YAŞAMIN KUANTALARI
Bizler yaşamı yaratma mücadelesinde hakikatin ne olduğu sorusunu her
fırsatta kendimize sorar bu sorularımıza tatmin edici cevaplar bulmaya
çalışırız. Hayatı anlamaya çalışırken, anlam verdiğimiz ölçüde içsel ,yerel
ve evrensel doğalarımızı birbiriyle ilişkilendirerek doğru sonuçlar elde
etmeye çalışırız. Daha çok bu kıyaslamalardan elde ettiğimiz sonular ile
hayata bakmaya çalışır sosyali, kültürel vb. bütün anlarımızı bu temelde
oluşturmaya çalışırız. Hiçbir zaman yeterli ve tatmin edici bulmadığımız
mevcut anlam düzeylerimiz bizleri anlam sınırlarımızı daha fazla zorlama
daha derin anlamlara ulaşma çabası içerisine koyar. Değişimin sürekli,
hakikatin ise bu sürekli değişkenin ardında saklanmış ulaşılması zor bir
sırra dönüştüğü bu evrensel gerçeklik doğası gereği bizdeki arayış merakı
ve heyecanı diri tutmakta, bu durumda bitmek tükenmek bilmeyen gelişme
kaydetme arzumuzu daha fazla kamçılamaktadır. Büyük bir merak ve coşku ile
sınırsız anlamlar peşinde koşmak evrenin keşfini bir görev biçiminde önüne
koymuş günümüz insanının en temel özelliğini oluşturur. Zaten insanın makro
ve mikro düzenler arasında böylesi görkemli bir duruşun sahibi kılan da
insandaki bu büyük meraka dayalı gelişen yaratım özelliğidir.
Toplumsal yaşamımızda büyük bir zihinsel ve ahlaki çöküntünün yaşandığı
böylesi bir süreçte gerek sistemsel gerekse ahlaki açıdan toplumsal olguda
büyük anlamsal dönüşümlerin yaşanması durumu ve ihtiyacı söz konusudur. Yeni
ve büyük toplumsal dönüşümlerin hedeflendiği böylesi anlam dönüşümleriyse
ancak ve ancak kendi doğamız ile doğal yapının güçlü tahlil edilmesi ile
toplumsal doğamıza daha doğru anlamlar yüklemekle
gerçekleştirilebilir.Kendimize toplumsal gerçeklikliğin anlaşılabilmesinde
doğal gerçeklik neden bu kadar önemli diye bir soru yönelttiğimizde hiçbir
soruya net ve güzel cevaplar veremediğimiz ölçüde bu soruya çok zengin ve
anlaşılır cevaplar verebilmek mümkündür.Eğer doğal yapı geneli kapsıyan
birincil doğa ise toplumsal gerçeklik ise bu bütünlüklü doğa içerisinde
kendisine has özgünlükleri olan en gelişmiş ikinci doğa olma özelliğine
sahiptir ikincil ve küçük doğa olarak tanımladığımız toplumsal doğa kendi
özgünlükleri olmakla birlikte kuantumdan kozmosa doğadaki evrensel yasaların
çoğunu kendi doğasında barındırmaktadır.Dolayısıyla her iki olgununda daha
iyi anlaşılması noktasında toplumsal doğa ile bir parçası olduğumuz doğal
yapının çok yoğun bir biçimde ilişkili kılınması en doğru yoldur.
Düşünen doğa olarak da tanımlanan insanın doğayla olan genel
ilişkilenmesinin yanında, doğal yapı ile kendi amaçları doğrultusun belli
yöntemler geliştirerek daha sistemli bir ilişki geliştirme durumuda söz
konusudur.Bu ilişki günümüzde ağırlıklı olarak doğayı bilmenin bilimi olan
fizik bilimiyle sağlanmaktadır.Bu noktadada fizik ile sosyoloji arasındaki
ilişki dahada aktif ve önemli bir ilişki biçimine dönüşmektedir.bu insan ile
doğa arasındaki ilişkide yeni ve çok önemli bir boyuttur.Bu durum aynı
zamanda bu ikili arasındaki diyalektiğin dahada aktif bir biçimde
işlemesinide beraberinde getirmektedir.
