,
insanlar sürekli doğuyor ve ölüyor.
İnsanların yaşamı ise sürekli bir mücadeleden başka bir şey değil.
Yoksulluk, hastalıklar, doğal afetler, savaşlar vs. İnsanların yakasını bir
türlü bırakmıyor. Zenginler içten içe varlıklarını kaybetme endişesiyle
yaşarken, hastalıklar varlıklı veya yoksulları ayırt etmeden kol geziyor.
İnsanlar para ve aşk gibi nedenlerle her gün evlerinden çıkıp birileriyle
mücadele içinde akşam ediyorlar. Tüm bu gerçekleri görmemize engel olan şey
ise geçici zevkler değil mi? Zenginliğin verdiği bir anlık rahatlık, bize
heyecan ve gevşeme yaşatan anlık zevkler. Günümüzde insanların büyük
çoğunluğu bu tür geçici rahatlık ve zevklerin peşinde ömürlerini
tüketmiyorlar mı? Tüm bu arzu-tatminsizlik çemberinde acı insanın peşini hiç
bırakmıyor. Yaşama bir de buradan bakınca gerçekten acı ile dolu olduğunu
görebiliriz. Tüm bu acılar yetmiyormuş gibi bir de geçmişe üzülüp geleceğe
olan umutlarımıza sarılarak yaşamak ve bunları takip eden hayal kırıklıkları
var. Hep gelecekte bir şeylere sahip olup mutlu ve rahat bir yaşam sürme
hayaliyle bugünü geleceğe endeksleyip günlerimizi, yıllarımızı geçiriyoruz.
Oysa pek çoğumuzun şu andaki yaşamı bile huzurlu olabilmek için yeterli,
oysa biz sürekli isteklerimizin yarattığı eksiklik duygusuyla acı içindeyiz.
Tüm bu iç karartıcı manzaranın bize haykırdığı gerçek ise her şeyin geçici
olduğu, hüzünlerimiz, acılarımız kadar mutluluğumuz da geçici. Peki insanlar
bu kadar acıya rağmen ne diye hiç durmadan geçici olan hüzünden kaçmak ve
geçici olan mutluluğu bulmak için yaşamlarını tüketiyorlar? Yarın ölüp
gitmeyeceğimizin garantisi olmadığı halde ne diye banka hesaplarımızı bir
sidik yarışı yapar gibi şişirmeye çalışıyoruz?
Sanırım bu kadar sorgulama yeterli. Zen’e göre yukarıdaki tüm bu
yanılgıların tüm bu kafa karışıklığının, anlamsızlık duygusunun nedeni büyük
bir cahillik. Bu öyle basit bir bilgi veya deneyim eksikliği değil, bu öyle
bir cahillik ki insanı kendisine ve tüm evrene yabancı kılıyor. Kişi
anlamsızlık duygusuyla ve zihnindeki bir yığın cevapsız soruyla bir serseri
gibi yaşamaya başlıyor. Kendisinin bu acıklı durumunun farkında olan pek çok
kişi bir cevap, bir anlam arayışı içerisinde kitaplar okumaya başlıyor,
konferansları dinliyor, dinsel uygulamaları deniyor veya kendisine yol
gösterecek bir kişi arıyor. Tüm bu yöntemlerin yanında Zen’de var. Ancak Zen
çok farklı olarak ne birisinin ağzından çıkan sözlere ne de yazılanlara
bağlanmadan kişinin kendisinin deneyimleri ile yol gösteriyor. Zen’de bunu
özetleyen bir bildiri şöyle;
(Alıntı 1) "Yazılara, sözlere bağlanmadan / Kutsal yazıların dışında özel
bir iletişim / İnsan ruhuna doğrudan bir yaklaşım / Gerçek yaradılışını
tanıyıp Budalığa ulaşmak
Zen yolcusunun yazılara ve sözlere bağlanmamasının nedeni ise çok basit.
Bunlar, susuzluktan ölmek üzere olan birisine suyu anlatmak gibi bir şey
çünkü. O kişinin suyu içmeye ihtiyacı var, laf ve kağıt parçalarına değil.
Siz bir gün Budalık seviyesine erişebilirsiniz belki ama bu durum diğer
insanlar için önemsizdir, onlara Budalığa nasıl eriştiğinizi ve Budalığın ne
olduğunu yazılı olarak verebilseniz ve onlar bu yazdıklarınızı
anlayabilseler dahi onlar için bir şey değişmemiş olur, ta ki onlar da
bizzat Budalığa erişene kadar. Ki o zaman da onların sizin sözlerinize
ihtiyacı kalmaz. İşte Guatama ve sonraki pek çok Buda ile diğer insanlar
veya Zen yolcuları arasındaki durum aynen bu.
Buradan çıkan sonuç söz ve yazının Zen yolunu ifade etmekte yetersiz olduğu.
Bu yol sıradan bir gezinti, bir tecrübe veya başa gelen herhangi bir olay
gibi anlatılabilecek bir şey değil. Sadece yaşanıldığı zaman ayrımına
varılabilen deneyimler söz konusu. Yaşanıp da söz ve yazıyla ifade
edilemiyor çünkü aklın sınırları dışında bir yere yapılan bir yolculuk bu.
Zaten söz ve yazı akıl ürünü olan şeyler değil mi? Zen yolunun söz ve
yazıları öğrenerek yürünebilecek bir yol olmamasının nedeni bu akıl dışı
deneyimler.
Yazının başında Zen’in kökünde bir aydınlanma yaşantısının olduğunu
yazmıştım. Burada kök kelimesinin tam anlamını almak yanlış olmaz.
Aydınlanma yaşantısı kısaca Zen dediğimiz her şeyin kaynağı bir konumdadır.
D.T.Suzuki’nin dediği gibi, Zen konusunda yazılmış her şey kaybolsa, tüm Zen
okulları kapatılsa ve Zen’in varı yoğu elinden alınsa da bu aydınlanma
yaşantısı kaldığı sürece Zen yok olmayacaktır. Anlaşıldığı üzere Zen’deki
her şey bu aydınlanma yaşantısının bir açılımı, bir sonucu, öyle ki Zen
hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir kişinin sadece aydınlanmayı yaşaması
Zen’in bir çiçek gibi açmasına yeterlidir.
İşte bu durum Zen konusundaki en yaygın ön yargılardan olan, Zen’in
mantıksal ve ruhbilimsel bir açıklaması olduğu ve kavramsal olarak teknik
terimlerle özetlenebilecek bir tür felsefe sistemi olduğu gibi düşüncelerin
yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Bu tür düşünceler, bir insanın ortada hiçbir
bilgi olmadan sadece aydınlanma yaşantısı ile bambaşka bir kişiliğe
bürünerek birden sonsuz bir anlam duygusuyla kendisinin ve tüm varlıkların
gerçek özünü görerek, tüm karşıtlıkların anlamlı bir bütünlüğe ve birliğe
ulaştığını sezinleyip, bağımlılıklardan kurtuluyor olmasını ve başka hiçbir
şeye ihtiyaç duymuyor olmasını açıklayamaz herhalde. Bu aydınlanma
yaşantısına Çin’de Wu, Japonya’da Satori deniyor.
Satori’nin herhalde en ilginç özelliği birdenbire oluşuyor olması. Bu durum,
bir balonun bir süre şişirildikten sonra aniden patlamasına benzetilebilir.
