Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

 

RUHSALLIK ve ERDEM

EVRİM NEDİR ?

  Ruhsal öğretilerde varlık, bütün yaratılmış olanlardır (Tin). Her şeyin özü ruh yani tindir.  Madde de ruh da varlıktır. Ve aynı Bütün’ün değişik yansımalarıdır. Ama ruh varlığı tüm maddî ortamlara canlılık ve hayatiyet  kazandırarak, belli bir zaman-mekân kesişmesi içinde çeşitli gelişim ortamlarının canlanmasına, ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ruh ve Madde topluluğu hâlinde olan bütün canlılar da varlıktır. Buna insan ve tüm canlılar da  dahildir.
  Özellikle şunu belirtmek gerekir ki, varlıkları birbirinden ayırt eden, onların varlığını kimliklendiren nitelik, onların varlığını oluşturan unsurların genel toplamıdır, yani  ruhsal varlıkla maddesel varlık birbirini birçok noktada destekler. Varoluşları birbirlerini gerektirecek kadar sıkı irtibat hâlindedir.

  EVRİM AŞAMALARI
  Varlıklar arasında evrimsel gelişim anlamında daima bir bağlantı mevcuttur. Bu bağlantı evrenseldir. Her varlık kendisinden daha üstün bir varlık sisteminin sevk ve yönetimi altında evrimleşir. En kısa tanımla varlık çeşitleri için şunu söylemek mümkündür: 
  Tüm canlıların yanı sıra açığa çıkan, kendini gösteren ve belli eden her olay dahi başlı başına bir varlık sayılabilir, yani olaylar da kendine has bir ruhsallığı ve  maddiyatı olan şeyler olarak kabul edilir. Çünkü her olayın kendisine özgü bir sebebi ve hedefi vardır.

  Ruhsallıkta etkinliği olan her şey de varlık olarak kabul edilir. Örneğin zihinsel varlıklar da vardır. Tamamen sübjektif olgular olmalarına rağmen yine de varlık sayılırlar. Bir edebiyatçının romanında yarattığı kişiler, bir ressamın vizyonları, bir müzisyenin içinde hissettiği melodiler gibi. Ruhsal bir varlık maddî ortamlarda tezahür edemediği sürece, kendisi hakkında herhangi bir bilgiye sahip olamaz. Madde içinde sürekli tezahür ederek kendi kimliğini meydana getiren nitelikleri öğrenmek zorundadır. Tekrar tekrar bedenlenmenin nedeni;maddi ortamlardaki evrimi tamamlamak, sonsuzlukta ve sonsuz bir sürecin bilinmeyen bir noktasında özüne dönerek, beş duyu ile sınırlanmış bir gezegende daha fazlasını asla anlamayacağımız daha yüksek süreçlere doğru süzülmektir.

  Ruh varlığı yaradılışından ötürü mükemmeldir ama onun maddi dünyalarda ve o dünyaların şartları içinde ruhsallığını açığa çıkarması, yaşaması ve yaşatması gerektir. Yani aslında tüm ruhsal öğretiler uygulamaya yönelik öğretilerdir. Öğrendiklerimizi uygulayamıyorsak, entelekt düzeydeki bilgilerin kütüphanecilikten hiç bir farkı yoktur. Bu nedenle yaşam her ortamda kendine has yapısıyla bir sonsuzluk ifade eder.

  BEN KİMİM, AMACIM NEDİR?
 
“Ben kimim?” “Nereden geldim?” “Nereye gidiyorum?” sorusunun yanıtı evrimleşmek, gelişmek ve kapasitesinin aşabildiği kadar aşmak isteyen insanoğlunun temel sorusudur. Ve ruhsal yol, bu tip soruların samimiyetle sorulup yanıt aramaya başlamasından sonra açılır. Bu sorulara sadece ruhsal yönden yanıt vermek ve yaşamdan uzak kalmak bizi istediğimiz olgunluğa ulaştıramayacaktır. Maddeyle evrimleşmeye doğduk ve ancak maddeyle olan ilişkimizden doğan birtakım sonuçlar, bizim kimliğimiz ve niteliğimiz hakkında bazı bilgiler verebilir.Bazı halk deyişleri uygulamanın önemini kendi sade anlatımlarıyla çok güzel ifade ederler ve derler ki: ‘Sözle peynir gemisi yürümez’ ya da ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’.
  Yaşam evrenin her tarafında mevcuttur ve yaşamı sürekli bir şekilde maddenin bilgisini alıncaya kadar tekrar etmek zorundayız, ki buna tekrar doğuşlar diyoruz. Pratik anlamda da bedene bağlanmış ya da bedenini terk etmiş, maddeye doğmuş ya da madde ötesine doğmuş ruha da varlık demekteyiz. 
Bizim gibi…

RUHSAL ÖĞRETİ VE TİN

  Tinimizin yetkinliğini aramak insanlığımıza layık tek uğraştır.
  Don Juan Matus

 Spiritüel yani ruhsal öğreti ya da Tin’in bilgisi, anlayışı; binlerce yıldır ona ne isim verirseniz verin, anlamını ve derinliğini hiç kaybetmeden insanoğlunun bu gezegende neden var olduğu ve ne yapması gerektiği sorularına yanıt vermeye devam ediyor. İlk ademden bu yana hiçbir ruhsal öğreti, insanı dar kalıplar, üç boyut ve beş duyu varlığı olarak kabul etmedi; kendini bilme, tanıma ile ilgili sorularını ruhsal bilgilerle yanıtladı. En ilkel kabul ettiğimiz topluluklarda bile kendi anlayışlarına uygun ruhsallık düşüncesi mutlaka vardır. Ki bazen o ilkel dediğimiz kavimlerin uygulama ve astronomi bilgileri açısından bizden çok daha üstün verilere sahip olduklarına da şahit olabiliyoruz. Dogon kabilesi bunun en güzel örneklerinden biridir. Astronomiyle ilgili, bizim çok yakın zamanda keşfettiğimiz bazı bilgileri nasıl elde ettikleri hala sırrını korumaktadır.               

 İnsanoğlunun bir yanı gerçekten de maddîdir. Et, kemik ve kandan oluşmuş bir fiziksel bedeni vardır ama onun göksel olan sonsuz ve sınırsız yanını da göz ardı edemeyiz.

 “İnsanın ayakları yerdedir ama başı göklerdedir.”
  Bizim asıl benliğimiz, özümüz, aslımız görünenden çok farklıdır. Aslında bedenimiz de ruhun görünüş şekli. Beden, madde gibi görünür ama aslında o da ruhun uzantısıdır. Beden; ruhsal varlığın dünya ortamında büründüğü şekil,formu da oldukça güzel. Beden bildiğimizi sandığımız katı maddeden oluşmuş bir bütün değil ki. 21. yüzyılın ilk çeyreğine doğru yani önümüzdeki yıllarda beden hakkındaki tüm bilgilerimiz bilimin de katkıları ve buluşlarıyla daha spiritüel-bilimsel bilgilerle donatılacak kaçınılmaz olarak. İnsanoğlunun araştırma konusundaki evrimi öyle bir hızla gelişiyor ki, keşke ruhsal değerlerimize sahip çıkan yönümüzde aynı hızla gelişseydi; dünyamız cennete dönerdi.
 Tanrılık Akla, Evren Zekâsına sahip olan ruhsal enerji bu tanrılık aklını ve tanrılık zekâsını değişikliklere uğrata uğrata bedene indirger. Bu indirgemeyi  birbirinin içinden çıkan teleskobik borulara benzetebiliriz. Çeşitli isimler takarak anlamaya çalıştığımız bu enerji kuşakları ya da şuur alanları ruhsal enerjinin bir tür saçaklanmasına benzetilebilir.

  Yeryüzüne doğmak, birbirinin içinden çıkan teleskobik boruların bir uzantısı gibi Tanrılık Akla ve Evren Zekâsına sahip Kızılderililerin andığı gibi Yüce Ruh’un madde içinde görünür hâle gelmesinden başka bir şey değil. Fiziksel bir ortamda yaşadığımız için bu zeki ve tanrılık enerji, gücünü indirgeye indirgeye beden hâlinde gözüküyor. Ama bu enerjinin maddî beden içinde tam anlamıyla görünmesi mümkün değil ki! Ruhsal Enerjinin bu teleskobik uzantısını ya da saçaklanmasını bitkilerdeki tropizme de benzetebiliriz. Ruh varlığı da bedenlenmek için suya veya ışığa ulaşmaya çalışan bir bitki gibi bu tropizmi kullanır.

  Ruhsal Enerjinin beden içine bu akışı, renk tayfına da benzetilebilir. Bir titreşim skalası gibi en koyudan en açığa doğru renkler kendi içinde karışmadan bir akış hâlindedir. Ya da bir gökkuşağının koyudan açığa giden renkleri gibi uzanırız bu bedenli yaşamlara.
  Aslında hepimiz tek bir okyanustaki su damlaları gibiyiz. Bazen hepimiz gözlemlemişizdir: Açık denizlerde, deniz suyu dalgalar hâlinde çevredeki kayalıklara doğru uzanır. Kayaların oyuklarına gizlenir. Bir süre orada kalır ve geri çekilir. Yeryüzüne doğuş olayı da buna benzer.
 
Yeryüzündeki tüm uygulamaların,uğraşıp didinmelerin,günlük yaşamın ve onun tüm kaotik olaylar zincirinin tek amacı varlığın kendi tanrısal aklını, Tin'in gücünü fark etmesi, evrensel enerjileri, şuurlu bir biçimde kullanır hâle getirmesidir. 

POZİTİF ENERJİ UYGULAMASI NASIL YAPILIR?

  Düşünce, insanın temel yaratıcı yeteneğidir. Düşünce ve imajinasyon (tahayyül-hayal etme gücü) hareketten önce vardır. Her düşünce belli bir etkiye sahip olan yaratıcı bir süreçtir.
  Hayatımızı iyiye doğru yöneltmek istiyorsak eğer, gereken olumlu sebeplerin oluşması için bir tür aşırı çaba göstermeliyiz.
İmajinasyon gücümüzün, hayatımızı her an yeniden yapılandıran bir yaşam sanatçısı olduğunu unutmayın.             

  Eğer bir insan, “Pozitif düşünüyor ve davranıyorum, ama yansımalar asla pozitif değil.” diye düşünüyorsa, yanılıyordur. Pozitif düşünce, bizi sevindirmeyen, mutlu kılmayan ve onaylamayan olayları dikkate almamak anlamına gelmez ki; aksine, “Gerçek pozitiflik, her durum ve şart altında elinden gelenin en iyisini yapmaktır.”

  Günlük hayatta yeni zorluklarla karşılaşmak engellenemez. Zaten bu tür değişimler ve meydan okumalar bize atak yaptırır. Gelişmek, değişmek, güçlenmek ve karşılaştığımız zorlukları olumlu olaylar hâline getirerek çözümlemek insan hayatının amacı ve anlamıdır. Hayatın acılıkla, katılıkla, negatiflikle sunduğu her şeyi tatlandırmak, güzelleştirmek ve pozitif enerjinin pırıltılı ışığıyla yıkamak için buradayız. Her zorluk onu aşmamız için bize bir olanak sağlar ve ruhsal farkındalığımızı artmasına neden olur.

   “Yaşamanın” öncelikle “öğrenmek” anlamına geldiği gerçeğinin tam olarak şuuruna varırsak, hayatla ilgili görevlerimizi de hakkıyla yerine getiririz.
  Düşüncelerimizin her biri bir yaratma eylemidir. Hepimiz de buraya yaratıcı yönümüzü geliştirmek için geldik. Düşüncelerimizle yaratıcı enerjiye şekil veriyoruz. Ve daha sonra bu eylemimiz, hayatımızda bir durum veya olay olarak ortaya çıkıyor.
  Pozitif düşünmek ve pozitif enerjiyle uygulama yapmak, üstelik bu olumlu enerjiyi başkalarına da yansıtmak demek, tüm deneyimlerin özellikle de acı ve ıstırap dolu deneyimlerin bize “Öğrenmek ve Uygulamak
için olanaklar sunduğunu fark etmek; geçmişin tüm acı anılarını affetmek, onları sevgiyle kendimizden uzaklaştırmak demektir.

  Şuurlanmanın ve gelişimin hangi aşamasında bulunursak bulunalım, insan olmanın erdemli vazifesini bilgece yerine getirme şansına eşit olarak sahibiz. Kim olursak olalım, büyük küçük demeden ne hizmet yaparsak yapalım, hizmetimizi pozitif enerjinin verdiği güçle olumlu ve doğru yapmak olanaklarıyla donatılmış durumdayız. Yeter ki, “Pozitif enerjinin tüm varlığımızdan yansıyabilmesi için sadeleşmeyi ve terki göze alalım ve pozitifin bilgisine gönül kaplarımızı açalım.”                     

FİZİK VE FİZİK ÖTESİ

  İnsan fizikle fizik ötesi arasındaki aracılık ve iletkenlik gücünü yasaları tanımak, uygulamakla elde ediyor. Kendi içimizdeki tanrısallığı ne kadar çok fark eder, vicdanımızın sesini ne kadar çok duyarsak, yardımlaşmanın ve hoşgörünün önemli bir yasa olduğunu da o kadar iyi anlarız. Vicdanın sesini duymak için, mikro kozmos olan bedenin tutku ve duyumları kontrol altına alınırsa, doğru düşünceden kaynaklanan sezgisel akışların algılarımıza sızmasına izin vermiş oluruz.
  Akıl yürütme ve analitik düşünce maddî ortamın gerekli işlerinde kullanılmalı, ama algılamalarımızı ve vicdan sesimizi örtmemeli…

  Fizikle fizik ötesi arasında iletken olan insan, duyular üstü bir dünyanın ruhsal bilgi kapılarını ancak doğru düşünce ve saf sezgiyle açabilir. Algılamalardaki artış bu iki duyunun gelişimine bağlı ve onlar geliştikçe tüm fizik duyuların da tümüyle bize hizmet etmek üzere arıtılması söz konusudur. Sadece analitik düşünceyle içimizdeki ışığa kavuşamayız. Bu mükemmelliğe ulaşmak isteyen kişi, birisine ya da bir şeye bağlanmamalı… Bağlı olduğu her şeyi gerektiği anda bırakıp gidecek ve her şeye yeniden başlayacak gücü olmalı ki, ruhsallığımı da maddi dünyanın şartlarını da doya doya yaşıyorum diyebilsin. Herhangi bir şeye bağlanmak ilâhî kudretin ışığını zayıflatır. Bağımlılık yaratmadan da çok güzel birliktelikler paylaşılabilir. Ne geçmiş ne gelecek ne de şimdinin endişesini taşımadan hem içimizdeki ışığın arayıcısı olabilir hem de çevremizde olup biteni tam hakkını vererek yaşayabiliriz ki bu gerçek farkındalıktır.

  Ölüm-doğum çemberine tâbi olarak bir tür yanılgılar ve illüzyonlar âleminde yaşayan bizler bu yanılgının dışına ancak farkındalık ve anın getirdiklerini doğru değerlendirmekle çıkabiliriz. Yani günlük yaşamın, aklın, mantığın, sezgilerin, algıların, rüyaların sentezinden oluşan bir zihin yapısıyla elde edilen bir kimya ya da isterseniz buna simya diyelim  bu karışım, bu sentez evrimleşmenin temel basamağıdır.

  YENİ ANLAYIŞ BİZDEN NE İSTİYOR?
  Yeni bir düşünce sistemine, yeni bir görüşe, farklı bir algılayışa nasıl da susadık değil mi? Bu dar kalıplardan çok sıkıldık, bir bunaltı, bir daralmadır gidiyor. Nedeni de tıpkı bir simyacının laboratuarında çeşitli elementlerden altın elde etme çabası gibi bu bileşimi, önce düşüncede bu sentezi bir türlü yakalayamamak…
  Yeni anlayış, yeni çağ bizden,hem eril hem dişil yönlerimizi kullanmamızı, hem ruhsallığı yaşayıp hem maddi dünyanın da tüm gereklerini yerine getirmemizi yani günlük yaşam dilinde söyleyecek olursak; hem popüler hem ciddi, hem renkli hem sade, hem statükocu hem her yeniliğe alabildiğine açık, hem ağırbaşlı hem neşeli, hem prestijli hem iddiasız, hem basit hem gizemli olmamızı bekliyor.

  İşte bu anlayış,”Yeni Çağın Başarı Simyasının” formülünü içeriyor. Kolaylık ve zorluğu aynı anda kendinde barındırarak. Tıpkı atom altı kozmosunun kuantum parçacıkları gibi. Her şey aynı anda iç içe saklı, gözlemeyenin tercihine göre bazen parçacık bazen de dalga oluveriyor. Tercih bizim…
  Ama bu çok zor demeyelim, bu bilgi bizim atom altı parçacık düzeyinde zaten var. DNA'larımız, hücrelerimiz bu bilgiyi sessizce kullanıp duruyor… Tek yapacağımız şey fark etmek ve bizde var olanı, sevgiyle, istekle, neşeyle, coşkuyla harekete geçirmek…

  BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR
  Yeni yapılan bilimsel araştırmalar evrenin birleşik, bütün ve kendi kendine enerji sağlayan otonom bir sistemden oluştuğunu gösteriyor ve kendi kendini yaratan bir bütünlükten söz ediyor. Bu bütünlüğün parçaları temelde ayrı değil, sadece o bütünlüğü oluşturan birbiri için gerekli unsurlardan meydana gelmiş.  Evrende büyük bir denge var ve her olay diğer tüm olayların toplam sonucu.
  Özellikle 19. yüzyılın sonlarında William Hamilton ile Karl Gustav Jacobi,
“birbirleriyle etkileşim hâlindeki dalgalardan oluşan bir evren kavramını” ileri sürdüler. Yüz yıldan fazla süreden beri bilinen bu kavram bilim adamları tarafından yeni yeni ciddîye alınmaktadır.
 
Hamilton-Jacobi evreninde şeyler ve olaylar ayrı realiteler değil, birbiri içinden bağlantılı bir bütünde birbirleriyle etkileşen dalgaların sonucudur. Bu nedenle bireysel olaylar uçsuz bucaksız bir deniz üzerindeki küçük teknelere benzerler.  Onların hareketleri o denizi saran tüm dalgaların birbirlerine karıştıkları noktalar tarafından belirlenmektedir.

  Günümüzde evrenin bu bütünselliği yeniden keşfedilmiş durumda. Bütünün üstünlüğü yeni kozmolojide temel önem taşıyor.
  Sezgi, ruhsal şuur, kozmik iletişim kavramları Yeni Çağ insanının temel kavramları olacak…  İnsan bu gerçeklerin farkına vardıkça yaşamında bir denge meydana gelir. Hem dünyasal şartların tam hakkını veren hem de ruhsal şuurluluğu olan bir varlık özgürdür. Çünkü kendi içindeki Evrensel Tanrı Enerjisini ya da Tanrı Kudretini kendi kapasitesi oranında tanımaya ve kullanmaya başlamıştır. Bu uygulamanın halk dilindeki tanımı,
‘Her işinin rast gitmesi’ şeklinde olmuştur…

YÜCE BENLİK

  Aslında Yüce Benlik, Dünya Zihninin sonsuz bir görüntüsüdür. Bunun için Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın insanı kendi görüntüsünde yarattığı yazılıdır. Bu tümce insanın sıradan görünümü için değil, sonsuz ölçüde daha yüksek olan görünümü için geçerlidir. İnsanların kendilerinden vazgeçmeleri, hatta kendilerini kurban etmeleri olgusu, onlarda bu kişiden farklı bir şeyin varlığını gösterir, Yüce Benliği düşündürür.
  Demek ki her insanın iki  yüzü vardır; biri aşağıya yeryüzüne dönük, öbürü yukarıya Dünya Zihnine dönük. Birincisi “kişi” ikincisi "Yüce Benlik" tir.

  Kıpırdatmayan sınırlanmışlıklarımızı, utanç verici zayıflıklarımızı, ölüm korkumuzu neden o denli dokunaklı biçimde duyumsarız? Çünkü her zaman içinde bulunduğumuz aşkın bir bakış açısını şuursuzca taşırız ve benliğimizin ne denli dar olduğunu anlayabilecek durumdayızdır. Çok ince bir biçimde sonsuz olana bağlı olduğumuz içindir ki sonlu yaratıklar olduğumuzun şuurundayızdır.

  Kısacası, yalnızca sınırlı kişilik dışavurumunun ardında Yüce Benlik bulunduğu içindir ki kişilik çok sınırlı olduğunu kavrayabilir kolayca ve çabucak yapılan doyumlar, bağlandığımız gerçeklik bile, eğer doğru anlarsak, bizdeki Yüce Benliğin biz farkına varmadan bize aktardığı yüksek doyumunun, gerçek ölümsüzlüğün ve sezgisel gerçekliğin simgesel vaatlerinin uzak yansımalarından başka bir şey değildir. Bunlar bize, yalnız gizlice ne olduğumuzdan değil, açıkça ne olabileceğimizden söz ederler. Ya da içimizdeki gizli hazinenin varlığından.

  Her birey, sınırlı olması olgusundan ötürü ister istemez eksiktir. Hangi yönde olursa olsun bütün girişimleri, eksiksiz durumu şuursuzca arayışının, kendini bütünleme yolunda sürekli araştırmasının dışa vurumlarıdırlar. Öyleyse bütün özellikleri Yüce Benliğinkilerle aldatıcı bir benzerlik taşırlar, zaten başka türlü de olmaz, çünkü o şuursuzca ve sık sık da bozulmuş bir biçimde, gerçekte kendisine ait olan anlatmaya çabalar. Yüzeydeki benliğin sınırlandırmalarının geçici olduğunu düşünürken, saklı ve boyutsuz zihnin bunun merkezini oluşturduğu anlayışına kapı açıyoruz. Bu zihinde oluşan ayrımlar, burada doğan sayısız düşünce biçimleri, onu ne küçültür ne de tüketirler. Her beşeri bedenlenmeyi, sonsuz bir okyanusun yüzeyindeki minicik bir dalgaya benzetmek yararlı olabilir. Bu küçük dalgaların her birinin kendine özgü bir biçimi vardır, ama hepsi de tek bir deniz üzerinde biçimlenirler. Her biri bu küçük dalgalardan biri olduğunu, başka da bir şey olmadığını ya da denizin kendinden ayırt edilmeyen bir dalga olduğunu düşünebilir.
  Buna benzer biçimde, bedenlenmiş her yaratık da asıl yapısı bakımından Yüce Benlikten ayrı olmadığını anlamayı reddederek boş yere kendini sınırlandırır. Oysa her biri potansiyel olarak sandığından çok daha büyüktür. Eğer insan, yaşamının er ya da geç kaçınılmaz bir biçimde varoluş okyanusunda silinecek olan bir dalgacıktan başka bir şey olmadığı konusundaki zor dersi yavaş yavaş öğrenirse geriye bu dalgacığı oluşturan su kalır.

   Evrende var olan her şeyin sonsuzca devinime, sonsuzca değişime yazgılı olduğunu biliyoruz. Bu her şeyin kendi kimliğini sürekli değiştirdiği anlamına gelir. Beşeri varlıkların durumunda düşünceler ve duygular öyle çabuk değişirler ki, birkaç dakika önceki şuurlu varlık şimdiki ile yanı değildir artık, kimlik değişimi yalnızca önüne geçilemez değildir, geriye de dönülemez. Zihinsel durum ya da duygusal hava, asla daha önce olduklarına dönemezler. Ne yaparsak yapalım, sonsuzca değişen bir kimliğimiz olabilir ancak. Sürekli olarak bir anının “benlik”ini ardından gelene bırakmak zorundayızdır. O zaman neden bir şeyin ardından neden  boş yere koşmalı?
  Bu evrensel gerçeği anlamak, bunun değişmez dersini kabul etmek, yalnızca kişiliğin geçici kimliğine bağlanmayı bırakmak, kısacası kendi üzerinde haksız yere egemenlik kuran ve asıl düşünene baskın çıkan “benlik” düşüncesine karşı çıkmak, “benlik” in ötesine var olanın bulunmasıyla aramıza giren ağır kapının açılması için zorunlu bir başlangıçtır.

