21 Nisan 1961'de Rus kozmonot Yuri Gagarin
Vostok aracıyla uzaya çıkan ilk insan oldu. Aradan geçen kırk yıl
zarfında NASA misyonları çerçevesinde Ay'a birkaç defa ayak basıldı,
aletli bilimsel deneyler yapıldı, dünyadan kumanda edilen kalıcı ölçüm
cihazları yerleştirildi, toprak ve kaya örnekleri getirildi. Sovyetler
Birliği tarafından Mir uzay istasyonu kuruldu ve çeşitli ülkelerden bazı
bilim adamları aylarca, bazıları bir yıldan fazla süreyle burada kaldı.
Uzay bilimci astronot ve kozmonotlar birçok defa uzay yürüyüşü yaptılar.
Mars'a insanlı uzay yolculuğu konuşulmaya başlandı. Çeşitli ülkeler
tarafından telekomünikasyon, meteoroloji, tarım, arkeoloji, jeodezi gibi
bilimsel amaçlı sivil ve askerî insansız uzay araçları ve uydular
yörüngeye bırakıldı. Dünya atmosferinin yolaçtığı handikapları aşmak
için Kâinat'ın derinliklerine uzaydan gözlem yapacak Hubble uzay
teleskobu yukarıya gönderildi.
Bu arada soğuk savaş bitti. ABD ve Rusya'nın uzay programları bazı
değişikliklere uğradı. Masraflı uzay çalışmalarının yükünü ABD, Rusya,
Avrupa başta olmak üzere bu konuya ilgi duyan ülkeler birlikte paylaşma
eğilimi göstermeye başladı. ABD'nin öncülüğünde dünya yörüngesinde
başlatılan ve hâlen devam eden Uluslararası Uzay İstasyonu Alfa'nın
inşasına çeşitli ülkeler belli yüzdelerle katılıyorlar.
Peki ama, özellikle gelişmiş ülkeler uzaya neden bu kadar ilgi duyuyor?
Uzay çalışmaları salt araştırma konularının ötesinde bir amaç da taşıyor
mu? En azından, bunların sembolik bir mânâsı var mı? Tarım, meteoroloji,
jeodezi ve haberleşme gibi doğrudan yararı görülen uydu çalışmaları bir
yana bırakılacak olursa, uzay araştırmalarına önemli bütçeler ayrılması,
alınan sonuçlara değiyor mu? Mir uzay istasyonu örneğinde görüldüğü
gibi, Dünya'nın koruyucu atmosfer tabakasının ve manyetik kalkanının
dışında, uzaydaki çekimsiz ortamda aylarca, yıllarca kalmak insanın
beden ve akıl sağlığını, psikolojisini nasıl etkiliyor? Mars'a yapılacak
insanlı uzay yolculuğu ne gibi mahzurlar taşıyor?
Bu sorular uzun zamandan beri tartışılıyor ve bizim gibi, olan biteni
sadece dışarıdan seyretmekle yetinen, Alfa Uzay İstasyonu projesine bile
katılma cesareti gösteremeyen ülkeler için belki ilk bakışta pek önem
arzetmiyor. Fakat uzay, Mars yolculuğu gibi tartışmaya açık projeler bir
yana, hem oraya hâkim olanların dünya dengelerinde oynayacağı rol, hem
de kozmik anlamda bizim dünya görüşümüz için büyük önem arzediyor.
Uzaydaki insanın sınırları
Yer: Mir uzay istasyonu. Tarih: 25 Haziran 1997.
Malzeme taşıyan insansız bir destek gemisi Dünya'dan ayrılır ve Mir uzay
istasyonuna doğru yol alır. O günlerde Mir'in kumandanı Vasily Tsibliyev
ümitsiz bir hâlet-i ruhiye içindedir; gelen modülü yanaştırmaya çalışır.
Mir'deki diğer iki personel, Amerikalı astronot Mike Foale ve Rus
kozmonot Sasha Lazutkin bilmektedir ki, kumandanları Tsibliyev bitmiş
tükenmiş vaziyettedir. Zihin sağlığı dört aydan daha fazla bir zamandan
beri bu garip araç içinde yaşamanın verdiği stresle bozulmuştur. Mir'in
neredeyse bütün dış kaplamasını yiyip bitiren bir yangınla
karşılaşmıştır. Çok yorucu tamirat günleri bezdirmiştir. Yine bir
Amerikalı olan Foale'in selefi Jerry Linenger'le ağız kavgası yapmıştır;
ayrıca uyku düzeni de bozulmuş durumdadır. Dünya'dan durumu idare etmeye
çalışan Rus psikologlar Tsibliyev'in yıpranmış, sinir hastası olmuş ve
çöküntüye girmiş olduğu düşüncesindedirler. Destek gemisi görüş alanına
girdiğinde birdenbire herkes geminin rotadan çıkmış olduğunu farkeder.
Tsibliyev kontrol panelinde durumu düzeltmeye çabalar, fakat roket
saniyeler zarfında Mir'in Spektr modülüne çarpar. Çok kıymetli oksijen
uzay boşluğuna dağılmaya başlar. Lazutkin Spektr'da meydana gelen deliği
tıkamak için atılırken Foale Mir'in kaçış modülünü çalıştırır. Kontrol
panelinin başındaki Tsibliyev batan bir geminin kaptanı gibi sersemlemiş
vaziyettedir; Dünya'daki yer kontrol istasyonuna haber gönderir: "Herşey
iyi gidiyordu. Destek gemisinin durduk yerde neden hızlanmaya
başladığını bilmiyorum. Problemi gidermeyi başaramadım." Neyse ki durum
hayatî tehlike arzetmediğinden, hemen Dünya'ya dönmeleri gerekmez.
Amerikan Millî Havacılık ve Uzay Dairesi, NASA, uzay aracını kullanırken
soğukkanlılığını asla kaybetmeyen elemanları seçse ve meselâ Apollo 13
ekibinin kurtarılmasında görüldüğü gibi, aracın ihtiyat kısımları için
bile karbon dioksid filtresi tasarlayan dâhi mühendisler çalıştırsa da,
NASA'nın tecrübeleri de üçten fazla astronotu birlikte iki haftadan daha
fazla süreyle uzaya bırakamayacak kadar sınırlı. Mars misyonu gibi uzun
mesafeli uzay yolculukları konusunda ise NASA şöyle düşünüyor: Artık
bizim için önemli olan sadece "doğru malzeme" değil. Mars'a ulaşabilecek
gelişmiş bir uzay aracı tasarlayıp inşa etmek işin sadece başlangıç
kısmını oluşturuyor. Esas mesele, astronotların psikolojik analizini
yapabilen ve onları çıldırmaktan koruyan küçük bir bilgisayar
tasarlamaktır. Aslında bu hiçbir zaman yeterli olmayacak bir tedbirdir.