Ama bunu en iyi sözcüklerle onu yaşayan kişiler anlatabilir!! Ne kadar
mantıksal kanıtlar ortaya koyarsanız koyun, satoriyle elde edilen bilgiyi
çürütemezsiniz ! Kişiliğimi her bir yanından sıkı sıkı kuşatıp içine kapatan
bireysel kabuk, satori anında parçalanıp dağılıyor. Bunun ardından gelen
duyguysa tam bir bağımsızlaşma, tam bir iç suskunluk Yalnız satori’nin
şiirsellikten uzak, ulu bir yanı olmayan, gösterişsiz bir olay olması.ğer
zihniniz satori açılımı için olgun duruma gelmişse birden satori’ye
geçiverirsiniz. Satori birdenbire ansızın geliveren anlık bir yaşantıdır.
Bu deneyim öyle bir şey ki, kişi adeta ölüyor ve tekrar doğuyor, dışarıdan
bakıldığında tam bir kişilik dönüşümü gözleniyor. Kişinin tüm varlıklara
olan bakış açısı sarsılmaz bir şekilde yerine oturuyor ve o açıdan
bakıldığında tüm evren olduğu gibi bir anlam bütünü oluşturuyor. Ancak tüm
bu değişimler kişinin zihninde gerçekleştiği, kişi yaşadıklarının her anının
bilincinde olduğu yani bir kendinden geçme bir bayılma hali olmadığı halde
kişi ne kadar uğraşsa bu yaşadıklarını ne tam olarak kelimelere dökebiliyor
ne de bir çeşit matematik formülü gibi anlatabiliyor. İşte o andan itibaren
birkaç paragraf yukarıda bahsettiğim büyük cahillik sona eriyor ve kişi
ölçülemez bir bilgelik ile doluyor. Ölçülemezliğin nedeni ise D.T.Suzuki’nin
dediği gibi hiçbir akılcı ve mantıksal çıkarım ile bu bilginin yadsınamaz
olması hali.
Genel olarak bakıldığında Satori yaşantısı Zen’in amacıdır. Bu aşamaya
gelinceye kadar bir Zen yolcusu pek çok seviyelerden geçiyor ancak her
seviye aslında aydınlanmanın bir parçası ve ayrı birer deneyim. Hatta bu
yazımı sıkılmadan okuduğunuz için büyük olasılıkla siz de belli bir seviyeyi
geçmişsiniz demektir. Acaba hayatta yapacak pek çok eğlenceli şey dururken
neden bu sıkıcı satırları okuyorsunuz?
--------------------
zazen nedir
Zazen oturarak yapılan ve Batı dillerine yanıltıcı bir biçimde “meditasyon”
olarak çevrilen uygulamaya Zen dilinde verilen addır. Sankrit “dhyana”
sözcüğünden geliyor bu sözcük… Gerçi Çin alfabesiyle yazılması sonucu “cahan’na”,
Japon alfabesiyle yazılması sonucu “zenna” olarak söylenişinden kolay kolay
tanınamayacak bir duruma gelmiş… Zen sözcüğü de buradan geliyor. Zenna’nın
kısaltılmasından oluşmuş. Zazen de zenna’dan türetilmiş bir sözcük.
Dhyana ve zazen aslında pek de aynı şey olarak kabul edilemez. Dhyana daha
çok zihnin bir nesne ya da konu üzerinde yoğunlaştırılması, konsantre
edilmesidir. Böylece yargı yeteneği bir yana itilmiş, bilinç zihnin
yoğunlaştırıldığı konu ya da nesne dışındaki düşüncelerden arıtılmış olur.
Zazen’se zihni yoğunlaştırmak için zorlanmadan iç derinliğe ulaşıp oradan iç
görü, sezgi (parajna) şefkat, sevecenlik (karuna) duygusunun doğal olarak
kendiliğinden ortaya çıkmasına olanak sağlayan bir yöntemdir. (Zazen de
sonunda doğal bir zihinsel yoğunlaşmaya konsantrasyona dönüşür ama iki
uygulamanın arasındaki fark birinde doğal olarak oluşanın ötekinde
zorlamayla elde edilmeye çalışılmasıdır.)
Düşünce dalgaları yatışıp da zihin sakinleşince tıpkı bulanık suda gözden
kaybettiğimiz kıymetli bir inci tanesinin su durulup, saydamlaşınca
gözükmesi gibi iç görü, sezgi (parajna) meydana çıkar, gözükür.
Gene de zazen’i çeşitli dhyana yol ve yöntemlerinden biri olarak
sayabiliriz. Bu yol ve yöntemler ilk bakışta birbirlerinden çok değişik, çok
ayrı gibi gözükse de uygulamayı sürdürüp belirli bir aşamaya da gelindi mi
bu yolların birbirleriyle buluşup kesişmesi de doğaldır. Eğer derin
yaratılışımızın, iç görü ve sezginin (parajna) ortaya çıkmasını engelleyen
bağnazca bir inan yoksa ortada, belki başka dhyana yöntemleriyle bir yerlere
varılabilir. Ama zazen doğal, zorlamasız bir yoldur. İnsan yaratılışına da
zihnimizin yapısına da ters düşmez. Yolların kestirme ve tehlikesiz
olanıdır.
Zazen yapınca iç görü ve sezginin (parajna) doğal olarak kendiliğinden
ortaya çıkacağını söyledik. Ama belki buraya bir ekleme yapmak gerekli.
Zazen öyle bütünüyle edilgen bir tutum da değil… İç görü ve sezgiyi (parajna)
dünyanın en önemli şeyiymiş gibi, bütün varlığımızı ortaya koyarak aramazsak
bulamayız. Demek ki zazen bir yandan da edilgenlik (pasiflik) içinde etkin
(aktif) bir tutum.
Bir kere iç görü, sezgi (parajna) uyandı mı o zaman kalıpların arkasında
saklanan boşluk kendi kendine meydana çıkar. Her şeyi, özü, esası boşluk (sunya)
olan gerçek böylesiliğiyle (tahtaya) görmeye başlarız.
Günümüzde keşiş olsun olmasın Zen yolunu izleyen kimselerin bul yolda yol
almak için yaptıkları başlıca uygulama, başlıca çalışma zazen yapmaktır. Hem
Rinzai, hem Soto manastırlarında Zenyanlılar zamanlarının çoğunu zazen
yapmakla geçiriyorlar. Rinzai manastırlarından zazen’e ek olarak yapılan bir
uygulama var… Ustanın verdiği bilmecemsi bir soruya (koan) yanıt aramak ve
belirli aralıklarla ustaya “sanzen” adı verilen kişisel görüşler yapmak.
T’ang soyu dönemi ustalarına bakarsanız, Hui-neng’den Lin chi’ye kadar hemen
hepsi boş boş oturup zazen yapmanın yararsızlığına dokunduran, “Bağdaş kurup
boş boş oturmakla Buda olunmaz” gibi ya ad bu etkide sözler söylemişler. Ama
bugünkü Zen çalışması hemen hemen zazen yapmaktan ibaret.
Gene de T’ang dönemi ustalarının zazen yapmaya büsbütün karşı olduklarını da
kabul etmek güç. Zazen’e karşıt gibi görünen görüşleri herhalde zazen
yaparak belirli bir yere gelip de oratan öteye geçemeyenler, başka şeyler
arayıp da iç görüyü, sezgiyi (parajna) bulamayanlar, zihinlerini kapatıp
köreltenleri uyarmak, onları daha ileri atılımlara özendirmek içindi.
Kaldı ki T’ang soyu dönemi ustalarının eleştirdikleri zazen, bir amaç için,
Buda’lığa erişmek için yapılan zazen’di.