  Bir  insan, kendi kişiliğinin ayakları üzerinde sağlamca durmazsa, bu dünyada rolünü nasıl oynayabileceği ve toplum karşısındaki zorunluluklarını nasıl yerine getirebileceği sorulacaktır belki de. Bu soruyu, bu yüksek kavrayışa ulaşanın fizik varoluşunu değiştiremeyeceğini söyleyerek yanıtlayacağız. Pratik yaşamda aynı kalacak, toplumda aynı rolü kaçırmayacak, tam tersine, bulduğu yer, ahlaki değerini önemli ölçüde arttırtacak ve dışsal yaşantısını daha iyiye götürecektir. Ondan kişiliğini değil, bu konuda taşıdığı ve pratik yaşamdaki bunca yanlışın, ahlaki günahların ve toplumsal haksızlıkların kaynağı olan  “körlüğü” ortadan kaldırması istenmektedir. 
  Ondan, benliğin gereksinimlerini boğması değil, bunları başkalarının zararına doyuma ulaştırmaması istenmektedir. Böyle bir insan sonuçta ne yitirir? Kişiliği ortadan kalkmamıştır, yalnızca sadeleşmiştir. Şuuru tutsaklaşmamış, yalnızca kendisini daha iyi anlamak üzere düzene girmiştir. Görevlerinden kaçmaz, onları çok daha onurlu bir biçimde yerine getirir. Elindekileri saçıp savurmaz, tersine bunların tadına daha bilgece varmak üzere daha iyi toparlar.

   Dünya zihni her yerde hazır ve nazır olduğundan, her bireysel varlık da onun ışını olan Yüce Benlik kanalıyla, çok küçük bir ölçüde de olsa, onun yaşamına ve şuuruna ortak olur. Dışsal olarak farklı gibi görünse de, içsel olarak hiç kimse ondan ayrı değildir. Onunla mistik bir bütünlükte, gizli bir uzam  zaman evrenselliğinde kalırız. Dünya Zihni ile yakın ilişkilerimiz konusundaki bu bilgi, en karanlık yaşama bile taze bir yarar kazandırır, en yorgun olana yeni bir atılım sağlar. Çeşitliliklerine ve farklılıklarına karşın, beşeri  varlık kalabalıklarının en saf zihinsel özü Yüce Benlik dolayısıyla, paylaşılan bir varoluştur. Bundan sonra yaşam daha zengin bir  anlam kazanır, artık tanrısallığın kuklaları değil, ayrıcalıklı çalışma arkadaşlarıyızdır. Bu insana büyüklük bağışlayan bir düşüncedir.

   Bütün varoluşların karşılıklı bağımlılığı anlaşıldığı zaman, bireysel kurtuluş peşinde koşmanın yanıltıcılığı da ortaya  çıkar. “Tek başına kendim için değil, herkes kurtulmak zorunda olduğu için kurtulacağım”, takınılması gereken doğru tutum budur.

YÜCE BENLİK-Paul Brunton- Ruh ve Madde Yayınları

BÜYÜK DEĞİŞİM

BÜYÜK DEĞİŞİM

  İçinde bulunduğumuz dünya gezegeni ve onun üzerindeki milyarlarca varlıktan oluşan insanlık ailesi çok çeşitli alanların meydana getirdiği bir bütün hâlindedir. Bu çok çeşitli ve girift görünümlü alanlar değişik enerjilerin bir araya gelmesinden oluşmuş bir örgüye benziyor. Ve hepsi ellerinden gelen en yüksek hızla, “Büyük Değişim” yönünde hareket ediyorlar. Bireyselliğin ve tüm bireysel anlayışların hükmünü kaybedeceği yepyeni bir yüzyıla, bütün dünyanın tek bir plân hâlinde yükselebilmesi, yeni bir enerji plâtformuna sıçrayabilmesi için hepimiz elbirliğiyle çalışmaktayız. Hepimiz bu büyük organizasyonumuzu, zaman ve mekânın, yani fizik plânın ortaklaşa meydana getirdiği bir alan içinde gerçekleştiriyoruz. Hem kendi varlığımızın bedensel alanı,hem de zaman ve mekânın bizim içimizde meydana getirdiği psişik alanımız birbirini tamamlar şekilde çalışıyor.

 Bir alanın oluşabilmesi için çok değişik unsurlar bir araya gelir ve sonuçta  bir etki alanı oluşur.  

  Varlık, deneyim ve uygulamalarıyla etki alanını daima bir üst titreşim değerine doğru yükseltmek için çaba içerisindedir. Böylece daha yüksek enerjileri kullanabilme özgürlüğünü arttırmak için olaydan olaya  geçerek realitelerini yani anlayışlarını yükseltirler ve sonsuz yolculuklarına devam ederler. Bu kozmik yolculukta asla geri dönüş yoktur. Ancak bu evrensel gidişe hız vermek için enerji alanının titreşim seviyesini daima yükseltmek gerekir…

  Bazen hepimiz öyle sarsıcı, şaşırtıcı ya da şok edici olaylarla karşılaşırız ki, içinde bulunduğumuz hâl bize bir düşüş gibi gelebilir. Oysa böyle iniş veya duraklama hâli içerisine giren varlıklar, o ana kadar almış oldukları bilgileri hazmetme, özümseme fırsatı bulmuş olurlar. Ya da içinde bulundukları realitelerinin tüm gereklerini yerine getirerek, yükselme imkanını hazırlıyorlardır. Alanlarının enerji seviyesini yükseltmek için duraklamış gibi görünüyorlardır…

 Alan çalışması ile organizasyon ya da plân çalışması aynı şeydir.

  Demek ki, fizik plânda çokluk hâlinde bulunan ve çok çeşitli olaylar dizisiyle sürekli olarak kendini aşmaya, özgürlüğünü arttırmaya çalışan bizler tek ve bütünsel bir enerjinin sonsuz yoğunluk skalalarından birinde kendimize ait  birimin işlerini yerine getirmekteyiz. Yani hangi şuur seviyesinde bulunursak bulunalım tek bir enerjiye aitiz. İşte böyle bir yansımanın sonucu olan bizler dünya yaşantımız esnasında olaylar aracılığıyla denenmekte, realitemizi-anlayışımızı yükseltmekte, enerji alanımızı yoğunlaştırmaktayız.

  ENERJİ ALANLARIMIZ
  Ruh özündeki bilgiyi fizik ortamlarda, maddenin derinliklerine kadar taşımak ve özündeki bilgiyi dışlaştırarak maddenin enerji düzeyini arttırmak üzere yine maddeyi araç olarak kullanır. Her olay ruhun etkisini, yani enerji alanının gücünü arttırmak içindir.
  Öyleyse tüm ıstıraplı olaylar ve yaşam sınavlarıyla enerji-bilgi seviyemizi yükseltmek için karşılaşırız. Çünkü görünenin ardındaki görünmeyende bizler  gökkuşağı gibi çeşitli renklerde titreşen enerji bütünleriyiz. Gören gözler bu enerjileri dengeleyerek ve kontrol ederek bizimle bağlantı kurarlar.
 

 

NEDEN BİR ARADAYIZ ?

  Neden bu gezegende bir arada yaşıyoruz? Daha az olsaydık daha iyi olmaz mıydı? Gibi sorular sık sık sorulur. Yanıtlar da vardır ama bir türlü tatmin edici değildir…

  Neden gerçekten?
  Büyük bir aile gibi dünya gemisi adını verdiğimiz bu biraz eski yıldız gemisinde karşılaşmamızın bütünsel evrim açısından elbette büyük bir önemi var. Dünyada üstündekilerle birlikte başlı başına bir organizasyon. Biliyoruz ki, bir organizasyon içinde çeşitli enerji alanlarının oluşturduğu bütünlükler ancak belli bir düzen, ahenk ve amaçla hareket ederek kozmik vazifelerini yerine getirebilirler. Yani gruplar, ortak alanlar, birlikler halinde daha kolay evrimleşiyor. Sürekli birbirimizin deneyim ve bilgilerinden yararlanıyoruz. Tıpkı Internet bilgi ağı ile dünyanın öbür ucundaki bir bilgiye ulaşma imkanı gibi.

  Düzensizlik ve kaos bedende kanser gibi hastalıklara, gezegende de terör ve şiddete yol açmıyor mu? Örneğin, insan bedeni bütün organların tam bir ahenk içinde çalıştığı bir ortak alandır. Bir aile ortak alandır. Belli meslek gruplarının, işyerlerinin, sanatsal işlevlerin, sportif faaliyetlerin kendilerine has ortak alanları vardır. Ortak alanlarımızı sevgiyle genişletebiliriz. Ülkeler de birer ortak alandır. Ülkelerin toplamından oluşan Dünyamız daha büyük bir ortak alandır. Samanyolu galaksisi, içinde yer alan plânetleriyle bir ortak alandır. Nihayet milyarlarca yıldızı ve galaksisiyle bütün evrenlerin toplamı en büyük ortak alan, Bütünsel bir alandır.

  Ortak alanın işleyişine en iyi örnek insan bedenidir. İnsan mikro kozmostur. Makro kozmos olan evrenin küçük bir modelidir. Onun işleyişindeki harikulâde dengeyi ve düzeni inceleyerek makro kozmos, yani evren hakkında daha kapsamlı bilgiler elde edebilir ya da bir biliş hâlinin bizde uyanmasını sağlayabiliriz. Çünkü Tanrı ve evren ancak hissedilir. Sonsuzu anlamaya çalışmak boşuna... Bu noktada insanoğluna verilmiş olan en büyük hediyeyi, yani hislerimizi ve duygularımızı kullanabiliriz. Tanrı’yı ne kadar hissediyorsak bizim için O, o kadardır. Sevgide de aynı şey vardır. Sevgiyi kimseye öğretemezsiniz. Sevgiyi ancak hissedersiniz, anlatamaz, dokunamazsınız ama vardır. Onu ancak varlığın kendisi hissedebilir.

  Bizi bizden alıp kurtaracak, yani içimizdeki küçük benin ölmesine yardım edecek, sevgiye; kozmik yasalara uygun yıldız diliyle ‘Gezegenlerin Çekim Alanına’ bir başka adıyla ‘Sempati Yasasına’ kendimizi bırakmamızı sağlayacak bir yol bulabiliriz belki. Neden olmasın?
  Tek başına uyanmak sanıldığı kadar kolay değil. Hele tek başına evrimin adeta imkânsız olduğunu anladıktan sonra, ortak alanlar hâlinde Organizasyonlara şuurlu bir şekilde katılmaya çalışmak için cehit göstermek, aklımızı, mantığımızı, sezgimizi bu yolda seferber etmek ne güzel olurdu…

ALAN ETKİLEŞİMLERİ

  Evrende her şey iç içe alanlardan oluşur. Bu alanlar sürekli olarak birbirlerini etkilerler ve iletişim hâlindedirler. Fizikte de bu alan etkileşimleri çeşitli teoriler ve formüllerle açıklanır.
  Örneğin suya taş attığınız zaman bu taşın yarattığı etki, kendi gücü kadar halkalanmalar yaratır. Yani suyun bir noktasına yapılan etki her tarafına aynen iletilir. Küçük bir etkiyle birkaç halka meydana gelir. Çok daha güçlü bir etkiyle meydana gelen dalgalanmaların yayılım gücüyse çok farklıdır.

  Tıpkı örnekteki gibi her insanın da kendine has alanının bir etki gücü vardır. Hepimiz çeşitli bilgi alışverişleriyle ait olduğumuz grubu,alanı etkileriz ve bir yanıt alır,uygulamaya devam ederiz. Bütünsel anlamda evrenin her noktası birbirinden haberli alanlardan oluşmuştur. Son zamanlarda fizik biliminde yapılan son araştırmalarda da aynı bütüncül sonuçlara doğru gidilmeye başlanmıştır.

  Maddenin en son yapısıyla ilgili temel araştırmalar derinleştikçe daha da temel parçacıkların olduğu ortaya çıkmaktadır. İlk başlarda ayrı farz edilen parçacıkların birbirleriyle bağlantılı olduğuna dair hipotezler ortaya atılmaktadır. Canlı sistemlerde kendi kendine organize olan bir gücün var olduğuna dair güçlü kanıtlar belirmektedir. Hastalanan canlı organizmaların kendi kendilerini onarma özellikleri, döllenmiş tek yumurtadan canlı bir organizmaya geçiş gibi çeşitli örnekler vermek mümkün.

  Bu alan girişimlerini en kaba seviyeden en süptil (ince) seviyeye kadar yükseltebiliriz. Ve alan içinde kendi gücümüz oranında eylem hâlindeyiz ve onu sürekli geliştiririz.

  İNSANLIK OLARAK ÇEŞİTLİ ALANLAR HALİNDEYİZ
  Birbiriyle iç içe geçmiş alanlar hâlinde olduğumuzu fark etmenin “ Birleşik İnsanlık Ailesini” ni oluşturmak bakımından çok yararı vardır.
  Günümüzde, tek bir ortak alan olduğumuzu fark ettirmeye yarayacak pek çok toplumsal olay ve doğal afetle karşılaşan gezegenimiz bize uzaklıkların pek de önemi kalmadığını onlar diye bizden çok yabancı gruplar, ülkeler değil; aynı gezegenin yolcuları olduğumuzu ve birimiz hepimiz için sloganının günümüze çok yakışacağını çeşitli olayların diliyle anlatıyor. Biz süre sonra da bu kulaklarımızın dibinde bağırmaya başlarsa hiç şaşırmayalım…

  Amaç şoklarla da olsa bizi bir araya getirmek. Hiç olmazsa, “ Bugün onaysa yarın da bana.” Demek için bütün olup bitenler…

   Dünyamız yeni bir döneme giriyor!Bu dönemde yeni bir manyetik alan oluşturmasından, kutuplarında, eğiminde, ekseninde yeni düzenlemeler olmasından daha doğal ne olabilir!  Bu tip ortak alanlar süreci oluşturan unsurlardır. Ama sürecin kendisi Birliğe gidiş olarak her türlü olayı yönlendirir. Ortak Alanlar insanlığın bir amaç için birleşmesini, sevgi ve iyilik dolu bir sabahın doğmasını temin etmek bakımından çok önemlidir…

POZİTİF DÜŞÜNCE ve YENİ ÇAĞ

  Dünyanın gelişim akışını değiştirme yeteneğine sahip olan son neslin bizim neslimiz olduğu söylenmektedir. Bu nedenledir ki neslimiz, küresel değişimi yönlendirme ve gerçekleştirme gibi eşsiz bir fırsata sahiptir ve bu fırsatı da tam zamanında gerçekleştirme sorumluluğunu taşıyor.
  Eski düzen her gün çökmektedir. Yeni bir dünya anlayışı ve yeni bir küresel ilişkiler sistemi yayılmaktadır. Ama bu noktada sorulması gereken önemli bazı sorular var; sivil topluma, bireyin gücüne ve değişime inanıyor muyuz? Uyumlu yeni bir dünya anlayışının kurulmasına itici güç olacak bir kamuoyu sağlayabiliyor muyuz? Yeterince örgütlendik mi? Dünyayı küresel evimiz olarak algılayabiliyor muyuz? Ve her birey bizim için bu büyük evin aile bireyleri mi?

  Şunu önemle vurgulamak gerekir ki, Küresel dünya anlayışının yaratılması, New Age-Yeni Çağ görüşünün yaygınlaşması her gün yüzlerini televizyonlarda görmeye alıştığımız insanların işi değil. Bu süreç şimdi her zaman olduğundan daha fazla, sıradan bireylerin heyecan dolu çabalarına, idealizmine, isteklerine ve sıkı çalışmalarına bağlıdır.

Pozitif düşünceler, iyi niyet ruhu ve yüksek ideallerle hareket eden bir kamuoyu kendi toplumunu değiştirir.

  Bireyler, yani bizler sivil toplum üyeleri, sürdürmekte olduğumuz yaşam biçimiyle, birlik ve sevecenlik anlayışımızla, başkalarına katılma biçimimizle ‘Yeni Bir Dünya’nın gerçek yaratıcıları olduğumuzu acaba fark ediyor muyuz?’ ‘Zaman Tüm İyi Niyet Sahibi İnsanların yeni yüce ideallere hizmet etmeye davet edildikleri zamandır’.

 Dünya bizi dünya barışının sağlanması ve dünyanın yenilenebilmesi için yüksek ideallere hizmet etmeye çağırıyor..

KÜRESEL BAKIŞ

NEW AGE  KÜRESEL DÜNYA ANLAYIŞI

  Yeni Dünya anlayışı, dünyamızda hızla yayılmakta olan küresel ilişkiler sisteminin adı. Kaynağını ruhsal görüş ve bütünlükten alıyor; birlik, dayanışma, sevgi ve aydınlanmanın birey olarak her insanın doğal hakkı olduğunu anlatıyor. Küresel anlayışın en temel özelliği, bireysel faaliyete, bireysel değişime önem vermesi. Değişimin bireyden başlayacağına inanıyor ve "bütün" adına hepimiz birbirimizden sorumlu olduğumuz için “bireysel değişime” çok önem vermeliyiz diyor. Yeni Dünya anlayışının en büyük ideali insanlık yaşamını bütünleştirme, bütün insanlığı bir bütün ya da dünya ailesi olarak ele alma idealidir. Son zamanlarda, Yeni Dünya anlayışı, Küresellik, Bütünsel Düşünce ya da Yeni Çağ Akımı adı verilen New Age’den söz ediliyor.

  Yeni Çağ akımının başta gelen en temel özelliği bireyin değişimini ön plâna almasıdır. Bu yüzden de New Age akımının ana sloganlarından biri “küresel düşünce, mahallî eylem” dir. Yani “bütünsel düşün ama bu bütünsel düşünceyi bireysel olarak kendi çevrende hemen yaşama uygula.” Şu anda dünyamız üzerinde yaşamakta olan milyonlarca iyi niyet ve sağlam görüş sahibi insan; BİRLİK, YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA İLKELERİNİN YAYGINLAŞTIĞI BİR ANLAYIŞA ÖZLEM duyuyor. Sizler de bu özlemi taşıyorsunuz. Bu anlayışa duyduğumuz özlem ve istek arttıkça da “kritik sayı” adı verilen bir noktaya ulaşma şansımız artıyor. Yeni Dünya Anlayışının en büyük özelliği düşünce hayatının özgür olmasıdır. Çünkü anlayış ve seziş kabiliyetimiz ancak özgür düşünceyle derinleşebilir, genişleyebilir.

 

  KÜRESELLİKTE BÜTÜNLÜK
  Küresel anlayışta bütünsellik ön plânda yer alıyor. Ve insan hem iç dünyasına hem de dış dünyaya eşit oranda açılıyor. Bölünmüş bir dünya anlayışı yerine daha  bütünsel bir yaşam için çaba sarf ediyor. Bölünmüş bir zihnî yapıya sahip olan insan kendisini diğer varlıklardan ayrı bir bütün olarak görür. Kendini çevresinden, doğadan, dünyadan ve içinde bulunduğu galaksiden ayrı bir varlıkmış gibi algılar. Oysa evrende her şey bir bütünlük arz etmektedir. Zaten hiçbir varlık tek başına var olamaz.

  İnsan, Varlığın Birliği İlkesinden kaynaklanan evrenin özündeki, evrensel yardımlaşma ve dayanışma yasasını uygulayamamaktan dolayı uyumsuz bir varlık oluyor ve bütünden kopuyor. 90' yıllarda Stockholm’de toplanan Ortak Sorumluluk konferanslarında “Uluslararası Küresel Yönetim Komisyonu kurulmalı” önerisi bildirilmişti. Ve ivedi olarak Dünya Küresel Yönetim zirvesinin oluşturulması istenmişti. Gezegenimizde hala o noktaya gelinmemiş olması oldukça üzücü… Gezegenin bu noktaya gelmesi için bireysel olarak yapacağımız çok şey var…

 

  Öncelikle davranışlarımız, düşüncelerimiz değişmek zorunda. Yani kendimizi daha iyi tanımalıyız. Kendimizi tanıdıkça, hem dışımızdaki diğer insanları hem doğayı hem de evreni daha iyi anlamaya başlarız ve şikâyet ettiğimiz bu düzensizliklerin, düşüncede meydana gelen kirliliklerin fizik dünyaya yansımasından başka bir şey olmadığını fark ederiz. Çevrenin temizliğinden önce, zihinlerimizde ve düşüncelerimizde meydana gelen kirliliği temizlemeliyiz. Çünkü bazı düşüncelerimiz zarar verici ve yıkıcıdırlar. Kendi rahatımız ve konforumuz için çevreye zarar vermekten vazgeçmede tüm dünyada bir şeylerin değişebileceğini ummak çok yanlış olur. İnsan, zihninde şekillendirdiği, düşündüğü şeyleri hareketlerine yansıtır. Yani her şey ilk önce bizim düşüncelerimizde meydana gelir. İnsan düşüncelerinden sorumludur. Bu yüzden düşüncelerimizi kontrol etmeliyiz.
 Tüm ayrımcı fikirler, kendimizi üstün ya da alçak görmeler, korkular, endişeler, negatif düşünceler, kıskançlıklar, gurur ve nefretler zihni ve düşünceleri kirletmektedir. Sürekli bencil istekler içinde olan insanlar isteklerinin gerçek ihtiyaçları olup olmadığını düşünmezler. İsteklerimizi yerine getirirken başka varlıkların yaşama hakkını çiğniyor muyuz?

  DOĞA HAVA SU KİRLENDİ
  Doğa, hava, su kirlendi, hayvan nesli tükeniyor, insan yerleşim düzenlerimiz bozuk derken, bütün bunların sorumlusunun biz olduğumuzu nasıl unutabiliriz? Dış çevrenin temizlenmesi ve yerleşim düzenlerinin yeniden yapılanmasıyla sorunları çözeceğimizi zannedebiliriz, ama bu yanlıştır. Çözüm, insanın kendini tanımasında ve düşüncelerini temizlemesindedir. Kendini bilmek; sorumluluklarının farkına varmak, ölçüsüz isteklerin önüne geçmek, fizikî konfor uğruna şuursuz davranışlarda bulunmamakla başlar. Sevgi, karşılıklı hoşgörü, yardımlaşma ve dayanışma içinde olan insan, çevresine ve diğer canlılara karşı davranışlarında daha ölçülü olmaya başlar.
  Bizler dünyada olgunlaşan, evrimleşen varlıklarız.
“Bana ne, bu benim işim değil. Kimse bana karışamaz, istediğimi yaparım.” ya da “Herkes yapıyor ben niye yapmayayım ki” gibi sözler insanlığa karşı sorumluluğunu hissedememiş insanın sarf edeceği sözlerdir. Oysa bizler bu gezegende bir arada yaşıyoruz ve şunu biliyoruz ki, “Her koyun kendi bacağından asılmıyor.” Düşünce ve duygularımızın şekli konusunda tüm insanlığa ve kendimize karşı çok büyük bir sorumluluğumuz var.

  ŞEFKAT SEVGİ GÜZELLİK ve UYUM
  Ürünlerimiz şefkat, sevgi, merhamet, karşılıklı yardım, gerçekler, güzellik ve uyum gibi yüce ideler olursa dünyanın görünen ve görünmeyen atmosferine sağlıklı katkıda bulunuruz. Düşmanca ve kötü şekillenmiş idelerle atmosferi kirletiriz. Negatif ideler belirli bir kritik kütleyi aşarlarsa kıyamet adını verdiğimiz büyük yıkıma neden oluruz. Pozitif idelerin belirli bir kritik kütleyi aşması ise Yeni Çağın temel insanlık derslerinin hepimiz tarafından çok daha kolay anlaşılır ve uygulanır olmasını sağlayacaktır. Eğer insan hırs dolu ve kaba bir yapıya sahipse, onun arzular bedeni diye anılan bedeni astral plânın en kaba maddesinden oluşmakta ve rengi koyu olmaktadır. İstek ve iradenin hem enerjetik bedenlerin hem de düşüncelerin oluşmasında çok büyük bir önemi vardır. Örneğin, ihtiras veya çok şiddetli nefsanî bir arzunun tezahür edişine göre irade tarafından kirli yeşil, kırmızı, kahverengi gibi renkler oluşturulmaktadır.
  Gelişmiş bir insanda ise bu beden, astral maddenin en ince tonlarından oluşmaktadır, renkleri parlak ve arı görünümlüdür. Arzunun egemenliği altında olan insanların yarattıkları düşünce formları, mantal plânın, mantal enerjinin yüksek seviyeli, berrak ve pırıl pırıl enerjilerinden mahrumdur. Arzular, dualar, iyilik dolu pozitif düşünceler, üzerlerine gönderdiğimiz kişilere etki ederek onların etrafında koruyucu bir hale oluştururlar. Kötü düşüncelerimiz de aynı etkiyi negatif yönde oluşturarak, bizim çeşitli zamanlarda hiç ummadığımız geri dönüş şokları yaşamamıza neden olabilir.

