Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

 

NEW AGE AKIŞ

GENİŞ GÖRÜŞ / GENİŞ DÜŞÜNCE

  Teknolojik açıdan çok gelişmiş çağda yaşıyoruz. Teknolojinin öyle büyük nimetleri var ki, onlardan yararlanmamak çağın dışında kalmak bile sayılabilir. Teknolojik küresel bilgi ağı; bu ağdan yaralanmak isteyen her insana uzanabiliyor. Ama teknoloji öyle bir şey ki, insani değerleri de hiçe sayabiliyor. Daha doğrusu insanın içini boşaltabiliyor.
  Teknoloji kendi verileri ve değerleri açısından hiçbir akıl ötesi özelliği tanımak istemiyor, onun için her şeyin teknik bir açıklaması var ve bu açıklama yeterli. Çünkü aletle ölçülüyor, biçiliyor çeşitli teller, parçalar, programlar eklenebiliyor.
Ya insan!

  İnsana biyolojik robot demek mümkün mü? Ya da ne kadar sağlıklı? İnsanın öte-aşkın/meta yönü olmasa ne olur? İnsanı insan yapan yönü sadece akıl ve teknik değil ki. İnsan aynı zamanda bir duygu/his varlığı…
  Seviyor ağlıyor, gülüyor, kızıyor, seviniyor, üzülüyor, utanıyor, sıkılıyor, terliyor, coşuyor. Bu yönlerini yeterince yaşamayanlara,
“ne sıkıcı ot gibi insan” demiyor muyuz? Diyoruz elbet!...
  İnsanın sevme ve hissedebilme gücünden, hayal dünyasından öyle zengin veriler elde ediyoruz ki; bu hayal dünyasından çıkan romanlar, şiirler, film/tiyatro senaryoları olmasa, müzik besteleri yapılmasa, mistik yönümüz olmasa, kah ilahi duygular içinde yüzüp hüzünlenmesek, kah göklere ulaşırcasına coşmasak ne sıkıcı bir dünya olur bu dünya!
                                   

  Küresel bilgi ağı ve Hümanizm
  İnsanlık ailesinin bu küresel bilgi ağından sadece teknolojik açıdan yararlanması ona hümanizm ve insancıllık açısından ne kazandırır ya da ne kaybettirir iyi düşünmek gerekiyor? Şimdi küresellik/globallik akımıyla birlikte yeni bir düşünce akımı var. “GENİŞ DÜŞÜNMEK!...” 

  Herkes bilir bilmez birbirine ‘geniş düşün, geniş görüşlü ol’ diyor. Geniş düşünmek, geniş görüşlü olmak ne demek? Ne kadar faydalı? Ne kadar geniş düşünmek gerek? Sınırsız diyeceksiniz de; o sınırsızlık kavramı da doğru anlaşılmadığında ayrı bir yozlaşma/dejenerasyon unsuru değil mi?... Gidişat pek öyle parlak olmadığına göre, bu geniş düşünce kavramını da irdelemek gerekmiyor mu?
  Geniş düşünce-geniş görüş adı altında giderek genleşerek ve genişleyerek tüm manevi değerlerini yitiren, yozlaşan dostlarımız, yakınlarımız yok mu? Ya da gezegenin genel gidişatında tek sorun geniş düşünememek mi?
  Ya da insanlar neden geniş görüşlü olmalarına rağmen gezegende huzur yok? Sevgi ve hoşgörü neden çok eksik? Neden herkesin ayrı ayrı bir yolu var? Neden küresel bir birlik kuramıyoruz.
 Teknolojik ve finansal açıdan global birikimlerimiz var ama onlar, güç birliği için kurular finansal ve menfaat birlikleri. Bu menfaat birliklerinin dışında, gezegenin hangi noktasında birlik/beraberlik ve kardeşlik yaşanıyor? Aynı tanrının çocukları olduğumuzu söyleyen yol sahibi kişiler bile yollarına/inançlarına yeterince sahip mi?

  Yol ve Yolcu
  Geniş görüş içinde bir yol olmadan yalnız geniş geniş, düşüne düşüne yol alınabilir mi? Yoksa uygulama mı gerek? Neredeyse dünya nüfusunu tamamını çeşitli öğretiler olarak kaplayan ruhsal/manevi yollara ve onların yolcularına ne oldu? Bu yollar ve onların yolcuları da geniş geniş düşünmeye başlayıp, uygulamayı göz ardı mı ettiler? Günümüz insanı kendini tanıyor mu? Yoksa iyice yoldan çıkıp, geleneklerini, özünü mü kaybetti?
  Bu sorular yalnız bir yazının değil insanlığın temel soruları. Bu sorular hakkındaki genel görüşlerini yazmak isteyen Astroset ziyaretçilerimiz olursa, onların yazılarını da yayınlamaktan sevinç duyarız.

  İnsanın önce kendi bütünlüğünü tanıması gerekmiyor mu? Ancak kendi bütününü yani kendini bilen insan, başkalarını da bilir. Çünkü uygulamacıdır, bir yolu vardır. Olur olmaz, geniş düşünüp; kendi kendini dejenere etmez. Vicdan sesi vardır, yolu, inancı, disiplini vardır. Nereden gelip nereye gittiğini bilir. Neden çok yol var, onu da anlar ve hepsine tek tek saygı duyar ama kendi tercih ettiği iç yolunun yolcusu olmaktan da pek kolay kolay vazgeçmez. İlkeleri, prensipleri, ahlakı, dürüstlüğü, adaleti, insan sevgisi, Allah korkusu vardır.
  Bir Budist, bir şaman, bir zen rahibi, bir Müslüman, bir Hıristiyan, bir Zerdüşt arasında hiç fark gözetmeyecek kadar engin ve geniş bir görüş sahibi olmak elbette hepimizin ortak insanlık idealidir ama bu ideale gidene kadar, yürünecek çok yol var. Ancak yürüyenle yüründüğünden de yollar yürüyerek yani uygulama ve disiplin ile aşılıyor.

  Uygulama ve disiplinin ortadan kalktığı, herkesin kendi kafasına göre bir yol tayin ettiği, yolunu genişlete genişlete dejenere ettiği bir dünyada, mütevazı ve sade bir şekilde kendi yolumuza sahip çıkma temrinleri yapmanın kime ne zararı olabilir? Hatta belki topluma bile büyük yararı olur.  Ne dersiniz?
  Düşüncelerinizi yazmaktan ve bizimle paylaşmaktan çekinmeyin!... Hangi yolcunun, hangi yolda, kime, ne zaman yararı olacağını bilemeyiz.

YAŞAMA  UYUMLANMAK

  Esneklik kazanmak, yaşama uyumlanmak demek doğru bildiğimiz evrensel ilkelerden sapmak demek değildir. Ama bir manada da her türlü ilkeye de yani her insanın kendi doğrularına açık ve saygılı olmak demektir. Yoksa sahip olduğumuz 3-5 ilke ile hayatlarımızı geçirmemiz gerekir.
 
"Peki o zaman yeni ilkeleri nasıl öğreneceğiz?"

  Demek ki hem yeni ve yüksek ilkelere açık olacağız hemde sağ duyumuz ile ilkeleri tartacağız. Bu şu demektir; Evrende o kadar çok yaşam formu ve ihtiyaç noktası vardır ki... Dolayısıyla o ihtiyaçların birde karşılığı vardır. Yani yaşanan her süreç ve o süreç içindeki tüm doğrular ve tüm ilkeler; o zamanda, o noktada, o varlıkta, o süreç için doğrudur. Bir sonraki noktada ise başka bir doğruluk başlayacaktır.

  Her şey zamanında ve yerinde gerçekleşmektedir. Dolayısı ile her ilke ve her doğru, her varlık için değişkenlik gösterecektir. Kabul etmemiz gereken budur. Bu kadar evrensel bir anlayış ve sevgi ve şefkat ile her doğrunun öncelikle o insan için doğru olabileceğini görmek gerek.
  Örneğin kötü bir  insanın bile o zaman, o mekan ve o şuurdaki tüm doğruları kendisi için doğru olacaktır. Yoksa gelişemez. Her türlü yanlış yada hata diye adlandırdığınız şey de aslında bizi geliştirmek için vardır.

 Bu noktada esnemek, yaşama uyumlanmak demek şudur; Bugüne kadar kendi evrensel deneyim ve çabalarımızla elde etmiş olduğumuz bilgilerimizi silmeden, ama başkalarının da kendi süreçleri içindeki kendi doğrularını yaşamalarına izin vermek; sevmek, anlamak, uyumlanmaktır.Yoksa gelişemezler.Tıpkı bizim gibi onlarında gelişmeye ihtiyaçları ve programları vardır. Her varlığın kendinden sorumlu olduğu gerçeği ile herkese kendini var etmesi için şans ve zaman verilmelidir.

  Öğrenmemiz gereken en önemli şey ise; hepimizin yeni bakış  açılarına ihtiyaç duyduğu gerçeği. Evrenin ne çok olasılıklı ve ne çok değişik formda olabileceğini bizimde kabul etmemiz, saygı ve sevgi ile karşılamamız gerektiğidir. Çünkü her bir varlığın kendini var etme çabası oldukça önemli ve saygı duyulacak bir süreçtir.

  Kendimizi geliştirirken diğerlerinin de aynı şekilde kendilerini geliştiriyor olmalarını sevgi ve sevinç ile karşılamalıyız. Her şeyi olduğu gibi kabul etmeliyiz.

                      Bilgi ve yozlaşma
  Günümüzde insanoğlu bütün gelişme ve bilimsel ilerlemelere rağmen mutlu değildir. Kederlidir, endişelidir, tatminsizlik içindedir. Ya olanlar karşısında ilgisiz bir kişisel yaşam sürmektedir ya da karmakarışık bir zihin ve ruh hali ile karşılaştığı yaşam olaylarını çözümleyememenin boğuntusunu yaşamaktadır. Genel bir yaşam görüşü, kaliteli bir sentezi, açık-seçik bilgisi yoktur. Bir insanda samimiyet, içtenlik, saflık bulunmazsa yani iç varlığına ait bilgiden yoksunsa, ruhsal yönden çok cılızlaşmışsa durum kötüye gidiyor demektir. Bir toplumun elinden fazilet, erdem ve ahlakı alırsanız o toplum çökmeye mahkum olur. Samimiyetin ve güvenin gerçek ruhsallık olduğunu bilmemize rağmen yaşamın günlük akışı arasında, bu gerçekliği uygulayabilmek için hayli güçlü olmak gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Hakikati bilmek kadar, izinde yürümek de zordur, hatta çok zordur. Hepimiz bu dünyanın insanıyız ve elimizdeki işleri boşlamayı ya da kestirme yoldan zengin olmayı, köşe dönmeyi ön plana aldığımızda, yasalar, kurallar ve vicdan sesi sustuğunda, yukarıda anlatılanlar olur ve yozlaşma her geçen gün derinleşir. Nereye kadar? Toplum vicdanı harekete geçip, bireyler tek tek önce vicdanlarında ‘dur’ deyinceye kadar da sürer.