Öyleyse ustaların önerilerini şöyle mi değerlendirmeli? Salt oturmak için
oturmak, bir şey beklemeden, bir şey istemeden, bir amaç gütmeden zihnin
rahatlayıp, sakinleşmesiyle yetinmek… Belki bu bile değil… Zihni başıboş
kendi haline, oluruna bırakmaktan hoşluk, hoşnutluk duymak, Gene burada
Taocu, bir şey yapmadan oluruna bırakmak zihne, doğaya güvenmek öğretisinin
bir uygulamasıyla karşılaşmıyor muyuz?
Bir zen şiirinde söylendiği gibi:
Bir şey yapmadan sakin sakin otur,
Nasıl olsa bahar gelir, otlar da büyür.
Zazen yapmak doğal bir şeydir. Hayvanlar bunu yapıyor. Kurbağa meditasyon
yapmasını iyi bildiği için, İyi bir meditasyoncu gibi saatlerce kıpırdamadan
durur ama bir an bile çevresindeki yaşama karşı uyanıklığını yitirmez) çok
daha sinirli yaratıklar olan kediler, köpekler hiç kıpırdamadan saatler boyu
oturuyorlar. Gövdelerini de, sinirlerini de, zihinlerini de dinlendirip
sakinleştiriyorlar. İlkel insanlar bunu yapıyor. Bütün ulusların köylüleri
bunu yapıyor. Ama vaktin nakit olduğuna inandırılmış, huzursuz ve hırçın bir
kent yaşamına kendilerini uydurmuş olanlar için bir çıkar ya da yarar
beklemeden boş boş saatlerce oturmak düşünülemeyecek bir zaman mirasyediliği
sayılabilir. Oysa böyle boş boş oturmaktan, hem sinirlerini hem zihinlerini
dinlendirmekten asıl yararlanacak olanlar onlar… Bütün yaşam boyu hep
çıkarlı, hep yararlı işler peşinde koşan, zamanı boşuna harcamaktan bir
hastalık derecesinde korkan, yaşadıkları anı hiçbir zaman gelmeyecek bir
geleceğe ipotek etmiş olan bu kimseler… Böyle kimseleri nasıl
inandırabilirsiniz iç derinliklerini tanımanın, kendi zihinlerindeki
tutarsızlıkları bulup çıkartmanın yeter bir yarar olduğuna.
Sakin sakin, boş boş oturunca zihin doğal olarak kendiliğinden sakinleşir,
yatışır. Zihnin kendi kendine çalışmasına seyirci kalabilirsek, zihni ön
yargılar, koşullanmış düşüncelerle kösteklemeye çalışmazsak zihne
kendiliğinden gelen, bizim de seyircisi kaldığımız düşüncelerden bir zarar
gelmez. Yeter ki onların akımına gerçekten seyirci kalabilmiş olalım. Zihin
yavaş yavaş durulup, saydamlaşınca o zaman iç görüyü, sezgiyi (parajna)
aradan tanıyıp seçme olanağı doğar. Bir kere (parajna) iç görü, sezgi ortaya
çıktı mı olaylara, çevremize ölçmeden, bölmeden, sınıflamadan, sınırlamadan
bakabiliriz. Gördüklerimizi soyut kavramlara bulaştırmadan gerçek
böylesilikleriyle (tathata) görüp anlayabiliriz. İç suskunluk kazanılıp
sözlü düşünce alışıklıkları aşıldı mı, düşünceden daha keskin, daha üstün
bir duyarlıkla bakarız çevremize, gören, görülen ve görme işlemleri
arasındaki ayrılık kalkar ortadan, üçü birbirinden ayrılmaz bir bütün olur.
Zihinle zihin olmayan, benle ben olmayan arasındaki sınır kaybolur. Bilinç
öylesine keskinleşir ki hiç böyle bir şey istemediğimiz, beklemediğimiz
halde bir bakarsınız her şeyi bir anda ve bir arada bilincimize
sığdırıvermişiz. Buraya bu noktaya da hiçbir amaç gütmeden hatta amaçsızlığa
ulaşmak amacı bile gütmeden gelmişiz. İşte Samadhi denilen iç durum budur ya
da böyle bir şey olmalı.
Zazen, her türlü düşünce, duygu ya da duyarlığın zihne girmesini engellemeye
çalışmak değildir. Zaten böyle bir şey olabilir mi? Bir Zen şiirinde pek
anlamlı bir biçimde dile getirildiği gibi;
Düşünmemek gene de düşünmektir.
Ben düşünmeyeceğim diye düşünmektir.
Bu da bir tür düşünmektir.
Düşünmek ya da düşünmemek.
Bu ikilemden nasıl çıkılmalı?
Bazı yoga uygulamalarında zihin bir mumun ışığına ya da burnun ucuna,
bakarak yoğunlaştırılıp düğümlenmeye, böylece düşünce akımının zihne girmesi
engellenmeye çalışılır. Ama Zen’in yolu bu değildir. Düşünce akımına olumlu
olumsuz bir katkıda bulunmaktan kaçınarak seyirci kalmak… Bir yandan da
zihinde olup bitenlerin sürekli bilincinde olmak, zihnin uyanıklığını,
haberliliğini sürdürmek… Zen’in yolu bu…
Zen çalışmalarının eninde sonunda uyanma, aydınlanmayla sonuçlanması doğal…
Ancak bunun için her şeyden önce her türlü sabırsızlığı, her türlü aceleyi
ve beklemeyi bir yana bırakmalı. Beklemeden beklemeli. Eğer gerçek
amaçsızlığa ulaştınız da işi de oluruna bıraktınızsa yarın ya da ilerideki
zamanlarda değil de hemen şurada ve şu anda uyanıp aydınlanmamanız için bir
neden kalmaz. Zen uygulaması yapan kimsenin uyanmak aydınlanmak gibi bir
amacı varsa, o zaman şu anda değil de gelecek üzerine kurulmuş bir takım
hayaller, umutlar üzerinde yaşıyor demektir. Oysa uyanma, aydınlanma en
başta zaman boyutunda bir duyarlılıktır. Şimdiki zamana uymaktır, sürekli
şimdi de yaşamayı başarmaktır. Uyanma, aydınlanma şurada şu andadır. O zaman
da gelecek üzerine kurulmuş umutlar, hayallerle yapılan, bir amaçla yapılan
Zen gerçek Zen değildir.
Zazen bize zihnimizi tanımak; asıl yaradılışımızı tanımak fırsatını verir.
Bir kere insan zihnini derinlemesine tanıdı mı bir daha kaba düzeydeki eski
durumuna geri dönmez. İç görü, sezgi (parajna), şefkat, sevecenlik duygusu (rakuna)
uyandı mı gerçek özgürlüğe, bağımsızlığa götüren “kapısız kapıdan” geçtiniz
demektir. Kendi yaratımız olan doğru eğri, haklı haksız, uygun uygunsuz gibi
ön yargılar, düşünce kalıpları, kavramlar, ön seçimler, gökteki ayın
parlaklığını görmemizi engelleyen bulutlar gibidir. Bir kere bulutlar
sıyrıldı mı o zaman anlıyoruz ki ay bulutların arkasında da olsa hep vardı
ve ışıklarını yaymaktan geri kalmıyordu.
--------------------
meditasyon ve zen
Sözcük anlamıyla birçok Batı dilinde "derin düşünme" anlamına gelen terim,
mistik anlamıyla, sözlüklerde, "kişinin iç huzuru, sükunet, değişik şuur
halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini
denetleme tekniklerine ve deneyimlerine verilen ad" olarak tanımlanır.
Meditasyon tekniklerine, ait oldukları, Budizm (Hindistan), Taoizm (Çin),
Bön (Tibet) ve Zen (Japonya) gibi inanç sistemlerine göre ve izledikleri
yöntemlere göre değişik adlar verilmiştir.
