|
Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90
05366063183 -Turkey / Denizli
GÖKADALAR
GALAKSİLER
"Işık
yılı" dediğimiz astronomi birimi, ışığın bir dünya yılı süresi içinde
katettiği mesafedir. Bu da, bizim metrik sistemimizle 9.5
trilyon kilometre demektir... Gökadaların kendi çapları kabaca yüz
bin ışık yılından başlayıp bunun beş altı katına kadar uzanabilir...
Gökadalar arası uzaklıklara gelince: En yakın komşumuz olan M31 Andromeda
gökadası bizden "yalnızca" 2.9 milyon ışıkyılı uzaklıkta --
yani bize en yakın gökadadır!!..
Bunlar,
çevresini onbinlerce yıldır "iki mızrak atımı... tee şu tepeciğin ardı" gibi
kavramlarla algılamış ilkel dünyalı yaratığın kolay kolay akıl
erdirebileceği büyüklükler değildir...
Evrenin
her yöresine dağılmış durumda irili ufaklı bütün gökadalar, çekim gücüyle
kümeleşmiş yıldızlar, daha küçük diğer gök cisimleri, dev gaz bulutları,
yıldızlar arası toz ve gazlardan oluşmuş dev kitlelerdir. İçerdikleri
yıldız sayısı, yüzbinlerle ölçülebilecek kadar mütevazi; yada milyarlarla
ifade edilecek, aklın alamayacağı kadar çok da olabilir. Kendi aralarında "üstküme"
yada "süperküme" diyebileceğimiz şekilde gruplaşmalar da sözkonusudur.
Gökbilimciler gökadaları biçim ve görünümlerine göre sınıflıyorlar. Düzensiz
biçim gösteren gökadalar genelde genç yıldızlar, toz ve gazlardan oluşurken;
sarmal biçimli gökadaların ağırlıklı olarak orta-yaşlı yıldızlar ile gaz ve
toz bulutlarından oluştuğu görülür. Bu tür gökadalar disk şeklinde olup,
dönerken uçlarından dışarı doğru birer kol vermek eğilimindedir.
Bir
sonraki sınıf ise elips biçimindeki gökadaları içine alır. Bunlar başlıca
yaşlı yıldızlardan oluşurken, gaz ve toz miktarı da belirgin derecede azdır.
Çok değişik şekiller alabilirler. Yuvarlak, yassı, yada uzamış silindirik
yapıda olabilirler.
Bizim
gökadamıza, biliyorsunuz, "Samanyolu" adını veriyoruz. Bir önceki sayfada bu
sözcüğün kökeni üzerinde durmuştuk...
Evreni
oluşturan milyarlarca gökadadan biri olan Samanyolu gökadamız, en son
kestirimlere göre 200-400 milyar yıldız ve tabii binlerle ifade edilen
sayılarda bulutsuya (nebula) evsahipliği yapıyor. Tipik bir sarmal gökada
örneği olan Samanyolu gökadasının, merkezde bir çekirdek bölgesi ve onu
çevreleyen spiral kolları olduğu biliniyor.
12 milyar
yılı aşan yaşına karşın oluşumunu halâ sürdürüyor. 12 milyar yıl... Tıpkı
mesafe kavramlarında olduğu gibi, onbinlerce yıldır zamanı birkaç kuşaklık
insan ömrü ile tanımlamaya alışmış Dünyalı ilkel yaratık için yine
kavranması çok zor bir zaman dilimi...
Doppler
etkisi karşılaştırmaları ile, bütün gökadaların evrende birbirlerinden hızla
uzaklaşmakta oldukları sonucuna varılmıştır. Bu saptama, tabiatıyla, evrenin
başlangıcına ilişkin "Büyük Patlama" kuramını destekler niteliktedir.
Samanyolu Gökadası
|
Gözlem
verisi: J2000 devri |
Takımyıldız |
Sagittarius (takımyıldız) |
Sağ açıklık |
17h 45m 40.04s |
Dik açıklık |
−29° 00′ 28.1″ |
Mesafe |
2.48 ± 0.07 milyon ışık yılı |
Gökada sınıfı |
Sbc |
Açısal çap (v)(v) |
360° |
Samanyolu, çubuk sarmal gökada sınıfındadır. Mahalli grupta, Virgo
Süperkümesinde yer alır. Güneş Sistemi'ni de içinde barındırır. İlk kez
Democritus (M.Ö. 450- M.Ö 370) galaksinin varlığını iddia etmiştir.
Galaksinin merkezi yaklaşık 80.000 - 100.000 ışık yılı olarak
hesaplanmıştır.
Samanyolu galaksisinin güneş sisteminden görünümünün 360 derece
panaromik fotoğrafı.
KARA
DELİKLER
Kimi
bilim adamları hemen yanıbaşımızda, yani kendi Samanyolu gökadamızın içinde
bile bir Kara Delik var olduğu kanısındalar... Korkutucu bir düşünce...
Kara Delikler nasıl oluşuyor? Dev bir yıldız, kendi çekim gücü etkisiyle
kendi merkezine çöküşerek inanılmaz yoğunlukta bir gökcismine dönüşür. Artık
öyle karşı durulmaz bir çekim gücüne sahiptir ki, yakınına gelen hertürlü
maddeyi kendine çeker; hatta ışığı bile hapseder. Nitekim, kara delikleri
göremez; varlıklarını ancak çevreleri üzerindeki etkileri ile saptarız.
Günümüzdeki gözde kuram, kara deliklerin "yakıt" ının, buraya çekilen
yıldızlar, gaz bulutları ve yıldızlararası toz olduğu şeklinde... Kara
deliğin içine emilen gaz, bir hortuma yakalanan hertürlü maddenin tipik
davranışı içindedir. Yani, dönerek içeri çekilirken, giderek hız kazanır.
İşte,
Hubble Uzay Teleskobu, spektroskopi ölçümleri yaparak, gazların kara delik
ağzındaki dönüş hızını ölçebilmiştir. Bu hız, kara delikten kara deliğe
farklılık gösterdiği için, artık herbirisinin karakteristik imzası
sayılmaktadır.