  Aslında her yıkımın, her yozlaşmanın bir yeniliğin ve iyiliğin de habercisi olduğu gerçeğini unutmadan yaşamakta çok yarar var. Aksi takdirde dünyada her şeyin hiç durmadan kötüye gittiği duygusuna kapılır, kendi psikolojik sağlığımızı ve yaşam kalitemizi de bozarız. Her gecenin bir sabahı mutlaka vardır. Ne gece ne de gündüz sürekli kalabilir…

  ‘Hikmet ancak Hikmeti bilenlerle beraber büyür’ diye bir söz vardır. Şu yaşlı gezegenin, çilekeş varlıklarının yasalara olan dik başlılığı ve ben merkeziyetçiliği ne zaman durulursa, sözü edilen aksaklıklar da o zaman düzelir. Huzur, ahenk, denge ve gerçek bilgiye kavuşuruz… Ve uyanış, ayağa kalkış başlar.

Uyanışın tüm sıkıntılarını dünya olarak hep birlikte yaşıyoruz.

YAŞAMLA BARIŞMAK

Barış;  Aniden meydana gelecek felaket karşısında üzüntü mü duyuyorsunuz? Belki de hiç meydana gelmeyecek.
Aksilikler;
Hemen hemen hepsi kalbinizde yer alan büyük kötülüklerin Yüce Ruh tarafından atılma ölçüsüdür.
Uzun süreli sıkıntılar;
Onlar herkesi kötü bir duruma getiren ve dua ve sessizlik kliniğine ihtiyacı olan hastalardır.
Unutkanlıklar;
Başkaları üzerinde karar alma hakkını görenler merhamet edin, çünkü hangi tür problemlerle karşılaşacaklarını bilmiyorlar.
Bizim hatalarımız;
Kendimizi düzeltebilmek için kutsal fırsatlar olarak değerlendiriniz.
Sevdiklerimizin hataları;
Onların deneyimlerine saygı göstererek kendi sınavlarımızla karşı karşıya olduğumuzu anlayalım.
Zorluklar;
Kendi imanımızı değerlendirmek için denemelerden başka bir şey değil.
Fiziksel hastalıklar;
Aydınlanma için aralar ve ruhsal dünyanın yeniden inşası
Endişe beklentileri;
Şöyle düşünün: Tanrı’nın merhameti ile dün ışıldayan güneş, aynı şekilde bugün de ışıldayacaktır.

F.C.Xavier’den Andre Luiz     

  Yaşama karşı tavrımız, onun bize neler göstereceğini belirler. Eylem daima düşünceyi izler. Kendini ezilmiş hisseden ve öfkesi burnunda olan insanların işlerinin sürekli ters gidiyormuş gibi göründüğüne hiç dikkat ettiniz mi? Oysa neşeli ve iyimser bireyler zorluklar karşısında asla yılgınlık göstermezler. Bu durum, kader icabı değil, tamamen bizim tavrımızla ilgilidir. Aynı şeyler hepimizin başına gelebilir. Çünkü yaşam fanidir ve engellerle doludur. Fakat bir deneyimi pozitif ya da negatif yapan bizim kendi tavrımızdır.

   Bu konuya ilişkin güzel bir örnekte öykü şöyle: Kansere yakalanmış iki hasta var. Bu iki hastanın ortak arkadaşlarından birinin anlattığına göre, hastalardan birincisi, kansere yakalandığını öğrendiğinde karamsarlığa gömülmüş ve yaşamında herhangi bir değişiklik yapmaksızın aynı şeyleri yemeye devam etmeye etmiş. İkincisi ise kanserin kendisine galip gelemeyeceğine karar vermiş ve beslenme düzenini değiştirmişti. Belirli bir zaman periyodu içinde ikinci hasta iyileşmiş, birincisi ise bedeninden ayrılmak zorunda kalmış. Öyküyü anlatan arkadaşları elbette farklılığı yaratan şeyin yalnızca beslenme olduğunu düşünmekle yanılmıştı. Çünkü bu farkı ortaya çıkartan şey  yalnızca alınan gıdalar olamazdı. Şüphesiz diyetin sağlık üzerindeki önemi tartışılmaz ama en önemlisi, hastalık karşısındaki tavırlanmadır.
  Bu örnekte birinci hasta, kurtulamayacağını düşünüp, herhangi bir değişiklik göstermek için çaba göstermemiş. İkinci hasta ise kendi yaşamının sorumluluğunu yüklenmiş ve pozitif bir yaklaşım içine girerek, tüm yaşamının kontrolünü tekrar ele geçirip, huzurlu, sağlıklı ve mutlu bir bakış açısına ve en önemlisi yeni bir yaşama kavuşmuştur. Bunun bir diğer adı da
“Yaşamla Barışmaktır” 

"Yaşam bizim tarafımızdan dokunmayı bekleyen evrensel bir kumaş gibidir. Onun nasıl dokuyacağı ise dokuyanın sihirli parmaklarındaki gücü nasıl kullanacağına bağlıdır."

 

SEVGİ VE ŞEFKAT GEREKSİNİMİMİZ

  Görünenin ardındaki görünmeyeni yani ruhsal yönümüzü yüzyıllardır görmezden gelen gezegen sakinlerimiz bu eksiğini büyük bir gerilimle tamamlamaya çalışıyor.
  Sevgi, şefkat, paylaşım, yardımlaşma ve dayanışmayı unuttuğumuz için uyarıcı senaryolarla;
‘önce insan’ olduğumuzu anımsamaya çalışıyoruz.. Ne kadar gelişmiş bir teknolojiye sahip olursak olalım, ruhsal yasaların işleyişine öncelik tanımadığımız sürece de bu yıkım devam edeceğe benzer. Ruhsal tıkanıklıkların aşılmasının tek çaresi sarsıcı ve şok edici olaylarla gerilimler yaşamak olmamalı!

Sevgi, şefkat, paylaşım, yardımlaşma, dayanışma, dostluk, kardeşlik, birlik duygusuna ne oldu?

  Sevgiyle, yumuşaklık, uyum ve esneklikle de pek çok şeyi aşabilir ve değişim yaşayabiliriz. Yeniden yapılanma için yıkımın bu kadar sert ve maddi düzeyde olması da gerekmiyor. Binlerce yıldır oluşturduğumuz değerleri tamamen yok etmeye çalışarak bir yere varamayız ki! Tüm o değer yargıları da bizleri bugünlere taşıdıkları için kıymetli ve gerekli. Sadece zarif ve yumuşak bir biçimde enerjinin seviyesini esneklik ve uyumla yükseltmemiz de mümkündür. Tüm karşılaştıklarımızı sert ve katı bir şekle sokmak bizim seçimimiz oluyor, ister istemez.

" Bizler kendi yeni dünyalarımızı oluşturanlarız. " 

  Değişim bizim dışımızda tüm hızıyla zaten sürüyor. Uyanık, esnek ve uyumlu bir zihinle, günlük yaşamda karşılaştığımız sıradan gibi gözüken olayların, gizli dilini çözmek aslında hiç de zor değil. Sadece biraz dikkat gerektiriyor.
 
 Aaa bu olay çok zorlayıcı, nereden çıktı, hiç sevmedim, yapmayacağım işte’  demek yerine, biraz daha yumuşak ve esnek bir şekilde, yüreğimizdeki şefkat ve merhameti önce kendimize uygulayarak, ‘sevmedim, ama madem beni zorluyor, öyleyse, dur bakayım bu olay benden ne istiyor, hangi yanımı değiştirmeye yarayacak, bir araştırayım’ diyebilmek zaten gerçek bir esneklik ve uyum çalışmasıdır ve günlük yaşamın sıradan, yatay olayları arasında kaybolmayı engeller.

  Günlük yaşamdan kaçmadan, her olayla iç içe ama daha yukarıdan, kartal bakışı ile dikeyde yaşayan bir gözlemci olmak ve yaşama dikey bir bakış açısı ile katılmak, insan onuruna ne de yakışır değil mi ?!...

  Uyum ve esneklik
  Bireysel gelişim adına yapılacak uyum ve esneklik çalışmaları; dikey plan çalışmalarının bir bölümü olmasının yansıra, aynı zamanda bizlerin tekamül/evrim planında da ana bir hedeftir. İçinde bulunduğumuz her türlü şart ve koşula uyumlanabilmek demek zaten dikey durmak demektir.Yani ruhsal değerlere bağlı ve bir teslimiyet hali içinde olmak daha da ötesi yüksek bir anlayış demektir.

  Nedir dikeyde yaşamak?
  Dikey yaşamak;dünya yani madde tesirleriyle değil de  evrenin kozmik tesirleriyle beslenmek ve varolmak demektir.Yani ruhsallığa açık olmak,yüzünü ruhsal dünyaya dönmek, ruhsallığı unutmadan çalışmak ve ruhsallıktan beslenmek  demektir. Daha açıkçası, bize en büyük hazzı ve mutluluğu veren şeylerin; şan, şöhret, para, madde hırsı, sahip olmak tutkusu olmaması demektir.
  Gerçek bir dikey yaşam uygulaması neticesinde zaten geleceğimiz nokta maddi planın tesirlerinden etkilenmediğiniz nokta olacaktır. Bir manada gerçekleri gördüğümüz şuurumuzun giderek ve giderek daha açık olacağı noktadır. Şimdi buraya doğru ilerlerken; her varlık kendi planı dahilinde uyum ve esneklik çalışmaları yapar. Zaten yeryüzüne gelmemizin de manası budur.
Burada içinde bulunduğumuz şart ve koşullara uyumlanarak esnemek, bakışımızı yükseltmek, kalıplarımızı kırmak, giderek yükselerek incelmek, büyümek, genişlemek. Ve en nihayetinde evrensel bir bakışa sahip olabilmek. İşte insanoğlunun gerçek amacı…

GERÇEK ZANNETTİĞİMİZ

  Bazen yaşamın içinde çok karışıkmış gibi görünen olaylar vardır. Ama aslında onu karışık yapan, içinden çıkılmazmış gibi yapan kendimizden başkası değildir. Düşüncelerimiz, endişelerimiz, korkularımız olaya eklendiği zaman karışıklık başlar. Çünkü onlar karışınca bazen doğru bildiklerimizi bile yapamaz hale geliriz. 
  Aslında cevabı biliyor olmamıza rağmen, duygularımıza yenik düşeriz. İçimizin gerçek sesi yerine, duygusal yanımızı ön plana çıkararak hareket ederiz. Oysaki o duygu girdapları, zaten çoğu zaman karışıklığı yaratan şeyin ta kendisidir. Belki de, onları kenarda tutarak karışık diye nitelendirdiğiniz herhangi bir olaya baktığınızda meselenin çok basit, çözümün ise çok kolay olduğunu görebiliriz. Korku ve endişelerimizden uzaklaştığımızda, o çözümü uygular hale gelebiliriz.