İnsanlık gerek yakalamış olduğu zihinsel düzeyi gerek ise yaratmış olduğu
kültürel değerlerini kendi toplumsal doğasıyla doğal yapı arasında işleyen
bu diyalektik ilişki ile yaratabilmiştir. Bağrında olağanüstü özelliklere
sahip küçük bir doğa biçiminde gelişim gösterdiğimiz doğal yapı bize bu
niteliklerimizi açığa çıkarabilecek kusursuz derecede bir ortam ve yaşam
süremiz boyunca sınırsız soluyabileceğimiz yaşam kaynakları sunmuştur.
İçerisinde varlık bulduğumuz doğa onunla yakın ilişkide olduğumuz ve dilini
doğru çözdüğümüz ölçüde kendi toplumsal doğamızı bulma noktasında bizlere
her zaman iyi bir öğretmen olabilmiştir. Doğal gerçekliğin sahip olduğu bu
öğretiyi tüm renkliliği ve canlılığı içinde doğru okumak bizi doğru
anlamlara götürürken, onu yanlış okumak ise bizleri yanlış sonuca götürür.
Doğayı hiç okuyamamak ise bizi biz yapan özümüzden uzaklaştırır. Bu açıdan
doğayla insan ikilemindeki ilişkinin önemini kavramak bunu doğru çözümlemek
bizim kendi doğamızı kavramamız ve doğru anlamlara ulaşabilmemizde büyük
önem arz etmektedir.
Olağanüstü yeteneklere sahip olan insan doğada kendisini var etme
biçimiylede çok farklı bir yol izlemektedir.insan doğası gereği sahip olduğu
yaratıcı gerçekliği ve bu gerçeklikle yaratmış olduğu anlamsallığı ile
doğada diğer organizmalardan niteliksel bir ayrışmayı yaşıyarak onları
aşmıştır.Türümüz kendisine has böylesi olağanüstü yeteneklere sahip olmasına
rağmen doğaya ters düştüğü andan itibaren doğaya verdiği zararın yanı sıra
kendi toplumsal doğasınıda büyük ölçüde tahrip etmektedir.
İnsanlığın belli başlı zihinsel süreçlerini mercek altına aldığımızda doğayı
algılayış biçimlerinin bu zihinsel süreçlerin gelişmesinde belirgin bir
biçimde rol oynadığı gerçeği çok rahat bir biçimde görülebilmektedir. Bu
gerçeklik üzerinden baktığımızda günümüzdede doğaya yaklaşım hayata
yaklaşımı dolayısıyla kendimize yaklaşımı ifade eder.
Günümüzde salt aklın analitik yapısı üzerinden yaratılmaya çalışılan ve
mantıklı yaşam denilen bu yaşam algılayışının yeterince toplumsal doğayı
kapsayamadığı insan maneviyatına yeterl, düzeyde uygunluk gösteremediği
gerçeği artık anlaşılmış durumdadır. Güdü, his, duygu, ruhsallık ve
sezgisellik gibi varlığımızı oluşturan duyularımızın bütünlüğünü kapsamına
alan yaşama çok daha yakın olan ve esasen toplumsal ekolojiyi dengede tutan
zeka biçimi olan duygusal zekaya da büyük anlam ve değer biçmek gerek
ekolojik yapıdan gerekse kendi insani doğamızdan kopmamak açısından büyük
önem taşımaktadır. Yüksek analitik düzeyimizin duygusal zekayla bir denge
içerisinde tutularak yürütülebilmesi toplumsal doğanın sağlıklı gelişimi
açısındanda en uygun yaklaşım biçimidir.
