Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

 

BİLGELİK ve ERDEM

SEN-BEN AYRIMI ve BİZ

  Ben ve Sen ayrımından çıkıp kendimizle barışmak, iç içe olmak, kaynaşmak ve bütünleşmek ihtiyacımız; mutsuzluk, yalnızlık ve sevgisizlik olarak görünüyor.
  Her şeyimiz  olduğu hâlde kendimizi boş, yalnız ve mutsuz hissediyorsak bilelim ki, diğer insanlarla birlik hâlinde olmamızın, bir hizmetle uğraşmamızın zamanı gelmiştir. Kendinden başkalarına yardım etmenin, dayanışmanın verdiği huzur ve tatmin duygusu; dünya üzerinde yaşarken elde ettiğimiz rölâtif tatminlerin hiçbirine benzemiyor.

  İnsanî değerlerimiz ancak  insanlarla beraber bulunduğumuz zaman bir kıymet kazanır. İçinde bulunduğumuz çağın kendine özgü bir dili vardır. Çağ bizden bir şeyler istiyor ve bazı hedefler gösteriyor.
  Çağın icapları arasında da sen ve ben ayrımından kurtulmak, biz demeyi öğrenebilmek, maddeye, tutku ve duyulara hâkim olmak, ve maddeyi  iradî bir şekilde hedeflere ulaşmak için hem kendimizin hem insanlığın iyiliğine kullanmak vardır. Bu dayanışma ve birlik duygusu tüm depresyonların da tek çözümü, üzülmek ve içine kapanmak yerine; dışlaşmak ve sevmek…

Dünya üzerinde ruh kardeşliğinin tesis edileceği yeni ve spiritüel bilgileri çok kapsamlı olan yeni bir dönem başlıyor.

  21. yy çeşitli  kozmik tesirlerin ve enerjilerin insanın ta hücrelerine kadar ineceği yepyeni bir yüzyıl. Fizik bedenimizin ruhsallığını, onun madde evreniyle olan gerçek bağlantılarını bilimin aracılığıyla; bilimle-ruhsallık arasında kurulan köprülerden öğrenecek, ışıklı, geniş yollarda çok rahat yürüyebileceğiz…

 

  Peki! Hazır mıyız? İşte her şey bu hazırlığı tamamlamak, geniş ve ferah yollar açmak için…

  Fizik beden, aslında ruhsal enerjinin dünya üzerindeki yoğunlaşmış hâlinden başka bir şey değil. Madde olan bağlantılarımız doğru dengeli ve verimli olsun istiyorsak, yorum ve enerji alışverişi yapmak için kullandığımız kanalların duyu ve duygulardan geçtiğini unutmamalıyız. Duyuları ve duyguları arındırmak, negatif ve düşük seviyeli enerji alanlarından uzak kalmak için içimize dönmek ve bu iç mabedi yeniden inşa etmek zorundayız.

  Bireysel sorumluluktan Kozmik sorumluluğa giden yolda; her bir kişinin ruhsal ve bedensel sağlığının ve arınmışlığının, gerek kendisi gerekse  dünyadaki ve diğer gezegenlerdeki tüm varlıklar için hayatî önem taşıdığını anlayacağımız günler çok yakın…
  Doğan her varlık, bedeniyle de ruhunun, gezegenin ve kozmosun evrimine katkıda bulunuyor. Düşüncelerimizden sorumlu olduğumuz kadar bedenin gelişiminden de sorumluyuz.

İÇ HUZURU

  Evrim süreçleri ve evrenin ritmleriyle uyum içinde olmayan insan mutsuz olur. Gerçek mutluluk, idrakin genişlemesiyle gelen anlayış ve yapılması gerekenler yapıldıktan sonra duyulan huzur duygusudur.
  İç huzura kavuşmak isteyen her insan, yaşamın amaçlarıyla bütünleşmeli. Gerçek huzur ve doyuma ruhun barış içinde olmasıyla ulaşılır ki, bu da asıl varlığımızın isteklerinin deneyimlenmesine şuurlu olarak katılmak, daha doğrusu teslim olmakla kalıcı hâle gelir.

  Ruhun isteklerine şuurlu katılım demek; nefsi kontrol altına almak, madde cazibesinin etkisinde kalmamak, ruhsal yasalara (sevgi, saygı, merhamet, şefkat, hoşgörü, yardımlaşma-dayanışma) uygun yaşamak demektir.

 

SEVGİ TEK İLACIMIZ

 “ Önyargılarımdan kurtulup, doğallık içinde insanlara yaklaşamıyorum, BEN MELEK DEĞİLİM Kİ, herkesin benim şablonlarıma göre davranmasını istiyorum” diyorsanız; sevginin her şeyin ilâcı olduğunu unutmayın lütfen!..                   

  Uzmanlar, insanlarla yakın ilişki hâlinde olan ölümcül hastalıklara yakalanmış kişilerin bile sevgi iletişimiyle ömürlerinin uzadığını belirtiyorlar. Siz de, ilk başta aileniz olmak üzere, yakından görüştüğünüz insanlarla temasınızı daima sıcak ve sevgi dolu tutun. Çevrenizdeki kişilerin sizi anlayamadıklarından dem vurup herkesten uzaklaşmaya çalışmak, sosyal hayatınızı sıfıra indirir ve sağlığınızın bozulmasına neden olur. “Onlar sizi anlamıyorsa siz onları anlamaya çalışın, ne kaybedersiniz?” Onlarla yaptığınız görüşmeler size, ıssız bir adada yaşamadığınızı ve sorunları olan tek kişinin siz olmadığınızı hatırlatacak. Sizi seven kişilere sevgiyle, hoşgörüyle yaklaştığınızda, pek çok sorunun da ortadan kalkmasını sağlayacaksınız. Dertler ve sıkıntılar ancak paylaşılınca hafiflerler.

 İnsanlardan uzak kalmak, duygu ve düşüncelerini yalnız kendine saklamak kimseye yarar sağlamaz. İnsanlar ancak birbirlerine karşı önyargısız ilgi, sevgi gösterdiklerinde ve görüş alışverişinde bulunduklarında yaşam bir anlam kazanır. Etrafımızda görüş, duygu ve bilgi alışverişinde bulunacağımız insanların olması bizi yaşama bağlar. Sıkıntılarımızı, üzüntülerimizi, hatta korkularımızı açığa vurduğumuz zaman bunları başkalarıyla paylaşmanın verdiği huzur insanı karamsarlıktan kurtarır. Evimizde, işyerimizde ve çevremizde bizimle temas hâlinde olan kişilerden kaçmayalım. İnsanların birbirleriyle halkaları, sonsuza uzanan dostluk zincirleri (ortak alanlar) kurmaları; kişilerin, toplumların, hatta ulusların sorunlarının çözülmesine neden olur. “Yardımlaşma ve Dayanışma Yasası” ruhsal yasaların en önemlilerinden bir tanesidir.

   YARDIMLAŞMA ve DAYANIŞMA
  Yardımlaşma ve dayanışma öyle yüce bir birlik ve öyle büyük bir yasadır ki, birbirlerini hiç tanımayan bireyleri bile tek bir şemsiye ve tek bir anlayış etrafında birleştirip bütünler.
  Birbirine yardım, diğer varlıklarla bütünleşmedir. Hizmet etmeyi, kendi bilgilerini başkalarıyla da paylaşmayı bilenler, sonsuzluk zincirinin altın halkaları olurlar.

 Yardımlaşma ve başkalarına kendinden bir şeyler feda edebilme gücü, lekesiz bir gökyüzünden, yeryüzünü kutsamak ve bereketli kılmak için Yüce Doğa’nın tarlalarına düşen yağmur damlalarına benzer. Tarlayı besler, ürünü bereketli kılar. Bu yasaya uygun davranmayan nekes insanlar için söylenen güzel bir atasözü de vardır: “Yağmur olsan kimsenin tarlasına yağmazsın.” Yağmur gibi bereketli olup da, sırf tutuculuk, önyargı ve nekeslik yüzünden başka insanların tarlalarına yağmaktan vazgeçenlerden olmayalım.

  Nasıl ki yeni doğmuş bir çocuğun yüzünde parlayan bir gülümseme, bütün insanların yüreğine serpilmiş olan huzura ve Yaşam Ağacı’nın dalında açmış bir çiçeğe benzerse, aynı şekilde birbirine sevgiyle, saygıyla yardım eden iki insanın oluşturdukları birlik halkası da, sonsuzluk içinde bütün evreni var eden o tek tohumun açılmış meyvesi gibi saf ve temiz olana benzer.

Doğu bilgeleri der ki:  “ Rabbine benzemek isteyen başkalarına yardım eder.”

 

BİLGELİK VE ERDEM

  Uyanmanın ve şuurlanmanın hangi aşamasında bulunursak bulunalım, insan olmanın erdemli vazifesini bilgece yerine getirebilme şansına eşit olarak sahibiz. Kim olursak olalım, büyük küçük demeden ne hizmet yaparsak yapalım; hizmetimizi doğru yapma olanaklarıyla donatılmış durumdayız. Yeter ki “Doğrunun Bilgisine” gönül kapılarımızı açalım.

  Bilgiye ulaşmak ancak bilgiyle olur. “Peki bunu nasıl başaracağız?” diye sorabilirsiniz. Bilgiye ulaşmak, bildiklerimizi doğru uygulamakla eylem hâline dönüşüyor. İyilik yapmanın bilinmesiyle, iyilik yapıldıktan sonra bilinmesi arasında çok fark vardır. Önemli olan, yaptığımız iyiliklerin ruhta saklı olması. İyiliklerimizi bilgi yolunda kullanalım. Pozitif davranışlarımız, Bütün’e katılmak anlamına geldiği için, bunlar doğru bilgi uygulamalarıdır.

 Şuuraltımızda birikmiş olan menfi partiküller, yani stresler doğru bilgi tatbikatı yapmakla çözülür; bizim ruhsal huzura ve iç dengeye kavuşmamızı sağlar.  “Bilgelik ve erdemli yaşam da ruhsal huzur ve iç dengeden başka nedir ki? Doğru bilgi ve doğru uygulama her alanda olabildiğince pozitif olmak, iyilik ve sevgiyle davranmak bilgece yaşamın sade ve basit anahtarı değil mi?…” Kendine güvenen, başarılı ve mutlu bir insan olmak istiyorsak, bilgisinden yararlanacağımız kaynakları doğru seçmeliyiz.

  Doğru bilgiler bizi doğru yolda, ana caddede yürütür. Yanlış bilgilerse yan yollara sapıp, ara sokaklarda kaybolmamıza ve zaman kaybetmemize neden olur. Her türlü korku, endişe ve kötümserlik; bilgiye giden yolda bizi tökezletir, yürüyüşümüzün hızını engeller, kozmik vazifemizi aksatır. Oysa her birimiz bu engelleri ortadan kaldıracak güce sahibiz. Ve dünya adı verilen bu okulda; maddeye, duygulara, eşyaya hâkim olmak için bulunuyoruz. Algı sınırlarımızı zorlayarak olumlu düşünce ve pozitif eylem içinde olursak içimizdeki gizli gücün harekete geçerek bizi her gün daha iyiye, daha güzele, daha doğruya götürdüğünü gözlemleyebiliriz. Ama günümüzde insanlık adına girişilen nice iyi niyetli eylemlerin, nefsaniyetin doymak bilmez ihtiraslarıyla menfi güçlerin emellerine hizmet ettiğini görmemek de mümkün değil!...

" Her şeye rağmen, umutsuzluğa ve kötümserliğe kapılmamalıyız. "

  Gün gelecek, insan şuuru gerçeklerin farkına vararak aydınlığa kavuşacaktır. Ve o zaman hepimiz aldatıcı gerçeklerin, şaşmaz hakikatler karşısındaki durumunu izleyebileceğiz. İşte Nirvana, işte bilgelik.
  Gerçeği gören insan, kendi üzerinde çalışma da yaparsa Dünya’yı yener. Dünyayı yendim diyen Büyük İnisiyeler ve bilgeler her zamanki gibi doğruyu söylüyorlardı…

DİNLEMEYİ BİLİYOR MUYUZ ?

 

Gürültünün karşıtı olan sessizliğinin ne anlama geldiği hakkında hiç derin düşündünüz mü?
Aslında gürültü nedir? Sessizlik nedir?

 

  Son zamanlarda günlük yaşamın patırtısı gürültüsü o kadar arttı ki, değil içimizi dinlemek birbirimizi bile yeterince dinleyemez olduk. Günlük yaşamın kalabalığı, hay huyu bizleri daha fazla içine almadan yapacak bir şeylerimiz olmalı diye düşünenlerdensiniz değil mi?
  Hepimizin dağlara kaçacak, mağaralara kapanacak, manastırlarda yaşayacak, mabetlere sığınacak zamanı yok ki! Onlar eskidendi artık her şey değişti!

  Her bir yaprakta bulunan eşsiz benzersizlik gibi bizlerde benzersiz yapılarımızla kendi iç sessizliğimizi yakalamanın yollarını aramaya başlasak iyi olacak yoksa gürültüden kendimizi de duyamayacak noktaya gelebiliriz. Bir mağarada yaşamayı başaramadığımız sürece zihnimizi dağıtan dış etkenleri yaşamımızdan eleyebilmek için yapabileceğimiz fazla bir şey yoktur. Bilgi patlamasının bütün hoş taraflarının yanında, sadece birkaç tuş kullanarak tonlarca bilgi edinebilmek heyecan verici ve kişi için elverişli bir durumdur, ayrıca kablolu televizyon kanallarının çoğunu izlemek son derece eğitici olmaktadır. Ama hepsi bu kadar değil tabii ki!

  Dinleme yeteneğimizi zorlayan; sadece gürültülü bir çevre, alışveriş merkezindeki inanılmaz geniş seçim olanakları, aynı anda birden fazla işi yapma, aşırı bilgi yüklemesi ya da uzaktan kumanda aleti değildir. Mutlak varlığımızı ve daha iyi bir dünya için umutlarımızı tehdit edenler aslında içsel zihin dağıtıcılarıdır; zaman takıntısı, hız ve iş konusundaki açgözlülük, insanlara ve değişime yönelik önyargı ve nefret, utangaçlık, ego tatmini, kendi kendine negatif konuşmalar, had safhadaki seçenek sayısı, gelecek takıntılarının yanı sıra geçmişi eşeleyip durmak ve bu inançları sürdürebilmek için yoğun olarak çalışmak. Bütün bunlar bizim birbirimizle bağ kurmamızı, birbirimizi anlamamızı ve uyum içinde yaşamamızı tehlikeye atan kuruntular ve asıl içsel sessizliği bozan gerçek gürültülerdir. Fizikteki gürültüden kurtulmak için pencereleri, kapıları kapatabiliriz ama ya içerdeki gürültü ne olacak? En  çok rahatsız eden de o değil mi?

  Medyanın ve teknolojinin getirdiği gürültü ve zihin dağıtıcı özellikteki etkileri bizlere her gün yeni sorular sorduruyor. Kimim ben? Medya maymunu mu? Tüketim psikolojisinin bir kurbanı mı? Yoksa kendim olmaya ama öncelikle insan olmaya çalışan biri mi? Bazen dış gürültüler kendi içsel gürültü düzeylerimizle kıyaslandığında oldukça sessiz görünmektedir.

  Eğer her gün ilişkide bulunduğumuz kişilerin beynine bir ses verici sistemi kurulabilseydi ve bu, özellikle de onlar bizi dinlemeye çalıştıklarında yapılabilseydi zihinlerinden çıkan sinyallerin negatiflikleri, kaos ve gürültünün yüksekliği, sorgulamaları, görsel değerlendirmeleri, kendi görünümleri ile ilgili kompleksleri, geçmişle veya gelecekle ilgili düşünceleri ve bazı konularda duydukları korku karşısında şok geçirirdik. Bu durumda da muhtemelen bizimle ve kendileri ile ilgili böyle şeyler düşünen kişilerle beraber olmayı istemezdik.

 

  Karşımızdakini yeterince dinlemiyor oluşumuzun temel nedenlerinden birisi de içsel gürültü seviyelerimizin çok değişken ve rahatsız edecek kadar yüksek olması ve bundan dolayı da diğerlerinin söylediklerini örtmeleridir. Karşı tarafın mesajı bizim zihinsel karışıklığımızın barajını ancak bölük pörçük bir şekilde aşabilmektedir. Tıpkı dışsal karışıklığı (radyodaki frekansların karışmasını) ayar düğmesiyle ayarlamayı öğrendiğimiz gibi, örneğin ailemizin, iş arkadaşlarımızın ve müşterilerimizin mesajları gibi dinlememiz gereken mesajları da ayarlamak bizde bir nevi alışkanlık halini almıştır. Yanlış anlamaya, duyulmamaya ve iyi dinlememeye bağlı olarak çok önemli bir bilgiyi kaçırmak sosyal hastalıkların en önemlisidir. Dinlemeyi geliştirmeye yönelik geleneksel yaklaşımlar genellikle etkisizdirler çünkü bunlar, kendimizi temelde yeniden şekillendirmek yerine yüzeysel özellikleri değiştirmeye yönelik bir bakış açısından meydana gelmektedirler. Eğer dinlememekten kaynaklanan sorunlarımızı sona erdirmek istiyorsak, gerçek kaynağa ulaşabilmek için daha derine inmeliyiz; böylece değişim meydana gelebilir.

  Kişisel ilişkiler, görüşme teknikleri, satış ve müşteri hizmetleri üzerine yazılmış olan pek çok kişisel gelişim kitabı bizlere, iyi dinlemenin kişisel ve profesyonel hayatımızda başarılı olmak için vazgeçilmez olduğunu söylemekte ancak nasıl dinlememiz gerektiğini açıklamamaktadırlar. Daha iyi dinleme konusunda uygun olan ‘nasıl olmalı’ yaklaşımları sizlere listeler dolusu davranış biçimleri sunmaktadır, sanki bir nevi sihir kullanarak bu tekniklere hakim olup onları kendinize katabilirmişsiniz gibi ifadeler kullanmaktadırlar.

  Birçok kişisel gelişim kursunun çoğunun ardından olduğu gibi birkaç gün yeni davranışlara kendinizi zorlamayı deneyebilirsiniz ama bu değişimler için bir temel bulunmadığından dolayıdır ki insanları dinlememeye ve yanlışları tekrar etmeye olan eski eğilimleriniz yavaş yavaş tekrar ortaya çıkarlar. Çünkü içerideki asıl gürültücü ses hala susmamıştır ve sakin değildir, bir minik dere gibi yatağında ve şırıl şırıl akamamaktadır.

 

  Oysa dinlemek ve içsel yalınlığı yakalayabilmek özel bir haldir ve bunu öğrenmek de diğer tüm Bireysel Gelişim uygulama alanları gibi çaba ister, emek ister, okumak ister, çalışmak, üzerinde derin düşünmek ister. Dinlemek üzerine yoğun düşünmek ve onu bir zen uygulaması gibi ele almak için başvurabileceğimiz kaynaklar elbette ki var!….                                                                                                                                               

(Dinlemenin Zen’i  RM yayınları)

 

YAŞAMIN AMACI

YAŞAMIN AMACI

  Yaşamın amacı nedir, diye düşündüğümüz oluyor mu? Neden yaşıyoruz? Biz kimiz? Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz? Yetmiş veya seksen yıllık bir ömür; kendimizi, varoluşu ve evreni anlamak, onun yasalarını uygulamak için yeterli mi? Tüm bu soruların yanıtlarını arayan insanlar; kendilerini tanımak ve yaşamların hedefine ulaşmak için belli bir çaba içindedirler ya da varlıklarının derinliklerinde bazı kıpırtılar ve uyanışlar başlamıştır.

  Yaşamın amacı olgunlaşmak,doğa yasalarını anlamaya ve uygulamaya çalışmak ve hedefe varmaktır. “Ben yaşamımın hedefini bilmiyorum ki.” demeyin; aslında iç varlığının derinliklerinde herkes hedefini bilir. Hedefimiz; astrolojik doğum haritamızda da görüldüğü gibi doğarken hazırladığımız yaşam plânımızın gerçekleşmesidir. Yaşam plânımız önceden, yine bizim tarafımızdan tespit edilmiştir ve gerçekleşmek ister.

  İnsan, yaşam plânının dışına taşabilir mi? Bu pek mümkün değil, ama sık sık yan yollara sapabilir ya da yol ayrımlarındaki levhaları görmeyebilir. Oysa yol ayrımlarındaki levhalar ve oklar bize pek çok gerçeği ifade eder. Varoluşun ardı arkası kesilmez, dönüşümleri ve değişimleri, sanki kulağımıza evrenin en büyük sırrını fısıldar gibidir: “Kozmik süreç içindeki rolünü unutma. Sen bir enerji dönüştürücüsüsün. Tinin senin aracılığınla evrenin yenilenmesini sağlıyor, tüm varoluşun değişimine sen de kendi ölçün kadar katkıda bulunuyorsun."

ESKİ BİR TAPINAK YAZITI

Gürültü ve patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun,

Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.

İçten ol; telaşsız,kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver.

Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü,dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.

İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki,

başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.

Unutma; insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsalda tek bir kum taneciğinden fazla değildir.

Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir.

O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et.

İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.

Bazı idealler o kadar değerlidirler ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.

Bu dünyada bırakacağın en değerli miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

Yapamayacağın şeylerin yapacaklarını engellemesine izin verme.

Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla.

Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.

Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır.

Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içine ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu.

Öyle bir ömür geçir ki,herkes ağlasın öldüğünde,sen mutlulukla gülümse.

Sabırlı, sevecen,erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin.

Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen,

Dünya insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.

Xantus İ.Ö 9 YY

İÇİMİZE BİR YOLCULUK 

  Aydınlanmaya doğru giden yol üstündekiler GERÇEĞİ arayanlardır. İstenen sonuçlar, bireysel gelişime ve aydınlanmaya yönelik psikolojik sonuçlardır. Demek ki, bu yolculuğu coğrafi ya da fiziksel bir yolculuk olarak kabul etmemeliyiz.

   Kendini Bil
  Dünya kuruldu kuruldu kurulalı bize tüm öğretiler tek bir şey söylemiştir: “Kendini Bil !” Kendimizi bilmek konusu çok ıstırap verici ve bizi istemediğimiz yönlerimizle ama aynı zamanda da Tanrısal olan yönümüzle karşılaştıracağı için, içsel yolculuk sanıldığı kadar kolay bir yol değildir. Eğer dürüst, özü sözü bir, olduğu gibi görünmekten korkmayan biriyseniz ve dürüstlük adına da çok katı kalıplar oluşturmadıysanız işiniz kolay. Ama gerçeklerle yüzleşmekten korkan, kendine oyalayıcı yalanlar söyleyen bir yapınız varsa, size bir süre bu yolculuğu ertelemenizi yada konuyla ilgili hiç olmazsa entelektüel düzeyde ciddi bir eğitim almanızı öneririz. 

  Yaşam bir süreçtir
  Yaşamdaki her şey bir süreçtir, yaşanır, bilgisi alınır ve form değiştirir. Ya da bir ömür boyu sürebilir. Bu süreçlerin sahibi biz değiliz. Yaşam onları önümüze getirir, yaşarız. Olayları yaşarken, hangi yanımızı eğittiğini, hangi yönümüzü genişlettiğini, hangi yönde bizi derin bir şekilde bilgilendirdiğini fark etmeye ve BİLEREK yaşamaya çalışırsak, o kadar uyanık, bilinçli, farkındalık dolu bir yaşamla iç içe akarız.