  Aşırı duygusallıkta bir çeşit zafiyettir aslında. Çünkü bizi bizden, gücümüzü içimizden, mantığımızı aklımızdan alır. Tamamen onun kontrolü altında hareket etmeye başlarız. O esaret altında gerçekten yapmamız gerekenleri yapmakta zorlanır ve gecikiriz. Ve biz geciktikçe de işler olduğundan daha karışık görünmeye başlar.
  Oysa evren bizlere çözemeyeceğimiz problemler vermez. Sonuçlara götürmeyen nedenlerle karşılaştırmaz. Her şeyin bir nedeni, her nedenin bir sonucu, her sonucunda birbiriyle ilişkisi vardır. Bir hareket, diğer bir hareketten etkilenerek meydana gelir ve o da yeni bir hareketi oluşturur. Çünkü her şey birbiri için vardır ve birbirine hizmet eder. Bu evrenin en yüksek vazifesidir.
  Karşımıza gelen zor olayların çoğu zaman zor oluyor olmasının sebebi, bu neden-sonuç ilişkisinden bağımsız düşünüyor olmamızdır. Hangi olayın, hangi olayı tetiklemesi sonucu bugün içinde bulunduğumuz duruma gelmişizdir? Bunu hiç sorgulamayız...! Sadece esareti altında olduğumuz duygularımızla; üzülerek, öfkelenerek, kontrolümüzü kaybederek hareket ederiz.
  Kendimizi o duygusal zafiyetten arındırdığımız anda, önümüzde bekleyen problemin hemen yanı başında çözümünün de durduğunu görebiliriz. Aslında o hep orada duruyor,sadece biz onu görmeyi seçiyor ya da seçmiyoruzdur.
  Tamamıyla duyguların kontrolü altında hareket etmek, bizi güçsüzleştirmekten ve gerçekleştirmek istediğimiz şeyleri geciktirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü o duygu girdabına kapılarak, onlara tutunup hareket etmeye çalıştıkça; karmaşık diye nitelediğimiz olaylar daha da karmaşık, daha da içinden çıkılmaz hale gelecektir.  

  “ Varlığın içsel donanımını keşfedebilmesi, evrenle olan gerçek bağını görebilmesi için pek çok tekamül evresinden geçmesi gerekmektedir. Oldukça kaba, kalın ve yoğun bir enerji alanı olan madde enerjisinden sıyrılarak, giderek incelip hafiflemek ancak bu süreçlerin sonunda gerçekleşebilir. Bu kaba madde enerjisinin tesiri altındayken, varlığın kendi varoluş maksadının bilgisine vakıf olması pek olasılık dahilinde değildir. Yaşamakta olduklarının gerçek amaçlarını ve nedenlerini çözebilmesi çok kolay değildir. Çünkü içinde bulunmakta olduğu yoğun ve baskın alan, onun evrenle olan ilişkisini sınırlandırıp, kısıtlamaktadır. Böylece o alanın gerçekliklerini gerçek, bilgisini bilgi, gereklerini gereklilik gibi görmesine neden olmaktadır.
  Ancak bu tekamül evrelerinin ardından başlayan süptilleşme sürecinde, bu kaba ve yoğun alanın zaman içinde sırasıyla terk edilmesinden sonra, varlık nihayet evrenle olan gerçek ilişkisini fark etmeye başlar. Ve yavaş yavaş ‘asıl olanın’ gerçek bilgisine doğru bir yolculuğa çıkar. Orada keşfedecekleri daha çok, kendisinin asıl kaynakları, varoluşunun maksadı, evrenin gerçek nicelik ve nitelikleri gibi şeyler olacaktır. Bir önceki tekamül evresinde, terk etmiş olduğu yoğun madde alanlarının esareti olmadan, bu defa yeniden kendini var etme imkanına ve deneyimine sahip olacaktır.
  Ve gelmiş olduğu bu yeni şuur hali ile üzerindeki o sınırlı ve kısıtlı alanlardan kurtulmak suretiyle; evrendeki nice geniş deneyimlere, yepyeni bilgilere, başka başka gerçekliklerin imkanlarına doğru açılma olanağı bulacaktır.”
 

              Her son yeni bir başlangıçtır
  Yeni çağ
hafiflemek demektir. Üzerimizdeki tortulardan kurtulmak, asıl varlığımıza daha da yaklaşmak, nihayet evrenin dilini anlamaya başlamak demektir. Yani gözlerimizin, suretini değil aslını görmesi demektir.

  Gerçek sandığımız şeylerin ne kadarı gerçekten gerçek? Değerli dediğimiz şeylerin ne kadarı gerçekten o değere sahip? Değerliye yüklediğimiz anlamlar, çoğunlukla maddeden, şan şöhretten geçiyor. Zengin olmak, ünlü olmak, en güzel olmak yaşamın gayesi, hedefi haline geliyor. Maddeye sahip olduğunuz oranda güç sahibi, otorite sahibi hatta saygınlık sahibi oluyorsunuz. O kadar ki, o maddeyi hangi yollarla ele geçirmiş olduğunuzun bile bir önemi kalmıyor. Alın teriyle kazanılmış gerçek hak mıdır, değil midir kimsenin gözü görmüyor.
  Bu maddenin gücüdür. Kapılan içinde uzunca bir yoldur. Çık çıkabilirsen içinden, uğraş dur. Çünkü maddeye sahip oldukça üzerimize, gözlerimize bir kat daha perde iner, kabuklarımız birer kat daha kalınlaşır.

  Eskiden erenler, ermeye dağlara çıkar kendilerini ararlardı. Her şeyden arınıp, kendi özlerine, Tanrı’larına bir kat daha yaklaşmak için türlü sıkıntılara katlanırlardı. Onları gören halk da, saygıyla onları izler, sözlerine itimat ederlerdi.
  Şimdilerde bilginin, bilgeliğin bile kısadan bir yolu, bir fiyatı var. En çabuktan nasıl ererim formülleri, eh formüle göre de bedelleri var elbette. Kendini Tanrı yoluna adamış Yunus’ların ise sadece adı var, o da duymak isteyene. 
  Ne zor iştir kendinden geçip de, gerçeğe doğru yürümek. O kabukları bir bir aşıp da, içerdekine varmak.
Eski doğu öğretilerinde, her bir değere varabilmek için yıllar, onun karşılığı da ömürler verilirdi. Ne bir acele, ne de bir telaş içinde olmadan ince ince işlenirdi bilgiler. Ta ki, en derinlere nüfuz edene kadar.
  Şimdiyse, birkaç ay içinde belli başlı kurslara gidip, birkaç kitap okuyarak her şeye sahip olmak mümkün. Zahmetsiz ve kolay yoldan, sadece bedelini ödeyip tüm zamanların sırlarına ulaşmak mümkün. Tüm bunlar bir sonun başlangıcı aslında. Yozlaşan değerler, kaybolan nizamlar, yitirilen manevi ilkeler başka neyin habercileri olabilir ki?  

  Sonun yaklaştığını değil, bizzat onun içinde bulunduğumuzun ifadesinden başka bir şey değil bu göstergeler. Ancak her son yeni bir başlangıç demektir. Ve bu da eski ve dejenere olmuş bir çağın kapandığını, yepyeni bir çağın başlayacağını işaret ediyor. Gözlerimizin suretini değil, aslını göreceği yepyeni bir çağ...

Gökkuşağının farklı renkleri

  Acı ve ıstırabın bin bir yüzü, bin bir çeşidi vardır ve bu bin bir yüzün içinden geçmeden de bir yere varmanın yolu yoktur... Mevlana'nın, Yunus Emre'nin yolu da aynı yoldur... daha nicelerinin de... çünkü başka yol yoktur... doğdun mu bir kez indin mi buralara, acıya temas etmemek, içinden geçmemek, ta ki ne kadar fazlan var ise onu terk edinceye kadar içinde dönenmemek mümkün değildir.... terk etmenin bir biçimidir bu... evet acılar içinde, evet perperişan... bu süreç hep böyledir... fazla olanı bırakmak istemeyince, hep böyle acı verir... Acısız olmaz mıydı? Olurdu... Eğer terk etmemiz gerekenleri sevgiyle kabullenip, bir bir bıraksaydık kendiliğinden uçup giderdi, acı da vermezdi... ama bunu yapacak noktada değiliz ki...
 Terk etmek gerektikçe tutunmak en ağır ıstıraptır... yoksa bize ıstırap eden yoktur... tutunmak eylemi acı verir... o her şeyi bu kadar ağır ağdalı yapar... süreyi uzatır... Acı verenin, tutunmaya çalışmak olduğunu anlamak gerekiyor... olaylar değil... tutunmaya çalışmak acı verir... bırakman gerekenlere, terk etmen gerekenlere yapışıp, tutunmaya çalışmaktır asıl acılı olan... yaşam değil...

  Bin bir karmaşa arasında acısı, sevinci ile yaşanan günlük yaşam içinde insan, bazen durup şu soruyu sorar kendine;
Ben bu kadar ACI çekmeyi hak ettim mi? Oysa ne kadar iyi bir insanım, kime ne zararım var ki? Etliye de sütlüye de bulaşmam”  bu tip soru ve yanıtlar insanın yaşam serüveninde karşılaştığı olaylar, acılar, zorluklar karşısında belki de bir savunma mekanizması olarak anlamlı olabilir; bir süre nefes aldırabilir ama bu tip, tek yönlü ve kendine yönelik soruların yanıtları her zaman sandığımız gibi değildir çünkü böyle bir yanıt ayrımcı bir yanıttır ve insanın kendisini, içine doğduğu dünyadaki diğer insanlardan çok farklıymış, tek ve özelmiş hatta kusursuzmuş gibi algılamasına neden olur. Elbette insan özel ve tek. Fakat bu aynı zamanda bütünün bir parçası olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmıyor ki!
  Hem özel, tek ve farklıyız; hem de hepimiz aynı bütünün bir parçasıyız. Yani aynıyız. Hem aynı, hem de farklı olmak paradoksmuş gibi görünen bu iki kavramı net olarak anlamak için gökkuşağını gözlerimizin önüne getirebiliriz veya tıpkı bir tablonun farklı renkleri olmak, hem de tek bir tabloyu meydana getiren bütünlük içinde olmak gibi bir şeyi düşünebiliriz.

  Gökkuşağının farklı renklerinin bir arada olduğunda sunduğu o muhteşem armoni gibi bizim farklılığımız ve benzerliğimiz de dışarıdan bakıldığında hem bütün hem ayrı gözükebilir. Bir gökkuşağının içinden renklerini ayırabilir misiniz? Yandaki resmi inceleyin, mümkün değil, en çok birkaç renk ön plana çıkıyor oysa iç içe geçmiş yedi rengin armonisi söz konusu bir gök kuşağın tayfında.
  İşte tıpkı gökkuşağındaki renkler gibi bütünlüğün anlamı içinde bir fonksiyonumuz olduğu gerçeği; aynı zamanda tek başına da özel bir anlam içerdiğimizi kendinde saklı tutuyor. Ancak bu saklı anlam ile şuurluluk arasında sıkı bir bağlantı var, saklı anlam gökkuşağını oluşturan diğer renkler ve biçimlerle birlikte var olduğumuz, tek başımıza varolamayacağımız şuuru uyandığı zaman ortaya çıkıyor. Yoksa bütün bunları bilmeden, anlamadan  yarı uyur yarı uyanık yaşıyoruz bu güzel yaşamı ve bize yazık oluyor.
  Bilsek de bilmesek de biz hem etrafımızda bulunan her şeyle, aynı bütünün parçaları olmak nedeniyle görünmeyen bir iletişim içindeyiz, durmadan bir radar gibi bir alıcı-verici gibi gönderiyor alıyor, dönüştürüyor ve yeniden yeni bir alıp-verme sirkülasyonu içine giriyoruz. Aynı zamanda da her şey bizimle hiç durmadan iletişim kuruyor, ileti yolluyor, bilgi alıyor, bilgi veriyor; devamlı yeni enerji, bilgi yani yeni alan dengeleri kuruluyor.
  Hem doğrudan ilişkide bulunduklarımızla, hem de hiçbir ilişkimizin bulunmadığını düşündüğümüz şeylerle sürekli etkileşim içindeyiz. Üstelik bu etkileşim tekdüze ve belirgin olmayıp sürekli değişiyor. Çünkü yaşayan, değişen ve değiştiren bir bütünlüğün parçasıyız.
  Bu durum, bilgi ve enerji transferine ve dönüşümüne neden oluyor. Tıpkı ağaçların çevrelerindeki atmosferi benzer bir metotla yenilemeleri gibi biz de bazen yükseliriz. Hem duygu ve düşüncelerimiz yükselir, hem de kendimizi çok daha dinç ve zinde hissederiz. Bazen de enerjimiz tükenir, düşünemeyecek, kıpırdayamayacak hale geliriz. Önemli olan bu halleri takip edebilmek, farkında olmak ve dönüşümü bilerek, isteyerek, şuurlu bir biçimde gerçekleştirmektir.  Ama dönüşümü bilinçli yapmanın bir yolu daha vardır ki,  o da evrendeki Feda Yasasından haberdar olmak ve bilerek isteyerek gerekli dönüşüm için bir şeyleri feda edebilecek gücü kendinde barındırdığını anlayarak eylemde bulunmak!... Örneğin; fedakar bir anne çocuklarının eğitimi için yıllarca ek bir işte çalışabilir, ya da günün yorgunluğuna aldırmadan gece de dikiş dikebilir, örnekleri çoğaltmak ve yaymak mümkündür.