Doğayla aramızda işleyen bu ilişki diyalektiğinde kazanmış olduğumuz
zihinsel gelişim biçimimizi tarihsel boyutlarıyla kısaca özetlemeye
çalışırsak; şöyle bir sıralama yapılabilir:
Mitolojik, dini algı süreçlerini takiben felsefe ve felsefik algının mirası
üzerinden pozitif bilimlerin gelişmesi söz konusu olmuştur. Bu algı
süreçlerimizdeki aşamaların yan yana iç içe gelişim gösterdiği
belirtilebilir. Günümüzün kuantum ve kaos bilimleri de geçmişin birikimleri
üzerinden gelişim göstermiştir. Doğada hiçbir şeyin yok olmadığı gerçekliği
üzerinden hareket ettiğimizde, “insanlığın geçmişten günümüze geliştirmiş
olduğu hiçbir zihinsel yaratımı yok olmuş değildir” tespitine varılabilir.
İnsanlık günümüzdeki olgunluk düzeyini kendi çocukluk mirası üzerinde
gelişim göstererek yakalayabilmiştir. Tıpkı yaşımızın her hangi döneminde
kendimizle koruyup güne taşıdığımız çocukluğumuz gibi. Günümüz insan algısı
da başta çocukluk aşaması olmak üzere, tüm zihinsel gelişim aşamalarını
içermektedir.
Yaşamın kuantaları kavramı ile amacımız kuantum düzeyindeki ayrıntılar
üzerinden varlık bulan yaşam değerlerine dikat çekmek bunun yanısıra büyük
ile küçük arasındaki ilişki diyalektiğini daha doğru ortaya koymak buna
endeksli gelişen algı biçimlerini açımlamak ve bu algı biçimlerinin
yaşamımız üzerindeki (olumlu veya olumsuz) etkilerini ortaya koymaktır.
Kuantum düzeylerinin evrensel oluşum ve değişimde belirleyici özellikte
olmaları durumu bizim yeni felsefik yaklaşımlarımızı temelde kuantalara
dayalı oluşturup geliştirmemize yol açmaktadır. Zaten toplumsallık ve yaşam
denilen olguların oluşturulmasındada kuantalara dayalı böylesi yoğun bir
diyalektik işlemektedir.
Tarihi açıdan geçmiş zihinsel gelişim düzeyiniz ile bağlantılı olarak doğayı
ele alış tarzımız teolojik yorumlamanın ötesinde daha gerçekçi bir yorumlama
tarzına ilk kez insan zihni ile maddi geçekliği aynı denklemde buluşturan
felsefenin özgün gelişimi ile sağlanabilmiştir. Günümüzdeki pozitif
bilimlerle felsefe olmaksızın hayatı maddi ve manevi tüm yönleriyle
kavrayabilmek ve insan doğasını her anlamda karşılayabilmek pek mümkün
görünmemektedir. Özünde insanın kendini varetme ve anlam oluşturma tarzı
olarak gelişim gösteren felsefe doğayı ve toplumsal gerçekliği tüm
ruhsallığı ile bir bütünlük içinde yorumlayabilmenin yanı sıra yeni ve güçlü
anlamlar oluşturma noktasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir
işleve sahiptir. Günümüzde diyalektiğin ana ilkelerinden birini oluşturan
evrensel hareket ve değişim ilkesi M. Ö. Dönemin büyük filozoflarından
Heraklitos tarafından dile getirilmiştir. Bu süreç beklide insanlık
tarihinde zihinsel açıdan toplumsal gelişmenin en yoğun yaşandığı süreçtir.
Tanrısal korkuların yenilmesiyle birlikte özgür bir düşünce biçimi olarak
gelişen felsefi düşünüş başta insan ruhsallığı olmak üzere duygu ve düşünce
dünyasında büyük bir devrimi ifade eder. Grekte daha özgün bir tarzda
gelişen ve insanlığa mal olan dönemin büyük felsefik yoğunluğu formel
(biçimci) mantığın kurucusu Aristotales’in güçlü sentezciliği ile zirvesini
yaşamıştır. Aristo’nun dehası ile kurulan (biçimci mantık dediğimiz )
düşünüş biçimi insanlık tarafından binlerce yıl sorgulanma gereği duyulmadan
banimsenip sürdürülmeye çalışılmıştır.