 

NEW AGE BAKIŞ  NEW AGE UYGULAMA

  Dünyamızda ve çevremizde olup biten olaylara daha dikkatli, araştırıcı ve küresel (global) bir gözle bakacak olursak görürüz ki, her olayın ayrı bir dili var ve şu aralarda meydana gelen  bütün olaylar aynı ortak dili paylaşıyor ve sanki bizlere şunları söylüyor:

“Yeni bir çağ başlıyor, değişmek ve yeni çağa ayak uydurmak istiyorsan, bağımlılıklarından kurtul, rölatif değer yargılarına gerektiğinden fazla kapılma ve hiç durmadan değişime, yeniye açık ol.”

  Bugün artık milyonlarca kişi, varlığın özü, aslı, doğa ve metafizik üzerine ciddî sorular sormaya başladılar. Bir değişim müjdesi, iç varlıklarından dışarıya doğru taşarcasına bugüne kadar ihmal ettikleri madde ötesi ya da duyular dışı algılamalarla ilgili konulara yöneliyorlar. Araştırıyor, düşünüyor ve bu konularla ilgili bilgi alışverişinde bulunmak istiyorlar.
  İnsanın bu ataklığına, bu gelişme ihtiyacına kim ya da kimler cevap verecektir? Bu hızlı değişime kılavuzluk edecek, yol gösterecek olan bazı kurumlar da aynı hızla değişiyor mu? Yoksa insan, iç varlığını tanımak istediği bu dönemde ortada mı kalacak? Tabiî ki hayır! Yeni bilgiye hazır olunduğunda, yeni ile karşılaşma zamanı geldiğinde, bu ihtiyaç, top yekûn bir şekilde evrenin kendine has metotlarıyla her zamanki gibi değişik bilgi aktarma metotları kullanılarak karşılanacak… Şimdilerde de bugüne kadar uygulaması yeterince ciddiye alınmamış bilgilerle karşılaşmak daha doğrusu, onları uygulamak zorunda neden kalınmasın ki…
  Her gün biz farkında olmasak bile yaşamımızda öyle çok değişiyor ve bizi şaşırtıyor ki… Üstelik çoğu radikal değişimler ya da bugüne kadar hiç cesaret edemediğimiz değişimler ama ne kolay yapıveriyoruz değil mi?
  Günümüz insanı son derece zor şartlar altında yoluna devam etmeye çalışıyor. Uyanış öncesi yaşanan büyük karmaşa her yanımızdan bizi sarıp sarmalamakta ve iç varlığımızın ihtiyacı olan bilgiyi, ne sadece ruhsal öğretiler ne de bilim verememektedir. Kendi kendimize çeşitli formüller bulmaya çalışıyoruz ama bilgi eksikliğinden ötürü hep tökezliyoruz.Şu dönem içinde yapabileceğimiz en  güzel araştırma, iç varlığımızla ve kendimizi tanımakla ilgili araştırmadır.

  Kendini ve Maskelerini Tanıma
  Acaba kendimizi ne kadar tanıyoruz? Maskelerimiz nelerdir? Hangi yönlerimiz zayıf, hangileri güçlü? Neleri değiştirebiliriz? Neleri şimdilik değiştiremeyiz ama hiç olmazsa gözlemleyebiliriz?
  Bütün bu iç araştırmalar bizi şu anda bulunduğumuz karmaşa ve kargaşadan en az birkaç adım ileriye götürecek newage araştırmalardır. İç varlığını araştırmaya yönelen insan, kendisi ile her karşılaşmasında başkaları ile olan sorunlarını da çözer, çünkü karşısındaki insanda gördüğü kusurun aynı zamanda kendi içindeki kusur olduğunu fark eder.
  Karşımızdaki insanların bize hep cephe aldıklarını sanırız. Oysa bu menfi alanın aslında bizim tarafımızdan yaratıldığını görmek, kendini tanımada atılacak en büyük adımdır. Sorunları, etrafında dans edercesine ya da bir matadorun kızgın boğayı son derece esnek bir ayak hareketiyle dışlaması gibi halledemediğimiz sürece işimiz zor.
  Kuşkusuz her insanın etrafında kendini araya katmadan rahatlıkla dolaşabileceği alanları vardır, ama bunların sayısını arttırmak çok önemli! İki partnerin, dönüşün ve bir oluşun farkına vardıkları nokta o dansın merkezî noktasıdır. Yaşam da buna benzer, yaşam bizim partnerimizdir ve yaşamla aramızdaki dansa kendimizi rahatça bırakabilmemiz için belli merkez noktalarını iyi kavramamız gerekir. Bizce burada yapılacak en iyi şey, kendimizle yüz yüze gelmekten korkmamak!

  Kendimizi, bastırılmış duygularımızı ve komplekslerimizi tanıdığımız takdirde üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir engel yoktur. Yapacağımız şey basit: Bir an için duygularımızı tartıp ne durumda bulunduğumuzu kendimize itiraf etmek gerekiyor.
  Bizler elde etmek istediğimiz iç denge ve huzuru bir dış etkinin birdenbire oluşturacağı kimyasal bir tepki gibi algılarız. Birine aşık olursak,iyi bir işe girersek ya da iyi bir doktora rastlarsak sanırız ki sorunlar bir ilâç almışçasına düzeliverecek. Halbuki her değerli şey gibi, iç dengenin sağlanması da sürekli bir çaba ve özen ister. Değişmek istiyorsanız, kişiliğinizin yeni keşfettiğiniz özelliklerini sürekli olarak düşünmelisiniz. Bıkmadan, usanmadan yeniden gözden geçirmeli, tartmalısınız. Duygusal olarak dengede kalabilmek ve stresten kurtulmak tıpkı fiziksel form tutmak gibi sürekli çaba isteyen bir uğraştır.

 

HER ŞEY YETERLİ OLSUN

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni diliyorum;
Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar
güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar
yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar
mutluluk diliyorum.
Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar
acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar
kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar
kayıp diliyorum.
Son Elveda’ atlatmana yetecek kadar 
merhaba  diliyorum.

İŞ DÜNYASINDA BİREYSEL GELİŞİM

  Bir iş yerinde ruhsal bir savaşçının ve hatta böyle kimselerden oluşmuş bir grubun bulunmasının o işe ne gibi bir faydasının olacağı hemen anlaşılamayabilir. İş yerindeki yöneticilerin çalışanlarını ölmekte olan bir “ejderha çocuğu” yeniden yaşama döndürmede bir rol oynamaları için Galler bahçesine göndermeleri, eldeki imkanların sonuna kadar kullanılması gibi de görülebilir. Ve bir hurda yığının üzerinde Zen meditasyonu yapan yöneticilerin olması, bir sonraki satış bağlantısını yapmakta veya işi kapmak ihtiyacı ile alakası olmayan bir şeymiş gibi de görünebilir.
  Büyük şirketler artık başka türlü düşünmeye başlıyorlar. Uluslar arası Hisse Senedi Borsası, American Express, Olivetti, Shell, IBM ve Nestle gıda imparatorluğunun yan kuruluşu Rowntree Machıntosh gibi şirketler,
“Yeni Çağa” uygun New Age iş eğitim sistemini uygulamaya başlayanlar arasında. Hatta İngiltere’de Savunma Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu Bürosu bile bunlar arasında, çalışan başına 1000 sterline kadar günlük bir ücretle, şirket müdürleri, çamurlar içinde bir takım efsanelerin peşine düşüyorlar.

  “Yeni Çağ” ın öncülerine göre, insanlık, her şeyi kapsayan bir ruhsallığa ait yeni bir düzenin öncülüğünde bir değişime uğradığını ilan etmeye hazırlanıyor. “Yeni Çağ Eğitimi” ve “Dönüşümsel İş Seminerleri”, katılımcıları “Kendini Keşfetme” yolculuğuna  çıkarmayı amaçlıyor. Yeni Çağ uygulayıcılarının iş dünyasındaki müşterileri, yöntemlerinin kendi faaliyet alanlarına uygulandığında, olumlu kişisel gelişme ve de ortak yürütülen çalışmalara olan olumlu katkılarından söz ediyorlar.
  İngiltere’deki Roffey Park Yönetim Geliştirme Koleji’nin müdürü Ian Cunningham gibi diğerleri de bu konuda dikkatli olunmasını öğütlüyorlar.
“Bu kursların kişileri ya da şirketleri geliştireceğine pek emin değilim, belki edindikleri deneyimleriyle bir ilerleme kaydedebilirler, fakat her şey uzun vadede beli olacak. Seksenli yıllarda her şey çok karmaşıklaşmış ve ayrıntılara bölünmüştü. Şimdilerde ise insanlar bu ayrıntılardan kurtulmaya ve sorunlarına acil cevaplar bulmaya çalışıyorlar. Oysa kendileri için yararlı olan şeyleri araştırıp bulmak zorundalar” diyor.

  Eğer yeni çağın düşünceleri kuşkulu karşılanıyorsa bunun nedeni de, anlamsızlık sınırlarını zorlayan abartmalı bir dille ifadeleri olsa gerek. SKC şirketinden Branton Kenton kendisini “İnsan teknolojisi danışmanı” olarak adlandırıyor. Ona göre Yeni Çağ ürünleri esasında mistik ürünlerdir. “Biz insanlara, eski devirlerdeki şamanlar ve gizli ilimlerle uğraşanlar gibi istedikleri biçimde bir yaşam yaratacak potansiyellerine uygun bir yolla ulaşabilmeleri için planlı fırsatlar tanıyoruz” diyor. Londra’daki pek çok danışmanlık kuruluşlarından biri olan Karar Geliştirme Şirketi’nin büyük ortaklarından biri olan Lynn McGregor, hizmet verdiği kimselerin, her şeyde var olan ve özellikle kendi içlerinde bulunan ilahilik ile irtibat kurmayı geliştirerek, birer ruhsal savaşçı olacaklarını umuyor.
   Müşterileri arasında American Express, İnternational Stock Exchange, Rowntree Machintosh ve İngiltere Bakanlar Kurulu Bürosunun bulunduğu BKC şirketi, farklı bir biçimde dışa yönelik kurslar veriyor. Öğrenciler bazen düridler veya büyücüler gibi giyinmiş halde mitolojik birtakım araştırmalar yapmaya gönderiliyorlar. Örneğin, Rowntree Machintosh çalışanları, ölü olan bir ejderha çocuğu tekrar diriltecek sihirli bir iksiri bulmaya gönderildiler. Kenton’un dediğine göre, tüm bunlar, onlara, çağlarının büyük yaratıcıları ve öncü insanları olduklarını öğretmede yardımcı olmaktadır.

  Galler bölgesindeki bir yerlerde bir mağaranın içinde Kenton, bu yıl sonuna doğru ortaya çıkacak, mitoloji-yönetim karışımı prometeus programının son rötuşlarını yapıyor. Bilindiği gibi Prometeus (Yunan Mitolojisindeki Titan) çamurdan yarattığı insan için tanrılardan ateşi almış ve de bu yüzden Tanrı Zeus’un korkunç cezasına maruz kalmıştı. BKC bu efsaneden şöyle bir ders çıkarıyor: “Şu kesin olarak belli olmuştur ki, Henry Ford’dan Anita Rodick’e kadar bütün başarılı müteşebbisler yaptıkları işe inanıyor ve onu büyük bir şefkat ve sevgi ile yapıyorlardır. Bu yılların çetin koşulları içerisinde o tutkuyu ortaya çıkaracak anahtar belki de Prometeus ’un gösterdiği merhametin altında yatıyor.”

  Bundan önceki bir kurs da, Rowntree Machintosh’un personel müdürü Jean Gentry’i böyle bir tecrübenin faydalarına ikna etti. Bayan Gentry, “Bu kurs, fertleri, kendilerindeki tüm potansiyeli anlamaya kelimenin tam anlamıyla zorluyor, bunu anlayabilmiş olan herkes kendi çalışma sahalarında büyük gelişme kaydetti. Bu kimseler daha yaratıcı, daha kendinden emin ve daha cesaretli oldular” diyor.
  Karar Geliştirme Şirketi’nden bayan McGregor ise daha da ileri giderek, “Biz burada birtakım fikirler veya teknikler ile ilgilenmiyoruz, fakat katılımcıların ruhsal, heyecansal ve yaratıcı tarafları ile meşgul oluyoruz diyor. Kendisine müracaat edenler arasından İngiltere Ulusal Bankası. Meşrubat ve çikolata üreticisi Cadbury-Schweppes grubu, Londra’da bulunan uluslar arası bir reklam ajansı olan Lowe İnternational’in yönetim kurulu başkan yardımcısı David Jonis sayılabilir.

  Jones, kullananların rüyalar ve çeşitli haller ile kendi iç dünyalarına ulaşabilmelerini mümkün kılan bir “efsun çemberine”(içinde şifalı otlar bulunan uzun saplı piponun sırayla dolaştırılması) katılmış durumda, Jones, “Bu tür bir meslekte, kesin olarak kim olduğunuz hakkında düşünmeye son verebilirsiniz. Bu deneyim, beni kendime daha yakından bakmaya yöneltti. Bana nasıl çalıştığımı gösterdi ve kendime, birlikte olduğum insanlarla nasıl çalıştığıma dair soruları sordurdu. Sonuç olarak daha iyi bir ekip çalışması yapabilmemizi sağladı” diyor.
  Yeni Çağ meraklıları, personelinin bir yeni çağ eğitim kursuna devam ettiği Trafalgar nakliye şirketinin yükleme bölümündeki deneyime dikkat çekiyor. Kurstan sonra, “mezunlar” kendilerine hedef olarak, şirkette yılda bir milyon sterlinlik bir tasarruf yapmayı seçmişti. 1.5 milyondan fazla bir tasarruf yapıldı. Ama yine de eski bir çalışanın iddiasına göre bu, derin ruhsal uyanışın değil, kullanılmayan, eski vagonların satışının bir sonucuydu.

 

  Bazı şirketler kendilerini “yeni çağ” akımı türünde eğitmeye başladılar bile. IBM’in  “Geleceğe Uyum Sağlama” seminerlerinde, çalışanlara içsel sezgiler ve dışsal olayları birbirine bağlayarak geleceği tahmin etmekte kullanılan çok eski bir Çin yöntemi olan Yi-King metodu öğretiliyor. IBM’in araştırma geliştirme bölümü müdürü olan Tom Jennigs, “Yi-King sihirli bir çalışma yöntemidir ve kullananın kendini daha iyi anlamasına yardım eder” diyor ve ekliyor. “Başlangıçta seminere katılanların çoğu Yi-King’in gücünden şüphe ediyorlardı, ama daha sonra yöntemin kendilerine ne kadar uygun sonuçlar verdiğini gördüklerinde kesinlikle çok etkilendiler ve tamamen kani oldular.”

  Mesleği “Geleceğe Yönelik İş Danışmanlığı” olan Francis Kinsman, iş dünyasına sunduğu gücü “ruhsallık” olarak tanımlıyor. Kinsman, 13 ülkede 500 üyesi bulunan Business Network’un kurucularından. Bu birliğin üyelerinin büyük bir kısmı şirketlerin ve çalışanların performanslarını arttırmak için kuruluşlara “Yeni Çağ” yaklaşımları sunarak danışmanlık hizmeti veriyor. Diğer kalan kısmı ise “Yeni Çağ” düşünceleri ile ilgilenen işadamlarından oluşuyor.

   Business Nevtwok’un haber dağıttığı firmalar arasında Olivetti, Courtaulds Tekstil Grubu, Cathay Pasific, BASF, Esso ve Britisp Gas sayılabilir. “Biz ruhsal bir yenilenme kursu sunuyoruz” diyor Kinsman.
  İnsanın iç varlığında özel bir kuvvetin olduğuna inanıyor ve ekliyor:
“Bu nötr kuvveti inanılmaz derecede olumlu amaçlar için kullanmak mümkün” diyen Kinsman, sayısı her gün artan ruhsal iş danışmanlarını karanlıkların örtüsü altından gizli gizli ilerleyerek iç dünyasını değiştirecek bir “gizli kuvvet” olarak tanımlıyor.

   Yeni Çağ kurslarında tam olarak ne öğretildiğini belirleyebilmenin zorluğu, belki de, bu akımın pek çok taraftarının “ruhsal dile” başvurmalarından dolayıdır. İskoçya Clyd Esdale Bankası’ndan pek çok çalışanın katıldığı kurslarına iştirak edenlerden biri de bankanın pazarlama servisleri müdürü Greame Anderson. “Bu kursların ne içerdiğini tam olarak söyleyebilmek aslında oldukça güç. Tümü insanın kendisiyle ilgili” diyor Anderson.
  Kendileri üzerinde çalışan kursiyerler, diğerlerinin önünde birtakım değişik roller oynamaya teşvik ediyorlar. Bazılarının sonuca ulaşması diğerlerinden daha uzun sürebiliyor. “Oraya ulaşabilmek için cehennemden geçtiler, yaptıkları deneyimi asala unutmayacaklar. Artık olayları farklı bir ışık altında görecekler bundan böyle yollarının üzerinde hiçbir engel yok” diyerek Anderson sözlerini tamamlıyor.

  Yaratıcı Öğrenme Danışmanlığı’nın kurucu müdürlerinden olan Roger Evans kursiyerlerin bu “farklı ışığı” fark etmelerinin, zihni örten perdelerin kalkması için temel teşkil ettiğini söylüyor. O ve çalışma arkadaşı Peter Russelt, IBM, Shell, Taylor Woodrow ve İsveç İskandinav Enshilda Bankası’dan katılımcılarla çalışıyorlar.

  Evans, kullandıkları egzersizlerin, insanların,geleceğe yönelik olarak,yaratıcı imajlarla çalışmalarından ve çalışanların birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını gözlemlemelerinden, renkli kağıtlar üzerine eğilmiş kafalara tüm düşünceleri yerleştirmeye kadar her şey olabildiğini ifade ediyor. Evans’a göre bu gibi kurslar gitgide çelişen bir saha niteliğinde “Bu yılların devrimi bizim yaptığımız gibi seminerler ve eğitim çalışmalarında olacak. Büyük bir değişim süreci devam ediyor. İnsan kaynaklarının geliştirilmesi şimdiye kadar yönetim tekniğinde daima ikinci planda kalmıştı. Fakat önümüzdeki yıllarda bu konu tekrar gözden geçirilip yeniden düzenlenecek. Yönetimin esas konusu ise kişilerin kapasitelerinin nasıl arttırılacağı temelinde olacak, hatta daha ileri bir konu, bu yüksek kapasiteli kişilerin yaptığı çalışmaların nasıl toplanacağı ve kanalize edileceği konusunda olacak.

  Yeni Çağ akımına gösterilen ilginin gün geçtikçe arttığı görülüyor. Geçen yılın Ekim ayında yapılan bir haftalık “Sezgisel Liderlik: Dış hareket ve kararlarda İç Sesin Dinlenmesi” kursu; Ericcson Telecom, Digital Equipment ve Hewlett-Packard gibi firmalardan çok sayıda yöneticiyi çekti.
  “Birleşen Güçler: Organizasyonlarda Ruhsallık Anlayışı ile Çalışmak” adlı konferansa ise IBM, Shell ve İngiltere kökenli, plastik ve reçine üreticisi Scott Bader gibi şirketlerden çok sayıda uzman katıldı. Yeni Çağ işadamları ile ilgili tüm haberler iyi fakat eğer Roffley Park’tan Ian Cunnigham haklıysa pek çok firma sorunlarına ivedi çözümler arıyor.

(İnternational Management Dergisi’nden çeviri- Tarık Arikdal- RM ciltlerinden)

DÜŞÜNCE GÜCÜ

DÜŞÜNCENİN GÜCÜ

  Düşüncelerimizin fizik plânda formüle edilmesi, psişik plânda inanç ve güven, sözel plânda telkin, hitabet sanatı ve mantık gücü olarak gerçekleşir. Düşüncenin gücü sınırsızdır.
  Düşünce gücünün doğumsuz ve ölümsüz olan evrensel enerjinin bir dokuması gibi Bütün’e iştirak edebilmesi ve sahibine pozitif sonuçlar getirebilmesi bu düşüncelerin, güven, doğruluk, sadakat, merhamet, sevgi ve şefkat dolu titreşimlerle uyum içinde olmasına bağlıdır. Örneğin, çok sevilen bir kimseye doğru yöneltilmiş olan sevgi ve esirgeme arzusu dolu bir düşünce, o kimseye yönelip onun aurasında koruyucu kalkan misali bir form meydana getirmektedir.
  Bu koruma işlemi tam anlamıyla şuurlu ve iradî bir şekilde olmasa da düşünce şeklini yaratan itici güce, impulsa bağlı olarak yarı otomatik şekilde faaliyetini sürdürür. Böylece sevgi düşüncesi gönderilen kişinin aurasında iyileştirici akımları etkileri güçlendirmekte, var olabilecek zararlı akımlarıysa zayıflatmaktadır.

  Bizler, olumlu ve pozitif düşüncelerimizle, sevdiklerimizin yanı başlarına gerçek koruyucu melekler yerleştirmiş oluruz. Bu yolla uzaklardaki yavrusu için dua eden nice anne evlâtlarının çevresine aşılmaz barikatlar inşa etmişler, dualarının koruyuculuk-esirgeyicilik açısından gerçekleşmesini sağlamışlardır.

  DÜŞÜNCENİN TAŞIDIĞI YARATICI GÜCÜ KULLANMAK
  Tüm evren düşüncenin yaratılışından başka bir şey değildir. Bizler evreni temaşa eden şuurun bir parçasıyız. Düşüncelerin üretilmesine ve formülleştirilmesine neden olan zihnimiz evrenin oluşumuna yol açan evrensel düşüncenin bir bölümüdür. Bu da herkesin, düşüncenin yaratıcı gücünün bir cüzüne sahip olduğu anlamına gelir ki düşüncenin formülleştirilmesinde psişik ve sözel ifade şeklinde tezahür eder.
 
Düşüncenin formülleştirilmesindeki psişik ifade şöyle izah edilebilir: Her alanda negatif türden zihinsel tasarımlarımızda negatif olaylara, pozitif türden tasarımlarımız da pozitif olaylara hayat vermektedir.

  Kişinin düşündüğü, hayal ettiği, umduğu, şüphe ettiği veya tasarladığı her şey, tahakkuk ettirici bir güce sahip olduğu, her düşünce bir realiteye tohum sağladığı için, güven ve inanç dolu, iyimser, pozitif düşünceler üretmeye, karamsar ve kötümser olmamaya özen göstermeliyiz. İyilik, neşe ve güven dolu olumlu düşünceler, sözel ifade olarak telkinle, iyi bir hitabet sanatıyla başka insanları da olumlu düşünmeye; aklı, mantığı, vicdanı bir arada kullanmaya teşvik ettirecek güce sahiptir.
  Olumlu düşünceler, olumlu eylemlerin ortaya çıkmasına neden olurken, kişinin kendisini dayanıksız veya hastalanma rizikosu altındaymış gibi düşünmesiyse psikosomatik yankılanma yoluyla bedeninde elverişsiz bir alanın oluşmasına neden olur. Düşüncenin bu yaratıcı gücünü şuurlu olarak kullanmak, onun kudretini ve etkisini hissedilir ölçüde arttırmak, ruhsal şifacılığın da temelidir. Düşüncenin aktif ve etkili yaratıcı gücünü inkâr etmek mümkün değildir. Ama unutulmamalıdır ki, kaçınılmaz şekilde insanın gücü yine kendi şuur alanının gücü oranındadır ve belli sınırlar içinde bir etkileme alanına sahiptir.