Mars yolculuğuyla ilgili uyarıların büyük kısmı Mir uzay istasyonunda
aylarca kalan astronotlardan geliyor. Mir'e 1995'de giden ilk Amerikalı
astronot Norm Thagard yerine getirdiği misyonun en zorlu kısmının
psikolojik sıkıntılar olduğunu belirtiyor. 1996'da altı ay süreyle
Mir'de kalan bayan astronot Shannon W. Lucid, uzun süreli uzay uçuşları
için önemli olan hususun çok gelişmiş bir teknolojiyle uzay aracı inşa
etmek değil, birlikte çalışabilecek bir mürettebat seçmek olduğunu
vurguluyor. Son Mir astronotu Andy Thomas ise, aylarca küçük bir mekana
hapsolmuş durumda kalan bir astronot grubunun psikolojik problemlerini
çözmek için yoğun çaba gösterilmediği takdirde, "misyonun başarısızlığa
uğrayacağını" söylüyor. Rus kozmonot Valery Ryumin de "eğer iki insanı
iki aylığına bir kabin içine hapsederseniz, cinayet için gereken
şartları sağlamış olursunuz" diyor. Bir psikolog olan NASA'nın uzay tıp
bölümü yöneticisi Mark Shepanek, "ailenizle birlikte, aylar sürecek bir
yurt içi seyahate çıktığınızı varsayın" diyor. "Aracınızdan
çıkamıyorsunuz, hatta pencerelerini bile açamıyorsunuz. Banyonuz ve
yiyecekleriniz aracınızın içinde. Yol boyunca vuku bulabilecek
problemleri düşünün!"
Tabii ki bir Mars yolculuğu çok daha uzun ve daha gerilimli olacak.
Toplamı üç yıl civarında bir zaman alacak olan misyonun dokuzar ayı
gidiş ve gelişte, bir buçuk yılı ise Mars yüzeyindeki çalışmalarda
geçecek. Buradaki "aile" kırklı ellili yaşlarda bulunan bilim adamları
ve pilotlardan oluşacak (bunlar, astronotluk için en uygun ortalama
yaşlar). Mürettebatın kaç kişiden oluşacağı konusundaki en yaygın tahmin
"yedi" olarak beliriyor. Uzay gemisi bir arabadan büyük olacak fakat
Boeing 747'den daha büyük değil; kaldı ki, aracın büyük kısmı yakıt,
erzak ve diğer levazımata ayrılacak. Astronotlar kırmızı gezegene ayak
bastıktan sonra bir parça gezinme imkânı bulacaklar, fakat bu, deniz
kenarındaki yürüyüşler gibi olmayacak. Temiz hava yok, açık havada yemek
yok. Ayrıca astronotların birbirlerinden uzaklaşmaları da mümkün değil.
Kemik ve kas erimesinden dolayı, sözgelimi ayağı kırılan bir astronot ne
yapacak? Kırığın düzelmesi Dünya'daki gibi mümkün olacak mı?
Mars astronotları Ay'ı geçer geçmez en uzun yolculuğa çıkmış insanlar
olacaklar. Kırmızı gezegene indiklerinde ise Dünya'dan 398 milyon
kilometre kadar uzaklaşmış olacaklar. Bu daha önce tecrübe edilmemiş bir
uzaklık. Meselâ burada Thomas'ın Mir'deyken favori eğlencesi olan
Dünya'nın değişen yüzlerini seyretmek gibi bir şansları olmayacak.
"Orada sadece simsiyah bir boşluk olacak. Görülecek bir Dünya olmayacak.
Sadece bir benek." Bu arada, haberleşmedeki gecikme 40 dakika kadar
olacak ve astronotların aileleri hakkında tek bilgi alma yolu elektronik
posta ve sesli haberleşme olacak. Ev özlemleri had safhaya ulaşacak.
"Mir'deyken biliyorduk ki, birkaç saat içinde Dünya'ya inebilirdik."
diyor Thomas, "fakat onlar için böyle birşey sözkonusu olmayacak."
Bu streslerle başa çıkmanın anahtar faktörlerinden biri, ekip üyelerinin
birbirlerinden olabildiğince farklı olmasıdır. OPS-Alaska şirketinden
sosyolog Marilyn Dudley-Rowley yakın zamanda hem Rus ve Amerikan uzay
uçuşlarını hem de Antarktik ve Arktik bölgelerde gerçekleştirilen
bilimsel keşif gezilerini incelemeye aldı. Dudley-Rowley yaptığı
analizde, benzer kişilerden oluşan gruplarda heterojen gruplara göre
daha fazla problem çıktığını belirledi. Uzun mesafeli yolculuklarda
farklı özgeçmişlere sahip kişilerin benzer geçmişe sahip olanlara göre
birbirlerine anlatacak daha fazla şeyleri oluyor. Thomas, Mir'deyken
kendisinde ekip arkadaşlarından Rus kültürü ve dilini öğrenme arzusu
uyandığını söylüyor.
Baylor College of Medicine'den JoAnna Wood Antarktika'daki dört
araştırma istasyonunda çalışan grupları her yıl inceliyor. Ekip üyeleri
standart hâle getirilmiş uzun bir kişilik testiyle haftalık anketleri
cevaplandırıyorlar. Sorulardan bazıları, "Takım arkadaşlarınız sizin
düşüncelerinizi ne ölçüde dinliyor?" veya "Bazı veya bütün ekip
üyelerinden dolayı kendinizi yorgun hissettiğiniz oluyor mu?" şeklinde.
Wood'un çalışması ideal bir Mars ekibinin farklı kişiliklerden oluşması
gerektiğini ortaya koyuyor: "Bir kriz durumunda sorumluluk alabilecek
kâbiliyette en az bir (fakat birden fazla da değil) kişi düşündüm. Ekip
üyelerinin duygusal ihtiyaçlarına göz kulak olacak, yapısı itibariyle
herkesin danışabileceği bir kişi düşündüm. Her bir üyenin bu özellikleri
taşımasını istemiyorum. Aksi takdirde kimse birşey yapamaz." Wood, Mars
ekibindeki her ferdin hayata mizahî açıdan bakabilen, nükteden anlayan
kişiler olması gerektiğini düşünüyor: "Yolculuk sürprizlerle dolu
olacak. Dolayısıyla, kesin beklentileri olan kişiler işi şakaya vurma
yeteneği gösteremezler."