Öncesinden daha çok (fiziği de kapsamına alan) felsefe ile beslenen bilimsel
düşünce yeni dönemde pozitif bilimlerin gelişmesi ile birlikte ağırlıkla
olarak gelişimi ile diğer bilim dalları için de büyük esin kaynağı haline
gelen fizik bilimi üzerinden sağlamaya çalışmaktadır. Özü doğadaki hareket
ve kuvvetlerin anlaşılmasına yönelik olan bu bilim dallının sağladığı
gelişme düzeyi ve açığa çıkardığı güçlü teknolojik yaratımlarıyla toplumsal
yaşam üzerindeki etkisi itibariyle tüm doğa ve toplum yorumlarının daha çok
bilimsel bir zeminde ele alınıp daha doğru tahlillere kavuşturulması
noktasında onu vazgeçilmez bir refarans haline gelmiştir.
Doğa ile yeni tarz ilişkiyi ifade eden bilimsel yöntem ve bu yöntemin
mekaniği olan klasik fizik olarak bildiğimiz Newton fiziği Platonca da
öngörüldüğü üzere fizikte matematiğin daha belirgin bir biçimde
kullanılmasının yanında esas itibariyle Aristo’nun biçimci mantığı temeli
üzerinde gelişim göstermiştir.
Rene Descartes de bu biçimsel mantık üzerinden klasik mekaniğin felsefesini
geliştirmiştir. Özce nedir bu formel mantık? Diye soracak olursak şu
örnekler cevap niteliğini taşıyabilirler. Sağduyumuzca da ret edilmeyen ve
bize son derece mantıklı gelen günümüzde bile zihinsel olarak aşamayıp
yaşamda sıkça uyguladığımız bu mantığı özce şu formüller ile
ifadelendirebiliriz. İki artı iki eşittir dört eder, iki ikiye eşittir, ben
benim, sen de sen. İnsan insandır, hayvan da hayvan vb. düz biçimler ve
sınıflandırmalar ile doğayı tanımlamaya çalışan bu mantığa göre örneğin
çevremizdeki bir cisimle ilişkilendiğimizde bizler o cisme hep baştan
itibaren ilişkilendiğimiz aynı cisimmiş gibi yaklaşırız oysa ilişkide
olduğumuz şey zaman ve mekan içerisinde başta sahip olduğu özelliklerin
çoğunu yitirmiştir.Ama biz yinede gerek kendimizde gerekse ilişkide
olduğumuz şeyden hiçbir değişim olmamış gibi yaklaşırız. Ya da yaşanan
değişimi daha çok yüzeyde mekanik tarzda gerçekleşmiş bir değişimmiş gibi
algılama durumumuz sözkonusu oluyor. Yani kaba ve daha çok olayın dış
geometrisi ile uğraşır, algılarımızı bununla sınırlarız. Oysa gerek
diyalektik felsefe yöntemi gerek ise kuantum felsefesi bunun hiç de böyle
olmadığını çok çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktalar.
Kuantum fiziği çok çarpıcı ve şaşırtıcı doğa özelliklerine sahip olmakla
birlikte bir başka yönüyle de diyalektik yöntemin doğa gerçekliğindeki
kuantalar düzeyinde deneysel ispatı olarak da tanımlanabilir. Burada
diyalektikten kastımız ne diyalektik idealizim nede diyalektik idealizmin
yadsınması üzerinden geliştirilen diyalektik meteryalist yaklaşımdır. Burada
evrensel çapta işliyen ve toplumsal gerçekliğide kapsamına alan.ruh ve
maddenin eşit ve bir bütünlük içerisinde ele alındığı büyük bir ruhsallığa
ve sezgiselliğe sahip son derece canlı bir doğa diyalektiğidir.Bu
diyalektik yöntem gerek taşıdığı özelikler gerekise dayandığı büyük evrensel
ufuk açısından insanlığın algı ve ruhsallığında büyük bir yeniliği ifade
eder.Kuantum felsefesinin kendiside özü itibarıile sonsuz olasılıklar denizi
üzerinde kurulu dişil ve doğacıl bir felsefedir.