Bu hız
ölçüldüğünde, o kara deliğin kütlesini hesaplama olanağı doğmaktadır.
Örneğin, Başak (Virgo) Burcunda, bize 50 ışıkyılı uzaklıktaki M87
gökadasının merkezinde yeralan kara deliğin kütlesi, güneşimizin 3 milyar
katı olarak hesaplanmıştır!!
Kara
deliklerin incelenmesinde özellikle X-ışınları ile yapılan gözlemler daha
verimli olmaktadır. Çünkü X-ışınları, gaz ve toz maddeleri içinde görsel
ışığa kıyasla çok daha kolay hareket eder. Yine Hubble Teleskobu aracılığı
ile gerçekleştirilen X-ışın gözlemleri, evrende gerçekleşen dev gök
olaylarının pekçoğunun kara deliklerin varlığına bağlanabileceği düşüncesini
doğurmuştur.
SÜPERNOVALAR
Büyük bir
patlama ile kütlesinin büyük bölümünü yitiren dev parlak yıldızlara
"süpernova" adı verilmiştir. Bir süpernova patlamasının ilk on saniyesi
içinde, bizim güneşimizin 10 milyar yılda ürettiğine eşit miktarda enerji
ortaya çıkar... Yine bu on saniye boyunca, olayın içinde gerçekleştiği
gökadanın ürettiği toplam enerjiden bile yüksek bir enerji miktarıdır bu...
Süpernovalar, yıldız oluşumunu, özellikle de yarattığı yüksek basınçla büyük
kütleli yıldızların oluşumunu tetikleyen mekanizmalardan en önemlisidir. Bu
büyük kütleli yeni yıldızlar da gün gelecek yeni süpernova oluşumlarına yol
açacaktır.
Başka bir
deyişle, çevreleri üzerindeki bütün yıkıcı etkilerine rağmen, süpernovalar
ve gökadalar arası çarpışmalar, yeni yıldız oluşumlarının -- yani bir bakıma
evrenin sürekliliğinin baş kaynağıdır. Ne var ki, bunu söyledikten sonra,
bundan trilyonlarca yıl sonra gerçekleşecek hazin bir tabloya da işaret
etmemiz gerekir:
Bir zaman
gelecek, tüm yıldızlar yakıtlarını tüketerek ölmeye başlayacaklardır...
Bunlar kendi içlerine çökerek kara delikler oluşturacak, izleyen 10 üstü 122
yıl boyunca kara deliklerden çevreye radyasyon (Hawking Işıması)
yayılacak... Daha sonra evren dev kara deliklerin buharlaşmasına sahne
olacak... Kuantum kuramına göre, herşeyin sonunda, evrendeki en kararlı
madde olan demir atomları küçük kara delikler oluşturacak ve bunlar da
Hawking ışımasıyla buharlaşacak. Evrenin tek bir hakimi kalacak: KARANLIK.
Herneyse...
Evren ilk oluşumunda, çok büyük oranda hidrojen ve az miktarda helyumdan
oluşuyordu. Daha ağır elementler, yıldız adını verdiğimiz dev nükleer
fırınlarda; en ağırları ise büyük kütleli yıldızların süpernova olarak
patlamasıyla oluştu. Bir yıldızın içindeki sıcaklık ve basınç, demirden ağır
elementlerin oluşumuna yetecek enerjiyi sağlayamaz. Bu elementler, ancak,
çok yüksek enerjinin ortaya çıktığı süpernova patlamalarında oluşabilir.
Kısacası, naçiz bedenlerimizi oluşturan ağır elementler, örneğin kalsiyum ve
karbon, evrenin biryerlerindeki uzak süpernova patlamalarının ürünü...
Bizler gerçek anlamda yıldızların çocuklarıyız...
BULUTSULAR
NEBULA'LAR
Bulutsu
adı verilen dev oluşumlar, yıldızlararası toz ve gaz bulutlarıdır. Bunlardan
görülebilir olanları, bu özelliği yakınlarında bulunan yıldızlardan ışık
yansıması ile kazanırlar.
Yıldızlararası maddenin yoğun olduğu bölgeler, gökyüzünde daha karanlık
görünür, çünkü bunlar yıldızların yaydığı görsel olsun olmasın hertürlü
ışımayı daha büyük ölçekte soğurmaktadır. Nitekim, gözlerimizi Samanyolumuza
çevirdiğimizde gördüğümüz (daha doğrusu, göremediğimiz) karanlık bölgeler,
yıldızlararası maddenin en yoğun olarak bulunduğu yerlerdir.
Yoğun karanlık bulutsular, yakınlarında parlayan bir yıldız onları
ısıtmadıkça çok soğukturlar. Soğuk ve yoğun bulutsular, yıldız oluşumu için
ideal ortamlardır. Nitekim, bulutsular "yıldız fabrikaları" olarak
bilinir... Yıldızlar için birer "doğumhane" de diyebiliriz... Gazların
önemli bir özelliği ısındıkça basınçlarının artmasıdır. O nedenle soğuk bir
gazı sıkıştırmak daha kolaydır. Yıldızların oluşabilmesi için önkoşul,
bulutsudaki parçacıklar arası çekimin gazın basıncının üstesinden
gelmesidir.
Yıldızlararası soğuk gazların büyük bölümü "dev molekül bulutları" adı
verilen bulutsularda yer alır. Bu dev oluşumların nasıl ortaya çıktığı pek
iyi bilinmiyor. Ancak, süpernovalar, kütleçekimi ve basınç gibi bir dizi
etmenin ortak ürünleri olduğu düşünülüyor.
KARANLIK MADDE
Gökbilimciler açısından gündemin en gizemli konusu "karanlık madde" adı
verilmiş olan fenomen olsa gerek. Önceleri ona "kayıp madde" adı
veriliyordu. Çünkü, karanlık madde doğrudan "görülemez": Işığı ne soğurur,
ne yansıtır, nede yayar. Kısacası, elektromanyetik tayfın hiçbir bölgesinde
gözlemlenmesi sözkonusu değildir.