Antarktika gruplarındaki davranışları inceleyen California
Üniversitesi'nden (San Diego) tıbbî antropolog Lawrence Palinkas da aynı
düşüncede: "Ünlü ve dışa dönük kişiler sessiz, kanaatkâr ve kendisiyle
barışık kişiliklere göre depresyona ve ruh sıkıntısına çok daha
eğilimlidirler." Palinkas'ın araştırma sonuçları, NASA'nın geçmişte
uyguladığı "ideal test pilotu" arama düşüncesinin Mars yolculuğu için
geçerli olmayacağını gösteriyor.
Bu misyonda herşeyi karmaşık hâle getiren önemli bir psikolojik faktör
daha var: ölüm korkusu. 1997'de Mir'de bulunan astronot David Wolf
şunları söylüyor: "Aracınızın sizi uzay boşluğundan ayıran çeperlerinin
ne kadar da ince olduğunun akla gelmesi zor değildir." NASA'nın uzay
psikolojisi çalışmalarında koordinasyona yardımcı olan Pennsylvania
Üniversitesi'nden psikolog David Dinges ise, "Ölüm endişesi her durumda
herkes için strese yolaçabilen psikolojik bir sebeptir" diyor. Bir Mars
yolculuğunda uzay kapsülüne meteor çarpmasından oksijen tankında patlama
olmasına, güneş panellerinin iyi çalışmamasından uzay yürüyüşü yapan
astronotun hayatî tehlikeyle karşılaşmasına, hatta bir kalp krizine
kadar, ölümü hatırlatan birçok acil durum sözkonusu olabilir. Peki bir
astronot geç belirti veren bir hastalığa yakalanırsa veya orta yaşta
beklenmedik bir manik-depresyon gelirse ne olur? Uzay gemisinde,
Uluslararası Uzay İstasyonu gibi bir eczahane bulunacak fakat bu yeterli
mi? Dengesi bozulmuş bir astronot misyonun geri kalan kısmında nasıl
götürülecek?
İronik olan husus, astronotların akıl sağlığını korumaya yönelik nihaî
tedbirin bir bilgisayar programı olarak düşünülmesidir. Aslında insan
ruhunun ve şuuraltının derinliklerinde uzman psikiyatristlerin bile
çözemediği karmaşık dalgalanmalar ve çözümsüzlükler olduğu biliniyor.
Yine de Dartmouth Üniversitesi'nden fizyolog Jay Buckey ve klinik
psikologu James Carter NASA için, her astronotun zihin sağlığını
izleyen, kullanılacak ilaçlarla ilgili tavsiyelerde bulunan ve tedaviye
yönelik uygulamaları planlayan bir program hazırladılar. Uzayda önemsiz
sayılabilecek zihnî problemler bile tehlike arzedebildiğinden, program
hemen cevap verebilme kâbiliyetinde olmalıdır. Gemide tedavi için birisi
bulunsa bile, o da ekip üyeleri gibi aynı streslerle karşı karşıya
kalabilir.
Dinges, astronotların psikolojik durumları hakkında ipucu veren
belirtileri bir psikologun okuyabilmesi gerektiğini söylüyor.
Bilgisayarlar kan basıncı, kalp ritmi, ter bezi faaliyeti ve solunum
gibi doğrudan ipuçlarını hâlen izleyebiliyor. Araştırmacılar tükürükteki
kortizol hormonu seviyesini ölçerek stresin kontrol edilebildiğini
keşfetmiş bulunuyorlar. NASA önümüzdeki yıllarda, depresyon, anksiyete,
tükenmişlik ve hatta hafif sinir rahatsızlıklarının işaretçisi
durumundaki hormon ve proteinleri araştıracak.
Dinges, Pennsylvania Üniversitesi'nden bilgisayar bilimcisi Dmitris
Metaxas ile birlikte bilgisayarlara insan çehresinde hiddet, üzüntü,
sinir hâli ve diğer duyguları tanımayı öğretiyor. Dinges bilgisayara
belli bir işaret dilini daha önce öğretmiş. Her insanın işaret dili
hafif farklılıklar gösterdiğinden, her insanın çehresi duyguları biraz
farklı şekilde kaydediyor. Yine de bunun bir sınırı var; insanın ruhunda
çok küçük nüanslarla ve anlık olarak meydana gelen, arka arkaya gelip
geçen, fakat daha sonra davranışlara önemli yansıması olan değişimler
tecrübeli uzmanlar tarafından bile peşinen tam anlaşılamazken, bunları
bir bilgisayarın anlamlandırması mümkün değildir.
Dinges insan gibi konuşma terapisi yapacak bir bilgisayar hazırlamanın
iki zorluğu olduğunu söylüyor: birincisi, her ne kadar dili gerçekten
anlamasa da, bilgisayarın anlıyormuş gibi görünmek zorunda olmasıdır.
Söylenenler karmaşık olsa bile, birisi mantıksız birşey söyleyinceye
kadar bilgisayar zeki görünebilir, fakat sonra bu yürümez. Çünkü esas
problem insanın mantıklı konuştuğu durumlardan ziyade, ses tonundaki
küçük değişimlerle kendini belli eden kinayeli veya mantıksız sözler
söylemeye başlamasıyla ortaya çıkmaktadır. Bunların bilgisayara
öğretilmesi ise imkânsız derecede zordur. İkinci zorluk, terapist
bilgisayarı, astronotların nazarında güvenilir gözükmesi için zâhiren
"duyguları olan" birisi gibi göstermektir.
Her ne kadar araştırmalar insanların bilgisayarları duyguları olan
varlıklar gibi kabul edebileceklerini gösteriyorsa da, sinirlerin
gerildiği veya duyguların boşalma ihtiyacı duyduğu belli bir andan sonra
makinenin insandan tekme yemesi işten bile değildir. Sonuçta insanı bu
dünyada sebepler planında ancak bir insan (o da belli bir dereceye
kadar) anlayabilir, çok iyi anlasa bile, onun da ne ölçüde yardımcı
olacağı belli değildir.