Başlıca iki çeşit meditasyon yöntemi vardır:
1- Konsantrasyon yöntemi:
Dikkatin tek bir noktada toplanmasına dayanır. Zihnin konsantre olduğu bu
nokta, soyut bir düşünce, bir 'mandala', bir "yantra" (geometrik biçim), bir
"koan" (yanıtı "evet" ya da "hayır" ile karşılanamayan bilmecemsi Zen
soruları), bir "mantra" (ses, sözcük, cümle veya şarkı halinde), bir mum
alevi, solunum kontrolü veya bir başka şey olabilir. Konsantre olunan şey
hangi düşünce ya da hangi konuysa, dış uyaranlardan etkilenmemeyi becererek
ve zihne girmeye çalışan konu harici fikirleri geri göndererek o konu
üzerinde derin ve ayrıntılı bir biçimde ve zorlanmadan düşünmek söz
konusudur. Fakat konuyla ilgili bilinmesi gerekli noktalar varsa, bunların
zihinde biçimlenmesine izin verilir. Böylece tek konudan ilham alınarak yeni
şeyler öğrenilebilir. Düşünce kendi konusunun dışına kaçmak eğilimini
gösterir göstermez, müdahale edilerek, sükunetle, ilk konuya yeniden
dönülür. Esas olan, konuyla ilgili yeni sezgileri alabilmek, henüz
bilinmeyen hakikat ve kavramların zihin alanında yer bulabilmelerini
sağlamaktır.
Ayrıca, kimilerine göre, bazı mantralar ses titreşimleri yoluyla yaratılan
birtakım tesirlerle de meditasyoncuya yararlı olurlar. Mantralar dinlere
göre ve bir üstadın öğrencisi hakkındaki belirlemelerine göre değişirler.
Meditasyoncu, düşünürken aklına başka şeyler gelirse, sükunetle mantrasını
tekrarlar ve ana konuya geri döner. Kısaca, mantra bir anahtar gibi
kullanılır.
2- "Bilinç ayrışması"
ikinci yöntem ise, ne olup bittiğini tarafsız bir gözlemle izleme yöntemi
olarak ifade edilebilir. Bu yöntemin en tanınmış biçimi Zen'deki "zazen"
biçimidir. Bu ikinci yöntemin Uzakdoğu'da kullanılan bir başka biçimi de
şöyle açıklanır: Önceden kararlaştırılmış, konsantre olunacak bir konu
yoktur, zihnin düşüncesiz kalması, boş tutulması gerekir. Meditasyon
ilerledikçe zihni boş tutabilme süresi uzar. Bu boşluk anında zihne ilham
gelmesi söz konusu olur. Zihne ilham tarzında dolan tesir tekâmül düzeyi
yüksek varlıklardan gelir. Zihnin sükunetle boş bırakılmasının amacı içte
sezgisel olarak beliren bu tesirlere yer ayırmaktır. Böyle sezgiler insana
diğer zamanlarda da gelmekle birlikte, meditasyon halinde daha kolay, daha
açık, daha güçlü ve daha orijinal haliyle gelirler. Fakat zihni boş tutmaya
dayalı yöntemin yeterince bilgi ve görgüye sahip olmadan yapılması 'obsesyon'
gibi büyük bir tehlikeyi davet eder.
Meditasyon günümüzde hemen hemen her ülkede uygulanmaktaysa da kökeni ve en
yaygın uygulandığı yer Doğudur. Doğuda özellikle mistisizm bünyesinde yer
alan meditasyona kimileri mistik meditasyon adını verirler. Doğudaki mistik
meditasyon genellikle inzivaya çekilmenin, çileciliğin, sıkı perhiz gibi
sert disiplin uygulamalarının bulunduğu ortamlarda söz konusu olup, uzun
süren periyotlar halinde yapılırken, Batıda meditasyon günlük yaşamın bir
parçası olarak ele alınır ve günde bir ya da iki kez, yaklaşık yarımşar
saatlik süreyle yapılır
Batılı, meditasyonu genellikle şifa, streslerden kurtulma, rahatlama,
yaratıcılık, başarı, psişik güçlerini geliştirme, ilişki, kendine güven
duyma gibi amaçlarla yapmaktadır. Meditasyonun Batıdaki biçimi Hinduizm ve
Budizm kökenli tekniklerden türetilmiş olup Batıda 1960'lardan itibaren
popülerlik kazanmıştır.
Budist meditasyon üçlü bir eğitim sistemi içerir: Arınma ("sila"),
konsantrasyon ("samadhi") ve idrak etme ("punna"). Öğrenci, işe arınmayla
başlar; sıkı bir çileci disiplini izler ve ardından, duyumsal algılarının az
çok farkında olmasına rağmen, dış uyaranların düşüncesini etkilemesine izin
vermeme becerisini öğrenir ki, bu beceriyi kazanabilmiş olmaya "zihinsel
olgunluk" ("sati") denir.
Taoist meditasyonda solunum kontrolüne önem verilir ve meditasyon birtakım
aşamalara erişebilme ustalığı olarak kabul edilir. En ileri aşama, soluk
alıp vermenin söz konusu olmadığı, "cenin solunumu" denilen aşamadır. Bu
noktada nabız durur ve meditasyoncu Taoist meditasyonun en aydınlık biçimi
ve son hedefi olduğu belirtilen "Büyük Sükunet" haliyle şuuru "aşar".
Tibet'in spiritüel eğitim yolunda, meditasyon, algılayarak bilgi edinme
(okuma, çalışma ve okunanları dinleme), 'kontamplasyon' ve meditasyon
biçiminde üç adımlı bir sistemin üçüncü adımını oluşturur. Öğrenci çaba
harcayarak bilgi edindikten sonra, öğrendikleri hakkında kontamplasyon yapar
ve bunlardan çıkardığı özetleri (ilke ve yasalarla ilgili öz bilgileri)
şuuruna aktarır. Yani önce çaba harcayarak bilgiyi öğrenme, sonra
kontamplantasyonla bilgiyi gözlemleme ve inceleme ve nihayet bunları
"odaklayarak özümleme" şeklinde üç aşamalı bir spiritüel öğrenim söz
konusudur.
Zen meditasyonunda ise amaç, insanın, ruhsal deneyimlerle, öz varlığına ve
yüksek şuuruna ulaşmasını sağlamaktır. Zen meditasyonunda konsantrasyon
objesi, kimi zaman, "koan" denilen, yanıtı aranan, şiir biçimindeki
bilmecelerdir.
Meditasyon uygulamalarına çeşitli biçimlerde, sufilik ve Musevilik'te de
rastlanır. "Transandantal Meditasyon" (TM) denilen sistem ise, Hintli
Maharishi Mahesh Yogi tarafından geliştirilmiş, dünyaya tanıtılmış, kişisel
mantra’ların kullanıldığı bir meditasyon sistemidir. 1960'lı ve 70'li
yıllarda Batıda geniş bir izleyici kitlesi edinmiştir.
Zen üzerine incelemelerde bulunmuş mistisizm araştırmacılarına göre, Zen
öğretisi ve uygulamaları, yoğun bir meditasyon döneminden sonra, insanın
kendi varlığının doğasına ulaşmasını, yani dünya çamuruna bulanmamış ve
cahillik içinde olmayan varlığına, bir başka deyişle yüksek şuuruna
ulaşmasını amaçlar ki, ulaşma anındaki idrak haline uyanma ya da aydınlanma
("kensho, satori") denir.
Budizm ekolleriyle kıyaslandığında, bu ekoller ile zen arasındaki önemli
farklar şunlardır
1-Zen, aydınlanma deneyimine en çok öncelik veren yoldur.
2-Zen öğretisine göre, aydınlanmaya ulaşma yolunda dinsel ayin yapmak
biryarar sağlamaz.