  İnsan kozmik yasaların işleyişini, zihninde oluşturduğu kişisel tasarımları vasıtasıyla değiştiremez. Kişinin zihni, evrene hayat vermiş ve vermekte olan kozmik zihnin, evrensel düşüncenin bir parçasıdır. İşte bu yüzden de kozmik zihnin bütünü tarafından tasarımlanmış olan şeyi değiştirememektedir.
  Düşüncelerimiz, daima var olan, her şeyi kaplayan ölümsüz evrensel enerjinin bir parçasıdır. Evren, etkileşim hâlindeki dalgalardan oluşmuş bir sistem, en küçük bir düzensizliğin etkisinin tüm alan içinde yayıldığı bir denizdir. Bu kozmik denizi, yeni fizik bilimleri şöyle tanımlıyor: Evrenin Temel dokusu, madde, düşünce, fizik ya da psişe gibi farklı ve bağımsız gerçeklere ayrılamaz.
  Yeni fiziğin de ele aldığı gibi new kozmolojilerdeki gerçekçi yorumlara göre evreni oluşturan bir tür deniz vardır ve bu da henüz mahiyetini tam olarak tanımlayamadığımız evrensel enerjidir.

  Evrensel enerji, sonsuz mükemmel ve mutlak olan Enerjinin bir başka adıdır. Bu enerji, evrenin kudreti, her şeyi içine alan Tanrı gücünün kaynağıdır.  İşte düşüncelerimiz yaratıcı güçlerini ve etki yapabilme kudretlerini bu sonsuz güçten almaktadırlar. 

DENEYİMLENEN ALANLAR

  Evrende ve dünyamızda oluşmakta olan her fizik olayın ve oluşumun ardında onu üstten kavrayan daha kapsamlı bir yasa olduğu  gibi, her olay ve fenomen de özde “Varlıksal İlkelere ve yasalara bağlıdır. Temellerinde daima şuurlu ve amaçlı sebepler yatar. Tüm evreni ilke ve yasalar çevrelemiştir. Evrendeki muhteşem uyum ve düzen, bu ilkeler sürdüğü için geçerliliğini sürdürebilmektedir.

  Ruh Varlığı İlke Varlığı’dır. Evrendeki sonsuzluğa doğru yayılışını ve şuurluluğunu ilke ve yasalarla yürütür. Özündeki AŞKIN bilgiyi madde evreninde uygulamak, bilgisini açmak ve genişletmek göreviyle yeryüzünde bedenli olarak tezahür etmiştir. Her olay ve tezahür belli bir ilkenin yansımasıdır.

  Varlık özündeki AŞKIN bilgiyi madde evrenlerinde uygulayabilmek için bedenler edinir. Ve bu araç sayesinde de çeşitli ortamlarda bilgi uygulaması yaparken değişik türde olaylarla karşılaşır. Tek bir enerjiden hareket ederek, var olanları oluşturan ruh varlığı, sonsuz çeşitlemeler içerisinde, sonsuz yoğunluklarda odaklaşarak, sonsuz şuur alanları ve sonsuz olaylar dizisi yaratır.
  Bu çeşitli şuur alanları sahip oldukları titreşimsel enerji değerlerine uygun deneyimler oluştururlar. Titreşimsel değer, varlığın titreşim seviyesinin ve enerji alanının kapsam gücünün bir göstergesidir. Titreşim seviyemizi arttırmak yani enerji beden olarak daha hızlı ve daha ince, daha yüksek düzeylerde titreşmek için büyük bir mücadele, evrim ve gelişim arzusu içindeyiz.

  Ruh varlığının madde evrenleri üzerinde yaptığı uygulamaların kozmik hâle gelmesi evriminin de bir göstergesidir.

   Evrim, daha yüksek bir  enerjiyi kullanabilme hakkıdır. Ruh varlığının aslî vazifesi uygun ortamlarda enerjilerini yükseltme ve yeni dengeler kurmaktır.
  Varlığın içsel ve dışsal özgürlüğüyle enerji dengeleri arasında sıkı bir bağ  vardır. Eğer gerçek manada olaylara egemen olmak ve içsel özgürlüğü elde etmek istiyorsak, daha doygun ve yüksek seviyeli enerji taşıyan alanlarla iletişime geçmeliyiz. Bu tıpkı genç bir insanın kendi seviyesini düşürmemek kötü alışkanlıkları olan arkadaşlardan uzak durması ya da kendine ruhsal, entelektüel yönden olgun arkadaşlar araması gibi bir şeydir…
‘Kör ile yatan şaşı kalkar’ atasözümüzdeki gibi iletişim içinde olduğumuz alanlar bizi ya aşağı çeker ya da yukarı doğru sıçratır. Seçim her zaman özgür iradeye bağlıdır…

  Bünyemize aldığımız enerjileri işleyip dışarı veremezsek enerji sirkülasyonunun yetersizliği, onarılması gereken yeni olaylar ve eprövler (yaşam sınavları) dizilerinin hazırlanmasına yol açar. Evren durağan enerjileri hiç sevmez, onları canlandırmak için elinden geleni yapacaktır.

YAŞAMI OLUMLAMAK

Mutluluk arıyorsan,
düşüncelerinde katı ve sert olma.
Zaman içinde, zamanla beraber,
değişikliklerle yoluna devam et...

   Çoğumuzun günlük yaşamı aşamayacağımızı sandığımız sorunlarla doludur. Sorunla karşılaştığımızda kendimizi dünyanın en mutsuz insanı sanırız. Talihimize küser, yaşamla bağımızı kısa bir süre içinde olsa koparır, acımıza konsantre oluruz. Oysa olup bitenlere, bir de madalyonun öbür yüzünden bakacak olursak, sarsıcı bir etki yaşadığımız o anlar bizim evrimimiz için en kıymetli anlardır.
  Yaşamı olumlamak, içimize dönmek ve yeni bir sorgulama yapmak için olağanüstü kıymetli bir kıymetli bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzu bir anlasak, ‘Ben’imizin attığı çığlıklara bakıp biz bile şaşırabiliriz.

  Yeni dönemeç
   İşte yeni bir dönemeç, yeni bir basamak… Yaşam sevgi dolu serüvense, bu da bir mucize… Böylesine sarsıcı olayların yaşandığı durumlarda kendini ve duygularını tanımak isteyen bireyler; acılarının, huzursuzluklarının köklerine dönebilmek için yeni bir ruhsal deneyim fırsatı ile karşılaşırlar.
  “Büyük bir problemi içsel gücümüz ile kontrol altına aldığımızda başarı ile sonuçlanan bir yol izleriz..Bir problemin üstesinden gelmek, ‘Bu problem benim gelişmem için bir fırsattır’, düşüncesi ile başlar. Unutmamalısınız ki, problemi çözdüğünüz zaman çözüm yolu sizi, bulunduğunuz yerden daha iyi bir duruma getirecek veya daha büyük bir tehlikeden koruyacaktır. Bu düşünce tarzı sizi, yaptığınız her işte başarıya götürecektir. "     Chao,Hsiu Che

  Yaşam bizden olumlama bekliyor
  Canımızı sıkan, bizi üzen, rahatımızı kaçıran ya da haksızlığa uğradığımızı düşündüren olaylarla karşılaştığımızda, bu zorlu olayların olumlu yönünü göremeyiz. Ve kendimizi gereksiz dirençlerle çok yorar, yıpratırız. Şimdi konuya bir başka açıdan bakalım: Bizi üzen, sinirlendiren veya haksızlığa uğramışız duygusu veren olay, belik de yararımız için karşımıza çıkmıştır. Bazen şans kendini, sevmediğimiz yüzüyle de karşımıza çıkarır. Aslında objektif olabilirsek, zorluk adını verdiğimiz olayların birer minik mucize ya da sihir özelliği taşıdığını fark edebiliriz. Aslında yaşam, büyüleyici ve sihirli bir serüvendir. Onu ödül ya da ceza olarak kabul etmek, sadece bizim bir illüzyonumuz. Ata sözümüz ne der: “Her işte bir hayır vardır.”

 

 “Eksik bir yönümüzle karşılaşıyoruz. Eksik bir yanımız bizden kabul ve olumlama bekliyor. Tepkimiz ise olayı pozitif bir şekle dönüştürmek için bizi varoluşa katılımcı olmaya davet ediyor.”

   Geçmişte benzer bir olaya dilediğimiz ya da bize yakıştığını düşündüğümüz şekilde yanıt verememiş olabiliriz. Olsun! İşte yeni bir fırsat daha…Şikayet etmeyi, sızlanmayı seçmek mi istersiniz yoksa derin bir soluk alıp, kararlı bir şekilde olayı çözümlemek için üstüne gitmeyi mi?... Geçmişe ve Yarına doğru yanıt verebilmek için ayakta kalmalıyız. Çözünceye kadar yeniden yeniden karşılaşmak zorunda olduğumuz sorunları OLUMLAMAKTAN daha yararlı ne olabilir ki?

“Olması gerektiği gibi olmazsanız talihsizliklerle karşı karşıya kalırsınız. Bu durum sizi, yapmanız gereken işlerden alıkoyar.”          Chao-hsiu Chen

  Uyum sevgi yoludur. Uyumsuzluk kendi nefsini onaylama yoludur. Sevgiyi, gerçek ve daimi iyiliğin kaynağını inkar edenler, giderek yorgun düşer,sinirli olur ve zamanından önce yaşlanırlar.
  Zihninizi sürekli ‘Başaracağım!’ demeye eğitin. Ancak o zaman sizden istenilen şeyi nasıl başaracağınızı düşünürsünüz. Çünkü çok fazla mantık yürütmek endişe, şaşkınlık ve şüpheyi doğurur. Sonunda irade gücünüz o kadar işlemez duruma gelir ki, herhangi bir hareket yapmakta aciz kaldığınızı anlarsınız.

POZİTİF DÜŞÜNCE ve *ÖZ KONUŞMA

Olumlu Davranışın Gücü Nedir?

Jeff Cohen
Çeviren: Okay AÇİL

  Şimdi size çok garip bir şey soracağım. Birkaç dakikanızı ayırın ve düşüncelerinizi dinleyin. Zihninizde ne tür düşünceler var? Onları pozitif veya negatif olarak sınıflandırabilir misiniz?

  Diyelim ki zihninizde bu düşüncelerle caddede yürüyorsunuz. Sizce etrafınızdaki insanların, içinizden hangi düşüncelerin geçtiği hakkında herhangi bir fikirleri var mı?
  Birinci sorunun cevabı size bağlı, fakat ikinci sorunun cevabı oldukça açık. İnsanlar tam olarak ne düşündüğünüzü bilemeseler de, aşağı yukarı nasıl hissettiğiniz hakkında bir fikirleri vardır.
  İşte başka bir soru. Arkadaşlarınızla dolu bir partiye katıldığınızda, içeri girdiğiniz anda herkes sanki korkunç bir şey olmuş gibi bir sessizliğe bürünür mü? Herkes sanki heyecan verici bir şeyin olmasını bekliyormuş gibi neşeli görünür mü? Tüm bu soruların cevapları, ruh halinize bağlıdır.

  Düşünceler çok güçlüdür. Genel davranışlarınızı etkilerler. Takındığınız tavır, görünüşünüzde kendini yansıtır. Bununla da kalmaz. Olumlu ya da olumsuz davranışlarınız ayrıca etrafınızdaki insanları da etkiler.
  Olumlu düşüncelerin zindelik verici bir etkisi vardır. Olumlu düşünen bir kişinin etrafındaki insanlar genellikle onun davranışlarından enerji alırlar.

  Öte taraftan, olumsuz düşüncelerin, diğer insanlar üzerinde tüketici bir etkisi vardır. Umutsuz ve üzgün görünmenize neden olur. Olumsuz düşünceler bir şenliği bir cenaze törenine çevirebilir.
  Olumsuz bir davranış insanları kendinden uzaklaştırırken, olumlu bir davranış kendine çeker. İnsanlar olumsuz davranışları olanlardan uzak durma eğilimindedirler.

  Yayınlanmış çalışmalar göstermiştir ki, olumlu davranışlar sağlığınızın iyileşmesine katkıda bulunur. Ayrıca, olumlu davranışa sahip olanlar stres ve problemlerle olumsuz davranışları olanlara göre daha iyi baş ederler. 
 
Olumlu davranış, kendiniz için sağlıklı bir kişisel imaj yaratmayla başlar. Eğer halinden memnun, güvenli ve kendinden eminsen, çevrendekilerin de benzer şekilde hissetmesine neden olursun.

  Bazen, arkadaşlarınız iyi hissetmiyorken, onlara tavsiyeler vermeye çalışırsınız. Halbuki onların ihtiyacı olan yanlarına oturup onları dinleyecek biridir. Eğer olumlu biriyseniz, herhangi bir şey söylemeye gerek kalmadan onları neşelendirebilirsiniz.   

  Öte taraftan olumsuz bir davranış da, bunun tam tersi bir etki yapacaktır. Olumsuz davranışın itici etkisi de iki türlüdür; kendinizi kötü hissedersiniz ve diğerlerinin de aynı şekilde hissetmelerine neden olursunuz.
  Medyanın olumsuz düşünceler dışında başka bir şey sunmadığı bugünlerde, olumlu bir mizacı devam ettirmek zor olabilir. Bir araştırmanın ortaya koyduğuna göre, ebeveynlerin çocuklarına söyledikleri 14 sözden yalnızca bir tanesi olumludur. Üzücü değil mi?
  Olumsuz şeylerden uzak durmak imkansız olsa da, yine de hayattaki iyi ve olumlu şeylere odaklanarak olumlu bir davranış biçimini devam ettirebilirsiniz.

  Peki eğer olumlu davranmak bu kadar harika ise, neden insanlar bunun yerine olumsuz davranışları benimsemeyi seçiyorlar? Olumsuz davranışları olan biri aslında dikkat çekmek için işaret gönderiyor olabilir.  Üzgün, kızgın ya da umutsuz hissetmek yanlış değil. Ancak, bu düşünceleri çok uzun süre sürdürürseniz, sağlıksız bir hal alır. Sağlıklı ve olumlu bir davranışı benimsemek herkesin kazançlı çıktığı durumlar yaratır.

 
*Öz-konuşma: Dünyaca ünlü psikoterapist Albert Ellis'in, 'içselleştirilmiş cümleleri' kendi kendimize tekrarlayıp durduğumuz bir iç diyalog için kullandığı terim.

Yayın Tarihi: 28.Aralık.2007

ZAMAN

LİNEER ve ÇEVRİMSEL ZAMAN -I-

Haluk Özden (Ruh ve Madde Dergisi S: 474-475-476,:C:40)

ZAMAN, kainatta, kozmosta mevcut dört büyük güçten bir tanesi. Eskilerin ateş, hava, su ve toprak olarak sembolleştirmiş oldukları dört büyük kudretten birisi. Ruh varlığının iradesine tabi olarak, hayat enerjisi üzerinde meydana getirdiği etkinlik ile, mekanların yaratılmasına sebep olan enerji.
  Birçok kişiye göre zaman, kolundaki saatin ibresinin mekanının değişmesi, daire çizerek belli bir merkez etrafında dönmesi veya gün, sabah, öğlen, akşam, gece, ay, yıl, mevsimler, olayların birbiri ardına dizilişi olarak nitelendirilebilir. Zaman nedir derseniz, size belki böyle bir tanım yapar. Ayrıca, olayların birbiri ardına dizilişi dediğimiz zaman, doğal olarak bunun içine her şey giriyor.

  Dünya üzerinde, kainatta, bizim beş duyumuzla algılayabildiğimiz, sürekli, hiç durmayan, durması diye bir şey söz konusu olmayan, en durağan, hareketsiz göründüğü anda bile içsel bir devinimin devam ettiği bir akış var. 
  Bedenimizdeki faaliyetler de bunun bir örneğidir. Sakalımızı kestiğimiz zaman ertesi gün uzamış oluyor ya da saçımız uzuyor. Ya da bir insan, bebek durumundayken, belli bir süre geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebiliyor; anlayışımıza göre on yıl, beş yıl, otuz yıl sonra vs.
  Burada, doğadaki bir işleyişi görüyoruz. Yani bizim şuurumuzun dışında bir mekanik çarkın işleyişi var. Daha önceden tasarlanmış, düzenlenmiş mükemmel bir organizasyon halinde bir işleyiş var.
  Buranın şartlarına tabi olarak gelmiş varlık da bunun dışına pek çıkamıyor. Yani siz, doğduktan beş yıl sonra yetişkin bir astrofizikçi olarak hayata atılamıyorsunuz. Onun için yirmi beş senenizi harcamanız gerekir. Ayrıca bazı branşlarda bu süre, özellikle daha da kısalabilir veya uzayabilir. Seçtiğiniz branşa, o branşın ifade ettiği realiteye ve o realitenin mekandaki yoğunluğuna bağlı olarak ona harcanması gereken zaman, varlık için değişkenlik arz ediyor.

  Doğumlar ve zaman
 
Siz, bir ruh varlığı olarak buranın zamanına uygun bir plan tanzim etmek zorundasınız. Varlığınızın etkinliğini buranın tasarlanmış büyük planına uydurmak zorundasınız. Bazı istisnalar yok mu? Var! Ama onlar da bir üst planın yasalarını göstermek, bir üst planın mevcudiyetini ve insanın isterse o üst planla şuurlu olarak irtibatta olabileceğini göstermek üzere, insanlığa sunulmuş birtakım örnekler şeklinde, gayet nadide bir kimlik arz ederek günlük yaşantıda gelip geçiyor ve çoğu da insanların geneline mal olmuyor zaten.
  Örneğin, bitkileri hızla büyütebilen Hint fakirleri var. Ve de aynı anda iki yerde birden bulunma gibi fenomenleri meydana getirebilen insanlar var. Burada, üst bir planın yasalarının alt bir plana, fizik plana hakim olması söz konusu. Yani üst plandan örnekler sergileniyor. Ruh varlığının kudreti, istenirse şuurlu olarak çok farklı tezahürler meydana getirebilir, şeklinde gözler önüne seriliyor.

  Enerji Yoğunlukları
 
Zaman dediğimiz bu enerjinin yoğunlukları çeşitli planlarda, değişik mekanlarda farklılıklar gösteriyor. En basitinden, şu anda İstanbul’daki zaman ile Ankara'daki zaman, güneye gittikçe Antalya, Kıbrıs, belki Meksika ve Ekvator'a yakın bölgelerinde Afrika'nın zamanları arasında büyük farklılıklar var. Buradaki çok hızlı bir akış, orada son derece yavaş bir yaşam şekline dönüşebiliyor. Örneğin Meksika’da ya da Ekvator'a yakın bölgelerde öğlen bir çalışma saatinin ardından siesta yapmak bir adettir. İnsanlar orada iki-üç saat dinlenirler ve oradaki hayat aksamaz. Oranın iş düzeni, ekonomik düzeni, insanların hayattan beklentileri, duygusal, bedensel ve mantal durumları zamanın bu yoğunluğuna göre ayarlanmıştır. Hiçbir şey aksamadan mükemmelen işler. Ama oradaki sistemi İstanbul’a, New York'a ya da Paris'e uygulayın, her şey alt üst olur. Büyük toplumsal kargaşalar meydana gelebilir, sistem çöker.
  Görüldüğü gibi, orada doğanın kozmik yapısının, çok önceden tasarlanmış bu planın işleyişine uygun olarak varlık bir tavır almıştır. Zaten orada bunun üstüne çıkabilmesi mümkün değildir. O zaman beden işleyişinde, beden yapısında, onun zamanında birtakım aksaklıklar meydana gelecektir.
  Bu sefer yine sistem çökecektir. Onun için belli bir tavır almıştır. Hayat enerjisi çok yoğundur ve dikkat edilecek olursa, özellikle tropikal ve ekvatoral bölgelerde bitkiler, hayvanlar devasa boyutlardadır. Hayat enerjisi fizik plana etki edecek şekilde yoğunlaşmıştır. Zaman enerjisi orada, ruh varlığının mantal bir faaliyet göstermesine yetecek miktarda bulunamamaktadır.

  Zaman enerjisinin büyük bir bölümü, hayat enerjisini bu tipte fizik planda meydana gelecek değişikliklere yöneltmiştir. Hareket, zaman enerjisinin adeta bir tezahürü olmaktadır. Her şeyde bir hareket var.
 
Bir iskemlenin içinde de, atomlarında, elektronlarında büyük bir hareket var. O duruyor gözükse bile... Bizler şu anda sürekli hareket halindeyiz. Oturuyor olsak bile düşünüyoruz, kanımız dolaşıyor. Alyuvarlar sürekli olarak hücrelere, dokularımıza hayat enerjisi taşıyor.
  Hiç farkına varamadığımız, asla şuuruna varamayacağımız büyük bir devinim içerisindeyiz. Farkında olsak da, olmasak da, bedensel, zihinsel ve duygusal olarak çeşitli tesir kademelerine girip çıkıyoruz. Ve bu hareket, adeta, zaman enerjisinin bir tezahürü olmaktadır. Akış, zaman enerjisiyle gerçekleşebilmektedir. Aksi halde atalet olur ki, bu da evrenin hiçbir noktasında mevcut değil. Ve hayat enerjisiyle birleştiğinde bu canlılık ve mekanlar hasıl oluyor. Şu anda fizik plan, ruh varlığının, hareketi meydana getiren zaman enerjisini kullanıp, hayat enerjisine yaptığı etkiyle meydana getirilmiş durumda.
  Şuurluluğu, maksatlı hareketi gördüğümüz zaman da, zaten burada ruh varlığının iradesine hemen hükmedebiliriz. Bizim zamanımız, algılayabildiğimiz kadarıyla lineer, yani doğrusal, ufki bir hat izler şekilde akıp gitmektedir. Durmayan, sürekli ileri doğru belli bir maksada yönelik şekilde akıp giden bir görünüm göstermektedir.

  Farklı boyutların zaman enerjileri
  Ancak, zaman zaman da bu özellikten dışarı taşılmaktadır. Örneğin transa girildiğinde. O andaki fizik planda varlığın kendisine yansıyan hadiselerin birbiri ardı sıra dizilişi, bir yerde askıya alınmış olduğundan, o zamanın enerjisinin etkisinden varlık dışarı çıkmakta ve farklı bir boyutun zaman enerjisine tabi olmaktadır.Astral planın zaman enerjisine tabi olmaktadır. Oradaki zaman ise, adeta bizim buradaki, kaba plandaki zaman akışına göre zamansızlık denecek kisveye, bir niteliğe sahiptir. Nasıl oranın maddesi varlığın imajinasyonuna göre, bu kaba plandakine nazaran çok daha çabuk, hatta daha çabuk ifadesi bile yavaş kalıyor, anında bir tepki veriyorsa (burada 12 katlı bir binayı, iyi bir müteahhit seçilmiş ekibiyle çalıştığı zaman bir senede bitirmekte), anında iş oluyorsa, zaman enerjisi de varlığın şuur durumuna göre bir üst boyutta bir tepki vermektedir. Yine orada yaşamakta olanların şuuruna aksetmekte olan etkisine göre de, zaman buranın beş dakikası, oranın beş bin yılı ya da oranın beş bin yılı buranın beş saniyesi gibi olabilir veya hiç zaman geçmemiş, anında olmuş gibi de olabilir.
 
Örneğin, ekminezi çalışmaları bunu göstermektedir. Orada, şu an ile bundan elli yıl öncesi adeta birbirine bitişmektedir, yapışmaktadır, bir bütünlük oluşturmaktadır. Tabi ki orada,mekan da zamana bağlı olarak aynı etkiyi vermektedir.