  Uyanıklık bilinci
  Uykumuz inanılmaz derecede güçlüdür. Genellikle, uyanık olduğunu zannedenlerde, ‘uyanıklık’ bilincinin derin uykusunda yine uyumaktadırlar. İnsanın bu derin uykusu ile bilgi veren en sağlam kaynaklardan biri de, Gurdjieff’in kitaplarıdır. İlk okuduğunuzda çok rahatsız olsanız da, daha sonra onun gerçekçiliğine hak verdiğinizi göreceksiniz. İçsel Yolculuk yapmak isteyen bireylere söylenebilecek tek bir şey var. Yaşanan olayları , iyi-kötü diye ayırmadan, bize ne söylemeye ya da hangi yönümüzü değiştirmeye çalıştığının farkında olmak, yani bilinçli, uyanık ve objektif yaşamak…

  Uykudan Kurtulmak
  Hepimizi içine alan tüketim toplumu olmanın ve medya ve reklamların çok etkisinde kalmanın ya da birbirimizle acımasızca yarışmanın yarattığı bu ortak uykudan kurtulabilmek için birkaç ilkesel yol elbette ki vardır. İnsanın zihninde canlandırma kapasitesi iki tarafı keskin bir kılıçtır. İnsanoğlunun büyük başarıları bu aracı kullanmıştır ama onu kontrol edememek ve yönlendirememek, ‘örtü’ deki kalın ipliktir. Biz bu yeteneğe ‘düşünme’ deriz. 
  Ama düşünme kavramına dürüstçe yaklaşırsak, eğitilmemiş bir düşünce gücü, bizi tahrip etmeye yönlendiren bir canlı bomba gibide olabilir. Daha da kötüsü, sürekli evhamlı, kuruntulu, takıntılı, rahatsız edici şeyler düşünerek, daha doğrusu üreterek, kendi içimizde bir kaos ve korku bütünü de oluşturabiliriz.
  En sade deyimiyle, korku ve endişe, bizim
‘An’ı yaşamamıza, ‘Şimdi’yi deneyimlememize ve şimdinin getirdiği bilgileri almamıza engel olur. Çevrede çok farklı olaylar olup durur ama biz kendi kurduğumuz, illüzyon dünyasında, sık sık da kendimizle konuşarak, günün gerçeğini deneyimleyemeyebiliriz.
  Sık sık geçmiş ve gelecek hakkında düşünür, geçmişe üzülür, geleceğe de endişe ile bakarız. Bazılarımız bunu abartarak, yaşamı kendilerine zehir bile edebilirler. Bilincimiz geçmiş ve gelecekle çok meşgul olduğunda daha yüksek titreşimlere uzanmak mümkün olamaz.
  Beyin bir alıcı-vericidir. Korku ve endişe. Beyinin bu alıcı-verici fonksiyonunu bozar. Düşünce dünyasında  sık sık  geçmiş olayların anılarını bir film gibi oynatırız. Bunu her yapışımız, bizi şimdiden ve andan koparır.

  Aydınlanmak İçin!
  Daha fazla ‘Aydınlanmak’ için an içinde daha fazla yaşamak, yüksek titreşimlere karşı daha hassas olmak, geçmiş ve gelecek hakkındaki düşünme alışkanlığımızı terk etmemiz gerekir. Eğer uyanmak için güçlü bir arzunuz varsa, zihnin filmlerini oynatmayı durdurun. Eğer böyle bir arzunuz yoksa filmlerin tadını çıkarın.  İyi seyirler…                                                                                  

Internet Gurdjieff say. Derleme

GÜNLÜK YAŞAMDA RUHSALLIK

David Spangler
Çeviren: Işık UÇKUN

   Bana kısa bir süre önce yazılan bir mektupta “Günlük yaşamda ruhsallığın yararı nedir? Bunun bize dünyasal sorunlarda nasıl bir yardımı olabilir ki? Bizim eyleme ihtiyacımız var, meditasyona değil” denmişti.
  Bu alışılmadık bir soru değil. Her zaman olmasa bile çoğu zaman ruhsal öğretmenler bunu zaman zaman sormaktadır. Bu yersiz bir soru da değildir. Bizler her şeyden önce pratik bir türüz ve yalnızca her şeyin nasıl işlediğini değil, bizim için nasıl işlediğini ve bundan bizim yararımızın ne olduğunu da bilmek istiyoruz.
  Yukarıda bahsedilen soru ruhsallığın hayali bir iş olduğuna dair yaygın bir yanlış anlamanın devamı niteliğinde olurken ve de meditasyon da ruhsallıkla ilgili bir konu olduğundan, sözkonusu soru aslında dünyanın ve diğer insanların iyiliğini gerçek bir önemseme hissini de içinde barındırmaktadır.
  Bu soru aynı zamanda endüstriyel, teknolojik ve güçlü bir materyalist kültürde yetişen, ne var ki iklim değişikliği, nükleer yayılım, zengin ve fakir uluslar arasındaki sosyal ve ekonomik eşitsizliğin artması ile böyle bir kültürün yan ürünü olan ancak tamamen endüstriyel, teknolojik veya materyalist çözümlere yanıt vermeyen terörizm gibi problemlerle karşılaşan insanın yaşadığı zihin karışıklığını da ortaya koyuyor.

  Stres üretmenin kolay olduğu zamanlardayız ve doğal olarak da bu stresimizden mümkün olduğu kadar çabuk kurtulmak istiyoruz, ki bu da hızlı çözümler üretmeyi istemek demek. Teknolojik işlemlerin hızı bir tür sihir gibi hayatımıza girerek bizleri sabırsız, hemen çözüm isteyen, memnun olmak için acele eden kısa süreler içinde düşünmeye alışkın kişiler haline getirdi. Bilgisayarlarımız bir internet sitesine girmek için bizi beş yerine otuz saniye bekletse bunun bizi ne kadar çok sinirlendireceğini düşünün. Ruhsallığa gelince, eğer eğer ben bunu bir haftasonu kursunun sonunda öğrenemez ve yapamazsam bunun faydası ne olabilir acaba?

  Ancak ruhsallık asla kısa dönemli deneyimlerle ya da çözümlerle ilgili bir konu olmamıştır. Ruhsallık, insan deneyiminin ve büyümesinin “uzun dalgasının” bir bölümüdür. Bir başka deyişle bu, çözümlerle değil ama çözümlere ulaşma işlemiyle, nasıl düşündüğümüzle, nasıl hissettiğimizle, nasıl gördüğümüzle, nasıl bütünleşebildiğimizle ilgilidir.
 
Ruhsallığın “yapmaktan” çok “olmakla” ilgili olduğu düşüncesi yaygındır. Ancak bu oldukça yapay ve konuşulanlardan etkilenilerek ortaya çıkan bir ayrım. Ben bir eylemde bulunduğumda bunu kendi varlığımla yaparım ve eylemde bulunabilirim çünkü bir varlığım var. Ama aynı zamanda şunu da söyleyebiliriz; bizler eylemlerimizle varoluruz ve o varoluş da kendi başına bir eylemdir.

  Ben enkarnasyonu, dünya ile olan ilişkimizde ve onunla bütünleşmemizde süregelen bir “irade” eylemi olarak düşünüyorum. Dolayısıyla ruhsallık “olmakla” ilgili olduğu kadar “yapmakla” da ilgilidir. Aslına bakarsanız, ruhsallığın ve ruhsal uygulamaların varolmanın ve yapmanın görünüşteki ayrılıklarını aktif bir varoluş bütünselliğinde birleştirmesiyle ilgili olduğunu söyleyebilirim.

  Bir grup insanın bir odada elsanatlarıyla ilgili bir proje için bir araya geldiğini düşünün. Kimi örgü örüyor, kimi dantel örüyor, kimi iğne oyası yapıyor ve kimiyse dikiş dikiyor. Bunların her biri ayrı işler ve özel beceri gerektiren, birbirinden ayrı sanatlar ve her biri yapmanın farklı birer şekli. Ama bu işlerin her biri el ve göz koordinasyonu ve el işini etkileyen ince kasların hareket kabiliyetini gerektiriyor.
  Eğer beceriksizsem hangi sanatı yapmaya çalıştığım fark etmez, sonuçlar en iyi ihtimalle alelade olacaktır. Hatta tamamen başarısız bile olabilirim. Ama pratik yaparak, örgü şişlerini, tığı ya da iğne-ipliği ustalıkla kullanmak için gereken kas hareketlerine ve koordinasyona hakim olabilirim. Yaptıkça, yaratmaya çalıştığım örneğe; ki bu bir kazak, resim, elbise ya da bir yorgan olabilir, daha da fazla konsantre olurken, parmaklarımın doğru işi yapmasına giderek daha daha da az konsantre olabilirim.

  Bu örnekte, ruhsallık örgü örmek veya dikiş dikmek gibi bir teknik olarak değil, bütün bu el sanatlarının uygulanmasını mümkün kılan el-göz koordinasyonu ile ince hareket kasları becerisi olarak görülmelidir. Başka bir deyişle, ruhsallık mecazi olarak bu sanatların yapılabilmesini mümkün kılan ve işin içinde gizli olarak bulunan beceridir, sanatın kendisi değildir. Ruhsallık iyi uyumlanmanın eşitidir denilebilir. Bu, o anda parmaklarımın doğru işi yapabilme yeteneğidir. Bu, ördüğüm örgünün veya diktiğim dikişin karşılığını veren doğru eylemin “el alışkanlığı”, birlikte çalıştığım “daha büyük bir örnek”, elsanatının ruhu ve bu sanata katılmaktan ötürü duyduğum sevinç denilebilir.

  Peki günlük yaşantımızda ne anlama geliyor? “Ruhsal” olarak adlandırdığımız nitelikleri veya eylemleri düşünelim. Bunların ortak noktaları neler? Sevgiyi, şefkati, korumayı, affedici olmayı, barışçı olmayı, bütünselliği, uyumluluğu düşünün. Bunlar ne yapar? Bütün bunları “Ben/el” koordinasyonu olarak düşünün, yani, “ben kendi dünyamla nasıl uyumlanır, bağlantı kurar ve bütünleşirim?...” Sevgi dolu veya şefkatli olmak beni hayalci biri yapmaz. Bu bana iletişim, işbirliği, anlayış ve itibar sahibi olabilmek gibi insan ilişkilerimle ilgili becerilerimde gelişme sağlayacaktır. Ruhsal yeteneklerin herhangi biri insan kumaşını daha yakından örmeme veya dikmeme olanak sağlar.

  Ayrıca eğer kendi içimde huzuru sağlayabilmişsem, insanlığın ve kutsal olanın daha geniş modellerine, etrafımdaki her şeyin ve dünyanın bütünselliğine odaklanabilme yeteneğim, parmaklarımla belli bir tekniğe hakim olmaya çalışmaya odaklanabilmeme göre daha gelişmiştir.
  Pek çok gezegensel sorunla karşılaştığımız kesinlikle söylenebilir çünkü dünya, doğamız, insanlarımız gibi konularda “beceriksiz” kaldık. Uyumlu değiliz. Her yerde kaçan ilmekler, kopan iplikler, kaybedilen bağlantılar ve bozulan modelleriz. Hayatın beceriksiz arayışçılarıyız.

  Ruhsal uygulama ve teknikler; meditasyon ve duadan ritüele ve *tefekküre (*derin düşünme), uyumlanma becerimizi geliştirebilmemiz için gereken parmak egzersizleridir. Sevgi uyumlandırır. Huzur uyumlandırır. Şefkat ve affedicilik uyumlandırır. Bunlar iyi insan ilişkilerinin ince hareket kasları becerileridir. Doğayla ahenk yaratmak uyumlandırır ve bu iyi çevre ilişkilerinin ince hareket kasları becerisidir. Evet, kişi sadece parmak egzersizlerini yaparak kaybolabilir ve asla iğne ipliği eline almayabilir. Ama basitçe eylemde bulunmaya çalışmak; daha çok dikmek, daha çok örmek, daha çok tığ işi yapmak; daha çok uyumlanamıyorsak sorunu çözmeyecek, aksine zaten var olan sorunumuzu daha da karmaşık hale getirecektir.

Yayın Tarihi: 19.Kasım.2007

Mutluluk

   Mutluluk insanın gölgesi gibidir; 
   Ne kadar kovalarsan o kadar kaçar
.
 
 Mutluluk eğer aranmakla bulunamayacaksa, mutluluğu başka nasıl edebiliriz sorusu hepimizi sık sık motive eden temel ve haklı bir sorudur. İsteriz ki, dışsal olaylara bağlı kalmadan, bireyin doğasına ait acı ve sıkıntılardan etkilenmeden bütünsel bir mutluluk yaşayalım ve o hiç bozulmasın. Peki bu mümkün mü? Bilgeler mümkün olduğunu söylüyorlar. Öyleyse ‘Nasıl mümkün’ sorusunu sorarak araştırmaya başlayalım.

 “Hem hüzünleri  hem de sevinçleri kapsayan, tüm çehresiyle yaşamı olumlayan ve varoluşu kabullenişten kaynaklanan ruhsal bir algılama ve uyum içindeki insana mutlu” deriz ama birkaç sözcükle sade bir şekilde yapılan bu tanımların ardında, ‘Ruhsal Bir Yaşam Felsefesi’ saklıdır. ‘İster dolaylı isterse dolaysız yoldan mutluluğu aramayan insan onu zaten elde etmemiş midir?’ Diye sorabilirsiniz. ‘Onu arayanlar asla bulamayacaklardır’ sözü, ‘Onu elde edenler aramazlar’ ya da ‘onu elde edemeyenler ardından gider ve bulamazlar’ demeye gelmiyor mu? Başka bir deyişle, mutluluk sizin sahip olduğunuz ya da olamadığınız bir şeydir; eğer yoksa, tümüyle denetimimiz dışında kalan bir hayrı beklemeye benzer.

  Mutluluk-Bütünlük-Uyum
  Mutluluk, bütünlük, uyum ve birlik duyumu; yalıtılmış olma duygusunun aslında bir yanılsama olduğu gerçeğinin anlaşılmasıyla ortaya çıkar. Kendini ayrı olmakla duyuran bireysel şuur, tüm şeylerin görünüp ayırt edildiği evrensel ve bölünmez ‘Gerçeklik’le özdeştir.

 “Mutluluğun anlamı; yaşadığımız her şeyi kendi hayrımız için kabullenen, ne olduğumuz, ne hissettiğimiz, şu an ve her an ne bildiğimiz, ne anladığımız, ne uyguladığımız hakkında bilinçli bir kontrol sahibi olan kişinin, iyi-kötü ayrımı olmaksızın, ‘yaşamı tümden kabullenişidir.” Bu kabullenişte, hep mutlu olmak arzusu yoktur. Bazı günler ve bazı olaylar, mutsuzluk ve acı getiriyorsa, öğrenilecek yeni deneyimler adına onları da şikayet etmeden katlanma gücünü gerektirir.

 Ancak aradığın an yitirirsin
 Ne elinde tutabilir ne kurtulabilirsin.
 Bunları yapmadığında kendi yoluna gider,
 Sen sustuğunda o konuşur,
 O konuştuğunda sen susarsın.

  Yeni Bakış
  Bu Vedanta’lardaki, ‘Her şey Brahman’dır’ demek gibidir. Tüm evreni nasıl ‘Herşey Brahman’dır diyerek kabulleniyorsak, iyiyi-kötüyü, siyahı-beyazı, mutluluğu-mutsuzluğu da öyle kabullenirsek, ‘Değişim’ ya da diğer adıyla, ‘Yeni Bakış’ başlar. Mutluluk olgusunun püf noktası bu ‘Kabul’de saklıdır. Yaşamı tüm getirdikleri ve götürdükleri ile kabullenme gücü. Başka bir deyişle, biz her an yaşadığımız biziz, bundan başka bir gerçek ve olasılık yoktur. ‘An’ bilgisi de aynı kapıya çıkar. An’ı yaşarken olayların akışına göre yaşamımızı yönlendirdiğimizden, bu olayı beğendim de ötekini beğenmedim dememeyi öğrenmeye çalışırız. Japonların ‘İkebana’ adını verdikleri çiçek ve bahçe süsleme sanatında bilgeliğin bu büyük gizi vardır. Japonlar hiçbir dal kötü, çirkin diye bir köşeye atmazlar. Mutlaka ‘Bütün’ içinde ona da uygun bir yer vardır diye düşünürler. Önemli olan bu uygunluğu bulmak ve onu yerli yerine yerleştirmektir.

  Bilgeliğin ilk şartı
  Bu yüzden bilgeliğin ilk şartı, boşu boşuna başka bir şey olmaya çalışmaktansa ne olduğumuzu kabullenmekte saklıdır; çünkü insan kendi ayaklarından kaçamaz.Kendi ayaklarınızdan kaçamıyorsanız,onların ardından da koşamazsınız demektir. Eğer gerçeklikten, şimdiki zamandan kaçış olanaksız ise, onu kabullenmek ya da göğüslemekten başka çare de yoktur.Mantık çerçevesi içinde kuru sözcüklerle çok kolayca söylenen, ‘yaşamı tümüyle kabullendim’ sözü hiçbir anlam ifade etmez. Bu sözün uygulaması söylendiği kadar kolay değildir. İşte bu ince nüans, bu tip ruhsal kökenli bilgilerin derin ve gizemli  anlamlarının satır aralarında saklı olduğunu belirtir. Bilirsiniz satır aralarında, üzerine sözcüklerin basıldığı ‘boşluk’ vardır. 

  İnsanın derin varlığında mutluluk kavramına nötr olabilmek için; kabulleniş ya da benimsemenin desteklenmesi, ruhun erdemlerinin ortaya çıkması  için fazlalıkların boşaltılması, terk ve egonun eğitimi ilkesi vardır. Doğada hiç boşluk yoktur ama insan dünyadaki kimliğini, bireyselliğini fazlalıklardan boşaltmalıdır.

 Ben o bildiğim şey değilim,
 Ben de bilmiyorum neyim?

 Bir nesne mi, Hayır o değil,
 Bir noktacığım ve daireyim.
 Bazen çıplak, bazen çılgın
 Şimdi bir bilgin, şimdi bir aptal
 Dünyada böyle çıkar
 O özgür insan!

  İç Evren ve Üstün benlik
  Ruhu evrenle kusursuz bir uyum içinde olan bir bilgenin yaşamını incelemek ve onun yaşadığı iç huzurunu, sükuneti yaşamak hepimiz isteriz. Ve bize öğretilmiştir ki, “En Yüce Mutluluk Birey ile Üstün Benlik Arasında yani İç Evrende bulunur.” Öyleyse bu sözü edilen ‘İç Evren’e ya da ‘Üstün Benliğin Bilgeliği’ne ulaşmak için çok uğraşacağa benzeriz.

  Günümüz insanı kendi sınırlı benliğiyle öylesine özdeşleşmiştir ki, onu bu özdeşleşmeden koparmak pek mümkün olamamaktadır.Yeni bir anlayışın, yeni bir bakışın, yeni bir algılamanın yaratılabilmesi için de sık sık şoklarla karşılaşmamızın gizli amacı budur.  Mutluluk-mutsuzluk eşiğini aşmaya çalışan bir insan şok edici olaylar karşısında şikayet edip derhal eski duruma bir an önce dönme çabası göstereceğine kendisinde ‘bir boşluk alanının’ yaratılmasına izin verebilirse, ‘Bilgece’ davranmış olur. Bu boşluk alanına “yeni bir anlayış” nüfuz etmeye çalışmaktadır.”

 

   Her kim ki erdemleriyle içinden güzel ve zengin,
O yabancısıdır dışındaki süsün ve debdebenin.
    Bilge kişi felakette ve üzüntüde asla çekmez tasa,
O ricada bulunmaz eğer tanrı onları almazsa...

MUTLULUĞUN ANLAMI YAŞAMA TÜMDEN EVET DEYİŞTİR

  En yüce mutluluk bu dünyadaki her türlü tekniğin ötesindedir. Mutluluk, salt duygusal, zihinsel bir rahatlık ya da esenlik anlamına gelmez. Dahası mutluluk; en derin acılarla da mücadele edebilen ruhun yaşadığı içsel bir duyumdur. Doğu Felsefeleri en yüce mutluluğa, “Tao’yla Uyum, Mokşa, Nirvana” adı verirler. Yani varlığınızın evrenle daha doğrusu önce kendinizle bütünleştiği hissini yaşamak… İnsanın mutsuzluğu, bir bütün olarak, ‘yaşam’ veya ‘gerçeklikten’ ayrı olarak, yalıtılmış bir birey olma duyumundan gelen endişe duygusundan kaynaklanır.

  Mutluluk 

   Mutluluk; bütünlük, uyum ve birlik duyumu, en büyük gerçek olarak; yalıtılmış, bütünden koparılmış her tür yalnızlık duygusunun bir yanılsama olduğunun anlaşılmasıyla ortaya çıkar. Esas olarak kendini ayrı olmakla duyuran bizim şimdiki bireysel bilincimiz, tüm şeylerin birlikte görünüp ayırt edildiği Evrensel ve Bölünmez gerçeklikle özdeştir.

  Yaşamı Onaylamak

 

   Mutluluğun anlamı yaşama tümden evet deyiştir. Başka bir deyişle; Biz her an yaşadığımız biziz ve bundan öte bir gerçeklik ya da olasılık yoktur. Kusursuz insan zihnini bir ayna gibi kullanır. Bilgelik, boşu boşuna başka bir şey olmaya çalışmaktansa ne olduğumuzu kabullenmek demektir; insan kendi ayaklarından kaçamaz. Kabulleniş, insanın kendini kristal küreye benzetmesi ya da iç varlığının aynasında seyir haline geçmesidir de diyebiliriz.
  Kendi ayaklarınızdan kaçamıyorsanız, onların ardından koşamazsınız. Kendi yanaklarınızı öpemezseniz; kendi gölgenizi de yakalayamazsınız. Yaşamı her haliyle sevgi dolu bir anlayışla, masamıza bırakılan bir sepet çiçek, bir ödül ve değerli ama çok uzun da olmayan bir zaman aralığı gibi görebilirsek, ya da bakışımızı değiştirmek, hep şikayet etmek yerine biraz da olayların bize gönderdiği armağanları, çiçek buketlerini görmeye çalışırsak, bir de fark ederiz ki; hiçbir şey de sandığımız kadar zor değilmiş.  Evetin anlamı hayırın varoluşuyla göreceli olarak vardır. Bizim anlayacağımız, tüm evren yaşam doludur ve gerçekliktir. Her şey şimdide yaşanır, andadır ve tümden farkındalıktır. Allan Watts, ‘bu öyle bir gerçeklik ki, satır aralarında gizli. Satır arasında boşluk, hiçlik var’ diyor.

  Kökendeki yönlendirici güçler

 

  Yirmi birinci yüzyıl insanı kendi sınırlı bilinciyle öylesine bütünleşmiş ki, kökeninin altında yatan yönlendirici güçlerin ayrımında değil… Ego kendi içine bakabilse, gerçek doğasının kendisinden daha derin olduğunu, yetilerinin ve bilinçliliğinin bireysel kişilikten daha öte bir kaynaktan türediğini görecektir.
  Ego gerçekte bütünden tam anlamıyla ayrı bir benlik değildir; sade bir anlatımla,
“Ego içsel evrenin bir işleyişidir.” Zihinlerimizi gerçek yalınlığa ayarlayabilirsek, egoyu daha değişik tanımlayabilir, hatta ondan yardım bile alabiliriz. Bazı olaylarda, o konunun his ve istekle ele alınmasında egonun rolü ve faydası büyüktür. Yeter ki, arzumuz, şiddetli isteğimiz bir başka insana zarar vermesin. Kendisi ve toplumunun yararı için büyük işler yapan insanlar, egolarını erdemli kullanan, çok da faydalı insanlardır..