Karanlık maddenin varlığını, yalnızca ve yalnızca, gözlemleyebildiğimiz
diğer gökcisimleri üzerindeki etkileri dolayısıyla çıkarsıyoruz.
Yıldızların gökadalar içinde sergiledikleri, başka şekilde açıklanamayan
hareketler, "kara madde" varsayımı ile açıklanmağa çalışılıyor. Yapılan
çalışmalarda, yıldızların gökada içindeki davranışlarını önceden kestirmek
için bilgisayarda üretilen modeller önplana çıkıyor. Ayrıca, veri toplamada
uydulardan da büyük yarar sağlanmıştır.
1997
yılında, Hubble Uzay Teleskobu ile elde edilen bir görüntü, uzak bir gökada
kümesinden bize ulaşan ışığın, önplanda yer alan bir başka gökada kümesi
tarafından "eğildiğini" göstermiştir. Eğilmenin derecesini inceleyen
gökbilimciler, aradaki bu ikinci gökada kümesinin toplam kütlesinin,
içindeki görülebilir madde kütlesinin 250 katı dolayında olduğu -- yani, kat
kat çok daha fazla olduğu kanısına varmışlardır. Başka bir deyişle, aradaki
büyük fark, gökada kümesi içinde yer aldığı düşünülen "karanlık madde"
kütlesine bağlanmıştır.
Halen, karanlık maddenin tam olarak ne olabileceği konusunda çok çeşitli
görüşler vardır. Kimilerine göre, örneğin soğuk gazlar, karanlık gökadalar,
yada "MACHO" adı verilen (kara delikler ve kahverengi cüce yıldızlar da
içeren) devasa sıkışmış haleli yapılar gibi bildik fenomenlere dayanılarak
bir açıklama getirilebilir.
Diğer bir
grup bilim adamı ise, karanlık maddenin, evrenin başlangıç dönemlerinde
oluşmuş, bize garip gelen niteliklere sahip partiküllerden oluştuğu
kanısında... Bu partiküller arasında, aksiyon'lar, "WIMP" adı verilen zayıf
etkileşimli dev partiküller veya nötrino'lar yer alıyor olabilir.
Karanlık
maddenin niteliğinin anlaşılması niçin bu derece büyük önem taşıyor?
Çünkü
böyle bir bilgi, bizlere evrenin boyutları, biçimi ve geleceği hakkında
önemli ipuçları verecektir. Evrende mevcut karanlık madde miktarı, evrenin
açık uçlu olup olmadığı (yani, genişlemeğe devam edip etmediği); yoksa
kapalı bir sistem mi olduğu (yani, bir noktaya kadar genişledikten sonra
kendi içine mi çöküşmeğe başladığı); yoksa genişleyerek bir denge noktasını
bulduğunda artık hareketine son mu verdiği gibi konulardaki tartışmaların
çözülmesine yardım edecektir.
Karanlık
maddenin niteliğinin açıklığa kavuşması, ayrıca, gökadalar ve gökada
kümelerinin oluşumu ve evrimini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Şöyle ki, ilk bakışta, bir gökadanın kendi çevresinde dönerken parçalanarak
bütünlüğünü yitirmesi gerekir gibi görünürken, bunun gerçekleşmiyor olması,
tabiatıyla, onu birarada tutan "birşey" in varlığı nedeniyledir. Sözkonusu "birşey"
ise, bildiğimiz "çekim" (gravitasyon) gücüdür. Ne var ki, burada sözkonusu
olan çekim gücü inanılmaz boyutlarda olmak zorundadır ve evrendeki
görülebilir madde tarafından tekbaşına üretilmesi sözkonusu olamaz.
KARADELİKLER
Bilim adamlarının, 12 Aralık 1970
tarihinde Kenya kıyılarından ilk X-ışın uydusu "Uhuru" yu uzaya fırlatmaları
ile, astronominin uğraşı alanı daha da genişledi. Uydu, kısa bir zaman
içinde düzinelerce X-ışın kaynağı bulmasına rağmen bu sayıyı ilk iki yıl
içinde 339 a çıkarttı. Bulunan bu kaynakların çoğunun şiddeti düzenli iken,
az miktarda bulunan diğer X-ışın kaynaklarının şiddeti oldukça düzensiz idi.
Astronomlar yeni kaynakları anlamaya çalıştılar. Onlar için sorun,
X-ışınlarının kaynağının ne olduğu idi! X-ışın gözlemlerinden elde edilen
koordinatların optik yolla gözlenmesi ile çift yıldızların böyle bir
elektromanyetik ışınıma neden olabileceği anlaşıldı. Bununla birlikte
gözlemler çift yıldızlardan birinin oldukça sönük olduğunu gösteriyordu.
Teorisyenler, X-ışınlarının açıklanabilir bir modelini kısa bir zamanda
formülize edip, ortak bir tahminde birleştiler. Görünür yıldızın yüzeyindeki
madde, görünmeyen bileşeninin etrafındaki bir yörüngeye çekiliyordu. Çekilen
bu madde helozonik bir yol ile görünmeyen bileşenin üzerine ışık hızına
yakın bir hızla düşerek, X ışın üretimine neden oluyordu.
Ama görünmeyen bu bileşenler neydi? Astronomlar o zamanlara kadar yeni
birkaç "nötron" yıldızı bulmuşlardı. Bu nötron yıldızları Güneş'in
kütlesinin 1.4 ile 3 katı arasında bir kütleye sahipken, genişlikleri birkaç
kilometreyi geçmiyordu. Buradan anlaşılacağı gibi, böyle büyük bir kütlenin,
böyle küçük bir hacime sığması ile yıldız yoğunluğu inanılmaz bir şekilde
artıyordu. Bu da çevresinde oluşturduğu inanılmaz çekim kuvvetini
açıklayabiliyordu. Bu yolla yapılan açıklamalarla X-ışın çiftlerinin
doğasının çözüldüğü zannedildi.