Makro ve mikro düzenler arasındaki farklılık ve benzerliklerin açığa
çıkarılmasının açığa çıkarılmasının yanısıra büyük ile küçük arasındaki
ilişki diyalektiği de daha detaylı bir biçimde bu felsefe ile daha iyi
anlaşılmıştır. Makro düzeyde işleyen sistemlerin benzerlerine kuanta
dünyasında da rastlanılmıştır. Her ne kadar bilim dünyasında bu düzenlerin
aynı olduğu henüz tam olarak kabul görmemişse de genel bir kanı olarak makro
ve mikro düzenlerin (hız, kütle, hacım vb.değişimlerin yanı sıra) bir
bütünlük oluşturduğu söylenebilir.
Yaşamın kuantalarında yeterince anlam veremediğimiz bilince çıkarıp
kavramlaştıramadığımız farkına varılsa dahi kaba algılamalar karşısında kimi
zaman dile getirmeye cesaret edemediğimiz kimi zaman ise büyük kütleler
karşısında hiçbir şey ifade edemeyeceğini düşünerekten es geçtiğimiz
şeylerin önemine ve hayatımızdaki yetine vurgu yapacağız. Doğal
bütünlüğümüzdeki bu olayların farkında olmasak da mikro düzeyde var
oldukları gibi makro dünyada ve insan yaşamında da değişim ve dönüşüm
noktalarında büyük rol oynadıkları ortaya çıkıyor. Bizler yeni paradigma
ışığında yeni bir zihinsel ve ahlaki sürece girmeyi tartışırken, yaşam
felsefemizi bu kuantalar denizi üzerinden kurmak durumundayız.büyük merkezi
ve hiyarerşik sistemler karşısında yaşamın bütün alanlarında ki örgütsüz
dağınık niceliklerin kom biçiminde örgütlendirilmesi ve bu tarz
örgütlenmeler ile yatay kofederal yapılanmalara gitme durumuda temelde
kuantum düzelerinin değişim ve dönüşümde oynadıkları rolü anlamak ve bu
tarz bir felsefeye inanmakla mümkün olabilir.Bu aynı zamanda toplumsal
değişimde kaba devrimsel bir tarzla değişimi gerçekleştirmeyi değil daha
sağlıklı ve uzun soluklu bir değişim diyalektiğini içermektedir. Burada
yıkıma dayalı değil daha çok yaratıma dayalı bir gelişme diyalektiği söz
konusudur.
Sezgiselliği canlılığı özgürlükçü ve dinamik yapısı bakımından ancak ve
ancak kuantalar tarzında yeni ve derinlikli bir felsefik düzeyin
yakalanılması durumunda kalıplara sıkıştırılmış yaşam değerleri azad
edilebilir kaba belirlemeler ile katledilen insan doğası açığa çıkarılarak
yeniden canlandırılabilir.
Dahada detaylandıracak olursak tekillikler üzerinde kurulmuş bencil yapı ve
algılama biçimlerinin gölgesinde kalan (zenginlikler)dünya ancak ve ancak
böyle bir felsefik algıya sahip olmakla açığa çıkarılarak yaşatılabilir .bu
tarz bir felsefik yaklaşım ile sıfır ile bir arasında yitirilen yaşam
olasılıkları görülebilir . böylece yaşam daha demokratik ve bol seçenekli
kılınabilir.yani görmezden gelinen hiçe sayılan zor ve hile yoluyla saf dışı
edilerek yaşamın dışına itilen dolayısıyla ötekileştirilen toplumsal
çoğunluğun doğasınıda görmek böylece hayatı evrensel ve toplumsal doğamızın
bütünlüğü içerisinde kavramaya çalışmak yeni felsefik algının en önemli
gereklerindendir.