3- Zen öğretisine göre, aydınlanmaya ulaşma yolunda, herhangi bir öğretinin
salt teorik düzeyde öğrenilmesi yarar sağlamaz. Zen öğretisinde, nefiste
uygulanmamış, şuurda iz bırakmamış teorik bilgiye bilgi denmez. Yani teorik
bilgi, ruhta iz bıraktığı takdirde gerçek bir bilgi olur.
Mistisizm araştırmacılarına göre, Sufilikte uygulanan tekniklerin (zihni
boşaltma, imaj öldürme, nefsaniyete ait zararlı unsurları ortadan kaldırma
vb.) hepsi Zen’de mevcuttur.
Sözcüklere Zen'in karakteristik özellikleri kısaca şu dört prensipte
özetlenir:
1-Kutsal metinlerin dogmatizmi dışında özel bir aktarım;
2-bağımlı kalmama;
3- İnsanın kendi ruhuna doğru, doğrudan yönelmesi;
4- İnsanın kendi doğasını, öz varlığını gözlemlemesi (kontamplasyon) ve
buddha (müteal realite) halini gerçekleştirmesi.
Zen'in amacı olan "aydınlanma" hali, insanın kendi varlığının doğasını
aniden "uyanarak" idrak etmesi olarak tanımlanır. Bu, kişinin bir
kurtarıcıyla veya ibadetle elde edemeyeceği, kendi çabasıyla elde
edebileceği bir haldir. Zen öğretmeni ("roshi") bir mürşit değil, yalnızca
bir kılavuzdur, yol gösterir. Aydınlanma şuurun iç âleme yönelmesiyle elde
edilebilir; anahtar, meditasyondur. Bir başka deyişle, aydınlanma "kalp
gözü"nün açılmasıdır; kişi öyle bir bakış açısı kazanır ki, kendi doğasını
idrak eder saf varlığına, yüksek şuuruna ulaşır ve 'düalite'nin ötesine
taşar. Bir Zen öğretmenine göre "hangi dinden olursa olsun ve adları ne
olursa olsun, gerçek bilge, ermiş ve peygamberler, bu hali elde etmiş
varlıklardır."
Zazen: Özellikle "soto" ekolü izleyicilerinin tekniği olup, Zen
meditasyonunun temelini oluşturur. Sözcük anlamı "oturarak meditasyon"dur.
Zazen, uyanmaya ve aydınlanmaya ulaşmada en kısa, fakat en zor olan yoldur.
Bir tür içe dalma (murakabe) tekniği olan zazen için Zen izleyicileri, "Zazen,
aslında, cahillik ("avidya") içinde yaşayan insanın kurtuluşa ulaşmasını
sağlayan bir yöntem değildir; zazende, kısaca, her insanın içinde her an
mevcut olan mükemmelliğin somut hale getirilmesi söz konusudur" derler.
Zazen meditasyonunda, meditasyoncu 'lotüs oturuşu' biçiminde oturur, gözleri
hafifçe aralıktır. Zihin, düşüncelerden boşaltılır ve tek noktaya
konsantrasyon haline ('samadhi') getirilir. Bunu sağlama yollarından biri
nefes sayımı-kontrolüdür. Öğrencinin gerek fanteziler, rasgele düşünceler
biçimindeki hülyalarını ve kuruntularını, gerekse bedensel-maddi etkenlerin
ürünü olan birtakım fantezi benzeri düşler, sesler ve algılardan oluşan
"gizemli vizyonlar"ı ("makyo") yenebilmesi gerekir. Makyo, Budist
meditasyonda "visuddhi magga" denilen sahte-nirvana gibi, bir sahte-satori
biçimidir (kişinin aydınlanmaya ulaştığını sanmasına yol açan birtakım
vizyonlar görmesi). Makyo, öğrencide bir gelişmenin, bir ilerlemenin
olduğunu göstermekle birlikte, ortaya çıktıkları an, üzerinde durmaksızın
zihinden atılması, terk edilmesi gereken şeylerdir. Aşırı heyecanlar, zihnin
kişisel sorunlarla meşgul olması, kişinin kendinden kuşkulanması ve uzun
süre oturmuş olmaktan kaynaklanan ağrı sızılar da bir başka makyo biçimini
oluştururlar.
Koan kullanımı: Bu teknik, "koan" denilen, "bakarsın göremezsin, dinlersin
işitemezsin, kullanırsın tükenmez" gibi şiir biçimli çeşitli bilmecelerle
(muamma) soru-yanıt diyaloguna dayanır. Zen öğretmenlerinin kullandığı
soru-yanıtlı öğretme yönteminde (mondo), öğrenci sorulan koan üzerinde, ani
bir aydınlanmayla yanıtı bulana kadar, bazen aylarca 'kontamplasyon' ve 'meditasyon'
yapar (bir koan hakkında danışmaların söz konusu olduğu zazene "sanzen"
denir).
Koanlar, öz ve derin bilgilerin ya da hakikatlerin öğrenilmesine aracılık
eder. Bir Zen izleyicisinin ifadesiyle bu akıl ve akıl-dışı arasındaki
ayrılığın aşılması olan, ani sezgisel aydınlanmalara ve içerideki buddha'nın
(müteal realite) keşfine öncülük eder. Zen izleyicisi, bu şekilde, bir anda
parlayıp sönen bir alev ya da aniden çakıp kaybolan bir şimşeği andıran ani
ve kesikli idrakleşmelerle hedefine doğru ilerler.
zen (zazen) meditasyonu
Zazen’in nasıl yapılacağı konusunda eski bir kurallar derlemesi vardır. Bu
derlemenin yazarı belli olmamakla beraber bu kuralların Çin’de bir Zen
manastırı kurmuş olan Pai-chang’ın (720-814) derlemesinden geldiği kabul
edilir. Gerçi bu derleme T’ang soyu döneminin sona ermesinden sonra
kaybolmuş, sonradan gene 1265 yılında derlenmiştir. Bu ikinci derleme de Pai-chang
derlemesi olarak adlandırılır.
Burada, bu derlemedik kurallarla, daha sonraki dönemlerde eklenmiş
uygulamalar bir arada sunulacaktır. Böylece, çağımızda zazen uygulamasının
nasıl yapıldığı konusunda gerçeğe yakın bir bilgi verilmeye çalışılmıştır.
Kuralları şöyle sıralayabiliriz: “Yola giren kimse ne çok yemeli ne de az…
yeterli ve düzenli gıdalanma yöntemi uygulanmalı. Uykuda da böyle yapılmalı,
ne çok uyumalı ne de az… Orta yolu seçmeli.” Zazen yapmak isteyen kimse,
kendisini kimsenin tedirgin etmeyeceği sakin bir odaya çekmeli: üzerine
oturmak için iyice pamukla doldurulmuş kalınca dört köşe bir yer minderi
bulmalı, minder yetmiş santime yetmiş ya da bir metreye bir metre olabilir.
Oda ne çok aydınlık ne de karanlık olmalı, ne sıcak olmalı ne de soğuk. Ama
gene de serin olması üstün tutulmalıdır. Üste giyilen giysi rahat olmalı,
dar kemer, çorap, pantolon, dar etek ve buna benzer sıkıntı veren giysiler
giyilmemelidir.
Japonya’da hem keşişler hem de keşiş olmayanlar “hakama” adı verilen özel
bir giysi giyerler. Bu giysinin kolları da uzun olduğundan iki el
birleştirilince eller kol yenlerinin içinde kalır. Böylece sineklerin
konarak ellere tedirginlik vermesi de önlenir.