Daha sonra, kaynakların farklı olduğu görüldü ve herşey değişti.
Astronomlar, keşfedilen bir X-ışın kaynağının, 9. kadirden HDE 226868 adlı
mavi bir yıldızla ilişkisini keşfettiler. Paul Murdin ve Louise Webster
gözlemlerden yıldızın kütlesini, Güneş kütlesinin (Mo) 23 katına eşit
olduğunu buldular. Bu yıldız, bir çift yıldız sisteminin parçasıdır. Sistem,
Güneş'ten 8,200 ışık yılı uzaklıkta bulunmakta ve sistemin üyeleri
birbirleri etrafında 5.6 günlük bir peryot ile dönmektedirler.
Astronomlar sistemin görünmeyen bileşeninin kütlesini, HDE 226868'nin
gözlemlerden elde edilmiş kütle değeri ile dönme peryodundan itibaren
hesapladılar. Bu görünmeyen bileşenin kütlesi, Güneş kütlesinin 10 katına
eşitti. Bulunan bu değer bir nötron yıldızının kütlesinden oldukça büyüktü.
O zaman bu bir "kara delik" olmalıydı!
Elde edilen bu değer astronomları heyecanlandırdı. Kara delik veya en
azından yoğun görünmeyen yıldızlar, 1784'de İngiliz astronom John Michell
tarafından önerilmişti. Ama böyle yıldızların var olabileceği ise 1939'da
Robert Oppenheimer ve onun öğrencisi Hartland Snyder tarafından
gösterilmişti.
Oppenheimer, araştırma sonuçlarının bilim dünyasında yayınlamasıyla,
çevresinden büyük tepkiler gördü. Kara deliklerin sahip oldukları bu
özellikler o güne kadar bulunan fizik teorilerine oldukça ters idi. Peki
neydi bu farklı özellikleri? Büyük kütleli yıldızlar korlarındaki
yakıtlarını bitirmeleriyle, koru dengede tutan nükleer kuvvet ve dolayısıyla
iç basınç kaybolur. Böylece yıldızın korunda bulunan ağır elementlerin çekim
kuvveti üstün gelerek yıldızın kendi içine çökmesine yol açar. Çekimsel
çökme kaçınılmaz sona doğru ilerledikçe yıldızda üretilmiş olan ışık
ışınları yıldızın yüzeyine doğru çekilir. Sonunda çökme öyle kritik bir
aşamaya ulaşır ki, artık yıldızdan hiçbir ışık ışını kurtulamaz. Çöken
yıldızın ışığının bile kaçamayacağı boyutlara değin büzüldüğünde yıldız,
kendi "olay ufkunun" altında kalır. Olay ufku, ardında ne olup bittiğini
bilmediğimiz bir duvar gibidir. Bu ufkunun içinde kalmış madde ve enerji
sanki, evrenden izole olmuştur ve buradan hiçbir şey kaçamaz.
Astronomlar uzun araştırmalardan sonra ilk kara delik adayı olan Cyg X-1 i
Uhuru uydusunun gözlemleri sayesinde keşfettiler. Onlara göre X-ışınları,
çift sistemin dev yıldızının yüzeyinden gelen maddenin kara delik adayı Cyg
X-1 in yüzeyine düşmesi ile oluşuyordu. 1970'lerin başlarında, X-ışın
kaynaklarının çoğunun hala tam olarak ne olduğu belirlenememişti. 1978'de
Nasa'nın, Einstein X-ışın uydusunu uzaya yerleştirmesi ile astronomlar o
güne kadar keşfedilmemiş 1000 yeni X-ışın kaynağı buldular. Bulunan bu
kaynakların bazıları şüphesiz kara delik olabilirdi ama astronomların bu
kaynaklar hakkındaki çalışmaları onların birer nötron yıldızı olduğunu
gösteriyordu. Nötron yıldızlarının sayıları bu gözlemlerle günden güne
artarken, kara delik adaylarının sayısı Cyg X-1 ile sınırlı kalıyordu.
Neden şimdiye kadar kara deliklerden
daha çok nötron yıldızı bulundu? Karadeliğin oluşması için, nötron
yıldızlarının kütlesinden daha fazla bir kütleye ihtiyaç vardır ki bu
miktarda en az 3Mo olmalıdır. Ama bir yıldızın evrimi boyunca ve çökme
esnasında kaybettiği kütle, yıldızın son kütlesinin önemini arttırmaktadır.
Böyle bir karadeliğin oluşması için yıldızın başlangıç kütlesinin en az 10Mo
veya bu limitten daha fazla bir kütle içermesi gerekmektedir. Bununla
birlikte yapılan hesaplar, astronomlar tarafından bulunan her bir kara delik
için 3 tane nötron yıldızının bulunması gerektiğini göstermektedir ki bu
durumda bazı şeyler yanlış olabilir!
Cyg X-1'nin bulunmasından beri astronomlar iki yeni kara delik adayı
buldular. Bu adayların belirlenmesi süreci içinde 500 den fazla nötron
yıldızı bulundu. Cyg X-1 hala en iyi kara delik adayıdır. Fakat keşfinden 20
yıl geçmesine rağmen bazı astronomlar Cyg X-1'in, bir kara delik adayı
oluğundan şüphelenmektedirler.
Büyük problemin en iyi adayını yıldızın kütlesi belirlemektedir. Astronomlar
iyi bir adayın en azından 3Mo kütlesine sahip olması gerektiğini
bilmektedirler. Ama astronomlar, bir çift sistemin içinde bulunan bir kara
delik adayının kütlesini nasıl bulabilirlerdi? Bunun için astronomların
görünür yıldızın kütlesini ve çift sistemin yörüngesinin eğimini bilmeleri
lazımdır. Hemen hemen bütün adaylar için bu parametreler bilinmemektedir.