  
Kendini yeniliğin ve iyiliğin doğması için feda eden bir kişi bile çok kıymetlidir, sevgi dolu insanların; aileleri, toplumları, meslekleri ya da ülkeleri için yaptıkları fedaları da kendi çevrelerine ışık tutmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde bu şekilde çalışacak güçte insan vardır. Çalışmaktadır ve kendi çevrelerinde küçük mumlar yakmaktadırlar bazı enerjileri temizlemek için, birilerinin kendini o enerjiye feda etmesi gerekir yani o acıya… Ama bu çok kıymetli bir iştir çünkü feda eden varlığın inanç enerjisi ile yeni ve temiz alanlara ulaşılır elbette evrenin yardımları da vardır bu işte. Yoksa varlık tükenir. Evrenin desteği hep vardır o varlıkta, o da gücünü evrenden alır ve ortaya yıkanmış, temizlenmiş, borcu bitmiş yeni alanlar, yeni sayfalar çıkar.
  Dönüşüm böyle bir şeydir.  Dönüşümü gerçekleştirmek  ve kullandığımız enerjiyi, evrimimizin hızlanması için sabitleyebilmek yani mümkün olduğunca yüksek seviyede tutmak, günlük olayların girdaplarına çok fazla katılmamak, gelişimimiz ve iç huzurumuz için o kadar önemli ki! Şimdi enerjiyi sabitleyebilmek yani yüksek seviyeli enerji kullanmak için şuurlu şekilde bilerek ve isteyerek neler yapabileceğimize kısaca göz gezdirelim;

 - Mümkün olduğunca zihinsel, mental olarak berrak kalabilmek ve konsantrasyon dağınıklığına mahal vermemek
 -
Gerek çevresel etkiler, gerekse kendi duygusal hallerimizin, endişe ve kaygıların yarattığı durumlar karşısında dik kalabilmek enerji düzeyimizi koruyan, evrenin yüksek enerjileri ile kurduğumuz bağlantıları, ayarlarımızı muhafaza eden şeylerdir.
  Bu da bir nevi evrensel ilkelerin uygulama alanıdır. Evrensel ilkeler ışığında, yüksek enerji seviyesinde kalarak, bu kuralları uygulayıp hayata geçirmek evren armonisine katılmak anlamına gelir.
  Ayrıca 3 önemli temel prensip vardır ki, bu temel prensiplere ne kadar yaklaşırsak o kadar iyi uygulayıcılar oluruz.
 *
Tam güven
 * Tam teslimiyet
 * Hayatın akışı içerisinde olabildiğiniz en iyi durumda olduğunuzu bilerek yaşamak....

GERÇEK İHTİYACIMIZ

  İnsanlık ailesinin değerli bireyleri olarak değişim ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Biz çok farkında olmasak da değişim rüzgarları bizi önüne katmış, savuruyor da savuruyor… Nasıl mı? Açıklaması basit, hepimiz her gün ya da ara ara, aaa yok hiç işim olmaz benim o olayla, o insanla” dediğimiz durumlarla iç içe oluveriyoruz değil mi?  
  Çevremizdeki insanlar değişim, değişim dedikçe hepimiz, ‘değişim beni korkutmaz ki, ben değişmekten çok hoşlanırım’ dedik ve değişimi dışsal şartlara bağladık, belki de rahatladık ama doğrusunu söylemek gerekirse pek de çözüm de bulamadık.
  Değişim sadece dışsal olaylara esnek olmak, yenilikleri sevmek anlamına da gelmiyor her zaman… İçsel değişim de çok önemli. Kalıplaşmış anlayışlar, davranış biçimleri, inançlar, yargılar, değişmez kararlar yani kendimizi sabitlemek istediğimiz her durum ve davranış konusunda yenilik yapmaya çalışmak bazen oldukça zor oluyor.
 
Şaşırtıcı ve şok edici olaylar dizisi aman vermeden, asıl içsel değişim gerçekleşsin diye üstümüze geliyor. Birbirimizle sohbet ederken doğal olarak şu sözler dökülüyor ağzımızdan; “Herşey o kadar üst üste geldi ki kendimi toparlayacak zaman bulamadım.”

  Değişim artık bir moda sözcük olmaktan çıktı, bir gerçek olarak tam karşımızda duruyor ve hepimizi yenilenmek konusunda uyarıyor. Bilgi sözel olarak ifade edildiğinde değil de uygulandığında bir enerji ve değişim açığa çıktığından; bu noktada iyi entelektüel olmak pek işe yarayacak gibi gözükmüyor. Aksine, “Az laf çok iş” deyişine uygun olarak çok uygulama az söz, içsel değişim için daha yararlı bir yol gibi gözüküyor…
 
Kendini karlı dağların zirvelerine yükseltmeyi kim istemez ki. Hepimizin yüreğinde aynı bilgelik arzusu saklı. Kimileri açıkça bu ihtiyacı belirtken kimilerinde de henüz saklı duruyor.Yüreğimizde yankı bulan her bilgiyi alıp onu günlük yaşama uygulamanın ve onu kullanmanın, olağanüstü önem kazandığı çok ama çok değerli günler yaşıyoruz.

  Unutmayalım ki, köklü ve gerçek değişimler içlerinde, ‘yıkarak yeniden yapılama’ paradigmasını taşırlar. Hiç yıkım olmadan yeniden yapılan ya da en azından restore edilebilen bir binaya hiç rastladınız mı?
  Yerküremiz taşıyla, toprağıyla ve insanıyla bir arada değişmek istiyor. Bu köklü ve derin bir değişim. Ekonomik, politik ve sosyal her alanda bir tıkanıklık söz konusu. Tıkanıklığı yaratanlar da bizleriz çünkü köklü bir değişimden ürküyoruz ve sahip olduğumuz değerleri kaybedeceğimizi sanıyoruz.

“Değişim en büyük ve tek gerçek ihtiyacımız. Peki! Değişmek için neler yapabiliriz sorusu ise en çok ihtiyaç duyduğumuz soru.”

   Öyleyse dışarıda aradığımız huzuru içimizde bulmak ve en derin gerçekliğimizin dingin sularına dalabilmek için “esneklik ve uyum” pratiklerini her gün ya da her aklımıza geldiğinde uygulamaya başlayabiliriz. Yaşama uyumlanmakla ilgili her pratik bizi evrensel bir bakışa daha da yaklaştıracaktır.

  Nedir evrensel bakış?
  Evrensel bakış; her şeyi olduğu gibi kabul edebilmektir. Dünya ve evren üzerindeki her türlü ama her türlü yaşam formuna sevgi ve anlayış ve şefkat ile bakabilmektir. Gerçek ihtiyaçları görüp acımamak ve oyalanmamaktır. Kendimize ve gelişim ihtiyaçlarımıza doğru bakabilmek yaşadıklarımızı buna göre değerlendirebilmektir. Hem kendimizin hem de diğerlerinin gelişimlerine ve gelişim araçlarına saygı ve sevgi duymaktır.

 
Evrensel Bakış nasıl elde edilir?
  Uyum ve esneklik çalışması ile... Yani tüm insanlık ailesinin şu anda yeryüzünde yaptığı çalışma ile.
Bizi zorlayan, gerilimler yaratan olaylar bizlerin içindeki kapasitenin ortaya çıkmasına neden olur ve kapasitemiz her geçen gün biraz daha açılıp genişledikçe içinde bulunduğumuz ortama biraz daha uyumlu hale geliriz. Böylece
"hayatta olmaz" dediğimiz kalıplarımızın nasılda esnediğini görürüz. Yani büyüdüğümüzü!

  Çünkü evrende her şey mümkündür. Evrenin kalıpları yoktur, tekdüzeliği yoktur. Evren her formdadır. Zorlayıcı olaylar uyum ve esneklik kazanmak içindir ki, böylece daha geniş bakış açılarına sahip olabilelim. Daha anlayışlı ve daha şefkatli ve tabi ki daha sevgiyle davranabilelim...

KOŞULSUZ SEVGİ

  Hayatın iniş ve çıkışları vardır. Çoğumuz bu oyuna kapılır gideriz. İşler yolundayken kendimizi mutlu hissederiz, bozulunca üzülürüz. Yaşama bu tür bir yaklaşım güçsüz bir yaklaşım biçimidir. Dalgalarla sürüklenen dal parçası gibisin demektir. Akıntıya göre gidersin. Şu anda bir yönde gidiyorsun, bir sonraki anda başka bir yöne. Oysa yaşam oyununu iyi oynamanın yolu, tüm yargılardan olabildiğince kurtulmak ve hafiflemektir. Ve şöyle doğal bir duruşu gerektirir: “Başıma gelen her şey güzeldir. Kusurlu oluşumuz, yaptığımız yanlışlar ve onlardan aldığımız dersler  yaşamımıza anlam katar..."
 
Başarılı olmak, daha çok şey yapmakla değil, daha çok şey olmakla ilgilidir. Aslında biz yaşamda istediğimiz yere varıyor değiliz, gerçekte olduğumuz şeyi gün yüzüne çıkarıyor ve onu madde dünyasına indiriyoruz.
  Doğu Bilgeleri der ki;
“Yaşamında sevmediğin, sinir olduğun ve sıkıntıya girdiğin şeylerin hepsi şu andaki sınıfında öğrenmen gereken dersleri içeren araçlardan başka bir şey değildir. Bu sınıfı geçmelisin ki bir sonrakine başlayabilesin.”
  Özünde bütün insanlar iyidir. Saldırmak, suçlamak, yargılamak yerine koşulsuz sevgi ve anlayışa ulaşmayı hedef edindiğimizde, daha yüce ve aydınlanmış tepkiler vermek zorunda kalır, eskiden olduğu gibi davranmayı kendimize yakıştırmamaya başlarız. Yüreğinde gerçek sevgiyle karşılaşan hiçbir insan, yüreğinden uzak kalmaya dayanamaz. Işık girdiğinde, bütün gölgeler yok olur.