NASA'dan psikiyatrist Flynn bilgisayarların uygulayacağı duygu
tedavisini astronotların kabul edeceğine pek inanmıyor, fakat "en
azından mümkün olabilir" diyor ve ekliyor: "Zaman zaman hepimiz
güvensizlik duygularımızı askıya alırız. Sinemaya gitmemizin sebebi de
budur. Tabii ki, bu gerçek bir tedavi değildir ve mevcut problemi de
gidermeyecektir." Fakat birçok psikolog ne sinemanın ne de bilgisayarın
ilaçla uyutma anlamına gelmediğini ve esas meselenin de mevcut problem
olmadığını söylüyor. Onlara göre Tsibliyev annesi veya babasıyla olan
ilişkilerinin hayat boyu onu sıkmasından dolayı Mir'de tükenmiş
değildir. Mir'de içine düştüğü kötü durum, evinden uzakta dar bir yere
hoşlanmadığı bir astronotla tıkılıp kalmasından ve sürekli ölüm tehdidi
altında yaşamasından dolayıdır.
Aslında insanın ruh ve kalp tarafını sağlıklı şekilde keşfetmesini
sağlayacak enstrümanlara sahip olmayan Batı dünyasında bilim ve
teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bu konulardaki problemler
çözümsüz kalmaya mahkum gözükmektedir. Meselâ biz tecrübeyle biliriz ki,
bizim dünyamızda insanın Yaratıcı'nın emirlerine inanarak ve uyarak
anne-babasına karşı hayat boyu saygı ve vefa hisleriyle dolu yaşaması,
onları üzmemesi, sürekli dualarını alması Allah'ın rahmet ve inayetini
celbeden, dolayısıyla kişide itminan hâsıl eden, zor zamanlarında ona
güç veren bir durumdur. İnsanın hayattaki bütün bağları sağlıklı ve
güçlü olmaları nisbetinde hayır ve bereket sebebi iken, özellikle yakın
çevresine ve diğer insanlara şefkat kanatlarını açamayan insanların
yalnızlığa mahkûm oldukları görülmektedir.
Uzay programlarının hedefi
Sonuçta, "Bütün bunları yapmaya değer mi?", "Mars'a gidilmese ne olur?"
gibi kamuoyunun soracağı yalın soruların cevabını vermek aslında NASA
için çok kolay değil. Mars misyonu bir yana, pratik faydası olacağına
inanılan Alfa Uzay İstasyonu için bile benzer sorular sorulabilir. Alfa
projesinde önemli yeri olan Avrupa Uzay Ajansı (ESA)'nın en güçlü üyesi
Fransa'da yüksek sesle sorulan bazı sorular şunlar: "Yıllardan beri
yukarıda yapılan deneyler, edinilen tecrübeler neye hizmet etti ve
edecek?", "Alfa İstasyonu uzayın fethi için ne getirecek?", "Hükümetler
başımızın 500 kilometre üstünde neyin peşinde?", "Bugün istasyon inşa
etmek ve uzaya insan göndermeyi sürdürmek haklılığı ortaya konmuş bir
hareket midir?", "1982'den Mir'in emekliye ayrıldığı 2001'e kadar
kalp-damar fizyolojisi, sinir sistemi, embriyon gelişimi, yerçekimsiz
ortam, akışkanlar fiziği ve kompleks sistemler mekaniği gibi konularda
deneylerin yapıldığı bu misyonların sonunda ne elde edildi?". Fransa'nın
1996'da Rusya'ya 16 milyon dolar civarında bir para ödeyerek Mir'e iki
haftalık bir çalışma için gönderdiği Fransız astronot Claudie André-Deshaye,
"Alfa esas olarak stratejik ve politik sebeplere dayanmaktadır" diyor.
Avrupa Uzay Ajansı'nın Fransız yöneticilerinden Roger Bonnet ise "Alfa
projesi bilim için bir ideal değil" diyor ve ekliyor: "Uluslararası bir
işbirliğinin sonucu olan projenin nihaî gayesi özellikle siyasidir".
Fransa Millî Uzay İncelemeleri Merkezi'nden Richard Bonneville, "Uzay
İstasyonu siyasidir; bilim ise İstasyon'u, oradaki programların bir
anlam kazanması için kullanacaktır. Çünkü tek başına bilimsel bir deney
uzayda Dünya'ya göre on kat, uzay programı çerçevesinde yapıldığında ise
yüz kat daha pahalıya mâlolmaktadır. Programın bütününe göre deneyler
mütevazi kalmaktadır" itirafında bulunuyor.
Avrupa Uzay Ajansı başlangıçtaki toplam tutarı 100 milyon doları bulan
Alfa projesine katılma gerekçelerini dört sayfalık bir raporla
açıklarken, İstasyon'un uzayda komple bir bilim enstitüsü olacağını,
bilimsel ve teknolojik araştırma çalışmaları, ayrıca Dünya ve diğer gök
cisimleri üzerinde yapılacak gözlemler için bir üs görevi göreceğini
belirtiyordu. Fakat Alfa bunun için ideal bir araç gibi gözükmüyor.
Çünkü Dünya'ya çok yakın; yeryüzünden yansıyan kızıl ötesi ışıma, gün ve
gecenin birbirini takip etmesi gözlem şartlarını bozan iki önemli
sıkıntı kaynağını oluşturuyor. Astronotların çok rahat kalabilecekleri
bir yer de değil. Sürekli olarak cihazların çalışması, ayrıca
astronotların hareketleri ve hava akımları bile titreşime yolaçıyor ve
bu da malzemelerin katılaşma fiziği için bir engel teşkil ediyor.
İstasyon'un metalürji açısından pek bir şey vâdetmeyeceği de uzun zaman
önce anlaşılmıştı. Her ne kadar çekimsiz ortam bizim yeryüzünde
gerçekleştiremediğimiz hafif ve aynı zamanda dayanıklı alaşımları
yapmamıza imkân verse de, bu çok marjinal kalıyor ve gerçekçi değil,
çünkü çok pahalıya mâloluyor. Akışkanlar fiziği çalışmalarının da dünya
için bir faydası yok; bu konuda Mir'de yapılan deneyler Alfa'nın
havalandırma ve hayat destek sistemlerinin daha iyi yapılması için yol
gösterici olacak sadece. Sonuçta bilim Ay'ı fetheden Apollo
misyonlarında olduğu gibi, Alfa Uzay İstasyonu'nda da ikinci sınıf yolcu
statüsünü koruyor.