Örneğin, kütlenin bulunmasında en önemli parametre olan yörüngenin eğimi,
çoğu kara deliklik adayında bulunamamıştır. Çünkü kara delik adaylarının
içinde bulunduğu sistem, bir örten çift yıldız sistemi değildir. Peki en iyi
kara delik adayı olan Cyg X-1 in yörünge eğimi nedir? Bunun için yapılan
teorik hesaplar sistemin eğimini 30o olarak göstermektedir. Buradan itibaren
görünmeyen bileşenin kütlesi 7Mo olarak hesaplanmıştır.
HDE 226868 nin kütlesi tam olarak bilinemediğinden Cyg X-1 e olan çekimsel
etkisi de tam olarak anlaşılamamaktadır. Gözlemler, HDE 226868 nin büyük,
mavi bir dev olduğunu gösterir. Astronomlar bu özellikleri taşıyan
yıldızların spektrel tiplerinden itibaren kütle değerlerini bilmektedirler
ama buradaki, belirsizlik kara delik adayının bu yıldızdan çaldığı madde
miktarıdır. Çalınan madde miktarı hakkında yapılan bir araştırmada Charles
T.Bolton ve Douglas R.Gies HDE 226868'nin çok az bir kütle kaybettiğini
buldular. Bu çalışmadan başka Bohdan Paczynski ve John Bahcall, Cyg X-1'in
kütlesini HDE 226868'in kütlesinden bağımsız hesaplayarak Cyg X-1 in
yaklaşık 10Mo e sahip olduğunu buldular. Astronomlar çok kuvvetli delillere
sahip olsalar bile henüz Cyg X-1'in kesinlikle bir kara delik olup
olmadığını bilememektedirler
Cyg X-1'in diğer kara delik adayları ile karşılaştırılması, astronomlara
yardım edebilir. Diğer en iyi aday, Büyük Magellan Bulutsusu'nda yer alan
LMC X-3 diye bilinen X-ışın kaynağıdır. Anne Cowley, David Crampton ve Jonh
Hutchings LMC X-3 ün en kuvvetli kara delik adayı olduğunu gösterdiler.
Cowley ve çalışma arkadaşları, 1970'li yılların ortasında Magellan
Bulutsusunda X-ışın kaynakları aramaya başladılar. Bu astronomların birkaç
kara delik adayının spektrumlarını elde etmiş olmalarına rağmen onların kara
delik olabileceğine dair sağlam deliller gösteremediler. Sonra, Einstein
uydusu daha uzakta bulunan kaynakların pozisyonunu belirledi. Bu uydudan
gelen yeni verilerin indirgenmesi ile Cowley, kaynaklardan birinin
spektrumunda iki ayrı yerde farklılıklar gördü.
Cowley, bazı şeylerin yanlış olduğundan emindi. Bundan dolayı bu farklılığı
bulmaya karar verdi. Birçok gözlemin tekrar incelenmesi ile cismin
spektrumda gerçekten farklılıklar görüldü. Spektrel çizgiler kaymıştı. Bir
çift sistem vardı ve bileşenlerden biri görünmüyordu. Görünen bileşen 17.
kadirden bir anakol yıldızı olup yörüngesi üzerinde 235 km/sn lik inanılmaz
bir hızı vardı. Böyle bir hızla görülen bileşen yörüngesi üzerindeki bir
turunu 1.7 günde tamamlıyordu. Acaba görünmeyen bileşen bir kara delik
miydi?
Cowley ve Crompton heyecanlandılar. Çalışmalarını baştan aşağı kontrol edip
görünmeyen bileşenin kütlesini 9Mo olarak buldular. O halde bu bir kara
delik adayı idi. Diğer kara delik adaylarında olduğu gibi, bu çalışmada da
bazı tereddütler vardı. Bunlarında hesaba katılması ile elde edilen sonuç,
görünen bileşenin 3Mo sine sahip olduğunu gösteriyordu ki, bu da bir kara
delik olmak için yeterli bir miktardı. Onlara göre en iyi kara delik adayı
3Mo ile 11Mo kütlesine sahip yıldızlardır.
Üçüncü kara delik adayı ise A0620-00 diye bilinen ve 1980 li yılların
ortasında Jeffrey McClintock ve Roland Remilland tarafından keşfedilmiş
olandır. Çalışmayı yaptıkları sistemde bulunan görünmeyen bileşen, görünen
bileşenden daha fazla bir kütle içeriyordu. Bu yüzden McClintock görünmeyen
bileşenin etrafındaki yörüngede dönmekte olan küçük kütleli yıldızla
çalışmak istedi. Çünkü bu durumda görünmeyen bileşenin kütlesini daha kesin
bulabileceğini tahmin ediyordu.
A0620-00 bir tekrarlayan nova olup 1917 ve 1975 te patlamıştı. 1975
yılındaki patlamasında iki ay süreyle gökyüzündeki en parlak X-ışın kaynağı
olmuştu. Ama patlamadan 15 ay sonra tekrar eski parlaklığına dönerek sönük
ve sıradan bir yıldız haline geldi. Patlamadan iki yıl sonra ise yıldızın
spektrumunda kendini gösteren X-ışın emisyonu kayboldu. Bu durumu fark eden
McClintock ve Remilland yıldızı araştırmaya karar verdiler. Araştırmalarına
başlamalarıla görünen bileşenin bir turuncu yıldız olduğunu ve Güneş
kütlesinin yaklaşık yarısına sahip olduğunu buldular. Çift sistemin
dinamikel yapısı hakkındaki araştırmalarında ise görünen bileşenin,
görünmeyen bileşen etrafında yaklaşık 800,000 km/saat lik bir hızla
dolaştığını ve sistemin yörüngesel peryodunu ise 7.8 saatte tamamladığını
fark ettiler. Çoğu X-ışın çiftlerinde olduğu gibi, bu sistemde örten bir
çift yıldız değildi. Bu yüzden tutulum kenardan görülemiyordu. Ama teorik
çalışmalar yörüngenin eğiminin yaklaşık 45o olduğunu gösteriyordu. Bu eğimin
bulunması ile görünmeyen bileşenin kütlesinin 9Mo olduğu hesaplandı.