  Bir duru görü hadisesinde, örneğin Stephan Ossowiecky'nin Marlenbad dinlenme mahallinden 400 mil ötede, bir gazetecinin kuma çizdiği imajı anında algılaması, bilim adamları tarafından da doğruluğu saptanmış, asla bir hilesi olmayan bir deneyimdir; buna benzer birçok deneyim var. Yani mekan da ortadan kalkıyor. Aynı şekilde telepati hadiselerinde, düşüncenin zihinden zihne anında aktarımı var. Geleceğin algılanması da bu kapsama girmektedir. Burada, bir ay, bir sene, beş yüz sene sonrasının o an içinde algılanması söz konusu.
  Varlık tamamen üst boyutun yasalarına tabi olan bir algılama, bir şuur hali içerisinde.Onun için ortaya, gayet rahat bir şekilde 800 yıllık kehanet listesi çıkartabiliyor, Nostradamus gibi.
  2000-3000 yıla kadar varabilen geniş bir zaman skalası içinde varlık, o an içerisinde gezinip bunun kanıtlarını size gayet rahat, belirgin bir şekilde aktarabiliyor.

  Örneğin Pascal Fortune'a, 1920'Ii yıllarda, bir sinema salonunda herhangi bir koltuğu gösteriyorlar. Diyelim 10. sıranın 20 numaralı koltuğu. Bir ay sonraki konferansta oraya kimin oturacağını, isminin ne olduğunu, o kişinin yakın zaman içerisinde planladıklarının neler olduğunu ve belli bir geçmiş içerisinde de yaşamış oldukları.nın neler olduğuna varıncaya kadar, gayet detaylı bir şekilde birtakım açılımlar yapabiliyor.
  Aynı şekilde Gerard Croiset de böyle, ki kendisinden aynı zamanda polisler de büyük ölçüde yararlanmışlar. Bunlara Ingo Swann'ı da katabiliriz. O da gezegenler arası bir astral projeksiyon yapıyor ve Jüpiter'den o anda, o zamanda ve mekan içerisinde algılanması mümkün olmayan birtakım verilerle geliyor. Bunun, zaman ile olan ilgisi şöyle: Dünya'dan Jüpiter'e ulaşmak için uydu ile ne kadar zaman gerekecekse, diyelim bu bir yıl, iki yıl olabilir, Ingo Swann için bu mesafe o andır. Kendisi Florida'da yine konsantrasyona geçip, Antarktika'daki bilim adamlarının o anda kurmakta oldukları çadırı tarif etmiştir,
"Şu anda sarı renkte çadır kuruyorlar" gibi. Aynı zamanda bu, radyo ile de teyit edilmiştir. Görüldüğü gibi, Florida'dan Güney Kutbu'na ulaşmak için günler gerekir, fakat zaman ve dolayısıyla ona bağlı olarak da mekan o an içindedir, sıkışmış durumdadır.

  Zaman akışları
 
Bundan da anlaşılıyor ki, zaman enerjisi, ruh varlığının kullanımına bağlı olarak kendisini gösteriyor. Astral alem zamanı, yani spatyom planının zamanı oranın realitesine; fizik planın zamanı ise buranın realitesine uygun olarak akış içerisindedir. Zamanı tek bir merkezi enerji olarak düşünürsek aynı niteliktedir; fakat varlığın titreşimsel seviyesi, frekansı onu farklı göstermekte, onun algılayışında fark meydana gelmektedir. Biz bunu günlük yaşantımızda da zaten görüyoruz. Bizim için bazen bir saat bir gün gibi geçebilir, bazen de bir gün bir saat kadar kısa kalabilir. İçinde bulunduğumuz mekandan hoşlanmamıza bağlı olarak şuur durumumuzda birtakım değişiklikler meydana geliyor ve zamanı algılayışımız değişiyor. Tabı ki burada, maddi ortamın özelliğinin etkisi de var. Ayrıca hepimizin zamanı da değişiktir. Çünkü hepimizin şuur ve idrak durumu da değişiktir. Kimimiz için,belli bir mekanda geçirilecek bir yarım saat hiç tahammül edilmez olduğunda şuur ve idrak durumumuza göre çok uzun olabileceği gibi;kimimiz içinse bir an gibi geçer, hatta “ne çabuk geçti zaman, anlayamadık.” deriz.

  Spatyomun, yani astral alemin alt kademelerinde ise çok enteresan, binlerce yıl önce ölmüş olup da kendisini hala, yaşadığı zaman ve mekan dilimi içerisinde zanneden varlıklarla görüşülmüştür. Bunlar da birer kanıt olarak ortadadır. Örneğin bir Asur kralı, kendisini hala tahtında oturuyor, ülkesini yönetiyor olarak da tasavvur edebilir ve medyoma bu imajı verebilir.
  Yukarıda da ifade edildiği gibi dünyada zaman, olayların art arda gidiş biçimini ifade etmektedir; çocuğun doğması, büyümesi gibi. Örneğin buğdayın, önce tohumunun ekilmesi, sonra başak haline gelmesi ve biçilmesi. Ağacın meyve vermesi ya da tohum halinden ağaç haline dönüşmesi vs. gibi...

  Dünya adı verilen bu mavi kürede lineer gibi gözüken bu zaman akışı aslında dairesel, yani çevrimsel, devresel bir akış içerisindedir. Bunun en belirgin örneklerinden bir tanesi, ezoterik kaynaklara dayanarak verilen bilgilere göre, kıtaların birbiri peşi sıra batması veya çıkmasıdır. Çok öncelerde, Mu ya da Lemurya Kıtalarının sulara gömülmesi neticesinde Atlantik Okyanusu'nda Atlantis Kıtası'nın belirdiği ifade edilmektedir. Daha sonra onun suların dibine gömülüşüyle birlikte, daha önce deniz olan pek çok bölgede karaların yükseldiği ve oraların, bugün üzerinde insanların yaşadığı, ulusları, ülkeleri ve kültürleri barındıran birer mekan haline geldiği ifade edilmektedir. Bunlardan bir tanesi de Gobi çölüdür. Zamanında Gobi Denizi idi, ki zaten yapılan araştırmalarda milyonlarca yıl önce burada yaşamış olan deniz hayvanları fosillerine rastlanmıştır.

LİNEER ve ÇEVRİMSEL ZAMAN -II-

Haluk Özden (Ruh ve Madde Dergisi S: 474-475-476,:C:40)

  Ezoterizmde hayat enerjisinin, doğudan batıya doğru bir akış içerisinde olduğu ifade edilmektedir; enerjinin dairesel bir şekilde adeta dünya turu yaparcasına yaptığı akış; medeniyetlerin de birbiri peşi sıra, doğudan batıya doğru hayat enerjisinin parlak ışığının yayılışı olarak açıklanır. Doğu bir zamanlar dünyanın kültür ve uygarlık beşiğiyken bu enerji ve bu manyetik alan yavaş yavaş batıya doğru kaymıştır. Aynen güneşin izlediği yolu izler bir şekilde. Ve sırasıyla Mısır, İran, Kalde, daha sonra Yunan, Roma, Avrupa ve Amerika... Günümüzde de, tekrar doğuya doğru gideceği ve Japonya'ya ve Asya'ya sirayet edeceği ifade edilmektedir, ki zaten günümüz doğusunda yani Asya'sında, Japonya'sında, özellikle bunun belirgin tezahürlerini görmekteyiz.
  Kutupların da yer değiştirmesi söz konusudur, ki daha önce bu hadisenin birçok kez meydana geldiği bilim adamlarınca da elde edilen bulgularla saptanmıştır. Örneğin Jeolog Charles Hapgood, kutupların daha önce, yüz bin yıl içerisinde üç kere yer değiştirdiğini saptamıştır. Ayrıca, Hugh Brown hayatı boyunca hükümetleri tehlikeye karşı uyarmış, ama bu oluşum zaten dünyanın kendi doğal yaşamı olduğu içinde insanoğlu kaymaların  pek önüne geçebilecek durumda değil. Antarktika'daki aşırı buz birikiminin durumu ilginç. 1930 yıllarında oraya dikilen 35 metrelik bir radyo kulesi var ve 1960'lı yıllarda oraya gidilip bakıldığında, bir metrelik bir bölümü dışarıda kalmış şekilde, tamamen buzlara gömülü olduğu görülmüş. Ve Brown şöyle devam ediyor:
Antarktika gibi muazzam bir alanı düşünün; tümüyle birlikte 30 metre yükselecek kadar bir buz birikimine sahne oluyor. Bu buz birikimi, artan bir hızla devam etmektedir, mutlaka ve mutlaka dünyanın dengesini bozacak ve bir gün kutupların yer değiştirmesine neden olacaktır. Zaten dünyanın manyetik ekseninde de bir kayma saptanmaktadır."

 Çevrimsel Zamanın Ezoterik Açıklaması

 Dünyanın da kendine göre bir soluk alıp vermesi vardır. Kalbimizin açılıp kapanması, kanın bütün vücudu dolaşıp birazcık değişmiş olarak ve aslında tekamül etmiş olarak, her ne kadar kirlense bile yine aynı merkeze dönmesi, yine çevrimsel bir zaman akışını göstermektedir. Bazı araştırmacıların, okültistlerin, özellikle Teozofi Cemiyetinden Charles Leadbater, Anne Bassent, Max Heindel'in verdikleri bilgiler bu konunun ezoterik yanını anlatmaktadır.
  İnsanı üçlü bir sistem olarak ele alıyorlar (beden, ruh ve aradaki astral bedeni veya spiritüalizmdeki terimiyle perisperi), bu sistem yedi yıllık devreler halinde gelişmektedir. Bir çocuğun esiri bedeni yedi yaşına kadar olgunlaşmaktadır. Ve yedi yaşından itibaren faaliyetini göstermektedir ki, bu hayati beden, fizikteki aşırı gelişmeyi temin eder. Esiri beden hayat enerjisinin belli başlı taşıyıcısıdır. Nitekim, dikkat edilecek olursa çocuklar 7 yaşından itibaren çok hızlı bir gelişime tabi olurlar.
  Astral beden yine 7 yıllık bir siklus içinde olgunlaşır ve 14 yaşından itibaren devreye girer diyorlar. Ve 21 yaş mantal bedenin, zihin bedenin olgunlaşmasıdır, ki nitekim insanın zihinsel faaliyeti 21 yaşından itibaren giderek doruğa yükselir. Bu şekilde 7'şer yıllık devreler halinde insan varlığının gelişimini izah etmeye çalışmışlardır. Fransız araştırmacı Claude Bernard'ın araştırmalarına göre, insan vücudundaki bütün hücreler, devresel olarak yine 7 yılda bir komple yenilenmektedir. Siz bir arkadaşınızla, son gördüğünüzden 8 yıl sonra rastlaşabilirsiniz. Ama o artık, o 8 yıl önceki insan değildir. 8 yıl önceki Ahmet'ten veya Mehmet'ten, o insanda eser yoktur. Çünkü hücrelerinin hepsi değişmiştir. Tabi o insanı bir fizik madde olarak, elementlerden oluşmuş bir madde olarak ele alırsanız, yine de fazla bir fark göremezsiniz. Çünkü aslında o maddeye etkin olan ruh varlığıdır. Ona tabi olarak değişen de o insanın astral kalıbıdır, perispirisidir. Hücrelerin hayatlarını çok çabuk kaybettikleri ve sürekli yenilendikleri bilinmektedir. Araştırmacının ifadesine göre, 7 yıllık devrelerde komple bir yenilenme vardır.

 Çevrimsel Zaman Akışında Yükseliş-Çöküş

  Bu çevrimsel zaman akışında 520 yıllık bir saptama Kaptan Bruck tarafından yapılmıştır. 1800'Iü yılların sonlarında yaşamış Belçikalı bir araştırmacı olan Bruck'un ifadesine göre, bir toplumun ya da medeniyetin yükselişinde 520 yıllık bir ilk safha vardır ki bu, yükselişe kadar götürür. Bu 520 yıldan sonra ikinci bir 520 yıl daha vardır, bu da çöküşün başlangıcıdır diyor. Yani bir merkezden çıkıp doruk noktaya ulaşma, sonra tekrar aşağıya düşme. Tabi bu bütün toplumlar için böyle değil. Uygarlığını çok uzun süre sürdürebilmiş toplumlar için bu gözlemlenebilir, ki bunu Fransız medeniyetinde gözlemişler. Araştırmacı, “520'yi 16'ya, 36'ya vs. bölerek alt bölümleriyle de aynı sonuçları elde etmek mümkündür”, diyor.
  Ancak bu hayatın akışı, yani hayat enerjisinin dünya üzerinde doğudan batıya doğru akışı ve belli bir süre sonra, belli bir medeniyetin beşiği olan yöreyi terk edişi neticesinde bir çöküntü meydana getirmesi bu periyodik sisteme göre doğaldır ama orada yaşayan toplumlarda, bu yozlaşma olayının tek istisnası Mısırlılardır.

 Mısırlılar Atlantis Kolonisi

  Mısırlılar, eski Atlantis kolonisi olmaları nedeniyle atalarından miras olarak devralmış oldukları çok gizli, okült bazı bilgileri kullanarak bu hayat enerjisinin uzun süre, neredeyse 5000 yıldan fazla -belki çok daha eskilere de uzanıyor olabilir- orada kalmasını sağlayabilmişlerdi. Zaten Mısırlıların yapılarından, hayat biçimlerinden ve tapınaklarındaki çeşitli papirüslerden, çeşitli duvar resimlerinden bizlere yansıyan yaşamları, kültürleri, inanç uygulamaları, kültleri, tapıncaları, kozmik enerjilerle iç içe olduklarını ve bunları kullanabildiklerini göstermektedir. Bunların en belirgin özelliklerinden birisi mumyalama yöntemidir.
  Mumyalama yönteminin başlıca fonksiyonlarından birisi, vücudun hayatiyetini sağlamakta olan esiri bedenin vücuda en yakın kısımlarının mümkün olabildiği kadar uzun bir süre vücut yöresinde bulunmasını sağlamaktır, ki bunu sağlamanın tek çıkar yolu da, vücudun bozulmasını önlemektir.. Yani bizim şimdiki tarihçilerimizin aktardığı gibi, Mısırlılar, o adamın günün birinde kalkıp, yaşamını tekrar o bedende sürdüreceğine inanmıyorlardı. Öte alemi çok iyi tanıyan insanlardı ve bir bedenin işi bittikten sonra onun bir daha kullanılamayacağını biliyorlardı. Beyni, sindirim sistemini, bağırsakları çıkararak bedeni kullanılmaz hale getiriyorlardı, ama genel kalıp gayet sağlıklı bir şekilde muhafaza edilmekteydi. İnkalar ve Güney Amerika uygarlıkları, onlar da Atlantis kökenli olmaları itibarıyla, aynı tradisyona bağlı olarak aynı işlemi uygulamaya çalışmışlar, fakat tabi ki Mısırlılar kadar başarılı olamamışlardır.

 Dünya canlıdır

  Dünya da bir solunum yapıyor. Onun hayati yapısı da belli bir soluk alıp verme içerisindedir. O da canlı bir varlık. Hatta gündüz, güneş ışığına tabi olan yarı kürenin nefes alma, yani hayat enerjisini kendi bünyesine çekme sürecidir. Gece karanlığının hakim olduğu, güneşten gelen o hayat enerjisine muhatap olmayan yöresinde ise, dışarı nefes verme, yani kullanılmış olan enerjinin atıklarının dışarıya atılması işlemi sürmektedir. Bu, bizim bir günümüzdür. Bizim bir günümüz, dünya için bir soluk alıp vermedir. Hatta birtakım ilginç saptamalar da yapılmış. Örneğin: Bizim bir günümüz Dünya'nın bir saati ve Güneş'in bir dakikası; bizim bir ayımız Dünya'nın bir günü, Güneş'in bir saati; bizim bir yılımız, yani 365 günümüz, Dünya'nın bir ayı, Güneş'in bir günü deniyor.
  Hindularda bu makro kozmik düzene ilişkin çok ilginç zaman saptamaları var. Onlarda da bir güneş yılı bizim 360 yılımız ediyor. Yani 360 güneş günü. Yine Hindularda büyük soluk var. Kozmosun ya da bizim ya da Dünya'nın soluk alış verişinin belli bir zamanı var. Tabi bu soluk alış verişi, sadece bedenin ciğerlere hava alıp vermesi olarak da göremeyiz. Bunun üstün örtüleri daha açıldığı zaman da belli bir enerjinin içe çekilip tekrar dışarı verilmesi ya da merkeze dönüş ve merkezden uzaklaşma hareketinin, evrenin her hücresinde mevcut olan bu hareketin bir yansıması görülebilir. Hindular bunu makro kozmosa uygulamış ve kendilerine göre birtakım zaman dilimleri saptamışlar. Büyük soluk ya da büyük soluk alma pralaya ve soluk verme mamantar olarak adlandırılmış. ki bunun ikisi, onların deyimine göre bir kalpa meydana getiriyor. Bu da 8.640.000 yıl ediyor. Bizim için tabi ki tasavvurların ötesinde bir zaman dilimi. Görüldüğü gibi, burada zamanı kullanış varlığın şuur durumuna ve mekana göre değişiklikler göstermektedir.
  Dünyamız dengesi henüz oturmamış bir planet. Zaten eksenindeki eğiklik ve elips durumunda bulunuşu da bunu göstermektedir. Yine bazı bilgilere göre, dünya astrali diğer planetlerle kolaylıkla irtibata geçememektedir. Bu, faz eksikliğinden dolayı deniyor. Tekamülde, gelişimde bir ağırlık vardır. Başka planet/ere kıyasla dünyamız üzerindeki yaşam biraz ağırdır ve ağır bir zaman süreci içerisinde cereyan etmektedir. Ve dolayısıyla varlıkların, yüksek şuurlarıyla olan irtibatları kararmıştır, daha seyrektir. Diğer bazı gezegenlerdeki yaşam tarzı ile arasındaki en belirgin fark ilk başta bu olmaktadır. Ancak, bu yoğun ve ağır tekamül şartlan içerisinde Dünya üzerinde yaşayan varlıkların hisleri gelişmektedir.

  Dikkat edecek olursak bizler günlük yaşantımızda hislerimiz, duygularımız vasıtasıyla bir eğitime tabi tutulmuş ya da kendi kendimizi eğitiyor durumdayızdır. Bu epröv ortamına, sınava, laboratuara bunu bilerek girmiş varlıklar olduğumuz için, bu da bizim onayımızla gerçekleşen bir olaydır.

  Üst şuurumuzla, öz benliğimizle irtibatımız son derece seyrektir. İçinde bulunduğumuz mekan, o mekanda olup bitmekte olanlar, o mekanın bize verecek oldukları, bizi oraya getiren sebeplerin ne olduğu, şu andaki pozisyonumuz, bir saat sonra hangi duygular içerisinde olacağımız ya da bir saat önce hangi durumda olduğumuz gibi tüm hayatımız boyunca gayet dar kapsamlı bir algılama içerisindeyizdir. Göremeyiz, on dakika sonra ne olacağını bilemeyiz.

  On dakika önce olmuş olanların da bizim için gerekliliğini, varlığımıza neler kazandırdığını tam manasıyla idrak edemeyiz. Yine bedenden ötürü, yine bu ağır zaman ve mekan şartlarından ötürü unutkanlığımız vardır. Bir saat önce söylemiş olduğumuz şeyleri unuturuz, eşyalarımızı kaybederiz vs. Hepimiz kendimizden birçok örnek bulabiliriz.  Fakat bu ağır şartlar içerisinde hislerimiz gelişiyor. His adı verilen o mekanizma sayesinde, dünya maddesinin bütün etkisini içimize alıp, varlığımıza, bünyemize sindirebiliyoruz.işte bu, zaten Dünya'nın özel bir okul, özel bir eğitim merkezi olmasından kaynaklanmaktadır.

 

  Dünya maddesi gelişmiş değildir. Dolayısıyla, dünya üzerinde yaşayan insanlık realitesi de ağır gelişmektedir. Fakat özellikle komando eğitimini hatırlayacak olursak, orada da varlık, içinde yaşadığı rahat mekandan, sıcak sulu, belki de jakuzili banyosundan alınıp, şehrin bütün olanaklarından koparılıp bambaşka bir mahrumiyet mekanına götürülüyor. Askerlik eğitimi içerisindeki yoğun komando eğitiminde şartların birkaç kat daha ağırlaştırılarak, zamanın ve mekanın işleyişi birkaç kat daha yoğunlaştırılarak, bedensel olarak birçok olanağın kısıtlandığı bir ortam meydana getirilmektedir ve bundan da kasıt, varlığın kapasitesinin, tahammül gücünün genişlemesidir, esnekliğinin gelişebilmesidir. Bir insan, duygusal olarak değerlendirdiğinde kendisinin layık olmadığı, kendisine çok kaba gelebilen ortamlara, zaman boyutlarına dalabildiği zaman, onun üst varlığında otomatikman bir gelişme meydana gelmektedir.

 

  Bir varlığın gelişmişlik derecesi, onun ne kadar yukarıdan, ne kadar aşağıya inebildiğiyle ölçülmektedir. Bu yüzden Dünyamız, hayat enerjisinin ve zaman enerjisinin akışı bakımından her ne kadar yoğun şartlarının, varlığın üst şuuruyla irtibatını zayıflatmış olduğu bir mekan olarak değerlendirilse de, özellikle yüksek ruhi kudretlerin bir deney yeri olduğu ruhsal tebligatlarda ifade edilmektedir.

ZAMAN ÜZERİNE

  Günün penceresini daha önce de belirttiğimiz gibi olguların, olayların, kavramların ötesine geçmek için açtık. Zaman mı? O da nesi? Zaman üstüne düşünmeye değer mi? Demeyin sakın!
  Zaman kavramı, üzerinde durulması, çeşitli yönlerinden irdelenmesi gereken çok, ama çok önemli, hayati ve temel bir olgu. Yeni Dünya anlayışı için, bizim için, çağı ve kendimizi daha yakından gözleyebilmek için zaman olgusunu biraz irdelememiz gerekiyor.

   Zaman deyince ne anlıyoruz?
   Bizde yarattığı ilk izlenim; zamanın fiziksel bir olgu olduğudur. Bu fiziksel zaman bizde, Güneş Sistemi'ne dahil olan gezegenimizin, güneşin etrafında dönmesi, bu hareketlere göre yıl kavramı; dünyamızın kendi etrafında dönmesi ve gün kavramı, saat kavramı, saatin kendi içindeki bölümleri dakika, saniye, salise; tüm bu hareketlere göre şekillenen dünya üzerindeki canlılığın genel periyodik hareketleri, iklim değişimleri tarzında bir izlenim yaratır. Hemen ardından mekanlar arası hareketler, iki mekan arasındaki uzaklık-yakınlıklar, bu mesafeler arasındaki gidip gelmeler de bu fizik zamana göre belirlediğimiz ikinci bir zamanı kavrayabilme unsurumuzdur. Zamanı fiziksel bir olgu olarak ele almamızın bir diğer temel nedeni de, dünyadaki yaşam süremizdir. İnsan, her şeyi olduğu gibi zaman anlayışını da bedenli yaşamına göre şekillendirir.
 Peki! Günün penceresinden soruyoruz! Zamanın bu sınırları tanımları size yetti mi? Konuyu ya da olguyu anlamış ve kavramış oldunuz mu?

  GÜNLÜK YAŞAMDA ZAMAN
  Zaman bizim içinde bulunduğumuz şuur seviyesine göre değişen önemli bir kavramdır. Örneğin, gün içerisinde sayısız şeyi zaman kelimesini kullanarak anlatırız.
"Ne zaman geleceksin?" dediğimizde Hangi saatte geleceksin mi demek isteriz? Yoksa hangi günde mi? Peki, "Zaman zaman içim sıkılıyor" derken buradaki zamanlarla neyi kastederiz? Geçmişi mi, şimdiyi mi, yoksa geleceği mi? "Uygun bir zamanı bekliyoruz" derken, burada beklenilen uygun zamandan kasıt nedir? "Çok uygunsuz bir zaman seçtiniz" deki uygunsuz zamanla anlatılmak istenen nedir? Bir de "Zamanı gelince o da olur" deriz. Buradaki zamanı gelme meselesi de ne demektir? Zamanı gelmek, zamanı gelmemek... "Bazen -bazı zaman- içimi bir hüzün kaplıyor"la hangi zaman anlatılmak istenmektedir? Peki ya "Zamanım yok" Bu şekilde örnekleri çoğaltmak mümkündür.  Burada, günlük hayatımızda tamamen fiziksel bir zaman sistemine göre yaşamamıza rağmen, zamanı, farkında olmadan çok daha değişik anlamlarda kullandığımızı tespit etmeye çalıştık. Bütün bunları toparladığımızda, ortaya çıkan sonuç şu: Bizim zaman anlayışımızı belirleyen şey maddedir, fiziktir. Yani duyu ve duygularımızla algıladığımız şeylerdir. Evet, bizim zaman anlayışımız bu kısıtlı algılamalarımızla sınırlı olabilir. Fakat acaba ”ZAMAN” bizim bu kısıtlı algılamalarımızla sınırlı olan bir şey mıdır? Elbette değil!...