 Değişim
 
Biz davranışlarımızı değiştirdiğimizde, insanlar da davranışlarını değiştirmek zorunda kalırlar... Kendini değiştirmek, enerjini ziyan edip karşındakini değiştirmeye çalışmaktan çok daha iyi sonuç verir... Koşulsuz sevginin ilk temel şartı, karşı tarafı suçlamaktan vazgeçip, değişimi kendinden başlatmaktır ki, bu günümüz modern terapi yöntemlerinin de temelini oluşturur.
  Olaylara ve yaşananlara bizim bakış açımızın değişmesi, olay veya kişinin değişmesinden çok daha önemlidir. Öfkeyle hareket eden ya da sevgisiz davranın bir insanın, bunun hemen öncesinde bir acı yaşadığını göz ardı etmemek, onunla empati kurmak, kendini onun yerine koymak anlamına gelir. Öfke sergileyen insanların bunu yapmalarının nedeni, incinmiş olmalarıdır. Koşulsuz sevgi incinmiş insanlara daha çok sevgi ve merhamet duymayı, şefkatimizi onlardan esirgememeyi gerektirmez mi?

  “Birini bencil buluyorsan, senin içinde de biraz bencillik olmalı.” 
  Yaşam yolculuğu, zayıf noktalarımızı bulmak, onları iyileştirmek, sonunda da evrenle uyumlu, yasalarla bütünleşen biri haline ulaşmak  yolculuğundan başka ne olabilir ki?  “Amacın kalıcı huzur ve özgürlükse, seçebileceğin tek yol budur.” 

 Koşulsuz Sevgi
 Her olay ve insan bir sebeple ortaya çıkar. Rastlantı diye bir şey yoktur. Bilgeliğin anlamı, hayatımızdaki insanların bizlere birer ayna oluşudur. Hepsi bizim en parlak ve en karanlık yanlarımızı yansıtır. 
 Bir başkasının büyüklüğünü takdir edebilmek demek, o büyüklüğü kendi içinde görebilmek demektir. 
İnsanların kendi tempolarında yürümelerine ve bizimleyken gerçek benliklerini sergileyecek kadar kendilerini güvende hissetmelerine izin vermeliyiz. Koşulsuz sevginin anlamı budur; Biz onlarla aynı düşüncede olmasak bile onları dilekleri, sevgileri, hayalleri ve yapmak istedikleri konusunda yüreklendirmek, o deneyimi yaşamalarına izin vermektir. 
“Güçlü bir düş insana umut verir.” 
 Unutmayalım ki bu gezegen, bizim daha iyi ya da daha kötü oluşumuza göre, da daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Onun gidişatında hepimizin rolü var. Bizler tüm eylemlerimiz hatta düşüncelerimizle aktif katılımcılarız. Bu evrensel gerçekleri inkar etmek ya da görmezden gelmek bize yarar sağlamaz. İnkar, gerçeği kabullenmenin acısından kurtulmak için kendine yalan söylemektir. Çünkü insanların yaşadığı en derin kişisel yenilgi, olabileceği kişiyle olduğu kişi arasındaki farktan kaynaklanır.  “Dünlerin, bugünlerin içinde fazla zaman işgal etmesine izin verme.” 
 
İç dünyanı ne kadar temizlersen, dış dünyan o kadar güzelleşir ve yaşamın amacı tüm pırıltısı ile açığa çıkar.

Yaşamın amacı nedir?
 Yaşamın gerçek amacını bulan birine hiçbir hasım etkide bulunamaz. Nedir Yaşamın Amacı dersek ilginç yanıtlar bulabiliriz. Yaşamın amacı nedir, diye düşündüğümüzde; Neden yaşıyoruz? Biz kimiz? Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz? Yetmiş veya seksen yıllık bir ömür; kendimizi, varoluşu ve evreni anlamak, onun yasalarını uygulamak için yeterli mi? gibi sorulara da yanıt arayan insanlar konumunda oluyoruz.
 Dışarı bakan, rüya görür. İçeri bakan, uyanır Yaşamın amacı olgunlaşmak, genişlemek, büyümek, doğa yasalarını anlamaya ve uygulamaya çalışmak, özgürleşmek ve hedefe varmaktır. “Ben yaşamımın hedefini bilmiyorum ki.” demeyin; aslında iç varlığının derinliklerinde herkes hedefini bilir. 
  Hedefimiz; astrolojik doğum haritamızda da görüldüğü gibi doğarken hazırladığımız yaşam plânımızın gerçekleşmesidir. Yaşam plânımız önceden, yine bizim tarafımızdan tespit edilmiştir ve gerçekleşmek ister. İçinde bize ait mecburi dersler olduğu gibi ödüller, sevinçler ve yeni fırsatlar da vardır.
Varoluşun ardı arkası kesilmez, dönüşümleri ve değişimleri, sanki kulağımıza evrenin en büyük sırrını fısıldar gibidir:  “Kozmik süreç içindeki rolünü unutma. Sen bir enerji dönüştürücüsüsün. Ruhun senin aracılığınla her gün bir yenilenme yaratıyor ve  tüm varoluşun değişimine sen de kendi ölçün kadar katkıda bulunuyorsun."

AYDINLAN-AYDINLAT

  Şuur bütünlüğü, hepimizin ayni istikamete gitmesi, aynı hedefte birleşmesidir. Oysa günümüzde şuur dağınıklığı yaşanmakta. Tek bir rüzgarda savrulacak yaprak şeklinde duruyoruz hepimiz, acınası kurumuş sonbahar yaprakları gibi…  Bütünden yoksun, ana ağaçtan kopmuş, parçalanmış, çok yalnız, çok güvensiz…
  Kendi hedefinden yani yaşam programından kopmuş, niye yaşadığını unutmuş, kaybolmuş insan yığınlarına dönüşmeden yapacak bir şeylerimiz olmalı… Bu konu en az küresel ısınma kadar önemli, bunun adı
"Küresel Bütünlük" ve her birey ayrı ayrı o küresel bütünün bir parçası olduğunu, yaptığı olumlu ve olumsuz her eylemin bütünü etkilediğini anlayamadığında da iklim değişiklikleri kadar zarar verici sonuçlara gebe…
  Hedef öncelikle bir insanın belirlemiş olduğu yaşam programını başarıyla tamamlayabilmesi, kendisi için hazırlanmış olan plana uygun olarak ilerleyebilmesidir. Çünkü bu, onun gelişimine neden olacaktır. Bir program, mutlak ve ancak o insanı geliştirmek üzere tasarlanır. Ondaki eksiklikleri telafi etmek maksadıyla gereklidir.
  Birey, plan ve programa uyduğu takdirde, kendi asıl yaşam amacını;plan ve programını yerine getirecek böylece hem gelişecek hem de geliştirecek demektir. Çünkü birinin gelişimi demek, diğerlerinin gelişimine katkı demektir. Gelişirken geliştirmek demektir. Zincirler ve görülemeyen bağlantılar sanıldığından çok daha mühim olmaktadır. İşte öncelikli hedef budur.
Yaşam programını başarıyla tamamlamak.

  Aydınlanırken Aydınlatmak
  Bunun ikinci bölümü ise aydınlanırken, aydınlatmaktır. Diğerlerinin de aydınlanması gerektiğini görebilmek ve bunun için yapabileceklerini kendinde saklı tutmamaktır. Kendi aydınlanmasının diğerlerinin aydınlaması, diğerlerinin aydınlanmasının kendi aydınlanması demek olduğunu anlamaktır. Geliştirmek, gelişmekle eşit değerdedir bunlar birbirine bağlı zincirlerdir. Biri olmadan diğeri bir işe yaramaz. Bireyler kendilerinden başkalarını da görebildiklerinde bunu da daha iyi idrak edeceklerdir.
  Belki de birimizin yaptığı bir şey bütün insanlığa mal olabilir. Biz bir bütünüz. Bütün bir şuurun parçalarıyız. Ama ayrık hareket etmekteyiz, tekil hareket etmekteyiz. Ama ancak bütünsel bir gelişim fayda sağlayacaktır. Birimizin gelişmesi diğerlerini geliştirecektir. Bir türlü görülemeyen bu zincirler ve bağlar öyle önemlidir ki… Belki de görmeye çalışmak boşuna sadece hissetmek ve katılma arzusu duymak yeterli olabilir.
  İnsanlığımızın bu tekil, ayrıksı ve bencil düşünce biçimlerini anlamak çok zordur, acı vericidir, başımıza ne geliyorsa, tekil, ayrıksı ve ben merkezci düşüncelerden ve eylemlerden gelmektedir... Küresel ısınma bunun en iyi örneklerinden sadece biridir.
  Bir varlığın gelişmesi demek; insanlık ailesinin gelişmesi demektir. Çünkü bu evrende yaratılmış her şey birbirine bağlı. En küçücük atom parçacıkları bile birbirine bağlı, evren canlı, uzay canlı ve bir bütün. Hem de birbirinden ayrılamaz bir bütün. Her şeyin gelişimi ve değişiminin, bir diğerinin de gelişim ve değişimine yol açtığı bir bütün.

  Görülmeyen Zincirler
  Bu nedenle hiçbirimiz sandığımız kadar tekil ve bireysel varlıklar değiliz. Birimizdeki atom altı parçacık düzeyindeki gelişim bile, her an nefes almakta olan ve canlı olan evrenin bir başka köşesinde tezahür etmekte ve belki de başka tür bir etki olarak açığa çıkmakta ki modern fizik kelebek etkisi dediği bu kavramı ispatlamak ve yeni bir çığır açmak peşinde. Ve bu açığa çıkan etkide başka olaylara sebebiyet vermekte. Bunlar henüz bizim göremediğiniz ama varolan zincirler ve her şey birbirine bağlı.
  O nedenle tek bir bireyin bile gelişmesi, enerji düzeyinde yükselmesi, şuur olarak açılması onun tezahür biçiminde farklılıklar yaratacaktır. Taşıdığı enerjisinde moleküler düzeyde değişimlere neden olacaktır. Ve bu değişimler temas etmekte olduğu alanlarda farklı açılımlar sağlayarak, yepyeni olayların hazırlanmasına ve böylelikle zincirlerin devamına neden olacaktır.