McClintock memmundu. Bu konuda çalışan
diğer astronomlar da A0620-00 in iyi bir kara delik adayı olduğu
kanısındadırlar. McClintock çalışmasının sonunda A0620-00 gibi sistemler
keşfederek, yörüngesi üzerinde daha hızlı hareket eden ve kısa peryodlara
sahip yıldızlar bulmak istediğini söyledi.
Astronomların çoğunun bulunan üç kara delik adayı hakkında hem fikir
olmalarına rağmen, bu konudaki araştırmalar hala sürmektedir. Cowley ve
çalışma arkadaşları, Büyük Magellan Bulutsusunda yer alan ve bir X-ışın
kaynağı olan CAL 87 hakkında çok geniş bir çalışma yaptılar. Gözlemler bu
kaynağın 19. kadirden görünen parlaklığa sahip olduğunu ve şimdiye kadar
bulunan en belirsiz aday olduğunu göstermektedir. Bu sistem diğer kara delik
adaylarının bulunduğu sistemlerden farklı olup bir örten çift sistemdir.
Yörünge peryodu ise 10.6 saattir. Dinamikel çalışmalardan elde edilen
verilerden, görünmeyen bileşenin 4Mo e sahip olduğu ve bu sonucun da bir
kara delik için yeterli bir kütle değeri olduğu görülür. Sistemin bir örten
çift ve görünmeyen bileşenin bir kara delik adayı olması, astronomları
sistemin yörünge eğimi hakkındaki derin araştırmalara sürüklemiştir.
Büyük Magellan Bulutsusunda yer alan diğer en parlak X-ışın kaynağı LMC X-1
dir. En büyük zorluk, sistemde yer alan görünen bileşenin teşhisidir.
Yapılan yaklaşık hesaplar, görünmeyen bileşenin 4Mo ile 10Mo e arasında
olduğunu gösterir. Ama bu konudaki belirsizlik çok büyüktür.
Neden iyi adayları belirleyemiyoruz? Bir düşünceye göre; kara deliklerin
birkaç kilometrelik çaplara sahip olması ve dışarıya hiç ışık
vermemeleridir. Bu yüzden astronomlar hiçbir yolla kara delikleri doğrudan
doğruya gözleyemezler. Hatta çok büyük teleskoplar kullansalar bile! Fakat
astronomlar kara delik adaylarının çevrelerine verdikleri etkilerden yola
çıkarak onları keşfedebilirler. Peki nedir bu yöntemler? Kara deliklerin üç
belirgin özellikleri vardır. Bunlar Kütle, Elektrik yükleri ve Açısal
Momentum (dönme) tur. İşte bu özelliklerle çevrelerinde bulunan
gökcisimlerine bir etkide bulunmaları, onların keşfedilmesine yardımcı olur.
Bu aşamada aklımıza şu soru gelebilir. Neden kara deliklerin keşfedilmesi
nötron yıldızlarının keşfedilmesinden daha zordur? ve neden bunların çoğu
çift sistemlerde bulunur? Nötron yıldızları kuvvetli manyetik alanlara
sahiptir. Manyetik alan, yıldızın manyetik kutuplarına doğru düşen gazı
kontrol eder. Gazın kutuplara düşmesiyle her iki kutupta X-ışını oluşur.
İşte oluşan bu X-ışınlarını, astronomlar tarafından düzenli sinyaller
halinde gözlenir. Bu duruma kara deliklerde rastlanmaz. Çünkü karadeliğe
düşen madde, karadeliğin olay ufkunun altına gireceğinden evrenden
soyutlanır ve bir ışınım meydana getirmez. Bundan başka tek başlarına
bulunan nötron yıldızlarıyla pulsarlar, uzaya düzenli sinyaller yollarlar.
Buna en iyi örnek ise Yengeç Bulutsusu'nda bulunan nötron yıldızıdır. Bu
nötron yıldızı hem görünür bölgede hemde radyo bölgesinde ışınım yayar. Buna
rağmen tek başlarına bulunan kara delikler hiçbir ışınım yapmayarak
çevrelerine sinyaller veya görüntüler vermezler. Bundan dolayı da
astronomlar tarafından gözlenemezler.
X-ışın kaynaklarının kısa yaşam süreci de bir faktördür. Bir X-ışın çiftinin
evrim safhası belki 10,000 yıl olup astronomi diliyle oldukça kısadır. Ama
bu nedenler arasında en önemli şey büyük kütleli bir yıldızın, evrimi
sonucu, karadeliğe dönüşmesidir.
Astronomlar kara deliklerin büyük kütleli yıldızların çökmesiyle oluştuğuna
inanmaktadırlar. Çoğu karadelik aşağı yukarı aynı boyutlarda olup birkaç
kilometrelik çapları olduğu varsayılmaktadır. Bunun yanı sıra da, çok daha
büyük kara deliklerin galaksilerin merkezlerinde yer aldığı düşünülmektedir.
Galaksilerin merkezlerinde bir karadeliğin var olabileceği fikri ilk defa
ciddi bir şekilde, "kuazarların" keşfinden sonra başladı. Bilindiği gibi
kuazarlar sıradan bir galaksiden 100 kez hatta 1,000 kez daha fazla bir
ışınım yaymaktadırlar. Bundan dolayı çoğu astronom, böyle olağanüstü bir
enerjinin ancak kara delikler sayesinde olabileceğini ummaktadır.