Soğuk savaş döneminde doğmuş olan uzay endüstrisi bugün şartlar değişmiş
olduğundan, deyim yerindeyse, kendisine yeni bir varlık sebebi icat
etmeye çalışıyor. Bunu da artık uluslararası işbirliğiyle yapabiliyor.
Uluslararası Uzay İstasyonu, Alfa, önce inşa ediliyor, ardından, "nasıl
olsa bunun bir şekilde faydasını görürüz" deniyor (veya bu çok da
önemsenmiyor). Her ne kadar ABD Füze Kalkanı projesinin gerekliliğini
hararetle savunsa ve son terör olaylarından sonra uzay ağırlıklı savunma
ve güvenlik politikalarında haklı olduğunu vurgulama fırsatı yakalamış
olsa da, Uzay İstasyonu ve Mars yolculuğu gibi pahalı projelerin çok
fazla inandırıcı olmadığı görülüyor.
Dünyamız ne kadar emniyetli bir sığınakmış!
İnsan, üstünde koruyucu bir atmosfer ve manyetosfer tabakasının, altında
sağlam bir zeminin ve yerçekiminin, çevresinde havanın ve suyun
bulunmadığı uzay boşluğunda, doğru dürüst beslenemediği, sindirim
sisteminin iyi çalışmadığı, kemik ve kaslarının eridiği, günde ortalama
8 defa göğüs röntgeni çekilmiş gibi radyasyona maruz kaldığı,
akciğerlerinde daha fazla aerosol birikiminin görüldüğü, yerçekimi
olmadığından beyin ve şuur fonksiyonlarındaki karışıklığın görme
illüzyonlarına yolaçtığı, vücuttaki akışkanların göğüs ve baş kısmına
hücum ettiği, boyun damarlarının şiştiği, kendi içinde fazla sıvı
hisseden vücudunun bunları dışarıya atarken istenmediği halde kalsiyum,
kan plazması ve elektrolitleri de kaybettiği, kırmızı kan hücresi
üretiminin azaldığı, kansızlığın başladığı, bacaklarının kısaldığı,
böbreklerinde taş oluşumunun hızlandığı, uyumak için bile kendisini bir
yere bağlama gereği duyduğu, geniş bir mekan imkânı sunmayan küçük bir
uzay istasyonu veya uzay aracı içinde seyahat etmeyi göze alıyor,
karşılaştığı bütün bu handikapları aşmak için arayışa giriyor ve sonuçta
yeni teknolojiler geliştiriyor. İçine sürekli olarak belli oranda
oksijen gazı verilen, solunum sırasında bırakılan karbondioksid gazını
tutan, misafirlerine dünya ile sesli ve görüntülü haberleşme imkânı
sağlayan, elektriğini büyük oranda güneş panelleriyle temin eden, dünya
çevresindeki yörüngesinde saatte 27 bin kilometre hızla dönen, acil
durumlarda Dünya'ya dönmek için yedeğinde küçük kaçış kapsülü bulunduran
bir uzay aracı yapmak insan için gerçekten önemli bir başarı olarak
kabul edilebilir. İnsanın Kâinat'ta kendisine musahhar kılınan madde ve
kanunları keşfedip kullanarak geliştirdiği bir teknoloji bu.
Diğer yandan, bir uzay aracında beş-altı kişiyle birlikte aylarca
yolalmak, yol arkadaşlarıyla arasındaki fıtrat uyuşmazlıklarını problem
hâline getirmek, sürekli ölüm korkusu ve dünyaya dönememe endişesi
duymak, Dünya'dakinden çok farklı ve bıktırıcı bir diyete mahkum
kalmak...vs. Böyle zor bir imtihandan geçmek de kolay değil. Bunun
gerçekten gerekip gerekmediği de tartışılabilir. Fakat planlama
aşamasında bile açıkça görülen ve planlayıcıların da görmesi gereken
hakikat şu ki, dünyamız ne kadar da geniş, rahat ve mucizevî bir ev! Ne
kadar emniyetli, korunaklı, harika bir yurt! Ne kadar çeşitli ve zengin
bir hayat ve hesaba gelmez nimetler var burada! Ve neden uzay gemisinde
korkular duyuyoruz da, koca dünya gemisinde korkuları aklımıza bile
getirmeden güven duygusuyla yaşıyoruz? Uzay çalışmalarından bu gibi
dersler de alıyor mu acaba işin içindeki insanlar, kurumlar ve
toplumlar? İlmi ve kudreti heryere hâkim olan, çok Merhametli ve Yüce
bir Yaratıcı'nın insana ne denli halim ve lütufkâr davrandığı hakikatini
ilim yoluyla bu kadar açık görebilme, hissedebilme şansını
değerlendirebiliyorlar mı acaba?
Yıllarca anlatılan anekdotun tersine, Rus kozmonot Yuri Gagarin'in
uzaydaki ilk seyahatten döndüğünde "Yaratıcı'nın kudretini gördüm"
anlamında bir ifade kullandığını aktarıyor Muhammed Kutup. Fakat daha
sonra âmirleri Gagarin'den bunu tekzip eden bir beyanda bulunmasını
istiyorlar. Soğuk savaşın sona ermesiyle eski Sovyetler'i daha yakından
inceleme fırsatı bulan bazı bilim tarihçileri de Gagarin'in kozmonotluğu
bırakmak ve sivil pilotluğa geçmek istediğini, yetkililerin buna izin
vermediğini, Gagarin'in genç yaşta ölümünün de uçaktan aşağıya atılması
sonucu olduğunu belirtiyorlar. Keşke uzay çalışmaları Yüce Yaratıcı'nın
ilim ve kudretini daha farklı bir açıdan müşahade etme şansı bulan
insanları insafa getirse.
İnsanlık bugün ulaşmış olduğumuz aşamadan sonra tabii ki uzayı
terketmeyecek. Hedefi ne olursa olsun, birçok ülke kendisine uzayda daha
fazla ve etkili bir yer edinmeye çalışacak. Temennimiz odur ki, bütün bu
gayretler insanların yararına, dünyanın barışına ve toplumların
birbirlerini daha iyi tanıyıp dostluk kurmalarına hizmet etsin, ve bu
sürece, Yaratıcı'ya inanma hususunda ihsan nimetine erdirilmiş, iyi
niyetli, derinlikli ilim adamları öncülük etsin. Bir başka deyişle, Yüce
Beyan'ın birçok yerinde karşılaştığımız "Göklerde ve Yer'de ne varsa
Allah'ındır!" ifadesi karşısında ürperen, "Kullarından Allah'a karşı
gerçek anlamda ancak ilim adamları haşyet duyar" ifadesiyle burnunun
direği sızlayan ve ağlayarak secdeye kapanan vicdanlar...