  ZAMAN ENERJİSİ
  Zaman, Dünya'yla veya Güneş Sistemimizle sınırlı bir olgu değildir. Zaman bir enerjidir.
"Zaman Enerjisi", varoluştaki dört temel enerjiden (Ruh, Zaman, Hayat, Fizik) biridir. Zaman enerjisi; varoluş enerjilerinden birisidir.   Zaman enerjisi, içinde enkarne olduğumuz sistemin işleyişini sağlayan yasaların meydana getirircisi, meydana getirdiği yasaların uygulatıcısı ve bu yasaların yenileyicisi durumunda olan başat bir enerjidir.
  Zaman ve hayat enerjilerinin birleşmesinden meydana gelen fizik enerji, bildiğimiz ve bilmediğimiz boyutları evrenleri ve varoluşları meydana getirir. Bu üç enerji (Zaman,Hayat,Fizik) üstün enerji de denilen Ruhi enerjilerin tasarrufundadır. Bu noktada bu kozmik enerjilerden biri olan zaman enerjisiyle kastedilen şeyin, yüklenen anlamın günlük zaman kavramımızla hiç bir benzerliği yoktur. Zaman enerjisi adeta evrenlerin, mekanların iskeletidir, temel taşıdır. Bir kudrettir. Çeşitli boyutların oluşturucusudur.
  Bedenimizden gezegenimize, Güneş Sistemimize, galaksimize kadar her şeyi kapsayan, tüm çeşitliliğiyle tanzim eden zaman enerjisidir. Yani zaman enerjisini çektiğimiz anda ortada ne evren kalır, ne Güneş Sistemi, ne de Dünya. Örneğin, Dünya'nın çok kısa bir müddet durduğunu düşünelim. Ya da yerçekiminin birkaç dakika için değiştiğini düşünelim. Ne dünya düzeni kalır, ne iklim, ne coğrafya ne de hiçbir şey. Her şey ters-düz olur; tüm dengeler karışır.
  İnsan vücudunu evrene benzetirsek, zaman enerjisini de kana benzetebiliriz. İnsan vücudundaki tüm birimlerin arasındaki koordinasyonu ve hayatiyeti sağlayan, tüm noktaları bir tek bütün haline getiren, her sistemin birbirinden haberdar olmasını sağlayan, en büyük ortak alandır kan. Belki bu örnekten yola çıkarak zaman enerjisi ile ilgili farklı bir sezgiye ulaşabiliriz.
  Ruhsal enerjinin varlıkları ve evrenleri yaratabilmesinde zaman enerjisi çok büyük bir katalizör vazifesi görür, adeta fizik evrenin kendisidir o. Zamana bağlı olmayan bir canlı tanıdınız mı? İster zengin olsun ister yoksul, ister güzel, ister çirkin; En tepeden en aşağıya kadar zaman enerjisinin, üzerinde tasarruf kullanmadığı ve bu gezegen üzerinde zamanı sınırlı olmayan hiç kimse yok…
 Peki sınırları aşabilir miyiz?  Ruh zamanı daha farklı da kullanabilir mi? İnsan düşüncesinin, psişesinin, ruhunun sınırı, önü-arkası var mı?!...

Neden Olmasın?...

ZAMAN YOĞUNLUKLARI

 Geçmişte ne varsa, gelecekte de hepsi
 Kabuklarla ve unutulmuşun şekilsiz artıklarıyla saçılmış oraya buraya
 Sonraki, hepsine taç giydirecektir
 Ve Zaman, şu şanlı ortak hüküm verici
 Her şeye bir nokta koyacaktır.

Shakespeare (Troillus ve Cressida)

  Bizler zaman enerjisini sadece kronolojik hareketlere göre değerlendirip, hep aynı lineer zamanı kullandığımızı zannedebiliyoruz. Bu anlayış, şuurda sınırlamalar, aşılması zor olan duvarlar, kalıplar oluşturuyor. Oysa zaman öyle tanımlanamayan kozmik bir enerji ki, asla lineer akmıyor. Zaman enerjisi, çeşitli yoğunlukları ve seyrelmeleriyle, her insanın kendi iç zamanını yalnız kendine has bir şekilde yaşamasına neden oluyor. Mitolojideki adıyla Kronos, (zamanın yöneticisi) Gaia adı verilen dünya gezegeninde şimdilik tam anlayamadığımız bir düzen sahibi. Tıpkı mitolojik öyküsünde olduğu gibi…                         

  Uranos’la Gaia’nın (astrolojide gökyüzü ile yeryüzünün) son oğulları Kronos Titanlar soyundandır ve babası Uranos’u erkeklikten yoksun etmekle birinci kuşak tanrılarının egemenliğine son verip, ikinci kuşağı başa getirmiştir. Beş erkek titan ve altı kız titan’ın doğuşundan sonra Kronos ’un dünyaya gelişini Nesiodos şöyle anlatır: "Bunlardan sonra Kronos geldi dünyaya, O art düşünceli tanrı, en belalısı toprak oğullarının, ve Kronos diş biledi yıldızlı babasına."
  Kronos’tan sonra Toprak Ana Kyklopları ve Hekatonkheir’leri doğurduğu halde, Uranos hepsini gün ışığına çıkar çıkmaz Gaia’nın karnına gerisin geriye tıkmakta, böylece onu inim inim inletmekteydi. Gaia bir düzen kurdu ve o düzeni oğlu Kronos’un eliyle gerçekleştirdi.
  Yani yeryüzünde, gökyüzünün yasaları ancak zaman enerjisi aracılığıyla gerçek olabilmektedir. Zaman olmazsa fizik dünya da olmaz.
  Zaman enerjisi, çeşitli yoğunlukları ve seyrelmeleriyle, her insanın kendi iç zamanını yalnız kendine has bir şekilde yaşamasına neden oluyor. Gidilecek bir yol var, siz o yoldaki gidiş hızınızı kendi ruh halinize ve algılama kapasitenize göre ayarlıyorsunuz.

  Şöyle örnekleyelim: Dışarıdan baktığımızda hepimiz insanız. Doğuyoruz, büyüyoruz, okuyoruz, işe gidiyoruz, evleniyoruz, çoluk çocuk, torun-tosun sahibi oluyoruz ve sonunda ölüyoruz gibi gözüküyor ama zaman enerjisinin bizler tarafından kullanışı bireysel kapasiteye bağlı ve farklı farklı yoğunlukları var.
  Bireysel kapasite arttıkça kullanılan zaman enerjisinin hızı artıyor, yoğunluğu ters orantılı olarak azalıyor. "Ne hafif, ne neşeli, ne zarif insan, işleri de kendi gibi akıp gidiyor, hafif ve rahatlatıcı" diyoruz hızlı zaman enerjisi kullananlara…
  Biz bazı konulardaki aşkın düşüncelerimizle bu zamanın 100 yıl ötesinde de olabiliriz. 1500 yıl gerisinde de…
  Eski realitelerden kopmak istemeyenleri bir düşünün! 600 1500 yıllara takılıp kalmış ama bugünde bizlerle yaşıyor ve onların bizimle aynı zamanı kullandığını zannedebiliyoruz. Bu tip o kadar çok insan var ki hepimizin çevresinde!...
  İlkokul yıllarından bir sınıf arkadaşımıza rastlıyoruz. Tabii yıllar geçmiş, saçlar kırlaşmış, kilolar alınmış vs. Biraz sohbet ediyoruz, aaa bir bakıyoruz o arkadaş hiç değişmemiş, hala o bıraktığınız yıllarda, kendi dünyasında kavrulup gitmiş… Sonra bir gün bir başka arkadaşımıza rastlıyoruz. Bir de bakıyoruz ooo neredeyse buralardan çekip gitmiş. Pek çok şeyi sahiden yaşamış, hissetmiş, özümsemiş genel bir tablo da çıkarmış ve zihnini alıp gitmiş, bu darlıklardan… Başka geniş zaman aralıklarında yaşıyor yaşamının geri kalanını…
  Bu ikisi de hepimizin en az bir defa başına gelmiştir…
  Zaman üzerinde görüşlerimizi paylaştıkça açılıyor, derinleşiyor hatta hafif ve sempatik hale geliyor değil mi her şey? Ne güzel!

ZAMAN VE ALGILAMA

  Zaman enerjisinin zamanın kullanım alanlarının,  insanın şuuru ve algılama kapasitesi ile bağlantısı çok fazla. O yoğunluk, derinlik, hafiflik, yatay/dikey/paralel akış, her insanın kullandığı kendine ait zaman enerjisine bağlıdır. İnsanların kendisini ayrı bir fert zannetmesi, küreselliği, bütünlüğü fark edip yaşayamaması da yine şuurunun tabi olduğu zaman yoğunluğundan, kabalaşmasından  kaynaklanmaktadır.
  Bencillik, çok benlilik de yine insanın, zaman enerjisinin yoğun etki alanları olan kaba seviyelerinden kaynaklanıyor. Yani insan, hareketlerine, düşüncelerine ve meydana getirdiği şuur durumlarına göre zaman enerjisinin farklı seviyedeki vibrasyonlarına, titreşimlerine tabi oluyor. Zaman enerjisinin az yoğun bulunduğu alanlarda varlıkların şuur seviyeleri çok genişlediği gibi, zaman enerjisinin çok yoğun olduğu alanlardaki  insanların şuur seviyeleri daralır.

  Zaman enerjisinin titreşimlerinin ince-seyreltik veya yoğun oluşuna göre yeni "Enkarnasyon (Doğum) Yasaları" devreye girmektedir. Zaman enerjisinin yoğunluğuna bağlı olarak meydana gelen ortamların imkanlarına göre o mekana doğacak olacak varlıklar belirlenir. Her varlığın kendine has bir zaman yoğunluğu olduğu gibi, her evrim ortamının da kendine has genel bir zaman yoğunluğu bulunur.

  Buradaki zaman yoğunluğundan kastedilen şey, zaman enerjisinin  görünümleri, diğer enerjilerle olan kombinasyonudur. Ay'da mevcut olan enerji yoğunluğuyla Dünya'daki enerji yoğunluğu farklıdır. Doğal olarak başka bir gezegende yaşayan varlıklarla, Dünya gezegeninde yaşayan varlıkların enerji yoğunlukları birbirinden farklıdır. Ama bu demek değildir ki, ince seviyeli bir zaman enerjisinin baskın olduğu bir mekanda yaşayan bir varlık dünya gezegenine adapte olamaz. Bu noktayı anlamak için spiritüel açıdan ‘Doğum’ konusunu gözden geçirmemiz yararlı olabilir.
 
Varlığın doğumuyla beraber şuurunun daralması veya enerjisinin azaltılması. Aslında bu kavramın altında yatan konu zaman enerjisiyle yakından alakalı olabilir. Yani enkarnasyonu zaman enerjisi açısından değerlendirdiğimizde, mekanını tam olarak bilemediğimiz ruh varlığı, tabi olduğu zaman enerjisinin seviyesi yoğunlaştığı zaman dünyanın spatyomuna konsantre olarak yeryüzüne doğmayı seçer.

   Dünyaya doğmak, daha özgür bir tanımla varlığın zaman enerjisinin farklı yoğunluklarındaki geçişleridir diye de düşünebiliriz. O zaman şu soruyu soralım. Doğum her zaman fiziksel olmak zorunda mıdır? Aynı beden içindeyken de farklı farklı anlayışlara geçtiğimizde, her birinde yeniden doğmuş olmaz mıyız?

  Öyleyseölüm yok, sürekli yeniden doğuşlar var” diyen mistikler ve Doğu Bilgeleri haksız mı? Yaratılış enerjilerinin bir bileşkesi olan insanın şuurunda meydana gelen küçük bir hareketin dahi bizlere göre en basit, en sıradan olarak değerlendirilen bir hareketin dahi içinde bulunduğumuz zaman yoğunluğundan çıkarılıp daha farklı zaman enerjisi yoğunluk alanlarına aktarıldığında ya da başka bir paralel evrenin zamanında, aklımızın alamayacağı izdüşümleri olabileceğini  hiç düşündünüz mü? “Bir sineğin kanat çırpışının, evreni titreştirmesini” bir de bu açıdan değerlendirmekte yarar var.

KENDİNİ TANIMA ve ZAMAN

  Günün Penceresine,YENİ DÜNYA VE ZAMAN kavramlarıyla başladık. Güne, zamana, daha doğrusu kendi yaşamımıza sahip çıkmak istiyoruz değil mi? Öyleyse kendimize çevremize ve olup biten her şeye yepyeni bir pencereden bakabiliriz. Hiçte sanıldığı kadar zor değil. Üstelik daha hafif, daha neşeli, daha uçucu...
  Çağı geçmiş klasik kavramlar, bazen öyle ağırlık yapıyor ki üzerimizde; ayağımıza bağlanmış pranga gibiler, sonra bir de soruyoruz kendi kendimize,
“Yahu ben neden yürüyemiyorum? Neden takılıp kaldım bu bana ait olmayan dünya görüşlerine?” İşte onlar prangalar. Bir bir bu gereksiz ve ağır bağları çözüp, hafif, yeni ve bu çağa yakışan bir dünya görüşüne doğru ilerlemek için araştırıyoruz, uğraşıyoruz.
  Yeniyi yapılamak, yeniyi oluşturmak aslında öyle zevkli ki, insan tadını, hafifliğini, keyfini yakaladı mı, bir türlü bırakamıyor ucunu… İsterseniz yeni sayfalar açmak deyin buna… İstediğimiz gibi hafif ve rahat yürüyemiyoruz demeyelim de, yürüyelim birlikte. Dağların dağ, ırmakların ırmak gibi olduğu ülkelere…

 Zen Özdeyişi “Bir kimse Zen öğrenmeye başlamadan ona dağlar dağ gibi, ırmaklar ırmak gibi görünür; iyi bir ustanın öğretisinden yararlanarak Zen gerçeğine bir iç görü kazanmaya başlayınca, ona artık dağlar dağ gibi, ırmaklar ırmak gibi gözükmemeye başlar.Ama en sonunda gerçekten tam aydınlanmaya ulaşınca gene dağlar dağ gibi, ırmaklar ırmak gibi görünür.” der. Hep aynı şeyleri yaşamak ya da hep aynı şeyleri yaşadığımızı sanmak sadece saat zamanı içerisinde, fiziksel şeylere göre yapılan bir değerlendirmedir; ki fiziksel olarak bile aynı şeyin tekrarı mümkün değildir.

 1 saat içinde 3 km yüründüğünü tespit etmek ve bunu sürekli yinelemek varlığın gelişimi açısından bir önem arz etmez. Önemli olan o 1 saatlik yürüyüş süresi içerisinde yaşanan hallerdir. Varlığın şuurunda meydana gelen hareketlerdir, varlığın ruhsal etkilerle, madde ortamıyla, hatta paralel evrenlerle kurduğu bağlantılar, bilgi alışverişleri, zamanın değişik akmasını sağlar.Başta kendi varlığımızı, çevremizi, doğayı, evreni anlayabilmede, tanıyabilmede zaman konusu üzerinde durmak gerekir, çünkü zaman görecelidir. Hala zamanı sürekli aynı şekilde akan bir süreç gibi kabul etmek bizi yanılgıya götürür. İnsan faktörü ve onun düşünce yapısı, tıpkı kuantum düzeyde olduğu gibi burada da çok etkindir ve insan kendi kullandığı zaman enerjisini inceltmek, seyreltmek ya da yoğunlaştırmak, başka zamanlara akmak, zamanda ileri ya da geri gitmek yetisi ile donatılmıştır. ‘Yeni Dünya Anlayışında’, bilinmeyen bu yönlerimizin bilinir kılınması hatta kullanılması söz konusu. Zaman görecelidir derken, bir insana göre gün 24 saattir, diğerine göre 28 saattir demek istemiyoruz. Ama diyoruz ki, Kronostan kopmadan, fizik zamanı aşmadan yeni çağrışımlara ulaşabilmemiz mümkün değildir. Bu nedenle zaman deyince sadece saat zamanını, takvim zamanını anlamamaya çalışmalıyız.

  Zamana bakış açısında küçük bir açı değişikliğine ne dersiniz? Zaman enerjisi... İnsanın böylesine aşkın bir bilgi karşısında düşünebildiği, sezebildiği şeyler o kadar kısıtlı kalıyor ki… İçinde yaşadığımız. küremizin, üzerinde yaşayan tüm varlıklarıyla birlikte tabi olduğu devreleri düşününce zaman daha da derin bir anlam kazanıyor. Örneğin mevsimler; Lineer olarak dört mevsim olarak nitelenen bu devreler küre üzerinde yaşayan tüm varlıkların tabi oldukları devrelerdir. İnsan vücudundan toprağa, havaya, suya, mikroptan hayvana bitkiye kadar tüm varlıkların tabı oldukları bu sürecin arkasında yatan nedir acaba? Bütün bunlar sadece küremizin Güneş etrafındaki dönüşüne göre mi oluyor? Doğan bir bebeğin büyümesi, çocukluk çağının sona ermesi ve erişkin İnsan olması ve bu devrede meydana gelen fiziksel, astral ve mantal değişiklikleri meydana getiren nedir acaba? İnsanlara binlerce yıldır ruhsal alemden gelen mesajlar, peygamberler, bilgi külliyatları, medyomluk, enkarnasyon, ilkeler, yasalar, sevgi... Sanki bu zaman enerjisinin her şeyle, bir bağlantısı, bir teması var gibi geliyor insana… Mutlaka insanlık olarak yakın gelecekte bu konuda da daha kapsamlı açık ve sade bilgilerle karşılaşacağız.

RUH ve BEDEN

RUH ve BEDEN

  Ruhsal yasalara göre kendimizin dışındaki diğer varlıklarla iletişim,ruhun öz bilgisini kullanılır  hâle getirir. Ruhun gerçek hazinesi, kendinde saklı bulunan bilgiyi yaşanır ve kullanılır hâle getirince ortaya çıkar. Hepimiz özümüzde var olan bu bilgiyi uygulayabilmek için buradayız ve ruhsal güce aracılık etmek için bedenleniyoruz. Bedenlenmedeki amacımız, ruhun özünde saklı bulunan bilgiyi kullanılır hâle getirmekten ibaret. Hepimizde Bütünsel olana ait kudret saklı olarak vardır. Ve beden aracılığıyla yaptığımız deneylerle evrene katkıda bulunuruz. Her varlık bu kudret hakkında kendi anlayışına göre bilgi sahibi olur.

  RUH NEDİR? RUHUN TANIMI YAPILABİLİR Mİ?
  Ruhun tam bir tanımını yapmak mümkün değil. Ruh sonsuzdur. Tüm kelimeler sonlu oldukları için en iyi şekilde bir araya getirilseler bile yaradılıştan var olan kudreti tanımlamak için yine de yetersiz kalırlar. Ruh sayısız görünümlerdeki yaşamın, o olmaksızın fonksiyon göremeyeceği sınırsız evrenin sebebi olan kudrettir. Tüm yaşamların özünü oluşturan Tanrı gücüdür.
  Ruh, irade ve gücü nedeniyle uyum sağlayabildiği ortamlarda bedenlenen, yaşam adını verdiğimiz olguyla bilgi ve deneyimlerini arttıran bir cevherdir. (Töz) Yeryüzü fiziksel bir ortam olduğu için, ruh adı verilen tanrısal enerjinin milyarlarca varlığa iletilebilmesi ancak beden aracılığıyla gerçekleşir.

  BEDENLENMEDEKİ AMAÇ
  Ruh ve beden ilişkisinin asıl amacı fizik ötesine taşar ve bireyi ruhun bilgisine uyandırmayı amaçlar. Yani maddî ortamlarda yaşayan varlık, madde dünyası içindeyken de ruhsal dünyayı tanımalı ve onun gereklerini; sevgiyle, isteyerek, sevinçle bir denge içinde yerine getirmeli…
  Bedenlenmenin
amacı kişinin kendi kendisini şuurlandırmak isteği.Yani neyi,neden, niçin, nasıl, nerede ve ne zaman yapacağını bilebilmenin, uygulayabilmenin yollarını öğrenmektir yaşamak. Her olayıyla da bizi bilgilendirdiği için yaşamı, insanı, varoluşu sevmek öyle önemli ki!...

  İLÂHÎ TOHUM
  Varlık ruhsal yapısının şuuruna vardıktan sonra doğal mirasının bir parçası olarak içinde saklı olan ilâhî tohum açılmaya başlar. Ve o andan itibaren kişi tüm evreni kaplayan sonsuz yaratıcı gücün ortaya çıkmasındaki rolünü şuurlu olarak yerine getirir. Kendini bizim aracılığımızla ifade eden kudret, tüm evreni meydana getirmiş olan kudretin bir bölümüdür. Bu kudret tüm gezegen ve yıldızları donatan kudrettir. Okyanuslara gelgit enerjisini o verir. Milyonlarca çiçeğe renk ve kokusunu veren, yıldızlara güneşlere enerji sağlayan kudrettir.
  Bu kudret doğumsuz ve ölümsüzdür. Daima vardır ve her şey onun bir parçasıdır. Evrensel kudret, var olan ya da var olmayan şeyler kategorisine sokulacak bir kavram değildir. Ölçülemez. Bir isimle, şekille veya entelektüel varsayımla sınırlı hâle getirilemez. Evrensel kudreti şeklî hâle getirmeye çabalamak boşunadır.
  Bizler ruhu tam olarak bilemeyiz ve tanımlayamayız. Çünkü insan aklı sonsuzluk ifade eden ruhun niteliklerini kavrayamaz.Bu yüzden de kutsal kitaplar siz ruhu tanımlayamaz ve onun hakkında çok fazla bilgi edinemezsiniz demişlerdir. Biz onu ancak bazı modellerle anlamaya çalışabilir, görünümlerini algılayabiliriz. Aynen elektrik örneğinde olduğu gibi.
  Elektriğin aslını tam olarak bildiğimizi kim söyleyebilir ki? Ama ısı, ışık şeklindeki görünümlerini biliyoruz.Ruhun da ne olduğunu tam olarak bilmemiz mümkün değil, ama görünüleni gözlem ve deney yoluyla saptanabiliyor. Deneysel ruh bilimindeki gözlemlerin artmasıyla birlikte 20. yy.ın başından beri ruh bilimi felsefe ve dinlerin zorunlu konusu olmaktan çıkmıştır.Metapsişik deney ve araştırmalar, spiritüel çalışmalar, özellikle yurtdışı üniversite ve laboratuarlarda, enstitülerde bilimsel metotlarla da araştırılarak bu konudaki bilgi ve tanımları sağlayan bilim dalları olarak, ruhun bilimine ilişkin anlayış ve kavramları geliştirmektedirler.

 

İNSAN

  Ruh ve beden ilişkisini daha iyi anlatabilmek için önce insanı tanımlamakla işe başlayalım. İnsan dediğimiz varlığın aslı nedir?  İnsan sadece bedenden mi ibarettir? Yoksa doğrudan doğruya ruhun yansıması mıdır? Beden ölümle çürümeye başlayınca o insandan geriye kalan sadece bir avuç toprak mıdır?
  İnsan ne salt bedenden oluşmuştur, ne de ruhtan. İnsan ruh ve bedenden oluşmuş üçüncü bir varlıktır. Tıpkı sodyum ile klorün birleşip sodyum klorür, yani tuz olması gibi bir bileşkedir.
  İnsanın  bir bedeni vardır, bir de ruhu vardır diye kesin bir ayrım yapılamaz. Beden ruhun uzantısıdır. Bedeni şekillendiren ruhtur. Spatyomdaki(öte alemdeki) imajinasyonunu anne karnındaki cenine yansıtarak onu şekillendirir. Aslımız ruhtur. Beden ruhun amacına hizmet eden çok kıymetli bir araçtır.