İngiliz astrofizikçisi Doland Lynden 1969 yılında yaptığı bir modelde, bu
enerjinin nasıl oluştuğunu gösterdi. Bunun için Donald Lynden, Cyg X-1 in
etrafında yer alan yığılma diskinin daha büyüğünü düşünerek, yeni bir model
geliştirdi. Modeline göre süper kara delik, galakside bulunan yıldızlar ile
gazı, o müthiş çekim kuvveti ile çekebilir ve etrafındaki bir yörüngeye
yerleştirebilirdi. Galaksimizin merkezinde yer aldığı düşünülen kara delik
ise bu modele göre 1,000,000,000 Mo olmalıdır. Böyle bir kütle, Güneş
sisteminin merkezinde yer alsaydı, boyutları Uranüs gezegenin yörüngesine
kadar uzanırdı. Çevresinde yer aldığı yığılma diskin ise Güneş ile Plüton
gezegeni arasındaki uzaklığın 100 katı mesafede bulunurdu. Bu disk içinde
bulunan madde ise, karadeliğin çekimsel etkisinden dolayı helozonik yollar
izleyerek, hızlı bir şekilde kara delikle ilişkiye girerdi. Sonuç olarak, bu
etkileşim ile, gözlediğimiz X-ışınları oluşurdu.
Büyük kütleli kara deliklerin araştırılmasında astronomlar iki delilin
varlığını ararlar.Galaksi merkezinde büyük kütleli bir kara delik
varsa, bu kara delik çevresindeki yıldızları çekerek, merkez çevresindeki
bir bölgede yoğun bir parlaklığa yol açardı ki bu da araştırmadaki ilk
delili teşkil ederdi. Bundan dolayı astronomlar, galaksilerin merkezlerine
yakın yerlerde ani parlaklık artışlarını araştırırlar. İkinci delil ise,
gözlemlerden elde edilen spektrumlardan, karadeliğe yakın yıldızların
hızlarının araştırılmasıdır. Bir yıldız karadeliğe yakınsa, yörüngesel hızı
da fazla olmak zorundadır. Gerçekten, kara deliklere çok yakın olan
yıldızların, yörüngeleri üzerinde yaklaşık ışık hızına yakın hızlarla
dolaşmaları gerekmektedir.
Holland Ford ve diğer astronomların Hubble Uzay Teleskobunu kullanmalarıyla,
Virgo kümesinde yer alan ve bir dev galaksi olan M87 nin merkezinde
süperkütleli bir karadeliğin kesin delillerini ele geçirdiler. Galaksinin
nükleer diskinin dönmesinden elde edilen spektrumlardan diskin, 500 km/sn
bir dönme hızına sahip olduğu bulundu. Bu hızdan itibaren, galaksinin
çekirdeğinde 3 milyar Mo kütleli bir kara delik bulunması gerektiği
anlaşıldı. Durumun açıklanmasında en iyi alternatif, M87 nin merkezinde yer
aldığı düşünülen bir süper kara delik oldu. Bu kuvvetli delillerin elde
edilmesi ile kara delik adaylarının sayısı 4 e yükseldi. Fakat bulunan bu
kara delik adayı, diğer bulunan kara delik adaylarına benzemiyordu. Çünkü bu
aday, bir ekstra galaktik süper kara delikti.
Astronomların ekstra galaktik gökcisimlerinde yaptıkları kara delik
araştırmasında en büyük problemi, kuazarların ve aktif galaksilerin bizden
çok uzakta yer almaları oluşturur. Bundan dolayı detaylı bir şekilde
incelenemezler. Fakat Havai Üniversitesinde çalışmakta olan Alan Diesler ve
John Kormendy CCD kamera kullanarak yakın galaksilerin korlarını incelemeye
karar verdiler.
Öncelikle gözlemlerine M31, M104 , M32, M33, NGC 3115 ve diğer yakın
galaksileri listelerine alarak çalışmalarına başladılar. Gözlemlerinde
galaksilerin merkezlerine yakın yıldızlar belirleyerek, onların galaksi
etrafındaki yörüngesel hızlarını ve parlaklık profillerini hesapladılar.
Elde edilen sonuçlar, M31 ve NGC 3115 in mükemmel adaylar olduğunu gösterdi.
Andromeda galaksisinin merkezine yakın bir bölgede hızla hareket etmekte
olan bir kümenin hız ölçümü ise, M31 galaksisinin merkezinde, 10 milyon ile
1 milyar Mo kütlesine sahip, karanlık bir kütlenin varlığını gösterdi. Acaba
bu bir kara delik miydi? Kormendy emin bir şekilde bir karadeliğin
delillerine sahip olmadığını ama elde ettiği sonuçların galaksilerin
merkezlerinde çok büyük ve karanlık bir cismin yer aldığını göstermek
olduğunu söylemektedir. Bir grup astronom ise, kümenin içinde çok sayıda
küçük kara delik veya nötron yıldızı bulunabileceği fikrini savunmaktadır.
Kaynak: Astronomy (Ekim 1994)
Yıldızlar
Muazzam enerji kaynakları. Kimi hidrojenden, kimi
helyumdan, kimi karbondan enerji üretir. Ancak yıldız dediğimizde biz
hidrojenden enerji üretenleri anlarız. Diğerleri ise saf yıldızın
patladıktan sonraki halleridir. Bu yazıda bunları göreceğiz.
Evrenin ısı ve ışık kaynakları olan yıldızlar gökyüzüne
baktığımızda noktacık halinde görünür. Sanki Güneş'ten küçükmüşler
gibidirler. Halbuki Güneş'ten binlerce kat büyük yıldızlarda vardır.
Dünya'dan olan uzaklıklarından ötürü nokta halinde görülürler. Aynen bizden
çok uzakta olan bir kamyonu nokta gibi görmemiz gibi.
Yıldızlar, evrendeki galaksileri oluştururlar. Galaksiler
yıldızlar, onların gezegenleri, süpernovalar, pulsarlar, karadelikler,
yıldızlar arası ortam, göktaşlarıyla oluşmuş büyük kümelerdir. Her galakside
en az 10 milyar yıldız bulunur. Evrende tahminen 250 milyar galaksi vardır.
Yıldız sayısını varın siz hesap edin. Sadece bizim bulunduğumuz Samanyolu
Galaksi'sinde yaklaşık 100 milyar yıldız bulunmakta!
Yıldızlar Nasıl Oluşur?