ABD, Mars çalışmalarıyla hedefinin Güneş sistemindeki gezegenlerin ve
bir bütün olarak sistemin oluşum şartlarını anlamak olduğunu
açıklamıştı. Fakat 1997 Temmuz ayı ortalarında NASA, 2011 yılı için
öngörmüş olduğu insanlı Mars misyonunu iptal ettiğini, mevcut
teknolojinin böyle bir çalışma için henüz yeterli olmadığını duyurdu.
Fakat sonraki yıllarda gerek Mars yüzeyindeki araçların tespitleri,
gerekse alınan fotoğraflar kırmızı gezegende hayat emaresi olduğu
şeklinde değerlendirilince 2000'lerin başında NASA'yı yine insanlı Mars
yolculuğunun heyecanı sardı.
Uzayda insan sağlığı sorunu
ABD eski başkanlarından Bush Nisan 1990'da, otuz yıla kadar
astronotların Amerikan bayrağını Mars üzerine dikeceklerini öngörürken,
herhalde, bir ay önce AAAS'ın (Amerikan Bilimde İlerleme Derneği) New
Orleans'daki yıllık kongresinde uzayda insan sağlığı konusunu tartışmış
olan tıp uzmanlarının vardığı sonuçlardan haberdar değildi. Uzayda insan
sağlığı açısından tehlike arzeden faktörler şu şekilde belirlenmişti :
a) Kozmik radyasyon
Yerküre'yi kozmik etkilerden bir kalkan gibi koruyan manyetosfer ve
atmosferin dışına çıkılmasından dolayı maruz kalınan kozmik radyasyon,
insan sağlığı açısından tehlike arzeden birçok rahatsızlığı beraberinde
getiriyor ve, Bush'un gösterdiği, siyasî iddia yanı ağır basan bu
hedefin önüne ciddi engeller koyuyordu. Harvard Üniversitesi Tıp
Fakültesi'nden Francis Moore'a göre, uzaydaki radyasyon, astronotlar
eğer yeterli ölçüde korunmazsa kanser riskini artırabilmekte ve ciddi
hastalıklara yolaçmaktadır. Güneş patlamaları gibi beklenmedik
olaylardan korunmak için gereken etkin kalkanlar henüz yapılmamıştır.
NASA'dan Franck Martin ise, esas problemin Mars olduğunu belirtmektedir:
"Neresinden baksanız, en hızlı yolculuk sekiz ay alacaktır. Bu sırada
bir güneş patlaması sonucu astronotun aldığı yüksek enerjili tanecik
radyasyonunun dozu onaltı saatin sonunda 10 rem'i geçecektir. Oysa bugün
amerikan hükümetinin kabul ettiği sınır yılda 0,5 rem, nükleer
tesislerde çalışanlar için ise 5 rem'dir." Sonuçta, astronotların
uzaydaki radyasyona karşı korunmasını sağlayacak bir çözüme henüz ABD
bile yakın değil.
Kozmik radyasyonun etkisini anlamak için NASA, uzay şartlarında yaklaşık
altı yıl tuttuğu 12 milyon domates tohumunu bir üniversite programı
çerçevesinde 4 milyon öğrenciye dağıttığında radyasyonun yolaçtığı
endişe doğrulanmış oldu. Oklahoma Üniversitesi'nin hazırladığı bir
raporda, bu tohumların toksik olabileceğinin ve bu örneklerden elde
edilmiş farklı domates jenerasyonları üzerinde sürdürülen deneyleri
durdurmak gerektiğinin altı çiziliyordu. Aslında bazı mutasyonlar ikinci
veya üçüncü nesil ürünlerde ortaya çıkmalıydı. Fakat buna rağmen altıbin
üniversite hocası daha ilk nesil tohumlarla ilgili olarak NASA'ya
şüphelerini rapor ettiler.
Aşırı dozda kozmik radyasyona maruz kalma dışında Mars yolculuğunun
diğer önemli handikapları çekimsiz ortamda uzun süre bulunma, uzun bir
yolculuk yapma, asteroid ve meteorit yağmuruna maruz kalma riskinin
yüksek olduğu (Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağının hemen
yakınında bulunan) bir gezegene gitme, şeklinde sıralanabilir.
b) Çekimsiz ortam
Çekimsiz ortamın insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri önemlidir.
Uzay yolculuklarında gerek uykusuzluk, gerekse diğer sağlık problemleri
açısından astronotların başına gelecekleri yüzyıllar önce tahmin eden
Kepler, onların narkoz ve afyon yardımıyla uyumalarını tavsiye ediyordu.
Gerçekten de uyuşturucular uzay çağının başlamasıyla birlikte
kullanılmaya başladı. Sovyet uzay gemisi Soyuz 29'da geçirilen hayata
dair 1979 tarihli bir raporda, Vladimir Kovalenok ve Aleksandır
Ivantchenkov'un bu ihtiyacı hissettiklerini görüyoruz : "Progress adlı
yörünge modülünden malzemeleri boşaltmak ve sistemi çalışır halde tutmak
vakitlerinin büyük kısmını alıyordu. Fakat sürekli çalışıp yorulmalarına
rağmen Kovalenok ve Ivantchenkov uykuya dalamıyordu. Ivantchenkov peynir
takviyesi Proress'e ulaşıncaya kadar kilo kaybetti; kulak ağrıları vardı
ve bunu alkollü bir içecek yardımıyla tedavi ediyordu. Her ikisi de
migrenden çekiyorlardı, ta ki, havalandırma sisteminde büyük bir bahar
temizliği yapmaya karar verinceye kadar".
Aralık 1988'de Vladimir Titov ve Musa Manarov uzayda 366 gün süren bir
yolculuktan sonra Dünya'ya geri döndüklerinde, kas liflerinin
zayıflamış, kemiklerinin de daha kırılgan bir hal almış olduğu görüldü.
Her iki kozmonutun boyu birkaç santimetre uzamıştı ve ayak bilekleri %
15 oranında küçülmüştü.