  Değişim fiziksel değil ruhsaldır

  Bizi diri ayakta tutan, anlayışımızı yükselten toleransı arttıran sevgiyi tattıran unsur, ıstırapla mutluluğun bir aradalığıdır. Daha mükemmel olmak isteyen insan ıstıraptan kaçmamalıdır. Istırap aynı zamanda, insan varlığının olayları sentezleme gücünü ifade eder. Eğer mutlu olmayı hak ettiğimizi düşünüyorsak bizi zorlayan, takatimizi en üst limit sınıra getiren olaylardan kaçmamalıyız. Değişim asla fizik başkalaşım değil önce ruhsal başkalaşımdır. Istırap veren olayların üzerinden ıstırap zarını çıkarırsanız altından olgun mutluluk ve gelişim meyvesi çıkar.

  Hazla mutluluğu karıştırmamak

  Tüm hazlar geçicidir. Hazların tadını çıkarmanın sırrı, her zaman nerede durmak gerektiğini bilmede yatıyor. Bu dünyada yaşarken, zevke ve acıya karşı eşit şekilde olumlu ve yapıcı bir tutum almak, mutluluğu ve özgürlüğü öğrenme yetimizi arttıran en önemli yöntemdir. Sorunun çekirdeği yaşamın karanlık yüzünün kabullenilmesinde, ama pasif değil yaratıcı bir kabulleniş. Çünkü yaşamın kendini dışa vurum biçimlerinde; hastalık, acı, ölüm, çılgınlık ve insanın bilerek ya da bilmeyerek yapabileceği her şey ve korkularımız var.
  Nasreddin Hoca’nın Paradoksu
  Paradoks sadece dikkat çekmek için baş aşağı duran gerçektir. Kimi gerçekler farkına varılmadan önce baş aşağı durmak zorundaydılar. Gündelik akışı içinde öyle yalındırlar bir türlü onları algılayamayız. Aynadaki yüzümüz bir örnektir. Gözlerimiz kendi gözlerini göremezse, gözlerin yardımıyla bakan bir şey de kendini o denli gözlerini göremezse, gözlerin yardımıyla bakan bir şey de kendini o denli az görebilir.  Bir gün köylüler, kasabanın üzerindeki siyah kaya yığınını sormuşlar Nasreddin Hoca’ya, ‘şu siyah kaya yığını nedir,’ demişler. O da, ‘bostan kuyusudur’ demiş. Köylüler, ‘aaaHoca olur mu öyle şey, bizim bildiğimiz kuyular yerin içine doğrudur, dışa doğru kuyu olur mu?’ demişler. Hoca’da, ‘içini temizleyip kurusun diye, böyle, onların içini dışına  çevirmişler, arada bir herkesin tersini çevirmede yarar vardır’ demiş…Tersine çevrili kuyu insanın bilinmeyen iç dünyasından başka nedir ki?

  En yüce mutluluk tinsel (ruhsal) yaşantıdır
  En yüce mutluluk ruhsal yani tinsel yaşantıdır. Kişinin kendi benliğinin eksiksiz bir Birlikle; yaşamla, evrenin benliğiyle ya da adlandırılabilecek her türlü ilkeyle uyum içinde olduğunu fark fark etmesini sağlayan derin bir iç özgürlük duyumudur. Bu tip bir iç özgürlük “farkındalıkla” başlar. Önce kendimiz, çevre, dünya, evren diye mikrodan makro ya uzanan, bir yolculuktur bu…
  Evrenin bütün gücü, ne denli küçük ve önemsiz olsa da, insanın her düşüncesinde ve eyleminde kendini gösterir. Aslında tüm insanlar bu gerçeği yaşar. Ama yalnızca ruhsallığı yaşayan insan; onu tanır ve anlayışıyla yaşamına bir nitelik kazandırır. Yaptığı her şey tuhaf bir canlılık taşır. Dış görünüşüyle hep aynı şeyi yapıyor gözükse bile yapıla her seferinde yeni bir anlam taşır. Yeni bir anlama bürünür.

 

  Vedalar Diyor ki;
   “Brahman Sonsuz olan ’dır. Ruh, Bilinç ve Zihin’dir. Yaşam ve düşlerden oluşmuştur. Yeryüzü ve sulardır. Işık ve karanlıktır, arzu ve huzurdur, öfke ve sevgidir. Erdem ve zaaftır. Tüm bunlara yakın şeylerdir. Tüm bunlardan uzak şeylerdir. Bunların tümüdür.”

YAŞAMIN KÜÇÜK MUCİZELERİ

  Genellikle kendimizi günlük yaşamın karmaşasına öyle kaptırıyoruz ki, yaşamın bizim için hazırladığı küçük mucizeleri fark edemiyoruz. Oysa karşılaştığımız bütün insanlar ve olaylar bizlere, ihtiyaç duyduğumuz mucizeleri hazırlıyorlar.

  Mucize, o süreç içinde duymak, bilmek, anlamak, tanımak ihtiyacında olduğumuz haletler bütünüdür.

  İnsanoğlu çeşitli boyutlar arasında dolaşırken maddî birikimlerini sırtında taşıyamaz, ama haletlerini ve şuur değişimlerinden elde ettiği kıymeti yanında taşıyabilir. Bilgileri artık yalnız ona ait olan sonsuzluk ışıklarıdır.
  İşte bugünlerde karşınızda duran bir insan, olay, algı ya da bilgi... Ona dikkatlice bakın. O yaşayan bir mucize. Sizinle karşılaşmak ve bu karşılaşmanın hakkını vermek için sessizce bekliyor. Sizden yepyeni bir anlayış, sabır ve önyargısız bir ilgi bekliyor olabilir. Bizler sonsuzun çocuklarıyız. Hiç kimseye ve hiçbir şeye ait değiliz. Tıpkı çalışkan bir arı gibi, o olayın derinliklerine nüfuz ederek, balını, yani bilgisini alıp ve yine fazla oyalanmadan uçup gidebiliriz.

Nereye mi? Yeni bir mucizeye…

  Önyargısız, sevecen, anlayışlı ve insandan yana bir bakış açısı, karşımıza çıkan olayın bize çok gerekli olan bilinmeyen bir yönünü, âdeta küçük bir mucize gibi gösterecek ve bize armağanını sunacaktır. Karşılaştığımız insanlara önyargısız, anlamaya çalışan bir ilgiyle bakmalıyız.

 

  Her insanın “Birlik Prizmasından Kendi Rengine Göre Yansıttığı” özel bir yönü ve yeteneği vardır. Siz onun bu farklı yönünü algılayıp fark ettiğiniz anda, algılama kapasitenizin geliştiğini, farkındalığınızın daha da arttığını hemen hissedeceksiniz.

MUTSUZLUĞUN KÖKENİ

İnsanın mutsuzluğu, bir bütün olarak, ‘yaşam’ veya ‘gerçeklikten’ ayrı olarak, yalıtılmış bir birey olma duyumundan gelen endişe duygusundan kaynaklanır. Oysa kendini birey olarak ayrı olmakla duyuran şimdiki bireysel şuurumuz, tüm şeylerin birlikte görünüp ayırt edildiği ‘Evrensel ve Bölünmez Gerçeklikle’ özdeştir.

  Mutluluğun anlamı yaşama tümden ‘EVET’ deyişse, mutsuzluğun anlamı da olup bitene ‘HAYIR’ demekten kaynaklanır. Bu hayırların spiritüel karşılığı dirençlerimizdir. Ego kendi içine bakabilse, gerçek doğasının kendisinden daha derin olduğunu, yetilerinin ve şuurunun bireysel kişilikten öte bir kaynaktan türediğini görecektir.

  Ego gerçekte bütünden tam anlamıyla ayrı bir benlik değildir; sade bir anlatımla, ‘Ego içsel evrenin bir işlevi’ dir. Şuurumuzu gerçek bir yalınlığa alıştırabilirsek, egoyu daha değişik tanımlayabiliriz.
  Bizi diri ve ayakta tutan, anlayışımızı yükselten toleransı arttıran sevgiyi tattıran unsur; ıstırapla mutluluğun bir aradalığıdır. Daha mükemmel olmak isteyen insan ıstıraptan kaçmamalıdır. Istırap aynı zamanda, insan varlığının olayları sentezleme gücünü ifade eder. Eğer mutlu olmayı hakkettiğimizi düşünüyorsak bizi zorlayan, takatimizi en üst limit sınıra getiren olaylardan kaçmamalıyız.

  Ruh ve Madde Yayınlarının Değişime Doğru adlı kitabında ıstırap ve mutluluğa değişim açısından nasıl bakmamız gerektiği hakkında şunlar söylenmektedir: “Değişim asla fizik başkalaşım değil, önce psişik başkalaşımdır. Istırap veren olayların üzerinden ıstırap zarını çıkarırsanız altından olgun mutluluk ve gelişme meyvesi çıkar.
  Uyum ve esneklik süreçlerinin her an hakim olduğu madde aleminde ayakta kalabilmemizde, sonsuz enkarnasyonlar süresince, ulaşılması gereken bir hedeftir. Her merhalenin, her yeni ufkun, ulaşıldıkça genişleyen varlıksal mekanların zaman ve mekan icaplarına uyum sağlamak ve bunun içinde BÜTÜNLÜĞÜN bir bütünleyicisi olduğunun farkına varmadan bir bütünleyici olmak, Bir’lik şuurunun içinde erimektir.
  Birey, toplum ve insanlık olarak; değişim etkilerine, titreşimlerine karşı bir esneklik sağlamak yani tahammül göstererek uyum sağlamak için önceden gerilime muhtacız. Esnekliği arttırmak için gerilmeye karşı denenmek gerekir.  Bu deneme gerilime dayanma, tahammül gösterme denemesidir. Kuşkusuz tahammülün çeşitleri ve bölümleri mevcuttur. Her bölümün baş ve son sınırları vardır.” 

FARKINDALIK

AN'I YAŞAMAK

 İçinde bulundukları anı yaşamaktan korkmayan önyargısız kişiler sürekli hareket hâlindedirler ve devamlı, içsel olarak yer değiştirirler. Anın getirdiği renklerle renklenmekten ürkmeden, gökkuşağının tüm renkleri arasında dolaşır dururlar… Bilirler ki, bizi derinden sarsan bütün olaylar; sadeleşmemize, tortuları atmamıza ve değişmemize yardım eder.
  Değişmeyi arzu ediyorsak, orada bir soğuk ya da hızlı esen değişim rüzgârlarının sarsıntısına izin verebilmeli, hemen, o bildiğimiz eski şartlara dönmek için acele etmemeliyiz. Aslında kişinin bulunduğu anı yaşaması özel bir hâl. Genelde hepimiz ya geçmişte ya da gelecekte yaşıyor, anın getirdiği bilgiyi, olanağı ya da farkındalığı reddediyoruz.

  Çağımızın insanı, anı yaşayamamanın sıkıntısı içinde... Istırap ya da sevinç, hangisi olursa olsun o an, zaman-mekân kesişmesinin bizim için en uygun olduğu an. Sahip olmaktan, sadece “olmak” hâline geçebilmemiz için yaşam bize yepyeni bir fırsat daha sunuyor.
  Oysa biz ne yapıyoruz? Yenilikten çok korktuğumuz ve önyargılardan kurtulamadığımız için çevremizde oluşmakta olan o yeni olaya, gözlerimizi, kulaklarımızı, hatta farkındalığımızı ve algılarımızı kapatıyor, değişmekten korkuyor, bir kaplumbağa gibi kabuğumuzun içine çekiliyor, zaman kaybediyoruz. Kaybettiğimiz zaman da başkasının değil bizim yaşamımızdan eksilip giden zaman…

  Anı yaşamayı başaracak olursak, geçmişteki güzellikler ya da pişmanlıkların geleceğimizi asla etkilemediğini fark edeceğiz. Gelecek için kaygı duymaktan vazgeçersek, bütün dikkatimizi bulunduğumuz “an”a yönelterek, orada bizim için olup bitenleri algılamaya başlayabiliriz. Bu algılama ve farkındalık netleşmesinin bir başka adı da Yaşamak”tır. Geçmiş ya da geleceğin anılarıyla doluyken anı yaşadığınızı iddia edebilir misiniz?

Kaplumbağa gibi kabuğumuza çekilmektense zamanla-yaşamla dansetmek ne kadar keyif verici olmalı!...

KENDİNİ TANIMAK

"KENDİNİ TANIYAN, KOZMİK ve HOLOGRAMİK  ŞUURU DA TANIR"

 

  Gündelik hayatın şuursal bir bütünlük ve farkındalık içinde yaşanması; modern ismiyle, insanın hologramik şuur anlayışını hayatına katması anlamına gelmektedir.
 
Bir hologram filminin koparılmış minicik bir parçasında dahi resmin bütünü vardır. Hologramdaki tüm nitelikler parçada da saklı şekilde bulunmaktadır. Parça ile bütün arasındaki bağlantıyı kuran herkes kozmik şuur hakkında kendi anlayışına göre bir bilgi sahibi olur.Kozmik şuur anlayışına da abartmamak gerek. Biz ne kadarsak, ne kadar bilgi uygulaması yapabiliyor, yasalara ne kadar nüfuz ediyorsak; bizim kozmik şuurumuz da o kadardır…                

  Bu hologramik anlayış kutsal metinlerde, “Biz size şah damarınızdan da yakınız.” veciz ifadesiyle anlatılmıştır. “Sen benim bütünümün içindesin, sen benim parçamsın, senle ben biriz.” anlamına da gelen bu ifade “Sen Tanrı’sın” dememekte, “Sen Tanrı’dansın” anlamında kullanılmaktadır. Bu çok ince ayrım bizlere kıldan ince kılıçtan keskin bir sırat köprüsü hazırlıyor.

  Ruhsal bilgiyle uğraşan, bu konuda çalışmalar yapan insanların sık sık içine düştükleri en büyük bilgi girdaplarından biri de bu Tanrı olmakla, Tanrı’dan olmak arasındaki ince çizgiyi fark edememekten kaynaklanıyor. Bu fark bilgi almakla, bilgiyi yasalara uygun şekilde kullanma hak ve yetkisini kazanmaya benzer. Bilgi almak başka şeydir, kanun koyucu, kanun uygulatıcı olmak başka şeydir.

  Ruhsal organizasyonların izni ve rızası olmadan ne kanallaşmak, ne de bilgi tatbikatları yaptırmak mümkün değildir. Tarih boyunca inisiyatik ekollerin kuruluş nedeni de budur. Bilgi ruhsal bir hiyerarşi içinde kademe kademe indirilir ve merkezî bir noktadan dağıtımı yapılır. Kozmik Şuura ulaştım derken, sınavları ağırlaştırıcı yan yollara sapmamak için iç sorgulamaların büyük bir titizlik ve dürüstlükle yapılmasında büyük fayda vardır.

 Tanrı’yı ve evreni tanımak isteyen insan önce kendini bilmelidir. Ben ve sen ayrımlarımız bir yanılgıdır. Biz büyük bir hologramın minik parçalarıyız ve kâinatın her noktasına uzanabilecek güce sahibiz. İnsan olarak bizi birleştirecek,  arzu edilen birlik ve beraberliği kurduracak tek husus hologramik ruh kardeşi olduğumuzu anlamamızdır.

DUYGULARIN KONTROLÜ

Duyguların kontrolü ve değişim kolay değildir. Herhangi bir stresten veya depresif hâlden anîden kurtulup, bir aydınlanma süreci içine  girmek hepimiz için zaman zaman zordur. Aksine çözmeye çalıştıkça karmaşık olaylar zinciri birbiri ardına eklenir. Oysa bastırılmış, su üstüne çıkmasına dayanamadığımız, yüzleşmekten korktuğumuz bir duyguyu didiklemenin getireceği huzursuzluğu yaşamadan, korkusuzca onunla yüzleşmeden değişim gerçekleşemiyor. Bastırmış olduğumuz herhangi bir duygu ve beraberindeki içgüdüsel dürtülerin bize ait olduğunu, onlardan korkmak ya da kaçmakla bir yere varamayacağımızı, aslında kendi üzerinde ciddî bir çalışma yapmamış bütün insanların benzer duygu ve dürtüleri taşıdığını fark ettikçe huzursuzluğumuz azalabilir, azalmalıdır da… Birbirimizden sandığımız kadar da farklı değiliz ki! Sorunlar belli, ihtiyaçlar belli aslında yapılması gerekenler de belli de…

  Önce bir iç sıkıntısı, huzursuzluk tarzında ortaya çıkan, kendi varlığımızın tanımak istemediğimiz yanları; daha sonra onların da bizim bir hâlimiz olduğu ön kabulüyle biraz yatışır ve bir tür kendini olduğu gibi kabulleniş devri başlar. Bunun ardından da gerçek değişimi başlatacak olan karar alma ve uygulamayla ilgili olan dinamik dönemle karşılaşırız.
 
 Demek ki değişimin aşağı yukarı üç zorlu evresi vardır ve bu evreler tamamlanmadan “değiştim” demek yeni bir kandırmaca ve oyalamaca dönemini başlatmaktan ibarettir. Doğal olarak bir savunma mekanizması tarzında dinlenebilmek ve yeni bir dengeye adapte olabilmek için ara devrelere de ihtiyacımız olduğu da bir gerçek…Burada önemli olan husus kendimizi kandırmamaktır. “Henüz şu yanımı değiştirebilecek gücü kendimde bulamıyorum ama ben bu noktayı gördüm.”  diyebilmek değişim sürecini başlatmak demektir. Modern terapinin tüm yöntemleri bu sade ve basit gibi görünen sözcüğü esas alır. Görmek cesareti ardından değişim arzusunu da getirir. Önemli olan kendimize yalan söylemekten vazgeçmek, kendimizle yüzleşmekten korkmamak…

DUYGULARIMIZI  TANIYOR MUYUZ ?
  İnsan duyuları ve duyguları ile yaşayan bir varlık. Duyu ve duyguları önce tanımak sonra da kontrol etmek yaşantımızın en önemli yönlerinden biri. Bizlerse çeşitli olayların üzerimizdeki yoğun baskısını çözmeye çalışmaktansa genellikle savunma mekanizmaları kullanırız. Eğer savunmaları çok fazla kullanıyorsanız yaşamınızdaki önemli konulardan kaçıyorsunuz demektir.

  Duyguları iyi tanımak için savunma mekanizmalarımızı iyi tanımak gerekir. Savunmalara dayanarak yaşamak, acı dolu anılar ve yaşama küskün olmak duygularla başa çıkmanın tek yolu değildir. Kendimizi suçlu, kızgın veya kırgın hissettiğimiz gerçeğinden kaçmak yerine bu anıları ve duyguları su yüzüne çıkarıp tartmak, neyin  bizi niye üzdüğünü anlamak ve neleri değiştirebileceğimizi görmeye çalışmakla bu sorunların  yarattığı ve acıları azaltabiliriz.

 Newage Psikolojik Değişim Testi
  Savunma mekanizmalarını ne kadar kullandığımızı ölçmek için kendimize bazı testler uygulayabiliriz. Önemli kabul ettiğiniz bir olayınızı bir kâğıda yazın, tepkinizi düşünün, onu da yazın. Daha sonra tepkinizi şu üç soruyla ölçün.

1- Anlattığınız duruma tepki gösterirken neler hissettiniz? Tepkiniz bir duyguyu anlatmak tarzında mıydı?

2- Duruma karşı tepkiniz kızgınlık veya üzüntüyse, bu duygunun ne kadar yeterli olduğunu tartmaya çalışın.

3- Kızgınlığınız veya üzüntünüz kabul edilebilir bir ölçüde mi, yoksa karşılaşmak istemediğiniz daha derin ve daha gerçek bir duyguyu engellemek için mi bunları kullandınız?

  Duygusal savunmaları saptayabilmek için ciddî bir özeleştiri gerekir. Tepkinizin ilk yüzeyini aşıp daha derinlere inmeye çalışın ve buralarda hangi duygular olduğunu keşfedin. Objektif olmak içinse bir başka insanın aynı durumdaki tepkisinin makul olup olmadığını veya bir başka duygunun işe karışmış olup olmadığını düşünün.
  Duygusal savunmalar, altındaki acıyı gizlemek için yanlış bir biçimde ya da saptırarak kullanılan duygulardır. Çoğu insanın başvurduğu sulu gözlülük daha çok aşırı kızgınlığı gizlemek ya da suçluluk duygusunu kapatmak için kullanılır. Öfke ve kızgınlık da aynı biçimde devreye girer.

  Bu psikolojik testler ve kendi iç uzayını araştırma çalışmaları kapsamlı ve derin çalışmalardır. Her zaman tek başına yapılması da mümkün değildir. Çünkü en ufak bir hatamızı kabul etmemek için hiç farkında olmadan çeşitli savunma mekanizmaları devreye sokabilir, bu savunmaları biz bile fark etmeyebiliriz. Tam bir konuyu düşünecekken çalan telefonun sizden önemli olduğunu sanmak ya da yapılacak işlerin çokluğundan şikayet edip, daha dışsal işlere konsantre olup iç çalışmalardan kaçmak gibi…

  Güvendiğiniz bir uzman eşliğinde bu düğümleri çözmek, takıntıları ve eski gereksiz kabulleri aşmak hem daha kolay hem de daha eğlencelidir… 
  Öncelikle terapi, bireysel gelişim, bireysel danışmanlık gibi olguların gerekliliğini ve önemini fark etmeye daha doğrusu hissetmeye başlayarak, yola çıkabiliriz…

New Age adını verdiğimiz yeni çağ anlayışına yakışan bir uygulama…

FARKINDALIK VE DOĞUM HARİTASI

Hepimizin en büyük isteği  dengeli yaşamak, ruhsal ve fiziksel dünyamız arasında bir ahenk kurmaktır. Dünyasal olayların etkisi altında kalmayan, anını yaşayan, çalışkan, neşeli, gülmeyi bilen ama vicdan sesini de duyan; bu coşku ve sevinçle maddî dünyanın gereklerini de yerine getiren bir insan kendi içindeki ruhsallığı ya da Taoistlerin deyimiyle “Sessizliğin Sesini”  ve “Ruhsal Huzuru” bulmuş insandır. Bu dengeyi, bu gerçek iyiye yükselişi sağlayan tek unsur, varlığın bıkmadan usanmadan yaptığı içsel çalışmalardır.

  İnsan, özünde zaten var olan fazilet, erdem ve güzelliklere duyulan sevgiyi yaratıcı hâle getirmek istiyorsa farkındalığını artırmalıdır.

"Farkındalık; sürekli bir kozmik araştırma ve geliştirme içinde kendi varlığını tanıma ve uyandırma çabasıdır."

  Farkına varmayı alışkanlık hâline getirmek gerek. Astroloji ve horoskop adı verilen bireysel doğum haritaları bu farkındalığı arttırmak ve insanı sürekli uyanık tutmak konusunda en iyi yardımcılardan biridir. Olayların oradan buraya sürüklediği kuru bir yaprak değildir insan. O şuursal bütünlüğünü kurmak, şuur alanları arasındaki dengeyi iyi korumak ve ruhsal enerjinin bir uzantısı olarak aldığı  enformasyonları en saf şekliyle ait olduğu ruhsal plâna iletmek için buradadır. Bu, insanın kaba düzeyli enerjileri süptilleştirme, inceltme vazifesidir ve kozmik bir görevdir.

  Farkındalığın artışı kendini tanıma çalışmalarına bağlıdır
  Kendini tanımak ve hatırlamak isteyen insan bir olayla karşılaştığı zaman saliseler arasında gidip gelen bir süre içinde; nerede bulunduğunu, şu anda ne yapmakta olduğunu, neyle meşgul olduğunu fark edebilirse o olaya da hâkim olabilir. Yani gerekli anlarda kendimize soru sormayı alışkanlık hâline getirebilir, iç varlığımıza baktığımız aynayı temiz tutabiliriz.