Yüz binlerce kilometrelik yol atılabilecek ilk adım ile ilk metreden
başlayarak kattedilir. Evrensel oluşumun kendisi de atom altı parçacıklar
üzerinden varlık bulmaktadır. Anlam dediğimiz ruh,
maneviyat ve paylaşım dediğimiz yaşamın özünü oluşturan bağlar da son derece
zarif örgüler ile örülmüş kuantum derinliğindeki işlemeler bütünlüğüdür.
Bu işlemeler ve dokular bütünü olarak kendi doğamızı yeterince
kavrayamadığımızdan bizler gerek doğayı algılayışımızda gerek ise yaşam
felsefemizde büyük ile küçük arasındaki diyalektiğide doğru ve yeterli bir
düzeyde dikate alıp işletemiyoruz. Bu diyalektik yöntem ile hayata
bakamayışımız bizleri gerek doğanın diline gerek ise kendi doğamıza karşı
yabancılaştırmaktadır.
Kuantalar toplumsal gerçeklikte devlet vb. örgütlenmiş büyük
organizasyonların topluma hükmeden ezici güçleri karşısında toplumun büyük
bir kısmını oluşturan ama örgütsüz ve dağınık olan toplumsal yığınların
temel güç olarak ele alınıp örgütlendirilmesinin önemini kavramamızı
öngörür. Esas olarak bize bunun felsefesini öğretir. Daha çok bu yığınların
örgütsüzlüğünden yararlanan bu dev yapıların büyük halk kesimlerinin
örgütlendirilmesi durumunda gittikçe sınırlandırılıp güçten düşeceği ,
toplumsal yaşam üzerindeki etkisini yitireceği anlaşılır bir durumdur. Tekil
tarzda gelişen bu ben merkezci sistem ve yaşam anlayışlarının aşılmasını da
beraberinde getirerek yeni bir toplumsal yaşamın yaratılmasında büyük rol
oynayacaktır.
Yaşamın kuantaları ile yaşamda farkında olmadığımız çoğu kez belki de
farkında olmak istemediğimiz bize rağmen gelişen ve yaşama rengini
yansıtabilen küçüklüklerin zamanla ulaştıkları o korkunç düzeyi kuantum ve
kaos bilimleri bağlamında anlatmaya çalışacağız. Ve burada yaşamda önemsiz
detaylar deyip es geçtiğimiz şeylerin hiç de öyle es geçilecek önemsiz
şeyler olmadığını göstermeye çalışacağız. Burada
amacımız yeterinde algılanamayan kuantum düzeyindeki şeylerin yaşamı esasen
ören şeyler olduğu yaşamın kazanılmasında büyük rol oynadıkları gibi yaşamın
kaybedilmesinde de büyük rol oynayabilme özelliğine sahip oldukları
gerçeğine vurgu yapmaktır. Kini nedenlerden kaynaklı
dillendiremediğimiz, elle tutamadığımız, kavramlaştıramadığımız
önemsemediğimiz kimi zaman kaba algıların gölgesinde kalan kimi anlarda ise
bir insan mimiğinde beliren ama yoğunluklu olarak evrensel bütünlük ile sıkı
ve gevşek bağlar ile ilişkide olan ruhsal atmosferimizde yansımasını bulan
bu anlaşılmaz şeyler insan doğasında kuanta düzeyinde işleyen kuantum ve
kaos düzenleridir. Artık günümüzde tarih, toplum ve doğa yorumları da büyük
ölçüde bu düzenler ekseninde yapılmak durumundadır. Yaşamın kuantalarına
örnek olması mahiyetiyle kısaca kaos teorisinden bahsetmekte yarar var.
Kaos teorisinin özü alışık olduğumuz lineer (düzenli) sistemlerin
ötesinde daha çok nonlineer (düzensiz) sistemlere dayalı gelişmesidir. Bu
teori daha çok bilim dünyasına bilgisayar ortamında hava durumları tahmini
yapılırken çok fazla dikkate alınmayan bazı küçük değerlerin bir çeşit
hesaplama ile korkunç büyüklükte sonuçlar doğurduğu gerçeği ile girmiştir.