Astronotların sağlığına dair detaylı (tıbbi) raporların rahatça elde
edilememesinden dolayı mikrogravitenin (uzaydaki sıfıra yakın
yerçekiminin) memeliler üzerindeki etkisini değerlendiren raporlara
gözatmak gerekmektedir. 1987 Ekim ayında, uzaydaki bir sovyet uydusunda
geçen sadece oniki günden sonra öğreniyoruz ki: "Farelerin kol kemiği %
40 daha kırılgan hale geldi ve omurgalarının sertliği % 27 oranında
azaldı. Kas lifleri arasında sıvı birikti. Kalp kasındaki mitokondri
bozulmuştu ve kasların boyu kısalmıştı. Kandaki antikor ve lenfosit T
oranı değişmiş, bu durum bağışıklık sistemini zayıflatmıştı. Kolesterol
ve trigliserid düzeyleri artmış, buna karşılık testislerin boyu ve sperm
üretme hacmi azalmıştı."
Uzay programları için titizlikle seçilmelerine ve uzun süreli ön
hazırlıklara tâbi tutulmalarına rağmen bazı astronotların, fiziksel
zayıflama sebebiyle vaktinden önce Dünya'ya dönmek zorunda kalmaları,
uzun süreli insanlı uzay misyonlarının o kadar kolay
gerçekleştirilemeyeceğini gösteriyor.
1982'de Salyut 7'nin yeni komutanı Yuri Malichev uzaydan griple dönmüş
ve dahası, uzay aracında bir kalp rahatsızlığı geçirdiği anlaşılmıştı.
1985 sonbaharına gelindiğinde ise, meslektaşları tarafından kayıtsız,
yorgun, işine hiçbir ilgi göstermeyen ve saatler boyu pencereden
dışarıya sabit nazarlarla bakan bir kişi olarak tanımlanmıştı.
Aynı dönemde, Victor Savinyk ve Alexandre Volkov, yerdeki kontrol
ekibine fizik kondisyonlarında bozulma olduğunu bildirmişlerdi. Yer
ekibi görevin derhal sona erdirilmesini emretti. İstasyonu terkeden ve
dönüş aracına geçen üç kozmonot dünyaya döndüler ve 21 Kasım'da kar
altında paraşütle iniş yaptılar. Vladimir Vassioutine acilen hastaneye
kaldırıldı.
Bir başka kozmonot Alexandre Laveikine'in 1987'de Mir uzay istasyonundan
getirilip tıbbî gözetim altına sokulması gerekti.
Görünüşte uzay yolculuğundan sıkıntı duymamış gibi görünen astronotlar
bile sedye üzerinde hastaneye taşındılar, çünkü hiçbiri ayakta duracak
halde değildi. Kapsülden çıktıklarında eğer ayakta durmaya çalışsalardı
hemen baygın düşeceklerdi. Hastanede günlerce, hatta haftalarca doktor
ve psikologların gözetiminde tedavi gördüler.
Ağustos 1988'de, kozmonot Anatole Levtchenko'nun Mir yörünge
istasyonundaki misyonunu takiben sekiz aydan daha kısa bir zaman sonra
ölmesi, doktorların ifadelerine rağmen, diğer astronotların
sağlıklarıyla ilgili olarak beraberinde bazı şüpheleri getirdi :
Doktorlar Levtchenko'nun ölümünün, onun uzay misyonuyla hiçbir şekilde
ilgili olmadığını ileri sürdüler. Onlara göre, kozmonotun dönüşünde
yapılan analizler, onun uzay ortamına rahatlıkla adapte olduğunu
gösteriyordu. Resmi olarak belirtilen ölümüne yol açan ağır hastalık
izleyen günlerde beyin tümörüne dönüşmüştü. Ne olursa olsun, bu tümör
belirlenmeseydi bile, Levtchenko'nun yirmi yıllık deneme pilotluğu ve
kozmonotluk kariyeri sırasında düzenli olarak tutulan detaylı sağlık
raporlarına rağmen şu soru sorulmaya değerdi: Sovyet uzay programında
belirlenmemiş sağlık problemlerinden muzdarip başka kozmonotlar var
mıydı? Tabii, bu sorunun cevabının 1990 öncesi Sovyetler Birliği'nde
bulunması mümkün değildi. Fakat bu sorun sadece Sovyet Mars programı
için değil, MİR ve gelecekteki uzay yörünge istasyonları için de ciddi
sonuçlar doğurabilecektir.
Eğer Levtchenko'nun 1987 Aralık ayındaki istikameti MİR değil de Mars
olsaydı, kozmonot yolculuk sırasında ölecek ve bu da muhtemelen misyonun
başarısız kalmasına sebep olacaktı. Aynı şekilde eğer Malichev,
Vassioutine ve Laveikine'nin hedefi Mars olsaydı, uzayın şartlarına uyum
konusunda yaşadıkları güçlükler felakete yol açacaktı.
Sonuçta, öngörülen insanlı Mars misyonları bugün için tehlikeli projeler
olmaktan öteye gidememektedir. Tıbbi raporların gösterdiği gibi,
astronotların sağlığı uzayda geçen dört-altı aydan sonra çok
bozulmaktadır. Bu şekilde en az sekiz ay sürecek bir yolculuktan sonra
astronotlar Mars'a indiklerinde en azından fiziksel durumları oldukça
kötü olacaktır. Oraya varınca, ne kendilerini sedye üstüne yatırıp
hastaneye götürecek bir sağlık ekibi, ne de yolculuk sonrası bir ev
istirahatı imkanı bulamayacaklar. Haftalar, hatta aylar boyunca çok
elverişsiz bir ortamda çalışmak zorunda kalacaklar ve yine sekiz ay
sürecek bir başka zahmetli yolculuk için gemilerine binerek hareket
etmek zorunda kalacaklar. Tabii herşey yolunda giderse. Eğer aksi
olursa, yani ölümle sonuçlanabilecek bir durumla karşılaşılırsa,
özellikle Amerikan kamuoyunun bu sonuca nasıl bir tepki göstereceğini,
bunun Beyaz Saray'ı ve NASA'yı nasıl güç durumda bırakacağını tahmin
etmek zor değil.
Diğer sorunlar
Uzay yolculukları sırasında başka problemlerle de karşılaşılabilecektir.