  İnsanlık Ailesine Katkı
  O yüzden birimizin bile gelişmesi çok önemlidir. Çünkü o enerjisi ile diğerlerine temas etmektedir. Bizim gelişmemiz, en yakınımızdakilerin de gelişmesi demektir. İşte bu yüzden yaşam plan ve programları vardır. Bir ömrü beraber geçirdiğiniz insanlar beraber geliştiğiniz ve geliştirmekte olduğunuz insanlardır. Gelişmek ve geliştirmek bizim sorumluluğumuzdur. Gelişim önce ilk yakın çevreden yani aileden başlayarak yayılır. Günümüzün
“senden bana ne sen kendinden sorumlusun ben kendimden” tarzındaki aşırı bencil moda kavramları; aslında evrensel ilkelerle pek uyum içinde değildir, o yüzden de kaos, karmaşa ve huzursuzluk bitmemektedir.
  Elbette öncelikle kendi yaşam planımızı gereğince uygulamamız ve onun hakkını vermemiz çok mühimdir. Çünkü bizim gelişimimizle insanlık ailesine katkı sağlanacaktır. Bunun bilincinde olmak oldukça önemlidir. Ve bir sorumluluk noktasıdır. O nedenledir ki düşüncelerimizden bile sorumluyuz. Açığa çıkarmakta olduğunuz enerji alanları pek çoklarına değmektedir istesek de istemesek de…  

 YAŞAM PROGRAMI

  İnsanoğlunun dünyaya geliş amacı tekamül etmek ve tekamüle hizmet etmektir. Dolayısıyla yaşam programlarımızın da ana hedefi de gelişmek ve gelişime hizmet etmek olmaktadır. Zaten bizler de şu bulunduğumuz zaman ve mekan kesiti içinde kendi yaşam programlarımızın içindeyiz ve onları yaşamaktayız.
  Bizler bu zamanda, bu bedende, bu bölge ve şartlar içinde gelmeyi bilerek ve isteyerek seçtik. Yaşam planı ya da kader diye adlandırdığımız programda ana arterler, kanallar bellidir !
 Bu ana kanallara hangi yollardan, neyi seçerek, nasıl ulaşacağımız ise bizim niyet ve seçimlerimizle belirlenir ve şekil alır. İster yolları kısaltarak uygularız bu programı, istersek dolambaçlı yollardan geçip uzatarak birazını uygularız ya da hiç uygulamayabiliriz.
  Uyuyan, farkında olmayan insan, otomatik bir şekilde bilmeden, anlamadan, görmeden yaşar. Bu tip insanlar sistemin mevcut düzeneğinde, dünyanın cezbedici, yanar döner ışıltılarına kapılarak sürüklenirler de sürüklenirler. Acılar, beklentiler, aşırı istekler içinde kaybolurcasına bir sürüklenmedir bu…
  Bizim temel sorumluluğumuz öncelikle ilkeleri anlamak, bu ilkeler doğrultusunda duruş sergilemek, gerçek özümüzü ortaya çıkarmak, sabırla, cehitle, sevgiyle, yüksek vibrasyonlara açık olmak ve onlara uyum sağlayarak gelişmektir.
Yaptığımız seçimler yaşam programımıza uygun değilse, ruhsal ikazlar alınır, hayati tehlikeler atlatılır ve büyük sarsıntılar yaşanır, aynı olaylar hiç durmadan tekrar eder. Ve hep bu tekrarlarla karşılaşırız. Bu olayları fark etmek, durup üzerinde düşünmek bizlerin şuur uyanıklığına bağlıdır. Dünyanın şartları zordur gerçekten, bu şartlarda yaşam programını yaşayabilmek büyük bir marifet ve yüceliktir. Bu da ancak bilgi ve uygulama ile olur.
  Yaşam programının uygulanabilmesi için şuurlanma gerekir!
  Bu yüzden yaşam programlarının uygulanması ile şuur uyanıklığı arasında doğrudan bir bağlantı vardır.  Şuur ve şuurlanma konusu önemli bir konudur. Bir konunun idrakine vardım demek öyle bir anda olacak iş değildir. Çünkü şuur; o an için içinde bulunmakta olduğumuz gerçeklik noktasıdır. Bizim gerçeklik noktamız…
  Bir şuur noktasına gerçekten varmak demek, onu her durum ve şart altında koruyabilmek demektir. Basit bir örnek ile yaşamak için yemek yememiz ve nefes almamız gerektiğinin yeterince şuurunda olduğumuz için bu eylemlere son vermemekte  ve devamlı gerçekleştirmekteyiz. Çünkü gerçekten farkındayız ve biliriz ki, bu eylemler yaşamak için gereklidir.
  Eğer ki, bir noktayı zihnimizde yeterince açık ve aydınlık tutamıyorsak, zaman içinde kaybolmalar, karışıklıklar yaşıyorsak; bu, o noktayı henüz yeterince idrak edip anlayamamış olduğumuzu göstermektedir. Gereklilikleri ve icapları henüz yeterince kavrayamamış, anlayamamış, görememişiz demektir. Ama zaten bir şuur noktası da öyle bir günde oluşmaz. Bir sabah uyandım tüm meseleyi kavradım demek mümkün değildir. Olsa yalandır zaten. Diyenlere de inanmayınız. Bir şuur noktasının oluşabilmesi; gayret demektir, sabır demektir, çaba demektir hatta sürefor demektir.
  "Yanlış olmadan doğru olmaz !"
  Bir şeyi yanlış yapmadan doğrusu öğrenilmez. Yanlışlar bu yüzden kıymetlidir. Hele ki bir de yapılan yanlışın ardından, o yanlışı fark edebiliyor ve değiştirmek için niyet ediyorsanız ne güzel!
  Şuur nedir ve nasıl geliştirilir?
  Şuur; bir varlığın içinde bulunduğu gerçeklik noktasıdır. Anlama kabiliyeti, idrak etme becerisi, görebilme yetisi hep o an içindeki şuur seviyesine bağlıdır. Eğer anlayamıyorsa yeterli zihin noktasında yani şuurda değildir. Meselenin bilincine varamıyordur. O yüzdende varlıklar kendi gerçeklik dünyaları içinde yaşarlar ve ona göre hareket ederek, ona göre karar verirler. O nedenledir ki, birimizin kararını bazen bir diğerimiz anlamaz.
  Bir varlığın çaba içinde olması çok mühimdir. Daha fazla gerçeğe temas etmek, daha fazla görebilmek, daha fazla işitebilmek için çaba hayrınadır elbette.
  Şuurumuzu geliştirmek için ne yapabiliriz? Daha engin bir şuur ile daha az duygusal yük taşımak için neler yapılabilir? Böylece daha uyumlu ve olumlu bir yaşamımız olabilir mi? Şuurlanma bizim daha rahat, yumuşak ve esnek zihinlere sahip olmamızı sağlar mı?
  Öncelikle şuurumuzu genişletmek ve geliştirmek bir yaşanmışlık neticesinde olabilecek bir iştir. Yaşamakta olduğumuz her olay  zaten bunun için vardır. Şuurumuzu genişletelim esnetelim diye… Yaşayarak, anlayarak, öğrenerek şuurumuz genişlemektedir zaten. Ancak buna ilave olarak yapabileceğimiz şey niyetimiz korumak ve irade koymaktır.
  Şuurlanma konusunda Niyet ve İrade oldukça önemli yasalardır. Niyetimizi bozmayarak, irademizi kaybetmeyerek şuurumuzu yükseltmek çabasında bulunabiliriz.
  Çünkü şuuru yukarıda tutma çabası zaman içinde zihinde bir genişleme yaratacağı için gereksiz duygusal yüklerin azalmasına neden olacaktır. Bu çaba bizi aşağıya çeken ağır ve ağdalı duygusal olaylara zaman içinde daha rahat ve hafif bakmanıza neden olacaktır. Ki, bu da elbette kendiyle ve evrenle barışık daha uyumlu ve olumlu bir yaşam getirecektir bizlere.
  Kendisiyle ve evrenle daha barışık olmak demek, sevmek demektir. Zamanla daha çok sevmek demektir. Sevemediğini de sevmek demektir. Ve bir gün hiçbir şeyi ayırmamak demektir. Her şeye eşit mesafede olmak demektir. Her şeyi sevebilmek elbetteki çok yüksek bir anlayış, çok yüksek bir beceridir. Ama oraya doğru yürüdüğümüz her an daha rahat, esnek, yumuşak ve akıcı olmamız; evrenle bütünleşerek onun sesini duyabilmemiz demektir.
  Olayların dilini yavaş yavaş çözerek, bu yaşamın kulaklarınıza neler fısıldıyor olduğunu nihayet duymak demektir.

DÜNYAMIZI YENİDEN YAPILAMAK

  Bizler kendi dünyalarımızın baş aktörleriyiz. Kendi yaşamımızı yenilemek, değişmek hatta değiştirmek için burada olduğumuzu hiç düşündünüz mü ?
 
Şu anda gezegende bu değişimi sağlamak için bulunuyoruz ve bu değişme/değiştirme kapasitesine de doğuştan sahibiz. Zaten pek çoğumuzun derin şuuraltında bu zaman/mekan kesitinde, gezegen enerjilerinin yükseltilmesi için yapılacak çalışmalara katılmakla ilgili verilmiş bir söz var. Gezegenimizin bu kritik günlerde daha fazla sayıda, kim olduğunu, ne olduğunu bilen insanlara ihtiyacı var.

  Özümüzde ruhsal ışığın bir kartal gibi özgür yansıtıcıları olan bizler kendi üzerimizde çalışmalar yaparak bu olağanüstü ve heyecan verici oluşuma bilerek, isteyerek, tüm varlığımızla katkıda bulunabiliriz.

  Sözü edilen değişim oldukça köklü bir değişim ve bizi titreşimlerimizin seviyesini yükseltmeye çağırıyor. Hücre yapımızı yenilemek, şeffaf düşüncelerle dolu bir yaşantıya geçmek, şeffaf düşünce ve eylemlerimiz nedeniyle adeta hücrelerimizi kristalleştirmek, evren enerjilerine tıpkı bir ayna gibi iyi bir yansıtıcı olabilmek, DNA sarmallarımızı pozitif düşüncelerimizle yapılamak ve ölçüm aletlerimize sığmayan bu görünmeyen ışık ipliklerinin sisteme dahil olduklarında yeni oluşan yapının neye benzeyeceğini deneyimlemek; bu çağın insanı olarak bizim en doğal hakkımız…
  Bu değişim ve yenilenme yine bizim bakış açımıza göre kolay ya da zor olabilir. Değişim bir serüven gibi eğlenceli, yenileyici ve rahatlatıcı da olabilir. Bu kritik noktada değişimin zorlayıcı  etkilerini azaltabilmek için yargılarımızı kontrol altına almak kavramına çok önem vermeliyiz.

  Yargı sistemimizde köklü bir değişiklik olmadığı takdirde değişimden söz etmek hayal olur. Yunus Emre, Yaradılanı Hoş gör Yaradandan Ötürü’  derken, insanları yargılamaktan ve onları kendi şablonlarımızı kullanmaya zorlamaktan vazgeçmediğimiz sürece yetmiş iki millete tek gözle bakamayacağımızı ifade etmek istemişti.

  Kaynak hepimiz için Bir. Her şeyin kökeni aynı kaynağa bağlıdır. Dünyada yaşarken farklı kişiliklere sahip olduğumuzdan gerçeğe giden çok çeşitli yollara da ihtiyacımız var. Aslında doğru ya da yanlış yol da yoktur. Farklı ihtiyaçlar, farklı anlayışlar, farklı realiteler vardır. Bu gezegen henüz üzerinde yaşayanları tek bir hakikate ulaştıracak düzeyde değil! Bu yüzden çokluğu ve farklı anlayışları bir çeşni, bir tat, bir renk, bir titreşim skalası ayrıcalığı olarak kabul etmek daha kolay olabilir…

  Her birimiz farklıyız ne güzel! Her  birimiz bilgiyi farklı süzgeçlerden geçiriyoruz. Bu  noktada  yapılacak tek şey ayırt etme, algılama, herkesi olduğu gibi kabul etme kapasitemizi devreye sokarak, bilgiyi kendi süzgecimizden geçirmek ve bizde yankı bulan bilgileri alıp kullanmaktır.