  Ben şu anda ne düşünüyor, ne yapıyorum? Düşüncelerimle fiillerim arasında bir birlik var mı? Az önce neler söylüyordum, şimdi tam tersini uygulamaya nasıl koyabiliyorum? Vicdanım sustu mu? Kişisel menfaatlerim söz konusu olduğunda hep kaygan bir zemin üzerinde mi hareket edeceğim? Bana neye mal olursa olsun karşımdakinin iyiliği için doğruyu söylemekten neden bu kadar çekiniyorum?
  Şu andaki insanlara bakış açım, onlara ait sezgim, hislerim benim kendi orijinal duygularım mı? Yoksa değer yargılarım ait olduğum aileden, meslek grubundan, eski anılarımdan mı kaynaklanıyor?
  Ben özgün bir biçimde kendi kendime düşünebiliyor muyum yoksa düşüncelerim benim dışımdaki insanların yerli yersiz yargılarından anlayışsızlıklarından, sevgisizliklerinden mi oluşuyor?  

  Bu tip iç konuşmalar bir insanın kozmik bir araştırma içinde olduğunun bir göstergesidir. Kendini tanıma, anlama ve farkında olma çalışmalarına daha derin ve daha kapsamlı bir anlam kazandırmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor. Eğer bu anlayışımızı geliştirebilirsek, gündelik hayatımızı yaşarken bile kozmik bir yapıya, anlayışa ve farkındalığa ulaşabiliriz.

BİREYSEL PLANLAR

Yaşam programımızı başarıyla tamamlamak için tesis etmemiz gereken şuur bütünlüğü çok önemli bir konu. Başarı bütünsel bir bakış ve şuur hali gerektiriyor. İlk konsantrasyon noktamız kendi bireysel planlarımızın yaşama geçmesi yani yaşam programımızın bizim tarafımızdan uygulanıyor olması elbette. Bireyin kendini iç varlığının istediği gibi ifade ediyor olabilmesi, tanımlanamayacak bir vicdani rahatlığın, huzurun ve yaşama sevincinin  taa yüreğimizin, benliğimizin içinden günlük yaşama akması, bizden taşıp diğerlerini de sarıp sarmalaması gibi bir duygu. Soğuk ve zor bir kıştan sonra ilkbahar sevincini yaşamaya, ağaçların tomurcuklanmasına, çiçeklerin açmasına  benziyor.

  Bir bireysel planın gerçekleşmesine, tek bir kişiye ait bir başarı gözüyle bakmak günümüzün holistik gelişimi ile paralel olarak artık eski bir kavram, bütünsel değil ve insanlık ailesini ilgilendirmiyor gibi gözüküyor. “Onun bireysel başarısından bana ne”  diyebiliriz ama yeni görüş, yeni fizik hatta yeni metafizik anlayışta bir varlığın gelişmesi demek; insanlık ailesinin gelişmesi demektir. Çünkü bu evrende yaratılmış her şey birbirine bağlıdır.

  Atomlarımız birbiriyle etkileşiyor
  En küçücük atom parçacıkları bile birbiri ile etkileşim içinde. Evren canlı, uzay canlı ve bir bütün, hem de birbirinden ayrılamaz bir bütün. Her şeyin gelişimi ve değişimi, bir diğerinin de gelişim ve değişimine yol açıyor.
 
Bu nedenle bizler sanıldığı kadar tekil ve bireysel varlıklar değiliz. Her şey küresel bir etkileşimle, öncelikle de atom altı parçacık düzeyinden birbiri ile etkileşimli ve haberli. Birimizdeki atom altı parçacık düzeyindeki bir gelişim bile, her an nefes almakta olan ve canlı olan evrenin bir başka köşesinde tezahür edebiliyor ve bir etki olarak açığa çıkabiliyor ve bu açığa çıkan etkide başka olaylara neden oluyor.

   Bunlar henüz bizim göremediğiniz ama varolan evrensel zincirler ve bunları görüp hisseden bazı bilim insanları da büyük bir hızla bu yeni köprüleri kuruyorlar ve diyorlar ki: “ Gözle göremesek de bütünsellik içinde her şey birbirine bağlı.”

  O nedenle bir varlığın gelişmesi, enerji düzeyinde yükselmesi, şuur olarak açılması onun tezahür biçiminde farklılıklar yaratacak, taşıdığı enerjisinde moleküler düzeyde değişimler oluşacaktır. Ve bu değişimler temas etmekte olduğu alanlarda farklı açılımlar sağlayarak, yepyeni olayların hazırlanmasına ve böylelikle zincirlerin devamına neden olacaktır.

  Sizin gelişiminiz yanınızdakini de etkiler
  O yüzden birimizin bile gelişmesi çok önemlidir. Çünkü o enerjisi ile diğerlerine temas etmektedir. Sizin gelişmeniz, en yakınınızdakilerin de gelişmesi demektir. İşte bu yüzden yaşam plan ve programları vardır. Bir ömrü beraber geçirdiğiniz insanlar beraber geliştiğiniz ve geliştirmekte olduğunuz insanlardır.Gelişmek ve geliştirmek hepimiz temel ve gerçek sorumluluğudur.

  Elbetteki öncelikle kendi yaşam planımızı gereğince uygulamamız ve onun hakkını vermemiz çok önemli çünkü ilk duyuşta saçma gibi görünse de bizim gelişiminizle insanlık ailesine katkı sağlanacaktır. Bütün, birleşik alan teorisine uygun olarak bundan yararlanacak ve bu gelişmeyi, ihtiyacı olan diğerlerinin de hizmetine sunacaktır. Bu sunum mantal yani düşünsel seviyede ani bir ilham şeklinde de olabilir, kuantum düzeyde bir dalga halinde de olabilir, nasıl gerçekleştiğinin şu an için tam açıklaması yapılamasa da önemli olan ihtiyacımız olan o enerjiyi ve bilgiyi içimizde bulabilmemiz değil mi? Aslında incelenirse kuantum araştırmaları bu çalışma şeklini de gayet güzel açıklamaktadır.
  Günümüz modern bilimi ile özellikle kuantum araştırmaları ile bilimin felsefesini ve bu anlatılanların felsefesini anlamak açısından büyük yararlar vardır. Spiritüel öğretiler der ki:
“Düşüncelerinizden bile sorumlusunuz.” Açığa çıkarmakta olduğumuz enerji alanları biz görmesek de bilmesek de pek çoklarına değmekte, onları da olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir.

  Yaptıklarını başkası için de yapmak, elde ettiklerini fark etmeden dahi başkaları ile paylaşmak evrensel sevginin ve koşulsuz verebilme duygusunun bir uygulaması değil mi?

‘Her şey hepimiz için kimin neye ihtiyacı varsa onu alsın’ duygusundan daha güzel bir duygu ve bir hissediş hali olabilir mi?' 

KENDİNİ TANI

Şifacılık ilk önce kendimizden başlar.

  "Acı anılar geçmişi düzeltmezler. Üzüntü, düşüncenize ışık getirmez. Can sıkıntısı size yardım etme imkanı sağlamaz. Keder ve ıstırap, iç dünyanızı pasifleştirmez. Karmaşa, size doğru yolu göstermez. Eleştiri yalnızlığın sonucudur. Öfke yenilginin arkadaşıdır. Hoşgörüsüzlük, sempatiden uzaklaştırır. Gücenme ve alınganlık sizin zehrinizdir. Olumsuzluğun bu temsilcilerini önleyerek, bilgeliğin ışıklı yoluna çalışarak devam ediniz. "                                                                                                F.C.Xavier’den Andre Luiz

  Kendini tanıma yoluna girmek için öncelikle gevşemeyi, ama gerçekten gevşemeyi öğrenmek zorundayız. Öyle ki, yalnızca bedenimiz değil zihnimiz de gevşesin. Bu tarz bir gevşemeyle daha ileri incelemelerde bulunabileceğimiz içsel boşluğu yaratmış oluruz.
  Çoğumuz gevşemeyi bir koltuğa oturup, ayaklarımızı uzatmak, sadece birkaç dakika için karışıklıklarımızdan kurtulup dünyadan kopmak olarak düşünürüz. Bu şekilde bedenimizi gevşetebiliriz ama zihni gevşetmek, olaylara
VE TÜM YAŞAMA rahat bir bakış oluşturmak bu kadar kolay değildir.
  Zihnimizde, mevcut tüm boşlukları dolduran sürekli bir gevezelik vardır. Bunu durdurmak gerçekten imkansız gibidir ve çabalamaya rağmen zihindeki bu hareket sürer gider. Bu çabalamanın yerine, zihnimizi meşgul eden olumsuz, şikayete yönelik ve yaşamımızı olduğu gibi kabullenmek istemeyen düşünceleri bırakıp; yine bu tip şeyler düşündüğümüzü her yakaladığımızda, gayet yumuşak bir şekilde kendimizi de incitmeden olumsuzların yerine olumlarını koyarak düşünmeye devam edebilir veya zihnimizdeki konuyu değiştirmenin pratik yollarını arayabiliriz. Eğer hiçbirinde başarılı olamamışsak kısa bir meditasyon ve ya da birkaç küçük beden egzersizi ve nefes talimi son derece iyi gelecektir.

  Düzenli pratiklerle, araba sürmeyi veya piyano çalmayı öğrendiğimiz gibi gevşemeyi de öğrenebilir, doğal bir hale getirebiliriz. Gevşemeyi öğrendiğimizde kendimizi bulunduğumuz düzeyde kaybeder, başka bir düzeyde buluruz.
  Bu gevşeme halini başarmak, çabalamak veya kendimizi olduğumuzdan daha yukarıda görmek yerine neredeysek o şekilde kabullenmek çok önemlidir. Bu kabullenme içinde kendimizi, olmayı istediğimiz biçimde değil şu an olduğumuz gibi sevmeyi öğreniriz. Eğer bunu başarabilirsek yani kendimizi yargılamadan sevmeyi ve kabullenmeyi, o zaman başkalarını değiştirmeye çalışmak veya farklı olmalarını istemek yerine onları kabullenebilir ve karşılıksız olarak sevebiliriz.
  Gevşememiz derinleştikçe, beklenmedik bazı deneyimler yaşayabiliriz. Renk, ışık veya sembol gibi vizyonlar görebilir; güzel bir müzik sesi veya içsel sesimizi duyabilir; kendimizi bir sükunet halinde bulabiliriz.

  Hepimizin içinde azıcık da olsa maddesel servet, şan, şöhret ve ün kazanma hırsı olduğundan bu hırsları spiritüel değerler kazanma şekline dönüştürmemeye çok dikkat etmeliyiz. Maddi hırs ve tatminlerin yeri dünya ve madde ortamıdır. Spiritüel ortamda bu hırslar ayak bağı olur ve tehlike oluşturur. Aldatılmaya ve kandırılmaya çok uygun bir zemin hazırlar. Farkındalığı ve uyanıklığı bozar.
  Ruhsal deneyimlerimize büyük bir kudret belirtisi olarak sımsıkı sarılmak, gelecekte çözülmesi zor başka problemleri davet edecektir. Bu yüzden de bu tip çalışmalara başlamadan önce bireyin kendi istek ve arzuları, hırs ve doyum noktaları hakkında bazı temel bilgileri olmalıdır.

  Birey tek başına böyle bir çözümlemeyi başaramayabilir ya da başarsa bile kendinin dışında bir insanın ona destek olmasını isteyebilir. Ve bu istek de aslında sağlıklı bir istektir. Her şeyi tek başına başarma tutkusu bazen yanılgının en büyüğü olabilir.
  Kişilik testleri ve kendini tanıma araştırmaları için deneyimli bir terapiste başvurması ve kendi yaşam organizasyonu hakkında daha detaylı bazı bilgilere sahip olması gerekir ki, doyurulması gereken bir yönünü ya da doğum haritasında da gözüken haklı bir hırsını, spiritüel ortama, ruhsal çalışmalara taşımasın.
  Her çalışmada bir işaret direği, bir merkezi hedef önemlidir. Kendi hedefimize ilerlerken destek ve yardım almamız egomuzu denetlemek ve ben bilirimci tavırlardan vazgeçmek adına iyi bir işarettir.

İÇSEL YOLCULUK

  "Boşluk diye bir şey yoktur, yalnızca ruhsal yaşamın tüm kürelerinin birbirinin içine girmesi vardır. Hepsi bir titreşimdir. Gördükleriniz, hissettikleriniz sizin kendi titreşimlerinizi hızlandırma yeteneğinize,astral veya ruhsal dünyanın titreşimleriyle olan ahenge bağlıdır. İçsel dünyalara girmek için ölmek zorunda değilsiniz."   Beyaz Kartal

  Dünya kuruldu kurulalı, ruhsal eğitim, ruhsal rehberlik, ruhsal yolculuk varoldu ve dünya durdukça da varolmaya devam edecek…   Binlerce yıldır çeşitli Bilgelik Okulları eğitimlerini sessiz-sedasız sürdürüyorlar. Ve o okullarda sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok insan; içsel yolculuğa çıkarak kendilerine özgürlük ve sonsuzluk kapılarını açtı.
  İçsel yolculuk özgürlük kapısına, ölümsüzlük anlayışına ve sonsuzluk algısına uzanan bir köprü gibidir. İçsel yolculuk yapmayı dilemez ve hep görünen dış dünya ile ilgilenirsek, görünenin ardındaki görünmeyen dünya bize kapısını açamaz ki!...

  ‘Ruhsal EğitimverenBilgelik Okullarının ve bilgelerin, koşulsuz sevgiden söz ederken ve sevmeyi öğrenmemiz gerektiğini söylerken, konsantrasyon ve meditasyonu ön plana almaları bu bağlamda oldukça önemlidir. Konsantrasyon, dua ve meditasyon, içsel varlığımızla ve ulaşılabilen diğer şuur aşamalarıyla temas kurma yoluyla zihnin sakinleştirilmesi işlemidir ki, zihin daha geniş algılamalara açık olabilsin.

  Ruhsal Öğretiler bize, elçiliğe ve şefkate giden bir yol olarak yoğun düşünmeyi (kontemplasyon) önerirler.  Yoğun düşünme, kendimizi daha derinlemesine anlayabilmemiz ve iç sükuneti yakalayarak ıstıraplarımızın çözümlenebilmesi için kullanabileceğimiz bir araçtır. Bu yolla içimizdeki ruhsallığı keşfedebilir ve bunu başkalarıyla paylaşma yeteneğini kazanabiliriz.

  Şifacılığı harekete geçirmek istiyorsak önce, hangi tarz şifacılığa yöneleceğimizi saptamalıyız. Eğer sadece kendi enerjimizi bir başkasına vermek istiyorsak fazla bir şeye gerek yoktur. Fakat daha derin ve kişisel olmayan bir seviyeden yardımcı olmayı istiyorsak o zaman kendimiz hakkında daha berrak bir anlayışa ulaşmak ve bu anlayışa giren yolda ilerlemek, çalışmamızın temelini oluşturmalıdır.

  Kendimize ne kadar yardım edebilirsek, başkalarına da ancak o kadar edebiliriz. Eğer kendi içimize bakmaz ve olup biteni sevgiyle kabullenmezsek, bir başkasına hastalığının görünmeyen formlarından kurtulmasında gerçekten yardımcı olamayız. Eğer huzur içinde değilsek, başkalarına huzuru keşfetmeleri için yardım etmeyi bekleyemeyiz. Eğer iç sesimizi dinlemeyi öğrenmemişsek, bir başkasınınkini işitemeyiz.

KONSANTRASYON-MEDİTASYON-YOGA 

 

                           Evrenin yaratıcı güçleri,

                       Sessizliğin içinde yer alır.

                       Kudretin kutsal sözcükleri,

                       Sessizlik içinde yankılanır.

                       Sevgi ve Bilgelik gibi sükunet de dinamiktir.

                       Sükunet gibi bütün ruhsal özelliklerde belirli bir güç yüklüdür.

                       Ki düşünce ve ruhun iç huzuru sağlanmadan bu güce ulaşılamaz

                                                       İki Dünya Arasında Bağlantı/Beyaz Kartal

  Kendi içimizdeki şifacı ile tanışma yolculuğumuz sürerken, pratik uygulamalar için önce gevşeme ve rölaksasyon çalışmaları ile başlayarak, konsantrasyon sağlamayı öğrenir ve meditasyona adım adım ilerleriz. Daha sonra uygulama alanına Yoga girer.
  Konsantrasyon-meditasyon bilmeden içimizdeki şifacıyı dilediğimiz gibi uyandırmak zor olur. Kısa kısa konsantrasyonlar, bir şeyleri harekete geçirir ama kalıcı bir süreklilik için önce bizim zihin hallerimizi dilediğimizde değiştirmeyi bilmemiz ve yeni yaşam bakışının kapısını aralamış olmamız gerekir.
  Gününü sadece dış yaşamın gereklilikleri ile meşgul olarak geçiren birinin kalıcı bir iç yolculuğu yoktur. Özenti ile bin bir patırtı-gürültü arasında bir şeyler yapılır ama asla kalıcı değildirler.

  Meditatif bir duruma geçmeden önce gevşeme zorunlu değildir. Fakat gevşeme, meditasyonun gelişebileceği sakin boşluk halini yakalamamıza yardım eder. Meditasyon sadece gözleri kapatıp huzur dolu hisler içerisinde oturmak demek değildir. Maksatlı bir odaklanma olması dolayısıyla, gevşemenin ötelerine uzanır. Meditasyon, sessiz ve sakin bir zihnin doğal halidir ve ruhsal enerjinin ortaya çıkmasına neden olur.     

 Meditasyon üç aşamada gelişir.

- Konsantrasyon

- Kontemplasyon (Yoğun Düşünce)

- Zihnin ruhsal bütünlüğünü sağladı gerçek meditasyon.

  İlk aşama olan konsantrasyon, gevşeme aracılığıyla gelişmeye başlar. Pek çok konsantrasyon teknikleri vardır ve her birimiz kendimize en uygun tekniği bulabiliriz. Hangi teknik olursa olsun ana fikir, zihne, üzerine odaklanacağı bir obje verilmesi ve böylece normal zihinsel faaliyette kullanılan enerjinin serbest bırakılmasıdır. En yaygın uygulanan metot nefes üzerine yoğunlaşmadır. Tüm yaşam ve her şey nefes alıp vermek zorundadır. Ve nefes alış ritmimiz, evrenin ritmini yansıtır. Zihin odaklanma yoluyla derin konsantrasyon halinde kalabilir. Bu yolla, kendimizi yüksek benliğimizle bir olmuş ve egoist benliğimizin an az derecede bakın olduğu bir konumda buluruz. Zihnimizde bir genişleme olur.

  Özel meditasyon teknikleri kadar vizüalizasyon (göz önünde canlandırma) ve mantra tekniklerinden de söz edilebilir. Yaratıcılığımızı harekete geçiren ve daha kapsamlı bir idrake kapı açan pek çok vizüalizasyon tekniği ve nasıl yapıldığını anlatan kitaplar, kitapçılarda satılmaktadır.
  Zihnimizi sakinleştirmek ve kendimizi daha ileri düzeyde keşfetmek için kullanabileceğimiz diğer teknikler arasında yoga, tai-chi chuan veya dövüş sanatlarını sayabiliriz.

 

  Yoga; birliği, birleşmeyi ve bir olmayı ifade eder. Yoga pratiği içerisinde asanalar veya fiziksel duruşlar kadar nefes teknikleri, gevşeme ve meditasyon da bulunur. Asanalar büyük bir farkındalık hali içerisinde yapılan ağır hareketlerdir ve çeşitli yollarla bedenimizi esnetip kuvvetlendirerek, tüm varlığımızı canlandırırlar.
  Yoga, kendi içinde hastalıkların önlenmesi ve fiziksel, zihinsel, duygusal ve spiritüel sağlığın korunması için komple bir sistemdir.

  Tai-Chi Chuan (Taoist Savaşçı dansı), derin konsantrasyon için bir araç olmak üzere şuurluluk içinde çok ağır bir şekilde yapılan özel duruşlardan oluşmuş, Çinlilere ait hareketli bir meditasyon tekniğidir. Bu teknik, bedeni güçlendirdiği ve harekete geçirdiği gibi, fiziksel ve psikolojik yararlar da sağlar.  

BEKLENTİLER ve ÜMİT

  Kendi hastalıklarımızı kendimizin yarattığını kabul edebilme yeteneği, psişik korunmanın ve şifa tedavisinden neler beklediğimizin tek göstergesidir.
  Pek çok kimse şifadan bir mucize bekler ve bir kerede iyileşemeyince hayal kırıklığına uğrar. Bu tip insanlar mucize tedaviler için büyük miktarda para ve zaman harcayıp, kendi içlerine bakmak için zaman ayırmayanlardır.
  Bu şartlar altında şifacı ne yaparsa yapsın, iyileştirme kısa süreli olacak. Hastanın şikayetleri kısa bir süre sonra tekrar nüksedecektir. Tedaviler yardımcıdır; kesin iyileşmeyi sağlayan şey ise, bizim kendi kendimizi bir psişik koruma içine almamız yani koruyucu kanatlarımızı üzerimize açıp, hastalığın kökeni ile yüzleşme cesaretini göstermemizdir.

  Sonuca ulaşmak, huzur halinin içimize işlemesine izin vermek, sağlığımız için sorumluluk duymaya açık olmak ve bu huzuru sürdürmek için istekli olmak, gerçek anlamda bir insanın kendi kendini psişik koruma altına alması anlamına gelir. Şifanın en ilginç yönü sorunun içsel nedeninin hasta tarafından bilinmiyor olmasıdır. Bu yüzden klasik tıp her zaman başarılı olamamakta, hastalıklar sık sık tekrarlamakta ve müzmin hale gelmektedir.
  20 yada 30 yıl aynı ilaçları kullanmadan bir adım bile atamayan milyonlarca insan yaşıyor çevremizde.  
“Benim şu hastalığım var” diyor insan ve onu iyileşmez olarak kabul edip, ölünceye kadar aynı ilaçları değiştirerek, sürekli almaya devam ediyor.

  İnsanın yapısında ise öyle büyük bir giz ve güç saklı ki, her yaşayan insan, tüm hastalıklarını kendi kendine iyileştirme donatısına doğuştan sahip… Eski şaman kabilelerinde, şaman-iyileştirici bu büyük gerçeği bildiği için, hastalığın kökenini öğrenir ve iyileştirmeyi, o kişinin enerji bedenleri üzerinde yapardı ki, bu tip bir şifa, şifanın özüdür. İyileşmenin öncelikle enerji bedenler üzerinde gerçekleştirilmesi, o iyileşmenin fiziğe çok rahat inmesini sağlardı.
  Ama aynı zamanda hasta ile yüz yüze konuşup, ona bazı ot tedavileri de verip, hangi davranış ve düşünce kalıplarının bu hastalığa neden olduğunu anlatırlardı ki,  şifa almak isteyen kişi, aynı kalıp davranışları ya da düşünceleri sürdürmesin. Hastalığın ona sunduğu bu büyük fırsatı kaçırmasın…

  Bu açıklamalar elbette insanda ve evrende saklı bir potansiyel olarak hep varolan mucizeye karşı değildir. Mucizeler hep vardı, hep var olmaya da devam edecek. Amaç beklentileri her zaman mucizeye yönlendirmemek ama mucizeden ümidini kesmek de hiçbir insana iyi gelmez. Çünkü insan ümit ettiği sürece yaşar.
  Hepimizin karşılaşmayı umduklarımızla ilgili pek çok ümidimiz vardır. Ve o hedefe ulaşmak için de ümitler bize kanat hızı verir. Zaten dikkat edilirse, ümitli insanların olumlu ve çabuk toparlanan kişiler olduğu görülür.