Eğer zazen yapan kimse lotus duruşunda oturabiliyorsa lotus duruşunda
oturmalıdır. Lotus duruşu Buda heykellerinin oturuş biçimidir. Belki
çoğumuzun hatırlayacağı gibi bu oturuşta bağdaş kurup bacaklar iyice
çaprazlanır, sol ayağın tabanı yukarı havaya dönük bir durumda sağ bacağın
baldırı üzerine ve sol ayağın tabanı gene yukarı havaya dönük olarak sol
ayak üzerinden aşırtılarak sol bacağın baldırı üzerine konur. Zazen yapmak
için en uygun, en çok önerilen oturuş budur. Ama bağdaş kurmaya alışmamış,
ömür boyunca sandalyede oturmuş bir kimse için bu oturuşu başarmak hemen
hemen olanaksızdır ya da bunu başarmak çok uzun bir süre çalışmayı
gerektirir. Bu oturuşu başarmak için yapılacak bir zorlama lif kopmasına,
hatta daha önemli bir aksaklığa neden olabilir. Eğer lotus oturuşun
denenecekse hiç zorlamadan azar azar, alıştıra alıştıra bu duruşa geçmeye
çalışılmalıdır.
Bazı kimselere yarım lotus denen oturuş daha kolay gelebilir. Bu oturuşun
lotus oturuşundan farkı sol ayağın tabanının gene yukarı dönük durumda sağ
bacağın baldırı üzerine konacak yerde sağ bacağın baldırının altına konması…
Bir de Burma oturuşu adı verilen bir oturuş biçimi var… Bu oturuşta bacaklar
birbirinin üstüne konmadan çaprazlanır, sol bacak dizden kıvrılıp sağa doğru
uzatılır, sağ bacak da gene dizden kıvrılıp sol bacağın önüne konur. Bağdaş
kurmaya çok benzeyen bir oturuş… Farkı; bacakların üstüste bindirilmeyip,
birinin ötekinin önüne yerleştirilmesi… Bu saydıklarımız dışında zazen
yapmak için uygun oturuş biçimleri vardır. Hatta arkalıksız bir sandalyede
de oturup zazen yapılabilir. Yalnız böyle oturulduğu zaman “lotus”
oturuşunda ya da bağdaş kurup oturmakta olduğu gibi gövde geniş ve yaygın
bir tabandan yoksun kalacağından gövdeyi dik tutmak bir süre sonra
güçleşecek, yorgunluk erken gelecektir.
Gene de bütün güçlülüğüyle birlikte zazen yapmak için en uygun oturuş biçimi
“lotus” oturuşu olduğunu söyleyebiliriz. Onun için başka bir oturuş
biçiminde zazen yapan kimsenin bir yandan da lotus oturuşu için alıştırmalar
yapması önerilebilir. Ancak lotus oturuşunda rahatlık elde edilmedikçe bu
oturuşta zazen yapılmamalı, bu oturuş yalnız alıştırma olarak yapılmalıdır.
Kendini eziyete koymuş bir kimsenin zihnini sakinleştirmesi beklenemez.
Bacakları güzelce yerleştirdikten sonra, sıra elleri yerleştirmeye geliyor.
Yapılacak iş, sağ elin ayâsını havaya bakar biçimde ve rahatça bacakların
çaprazlandığı yere koymak, sol eli de gene ayâsı yukarı havaya bakar durumda
sağ elin üzerine koymak… Bundan sonra da her iki elin başparmaklarını
birbirine değecek şekilde yerleştirmek. Ancak bu öneri sağ elini kullanan
kimseler için geçerlidir. Çünkü böylece gövdenin daha hareketli, daha
kıpırdak olan yanını sıkı düzen altına almak olağanı doğmuş oluyor. Solak
olanlar için bunun tam tersi yapılmalı, sağ el sol elin üzerine konmalı.
Çünkü amaç olabildiği kadar sakinleşmek, gövdenin daha hareketli, kıpırdak
yanını öbür yanının yardımıyla sıkıdüzen altına almaktır.
Bundan sonra yapılacak en önemli iş omurgayı dik ve doğru tutmaktır. İşin bu
yönü başarılamadıkça zazen’den bir sonuç alınması beklenemez. İstenen kazık
gibi dimdik oturmak değildir. Çünkü böyle kazık gibi dik oturmak hem
yararsız bir gerginlik ve sonucunda da gereğinden çabuk yorgunluğu
getirecektir, hem de böyle bir dimdiklik bir kurum görüntüsü olacaktır ki
gövdenin durumu kaçınılmaz olarak zihne de yansıyacaktır.
Dik ve doğru duruş omurganın en doğal biçimde kendi kendini taşıyan tam
düşey durumdaki duruşudur. Ne öne, ne arkaya, ne de yanlara en küçük bir
yatıklık olmadan rahat, dik ve doğru duruş… Bu duruşta gövdenin ağırlık
merkezi gövdenin aşağı kemsine, göbek altına doğru aktarılmış oluyor.
Omurganın dik ve doğru duruşunda en önemli görev omurganın göbek hizası
altındaki bölüme düşüyor. Çünkü gövdenin yukarı bölümünün bütün ağırlığını
taşıyan ve gövdenin yaşamla ilgili en önemli işlevlerine komuta eden
omurilik kesimini saklayan kısım da budur.
Eğer omurganın alt bölümü dik tutulabilirse yaşamsal işlevler de daha
sağlıklı, daha uyumlu bir ortamda oluşmak olanağı bulabileceklerdir. Gövdeyi
dik tutabilmek omurganın bu aşağı bölümünün dik ve sağlam duruşu bilincin
denetiminden geçirilerek sağlanabilir. Bunun için de karın kasları gövdeyi
dikleştirecek şekilde geriye doğru germek gerekecektir. O zaman Japonya’da
“koshi” adı verilen omurganın bu alt bölümü üzerinde duyarlık
yoğunlaştırılmış olur. Sanki koshi birdenbire bir güç akımıyla doluyormuş
gibi bir duygu, bir duyarlık içinizi doldurur.
Bundan sonra iş omurganın yukarı kısmını dik ve doğru tutmaya geliyor.
Burada en önemli bölge ense, boyun bölgesidir. Çeneyi ense kaslarının,
özellikle kulakların arkasındaki kasların adamakıllı gerildiğini duyuncaya
kadar içine çekip gene boynun ne bir yana, ne de öbür yana küçücük bir
eğikliği bile olmadığına inanıncaya kadar zihnin ense üzerindeki denetimini
sürdürmekle ensenin de doğru, kusursuz duruşu sağlanabilir.
Kollar omuzdan kendi ağırlıklarıyla asılmış gibi aşağı sarkmalı, omuzlar
sırtı kamburlaştırmadan aşağı doğru sarkık tutulmalı… Güçsüz insanlar her
zaman omuzlarını kaldırıp sırtlarını kamburlaştırıp büzülmüş bir görünüm
alırlar. İnsanlar korkutuldukları ya da şaşa kaldıkları zaman hemen
omuzlarını yukarı kaldırıp kasılırlar. Böyle yapmayıp da gücünü göbek
bölgesine aktaran kimse kuşkusuz bu alanda bir yol gitmiş bir kimse
sayılabilir.
Dizlerin yere değdiğini ve kaba etlerin rahat bir durumda yere yerleştiğini
denedikten sonra gövdenizi bir sallangaç gibi iki yana sallamaya başlayın.
Önce büyük kolanlarla başlayan salanlım giderek güçünü yitirerek durağan bir
duruma geldiği zaman gövdenizin tam düşey ve en doğru duruma gelmiş olduğuna
emin olmuş olmalısınız. Sonra gövdenizi aynı biçimde öne arkaya doğru
sallamaya başlayınız. Sallanma yavaşlayıp bittiği zaman gövdenizin ne öne,
ne arkaya eğik durumda olmadığına tam düşey durumda kaldığına hiçbir
kuşkunuz kalmamış olmalı.