YAŞAM VE HEDEFLER

  Başarmak, daha iyiye doğru büyümek, gelişip açılmak, her yönden başarıya erişmek ruhsal bir görevdir. Ve yaşamın bizim aracılığımızla ifade gücüne destektir. Mekan ve zaman içindeki misafirliğimizin biteceği zaman nasıl olsa gelecektir. Yazgı izin verdiğinde saf şuurluluk deryasına dalmayan mı var? Ama o güne kadar görevimiz mümkün olduğunca şuurlu olmak, farkındalığı arttırmak ve dünyamıza cömertçe, sevgiyle hizmet verebilmek için kendimizi geliştirmeye çalışmak neden olmasın?

  Bu anlamda başarılı bir yaşama ilişkin ilkeler ve hedefler gençlere erken yaşta öğretilmelidir. Hedef çok önemlidir. Yaşama dair hedefi olmayanlar mutsuzluğa ve depresyonlara mahkum olurlar. Hedefin büyüklüğünün ya da küçüklüğünün hiç önemi yoktur. Hedefimiz toplu iğne başı kadar küçük de olsa, insanlığın gelişimine katkıda bulunacak kutsal bir hedef kadar büyük de olsa ; hedefe ulaşmak için önemli olan programlı disiplinli bir çalışmanın ürünü olmasıdır.

  Programlı çalışmak ve disiplinin gence küçük yaşta verilebilmesi için ebeveynin de, işaret ettiği prensipleri uyguluyor olması gerekmez mi? En iyi model yaşanarak gösterilen model değil midir?
  Yetişme çağındaki gençlere bu prensipler ve yaşamın hedefi anlatılmalı, hizmete yönelik bir yaşam sürmeye teşvik edilmelidir. İstisnalar kaideyi bozmaz, gençler genellikle ailelerinden gördüklerini kopya ederler ve bu uzun bir süre devam eder.. Kendi yaşamı için çalışıp çabalamayan başkaları için hiçbir şey yapamaz. Çalışkanlık ve disiplin önce bize yarar sağlar. Bu şekilde belli hedefler doğrultusunda yetiştirilen genç insan günlük yaşamın rüzgarlarında kaybolmaz; hem mutlu, sağlıklı olur, kendini yetiştirir, hem de topluma  yararlı bir birey olarak büyür, olgunlaşır ve yaşama katılır. Unutulmamalıdır ki, hedeften ve yaşamın temel ilkelerinden haberdar olmayan insanlara ulaşmaya ve onları bilgilendirmeye çalışmak da bir hedeftir.

  Yaşamı değerli kılma fırsatı herkese verilmelidir…
  Bir hedefin olmasına dair bilgiler ve önerilen yöntemler, kim olursak olalım, görevimiz veya mesleğimiz ne olursa olsun, doğuştan bizde var olan kapasitenin ortaya çıkmasını sağlayarak başarıya erişmemizi garantiler. Gezegende yedi milyara yaklaşan sayıda insan yaşamaktadır ve büyük çoğunluğun özellikle gençlerin hedef ve doğru yaşam konusunda bilgi edinmeye ihtiyaçları vardır.Kabul edersiniz ki, kendimizin uygulamadığı bir bilgiyi başkasına sunamayız?
  İlkelere uyularak yaşanın doğal bir yaşam, gelişmeyi ve kişisel yazgının hedefine ulaşmasını destekleyecek sağlam temellerin atılmasını sağlar. Birey bir yandan  aile yaşamından, işinden, hobilerinden, sosyal yardım çalışmalarından zevk alarak yaşamaya devam edip diğer yandan araştırmayı, irdeleyerek öğrenmeyi ve gelişmeyi yani büyümeyi sürdürebilir.

  İnsanın ne gibi dış koşullar içerisinde bulunursa bulunsun; kendi gelişimi için bir hedef saptaması ve ihtiyaç duyulan ortama ait değişiklikleri yaratacak içsel dönüşümü deneyimlemesi her zaman mümkündür. “Eskiden insanlar manastırlara, mabetlere, tapınaklara gider orada değişim yaşarlarmış, gelsinler de şehir yaşamında bu değişimi yapsınlar” demek, inanın ki yolu uzatan bir kaçıştan başka bir şey değildir. Aslında aradığımız mabet ya da  tapınak içimizde olduğundan ve tüm dış şartlara rağmen aslında her zaman kendimizle iç içe yaşadığımızdan; eğer dilersek yapılamayacak bir şey olmadığı gibi, yapılacaklar da sanıldığı ya da abartıldığı kadar da zor değildir. Bunun aksini ısrarla iddia etmek,  ‘birey şuurunu, zihinsel-mantal durumlarını hep dış şartlara göre ayarlar’ demek anlamına gelir ki, bu olağanüstü bir güç ve yeteneklerle donatılarak yaratılmış insanın yapabilme kapasitesi için bir sınırlama getirir.

  Berrak ve temiz bir vizyona ve saf bir yüreğe sahip bir ruhun özlemlerine direnebilecek hiçbir dışsal sınırlama yoktur. Yeter ki bilgilerini yenilemek istesin. Bilgileri yenilemek esasen ruhsal boyutta yapılan bir işlemdir, bir manada  adeta frekans ayarı gibi yeni enerjilere hazırlık ve onları sindirmedir, bu da ancak bilgiyle olur, bilgi nüfuz ettikçe varlık genişler, büyür, anlama-algılama-alma kapasitesi açılır, gelişir. Aslında tüm bilgiler toplumsal hatta evrenseldir. Çünkü evrenin herhangi bir  küçücük noktasındaki gelişim bir diğerini hazırlayacak ve tetikleyecektir. Bu  yüzden evrenseldir, kelebeğin kanat çırpışı ve evrendeki yansımasını hatırlayınız.

  Bu nedenle bir bilginin bir kanaldan inmesi demek artık onun bir gruba yada  şahsa ait olamayacağı demektir. İsteseniz de tutamazsınız çünkü bilgi kanal aracılığı ile yeryüzüne inmiştir. Hem bir enerji dalgası gibi yayılmaya  hem de, etraftaki ihtiyaç sahibi alıcılar tarafından emilmeye hazır hale gelmiştir. Kanalların bilgi indirmesinin maksadı ve amacı budur."Gerekli bilgi ve enerjileri yüklenerek trafo gibi aşağıya dağıtmak. Bu yüzden aşağıya inen her bilgi dalga dalga, hare hare yayılmakta açılmakta, hiç bilmediğiniz kişiler tarafından emilmektedir. Sizin hiç haberiniz  olmadan… Lütfen unutmayınız; inen her bilgi dağılmak, yayılmak ve başkalarına da akmak için inmiştir. Ve kim bilir nice yaşamlara değerek, ne iyi işler olmuş, ne  yaşamları etkilemişlerdir. Görünmeyen planda görünmeyen ordular vardır bu şekilde çalışan…”

  Arzu edilen şuurluluk ve farkındalık seviyesine yükselme, insanın yaratıcılığını ve esnekliğini arttırır. Ve işin sırrı da buradadır. Belli bir hedef  doğrultusunda, disiplinli ve çalışkan bir yaşam süren kişi, hangi şuurlukta, hangi varoluş farkındalığında ise, karşısına çıkacak deneyimlerde ona göre olacaktır. Yani bir anlamda deneyimleri kendimize  çağıran biziz. Kendi şuursal genişliğimizi ne kadar arttırır, farkındalığı ne kadar yükseltirsek faydası yine bizedir.

NEYİ GÖRMEK İSTERSEK ONU GÖRÜRÜZ

  “Ne zaman bir kuantum sistemini gözlemlemeye kalksak, karşımıza çok garip aynı zamanda da, can alıcı öneme sahip bir şeyin çıktığını görürüz. Gözlemlenmemiş kuantum olayı gözlemlenmiş olandan tamamıyla farklıdır. Bu Schrödingerin kedisiyle ilgili olgunun ana noktasıdır. Önceden dalga ve parçacık halinde bulunan gözlemlenmemiş elektronlar, gözlem ya da ölçüm anında dalga veya parçacık haline gelirler. Dar iki yarıktan aynı anda geçmeyi gizemli bir şekilde başaran görünmeyen foton ışınlan, birdenbire ya birinden ya da ötekinden geçmeyi seçerler; karışmış kedilerin durumunu da buna bağlayabiliriz. Kısacası, sonsuz ve çok olasılıklı kuantum dalga fonksiyonu görüldüğü yada kaydedildiği anda tek ve sabit bir gerçeklik olarak çözünür. Schrödingerin kedisini, ona baktığımızda ölü bulmadık, kimsenin anlayamadığı garip bir şekilde, kedi biz ona baktığımız için öldü. Gözlem kediyi öldürdü. Ya da gözlem kediyi yaşattı…

  Kuantumla her günkü yaşam arasında şuurun önemli bir bağ oluşturduğu şeklindeki düşüncenin başlangıç noktası önemlidir. Yeni bir "Kuantum-kişi" tanımlama projesi, kuantum fiziğinin ve belki de özellikle kuantum mekaniğindeki şuur modelinin kendimizi yani ruhlarımızı "doğanın hem içinde hem dışında" doğanın işleyişinin gerçek yardımcıları olarak görmemizi sağlar. Böyle bir uslamlama, biz şuurlu yaratıkların evrendeki her şeyle nasıl ilişki içinde olduğunu anlatır. Fakat şuurun kuantumla ilgili işlemler üzerindeki etkisi daha da ileriye gider ve metafizik yorumlarla desteklenmesi gerekir. Şuurun spiritüel açıdan kuantumla ilgisini ele alacak olursak şunları söylemek mümkündür. Maddenin organik düzeyini hazırlayan evren kimyacıları (ruh varlıkları) diğer ruh varlıklarının tekamül ihtiyaçlarına göre bu aracı yenileştirmek, eğitmek, yetenekli  hale getirmek için sürekli birbirlerine etki gönderirler ve  değişimi yaratırlar, uygularlar. İhtiyaç sahibi ruh varlığı da değişen her olayda gücünü, bilgisini dener ve özünde bilginin kullanabilirlik oranını arttırır ; böylelikle hem insan olarak kendini hem de maddeyi geliştirmeye devam eder.

  Işık dalgaları gibi hareketinden ötürü adına "dalga" denilen süptil karakterde ya da "parçacık" adı verilen daha katı karakterde olmak üzere iki önemli unsura sahip olan elektron-parçacıkları, ayrı olmalarına karşın her biri zaman ve mekan içinde kendilerine özgü kesin bir yer kaplamaktadırlar. 

  Maddeyi oluşturan, parçacıklardır ve Newton fiziğinde de parçacıklar temel unsur olarak düşünülmüştür. Dalga paketi olarak bilinen bu Dalga/Parçacık ikilisinin adı, Kuantum gizemidir. Dalga paketi üzerinde yapılabilmesi en ümit edilecek şey; paketin, pozisyon ve hızının belirsiz okunmasıdır. Yani hiçbir şey, sabit ve ölçülebilir değildir: belirsiz, hayaletimsi, kavrayış dışı... Önceden dalga ve parçacık halinde bulunan gözlemlenmemiş elektronlar, gözlem ya da ölçüm anında dalga veya parçacık haline nasıl gelirler? Sorusunu sormak gerekir.  Dar iki yarıktan aynı anda geçmeyi gizemli bir şekilde başaran görünmeyen foton ışınları, birdenbire ya birinden ya da ötekinden geçmeyi; gözlemleyenin düşünce gücünden etkilenerek mi seçerler? Daha açıkçası gözleyenin şuurunun başka bir deyişle bakış açısının bu denli süptil bir özellik taşıması mümkün müdür? Sorusuna bulunacak bilimsel yanıtlar, metafizikle-bilim arasında gerçek köprülerin temeli olacaktır. Metafizik binlerce yıldır, düşüncelerinizden sorumlusunuz ya da olumlu/olumsuz düşünce gücünüzle ihtiyacınız olan olayları çağıran sizsiniz diyordu. Şimdi bilim de kendi kulvarında aynı şeyi söylerse her şey değişmiş olmaz mı?