Galaksinin bir bölgesindeki hidrojen yoğunluklu gaz
kümesi, kendi etrafında dönerken, gravitasyonel çekim etkisiyle
etraflarındaki gaz bileşiklerini de çeken küme, bir süre sonra içe doğru
çöker ve muazzam derecede ısınarak parlamaya başlar. Bu esnada küre halini
alan küme,yıldız olmuştur.
Yıldızlar enerjilerini nükleer füzyon denilen elemetlerin
birbirine dönüşümü ile sağlarlar. Dört hidrojen çekirdeği birleşerek bir
helyum atomunu oluşturur. Burada dört hidrojenin kütlesi bir helyumun
kütlesinden yüzde 0,7 oranında daha büyüktür. Birleşme sonucunda ortaya
çıkan bu fark dışarıya, kabaca söylersek ısı ve ışık ile yayılır.
Isı ve Işık Oluşumu:
Bir demir parçasını ısıtırsak bir süre sonra parlamaya
yani dışarıya ışık ve ısı yaymaya başlar. Bunun nedeni, şudur: Isıyı alan
atom bir süre sonra son yörüngelerindeki bir ya da birkaç elektronunun bir
üst yörüngeye fırlamasına engel olamaz. Üst yörüngelere geçen elektronlardan
ötürü atom kararsız hale gelir. Bu dengesizlikten kurtulmak için üst
yörüngeye fırlamış elektronunu geri eski yerine çeker. Eski yerine geçen
elektron bu sırada dışarıya ısı ve ışık yayar. Yıldızların ışık ve ısı
yayması da buna benzer.
Yıldızların Yaşlanması ve
Sonu:
Yıldız hidrojen yakıtını tükettiğinde sonu gelmiştir. Bu
durumda yıldız büzülür. Sıcakjlığı çok yükselen yıldız bu defa helyum(He)
atomlarını üçlü alfa süreci denilen süreç sonunda karbona(C) çevirmeye
başlar. Üçlü alfa süreci şudur: İki He atomu birleşerek bir Berilyum (Be)
atomunu oluşturur. Oluşan Be bir He atomunu daha yakalayarak C'na çevirir.
Vücudumuzdaki karbon yıldızlararası ortamda bu şekilde oluşmuştur. Bu esnada
yıldızın sıcaklığı 100 milyon derece gibi dayanamayacağı dereceye çıkan
yıldız genişlemeye başlar. Güneş'de bu süreç sonunda yarıçapı 100 kat
büyüyerek bir kırmızı deve dönecektir. Bu durumda Dünya'yı da içine alacak
kadar büyüyecektir.
1-Beyaz Cüceler(pdf)
2- Cüceden Deve(pdf)
Bu süreci izleyen dönemde merkezindeki helyumu bitiren
yıldız, bir karbon atomuyla bir helyum atomu birleşerek oksijene dönüşüm
başlar. Bu esnada dışarıya muazzam bir enerji fışkırması gerçekleşir. Bu da
yıldızın kararsız hale gelmesi demektir. Kararsız hale gelen yıldız dış
katmanlarını uzaya püskürtür. Geriye yıldızın önceki kütlesinin yüzde onunu
oluşturan karbon çekirdek kalır. Önceki dev yıldız artık soğumaya başlayan
bir gaz bulutudur. Bu bulutun merkezinde ise beyaz cüce bulunur. Bu da artık
yılıdızın sonu olacaktır.
Nötron Yıldızları ve
Süpernovalar:
Güneş'ten 15 kat büyük bir yıldız yukarıda anlatılan
hidrojen yakıtını bitirip tamamne helyum atomlarından oluşturan kırmızı deve
10 milyon yılda ulaşır. Güneş ise 10 milyar yılda bu hale gelir. Yıldızların
boyutları büyüdükçe ömürleri azalır. Çünkü o devasa kütlelerinin dağılmaması
ve gerekli enerjiyi üretebilmeleri için daha fazla nükleer füzyon
gerçekleştirirler.
Kırmızı süper dev haline gelen büyük yıldız çekirdeğindeki
sıcaklık 1 milyar C'ye erişinceye kadar yanmaya devam eder. Füzyon
reaksiyonları bu esnada ağır elementler üretir ve sonunda yıldızın çekirdeği
demire dönüşür. Demir füzyon reaksiyonlarının son halkasıdır ve demirden
daha ağır elementlerin üretimi sırasında dışarıya enerji verilmez aksine
dışarıdan enerji alınır.
Isı azalırken çekirdeği büzülen yıldızın sıcaklığı bir
süre sonra 1 milyar dereceye ulaşır. Büzülen yıldız bu durumda basıncı
dengeleyemez ve çöker. Protonlar elektron yakalayarak nötrona dönüşürler.
Dönüşüm aşamasında dışarıya nötrino adı verilen parçacıklar yayımlanır.
Artık dev yıldız bir nötron yıldızıdır.
Güneş'ten 15 kat büyük olan yıldızımız artık yarıçapı 1 km
ancak yoğunluğu 1 santimetreküpte 1 milyar tondur. Buna bir örnek vermek
gerekirse, Güneş büyüklüğündeki bir yıldızı bir futbol topu hacmine
küçültürseniz, hacmi küçülmesine karşılık kütlesinde bir değişiklik olmaz ve
yıldız çok çok yoğunlaşır.Öyle ki nötron yıldızdan alınan bir çay kaşığı
dolusu parça yaklaşık 1 milyar ton gelir. Yıldız çekirdeğinin çökmesi
sonucunda dışa fırlatılan yıldızın dış bölümü süpernovadır.
Süpernovalar çok yüksek nötrino kaynakları olarak
bilinirler. Bundan yaklaşık 50 bin yıl önce patlayan bir yıldızın
oluşturduğu süpernovayı biz ancak 1987 yılında görebildik. Işığının ve
nötrinonun dünyaya ulaşması için 50 bin yıl gerekmiştir. Süpernova 1 milyar
Güneş'ten daha parlaktır.
Kaynaklar: TÜBİTAK Yayınları-Evrenin Kısa
Tarihi-Joseph Silk-Çeviri:Murat ALEV
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)
|
|