  Mucize iyileşmeler genellikle hasta ilerlemeye gerçekten hazır olduğunda, içsel streslerinden kurtulmuş  olduğunda ve geriye sadece düzeltilmesi gereken küçük bir fiziksel dengesizlik kaldığında gerçekleşebilir. Böyle bir duruma tanık olmak gerçekten de çok güzeldir. Ancak bu çok ender olur.
  Deneyimler bize, böyle ani iyileşmeler olabilse de şifanın akümülatif bir süreç olduğunu öğretir. Bedendeki rahatsızlık, çabucak iyileştirilebilen basit bir baş ağrısı olarak kendini gösterebilir ama derinlerde yatan iç çatışmalarının bir göstergesidir. Fiziksel iyileşme için bu çatışmaların dengelenmesi gerekecektir.

İNSANLAR VE ORTAMLAR İÇİN POZİTİF ENERJİ YARATMAK

  Geçmişte pek çok topluluğun, şamanlar, şifacılar, mistik rahipler ve rahibeler gibi ortamı değiştirme ve ruhsal koruma sanatını bilen ve uygulayan uzmanları vardı. Ama günümüzde bu konulara ilgi duyan ve uygulama yapmak isteyenler de konuyu ciddiye alırlarsa pratik çalışmalar yaparak, konsantrasyonlarını arttırarak ve gevşeme tekniklerini öğrenerek kendilerini geliştirebilir; hem kendilerine hem çevrelerine pozitif enerji üreten bireyler haline dönüşebilirler.
 
Hepsi çok kolay öğrenilebilir metotlardır bunlar. Tabii ki, kısa sürede bir şaman rahibin, bir şifacı medyomun kapasitesinde olmak pek kolay değil ama bireysel olarak kendimiz için günlük yaşamda kullanabileceğimiz tekniklerimiz neden olmasın… Ayrıca bu teknikler büyük bir zaman ve çaba da gerektirmiyor. Onları bir kez anladığınızda yüzmek, bisiklete binmek, dans etmek ya da bilgisayar kullanmak gibi çok doğal olduklarını fark edebiliyoruz.

  Günlük yaşamda karşılaştığımız her sıkıcı durum için; birkaç örnek verecek olursak, kuyruklar, trafik tıkanması, kızgın eş dost gibi sıkışık ve sinir bozucu ortamlarda bu basit sade ve doğal teknikleri kullanarak rahatlayabiliriz.

 Bu aşamaya kadar içimizdeki şifacıyı uyandırmanın moral, etik ve duygusal davranış gibi yönlerini inceledik. Şimdi sıra basit tekniklerde…

 Bu tekniklerle elde edeceğimiz temel beceriler kısaca şunlardır;

  • Rahatsız edici ve gözümüzü korkutucu ortamlarda kendi ruhsal bütünlüğümüzü koruma.
  • Enerjileri ve tavırları bizi etkileyen insanlara ve güçlü saldırgan kişiliklere karşı koruma yöntemleri.
  • Dışsal etkilenmelere karşı bireysel enerji alanımızı koruma.
  • Evimizi, işyerimizi ve özellikle kendimizi psişik olarak temizleme.
  • Hoş olmayan, tedirgin edici bir durumdan sonra o ortamı düzeltme.
  • Bir cisme veya mekana yükleyeceğimiz iyi niyetli ve sevgi dolu bir titreşimi oluşturma.
  • Enerjetik açıdan yararlı olan, pozitif genel bir tavır ve yaşam biçimi oluşturma.

ENERJİNİN KORUNMASI

Pozitif ve Negatif Enerjiler

Bulunduğumuz çevrenin, ortamın, birlikte olduğunuz insanların enerjimizi yani bizi nasıl etkilediğini fark etmişsinizdir ! Bu yazıyı okuyunca, psişik korunma ile ilgili pek çok sorunuza yanıt bulduğunuzu fark edecek ve rahatlayacaksınız…

  Çevremizin ve insanların enerji dengelerimizi nasıl etkilediğini fark etmişsek enerjimizi korumak için birlikte çareler arayabilir ve kendi kendimizin şifacısı olabiliriz. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. İçinde yaşadığımız oda, ev, mahalle, işyeri ve benzeri mekanlardan, birlikte olduğumuz insanlara kadar, dışımızda bulunan hemen her şeyden etkileniyoruz. Üstelik bu etkiler hiç de küçümsenmeyecek boyutlarda olup kimi zaman sempati, kimi zaman antipati biçiminde şuurumuza yansıyor. Yani çok sevinçli bir halde iken birdenbire üzgün ve umutsuz bir hale geçmemiz mümkün. İlk yapacağımız şey çevre etkilerini önemsemek olmalı. Bu uyumsuz enerjileri o an için biz üretmemiş isek bunu dışarıdan almış olabiliriz.
  Evimizin renginden içindeki eşyalara ve yerleşim düzenine kadar  her şey bizi öyle bir etkiliyor ki, ya rahat hissediyoruz kendimizi ya da rahatsız oluyoruz ve bunu mantığımızla da her zaman ölçemiyoruz. Bu konuda destek ve yardım almak mümkün!  Nasıl mı? İçinde yaşadığımız ortama astrangement uygulatarak…

 
ASTRANGEMENT
yaşam alanlarının gökyüzü ve kendi enerjilerimizle uyumlanma anlamına geliyor. Astrangement ile sadece görüntüye önem veren bir güzellik yerine; doğal içsel uyumu, size ait güzelliği yaşamanıza olanak tanıyacak bir ortam yaratıp, evinizi içinden çıkmayı hiç istemeyeceğiniz bir yuva; iş yeriniz ise sizi ulaşmak istediğiniz hedeflere götüren verimli bir ortam haline dönüştürmenize ve kendinizi huzurlu hissetmenize olanak sağlayan, bunu yaparken de sizin doğum haritanızın verilerinden yararlanan bir yeni çağ uygulaması...

  Pozitif ya da negatif enerjilere muhatap olmak; insanın başarısını, sağlığını, ilişkilerini ve aklımıza gelen hemen bütün her şeyi yani bütünlüğümüzü etkiliyor. Sonra, içinde yaşadığınız semt ve birlikte olduğunuz insanlardan aldığınız etkiler sizi biçimliyor, değiştiriyor, rahatlatıyor veya gerilim içine girmenize neden oluyor.
   Biraz duyarlı, biraz kendisiyle ilgili bir insan şöyle düşünüyor; "Bana neler oluyor, ben böyle değildim" diyor. Yahut, "Hiçbir neden yokken neden böylesine geriliyorum" diyebiliyor. Çünkü, düşünerek çözebileceğimiz bir durum yok ortada. Sadece ve sadece oturduğunuz evden, birlikte olduğunuz insanlardan, hatta yaşadığınız apartmanda oturan herhangi bir komşunuzdan bile etkilenebilirsiniz ve bunu düşünerek bulamazsınız. Sizin bilginizin dışında olan ve bilmenize imkan olmayan pek çok etki size kadar ulaşıp farklı bir hal yaşamanıza neden olabilir.
  Mesela, yan komşunuz ya da üst katta oturanlar o gün büyük bir gerilim yaşamış, çok üzücü bir olayın etkisinde kalmış olabilirler ve ailecek büyük bir gerilim yaşıyor olabilir ve sizin bundan zerre kadar haberiniz olmayabilir. Siz ise, gayet keyifli bir gün geçirmiş ve sonrada evinize gelmişsinizdir. Biraz sonra yavaş yavaş gerildiğinizi, hatta neredeyse patlayacakmış gibi hissetmeye başlarsınız ve o dakika "Ne oluyor" diye sorabilirsiniz. İşte bu hal, hiçbir şekilde sizden kaynaklanmadığı halde size ulaşan etkilerin bir sonucudur ve bunu anlamanız mümkün değildir. Böyle bir durumda ya dışarı çıkmalı veya bütün dikkatinizi sevdiğiniz konulara yönelterek dışarıdan gelen etkilere kendinizi kapatmalısınız.


  Bizi sarıp sarmalayan bütün her şey enerjinizi hem azaltabiliyor, hem de yükseltebiliyor. Bunu ayırt etmeye, farkına varmaya başladığınız andan itibaren kendimizi enerji dengelenmesi açısından gözlemlemeyi öğreniyoruz. Fakat neler olup bittiğini anlamak pek kolay olmuyor. Biraz çaba biraz emek istiyor enerjileri dengelemeyi öğrenmek de her konuda olduğu gibi. Yani yaşamı bütünsel bir tablo olarak ele alırsak, tablodaki renkler bazen soluyor, bazen son derece parlak ve güçlü oluyor. Ve sürekli değişiyor. Biçimler değişiyor, anlam değişiyor ama dikkatli bir gözlemci isek, tablonun bütünlüğünün anlamını sürdürdüğünü sevinçle gözlemleyebiliyoruz. Eğer gözlem yeteneğimiz gelişmemişse, ne yazık ki tabloyu oluşturan formlar ve fiziğe bürünmüş enerji bedenler olarak bizler bu anlamın bütünlüğünü oluşturduğumuzu anlamıyor ve boşu boşuna anlam arayışı içine girebiliyoruz, üzülüyor ve zaman kaybediyoruz. “Benim bütündeki anlamım nedir?” sorusu en yorucu sorulardan biri ve bu soruyla başa çıkabilmenin tek yolu, yeni çağ enerjilerine rahat uyumlanmak için bilgilenmek. Durmadan, bıkmadan, usanmadan… Her gün yeniden ve yeni baştan…
  Enerjimiz azaldığı zaman rengimiz soluyor, biçimimiz silikleşiyor. Enerjimiz yükseldiği zaman parlamaya ve belirginleşmeye başlıyoruz. Işıldadığımız zaman kendimizi iyi hissediyoruz. Fakat bunun nasıl olup da değiştiğini anlayamıyoruz. Çünkü kendimizi her şeyin dışında hissederken ve zannederken, bu zan etkisi ile  diğer her şeyden etkilendiğimizi gözden kaçırabiliyoruz.
  Bu durum tıpkı bir rengin yanına başka bir renk koyduğumuz zaman kendini göstermesi veya kaybolmasına benziyor. Baskın bir rengin yanında zayıf bir renk kaybolurken, birbirine yakın renkler ise tek bir renkmiş gibi algılanıyor. Zıt renklerin ise her ikisi birden görünüyor ve dikkat çekici oluyor.
  Her insanı, olayı veya objeyi birer renk olarak düşünecek olursak, bunların birlikteliği sonucunda ortaya çıkan renk ya da enerji, hangisi baskınsa o olacaktır. Bu duruma örnek olarak, yakınlarınızla veya tanıdıklarınızla  ilişkilerinizi düşünün. Örneğin kendinizi düşünün. Biriyle birlikte olduğunuz zaman kendinizi yorgun, halsiz ve isteksiz hissettiğiniz halde biraz sonra karşılaştığınız başka biri canlanmanıza neden olmaktadır. Hatta bu durumu tarif etmek için, "Sen bana iyi geliyorsun" şeklinde duygunuzu dile getirmişsinizdir. Üstelik bu durum sadece ilişkilerinizde değil aynı zamanda mekanlarda da ortaya çıkar. Yani evlerde, işyerlerinde veya herhangi bir ortamda.
  İlk girdiğiniz bir mekanda kendinizi çok iyi hissettiğiniz veya hemen kalkıp gitme isteği duyduğunuz zamanları hatırlayın. Hassas enerji beden, etkiyi alıp hemen oradan uzaklaşmak istemiş olabilir ama biz ne yaparız? Bu doğal içtepiyi ciddiye almaz ve onu klasik toplumsal kurallar adına sustururuz. “Ayıp olmasın şimdi, yanlış anlarlar” der, kendi kendimize şakralarımızın enerji dengelerini bozmalarına izin veririz. Bütün bunlar farkında olmadan meydana gelmekle birlikte aynı zamanda içsel olarak kendinize en uygun olanı duygularınız ve beş duyunun dışına taşan duyularımız yani psi yeteneğimiz  aracılığı ile  ihtiyacımız olanı seçmemize de yardımcı oluyor. Önemli olan duyguları ve duyumları  yakalamayı ve bunlara önem vermeyi öğrenmek.

  Kendimiz için en iyi ve doğru olanı, akıl yürüterek belirleyip yaşamak yerine duygu ve duyularımıza, halk deyişiyle altıncı hissimize önem vermeyi öğrenirsek ve aklımızı bu duyumları değerlendirmek için kullanacak olursak, yaşam enerjinizin yükseldiğini hissederiz. Çünkü kendi rengimize ve enerji bedenimize en uygun olanı, bizi gösterecek ve ışığımızın çevremize yansımasına yardımcı olacak enerjileri seçmemizi sağlayacak olan, içinizden yükselen bu duyumdur.
  İçimizin sesini dinlemek yerine seçimlerimizi sadece akıl yürüterek ve mantık aracılığı ile yaptığımız zaman sağlık sorunları yaşamaya başlayabiliriz. Oysa aklımızı duygu ve beş duyunun dışına taşan duyumlarımız  ile birleştirmeyi başardığımız zaman son derece sağlıklı ve başarılı olabilir, bütünün bir parçası olduğumuzu daha sık hissedebiliriz.
  Bu hissedişlerin kalitesini arttırmak için alternatif tıp uzmanlarına  ve holistik şifacılara göre egzersiz yapmakta oldukça önemli özellikle enerji beden hekimliğinde, egzersizler enerjiyi yükseltiyor ve zihni açıyor.

  Özellikle açık havada veya balkonunuzda, hiç olmazsa açık bir cam karşısında yaptığınız zaman son derece hızlı sonuç alırız. Kendinizi yükselmiş, dinç ve keyifli hissetme gücünüz artar. Kan dolaşımınız hızlanıp beyninize daha fazla kan pompalandığı için zihniniz daha iyi çalışmaya başlar.  Açık havada bol oksijen olduğu için beyniniz daha iyi beslenir. Koşmak ya da yürüyüş yapmak da zindelik için çok gerekli ama trafiğin kilitlendiği caddelerde koşmak, insanı gevşeteceğine aksine insanı daha gergin de yapabilir. Yürüyüş ve egzersiz yapmak için oksijenin daha fazla olduğu ağaçlık alanlarda korular, parklar, bahçeler bulabiliriz. Böyle bir yer bulamıyorsak, odamızın pencerelerini ardına kadar açıp karşısına geçerek de, egzersizlerimizi tamamlayabiliriz.

  Zihnimizin ve yüreğimizin çok karışık olduğu ve karamsar duygulara kapıldığımız zaman, ki şu sıralarda bu tip ruh halleri çok revaçta; hem psişik, hem zihinsel, hem de bedensel açıdan yükselmeye ihtiyaç duyarız. Zihinsel karışıklık duyguların da karışmasına neden olur ve bunların sonucunda isteksizlik, yorgunluk ve halsizlik ortaya çıkar.
  Halbuki her işin başı sağlık. Şayet sağlıklı olursak, her türlü sorunun üstesinden gelebilir, her türlü karışıklığa çözüm bulabiliriz. Bu yüzden her ne olursa olsun, kendimizi ne derece yorgun ve halsiz hissetsek de canlanmayı istemeliyiz hem de güçlü bir arzu ile bu düşünceyi yaşama geçirmenin bir yolunu bulmalıyız. Kaybettiğimiz her an bizim yaşamımızdan kopup gitmektedir. Doğan güneşin hayat veren ışığının pencereden içeri girmesi için bütün perdeleri kenara çekin ve pencereyi ardına kadar açın. Aldığınız solukla birlikte yaşam enerjisinin içinize dolduğunu hissetmeye çalışın. Dikkatinizi aydınlanan güne ve sabahın serinliğine odaklayın. Sonra egzersiz yapmaya başlayın. Aldığınız ilk solukla birlikte canlanmaya başladığınızı hissedeceksiniz. Hatta neşeli bir müzik eşliğinde dans edebilir, böylece doğan güneşi selamladığınızı düşünebilirsiniz. Böylece güneşin hayat veren canlandırıcı enerjisiyle bütünleşebilirsiniz.

  Bu uygulama, halinizi hemen değiştirecek ve kendinizi enerjik ve istekli hissedeceksiniz. Bunun üstüne ılık bir duş alın, güzel bir kahvaltı yapın. Şimdi her türlü karışıklığı çözmeye, sorunlarla boğuşmaya hazırsınız. Ve daha hızlı gelişmenize katkıda bulunacak özellikle şifa ve enerji bedeni anlatan kitapları da okumayı da asla ihmal etmeyin!... Basit gibi görünen bu küçük egzersizler psişik korunma yöntemleri olarak enerji bedenlerimizin daha ışıklı olmasına ve kendi kendini korumaya almasına yardım edecektir.

 GÜNLÜK YAŞAM PRATİKLERİ
İstemek başarmaktır

  Her şeyin çok hızlı aktığı bir çağda yaşıyoruz. İnsanoğlu adeta zamanla yarışıyor. Günlük yaşam hızlı bir koşuşturma temposu içinde akıp gidiyor. Bazen dönüp kendimize bakacak zamanı bile bulamadığımız oluyor. Bu hızlı akışı değiştiremeyeceği- mize göre tempoyu bozmadan da kendimiz için yapacak bir şeylerimiz, günlük küçük pratiklerimiz neden olmasın? Sade ve doğal birkaç metotla benliğimizi daha yakından keşfetmek imkanımız her zaman vardır.
  Sadece kendimiz için ayıracağımız yarım saatlik bir zaman diliminde metotlu ve disiplinli basit uygulamalarla yeni bir bakış ve içimizdeki beni keşfetme fırsatı yaratabiliriz.
  Yaşam hepimiz için öyle değerli ve burada kalınan süre aslında o kadar sınırlı ki, çoğu da bize ait olmayan takıntılı düşünce alışkanlıklarımızı değiştirebilirsek ve bu sayede ne kadar hafifleyeceğimizi hissedersek, hepimiz her gün günlük yaşam pratikleri uygulama fırsatı yaratmak için kendimizle yarışır hale gelebiliriz.

  Karamsarlık, yaşamı iyi değerlendiremiyorum duygusuna kapılma, stres, üzüntü, depresyon, yaşamdan bir türlü memnun olamama, hep başkalarının daha iyi şeyler yaşadıklarını sanma hali eğer kendimizi teslim edersek her an hepimizin kapısında, bizi teslim almak için hemen şurada, yanı başımızda bekliyor…
  Oysa sade ve çok kolay yöntemlerle uygulanabilen doğal bir arındırma ve yenilenme programına hemen başlayabiliriz. Böylelikle gezegenimize akmakta yeni enerjileri, daha hafif ve yükseltici bilgileri kullanma fırsatı da bulabiliriz.

 İstemek ve karar vermek her şeyin başlangıcıdır
 
Evrenle uyumlu bir iletişime geçmek ve özgürce hareket etmek dürtüsüne her insan doğuştan sahiptir. Dilersek böyle bir iletişimi deneyimleyebilir, zaman ve mekan içerisinde kolaylıkla akabiliriz çünkü bu biz yaradılışımızla birlikte getirdiğimiz bir özelliğimizdir.
  İçinde yaşadığımız gezegen ve onun da içinde bulunduğu evren canlı bir organizmadır. Tıpkı bedenimiz gibi… Öyleyse bedenimiz ve ruhumuz üzerinde çalışarak, belli sade disiplinleri uygulayarak ve deneyimleyerek kendimize yeni bir sayfa açabiliriz. Bu yeni sayfaya  da şunu yazabiliriz;

SAĞLIKLI BEDEN - SAĞLIKLI RUHSAL YAPI - SAĞLIKLI MANTAL UYGULAMA - MUTLU YAŞAM

  Yaşam tüm yaratılmışlar için değerlidir ve her canlı varlık güvenlikte olmayı, beslenmeyi, amaçladığı hedeflere ulaşmayı ve mutlu olmayı ister. İnsan da bunların ötesi de vardır. Farkındalığını kendisinin şuurunda olma sınırlarının ötelerine ulaştırmak gibi doğuştan gelen bir kapasiteye sahip olduğu için sınırlarını olabildiğince genişletmek ve yükseltmek ister. Bu isteğini yeterince gerçekleştiremeyince, yaşama kırgın ve umutsuz olur. İnsan özel bir konumdadır ve seçkin, incelmiş sinir sisteminden ötürü de kozmik şuurluluğu günlük yaşamında yaşayabilir ve evrenle anlamlı bir ilişki içerisine girebilir.
  Kozmik şuurluluk içinde yaşadığımız evrenin doğası, kökeni ve tüm bu olup bitenlerin ardındaki ilkeler hakkında daha yüksek bir farkındalığa erişme yeteneğidir.
 Bugün günümüze uygun anlayış, doğadaki tüm güçlerin tek bir gücün çeşitli varyasyonlarından başka bir şey olmadığı  ve doğanın da bir kozmik güç tarafından kendi kendine ama bir sistem içinde organize olduğu üzerinedir.   Doğadaki tüm olaylar
“ Evrensel Zihin” olarak adlandıracağımız bir alan içinde ortaya çıkarlar. Yani bütün formların kendisinden çıktığı ilk cevher, ilk töz her şeyin başlangıcı ve sonudur.

Enerjiler ve cinsellik

  Genellikle cinsel dürtülerimizi, fizyolojik veya biyolojik etkilenmeler ve tepkiler olarak düşünme eğilimindeyizdir. Yaşamımızda gerçek cinsel ihtiyaçlarımızdan çok daha fazla cinsel aktivite, zihinsel arzularımız tarafından yönetilmektedir.
  Zihnimiz, ruhsal enerji ve fiziksel tezahür arasındaki bir aracıdır. Zihnimizin bir aracı olan özel rolünü anladığımızda, cinsellikle ilgili düşüncelerde, zihnimizi nasıl kullanacağımızı belirleyebiliriz.
  Zihnimizin imajinatif güçleri tarafından tutulan arzularımız, sistem içindeki enerji akışlarını yönlendirirler. Bundan dolayı da bencillik içermeyen dürtülerimiz enerjiyi bütün bedende dağılacak ve yaşamımızı zenginleştirici şekilde yönlendirirken, daha ben merkezci dürtülerimiz kendilerini yıkıcı ve dengesiz tarzda ifade ederler. Böylece seks; ya yıkıcı ya da yararlı hale gelir.
  
Bedenimizde pranik tüp ya da kundalini adı verilen omurga boyunca uzanan enerji akışları vardır. Bu pranik tüp, insanın tekamülü için güçlü bir odak noktasıdır ve bunun içinde her bir çakradan diğer çakralara giden belli enerji akışları mevcuttur.
  Örneğin cinsel çakradan kalp çakrasına ya da göbek çakrasına doğru enerji akışı olabilir. Eğer cinsel merkezi güç yani göbek merkezine bağlayan enerji akımı aktive edilirse, o zaman cinsel ilişki güç kazanma yolu olarak ifade edilecektir.
  İnsan cinselliği daha yüksek bir frekans alanı olan kalp yoluyla ifade edecek olursa o zaman cinsel merkezle kalp arasındaki enerji akışı da aktive olur ve bu omurga boyunca devam eder. Güç değil de sevgi duygusuyla kurulan bir cinsel ilişki, bilincinizi yüksek frekans alanlarına taşıyacak bir aracı olabilir.
  Cinsel ilişkiye varlığınızın yüksek yönlerini anlamak ve onlarla bağlantı kurmak amacıyla girerseniz o zaman da tepe şakranız aktive olacaktır. Cinsel merkezden, alt şakralardan, üreme ve cinsiyet bezlerinden yükselen aşırı hızlanmış olan enerjinin omurga boyunca yükselememesi nedeniyle, yıkıcı olabilecek arzuları güçlendirmesi mümkündür.
  Aşırı cinsel dürtülerin, hızla aktive olmuş olan enerjinin kalp ve tepe şakralarına yönlendirilmesinde meditasyon, nefes egzersizleri yoga çalışmaları da sizlere destek verecektir. Özellikle meditasyon sırasında bu enerji en yüksek merkez olan hipofize ulaşana kadar, diğer merkezlerden geçip onlara uyumlanır. Bu sırada da bu temel cinsel bezin ruhsal olarak hızlandırılmış olan salgısını taşıyarak bedenin diğer kısımlarına dağılır.
  Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, yaşamımızda cinselliğin yeri ve önemi hakkındaki düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmek yerinde olacaktır. Bizlere ruhsal farkındalığımızı bulmamız konusunda eşlik eden bu temel dürtüleri nasıl ve ne şekilde kullanacağımız da seçimlerimize kalmıştır.
  " Yıkıcı ya da yararlı ve yapıcı… "

Kaynakça; Hathor Bilgileri-Tom Kenyon, Virginia Essene-Akaşa Yayınları
     Anahtar Bilgiler- Edgar Cayce-Ruh ve Madde Yayınları.