Bilim dünyasında tartışılmaya başlayan bu teori zamanla evrensel yapıda
düzensiz ve karmaşık düzenlerin çoklu olduğu gerçeğini daha iyi kavrayarak
fiziksel pratik örnekler ile de bunu güçlü destekleyerek günümüzün en çok
tartışılan teorisi haline geldi. Nicel birikimlerin nitel patlamalar
gerçekleştirmesi durumuna kelebek etkisi dendi. Buna göre niceliklerin
yoğunlaşması durumunda bir kelebeğin kanat çırpması büyük bir kasırgaya yol
açabilecek etkiye sahip olabiliyordu. Bu durum girdilerde küçük bir değerin
çıktılarda dev bir değere ulaştığı gerçeği ile de desteklenebilir.
Karmaşık düzenlerin teorisi olan kaos evrensel kuvvet ve süreçlerden
doğmanın yanında gerek insanın kendi iş doğasında gerek ise toplumsallığın
doğasında gözlenebilir en belirgin özelliktir. İnsan belli sosyal, kültürel
ve ahlaki düzenler kurmaya çalışırken, belki de en yüksek enerjisini kendi
doğasında var olan bu kaotik durumu gidermede harcamaktadır. Ya da tersi.
Amacın yaşamı belirgin kılmak ve kendi düzenin yaratmak olması bu gerçeği
değiştirmez. Bizler yeni bir yaşam yaratma mücadelesi içerisinde iken
mücadelemizi kozmos ile kuantum sınırlarında ulaştığımız anlamsallık düzeyi
ile daha fazla güçlendirerek sürdürmeyi hedeflemek durumundayız. Küçük ile
büyük, madde ile enerji, ruh ile beden, düzen ile düzensizlik, insan ile
doğa arasındaki ikili yapıların oluşumdaki esas rollerinin kavranması yine
bu ikili durumu hazırlayan ve besleyen ortamın (bağıntıların) anlaşılması
yaşamın ve toplumsal gelişmenin dilini yakalayabilmede hayati önem
taşımaktadır. Yaşamı yaratma mücadelesinde olan ve toplumsal gelişmede rol
oynamak isteyen ideolojik, felsefik misyonu olan tarihsel hareketlerin
toplumsallaşabilme şansları ulaştıkları felsefik derinlik ve ona denk doğru
bir tarzda pratikleşebilme düzeyleri ile bağlantılıdır. Düşünce ile eylemin,
teori ile pratiğin bütünlüğü toplumsal gelişmenin gerçekleştirilebilmesinde
en temel ilkedir.
Evrenin sahip olduğu değişim diyalektiğine uygun çok ayrıntılı ve incelikli
bir biçimde yaşamı yaratmayı ve üretmeyi esas alan ve bu temelde toplumsal
yaşamın yeni ruhunu oluşturan toplumsal hareketler toplumun yaşamında yer
edinebilmiş ve yaşamın rengini belirlemede tarihi roller oynayabilmişlerdir.
Bu tarihsel gerçeklik üzerinden ele aldığımızda beş bin yıllık kirli bir
tarihi geçmişe sahip olan bir sistemin dönüşümünü hedeflemiş olan bizim bir
hareketin ideolojik mücadeleyi hangi düzeyde ve hangi tarz yöntem ile ele
alması gerektiği hususu son derece yakıcı hale geliyor. İdeolojik mücadele
nedir? Niçin ideolojik mücadele? Bunda amaçlanan nedir? Sorularını doğru
yanıtladığımızda ideolojik mücadele nasıl yürütülür, başarıya nasıl
gidilebilir? Gibi sorulara da doğru cevaplar verebileceğiz. Burada amaç
ideolojik tanımlar yapmak ya da genel anlamda ideolojik sorunlarımızı
tartıştırmak değil. Daha çok konumuza kaynaklık etmesi bakımından yaşamımız
ile bağlantılı ortaya çıkan ve önemsediğimiz birkaç temel hususa değinmek
olacaktır.