  RUH BEDENİN İÇİNDE MİDİR?
 
Sonsuzluğu içinde barındıran o müthiş ilâhî kudret maddî ortama doğrudan yansıyamaz. Ruh ve madde ilişkisinde, ruh, beden içinde bir mekâna sahip değildir. Yani bedenin içine şişeye doldurulmuş su gibi bir ruh varlığı kapatılmış değildir. Beden içinde ruh aramak yanlıştır. Bu nedenle, “Neşterimin ucuna ruh diye bir şey dokunmadı.” diyen bilim adamı fark etmeden bir gerçeği ifade etmiştir.
  Ruh ne bedenin içindedir ne de tam manasıyla dışında. O bedeni etkisi altında tutarak onu canlı kılar. Örneğin
, siz Ay’da araştırmalar yapmak isteyen bir bilim adamısınız. Önünüzde harika bir ekran var. Ay’a bir robot yolladınız. Onun aracılığıyla çok değerli araştırmalar yapıyor ve onu her an izliyorsunuz. Ama siz o robot değilsiniz. O sizin sadece bir aracınız. Ve bağlantıyı kestiğiniz anda hareketsiz kalmaya mahkûm. Onun hareketliliği ve araştırma yapabilme yeteneği bizden kaynaklanıyor. İşte ruh ve beden ilişkisini de buna benzetmek mümkün. Ruh maddesel enerjiyi yönlendirir ve idare eder.

  RUH NEDEN MADDEYE BAĞLANIR?
 
Ruh etki eden, madde etkilenendir. Maddeden kendi kendine maksatlı hareketler yapması beklenemez. Maddesel evrenler ruhun yaratıcı gücü ve kontrolü altında varlıklarını sürdürürler. Ruh öz itibarıyla, yaradılışından ötürü bu güce sahiptir ve maddeye onu harekete geçirecek, geliştirecek gücü sağlar.
  Ruhun önündeki en temel bilgi, kozmik yasa ve ilkeleri doğru uygulama bilgisidir. Ve tanrısal ilkeleri kozmosa yayma vazifesini yüklenmiştir. Böylece hem maddeyi geliştirir, hem de kendi deney ve gözlemlerini geliştirir.Bilgisi, görgüsü artar. Bir gün yasaları kullanma yetisini elde etmenin adayı olarak var olmuştur ve bu onurlu görevini yerine getirmek çabalar, çalışır, uğraşır, bazen sevinir, bazen üzülür… Bu nedenle yaşam çok ama çok değerlidir…

  Yaşamı iyi değerlendirmek ve hızla yüksek titreşimli ortamlara geçebilmek gayreti, insanoğlunun en güçlü ve en kutsal yönüdür…

 

PERİSPRİ – ASTRAL BEDEN NEDİR?

 

  Ruh özündeki sonsuzluk ve ilâhî kudret nedeniyle doğrudan doğruya maddeyle temas edemez. Zaten madde de ruhun enerjisini doğrudan taşıyamaz. Arada başka maddî araçlar, bedenler vardır. Bu ara vasıtalara, ara bedenlere ruhçulukta perispri adı verilir. Doğu öğretilerinde bu bedenlere astral, mantal, kozal gibi çeşitli adlar takılmıştır.

  Perisprital beden, astral beden ya da diğer adıyla süptil beden, asla ruhun kendisi değildir. Sadece daha ince titreşimli bir maddeden oluşmuş bir bedendir.  Ruhçulukta, maddenin değişik vibrasyonel katmanlarından oluşturulan bu bedenlere astral bedenler ya da perisprital yapılar adı verilir. Bir örnek verelim: Kor ateşi, maşa olmadan elle tutamayız ya da elimize kalem almadan yazı yazamayız.
  Ruhun da maddesel bedenlerle irtibat kurabilmesi için fevkalâde ince bir maddeden meydana gelmiş ara bedenlere gerek vardır. Bu perisprital bedenlere ruhun mantosu adı da verilir. İnsan çeşitli enerji bedenlerden meydana gelmiş bir bütündür. Ruhtan maddî ortama doğru, bir titreşimler skalası gibi renk tayfının en koyusundan en açığa uzanışı gibi bir akış vardır

  Bir örnek verelim: Barajdan gelen elektrik evlerimizin içine direkt olarak verilebilir mi? Ana kaynaktan 30 bin volt olarak çıkan elektrik çeşitli trafolardan ve santrallerden geçe geçe 220 volta iniyor ve onu ancak bu indirgenmiş hâliyle kullanabiliyoruz.
  Mutlaka bizi sarıp sarmalayan bir enerji bedenimiz vardır. Bu enerji bedeni ışıklı bir kozaya benzetmek mümkün. Sanki ışıklı bir koza içindeyiz ve çevreye ışık saçarız.
  Enerji bedenimiz çevreye sürekli ışınım yayar. Kirlian fotoğrafçılığı da
auraadı da verilen  bu ışık bedenin resmini çeker. Astral bedenin yaydığı bu ışınım maddeden kaynaklanmaz. Buna ruhsal ışınım veya biyomanyetik ışınım da denir. Örneğin, halk arasında hayalet görmek olarak tanımlanan fantom görmek, ruhu görmek değil, bu süptil enerji bedenlerini görmektir.   

  RUH GÖRÜNÜR MÜ?
  
Ruh görünmez. Bedensiz bir varlık medyomsal özellikleri olan bir kimseden çıkan ektoplâzmik maddeyi şekillendirir. İşte bazen rastlanan ruh fotoğraflarında çıkan görüntü böyle bir ruhsal yansımadır. Ektoplâzma, fizik medyomdan çıkan macunumsu veya buharımsı bir ince titreşimli maddeler topluluğudur. Ektoplâzma bazen medyomla arasındaki ilişki hiç gözükmeden de tezahür eder.
  Daha açıkçası ektoplâzma medyom aracılığıyla astral maddenin veya esirî maddenin üç boyutlu sistem içinde oluşumundan ibarettir. Bütün hayalet olayları ve fantomik görüntüler böyle meydana gelir. Demek ki, gördüğümüz fantom ruh varlığının kendisi değildir. O çevrede bulunan medyomsal özellikli bir şahsın yardımıyla astral maddenin bir görüntü şeklinde oluşmasıdır.

  Tekinsiz evler, perili evler ve mezarlıklarda görülen fantomlar genellikle otomatik tarzda oluşurlar ve yarı ektoplâzmik tezahürlerdir. Uzakta ve yakındaki astral veya ektoplâzmik cevherlerden yararlanarak ortaya çıkarlar.Bu astral veya ektoplazmik oluşumlardan korkmaya hiç gerek yoktur. Unutmayalım ki, irademiz dışında hiçbir varlık veya varlık sistemi bize zorla hiçbir şey yaptıramaz. Yeter ki, biz korkmayalım, boyun eğmeyelim ve mücadeleden vazgeçmeyelim. Sonunda mutlaka kazanan biz oluruz!..

 RUH BEDEN İLİŞKİSİ

  Fizik beden öldüğünde ruh varlığı bedenle ilişiğini kesmiş demektir ve varlık astral beden ya da perisprital bedenle varlığını sürdürür.
  Ruh-beden ilişkisinin bu kesilme şekline tıpkı elektrik düğmesinin kapanması gibi diyebiliriz. Elektrik düğmesini çevirdiğinizde ortalık bir anda kararır. İşte bunun gibi ruh, beden üzerindeki konsantrasyonundan vazgeçtiğinde beden atıl kalır ve çürümeye mahkûm olur. Ruh beden ilişkisi sürdüğü sürece o beden canlı hâldedir.Ölüm olayıyla ruhsal varlık şuur projeksiyonunu başka bir ortama ve o ortamın özelliklerine uygun bir bedene kaydırmış demektir. Bilindiği gibi bir ömür boyu süren canlılık hâli içinde ruh-beden ilişkisi; uykuda, bazı rahatsızlıklarda, baygınlık hâllerinde, trans durumunda gevşer ve ölümle tamamen ortadan kalkar.

  ÖLMEK BOYUT  DEĞİŞTİRMEKTİR
  Ölümün bir son olmadığını anlamalıyız. Bir varlık için ölüm bir realitenin bitimi, diğer realitenin başlangıcıdır. Çünkü varlık için ölmek veya doğmak değişik iki boyut arasında bir geçişten ibarettir. Ne ölüm ne de doğum sanıldığı  kadar büyük bir olay değildir. Bir boyut sistemi içinde yatay şekilde hareket edildiği sürece daima birbirine sebep ve sonuç bağlarıyla bağlı olan olaylarla karşılaşırız. Fakat dikey şekilde hareket etmeye başladığımız zaman, bulunduğumuz realitenin başka bir plân altında hareket ettiğini görmemiz mümkündür.
  Bu düşünce bize ölüm ötesi hakkında bir fikir vermektedir. Kendimizi bir kâğıdın yüzeyine yapışık olarak düşünelim. Kâğıdın üstündeki yazılar da varlık olsun. Bu durumda sadece iki boyut söz konusudur. Üçüncü bir boyuta geçebilmek için kâğıdın kalınlığının olması gerekir. Ve biz üçüncü boyuta geçtiğimiz zaman iki boyutlu sistemin bütün yasalarının dışına çıkmış oluruz. Aynı şekilde üç boyut içinde yaşayan bizler, dördüncü boyuta geçtiğimiz zaman dördüncü boyutun yasalarına bağlanır, üçüncü boyutun bütün yasalarının dışına çıkmış oluruz.
  Elbette ölümden sonra varlığımızı sürdüreceğiz. Fakat bu bedenli bir var olma hâli değildir. Çünkü bedenimizi hiçbir yere götürmüyoruz. Beden bir süre sonra bırakılması gereken, bizim yeryüzü görgü ve tecrübelerimizi sağlayan, oldukça elverişli bir vasıtadan başka bir şey değildir. Varlık, bedenini terk ettikten sonra varlığın var olma hâli, şuurlu istekleri, şuurlu etkileme gücü ve şuurlu davranışları devam eder.

Aslında ölüm diye bir şey yoktur. Doğuşlar vardır. İnsan sürekli olarak yeniden doğar. Hem ölünce öte âleme doğar, hem de bu hayatı içinde realite değişimleri ile yeniden doğar. Demek ki, bilgili bir insan için ölüm değil sürekli doğuşlar vardır, sürekli yenilenmeler vardır. Bir atom bile kendi içinde yasaları uygulayarak belli bir düzen içinde sürekli bir hareket, başka bir atomdan çözülme, başka bir atomla birleşme ve yeniden doğuş içindedir.
  Öldükten sonra spatyom adı verilen ince titreşimli duyular dışı bir âleme geçilir. Öte âlem tahayyül, yani imajinasyon yoluyla geçilebilen bir âlemdir. Duyular  âlemimiz sınırlıdır ama duyular dışı âlemin sınırı yoktur.

  RUH GÜCÜ
  Varlık, özündeki ilke ve kanunların sahibi olduğunu tezahür âlemindeyken kanıtlamalıdır. Dünya hayatında yaşarken Varlıksal İlke ve Yasaların öğrenimini yaparız. İnsanoğlunun nefsaniyetini, düşüncelerindeki kabalığı, anlayış azlığını yok edip, ruhunun gizli gücünü kullanabilmesi için ruh gücünü tanıması ve bilmesi gerekmektedir.
  Bizler, fizik bedene ait güçlerimizi fazlasıyla kullandığımız için, düşünce ve eylemlerimiz kaba düzeyde kalmakta, yani dünyanın, insanın spiritüel güçlerini aşağıya çeken etkilerinden kurtulamamaktayız. Oysa varlık ancak ruh gücünü kullanma oranını artırdığı ölçüde incelir, sezgileri artar ve
"Varlıksal İlkelerin" koruyucusu olmaya başlar.

 

ZİHİN, beden VE RUH

Günümüz Dünyasında Ruhsal Gelişimi Gerçekleştirme

Jeff Cohen
Çeviren: Okay AÇIL

  Güç, para ve nüfuz ile tanımlanmış bir dünyada ruhsal gelişimi gerçekleştirebilmek ancak Herkül’ün yapabileceği bir görev gibi görünebilir.
  Elektronik aletler, televizyon ve internet gibi modern zamana ait konforlar, ilgimizi çoğunlukla fiziksel ihtiyaçlar ve isteklerle sınırlama eğiliminde olmaya götürdü. Sonuç olarak, kendimize verdiğimiz değer ve kendimize yüklediğimiz anlam anlayışlarımız karıştı.

Peki hayatımızın bedensel ve ruhsal yanları arasında nasıl bir denge kurabiliriz?   

  1.Ruhsal olarak gelişmek içe bakmaktır
  İç gözlem bir gün, hafta ya da ay içerisinde olmuş olayları hatırlamaktan çok daha öteye gitmektedir. Daha yakından bakmalı ve duygularınızı, düşüncelerinizi, hislerinizi, inançlarınızı ve heveslerinizi düşünmelisiniz. Periyodik olarak deneyimlerinizi, kararlarınızı, ilişkilerinizi ve meşgul olduğunuz şeyleri incelemek hedefleriniz üzerine yararlı anlayışlara ulaşmada size faydalı olur. 
  Dahası, size nasıl hareket etmeniz gerektiğinin ipuçlarını verir ve herhangi bir durumda nasıl davranacağınız konusunda yol gösterir. Diğer beceriler gibi, iç gözlem de öğrenilebilir. Tek gereken içinizdeki gerçeği bulmak için göstereceğiniz cesaret ve istektir. İçinize bakarken objektif ve kendinizi bağışlayıcı olmayı ve geliştirmeniz gereken alanlarınız üzerine odaklanmayı unutmamalısınız.

  2.Ruhsal olarak gelişmek potansiyellerinizi geliştirmek demektir
  Din ve bilim, “ruh” konusunda değişik bakış açılarına sahiptirler. Bilim, ruhu bireyin farklı boyutlarından biri olarak görürken; din ise,  insanları dünya üzerinde geçici olarak yaşayan ruhsal varlıklar olarak görür.
  Kendi kendini kontrol, hem Hıristiyan (Batı), hem de İslami (Doğu) öğretilerde tekrar eden bir temadır. Bedenin ihtiyaçları ruhun ihtiyaçlarının yanında ikinci sırada yerini alır. İnançlar, değerler, ahlak, kurallar, deneyimler ve iyi çalışmalar ruhsal varlığın gelişimini sağlayan birer plan temin ederler.       

  Psikolojide, kişinin tüm potansiyellerini anlaması, onu kendini gerçekleştirmeye götürür. *Maslow’un
(*Abraham Maslow, 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmasında ortaya attığı ve sonrasında geliştirdiği bir insan psikolojisi teorisi olan Maslow teorisi veya İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisinin sahibi olan Amerikalı psikolog, Ç.N.) teorisi temel psikolojik ve duygusal ihtiyaçlar tatmin edildiğinde, ruhsal ya da varoluşsal ihtiyaçların baş göstereceğini ifade etmektedir.
  Bilim ile din arasındaki fark kişisel gelişim konusunda yatmaktadır. Psikoloji kişisel gelişimi kendi başına bir amaç olarak görürken, Hıristiyanlık ve İslam, kişisel gelişimi Tanrı’ya hizmet etme aracı olarak görmektedirler.

  3.Ruhsal olarak gelişmek anlam aramaktır
  Hristiyanlık, Musevilik ve İslam gibi Tanrı’nın varlığına inanan dinler, insan yaşamının amacının her şeyin Yaratıcısına hizmet etmek olduğunu varsaymaktadırlar.
  Psikoloji alanındaki çeşitli teoriler, bizlerin eninde sonunda hayatlarımıza anlam yüklediğimizi belirtmektedir. Doğduğumuzda hayatımızın anlamını bilmeyiz, ancak insanlarla olan etkileşimlerimizden ve olaylar karşısındaki hareketlerimiz ve tepkilerimizden gereken bilgiyi ve bilgeliği kazanırız.
  Hayatımızın anlamını keşfetme sürecimizde, reddettiğimiz ve onayladığımız belirli inançlar ve değerler vardır. Yaşamlarımızın bir amacı vardır. Bu amaç tüm fiziksel, duygusal ve zihinsel potansiyellerimizi kullanmamızı gerektirir. Bu, zor zamanlarımızda bizi ayakta tutar, bizi ileriye baktıracak bir nokta, ulaşılacak bir hedef verir. Bir amacı ya da gayesi olmayan kişi, denizde sürüklenen bir gemiden farksızdır.    

  4.Ruhsal olarak gelişmek bağlantıları anlamaktır
  Dinler, hepimizin yaradılış, yaşam ve ölüme ilişkin olduğumuzu vurgulamaktadır. Bu nedenle, diğer insanları doğrudan bir kan bağımız olmasa bile “kardeşlerimiz” diye adlandırırız. Hatta Hıristiyanlık ve İslam gibi tanrı merkezli dinler, insanlar ile daha yüksek bir varlık arasındaki ilişkiden bahseder.

  Diğer taraftan bilim, diğer canlılarla olan ilişkimizi evrim teorisi vasıtasıyla izah etmektedir. Bu akraba oluş, hiç kuşku yok ki canlılarla cansız olanlar arasındaki etkileşim olarak tarif edebileceğimiz ekoloji kavramında görülmektedir. Diğer herşeyle olan bağlantımızı anlamak bizi insanlar, hayvanlar, bitkiler ve doğadaki diğer varlıklara karşı daha alçakgönüllü ve saygılı yapar. Bizi insanlara yaklaştırır ve diğerlerine hizmet eden bireyler haline getirir.
  Gelişme bir süreçtir, bu nedenle, ruhsal gelişim bir günlük karşılaşmadır. Bazılarını kazanır, bazılarını kaybederiz, ancak önemli olan öğreniyor olmamızdır. Bu bilgi sayesinde ruhsal gelişim mümkün hale gelir.

Yayın Tarihi: 08.Ocak.2008

PSİ YETENEKLER

PSİŞİK YETENEKLERİMİZ ve SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ

  Tüm duyguların ve bilgilerin olumlu kanallardan akacağı yeni bir yaşam tarzına kavuşmak hepimizin hakkıdır. Yaşanır hâle getirilen bilgi, kullanım alanında yepyeni oluşumların meydana gelmesini sağlar.
  Yaşanmayan, kullanım alanına sokulmayan bilgi, insanın gelişimine doğrudan katkısı olmayan bilgidir. Bazen hepimiz, bizi sadece maddî yaşamla sınırlayan beş duyumuzun dışına taştığımızı fark ederiz. Telefon çalar, kimin aradığını bilirsiniz, o gün ısrarla anımsadığınız eski arkadaşınıza yolda rastlarsınız. İlk kez karşılaştığınız bir yabancının, hayatınızda önemli bir yere sahip olacağını algılarsınız. Yakınlarınızla ilgili çeşitli haberci rüyalar görür, hatta onların geleceklerine ait sezgilerin sahibi olabilirsiniz. Bütün bunlar sizin duyular dışı algılama (DDA) yeteneğinizin olduğunu gösterir. Hepimizin değişik bir şuur hâline açılan çeşitli pencereleri vardır. Şuurumuzu, şimdiki farkındalığımızın ötelerine genişletme gücü, tüm varlıkların içinde saklı şekilde mevcuttur. Bu güce “Psişik Yetenek” ya da “Ruhsal Güç” adını veriyoruz.

  Ruhsal Gücümüz hemen hemen her gün bizi sınırlayan beş duyumuzun dışına taşmamıza neden olur ama “neden ve nasıl” sorularına yeterli cevap veremediğimiz için bu potansiyel güç de, gizli bir hazine gibi varlığımızın derinliklerinde saklı kalır. Ve yaşamda uygulama alanı bulamaz

  RUHSAL GÜÇLERİMİZİ  GÜNLÜK YAŞAMDA  KULLANABİLİRİZ
 
Dünya yaşamı hepimize sunulmuş çok büyük bir armağan ve kendimizi geliştirmek için kullanılacak imkânlar dizisidir. Ruhsal Güçlerin, ilham ve önsezilerin bize sağladığı en büyük fayda, yaşamı sadece biyolojik bir varoluş biçiminden kurtarmaktır. Her şeyin ardında asıl sebebi saklıdır. Görünenin ardındaki görünmeyeni görünür kılmak ve onun nimetlerinden yararlanmak bizim doğuştan hakkımızdır.

  Günümüzün modern insanı, yaşamın her alanında kendini aşmak ve duyular dışı algılama gücünü geliştirmek ihtiyacı içindedir. Ruhsal Güçler kullanım alanına sokuldukça, genişleyen algılar ve yeni olaylara egemen olma gücünün artması, yaşamı daha canlı, daha heyecan verici ve daha aktif bir hâle getirir. Kendimizin ve başkalarının yaşamını zenginleştiren, duyular dışı algılamalarımız ve yeteneklerimiz geliştikçe her konuda, her bakımdan yeni bir şuur, uyanıklık ve farkındalık hâli elde edilir. Ve bu yepyeni görüş açısından, yeniden yorumlanan ve algılanan gündelik yaşamımız da bizim için yeni heyecan verici olaylar, insanlar ve karşılaşmalarla dolar.

  Gerçek bilgi, yaşamımızdaki bazı karşılaşmaların (coincidences), rastlantı gibi gözüken olayların farkına varıldığında ortaya çıkar. Ansızın birine rastlarız, gözlerimiz ısrarla biriyle karşılaşır, ya da bir yazı okuruz, yeni bir yere gideriz. Ve bir süre yepyeni olaylar dizisiyle karşılaşırız. İşte bütün bu oluşların ve karşılaşmaların farkına varabilmek için sezgi gücümüzün artmış olması ve âdeta kulağımıza yeni bir bilgiyle karşılaşmakta olduğumuzu fısıldaması gereklidir. Aksi takdirde Seçme Özgürlüğümüz açısından yepyeni bilgilerin alınması, çok daha verimli olayların yaşanması, arzu, istek ve ihtiyaçlarımızın karşılanması için her zamankinden daha iyi sonuçlar elde edilebilecek bazı imkânları görmemiş, yanından geçip gidivermiş oluruz.
  Doğru, sağlıklı ve verimli bir biçimde kullanılan ruhsal güçler, yaşam plânımızla ilgili bazı temel arzu ve isteklerimizin karşılanması için gereken gücü, enerjiyi ve olaylar dizisini de manyetik olarak cezp edecek, kendine çekecektir.

  Seçim bizim bu güçleri insanlara baskı yapmak, onları kullanmak bir tür enerji vampirliği  ile enerjilerini çekmek için kullanmak da mümkündür ama yasaların işleyiş prensipler; olumlu olumsuz her eylemin bize geri döneceğini söyler. Yaşamımıza olumlu ya da olumsuz güçleri çekmenin sorumluluğu ise sadece bize aittir. Çünkü iyisi ile kötüsü ile bu yaşam bizim… Karma Yasası der ki:   “Ne ekersek onu biçeriz.” 

PSİŞİK YETENEKLERİN GELİŞTİRİLMESİ

  Bir insanın ruhsal güçlerini (psişik yeteneklerini) geliştirmesi aslında doğal ve insanî bir süreçtir. Bu süreçte gereksiz kuruntu, korku ve şüphelerle oyalanmamak için psişik yeteneklerin ne olduğu ve nasıl geliştirildiğiyle ilgili ciddî eserler okumanın veya ciddî araştırmalar yapan kurumlara danışmanın büyük faydası vardır.ör: Astrolojiye duyduğunuz büyük ilgi sizde potansiyel olarak saklı bir psişik yeteneğin bir yerlerden dışarı çıkma arzusu olabilir. Ya da çok gelişmiş bir telepati yeteneğiniz varsa, iç varlığınız size psişik  açıdan gizli kalmış yetenekleriniz olduğunu haber vermeye çalışıyor olabilir…  

 Mucize ya da kerametle hiç ilgisi olmayan psişik yeteneklerin, nasıl ve niçin çalıştığı konusunda edinilecek sağlam bilgilerle, hayatınızda zıtlaşmalar yaratan iç çatışmalarınızı çözmeye başlayabilirsiniz. Bugüne kadar eksik ya da yanlış bildiğiniz ruhsallıkla ilgili konularda da köklü bilgiler edinerek, kendiniz ve dünya hakkında sizi gerileten olumsuz kabullerden de yakanızı sıyırmaya başlayabilirsiniz.
  Bu süreçte yaşanan kimi olaylar, önceleri sizi hayli şaşırtsa da, bu olayları bir gizem ya da korku atmosferi içinde ele almanız, gelişimi aksatır ve zorlaştırır. Oysa psişik yeteneklerin fizik duyularımızdan olan görme ya da işitmeden hiçbir farkı yoktur.