Duygularınızı Meditasyon İle Kontrol Altına Alabilirsiniz

  Ünlü meditasyon uzmanı Shunyo, her duygu için bir meditasyon tekniği olduğunu söylüyor. Birisine duyduğunuz kızgınlıktan ölüm acısına, gülmekten ağlamaya kadar pek çok duygunun karşılığında meditasyon yaparak rahatlayabilmek mümkün.
Sho felsefesine göre meditasyon yapmanın oldukça kolay olduğunu belirten Shunyo, evde, ofiste ya da otobüs beklerken kolayca uygulayabileceğiniz meditasyon yöntemlerini şöyle anlatıyor..

*Meditasyonun ilk adımı nedir?
  Meditasyon müziği eşliğinde bir saat sürecek bu aktivite için hafta içi her sabah 07.30'da, hafta sonları ise 08.30'da kalkıyoruz. Kimsenin rahatsız etmeyeceği bir oda ya da bir yer buluyoruz. Ayakta tüm vücudumuzu serbest bırakarak tam 10 dakika çok derin ve sık nefes alıp veriyoruz. Nefesi nasıl aldığının bir önemi yok. Bütün duyguların nefes almayla doğru orantılı olmalı. Mesela öfkeliysen daha hızlı nefes alıp vermelisin. Bu 10 dakika sonunda kimileri ağlıyor, kimisi ise çok sevgi dolu oluyor, kimisi ise deliriyor. İlk 10 dakikaya herkes farklı bir tepki veriyor. İyi bir sonuç için kaos yaratıp, ona göre nefes alıp vermelisiniz.
*İkinci 10 dakikada ne oluyor?
  İkinci 10 dakikada yukarıda anlattığımız duygular yaşanıyor. Üçüncü 10 dakikada ise, yine ayakta durun ve kollarınızı yukarı doğru kaldırın. Bu pozisyonda bir yandan zıplayarak
'hu hu hu' diye nefesi dışarı vererek, bağırabiliyorsanız bağırın. Burada vücudu serbest bırakmak çok önemli. Yine arka fonda bir meditasyon müziği olabilir. Bu şekilde yarım saat geçmiş oluyor. Yarım saat sonra, ayakta gözler kapalı olarak 15 dakika duruluyor. Sessiz bir şekilde vücudundaki her şeyi atıyorsun. Bu aslında meditasyon değil, sadece bir teknik. Meditasyon olan bir şeydir, yapılan şey değil.
*Kalan 15 dakikada ne yapılıyor?
  15 dakikalık sessizlikten sonra kutlama dansına başlıyoruz. İşte bu, güne başlamak için çok güzel bir meditasyon yöntemidir. Çünkü tazelenip yepyeni bir enerji ile güne başlıyoruz.

  BEYNİ RAHATLATAN YÖNTEM
*Peki 'Her meditasyonun bir öğretisi var' diyorsunuz. Bunun öğretisi nedir?
 
"Dinamik" adını verdiğimiz bu bir saatlik meditasyon, sessizliğin içinde nasıl kalabileceğinizi öğretiyor. Yaptığımız o hareketler aslında günlük hayatımızda yaşadıklarımızın bir özeti. Gün içinde büyük kaoslar ve zorluklar yaşıyoruz. Vücudumuz o hareketlerdeki gibi sarsılıyor. Meditasyonun sessizlik aşaması ise, yaşanılan bu kadar olay karşısında sessiz kalabilmeyi bize öğretiyor. Bu meditasyonu her sabah yapmak bizi güne iyi bir şekilde hazırlıyor. Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor ki, meditasyon beyni rahatlatmanın en kolay yöntemidir.
*Bunun dışında başka ne tür meditasyon yöntemleri var?
  Yapılabilecek pek çok teknik var. Güne başlama meditasyonu olduğu gibi, bir de günü bitirme meditasyonu dediğimiz
"Kundalini" yöntemi var. Genellikle iş yaşamı saat 18.00 gibi bitiyor. İşte bu saatten sonra yapabileceğiniz meditasyon şöyle olmalıdır: 15 dakikada vücudumuzu serbest bırakarak sallıyoruz. Kollarımızı, bacaklarımızı ve tüm vücudumuzu kullanarak bunu yapabiliriz. Sonraki 15 dakikada ise, içimizden geldiği gibi dans ediyoruz. Ancak bunun vals, tango gibi bizi düşünceye itecek özel bir dans olmaması gerekiyor. Rahat hareket edebileceğimiz, içimizden geldiği gibi bir dans olmalı. Bu aşamadan sonra sadece gözlerimiz kapalı olarak 15 dakika oturuyoruz. Son aşamada ise yine 15 dakika sırtüstü yere yatıyoruz.
*Neden önce deli gibi hareket edip, sonra sessizliğe bürünüyoruz?
  İlk iki bölümde amaç içimizdeki enerjiyi uyandırmak. O enerji uyanıp, açığa çıktıktan sonra yani gün içinde yaşanılan kaos ortamıyla yüz yüze geldikten sonra bunlara karşı nasıl bir sessizlik yaratmamız gerektiğini öğreniyoruz.

  YAŞLILARA ÖZEL TERAPİ VAR
*Daha yaşlı ya da hareket kısıtlaması olanlar için farklı bir meditasyon var mı?
 
"Nadabrahma" daha yaşlı insanlar için iyi bir meditasyon yöntemidir. Herkes istediği gibi bu meditasyonu yapabilir. Bunun için yapılması gereken; bacaklarınızı ister yoga oturuşu gibi bağdaş kurun ya da bir iskemlede rahat oturuş pozisyonuna geçin, gözleriniz kapalı olarak 'hımmmm' sesini çıkarmanız gerekiyor. O ses sayesinde vücudunun içindeki titreşimleri hissedeceksiniz. Bu çok rahatlatıcı hareketi yarım saat yapabilirsiniz. İkinci bölümde ise yine oturma pozisyonunda ellerinizi kullanarak yapabileceğiniz hareketler bulunuyor. Bunun için ilk olarak ellerinizi göbek hizasına getirin. Avuç içleriniz yukarı gelecek biçimde ellerinizi içeriden dışarıya sonra da dışarıdan içeriye gelecek şekilde hareket ettirin. Bu sayede içinizdeki enerjiyi dışarı taşıyacaksınız. Ancak, bu hareketleri o kadar yavaş yapacaksınız ki, sizi dışarıdan izleyen biri ellerinizi hareket ettirdiğinizi anlamayacak bile. Bu hareketten sonra bu sefer avuç içleriniz aşağıya bakacak şekilde tutun. Bu yapacağınız hareketle dışarıdaki enerjiyi içeri alacaksınız. Bu şekilde ileriye ve arkaya yine son derece yavaş bir şekilde 15 dakika bu hareketi yapmalısınız. Son olarak ise yine 15 dakika sırt üstü yatıp rahatlayın. Bu meditasyon yöntemi hareketlerden daha çok hislerle yapılıyor.

  KIZGINLIĞI YENEBİLİRSİNİZ
*Her duygumuz için bir meditasyon yöntemi var mı?
  Her şeyden önce hayatımızın farkında olmamız gerekiyor. Her zaman sahip olduğumuz güçlerin farkında olmuyoruz. Bazen birine kızıyoruz ama kızdığımızın farkında olmuyoruz. Mesela kızgınlık için çok güzel bir meditasyon yöntemi var.
*Nedir bu yöntem?
  Kendinle baş başa kalabileceğin bir yerde olmalısın. Buradaki amaç kendine gerçekten bu kızgınlığını bir şekilde itiraf edip, ortaya çıkarmak. Bunu yastıkla yapabilirsin. Çünkü bize kızgınlığımızı gizlememiz öğretildi. Oysa, bu kızgınlığı yastıkla atmamız gerekiyor. Onu başarabilirsek, o kızgınlık bize enerji olarak geri dönecektir. Aksi takdirde bu kızgınlık senin beynini bloke ederek, sonrasında beyninde bir takıntı haline gelecektir. Bu meditasyonu yaptığınız zaman kızgınlığınızı atacaksınız. Yastıkları savurduktan sonra gözlerinizi kapatıp içinize döndüğünüz zaman kendinizi çok huzurlu hissedeceksiniz.

YOGA ÇEŞİTLERİ

  Yoganın felsefesi Uzakdoğu'nun metafiziksel inanışlarına dayanır. Yoga felsefesinin amacı kişinin vücut ve ruh dengesini yakaladıktan sonra kişisel aydınlanmasını da sağlamaktır. Yoganın metafiziksel kavramlarının yanı sıra vücuda faydalı yanları da vardır.
 
Yoganın tarihçesi
  Yoganın tam olarak ne zaman başladığını kimse bilmemektedir, ama yazılı tarihten öncesine dayandığı söylenebilir. En az 5000 senelik arkeolojik bulgular (İndüs Vadisi'nde bulunan taşların üzerlerindeki oymalar) Yoga pozisyonları içermektedir. Yoganın Hinduizme dayandığı gibi genel bir yanlış anlama vardır, aksine Hinduizmin yapısı çok daha sonra ortaya çıkmış ve yoganın bazı kavramlarını içine almıştır.

Yoganın çeşitleri nelerdir?
Günümüzde birçok farklı yoga okulu bulunmaktadır. Bu okulların en fazla bilinen ve uygulananları şunlardır;
HATHA YOGA: Fiziksel hareketler ve duruşlar, nefes alma teknikleri bu çeşide girmektedir.
RAJA YOGA: Aynı zamanda “Asil Yol” da denmektedir. Egzersiz ve nefes alma tekniklerini, meditasyon ile birleştirip ortaya başarılı bir insan çıkarmayı amaçlar.
JNANA YOGA: Bilgeliğe uzanan yol, en zor yol olarak kabul edilir.
BHAKTİ YOGA: Tanrı kavramı üzerinden yola çıkıp, ileri derecede konsantre olup kişinin kendini tamamen o işe adamasını ön gören yoga çeşididir.
KARMA YOGA: Bu yoga çeşidinde bütün hareketler aklın kişisel bir tanrı kavramına uyarlanmasıyla yapılmaktadır.
TANTRA YOGA: Görünmeyen bilinci belirli kelimeler, diyagramlar ve hareketlerle açıklamaya çalışır. Fiziksel ve ruhsal bedenlerin birleşimini göstermek için kullandıkları diyagramlardan biri üst üste konmuş iki üçgendir. Aşağıya bakan üçgen fiziksel alemi ve kadını, yukarı doğru bakan üçgen ise ruhsal alemi ve erkeği sembolize eder.
KASHMİR SHAVİZM: Bu yoga öğretisine göre evrendeki her şeyin hem kadınsal hem de erkeksel özellikleri vardır. Bu öğretiye göre kadınsal ve erkeksel prensipler birbiriyle iç içe geçmiş eşit bir ortaklık oluştururlar ve bu yüzden birbirinden ayrılmaları mümkün değildir. Aralarındaki çekim zıtlığın mutlak birleşimini doğurur ve bu birleşim tadına doyamadığımız bir karmaşıklığı bize sunar. Diğer öğretilerin aksine Kashmir Shavizm akla değil duyguya dayalıdır. Entelektüel anlayışın Yoga öğreniminde hiçbir zaman tek başına yeterli olmayacağını iddia eder.

                  Temel duruşlar
*Oturma pozisyonu (sukhasana):Eller dizlerin üzerinde sırt dik olacak şekilde bağdaş kurulup oturulur. Doğru nefes alıp vermenizi ve vücudunuzu tanımanızı sağlar.
*Köpek ve kedi:Bu pozisyon omuriliğin esnekliğini arttırmak içindir. Birbirini takip eden iki pozisyondur. Eller ve dizler yerde kalacak şekilde sırt içe ve dışa doğru yavaşça hareket ettirilir.
*Dağ duruşu (tadasana):Doğru duruşu ve dengeyi sağlar. Ayakta, dik durarak yapılan bir duruştur. Ayaklar kapalı olacak şekilde bir çok esneme hareketlerinden oluşmaktadır.
*Öne uzanma ve esneme (uttanasana):Sırtın ve bacakların esnemesini, boynun ve kalbin rahatlamasını, vücudun ve aklın nefes almasını sağlar. Değişik pozisyonlardan oluşmaktadır.
*Üçgen duruşu (trikonasana):Sırtı esnetmeye ve gövdenin açılmasına yarar. Dengeyi ve konsantrasyonu arttırır.
*Savaşçı duruşu (virabhadrasana):Bacakları ve kolları güçlendirir. Dengeyi ve konsantrasyonu arttırır ve kendine güveni sağlar.
*Kobra duruşu (bhujangasana):Sırtın esnetilmesini sağlar. Kolları ve sırtı güçlendirir ve göğüs kafesini açar.
*Ceset pozisyonu (savasana):Vücudu ve zihni dinlendirip tazeler. Stres ve gerginliği ortadan kaldırır.

GÜNLÜK YAŞAM PRATİKLERİ
Doğru nefes; Yoga; Meditasyon

  Yeni bir güne uyanırken kendimize ayıracağımız kısa bir süre, hem günü daha rahat geçirmemize hem de stresi yönetip, yaşamın bu dönem bize anlatmak istediklerini; daha farkındalıkla algılamamıza olanak tanıyabilir. Güne başlarken kendimize verebileceğimiz en iyi hediye, bir kaç dakika pencerenin önünde derin nefes çalışması yapmak olacaktır.
                         Hayat nefestir
 
Acaba doğru nefes alıp vermeyi biliyor muyuz? Nefesimizi doğru kullanmayı öğrenmek neden bu kadar önemli?   Nefes, evrenin ritmini yansıtmaktadır. Bu ritimle uyumlanabildiğimiz zaman, normal zihinsel faaliyetimiz sırasında kullandığımız enerjiyi de serbest bırakmış oluyoruz. En yaygın gevşeme tekniği “doğru nefes alıp verme” tekniğidir.

  İnsan potansiyel olarak en üst seviyede entelektüel ve ruhsal gerçekliklere ulaşma yetisine doğuştan sahiptir. Nefes egzersizleri, farklı yoga teknikleri ve meditasyon holotropik şuur ve zihin hallerine ulaşmayı hızlandırır ve kolaylaştırır. Bölünmemiş zihin halimizi koruyarak, yaşanan  olayların etkisinden küçük bir konsantrasyonla hemen kurtuluvermek hepimizin en büyük dileğidir. Ve böyle bir zihin haline ulaşmak aslında hiç de sandığımız kadar zor değil… Buna “Holotropik Zihin Hali” de denir. Holotropik sözcüğü Yunanca bütünlük anlamına gelen “holos”  kelimesinden gelmektedir. Holotropik kelimesini de “bütünlüğe doğru ilerleyen” şeklinde tanımlayabiliriz.
  Zen ve Tibet Budizm'inde kullanılan meditasyonlar, Taocu gelenekteki ruhsal uygulamalar, sufilerin kullandığı egzersizler, Şamanlar, Essenni’ler gibi özel öğreti alan grup ve kavimlerin kullandığı tüm nefes egzersizlerini bunlara örnek olarak verebiliriz.
  Doğru nefesle, burun bölgesini, sinüsleri, akciğerleri, tüm solunum sistemini temizleriz. Akciğerler temizlendiğinde kandaki oksijen miktarı artar, dolaşım hızlanır. Karnın kasılması, karaciğer, dalak, pankreas, mide ve kalbe masaj etkisi yapar. Karın kaslarını güçlendirerek sindirimi kolaylaştırır. Zihni tazeler ve canlandırır.

Doğru nefes egzersizleri
  Nefes alırken ağızdan ve derin olmayan bir biçimde nefes almak çok yaygın bir alışkanlıktır. İnsanların çoğu nefes alırken omuzlarını kaldırıp karınlarını içeri çekerler. Oysa bu tür nefeste akciğerlerin üst kısmı kullanılmaktadır. Bu tip nefes almada az miktarda oksijen bedene girmektedir. Bu durum halsizliğe, cansızlığa yol açıp, vücudun bağışıklık sistemini etkileyip, hastalıklara karşı direncimizi azaltmaktadır. Doğru ve derin nefes almak için, karnımızla nefes alıp vermeyi öğrenmek gerekmektedir. Doğru nefes, burundan alınıp verilir ve bu sayede akciğerlerimiz tam kapasite ile kullanılmış olur.
  Doğru nefesle, evrenin özünü oluşturan enerjilerden biri olan Prana enerjisini bedenimize alıp, zihnimizi dingin hale getirirken, nefesle zihnimizi denetlemeyi de öğrenebiliriz. Böylece zihin ve beden gevşeyerek, derin düşünme için de hazırlanmamıza yardımcı olacaktır.
  Nefes çalışmanızı, lotus duruşunda, bacaklarınız çapraz biçimde sırtınız dik olarak oturarak, sırt üstü uzanarak, sandalyede oturarak ya da ayakta yapabilirsiniz.

1)  Ciğerlerinizdeki havayı yavaş ve yumuşak bir şekilde boşaltın. Nefesinizi verirken karnınızı kasarak, karnınızın aşağıya doğru indiğini hissedin.

2)  Sonra burnunuzdan yavaş ve derin bir biçimde nefes alın ve karnınızı  olabildiğince şişirerek 1–2 sn. boyunca nefesinizi tutun ve yavaşça nefesinizi verin. Nefes alırken mümkün olduğunca ciğerlerinizi havayla doldurun. Bu sırada, akciğerler en alt bölümden başlayarak en üst bölüme kadar havayla dolmaya başlar.
Nefes egzersizleri sırasında dilerseniz nefes alırken 1’den 3’e kadar sayabilirsiniz. Nefes verirken ise bunun iki kati kadar 6’ya kadar sayarak nefesinizi boşaltabilirsiniz.

  Meditasyon nedir?
  Meditasyonu, “ zihni arıtıp sakinleştirmek, zihne gerçek yapısını, gerçek işlevselliğini kazandırmak için yapılan uygulama, yöntem” olarak tanımlayabiliriz.
  Gerçeğin yalnızca kendi bilincimizde bulunabileceği, başka bir yerde bulunamayacağı fikri hemen tüm öğretilerde vardır. İ.Ö 6.ıncı yüzyılda yazılan Bhagavadgita‘ da şöyle denilmektedir;
“ Kendilerini denetleyemeyenler, zihinlerini yoğunlaştırmanın büyük gücünü kullanamazlar. Zihnini yoğunlaştırmasını bilmeyen insan özgür olamaz. Özgür olmayan bir insan nasıl mutlu olabilir ki?”

  Meditasyonun 3 aşaması vardır;

1- Konsantrasyon
2- Yoğun düşünce
3- Zihnin ruhsal bütünlüğünü sağlayan gerçek derin düşünme

  Burada her şeyle “BİR” olma halinin yaşanması hedef alınır. Meditasyonda, nefes, kişiye özel mantralar, çeşitli objeler (mum,ışık, renk...) kullanılarak derin bir yoğunlaşma hali sağlanabilir. Bu da bize zihnin derinliklerini keşfetme olanağı sağlar. Meditatif haldeyken zihin alfa dalgası yayınlamaktadır. Alfa dalgası genellikle rüya görürken vücudumuz gevşemiş bir durumdayken ve zihin sakin bir haldeyken ortaya çıkmaktadır. Mantıklı düşünceler, fiziksel faaliyetler alfa dalgasını durdurur. Bizler günlük yaşamımızda çevremizle meşgulken, zihnimiz beta dalgası yayınlamaktadır. Bizim hedefimiz beta faaliyetini azaltıp, alfa durumunu arttırmaktır.
  Düzenli yapılan meditasyonun yaşlanma etkilerini yavaşlatan bir etkisi vardır. Meditasyon, özellikle kan basıncı, görme ve duyma üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca günlük yaşamımızda stresi yönetme, yaptığımız faaliyete daha iyi odaklanma, zamanı kaliteli bir biçimde kullanma becerisi, hepsinden önemlisi de bizlere farkındalık kazandırmaktadır. Dr. Deepak Chopra, meditasyonun DHEA hormon düzeyini arttırdığını, bu hormonun da yaşlanma sürecini tersine çevirdiğini, yaptığı araştırmalar sonucunda ortaya çıkarmıştır.

  Yoga nedir?
  Yoga kelimesi, Sanskritçe’ de “ boyunduruk” sözcüğüyle aynı kökten gelmektedir. Yoga sözcüğü, etimolojik köken olarak, ‘ insanin kendisini disiplinli bir hayata bağlamasını ifade eder.’ Genel felsefesinde ise, evrendeki canlı cansız her şeyin birbirine bağlı olmasını anlatır ve uygulatırken, özgürlüğe giden kapıları da işaret eder. Yoganın, birleştirmek kavramı, bize her şeyin zincirleme olarak birbirine bağlı olduğunu göstermeyi hedefler.
 Yoganın amacı, sağlık ve mutluluk içinde yaşayacak mükemmel ve bütünleşmiş bir insan yaratmaktır. Birçok yoga çeşidi vardır ve bunların hepsi birbirine yakından bağlıdır. Yoga, felsefi sistemlerden çok daha önce varılan, kişisel bir gelişme tekniğidir. Disiplinli bir biçimde yapıldığında insanın içsel gelişiminde ona eşlik eden bir yol gösterici olabilir.
  Burada birkaç yoga çeşidi hakkında kısaca bilgi vermek yerinde olacaktır; daha derinden araştırmak isteyenler Internet'teki çeşitli kaynaklara danışabilirler.

  Karma Yoga
  Karma yoga, bir hareket ve eylem yogasıdır. Burada duygulardan arınarak, yapılan eylemlerden bir ödül beklememek esastır. Eylemler, sadece insanlığın iyiliği ya da Tanrı aşkı  ile yapılır.

  Tantrik Yoga
  Tantrik yoga, mistik bir tecrübe elde edebilmek için yapılan yoga çeşididir. Bu yoga da birçok ileri teknik kullanılır. Kişiye özel çeşitli mantralar ( ki bunlar kutsal simgesel seslerdir ), ışık ve renklerin kullanılması gibi.

  Hatha Yoga
  Hatha yoga, beden yoluyla zihni etkileyen bir yoga çeşididir ve dünyada yaygın olarak kullanılır. Hatha yoga hem fiziksel egzersizleri hem de derin düşünme sırasında kullanılan arınma  egzersizlerini ve çeşitli uygulamaları kapsar. Burada, duruş şekilleri “ asana” olarak adlandırılır. Hatha yogada fiziksel ve zihinsel tekniklerle, içimizdeki güçle temas kurmayı ve konsantrasyonu bir yönde toplamayı deneyimleyebilir ve kendi üzerimizde denetim kurmayı öğrenebiliriz.