Dudaklarınız kapalı diliniz ağzınızın içinde tersine yuvarlanmış durumda
dişlerin bittiği yerde hafifçe ön damağa deymeli. Gözler yarı açık
tutulmalı. Büsbütün kapatılmamalı çünkü gözleri kapamak uykuyu çağırmak
demektir. Ayrıca gözlerin kapalı tutulması zazen yapan kimseyi düşlere,
hatta bazen hipnotik durumlara sürükleyebilir. Zazen’se bir uyku değil,
düşlerden uyanma yoludur. Hipnotik durumlar da Zen meditasyonuyla hiçbir
şekilde bağdaşmaz. Kesin olarak önlenmelidir.
Göz doğal olarak aşağıya dönük tutulmalı, hiçbir nokta ya ad noktalarda
odaklaştırılmamalıdır. Bakışın 90-100 santim önünüze doğru yöneltilmiş
olması normaldir. Ama bu kesin bir kural olarak alınmamalıdır. Bakış
kendiliğinden nereye düşüyorsa o açıklık bakışlarınızı dinlendirmek için
uygun açıklık olarak kabul edilebilir. Gözlerin böyle aşağı yöneltilmiş
rahatlatılmış durumu gözlerdeki gerginliğe, yorgunluğa karşı yararlı bir
yöntemdir. Bir de önemli bir nokta, gözün bakış alanı içinde dikkati
dağıtacak ya da o konuda insanı düşüncelere götürecek hiçbir şeyin
bulunmamasıdır. Japonya’da tamami adı verilen hasır döşeme gözü rahatsız
etmeyecek bir alan oluşturur. Desensiz bir halı ya da düz bir battaniye en
iyisidir.
Bu arada gövdenin dik ve doğru duruşunu kaybetmemesi için zihnin devamlı
denetimi sürdürülmelidir. Gövde dik ve doğru duruşunu kaybederse bundan
sindirim işlevi de içinde olmak üzere diğer gövdesel işlevlere de etkilenir.
Sırtta da bir ağrı başlar. Gövdedeki huzursuzluksa, kaçınılmaz olarak zihni
de etkiler.
Dikkatinizi hiçbir dış konuya yöneltmeden iyice rahat ettikten sonra birkaç
derin nefes alınız. Sonra düzenli olarak yavaş bir tempoyla derin nefes alış
verişini sürdürünüz. Zihin iyice sakinleşip nefes alış verişinizi sürekli ve
rahat tempoya oturtana kadar alıp verdiğiniz nefesleri sayınız. Böylece
nefes alıp verme işlevi üzerinde dikkati yoğunlaştırmak kolaylaşacağı gibi
bir yandan da zihinden kaba düzeydeki düşünceler de uzaklaştırılmış, düşünce
dalgaları yatıştırılmış olacaktır.
Ya nefes alışı, ya nefes verişi sayınız yani nefes aldığınız zaman bir,
tekrar nefes aldığınız zaman iki ve bunun gibi saymayı sürdürünüz. Hiçbir
sebeple ya da alışkanlıkla ondan daha fazla saymayınız on olunca on bir diye
değil, bir diye saymaya devam ediniz.
Eğer yukarıda önerildiği biçimde doğru oturup yeteri kadar derinden nefes
almayı becerebiliyorsanız, nefes yavaş yavaş göğüsten karına iner, gittikçe
karın boşluğunu fark etmeye başlarsınız; özellikle göbeğin iki parmak
altında aşağı yukarı tıp dilinde “gastric plexus” adı verilen atardamarın
olduğu yerde sürekli bir duyarlık belirir. Bu duyarlılığı kaybetmemeye özen
göstermelisiniz. Bu sinir merkezinin olduğu yere Japonlar “tanden” adını
veriyorlar (chakra) Japonlar insanın evrenle olan bağının göbek bağının da
bağlı olduğu bu merkez olduğunu derinden derine fark etmişler… Varlığınızın
çekirdeğini oluşturan bu merkez etrafında kendinizi toplayıp bütünleştirmek
zazen yaparken de önemle üzerinde durulacak bir konudur. Tanden üzerindeki
duyarlığı kaybetmeden Tanden’in merkez olduğu varlığınızın bütünlüğünü
bilinçleştirmek… Böylece bilinç daha da sakinleşip, saydamlaşır. Ateş
yellenince nasıl parlarsa, karından alınıp verilen nefesler de öylece
bilinci parlatır. Yavaş yavaş içten içe insanın içinde başka bir duyarlık
belirir. Sanki artık derin derin nefes alan siz değilmişsiniz, sizin
içinizde başka bir şey, nefes alıp veriyormuş gibi, nefes alıp verenin
evrensel yaşam gücü olduğu gibi bir duygu içinizi kaplamaya başlar. Yavaş
yavaş siz evrensel yaşam gücünün nefes alıp vermesi için bir araç
olduğunuzun, bunun için bir kalıp oluşturduğunuzun farkına varmaya
başlarsınız.
Daha önce de anlatılmaya çalışıldığı gibi bu arada zihninize gelip gidecek
düşünceleri zihninizden kovmaya ya da tutmaya çalışmayın… Bırakınız onlar
serbestçe gelip gitsinler. Yalnız zihnimizde olup bitenlerden bilincinizin
haberli olsun bu yeter… Bir dalgınlık içine düşmemeye özen gösterin. Siz
zihninize gelen düşünceleri kovmaya ya da tutmaya çalışmadıkça onları
yaptığınızın zazen’e hiçbir zararı dokunmaz. Bilinciniz öylesine
keskinleşmeli, öylesine bir uyanıklık içinde olmalısınız ki yalnız
düşünceler değil, çevrenizde oluşan en küçük sesler bile bilincinize
ulaşabilsin. Eğer böyle değilse bilinciniz köreldi, zihniniz bir dalgınlık
içine düştü demektir.
Gözünüzün görüş alanı içinden herhangi bir şey geçse, bu görüntü de
kolaylıkla bilincinize ulaşabilmelidir. Alışılagelmiş seslerin, bilince
ulaşıp ulaşmaması bilincin yeteri kadar uyanık olup olmadığını gösteren bir
sağlama olarak değerlendirilebilir.
Yakından gelen konuşma sesleri, zazen’e zarar verebilir, tecrübeli bir
ustanın bile yakınında konuşmalar olursa, zihni dağılabilir. Onun için en
iyisi böyle bir ortamda zazen yapmamaktır. Zazen yapmak için sakin,
gürültüsüz yerler üstün tutulmalıdır.
Birçok kimse zazen’in bilinçli düşünceyi yok etmeyi amaçladığını
söyleyebilir. Bir çok yoga okullarının da amacı budur. Ama bir kere daha
vurgulamak istiyoruz, zazen düşünceyi bütün bütün yok etmeyi amaçlamaz. Siz
nefes alıp vermenizi saysanız da, nefesinizi “tanden” adı verilen göbek
altındaki sinir merkezinde yoğunlaştırsanız da gene düşünceler, duygular,
duyarlıklar zihninize gelip gidecektir. Olsa olsa düşüncelerin düzeyi
giderek incelecek, gittikçe sözcükler bağımlı olmayan, sözcüklerin
yetişemeyeceği bir hızla oluşan, daha üst düzeydeki daha hızlı, her şeyi
birden kavrayan bir duyarlık biçimine dönüşecek, daha sonra da belki
düşüncelerin de ulaşamayacağı her şeyi birden, bir anda kavrayan iç görü,
sezgi (parajna) ortaya çıkacaktır. Eğer düşüncenin yok edilmesinden söz
ederek anlatılmak istenen buysa… Evet. Ama gene de düşünceleri zihninizden
kovmadan ya da zihninizde tutmadan buraya geleceksiniz.