  PSİŞİK YETENEKLERLE DONANMIŞ ŞANSLI İNSANLAR VAR MI?
  Herkeste az ya da çok doğuştan bazı ruhsal güçler (psişik yetenekler) vardır. Fakat bu yeteneklerin nasıl kullanılacağını ya da kontrol edileceğini pek az kişi bilir. Beş duyunun dışına taşan psişik becerilerimi neden geliştirmek isteyeyim ki diye sorabilirsiniz. Diğer becerilerimizi hangi sebeple geliştiriyorsak psişik becerilerimizi de o sebeple geliştiririz. Bu beceriler hayatımızın değerini arttırırlar. Hayata daha önce tatmadığımız bir boyut ilâve ederler. Olaylara hâkimiyetimiz artar. Günlük yaşamın çeşitli olaylarına direnme gücümüz artar. Yaşama karşı duyduğumuz ilgi çoğalır. Daha önce asla mümkün olamayacak pek çok şey gelişerek kendi geleceğimizi yaratmada bize yardım eder.

  Ruhsal Güçlerini (psişik yeteneklerini) geliştiren bir kişi, çeşitli bilgi uygulamaları, sezgi ve ilham gücü ile de önce kendi hayatını sonra da başkalarının hayatını zenginleştirir. Fakat diğer becerilerde olduğu gibi psişik becerileri de başkalarını etkilemek için kullanmaktan kesinlikle kaçınılmalıdır. Her yeteneğin imana yüklediği bir sorumluluk vardır. Kendi kişisel gücümüz ve yeteneklerimiz hayatımızı kontrol altına almayı sağlayabilir. Başkalarının hayatını kontrol etmeye hiç hakkımız yoktur. Biz sadece onlara kendilerini nasıl kontrol edebileceklerini gösterebilir ama onlar adına bu işi biz yapamayız.
  Herkes sadece kendisinden değil, başkalarından da sorumludur. İnsanların vicdanlarını kullanmasına yardım etmek gerekir. Herkes bizim gibi ihtiyaç sahibidir. Her varlık karşılıklı yardımlaşma, dayanışma gereği birbirlerinin ihtiyaçlarına destek olmak zorundadır. Bir başka insanın kendi vicdanî ihtiyaçlarını yerine getirebilmesi için ona yapılacak çok çeşitli yardımlardan bir tanesi de o varlığı ruhsal dünyanın varlığından haberdar etmek, insanın psişik yetenekleri de olduğunu bilmesini sağlamaktır. Zaman ve mekân ötesine taşan duyular dışı algılamaların ve onlardan haberdar oldukça edinilen bilgilerin, hayatı kolaylaştırmak, yeni bir bakış açısı oluşturmak ve yerinde, zamanında doğru kararlar alabilmek bakımından da yararları vardır.

  Bazı insanlar diğerlerinin algılayamadıklarını algılarlar. Düşündüklerimiz ve hissettiklerimiz bizden çıkıp çevreye de yayılırlar. Bu duygu ve düşünceler mantal seviyede bizden yayılırken geleceği de meydana getirir, daha sonra oluşacak şartları yaratırlar. Biz çevremizi ne derecede etkilediğimizin farkında değiliz. Doğru kullanılan psişik becerilerimizin gelişmesi, yaşam sürecimizin şuurlu yönlendirilmesinde ve yaşamın verimli ve bereketli kılınmasında bize faydalı olur. Fizikî dünya ile ruhsal dünya arasında kurulan köprüler insan hayatına yepyeni bir anlam kazandırır.

ALGILAR VE SEZGİLER

  Bizler, çok boyutlu Holografik Bir Evren’in sadece bu boyutunda yaşıyor; üç boyutlu bir dünyanın maddesini inceltmek, geliştirmek ve şeffaflaştırmak için uğraşıyoruz.
  Peki, iç içe geçmiş bir şekilde sonsuz bir skala çizen öteki boyutlarla hiç ilişkimiz yok mu? Olmaz olur mu? Yoğun bir konsantrasyon içinde düşündüğümüz her an, kendi şuur kapasitemizin zenginliğine göre, boyutlar arasında dolaşır dururuz.

Algılamalarımız, sezgilerimiz ve içe doğuşlarımız, bizlere çok uzak diyarların gizemini ve bilgisini taşır.

 “Algılama ve Sezgilerimizin keskin ve net olması ise, önyargısız olmamıza ve kendimizi yeni bilgilere açık tutmamıza bağlı. Farkındalık hâlimizi artırmak için anı değerlendirmeli, o günün, o haftanın veya o kişinin taşıdığı mesajı algılamaya çalışmalıyız. Oysa hepimizin kendi standartlarını korumak adına öyle kısıtlayıcı yargıları ve korkuları var ki, bu korkular,bizi, bildiğimiz ve yaşadığımız şuur hâlinin biraz dışına çıkaran her farklı şuur hâline direnç gösteriyor. İş değiştirmek, taşınmak, yeni bir çevreye girmek, yeni bir bilgi veya insanla karşılaşmak, hatta âşık olmak bile bizi çok derinden sarsabiliyor ve hemen eski bildik hâlimize dönmek istiyoruz. 

  Algılama, farkındalık ve değerlendirmelerle ilgili şuur hâllerimiz doğum haritalarımızdaki farklılıklar nedeniyle de;(her insan parmak izleri gibi eşsiz ve tektir) düşüncelerimiz ve yargılarımızla oluşturduğumuz soyut bir plâtformda ya gelişiyor ya da bizi çepeçevre saran duvarlara dönüşüyor. Düşüncelerimizin ve yargılarımızın niteliği ve değişimiyle birlikte kendimiz de o plâtformun üzerinde yükseliyor veya yargıların daracık alanına sıkışıp kalıyoruz.Kendimiz ve olası potansiyelimizden de habersizsek her şey daha da zorlaşıyor.  ‘Kısır bir döngünün çevresinde dönenip, hiç kurtulamayacağımızı bile zannedebiliyoruz…’

  Hepimizin yakın çevresinde, bu her iki  tipteki insana ait örnekler vardır. Kendi yargılarının sıkıştırdığı duvarlar arasında âdeta bir kafese kapatılmış gibi yaşayan, kendi düşüncelerinin mahkûmu matlaşmış insanlarla; her türlü yeniliğe açık, değişimden korkmayan, önyargısız, yaşamın her anına ilgi duyan, canlı, sıcak ve neşeli insanlar! En azından gözleriyle gülümsemeyi hiç unutmayan, somurttuğu günler için üzüntü duyan insanlar…      

  Algılamak ve her olayda kendimizi yeniden yaratmak için tek şansımız var. O da “Anı Yaşamak” Yani daha öz Türkçe'si, yaşamın getirdiklerine ve götürdüklerine direnmemek… Ama en önemlisi, gülmeyi unutmamak… Hatta bazen kendisine ve yaşama kahkaha dolu bir pencereden sıcacık bir bakış atıvermeyi de hiç ihmal etmemek…

PSİ GÜCÜ ve BÜTÜN’E UYUM

  Ortak alanların Bütün’e uyumdan başka bir şey olmadığını daha iyi aktarmak için telepatiyi örnek olarak vermek sanırız çok faydalı olacak.

  Telepati: Bilinen duyumlar ya da herhangi bir araç kullanmaksızın, her türden düşünce ve duygunun zihinden zihne gönderilip alınması tarzında yapılan bir haberleşmedir. Telepati zaman ve mekân bakımından sınır tanımaz. Sizin zihninizin ve ruhsal enerjinizin etkinliği oranında zaman-mekân içinde seyahat ederek telepatik etkileri her yöne yönlendirebilirsiniz.

  Telepatik olaylar, birbirinden ayrı yerlerde bulunan iki kişi arasında ortaya çıktığı için günümüzde hâlâ normal dışı olay olarak kabul edilmekte ve var mı,yok mu tartışması yapılmakta…
  Parapsikoloji bir bilim dalı olarak bu fenomenleri laboratuarlarda deneylerle araştırmaktadır. Zener kartları da bu deneylerden sadece bir tanesidir. Ancak bu ayrılık tamamen bizim beş duyuyla sınırlı algılayışımıza özgü bir ayrılıktır. Özde ve varoluşta zaten ayrılık yoktur. Tam tersine Birlik ve Bütün olma hâli vardır.

  Birbirinden kilometrelerce uzakta bulunan iki insanın birbirlerinin düşüncelerini algılayabilmeleri, bizlerin bir Bütün’ün içinde olduğumuzu ve Bütün’ü oluşturduğumuzu gösteriyor.
  Kendisini o bütünlüğe adapte edebilen insanlar için zaman-mekân sınırı söz konusu olamaz. Çünkü aslında bir yerden bir yere düşünce-duygu aktarımı da değildir söz konusu olan. Beyinden beyine tesir akışı yerine, ikisinin de içinde bulunduğu bir ortak alanın varlığını anlayabilmek gerek. Önemli olan, Bütün’le Ortak Alan kurabilmek, o titreşime bağlanabilecek derecede zaman ve mekâna hâkim olabilmektir.

  Bütün bilgiler zaman ve mekândan bağımsız olarak “her an ve her yerdedir”. Yalnız bilgi değil, sevgi de böyledir. Her an her yerde var olan sevgiyi de alabilmek için bir Ortak Alan kurmak gerekiyor. Dirençleri kırıp Bütünsel Olan ’a kendi kapasitemiz oranında katılabildikçe bu enerjilerin bizden akmasını sağlayabiliyoruz.

EVRENSEL İNSAN

EVRENSEL İNSAN

  Evrensel İnsanlık Anlayışı, insanlığın ruhsal, psikolojik, bedensel ve maddesel bütünleşmesinin bir başka adıdır. Böyle bir bütünleşme ve şuurlanma, yepyeni ve gerçekten insana yakışan bir uygarlık ve kültürün yeryüzünde ortaya çıkmasına ve tüm insanlık ailesine yayılmasına neden olacaktır.
 
Yeni bin yılın şafağındayız. İki binli yıllar başlayalı çok olmadı ama değişimleri sandığımızdan çok daha hızlı olacağa benziyor.. Işığın Altın Çağı yaklaşıyor. Işık İşçileri görev başında. Galaksimizin  yapısı ve özellikle de manyetik alanı hakkında  her geçen gün daha fazla şey öğreniyoruz. İnsan evrendeki yerini, şuuruna göre düzenler. Şuuru neyi aydınlatıyorsa algıları yerine bilgisi de ona göre değişir.
  Gezegenimize hayat, enerji ve ışık getiren, son derece yüklü parçacıklarla dolu enerjisini manyetik alan hatlarıyla tüm sistemimize yayan spiritüel etkiyi daha yakından tanımak zamanı yaklaşıyor. Samanyolu Galaksimize
“Işık Getireni” tanımak, Bilgi ve Bilgelik yolunda yürümek bizleri “Evrensel Bilgilere” ulaştıracak ve Işığı kendi iyiliğimiz için istemeyi öğreneceğiz. Karanlığı ışığa yeterince tercih ettik zaten..

 Işık yayılmak için iç varlığımıza ihtiyaç duyar. İç varlığımızı genişletmenin tam zamanı... Böylesine anlamlı tarihi bir fırsatla karşı karşıya olduğumuz için çok şanslı sayılırız. Bizler ve bizden sonraki nesiller, yeni dengelerin kurulduğu dönemleri yaşayacaklar.şu anda bile dikkatli gözlerle gezegende olup bitenleri incelersek, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını fark edebiliriz.
 Işığı yaşamlarında var etmek isteyenler, aydınlığı karanlığa tercih edenler;
“Evrensel İnsanlık Anlayışının” yayılması ve zihinlere “Işığın” nüfuz etmesi için gayretle çalışıyor. Sessiz-sedasız, gürültüsüz-patırtısız, iç varlığımızın gücüyle yapılacak olan bu çalışmalar, koşulsuz sevgi ve yargılamasız, şefkatli anlayış ve uygulama gerektirir. İyiye ulaşmak, “Bilgi Işığını” yayabildiğimiz yere kadar yaymak hepimizin hakkı.

  EVRENDEKİ YERİMİZ 
 
Ruh ve bedenin bir arada bulunmasından oluşan üçüncü bir varlık olan insan, şuur düzeyiyle evren içindeki konumunu belirler. Neyi idrak edebiliyorsa, şuuru neyi aydınlatabiliyorsa, algıları da ona göre değişir. İnsan, dünya ve evren içindeki yerini, şuur ışığının projekte ettiği mekâna ve zamana göre ayarlar. Şuur ışığımızı her an değişik noktaları aydınlatma gücü olan bir projektör gibi düşünebiliriz. Ve bu projektör sabit değildir. Şuur ışığımızı projekte ettiğimiz alan kadar varız. Fizik evrende maddî bir beden kullanmak zorundayız ama şuurumuz hiçbir maddî engelle sınırlanamaz ki... Şuur ışığımızı galaksimizin istediğimiz her köşesine gönderebilmek, yeni bilgi enformasyonları almak, bilgi taneciklerinin gücünü arttırmak istiyorsak; yıldız tozlarını sürekli kendine doğru çeken, “Büyük Yıldızlar” gibi saflaşmalı, parlamalı, pozitif enerjiyi ve bilgi taneciklerini kendimize cezbetmeliyiz

  ÖĞRENİLEN BİLGİ
  21. yüzyıl, her insanın kendi yolunun taşlarını kendisinin oluşturduğu bir yüzyıl olacak. Her birimizin içindeki çeşitli sıkıntılar, tartışmalar, isyanlar, duygu ve düşünce alışverişleri, iç özgürlüğümüzü elde etme ve irademizi kullanma konusunda gösterdiğimiz kararlılık, kendi yolumuzu yeniden yapılandırmak istediğimizi gösteriyor. Eğitimin, ailemizin, gelenek ve göreneklerin verdiği bilgiler öğretilen bilgidir. Oysa yaşayarak, deneyerek, severek, kızarak, ıstırabını ve sevincini çekerek elde ettiğimiz bilgiler öğrendiğimiz, deneyimlediğimiz, yaşamın içinden alın teriyle çekip aldığımız bilgilerdir.
  Evrensel İnsanlık anlayışına ulaşmak için tüm insanî değerlerin ruhsal değerlerden kaynaklandığını; insanın psişik bir varlık olduğunu, ruhsuz bir psikoloji olamayacağını, ruh hakkında bedenle karar verilemeyeceğini ve ruhsallığın kendine özgü kanunlarını öğrenmek zorunda olduğumuzu anlamalıyız.

RUHSAL ÖZGÜRLÜK

  Dünya toplumlarının ruhsal özgürleşme, birlik ve beraberliklerini yeniden yapılandırma süreçleri hep olmuştur. Maddî ortam plâtformundaki özgürleştirme ve birliğe ulaştırma faaliyetleri yoğun baskılar altında olsa, da hem toplumsal hem de bireysel düzeyde hepimizin gözlediği, aynı zamanda da istediği şekilde devam ediyor.
  İçinde bulunduğumuz süreç, tüm insanlığı dünya üzerinde barışa, birlik ve beraberliğe, iyi niyetle dolu olmaya davet ediyor. Ama bir başka tarihî bir gerçek var ki o da; insan düşüncelerindeki çeşitliliğe ve gelişmeye rağmen hoşgörüsüzlük ve sevgisizliğin giderek artması. Bugün gereksinim duyduğumuz en ivedi yapısal düzeltme, yaşam biçimlerinin düzeltilme gerçeğidir. İnsan yaşam biçimleriyle, gezegenin korunması için gerekenler arasındaki uyum kurulmadığı sürece dünya üzerindeki yaşam kalitesinin düşeceği uyarısı hâlâ bir tehdit niteliği taşımaktadır.
  Umut verici insan gelişiminin hızla yayılması için küresel bir eylemle sürekli barış, birlik ve beraberlik çalışmaları yapmalı, önümüzdeki bu biricik ve son fırsatı iyi değerlendirmeliyiz.
  Birlik, Beraberlik, Özgürlük ve Barış dışarıda değil önce içeride aranmalıdır. Özgürlük ve beraberlik özlemimizin nedeni, bütün bu aradıklarımızın, iç varlığımızın derinliklerinde olan
“gerçeğe” ve “ilkelere” ait bilgilere ve uygulamalara bir an önce ulaşabilme, kavuşabilme arzusunda saklıdır.

  İÇ ÖZGÜRLÜK
  İç özgürlük, yaşamla barış, bütüne ait olduğunu hissetme ve beraberlik duygusu, karşıtı bağımlılık olmayan ve hiçbir şeyle sınırlandırılmayan yanımıza aittir ve şeffaftır. Hepimize sonsuza ait olduğumuzu, hiçbir şeye gerektiğinden fazla bağlanmamamız gerektiğini, bizi evrenle, insanla, yaşamla birleştirecek, bütünleştirecek olan tek şeyin Vazife, Yardımlaşma ve Dayanışma olduğunu hatırlatan ruhsal yasalar daima işlemektedir.

  Ruhsal yasalar bize bölünme ve ayrılıklardan kurtulmak, birlik ve beraberliğe ulaşmak için vicdanî kanaat ve düşüncelerde özgürlüğe muhtaç olduğumuzu hep hatırlatır ve bize âdeta şunları fısıldar:
 
“Birey olarak, fert fert değişmek zorundasınız. Hepinizin varlığının özünde; paylaşmayı, işbirliğini, başkalarıyla birlikte iyi niyetle ve uyum içinde yaşamayı isteyen, birlik ve beraberlik arzusu vardır. Hepinizin her şeyden sorumlu olduğu bütünlük anlayışına olan ihtiyacınız her geçen gün artıyor. Öyleyse birlik ve beraberlik için el ele vermekten niye korkuyor ya da kaçınıyorsunuz? Sizi Bütünle uyum içinde olmaktan alıkoyan ne olabilir ki?”

YENİ İNSAN

  Yeni insan ortaya çıkmak için sabırsızlanıyor… Tüm dünya global-evrensel bir insanlık anlayışının yaşanır hâle gelmesi için benzeri görülmemiş bir “yenileme hareketi”ni gizli gizli çağırıyor… Duyuyor ya da hissediyorsunuz değil mi?
  Her birimiz tek bir bütünün parçalarıyız. Düşünme sürelerimiz fiziksel dünya ile şimdiye dek sanıldığından çok daha yakından ilişkili. Bizler birer algılayıcıyız. Bizler birer farkındalığız. Bizim hiçbir somut üç boyutlu nesnelliğimiz yok. Biz aslında sınırsız varlıklarız. Ama
‘Sınırsız’ olduğumuzu bir türlü kabul etmek istemediğimiz için kendi bütünselliğimizi, yaşamımız boyunca kısır bir döngüde tutsak etmiş bulunuyoruz…

 

  Tüm şuurların bütünleşmesiyle, entegrasyonuyla yaratılmış olan gerçekliğin var olduğunu biliyoruz. Gerçekliğin üstünde ve ötesinde hiçbir şey yoksa, tüm sistemler hiyerarşik bir ahenk içinde kendi kendini devamlı kontrol ediyorsa, holografik bir evren bizim hem içimizde hem dışımızdadır. Ve tüm varoluş her an sınırsız yöntemlerle ve yasalarla uyum kurarak yeniden ve yeniden biçimlendirilir. Belki de bizler, bir yerden “yok olup”, başka bir yerde “görünebilen” holografik yansımalarız. Ölüm-doğum çemberini bu görüş açısı içinde değerlendirmek 21. yüzyıl insanına bir tür gezgin ruhu aşılayacaktır. Evrenin gizli sahipleri olan bizler gezegenler arası ”kozmik enerji dönüştürme“ operasyonuna sürekli olarak katılan gezginler değil miyiz?

  Şuurun, yaşamın ve aslında her şeyin evrenin içinde, bir arada topluca bulunduğu fikri, bir hologramın her bir parçasının bütünün imgesini taşımakta olması gibi, evrenin her bir parçasının da tümünü içerdiğini anlatır. İlke olarak tüm geçmiş ve tüm geleceğin imaları uzay ve zamanın en ufak bölümüne varıncaya dek her yere yayılmış durumdadır. Bedenimizin her bir hücresi, tüm kozmosu barındırır.Her yaprak,her yağmur damlası ve her bir toz tanesi de öyle. William Blake de ünlü şiirinde şöyle diyor;

‘Dünya’yı görmek için bir Kum Tanesinde ve Cenneti bir Yaban Çiçeğinde,
Yakala sonsuzluğu avucunun içinde ve bir saatin içinde Ebediyeti.’   

  Eğer evrenimiz daha derinlerdeki bir düzenin yalnızca soluk bir gölgesiyse, kendi gerçekliğimizin karışık ve henüz tam çözülmeyen dokusu daha başka hangi gerçekleri saklamaktadır? Yeni insan yeni yüzyılda “Evrensel İnsanlık Anlayışına”, “Evrensel İnsanlık Şuuruna” ulaşabilmek için tüm bu kozmik ve gezegensel gerçekleri bir arada öğrenecektir. Kozmik, galaktik ve gezegensel bilgilerin bir ahenk içinde bütünleşeceği ve kozmostaki yerimizin asıl lâyık olduğu yeri alacağı bir yüzyılın ilk yıllarındayız.

  Ünlü bilim adamı David Bohm’un bu konudaki görüşleri ise hayli derin ve açıklayıcı: " Uzayda boşluk yoktur. O doludur, bir vakum değil, maddeyle dolu bir alandır ve biz de dahil her şeyin var olduğu temeldir. Evren, bu kozmik enerji denizinden ayrı değildir, evren bu denizin yüzeyindeki bir dalgacıktır, düşünülemeyecek kadar engin bir okyanusun ortasında ona kıyasla ufak bir ‘uyarıcı desendir’. Bu uyarıcı motif, göreceli olarak özerktir ve tezahürün üç boyutlu belirgin düzenine yaklaşık olarak yinelenen, dengeli ve ayırt edilebilir yansımalar yapmaktadır. Başka bir deyişle, görünürdeki maddeselliğine ve dev boyutuna karşın evren, kendi içinde ve dışında var olmayıp, daha geniş ve daha tanımlanamaz bir şeyin üvey çocuğudur. Daha da ötesi, evren bu daha geniş şeyin başlıca ürünü değildir, o yalnızca gelip geçen bir gölge, daha büyük tabloda yer alan bir hıçkırıktır yalnızca...


   Bu sonsuz enerji denizi, saklı düzen içinde gizlenen tek şey değildir. Saklı düzen, evrenimizdeki her şeyi doğuran temel olduğuna, en azından var olan ya da var olacak olan her atom altı parçacığını da kapsadığına göre; maddenin, enerjinin, yaşamın her konfigürasyonunu; kuazarlardan Shakespeare’nin beynine, çift sarmaldan galaksilerin büyüklük ve biçimini kontrol eden güçlere kadar mümkün olan her şuurlu hareketi de kapsar. Ve hepsi  bu kadar da olmayabilir.”

  Bohm, saklı nesneler evreninin sonu olduğuna inanmak için hiçbir neden bulunmadığını da kabul ediyor: “Bu düzenin ötesinde akla sığmayacak başka düzenler, daha ileri aşamaların sonsuz basamaklarına uzanmakta olabilir.”
 
Yeni insanın ortaya çıkması için varlıksal yapımızın özü, ruh-beden ilişkisi ve Yeni Çağ insanının nasıl anlaması, nasıl uygulaması daha doğrusu bir yaşam sanatı içeren günlük yaşamı nasıl olumlu yaşayacağı hakkında, sade, basit, doğal, sevinç getiren pratiklere ihtiyacımız var…

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/ Astronomy