 

 

ŞAKRALAR

  Holistik Şifa, bir tür enerji beden tedavisi ve enerji beden hekimliği olduğu için holistik şifa ile ilgilenen herkesin Şakralar konusunda kısa ve öz bilgilere ihtiyacı var;

 

  Şakralar, gözle görülmeyen enerji bedenimiz üzerinde, çarka benzeyen delikler halinde bulunur. Geniş ağızları olan, bedene yaklaştıkça daralan, uzun ince hunilere benzerler. Kozmosun spiritüel ve süptil enerjilerini bedenimize aktarma görevi yaparlar. Bunları, bedenimize gelen enerjilere açılan küçük birer kapı gibi düşünebiliriz. Her Şakra farklı frekanstaki bir enerjinin giriş kapısı. Bu kapılardan birinde tıkanma oluşursa bedenin enerji alımı güçleşir. İşte problemler de böyle başlar. Çünkü bedeni besleyen enerji akımı kısıtlanmış olur. Şakralar, insan enerji sistemi içinde korku, stres, duygusal sıkıntılar gibi engellere en duyarlı bölgelerdir.’

  Her bir Şakranın bedenimizde etkilediği organlar var. Hangi şakramızda enerji azalması, tıkanması, yani sorun varsa onun etkilediği organda da sorun olur. Onun için çakralara, içinde bulunan enerjilerden daha yüksek ve saf enerjiler aktığı sürece titreşimleri artar ve tıkanıklıklardan kaynaklanan düşük frekans yok olmaya başlar. Şakralarımıza işlevine uygun enerji titreşimleri vermemiz gerekir. Böyle enerji titreşimleri, doğada bolca bulunan elementlerle olduğu kadar saf, parlayan renklerle, değerli taşlarla, seslerle ve aromaterapi yağlarıyla sağlanır. Ama bunlar bir uzman yardımıyla yapılmalıdır.

 
 
Bu konuda Arıtan yayınları’ndan çıkan ‘Chakra El Kitabı’ndan örnekler sunmak mümkün.
 
“Değerli taşlar, Toprak Ana’nın elementlerinden yaratıldıkları için bizi toprağın koruyucu, güçlendirici ve besleyici enerjisiyle birleştirirler. Işığı, en saf ve en doğal renkleriyle verirler. Hem gökyüzünün hem de yeryüzünün güçlerini çekerler ve dünyaya yayarlar. Kristal yapıları, bizimle kozmik düzen arasındaki ilişkiye benzer düzen prensiplerini yansıtır. Böylece beden ve ruh üzerinde uyum sağlayan bir etkiye sahip olurlar.Değerli Taş Terapisi’nden faydalanmak için bunun uygulamasını yapan yerlere gitmenizde fayda var.Yani bazı yoga ve meditasyon merkezlerine.”
 
Sizin kişisel olarak yapabileceğinizse, h
angi çakranızda sorun varsa ona uygun taşı üzerinizde (kolye, yüzük olarak) taşımanız ve onun size iyi geleceğine inanmanız. Ancak mucize beklemeyin. Taşlar tek başına hiçbir şey yapamaz.

 Hangi Şakra için hangi taşı taşımalısınız?  

 1. KÖK ŞAKRASI
 Akik: Ciddiyet, dayanıklılık ve sükunet sağlar. Kendinize güven duymanızı sağlar ve cinsel organları organları aktive eder.
 Hematit: Güç ve enerji sağlar. Gizli enerjileri hareket ettirir. Böylece zayıflık hallerinin üstesinden gelmenize yardım eder ve hastalıktan sonraki iyileşme dönemini destekler.
 Kırmızı Yeşim Taşı: Toprak Ana’nın temel gücü ve sabırlı sevgisiyle bağlar. Alçakgönüllülüğü ve bencil olmamayı öğretir.
 Lál: Dürtü, irade,özgüven ve başarı sağlar.Cinsel dürtüleri teşvik eder ve dönüştürücü,canlandırıcı bir enerjiye dönüşmesine yardım eder.
 Kırmızı Mercan: Yaşamsal, akıcı enerji verir. Kan hücrelerinin yapılmasını destekler.
 Yakut: Saflaşmaya ve değişime götüren yaşamsal enerji verir.
 2. SAKRAL PLEKSUS
 Karneol (Kırmızımsı akik): Dünyanın yaratıcı enerjisiyle ilişki kurmanızı sağlar. Tamamen şimdiki zamanda yaşamanıza yardım eder ve zihninizin yoğunlaşma gücünü arttırır. Yaratıcı güçleri canlandırır.
 Aytaşı: Sizi, duyarlı, alıcı ve mükemmel yanlarınızla birleştirir ve bu yönünüzü kabullenip kişiliğinizle bütünleştirmenize yardım eder. Tıkanmış lenf bezlerini temizler.
 3. SOLAR PLEKSUS
 Kaplan gözü: Zihnimizi keskinleştirir ve hatalarımızı görüp ona göre davranmamıza yardım eder.
 Amber:
Sıcaklık ve güven sağlar.Sahip olduğu güneş enerjisi daha çok neşe ve berrak ışık yoluna iletir.Karaciğeri temizler ve güçlendirir.
 Topaz: Altın renkli topaz, içimizi güneşin sıcak ışığı ve enerjisiyle doldurur. Duygusal yükleri ve kötümser düşünceleri ortadan kaldırır.
 4. KALP ŞAKRASI
 Kızıl Kuvars(Sitrin): Yumuşak pembe rengi, inceliği, şefkati ve sevgiyi cesaretlendirir. Kalbinizde kalabalık, düşüncesizlik ya da ilgisizlikten doğan yaraları iyileştirecek titreşimlerle ruhunuzu sarar ve sevgiyi özgürce alıp verebilmesi için ruhu açar.
 Turmalin: Genellikle kesilmiş halde kullanabileceğiniz yeşil köşeli pembe turmalinlerin ayrı bir önemi vardır. Çünkü pembemsi kırmızı turmalinin genişletici özellikleriyle, yeşil rengin iyileştirici, uyumlaştırıcı titreşimlerini birleştirir.
 Zümrüt: Her şeyi kucaklayan sevginin taşıdır, çünkü sevgiyi güçlendirir ve derinleştirir.
 Yeşim Taşı: Yeşil ışığı, huzur, bilgelik, adalet ve alçakgönüllülük verir. Eğer huzursuzsanız, sizi rahatlatacak ve huzur içinde uyuyup mutlu rüyalar görmenizi sağlayacaktır.
 5. BOĞAZ ŞAKRASI
 Akuamarin: Açık mavi rengi, bulutsuz bir gökyüzünü yansıtan denize benzer. Böylece ruhunuzu, içinizdeki genişliği yansıtan bir aynaya dönüştürür. Onun etkisiyle ruhunuz, sevgi ve şifa kanalı olabilir.
 Turkuvaz: Renginde gökyüzünün mavisiyle yerin yeşilinin bileşimi bulunur. Pozitif enerjiyi emer, bedeni ve ruhu negatif etkilerden korur.
 Kadıköytaşı(Kalsedon): Beyaz-mavi bu taşın, tiroit bezi üzerinde olumlu etkisi vardır. Konuşma ve yazma yoluyla yaratıcılığı arttırır.
 6. ALIN ŞAKRASI
 Lapis (Lacivert taşı): Kozmostaki güvenlik duygusunu ruhumuza iletir. Sezgimizi ve iç görümüzü uyararak maddi dünyanın gizli anlamının ve ardındaki enerjilerin bilincine vardırır.
 Sodalit: Lacivert sodalit, zihnimizi saflaştırır ve daha derin düşünmesini sağlar. Işıması bize dinginlik verir ve sinirlerimizi güçlendirir.
 7. TAÇ ŞAKRA
 Ametist: Bu taş, korkuyu ve uyumsuzluğu çözen canlı bir dinginlik yayar ve evrendeki enerjilere güven duymamızı sağlar. Zihnimizi sonsuza yönlendirir, meditasyonu canlandırır.
 Kaya Kristali(Quartz): Ruhumuzun everensel ruhla birleşmesine yardım eder, tıkanıklıkları çözer ve bize yeni enerji ve koruma sağlar.
‘Ametist’in yeri bambaşka, çünkü...Ametisti odaya koyduğunuz zaman, sadece size uyumlu enerjileri alır, olumsuzlukları yoldan çevirir ve değiştirir. Üçüncü gözün üzerine koyduğunuzda geçmişi daha kolay hatırlatır ve ileri görüşü geliştirir.
Yang enerjisini ying’e dönüştürür; yani bir anda sizi bir uçtan diğerine taşıyarak mucizeler gerçekleştirir.
Ametistin sivri ucunu yatarken 3. gözünüze veya meditasyon yaparken tepe çakrasına koyun ve kafanızdan atmak istediğiniz düşünceyi gözünüzde canlandırın. Onu nefesinizle içinize alın ve dışarı verdiğiniz nefesinizle önünüzdeki menekşe rengi ateşe bu düşünceyi atın.
Sürekli olarak üzerinizde taşıyabilirsiniz. Size uyumsuz enerjili insanların yanında bu taşı bulundurmanız sizi koruyacaktır.
Meditasyon, EMF, reiki gibi çalışmalarda bu taşı her seanstan sonra ucu aşağı gelecek şekilde soğuk sudan geçirin. Bu şekilde işe yaramayan enerjilerden temizlenecektir.

 GÜNLÜK YAŞAM PRATİKLERİ
Yoga bir yaşam tarzıdır

Yoga beden ve ruh harmonisini vurgulayan felsefi ve fiziksel bir yaşam tarzıdır...
Bedeninizi ve ruhunuzu yaşam boyu iyi hissetmek için kendinize izin verin. Yogayla yaşama yeniden merhaba diyebilirsiniz...
Kendinizi yeniden yaratamazsınız ama bedeninizle barışarak, yaşamı yeniden keşfedebilir ve yaşamla barışabilirsiniz. Nasıl mı?
  Sizi, sezgilerinizin gücüyle tanıştıran ve yaşamla uyum içinde olmanızı sağlayan yogayla. Sanskritçe
“birlik, bir olma” anlamını taşıyan yoga, ruhsal ve bedensel eğitimle daha sağlıklı ve canlı bir yaşam yaratmak için bizi çağırıyor.
  
Yaşamla barış, Yoga’da bizleri bekliyor. Bedeninize bağımsızlığını vermeye hazır mısınız?

Yoganın felsefesi
1. Hint felsefesinde, yaşamın acıyla öğrettiği kabul edilir. Bu düşünce zamanla çileciliği doğurmuştur. Çilecilik felsefesi günümüz insanına hizmet edemiyor çünkü günlük modern yaşam zaten yeterince stres, karmaşa ve çileyle dolu. Modern yogada çilecilik, yaşam sevinciyle eş tutularak, zıtların birliği-ikiyi bir etme felsefesi üzerine yoğunlaştırmaktadır.
2. Gerçeğin canlı, yaşıyor ve değişken olduğunu bilmemiz ve bu gerçeğe kendi özümüze inerek ulaşabileceğimizin farkına varmamız gerekir. Benliği tanımanın türlü yollarına
Yoga denir.
3. İnsan gerçek özünü aramadığı, anlamaya çalışmadığı, kısaca bu maceraların en ilgincine ve yolculukların en derinine yani kendi içerisine giden yola çıkmadığı sürece kendi derinliğinin, yeteneklerinin ve yetilerinin bilincine varamaz ve yaşam bireye bunu öğretinceye dek tekrar tekrar onu doğurur. Sürmekte olan bu çarka
Samsara denir.

YOGA VE MEDİTASYONDAN YARARLANMAK İSTEYENLERİN KENDİLERİNE SORACAKLARI SORULAR
 
Bilimin bugün hizmetimize sunduğu bilgi ve psikoloji günümüz insanına yeni değerler ve yeni bir güdü veriyor ve insan kendisine şöyle soruyor; Nasıl kendi potansiyelimle temasa geçebilirim ve başkalarıyla ilişkimde nasıl daha açık hale gelebilirim?  
  İçsel özgürlük ve içsel güç ile toplum içinde yaşamak arasında çelişkiler yaşayabiliriz. İsteğimiz evrimimizde yani gelişme sürecimizde ne tip olaylarla karşılaşırsak karşılaşalım, her durumla yüzleşebilmek ve yine de iç huzurumuzu koruyabilmektir. Asıl sorumuz şudur; bize tanınan ve adına ömür denilen bu kısa zaman aralığında, bizi çevreleyen tüm sorunlar ve fırsatlarla yaşayabilir; yaşamın çeşitliliğini deneyimleyerek zenginleşebilir miyiz?

YANITLAR
  Kendi kendimizin bilincine varmak için yola çıktığımızda esneklimizi arttırıp, olayları, artan bir farkındalıkla deneyimlediğimizde, çevremizden gelen etkileri korkusuzca alır ve kendi duygu ve düşüncelerimizi daha saydamlıkla gözlemleyebiliriz.
   Günümüzde bilinç değişik şekillerde evrimsel olarak genişlemiştir. İnsanlar beden farkındalığını geliştirmeyi öğreniyor ve hem kendi hem de başkalarının duygularını deneyimleyerek farklı düşünce ve davranışlara hoşgörü ile yaklaşabilme yeteneğini geliştiriyorlar.
  Gerilimler yumuşayabilir, depresyon ve uyuşukluk geçebilir, fakat yoga sadece koruyucu ve iyileştirici değildir. Yoga uygulamaları yaparken zihnimiz yeni fikirlere çok daha açık hale gelir ve günlük yaşantımızdaki tüm ayrıntıların berraklığı bizi durmaksızın zenginleştirir. Yogayı bu nedenle, insanı ruhsal ve fiziksel anlamda arındırıcı bir gücün yaşamı berraklaştırması ve farkındalığı arttırması olarak kabul etmek de mümkündür.

Zihin ve Beden Enerjisini Yükseltme Pratikleri

  Günlük yaşamın patırtısı ve gürültüsü ile hergün mücadele etmek zorunda kalmak özellikle psişik yetenekleri gelişmiş, hassas ve duyarlı insanlara zaman zaman çok zor anlar yaşatmakta…
  Günlük yaşamın hepimizin üstüne üstüne gelen bu baskısı karşısında ne yapacağımızı şaşırdığımız günler oluyor doğrusu. Bir de bu yetmezmiş gibi yüksek hassasiyet nedeniyle çevremizdeki insanların üzüntü ve sıkıntılarını da hissediyor, enerjimizi ve alanımızı korumayı bir türlü beceremiyorsak yaşamımız sık sık cehenneme dönüyor demektir. Peki! Bundan kurtulmanın, zihin ve beden enerjisini mümkün olduğunca yüksek tutmanın yolları yok mudur?

  Olmaz olur mu? Elbette var. Birkaç küçük pratik uygulamayı disiplinli ve tekrarlı bir şekilde uygularsanız kısa bir sürede istediğinizden de iyi bir duruma geldiğinizi göreceksiniz…

  Öncelikle meditasyondan kısaca söz etmemiz gerekecek. Günümüzde meditasyon teknikleri öyle gelişti ki, duygularını dışlaştırmak, günlük stresleri boşaltmak için ayakta veya dansederek yapılan pek çok meditasyon çeşitleri var. Eğer mantranız yoksa sadece sesli olarak hımmmm demeniz veya yüksek enerjilere konsantre oluyorum, kendimi geliştirmek istiyorum diye içinizden sessiz tekrarlarda bulunmanız da yeterlidir. Kendi inançlarınıza göre sizde iyi titreşimler uyandıran kutsal sözcükleri veya ışık-sevgi gibi olumlu sözleri tekrar etmeniz mümkündür.

  Nefes alışverişinize mümkün olduğunca konsantre olun, zihniniz günün karışık düşüncelerine kaydıkça derin derin alınan nefeslere konsantre olursanız, bir süre sonra asıl doğasını yaşamayı hatırlayan ruh-zihin-beden bütünlüğünüz sizden meditasyon yapmanızı ister hale gelecektir. Sizi rahatlatıyorsa tütsü, mum, özel kıyafet de kullanabilirsiniz. Bağdaş kurarak, bir sandalye veya bir koltukta dik oturarak da meditasyon yapabilirsiniz. Ayrıca kendinize ait bir meditasyon müziği edinmeniz de son derece yararlı olur ve zihin ritimlerinizin kolaylıkla alfa ritmine geçişini hızlandırır. Her sabah veya akşam kendinize ayıracağınız yarım saat ile yaşamınızda küçük mucizeler yaratabilir, enerjilerinizi dengelemenin sandığınız kadar zor olmadığını fark edebilirsiniz. Böylelikle kendinize yeni bir bakış açısı ve yeni bir yaşam kapısı açtığınızı fark edecek ve çok mutlu olacaksınız.
  Bu mutluluk maddeden alınan kısa süreli mutluluklara benzemediği içinde bir süre sonra uzun yıllardır her yerde aradığınız huzurun yanıbaşınızda daha doğrusu kendi içinizde, kendi beyin ritimlerinizde ve kendi meditasyonlarınızda yakalanabileceğine siz de şahit olabilirsiniz.

  Geçiş ve Adaptasyon Döneminde Meditasyonun Önemi
  Gökyüzünden dünyaya yansıyan ve hücrelerimize kadar bizi etkileyerek akan yepyeni bilgileri kitlelerle paylaşmak için hızlı akan bu enerjilere adaptasyon New Age gündeminin birinci sırasında…

  Güneş sistemimize gelen alışkın olmadığımız enerji dalgalarının bilgi dolu şifrelerini çözmek için meditasyon yapmak bu özel dönem nedeniyle ayrıca büyük bir önem taşıyor. Hücrelerimize kadar bizi etkileyen yepyeni enerjilerle evrimimiz hızlanıyor, hem biz hem de dünyamız değişiyor. Ve henüz genel bir açıklama yapmaktan kaçınan bilim insanlarının şaşkınlıkla fark etmeye başladıkları ama spiritüel insanların yıllardır bildikleri ve uygulamaya çalıştıkları inanılmaz bir olay daha gerçek oluyor: DNA sarmallarımız artıyor, bağışıklık sistemimiz yeni enerjilere uyumlanmak için güçleniyor. Bu uyumlanma her zaman dışarıdan göründüğü gibi kolay olmayacağı için pek çok şeyi eski alıştığımız şekilde yapamama, engellerle karşılaşma veya birdenbire elindekileri kaybetme şeklinde de ortaya çıkabiliyor.

  İnsanlık için çok önemli bir ’geçiş ve adaptasyon’ dönemi olan bu zaman diliminde evren enerjileri hakkında sessiz ve sözsüz bilgilenmenin, adaptasyonu güçlendirmenin tek yolu; ruh-beden bütünlüğünü güçlendirmek yani beden simyasımızı çağa uygun şekilde değiştirmek.
  Aksi takdirde gelen dalganın tersine hareket eden bir sörfçü gibi sık sık düşmek ve istenmeyen şeylerle karşılaşmak mümkün. Dalgalarla birlikte akmak için herkes kendine uygun meditatif bir metod bulabilir. Bu bazıları için sadece ince titreşimli bir müzik dinleyerek kendi kendinin etrafında dönmek ve ellerini kollarını istediği gibi her yana sallayıp, içsel mantra sesleri çıkarmak ve kendini yeni enerjilere kapatmadığını içsel olarak tekrar etmek bile olabilir…

  Meditasyon
  Meditasyonu, kısaca “ zihni arıtıp sakinleştirmek, zihne gerçek yapısını, gerçek işlevselliğini kazandırmak için yapılan uygulama, yöntem” olarak tanımlayabiliriz.
  Gerçeğin yalnızca kendi bilincimizde bulunabileceği, başka bir yerde bulunamayacağı fikri hemen tüm öğretilerde vardır. İ.Ö 6.ıncı yüzyılda yazılan Bhagavadgita‘ da şöyle der;
“ Kendilerini denetleyemeyenler, zihinlerini yoğunlaştırmanın büyük gücünü kullanamazlar. Zihnini yoğunlaştırmasını bilmeyen insan özgür olamaz. Özgür olmayan bir insan nasıl mutlu olabilir ki?”
 
Düzenli yapılan meditasyonun yaşlanma etkilerini yavaşlatan bir etkisi vardır. Meditasyon, özellikle kan basıncı, görme ve duyma üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca günlük yaşamımızda stresi yönetme, yaptığımız faaliyete daha iyi odaklanma, zamanı kaliteli bir biçimde kullanma becerisi, hepsinden önemlisi de bizlere farkındalık kazandırmaktadır.

  Meditasyon oldukça yararlı bir uygulamadır o yüzden sürekliliği önemlidir, sürekli ve bir rutin içinde yapılması, geliştirilmesi için bir yaşam biçimi olarak hergün tekrar edilmesi gerekir. Meditasyon bir anahtardır. Daha hızlı, daha verimli gelişebilmemiz, farkındalığımızın daha hızlı bir şekilde açılması, aydınlanmamızın daha hızlı bir şekilde gelişebilmesi için gerekli bir anahtardır; daha doğrusu bir diğer boyuta açılan kapımız, öteye ulaşan köprümüzdür. Önemi de buradan kaynaklanır.

  Hissederek ve Anlayarak Meditasyon Yapmak
  Pek çoğumuz meditasyonun gerçek manada ne olduğunu bir türlü çözemediği için haklı olarak otomatik bir şekilde meditasyon yapmakta ve gerekli verimi elde edememektedir. Oysa hissederek ve anlayarak yapılan uygulamaların evrim hızımızı arttırdığı, bizi dikey ve yüksek enerjilerle temas ettirerek, yaşama bakış açımızı değiştirdiği ve böylece de huzurlu-mutlu yeni bir insan haline dönüştürdüğü binlerce yıldan beri bilinmekte ve uygulanmakta…

  Günlük yaşamlarımız içinde madde dünyasına temas etme zorunluluğumuz var ve çoğu zaman katı madde dünyasına bulaşıp, bulanabilmenin sıkıntılarını günlerce üzerimizde taşıyabiliyor, zihnimizin ve ruh dünyamızın karmakarışık olduğu haller yaşıyabiliyoruz. Hatta aramızdan bazıları yaşadıkları bu karmaşık hal ile ilgili olarak, “sanki koordinatlarım kayıyor, nerede olduğumu şaşırıyorum, yaptığım topraklamanın dahi etkili olamadığı zamanlarda tek çareyi meditasyonda bulmaktayım” demekteler. Gün ortasında herkesin duş alacak, yürüyüş yapacak veya kısa bir uykuya yatacak vakti olmayabilir ama her insan eğer isterse, kalabalıkta bile olsa birkaç dakika derin nefes alıp, gözlerini kapatabilir, “birkaç dakika dinleneceğim lütfen beni rahatsız etmeyin” diyebilir.

  Ama bunu söyleyebilmeniz için sizin daha önce bir kapıyı fark etmiş arada bir oradan içeri girmiş, kendinize göre bir tür Alice Harikalar Diyarı’ndayı yaşamış olmanız gerekir ki, meditasyonlarınızın sizi gökyüzüne açabildiğini, diğer boyuta geçirebildiğini sahiden hissedin ve gerçekten meditasyon yapmak isteyin. İnanın görev gibi yapılan meditasyonlardan herhangi bir hayır geldiği bugüne kadar hiç görülmedi. O yüzden siz siz olun, böylesine hassas bir konudaki uygulamalarınızı severek, isteyerek, hissederek yapmanın bir yolunu bulun.
  Kendi başınıza beceremeyeceğinizi düşünüyorsanız o zaman titreşimlerinizin birlikte rahat ve uyumlu aktığı bir meditasyon-yoga hocası bulmanız da mümkündür. Gerçekten ihtiyacınız varsa, ararsanız ya da ruhsal anlamda çağırırsanız; tesadüf gibi gözüken olaylar dizisinin ardından kendinizi bir meditasyon-yoga kursunda bulmanız bile mümkündür… Yeter ki, niyet gerçek olsun ve sizi yansıtsın!...