Zazen yaparken genellikle günlük yakmak ve bu günlük kokusunu da sürekli
duymaya çaba harcamak önem verilen bir konudur. Gene burada da her an
bilincin keskinlik uyanıklık durumunun bir sağlaması yapılmış oluyor.
Zazen yapmak için en uygun zaman Güneşin doğduğu ya da battığı sıralar
olduğu söylenir. Ama bu saatler herkese uymayabilir. Her halde eğer günde
bir defa zazen yapılacaksa sabahları aç karnına yapmak uygundur. Koşullar ne
olursa olsun hiçbir nedenle yemek üstüne, hiç olmazsa yemekten kalktıktan
sonra yarım saat geçmedikçe zazen yapılmamalıdır. Çünkü zazen yapmanın
sindirim işlevine olumsuz etkisi olabilir.
Her halde başlarda zazen yapma süresini on dakikayı aşırtmamalısınız.
Giderek gerek gövdesel sağlık, gerek zihne sağladığı suskunluk ve iç barış
nedeniyle süreyi kendiliğinizden uzatmak isteyeceksiniz. Eğer oturuş
biçiminiz gövdesel bir hoşnutsuzluk duygusu uyandırıyorsa direnmeyiniz.
Rahat edeceğiniz bir oturuş durumuna geçmeyi deneyiniz. Ancak omurganın,
ensenin, omuzların dik ve doğru, karnın gergin durumuna ters düşecek bir
duruştan zazen için bir yarar beklemenin de boşuna olacağını da
hatırlamalısınız. Duruş, oturuş durumunda önemsiz gibi görünen bir yanlış
zazen’i bütünüyle yolundan saptırıp yararsız, hatta zararlı bir duruma
düşürebilir.
40-45 dakika zazen yaptıkdan sonra 5-10 dakika ara verip “kihin” adı verilen
yürüyerek zazen’i ayakta sürdürme zazen uygulamaları arasında yaygın bir
gelenek halini almıştır.
Yürümenin dışında, bahçe işleri gibi ev işleri gibi gövdesel uğraşlar da
zazen’in etkisini sürdürmek için yapılabilecek ya da zazen yerine
konabilecek yararlı uğraşlar sayılıyor.
Zazen yapan kimsenin karşısına beklenmedik şeyler de çıkabilir, zazen yapan
kimse bunlara da hazırlıklı olmalıdır. Neler mi çıkabilir? Bunların hepsini
burada sıralayabilmek olanaksızdır. Yalnız biz burada birkaç örnek verelim:
Bazen birden bire uçuyormuş ya da batıyormuş gibi bir duygu içinizi
kaplayabilir. Bazı görüntüler, din ulularının, büyüklerinin, ermişlerin
görüntüleri, her türlü sanrılar (hallucination) karşınıza çıkabilir. Gaipten
gelen sesler duyabilirsiniz. O güne dek bilmediğiniz şeyler birden
kendiliğinden aydınlanmış gibi gelebilir size. O anda doğaüstü olarak
yorumlayabileceğiniz bir takım bilgiler zihninize doğabilir. Bütün bu
anormallikler yanlış bir yola girdiğinizin belirtileridir. Belki de nefes
alış verişinizi iyi ayarlamamış olabilirsiniz.
Tanrıların, din büyüklerinin görüntüleri, göksel sesler duymak, mucizelerin
odağı durumuna gelmek belki pek çok kimse için arzulanıp özenilecek şeyler
olabilir. Ama Zen yolcusu böyle şeyler oldu mu “Gendo Zen”e yani
meditasyonun ikinci ve en tehlikeli evresine girdiğini anlayıp bunların
kendiliğinden ve bir an evvel geçmesi için hiçbir kaygıya kapılmadan sabırla
beklemesini bilmelidir. Eğer bunlar önemsenmezse aşılacaktır ve kesin olarak
aşılmalıdır da.
Toplumsal sanrılar (hallutination), mucize yaratıcılığı filan, bütün bunlar
büsbütün Zen’e yabancı değildir; ama Zen yolcusu bunların üstünde durmak,
bunların zihnin imgeleme gücünden kaynaklanan hastalıklı (pathalogique)
durumlar olduğunu iyice bilir. Aslında bütün bunlar gece uykumuzda
gördüğümüz ama uyanınca kaybolan düşlerden farklı şeyler değillerdir.
Bunlara tutunmaya çalışmak kör inançlara bağlanmak olur ki, kuşkusuz bu da
Budizm’in uyanma aydınlanma yolundaki öğretisine ters düşer. Bazen böyle
durumlar aşırı çile uygulamalarından da, aşırı perhizlerden de olabilir.
Ateşli hastalıkların gövdesel bozuklukların da bunlara benzer bir takım
ruhsal durumların ortaya çıkmasına neden oldukları bilinen şeylerdir.
Bunları önemsemez de zazen yapmayı sürdürürseniz, bunlar geldikleri gibi
hiçbir zarar vermeden kaybolur giderler. Ama yanılıp da artık kutsal bir
kimse olduğunuza inanırsanız bütün geldiğiniz yolları geri dönmekle de
kalmazsınız. Nereye kadar geri döneceğinizi de kimse söyleyemez.
Şurasını da unutmamalıyız, kutsal olana sarılıp kutsal olmayana yüz çevirmek
de uyanma aydınlanmayı önleyen bir engel olarak değerlendirilmelidir. Yalnız
kutsal olana yönelmek bayağı, çirkin, yadırgatıcı olana gözlerimizi kapamak
olur ki o zaman evreni gerçek böylesiliğiyle görüp anlamamız olanağı kalmaz.
Güneşin iyice yükseldiği geç saatlere kadar uyuduğunuz bir günde yatak
odanızın gün ışığını sızdırmayan perdelerini birisi açıverse, nasıl
gözleriniz kamaşır, siz de uykunuzu sürdürmek için gözlerinizi ellerinizle
kapamaya çalışırsınız. Bunun gibi uykunuzu alamadıkça zihniniz de gerçek
güneşinden korunmak için bir şeylerin arkasına saklanmak ister. Kutsallık da
bazen böyle bir sığınak olabilir.
Zazen oturumunuzu bitirirken gene el ayalarınız yukarı bakar durumda
ellerinizi dizlerinizin üstüne koyunuz. İlk zazen yapmaya oturduğunuz zaman
yaptığınız gibi gövdenizi sallangaç gibi iki yana, öne arkaya sallayın, önce
daha küçük kolanlarla başlayıp giderek kolanları büyütünüz. Yedi sekiz kere
gövdenizi sallamak yeterlidir.
Yavaş yavaş yerinizden kalkınız ve yürüyerek yapılan meditasyonunuza (kihnin)
başlayınız. Zazen yapan kimse zazen yaparak ne elde ettiyse sanki bir bebeği
gözetir gibi onu da gözetip esirgemelidir. Böylece zihni yoğunlaştırma gücü
de arttırılmış olur.
--------------------
Kaynaklar :
Bir yaşama sanatı/İlhan güngören
"Zen Budizm-D.T.Suzuki'den Seçme Yazılar"
"Zen Budizm-Bir Yaşama Sanatı"İ.Güngören)
H içbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi
Defteri /
E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /
Kuantum Teleportation /
Duyuru
/ UFO Technology
Roket bilimi /
CetinBAL
/Astronomy
|
|