İdeolojik mücadelede temel belirlemelerin yanı sıra, detaylar da büyük önem
taşırlar. İlkeler ve temel belirlemeler yaşamın ana halkalarını
oluştururken, atomlar ile kuantalar söz konusu halkaların içeriğini yani
ruhsallığını ifade etmekteler. Başka bir deyişle halkalar isimlendirdiğimiz
ilkeler atom ve atom altı parçacıkları belli bir yörüngede toplayan yaşamın
temel doğrularını ifade ederler. Kuantalar sadece halkaları değil, aynı
zamanda halkalar arası ilişkideki iletişimi de sağlayan temel güç
konumundalar. Gözden kaçırdığımız detaylar ve fazla önem vermediğimiz
ayrıntıların güncel yaşamımızda bizlere bazen hayat verdiğini kimi
zamanlarda ise bizden hayatı çaldığına hepimiz tanık olmuşuzdur. Ama bazı
alışkanlıklarımız ve kabalıklar üzerinde kurulu zihinsel yapılarımızdan
kaynaklı çoğu kez anlamak bile istemeyiz. Oysa kaos teorisinde olduğu gibi
hava ölçümlerinde artan niceliklerin büyük bir fırtınayı
gerçekleştirebilecek bir güce dönüşmesi durumu göz önüne alındığında
yaşamsal kuantalarda zaman ve mekan içerisinde birbirileriyle buluşup
sayılarını katlayarak niteliksel düzeyde güncellik ile gelecek üzerinde çok
etkin bir güç durumuna ulaşabilirler. Bazen yaşamımızda gördüğümüz gibi
ideolojik ilkeler doğru temsil edilmediğinden kaba ve içeriksiz bir tarzda
ortama dayatıldığında yaşamın rengi büyük ölçüde açık ve gizli bir biçimde
ortam bulmaya çalışan farklı ideolojik anlayışlara hizmet eden yanlış ve
yetersizliklerimiz tarafından belirleniyor. Bu ve buna benzer yaklaşım ve
uygulamalar ile kendi ideolojik doğrularımızı tekrar tekrar dillendirmemize
rağmen yaşamdaki yanlışların veya küçük dediğimiz şeylerin yaşamımızda etkin
hale gelmesini önleyemiyoruz. Olumlu veya olumsuz gelişme bakımından bu
yaklaşım geçerliliğini korumaktadır.
Her ne kadar genel anlamıyla temel ilkeler ışığında ideolojik özümsemeyi
yaşadığımızı düşünüyor olsak da ideolojik gerçekliğimizi kendi özgünlüğümüze
somut bir biçimde kendi kişiliğimize tüm ayrıntılarıyla indirgemeye
çalıştığımızda ideolojik gerçekliğimiz ile kendi benliğimiz arasında
çelişkilerin git gide çoğalacağı görülecektir. İdeolojik gerçeklik ile asıl
çelişki veya uyum durumumuz bu ayrıntı dediğimiz şeylerin sınırında daha
çarpıcı bir biçimde açığa çıkacaktır. Mücadele ve yaşam gerçekliğimizden de
bildiğimiz detayları kapsayan ruhsal dediğimiz bu ilişkiye kuanta düzeyende
ilişki de denilebilir. Aslında ruhsallık, maneviyat yaşam denilen şey de bu
ilişki düzeyinde saklı olandır. Bu derinlikte olmayan ilişki ve ideolojik
algılamalar yüzeysel ilişki biçimleri ve algılamalardır.
Hayatı daha yetkin bir biçimde algılama ve benliğimizi daha doğru bir
biçimde oluşturma noktasında kuantaların kuantumik bakışın önemi her geçen
gün daha iyi anlaşılmaktadır.Son derece mütevazi dolayısıyla küçük olandan
başlıyarak yaşamın yaratımını ön gören bu yeni felsefik yaklaşım
merkeziyetçiliği aşan ve özgür tercihi içeren son derece canlı dengeli bir
birini besliyerek tamamliyan yeşilci dişil ve doğacıl özelliklere dayalı
yeni bir yaşam felsefesidir.
Alıntı: Sosyal Bilimler Akademisi ( Kürt akademisi sosyal bilimler
bölümü )
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/
Astronomy
|