  Spiritüel Anlamda Meditasyon
  Spiritüel anlamda meditasyon sizin bir boyuttan diğer boyuta geçişinizi sağlar. Sizden size sizden evrensel enerjilere giden, daha doğrusu evrenden akan enerjilere bir köprüdür adeta ve bu köprüyü kullanabilirseniz rahatça üst bir boyutun bilgilerini daha doğrusu enerjilerini elde etmeniz ve onları önce enerji olarak fizik bedenlerinize, taa hücrelerinize  indirmeniz mümkün olabilir. Bu bilgilenme ve evren enerjilerinden yararlanma konusunu da lütfen yanlış anlamayın ve konuyu abartmayın!... Meditasyon yapmak başka boyutlardan sürekli bilgiler almak asla değildir. Sadece daha yüksek enerji ve titreşimlerin olduğu bir boyutta bir süreliğine dinlenmek ve enerji depolamaktır, asıl yuvanızda dinlenmek gibi doğal kabul edin bu eylemi.
  Sadece birkaç derin soluk alın, önce nefese sonra gevşemeye konsantre olun. Bu kadarcık uygulama bile, yepyeni bir enerji ile dolmanıza, tüm yorgunluğunuzu atmanıza ve yaşama sevincinizin geri gelmesine neden olabilir. Evrenin serbest dolaşan enerjileriyle içli dışlı olabilmek için beynin beta ritminden çıkıp, alfa ritmine geçmesi gerekir. Aslında meditasyon konusu bu kadar sade ve basit bir konudur, çok abartıp süslemeye ve gereksiz beklentiler oluşturmaya da gerek yoktur. Meditasyon yapmak hızlı gelişmenize, daha çabuk aydınlanmanıza, farkındalığınızın daha hızlı yükselmesine sebep olur, en sade haliyle nedeni de bir kapı görevi görüyor olmasıdır. İçe, derine, özdeki evrensel size ve akmakta olan yeni evrensel enerjilere açılan bir kapı…

  Meditasyon kapısını açtığınız, araladığınız, o kapıyı kullandığınızda bir diğer boyuta geçiş yaparsınız ve evren enerjisiyle temas etmeye ve onunla beslenmeye başlarsınız ki, bu da sizin yükselişiniz ve yüksek enerjilere temas etmeniz açısından oldukça önemli bir anahtardır.

  Zihnimizi Nasıl Daha Verimli Çalıştırabiliriz?
  Çoğu zaman zihinimizi nasıl daha hızlı ve verimli çalıştırabiliriz, bedensel olarak da nasıl daha aktif ve canlı olabiliriz, nasıl daha çabuk hatırlayabilir ve farkındalığımızı yükseltebiliriz diye sormaktasınız.

  Bunun en önemli anahtarlarından bir tanesi doğru ve verimli meditasyon çalışması yapmaktır. Çünkü doğru ve verimli meditasyon çalışmaları sizin ruh ve beden münasebetinizi gevşeterek, bedeni rahatlatıp ruha serbestlik sağlar yani şuuru serbest bırakarak, diğer boyuta geçişi kolaylandırır ve o enerjiyi emmeye, bilgilerini fark etmeden de olsa kendi ruhunuza indirmeye başlar, evrensel bilgilere daha rahat nüfuz edersiniz, böylece burada daha çabuk ve daha rahat bir açılma gerçekleştirir, gereksiz konuları dert etmekten ve kendini kendinizi tüketmekten daha çabuk kurtulabilirsiniz.

  Meditasyon sürekli uygulanmalıdır. Mutlaka en verimli hali bulunmalıdır ve tam kapasite bir verim alınmalıdır. Böylece daha hızlı gelişmeler kaydedebilirsiniz. Bu şu anda bu gezegende yaşayan bizler için gelişme yolundaki, en önemli anahtarlardan bir tanesidir.

                            Olumlu Telkinler
  Zihin ve beden enerjilerini yükseltme pratiklerinden bir diğeri de gün içinde kendi kendine yapılan olumlu telkinlerdir. Bunlara da devam edilmesi gerekir. Kendinizi ne zaman yaşamınızdan şikayet eder ve yaşamı olumlamaz halde yakalarsanız, hemen bir saniye durup, derin bir nefes alın, hatta bunu cam önünde yapsanız daha da iyi olur. Ve sonra kendiniz için saptadığınız olumlu telkinleri ısrarlı bir biçimde tekrar etmeye devam edin. Bir süre sonra bu sizde neredeyse otomatik bir alışkanlık olacak, kendinizi olumsuz şeyler düşünürken her yakaladığınızda aynı şeyi büyük bir rahatlıkla yapar hale geleceksiniz. Bu yapılan olumlu telkinler ve devam edilen mantralar bizleri yukarıya çekecek, enerjimizi güçlendirecek çalışmalardır.

  Negatif Tesirlerden Arınma
  Denize girdikten sonraki dinlenmişlik ve arınmışlık halini hepimiz biliriz. Havuza girdiğimizde ise bunu hissetmeyiz. Nedeni sudaki tuzdur. Tuzlu su bedende birikmiş negatif elektriği iletkenliği sayesinde sizden alır götürür. Sizler de akşam eve geldiğinizde bütün günün üzerinizde bıraktığı ağır etkiler ve stresten kurtulmak için ya da toplantı, sınav gibi üzerinizde gerilim yaratan durumlardan önce ellerinizi bir miktar ( 1 litre suya iki çorba kaşığı tuz yeterli ) tuzlu suyla yıkadığınızda bu birikmiş olan negatif elektrikten kurtulur ve arınırsınız. Duş alırken de arada tuzlu suyu başınızdan aşağıya dökerseniz tam ve net sonuçlar alırsınız. İş dönüşü ayaklarınızı tuzlu suyla yıkamak tahmin ettiğinizin ötesinde bir yarar sağlar. Bu pratiklerin hepsini tek başınıza yapabilirsiniz eğer tek başına olmuyor, çok sormak istediğim soru var diyorsanız o zaman size sempatik ve uyumlu gelen bir yoga-meditasyon merkezi araştırmaya başlayabilirsiniz.

ENERJİMİZİ NASIL KORURUZ?

  Psişik Yetenekleri olan insanların en sık sordukları soru, enerjimi nasıl korurum ve en yararlı şekilde kullanırım, hem kendime hem başkalarına yararlı olurum sorusudur.

  Enerjimizi korumak konusunda öncelikle yapmamız gereken şey; alanımızdaki enerjiyi korumakla ilgili temiz ve iyi niyetimizi evrene sessizce fısıldamak ya da diğer bir deyişle beyan etmektir. Evren bizi duyar!...

  Spiritüel çalışmalarda daha doğrusu yapmaya niyetlendiğimiz her eylemin başında belirtilen niyete göre karşılaşacağımız olayların şeklini de belirlemiş oluruz, enerjileri korumak gibi hassas ve önemli bir konuda niyeti belli etmek ilk temel adımdır… 

  Günlük yaşamda enerjiyi korumak için ise, etkileşim içinde bulunduğumuz insanların, yaşadığımız olayların, içinde bulunduğumuz haletlere karşı takındığımız tavırların ve duruşların önemini göz ardı etmememiz gerekir. Duruş ve tavrımızın olumluluk derecesi, enerjinin korunması konusunda en iyi göstergemiz olacaktır. Alınan etkilere verilen tepkilerin de içgüdüsel değil, şuurlu ve farkındalık düzeyi yüksek tepkiler olması yalnız bizi değil, karşımızdaki bireyleri de geliştirir.

Her varlık kendi enerjisini korumaktan sorumludur.

  Adeta enerji vampiri gibi yaşayan insanları hepimiz tanırız da, nedense kendimizi korumaya almayı hep ihmal ederiz. Bu tip yanlış enerjilerle beslenen üretici değil tüketici ve yıpratıcı özellik taşıyan insanlarla yaptığımız her görüşmeden sonra kendimizi çok yorgun ve bitkin hissetmemizde asla tesadüf değildir. Enerjimizi korumak için öncelikle enerjimizin diğer varlıklar tarafından emilip tüketilmesine izin vermenin o varlığa yardım etmek olmadığı gerçeğine uyanmak iyi olur. Ona enerji üretmeyi öğretebiliyorsanız ne ala ama öğretemiyorsanız, sürekli bir tükenişe ve enerji kaybına izin vermeniz, sizi güçsüz hale de getirebilir. Kaderi bağlarla bağlı olduğumuz kişilere karşı da, çeşitli danışmalar ve gerekirse profesyonel destekler de alarak, tutum ve davranışlarımızı yeniden düzenlemeyi seçebiliriz. Kristal enerjiler kullanmaya geçiş yapılan bir çağda, tüketici enerjilerin ağır ve zorlu girdapları arasında kaybolmamak için alınacak pek çok önlem vardır ama ilk önlem olarak, enejinizi tüketen o kişinin ne kadar vazgeçilmez olduğunu saptamanız sizin için iyi tedbir sayılır.
  Gerçek yardım negatif yayınlarımızı azaltarak pozitif yayın ve düşüncelerimizi çoğaltıp koruyarak, karşımızdaki varlığın enerjisini yükseltebilmektir.

  Enerjimizi tüketen varlıklarla etkileşim içindeyken önce bu durumun farkına varmak sonra da bedeni ışıktan bir çemberle çevrelediğimizi imajine edip gelen negatif enerjilere karşı koruma kalkanımız olduğunu düşünmek çok faydalı olur.
  Pozitif enerjilere açık olmak, dikey bir duruş sergileyerek yüksek enerjilere bünyemizi açmak enerji kaçaklarımızı önlemede bize destek verir.

  Dikey ve yüksek enerji kullanmak demek dikeyde yaşamayı bilmek demektir. Peki! Nedir dikey yaşamak diye soracak olursak;
 
Dikey yaşamak, dünyanın yani maddenin tesirleriyle değil de  evrenin kozmik tesirleriyle beslenmek ve varolmak demektir.Yani ruhsallığa açık olmak, yüzünü ruhsal dünyaya dönmek, ruhsallığı unutmadan çalışmak ve ruhsallıktan beslenmek demektir. Daha açıkçası, bize en büyük hazzı ve mutluluğu veren şeylerin; şan, şöhret, para, madde hırsı, sahip olmak tutkusu olmaması demektir.

  Gerçek bir dikey yaşam uygulaması neticesinde zaten geleceğimiz nokta maddi planın tesirlerinden etkilenmediğiniz nokta olacaktır. Bir manada gerçekleri gördüğümüz şuurumuzun giderek ve giderek daha açık olacağı noktadır. Şimdi buraya doğru ilerlerken; her varlık kendi planı dahilinde uyum ve esneklik çalışmaları yapar. Zaten yeryüzüne gelmemizin de manası budur. Burada içinde bulunduğumuz şart ve koşullara uyumlanarak esnemek, bakışımızı yükseltmek, kalıplarımızı kırmak, giderek yükselerek incelmek, büyümek, genişlemek. Ve en nihayetinde evrensel bir bakışa sahip olabilmek.

  Evrensel bir bakışa sahip olabilmeye yaşamın amacı ya da daha üst düzeyli bir yaklaşımla insanoğlunun gerçek amacı da diyebiliriz… Bunları yapıp oturtuncaya kadar negatif yönde bizi etkileyen insanlarla aramıza mesafe koymak, görüşme sürelerini kısıtlamak, azaltmak psişik hassasiyeti yüksek olan herkese önerilebilir.

POZİTİF UYGULAMALAR NASIL YAPILIR?

 

Pozitif olmak; düşüncelerimize hakim olmak, onları kontrol altına alabilmektir. Buna nefis terbiyesi de denir.

  Bizi bütünden ayıran, endişe, korku, umutsuzluk, öfke, kin, nefret gibi negatif duyguları ve düşünceleri olabildiğince azaltıp, sevgi, umut, sabır, metanet, herkese ve herşeye yaşam hakkını vererek esnek, akıcı, hoşgörülü olmaya çalışmak; bencillikten uzak, verici, sorumluluklarını bilen bir varlık haline dönüşmek ve pozitif duygu ve düşüncelerin artmasını gerçekten istemek uygulama açısından çok önemlidir.

  Yoğun  negatif düşünce kirliliği baskısı olan bir toplumda bu duruşu sergileyebilmek zor olsa da, her geçen gün kendi üzerimizde, zihnimizde disiplinle bunu uygulayarak örnek olabilmektir, pozitiflik… Sergileyeceğiniz bu duruş, yaratacağınız pozitif alan ve enerji dalga dalga yayılacaktır ve size geri dönecektir. Üreteceğiniz en ufak pozitif düşünce formu, pozitif bir alan ve enerji yaratarak  evrendeki negatif formda oluşturulmuş alanı temizleyecektir .

  Pozitif düşünce güne umutla, sevgiyle başlamak, sıcak bir tebessümle insanlara gülümsemek şeklinde de olabilir, aslında tüm bu basit gibi görünen (unuttuğumuz) uygulamaların ardında çok büyük sabırlarla elde edilen deneyimlerin özü, geçirilen ıstıraplar, insana sevgiyle dokunabilme, ona değebilme, onu anlayabilme uygulamaları vardır, bunlar öyle çok kolay kazanımlar, hemen oluveren şeyler değildir.

  İşte bu pozitifliği kazanabilmenin ardında çaba, alın teri, sivri tarafları törpüleyebilme, gözyaşı, yorgunluk vardır fakat hepsi de cok çok değerlidir ve insanı evrensel değerlere yakın kılar, daha doğrusu uygular kılar ve pozitif düşünen, pozitif eyleyen, pozitif yaşayan, kendine ve başkalarına yararlı bireyler olmalarına neden olur…

YARATICI İMGELEME

Günlük yaşamda kullanabileceğiniz bu basit ve sade metot sizi çok rahatlatacak.
Günlük karmaşadan kurtulabileceğiniz bir zaman aralığı yaratarak hemen başlayın işe…

  Gevşemeye başlıyorsunuz!
  Çalışmayı yapacağınız odayı önceden havalandırmayı sakın unutmayın! Rahat bir koltuğa oturun veya uzanın, nasıl daha rahat hissediyorsanız gevşemek için en iyi metot odur. Gözlerinizi kapatın, kendinizi tamamen gevşek ve rahat bırakın. Dikkatinizi dış dünyadan ayırıp iç varlığınıza yöneltin.

  Gevşiyor ve rahatlıyorsunuz. Gevşetici bir zihin dalgası bütün benliğinizi kaplıyor. Bir yumuşama dalgası tüm bedeninizi sarıyor. Gevşeme bütün bedeninizde dalgalanıyor, giderek daha fazla gevşiyorsunuz.
  Sakin rahat ve huzurlusunuz. Gevşemeyi daha iyi tanımak için önce kaslarınızı birkaç kez sıkın ve bırakın. Gerginken ne durumda olduğunuzu anlamak için Nidra gevşemesi adı verilen bu önce kasları sıkma metodu iyi bir öğreticidir ve gevşemenin önemini daha ön plana çıkarır. Güneşin altında mırıl mırıl uyuyan bir kedi gibi olmak ve tatlı tatlı gerinmek kime iyi gelmez ki…

  Doğru Nefes Alıp Verme
  Önce birkaç kez sadece burnunuzdan alıp vermek kaydı ile derin derin soluk alıp verin. Sonra soluğunuzu tutmayı deneyimleyin, soluğunuzu verin, verdikçe bedeninizdeki gevşemeyi daha fazla hissedin. Giderek gevşiyorsunuz. Büyük bir huzur sizi kaplıyor. Ayak parmaklarınızdan başlayıp başınıza doğru yayılan gevşeme dalgasını hissedin, şu anda olup bitenler sizi ilgilendirmiyor sadece kendinizi dinlendirmeyi ve yeni bir enerji depoladığınızı  hissetmek istiyorsunuz.

  Kontrollü Nefes
  Kontrollü nefesle zihninizi programlayarak hem enerjinizi yükseltebilir, hem de sağlığınızı dengeleyebilirsiniz.
Nefes çalışması için ayırdığınız 10 dakikalık zaman süresince cep telefonlarınızı kapalı tutmaya ve hiçbir şey tarafından rahatsız edilmemeye özen göstermenizde yarar var. Bir süre sonra gevşemeye ve nefes alış-verişi yapmaya alıştığınızda kalabalık yerlerde, hatta işyerinizde büyük bir rahatlıkla kendi kendinizi gevşetebilecek ve size çok zararı dokunabilecek o birkaç sözü söylemekten vazgeçebileceksiniz.
  Artık bütün dikkatinizi aldığınız soluğa yöneltmeye hazırsınız!... Burnunuzdan derin ve yavaş nefes alırken havanın genzinizi yakmasına ve midenize yani diyaframa dolmasına izin verin.
  Beş sayana kadar içinize çektiğiniz havayı beş sayana kadar tutun, beş sayana kadar verin ve beş sayana kadar nefessiz kalın. Sonra beş sayana kadar tekrar nefes alın. Bu işlemi arka arkaya beş kez tekrarlayın. Sonra normal alın ve ardından beş kez daha tekrarlayın.

  Nefes  alıp verme ve Pozitif telkin
  Nefes alıp verme konusunda ustalaşırken bilinçaltınıza olumlu telkin cümleleri de verebilirsiniz. Bilinçaltımız bebek gibidir, gerçek kabul ettiğimiz günlük yaşamla, yaratıcı imgeleme yoluyla yarattığınız olumlu imajları asla ayırt edemez, ikisini de gerçek kabul edeceğinden; bu kısa ve net şekilde her gün ardı ardına tekrar edilen telkin cümlelerini bir süre sonra, bir bilgisayar gibi kayda geçmeye ve size sonuç vermeye başlayacaktır. İşinize yarayacak cümle veya cümleleri siz seçin:
  Nefes alırken,
“İçime sağlık akıyor” Nefes verirken “Olumsuzluk terk ediyor”
  Nefes alırken
“kendime güveniyorum” Nefes verirken “korku kayboluyor”
  Nefes alırken
“yaşam sevinciyle doluyorum” Nefes verirken “çöküntüden kurtuluyorum”
  Nefes alırken
“Güçlü ve cesurum” Nefes verirken “tüm zayıflığım kayboluyor”
  Nefes alırken
“Dikkatim Artıyor” Nefes verirken “kararsızlığım kayboluyor”
  Nefes alırken
“Evrensel bilgi ile birleşiyorum” Nefes verirken “endişelerim tamamen yok oluyor” “Kendimi tamamen güvende, rahat ve özgür hissediyorum” diyebilirsiniz.

  Böylece nefes yoluyla havada serbest halde bulunan “Prana” ya da “Chi” adı verilen yaşam enerjisini bol bol içinize çekmiş, fizik bedenlerinizi canlandırmış olacaksınız.
  Artık giderek daha fazla gevşiyor ve rahatlıyorsunuz. Büyük bir huzur sizi tamamen kaplıyor, nefes alışverişleriniz rahatladı. Sizi sıkan tüm düşünceler beyaz bulutlar gibi uçup gidiyor. Lütfen şu sözleri tekrar etmeyi unutmayın!
 “
Tamamen gevşemiş rahat ve sakin bir durumdayım. Kendime güveniyorum. Zihnim çok berrak, algılama yeteneğim her geçen gün artıyor, her geçen gün her bakımdan daha iyiye gidiyorum, hayata ve insanlara güveniyorum, hayatı ve insanları çok seviyorum.”

  Yaratıcı İmgeleme nasıl oluşturulur?
  Şimdi sıra yaratıcı imgeleye oluşturmaya geldi. Eğer isterseniz bütün bu gevşemeler ve nefes alışverişler sizi daha da rahatlatacak ve arındıracak bir yaratıcı imgeleme ile son bulabilir. İçinizde bir sahne yaratın ve o imajı, o sahneyi izleyin... Olumlu etkilerini tüm ruhunuza sindirin ve yaşamınızı olumlu yönde değiştirin! Pozitif düşünce gücüyle temizlendiğinizi, arındığınızı, tüm yorgunluk ve bıkkınlıklarınızdan, isteksizliklerinizden kurtulduğunuzu hissetmeye çalışın.
  Beyninizin yaratacağınız imge ile gerçeği asla birbirinden ayırt etmediğini ve tıpkı minik bir tatil yapmış gibi size dinlenmiş insan etkileri göndereceğini unutmayın! Çünkü bu çalışmadaki temel gerçeğiniz bu bilgi.
  Aklınız her araya girip,
“ne yani bir imge yarattın da tatile gitmiş kadar dinlenmiş oldun” diyerek araya girerse lütfen ona nazikçe yerini hatırlatın ve beyninizin bir bebeğe benzediğini bu yüzden tüm olumlu telkin ve hipnoz çalışmalarının doğru kişiler tarafından yapıldığında çok iyi sonuçlar verdiğini ona tekrar edin, anlamamakta direnirse siz de tekrarlarınızdan ve uygulamanızdan vazgeçmeyin…

  Şimdi dilerseniz olumlu düşünce gücümüze müracaat edelim.
  Öncelikle kendinizi çok sevdiğiniz bir yerde düşünün, burası bir orman olabilir, bir su kenarı olabilir, bir dağ yamacı olabilir ya da bir ada olabilir. Hangi imge sizinle uyum içindeyse onu düşünün ve kendinizi o imgenin içine yerleştirin. Bir süre nefes alıp dinlenin ve çevrenin güzelliğini içinize sindirin. Havayı daha derinden soluyun, tıpkı tatil günlerinizdeki huzur gibi rahatlık ve sevinç hissedin. Karşıda bir su var bu bir göl, şelale ya da deniz olabilir, suyun nevi değil berraklığı ve temizliği sizin için daha önemli.
  Bu berrak ve temiz suya girin, tek tek tüm dip taşlarının göründüğü suda bir süre ya da istediğiniz kadar yüzün ve suyun tüm birikmiş tortularınızı ve negatiflikleri yıkadığını düşünün ama sadece düşünmeyin, tüm ruhunuzla bu güzel duyguyu hissetmeye çalışın. Bedeninizdeki tortular ve negatif birikintiler gitti, bu denizin suyu özel bir su sadece negatifleri temizlemiyor aynı zamanda onları dönüştürerek başkalarının da arınması için suyu her zaman temiz tutuyor.
  Suyun hep saf ve berrak kalması için bu dönüştürme işlemini yapmayı da unutmayın çünkü kullanacağımız enerji ortak, kimsenin ortalık yere kendi birikintilerini atmaya hakkı yok.
  Yeşil hareket evrende de var biliyorsunuz yani her zaman çevrecilik ruhunu canlı tutmakta yarar var diyoruz.

   Problemlere odaklanmak yerine içimizdeki evrensel gücün önce bizi iyileştirmesine izin verelim ve kendimize yardım etmek isteyelim ki, evren de bize yardım edebilsin. İçimizdeki lotusu açtırmak için yapacağımız her çaba öyle önemli ve kutsal ki…
  Bu çiçeğe Uzakdoğu'nun bilgeleri
"Cennetin çiçeği" derler ve oralarda kutsal sayılır. Bütün bitkiler önce çiçek açar ve sonra meyve verirler. Ama Lotus farklıdır; o aynı zamanda çiçek açar ve meyvesini de çiçek açtığı anda verir. Yani bugünü ve yarını aynı anda temsil eder. Tibet'in Lama'ları, Hindistan'ın Budistleri, Yogiler bunun için meditasyon sırasında bir Lotus çiçeği pozisyonundadırlar. Ya da lotusu mantra kabul ederler.
  Bu tip çalışmalarda meditasyon yol göstericidir. Çeşitli meditasyon teknikleriyle içsel yolculuklarınızı başarıyla yapabilirsiniz. Meditasyonlarla birlikte ya da meditasyonlardan sonra yapılan  pozitif yaratıcı imgeleme uygulamaları aynı zamanda; kişinin kendi gücünün farkına varmasına hayatını yeniden yaratabilme isteğinin oluşmasına ve bozuk giden olayları düzenleyebilme potansiyelini keşfetmesine neden olur.

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/ Astronomy