Bilim-kurgu yazarlarının, Rus araştırmacıların ve NASA'nın ciddi olarak
üzerinde durmayı ihmal ettiği bu problemlerin başında, özellikle çok
gelişmiş teknoloji ürünü ekipmanların amortismanı sorunu gelmektedir.
Bugün Rus uzay istasyonu MİR'de bulunan cihazların yarısının
çalışmadığını ve istasyondaki elemanların bilimsel deneyler yapmak
yerine, vakitlerinin büyük kısmını, bozulan malzemeleri tamir etmekle
geçirdiğini öğreniyoruz.
Amerika'nın insanlı Mars projesinden vazgeçmesinin altında böyle bir
saikin yatması kuvvetle muhtemeldir. Zaten uzayın imajı, Mars'ta hayat
olabileceği fikrini yeniden gündeme getiren muhtemel bakteri
fosillerinin keşfine ve Pathfinder misyonuna kadar ABD'de değer
kaybediyordu. 1989'da New Scientist dergisinin gerçekleştirdiği bir
anket, nüfusun sadece % 3'ünün uzayın keşfini İkinci Dünya Savaşı'ndan
beri en büyük bilimsel başarı olarak gördüğünü ortaya koyuyordu (bu oran
1985'de % 17 idi). Bilimsel araştırma fonlarının tahsisiyle ilgili
olarak ise, yaklaşık aynı oranda insan uzayın keşfinin öncelikli olması
gerektiğini düşünüyordu ; bu, dört yılda % 5'lik bir ilgi azalması
demekti. Ankete katılanların % 38'i, uzay araştırmalarına yönlendirilen
bütçenin azaltılması veya sınırlandırılması gerektiğini savunuyordu.
Oxford Üniversitesi dış incelemeler bölümünden bir ekip benzer sonuçlar
elde etti: kendilerine soru sorulanların % 43'ü, hükümetin bu alanda çok
fazla para harcadığını düşünüyordu. Sadece Milli Savunma için yapılan
silahlanma sahasındaki araştırmalar yüksek bir meblağtutuyor.
ABD'de uzay uçuşlarına karşı olan kitle muhtemelen fazla kalabalık
değil, fakat yine de, paranın havaya savrulduğu gibi genel bir
hoşnutsuzluk gözleniyor. Sözkonusu miktarlar astronomik rakamlara
ulaşıyor. Mart 1990'da NASA, Mars misyonunun otuz yılda 541 milyar dolar
tutacağını hesaplamıştı. Kongre'nin bir yıllık bütçeyi oylaması ve
izleyen yılları reddetmesi muhtemeldi. Fakat aradan geçen zaman zarfında
NASA bir engelle karşılaşmadı. Özellikle 1984'de Antarktika'da bulunan
ve Mars'tan geldiği sanılan meteoritler üzerinde 1996 yılında yapılan
elektron mikroskobu çalışmaları sırasında fosilleşmiş bakteri
kalıntılarına benzeyen yapılara rastlanmasından sonra, Mars misyonları
için ek ödenek çıkartılması teklifi Kongre'den ve yönetimden hemen
destek gördü.
Getirilen tenkidlere karşı her ne kadar NASA, Mars projesinin
maliyetinin fert başına düşen ortalama millî gelirden sadece birkaç sent
götürdüğünü söyleyerek kendisini savunsa da, bu hesap mantığı doğru
gözükmüyor. Çünkü gelir düzeyi ortalamanın çok altında olan, hatta
hiçbir geliri bulunmayan on milyonlarca işsiz ve evsiz Amerikan
vatandaşının problemlerine kalıcı çözümler getirme açısından uzay
projeleri için ayrılan milyarlarca dolar önem arzediyor.
İnsanlı uçuşlara muhalefet ne sadece daha iyi bir ev sahibi olmak
isteyenlerden, ne de politikacılardan geliyor; uzaya insan
gönderilmesini bilimsel bakımdan haklı kılacak pek az argüman olduğunu
düşünen bilim camiası da giderek karşı çıkıyor. Buna karşılık Mars
misyonları dünyadaki bazı temel araştırmalara ayrılan fonların
azaltılmasına yol açıyor.
Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından 1986'da Strasbourg'da düzenlenen,
Avrupalı altı astronotun katıldığı insanlı uçuşlar konusundaki bir
sempozyum öncesinde, Fransız Bilim Akademisi'nin uzay araştırma
komisyonu, lafı gevelemeden sarfettiği bir rapor yayımladı. Komisyon
şunları söılüyordu : Avrupa ülkelerinin tasarladığı insanlı uçuşların
temel gerekçesi, tamamen Avrupa'ya ait araçlarla uzaya insan
gönderebilecek güce sahip olduğunu göstermektir...
Bazı gözlemler uzayda gerçekleştirilen deneylere bağlı olmasına rağmen,
raporda, çoğu zaman bu gözlemlerin dünyada laboratuvar şartlarında veya
otomatize bilgi düzenleyicileri kullanılarak mükemmelen yapılabileceği
belirtiliyordu. Ayrıca uydular, oldukça elverişsiz bir ortamda yörüngede
hareketi yaptıklarından, bunların korunmasıyla ilgili olarak insanların
ne yapabileceği de yeniden sorgulanmaktadır.
Bu bilgilerden sonra ortaya iç açıcı bir durum çıkmıyor. Gerçekte,
astronomik miktarlara varan ve devlet bütçelerini zorlayan paraları
insanların daha temel meselelerini gidermek veya bu sorunlarla ilgili
uzun vadeli araştırmalarda değerlendirmek yerine kuru bir iddianın
ispatlanması adına harcamak, bilimin ne ölçüde politize edilebileceğini
gösteren çarpıcı örnekler olarak karşımızda duruyor.
Kaynaklar
- http://mars.sgi.com/default.html
- http://mars.sgi.com/ops/science.html
- http://mars.sgi.com/mpf/news.html
- Gimpel J., (1992) - La fin de l'avenir. Seuil, Paris.
- Weed, W.S., 2001 - Can we go to Mars without going crazı? Discover,
Maı.
- Henarejos, P., 1996 - L'homme doit-il abandonner l'espace? Science &
Vie, Août.
- Lucid, S.W., 1998 - Six months on Mir. Scientific American, Maı.
- Wassersug, R.J., 1999 - Life without gravitı. Nature, vol 401, October.
- Clarke, A., 2001 - Beıond gravitı. National Geographic, Januarı.
- Long, M.E., 2001 - Surviving in space. National Geographic, Januarı.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/
Astronomy
|