  Dalga fonksiyonunun, fizik-dışı doğası nedeniyle şuur tarafından çökertildiği sonucuna varanlar aslında kendilerini ve kuantum fiziğini, zihinle maddeyi ayrı iki varlık olarak gören eski Kartezyen görüşe bağlamış kişilerdir.Oysa bir çökertmeden ziyade bir değişime uğratma, transforme etme, metafor yaratma anlayışı daha akışkan olabilir. Sabit anlayıştaki kişiler şuuru fizik dünyanın dışında, tıpkı "makinedeki hayalet" örneği gibi fizik dünyaya yabancı bir şey olarak görürler. Aynı zamanda, "gerçeklik kavramının salt zihinde olduğunu" savunan anti-realist görüşler ve ''birisi bakmadıkça dünya yoktur" düşüncesi de yeterince doğru değildir. Başlangıçta burada hangi şuurlu varlık vardı da ilk dalga fonksiyonunun çökmesini sağladı? sorusu ise bizi asıl gerçeğe götürecek metafizik bir sorudur.

 

  GERÇEK BİZ ONA BAKTIĞIMIZ ZAMAN OLUŞUR
  Neyi görmek istersek onu görürüz meselesi, aslında varoluşun özüyle ilgili bir meseledir. Bir manada var edici gücün yüksek bakış açısı'dır da diyebiliriz ona. Ya  da o bakış açısının tezahürleridir etrafımızda olup bitenler demek de mümkündür.
  Ama elbette bu konuyu bizler için ele alırsak, daha küçültülmüş bir modeliyle yaşantılarımızın bu bakışın bir eseri oluğunu görürüz. Yani bakış açımızın. Aslında bakış açısı gelişimiz ile ilgilidir. Bizim görüş mesafemiz, gözlerimizin keskinliğine bağlıdır. Gözlerimizin keskinliği ise yaşantılar içindeki deneyimlerimizin çokluğuna, yoğunluğuna bağlıdır. Manzaraya baktığımızda aşılması zor dik dağlar görende biziz. Karlı zirvesiyle her an herkesi yükselmeye çağıran mor dağları gören de biz. Bardağı dolu gören de biz, boş gören de…

 Her şey nasıl baktığımıza bağlı…

  Şöyle diyelim; bizim bir ana bakış açımız vardır yaşama, ki o da bugün seçmiş olduğumuz yaşamdır. Bunun üzerindeki gelişim ve değişimler ancak deneyimlerden sonra alınacak derslerin alınması sonucunda yeni bir yükseliş noktasına çıkış sağlar. O nokta için hemen şu anda yapacak fazla bir şeyimiz de yoktur. Bir anda büyük bir hızla ihtiyacımız olan tüm deneyimlerin bilgisini alamayız ki!

 Yaşamak, sindirmek, hazmetmek, özümsemek ve uygular hale getirmek elbette zaman işidir. Ama bir de bugünkü bakış açımız içinde, yani yeni bir sıçrayış noktasına henüz varmamışken, yinede yapılması gerekenler açısı vardır ki zaten o yapılması gerekenler; bizlerin yeni sıçrayış noktalarına gelmesi konusunda çok mühim bir yer teşkil eder ve böylece daha yeni, daha açık yaşam planları yapılabilir…

 
Nasıl Yapabiliriz?
  Zihinlerimizde saklamakta ısrar ettiğimiz nahoş anılar, kuşkular, şüpheler, hırs, nefret ve benzeri duygular, düşünceler bizim yaşamı o şekilde görmemize neden olur.
  Dünyaya, etrafımıza nefret ile bakarsak yada kızgınlık ve öfke ile; onu iğrenç bir halde görmemiz pek mümkündür.Tiksinerek yada iğrenerek baktığımız müddetçe yaşam bir fazlalık, bir kabalık yada bir sıkıntı gibi görünecektir.
  Bu demek değildir ki,yaşam hep çok güzel karelerle doludur.Yada bize kötü gelen, inciten,midemizi bulandıran şeyler yoktur. Vardır!...

  Ama seçim hakkımızda vardır. Kötülerini değil iyilerini biriktirmek, çirkinlerini değil güzellerini seyretmek hakkımızda vardır. Yani içimizde yıllar yılı biriktireceğimiz düşünceleri pozitif tutma seçeneğimiz vardır.
 Kuşku yada güvensizlik yerine evrenin uyumunu görme seçeneğimiz vardır. Kötülüklerin iyilikler için olduğunu anlama seçeneğimiz vardır. Ve en önemlisi SEVMEK seçeneğimiz vardır.
  Var eden ’in her yaşam biçimine duyduğu eşit sevgiyi hissetme,biriktirme ve onu içimizde var edip herkese verme seçeneğimiz vardır.

  O yüzden
"neyi görmek isterseniz onu görürsünüz" denir. İsterseniz evrenin muhteşem uyum ve ahengini görüp, O Yüce Sevgi ile kendinizi yeniden inşa edersiniz... Yada isterseniz gözlerinizdeki karanlık perdeleri kaldırmadan, o karmaşa filmini izlemeye devam edersiniz...
  Her şey bizim evrene bakış açımızla ilgili... Olup bitenlerden ne anladığımızla ilgili...
  Çünkü O Yüce Sevgi her an bizim yanı başımızda aslında.Ve bizleri hep koruyup, gözetiyor...

YÜRÜYENLE YÜRÜMEK

  Değişim, şimdi giderek artan bir hızla meydana gelmektedir. Eğer bu gerçeği daha yakından gözlemlemek isterseniz bilgisayar teknolojimizin her gün yenililikten yeniliğe koşan hızına ve Internet ağı aracılığı ile tüm dünya ile bir anda kurulan ağı incelemek yeterli olacaktır. İnternetin global hızı ve bilgisayar teknolojisinin artan imkanları zamanın hızlı değişimi için iyi bir örnektir. Bu değişim önce, biz hiç hissetmeden varlığımızın dışsal bedenleriyle başladı, şimdi ve önümüzdeki günlerde hızla içsel düzeylere doğru yöneliyor.
  Yıllardır dışsal bedenler geliştiriliyordu değişim için o yüzden nelerin değiştiği pek fark edemedik ama artık değişimin gözle görülür, elle tutulur olarak görünme aşamasına geldik ve pek çoklarımız da neler olup bittiğinin bayağı farkında, hatta diğerlerinin de değişimine katkıda bulunmak  için büyük bir istek içinde… Artık küresel ya da diğer adıyla global çapta spiritüel bir uyanış için ruhsal benliğe bir yoluculuk ve ruhsal yoğunlaşma başladı…
 
Enerji bedenlerinde dışsal değişimi gerçekleştirenler yani bu çağın bir değişim çağı olduğunu fark edip, olayların  kendilerinden istediği yanıtlara hiç aksatmadan, gerçekten yanıt verenler, şimdi yeni yollar açmaya hazırlanıyorlar. Değişimin başını çekenler diğer realitelerle aralarındaki olayları kabullenme ve yanıt verme farkını bu nedenle çok rahat gözlemleyebiliyorlar. Bu değişimi yaşayıp yani belli bir ölçüde uyanıp çevrede neler olup bittiğini rahat gözlemleyenler; tekamüllerinin bir sonraki aşamasında çeşitli realiteler, farklı boyutlar arasındaki hareketlerini kontrol etmeyi öğrenmek için bir süredir hızlı bir çalışma temposu ile içe yöneldiler. Artık bedenlerde meydana gelen değişim duygusal, mantal ve ruhsal seviyelerde gerçekleşiyor.
  Bu değişim skalalarını geçip öze doğru yöneldikçe çeşitli rahatsızlıklar duymanız doğaldır. Bu bedenler iç içe birbirine çok bağlıdır ve değişim ancak hepsinin titreşim seviyelerini yükseltmekle mümkündür. Bunu fizik realitede, alışkanlıklarımızın değişmesi, daha önceden yapmaya korktuğunuz şeylerin yapılması, korkulardan arınma, insanın kendisiyle rahat yüzleşmesi ve içe dönme isteğinde artış gibi de algılayabilirsiniz. Algı seviyeleri farklı olduğu için herkeste farklı yansımalar bulacaktır ama  gezegen enerjilerini doğru  kullanmaya başladığınızın en iyi göstergesi; kendinizi daha önce yapamadıklarınızı rahatça yapar durumda bulmaktır.
  Daha yüksek bir titreşim seviyesine geçmek ışık işçileri için büyük zorluklar anlamına da gelir çünkü yerküre hala karanlıklardadır ve daha düşük titreşim düzeylerinde bulunanların sayısı çok fazladır. O yüzden yüksek enerjilere doğru geçişte başı çekenler, bireysel yaşamlarında çoğunlukla zorluklar olarak algıladıkları olayları deneyimlemekteler…Ve bu deneyimlerin gereksinimin yani uygulamanın öneminin farkındalar ama zaman zaman onların da bir sıkışma ya da daralma yaşaması söz konusu… İşte bu  noktada yüksek bir görüşe ihtiyaç vardır. Onlar, birçok kişinin gelecekte daha büyük bir rahatlıkla geçişi yapabilmeleri için yolu temizleyenler, yolu açanlar konumundadırlar.

 "Işık işçilerinin gerçek  işi budur. Yol açmak, yürünen yolları genişletmek, yürüyenle yürümek…”

  Karşılaşılan her zorluk aşılarak yolu açılır;  bunu da günlük yaşamınızdaki pek de önemsemediğiniz yahut yaşamak istemediğimiz, hatta korktuğumuz olaylarla da yaparız. Dalgalarla boğuşmak yerine, sörf yapmak gibi dalganın kendi akışına doğru akmak daha tehlikesizdir ya da suda nefes almayı denemek de mümkün… Olmaz öyle şey dememek gerek. Bilinen fizik yasaların geçerli olmadığı öyle çok fenomen yaşanıyorki bu gezegende. Kuş gibi uçmak balık gibi derin sularda yüzmek de mümkün… Astral seyahat yapanlar ve sessiz sözsüz iletişimi zihinsel olarak telepatik gerçekleştirenler isterlerse, Andromeda’nın öteki ucundaki bir yere hem gidebilirler hem de zihinsel görüşme yapabilirler, yeter ki o olay için gerekli donanıma ve bilgiye sahip olunsun… Onun için şu aralar bizi değişime zorlayan her olay önemli… Büyük küçük demeden o olayın gerektirdiğini yapmak, bize incelmiş, süptilleşmiş anlayışlar olarak geri dönecek…
  Şunu bilelim ki, içimizde yaptığımız çalışma, büyük tabloda önemsizmiş gibi görünse de, aslında sahneyi UYANIŞ denen şeye hazırlamaktadır. Bizler kendi iç dünyalarımızda kendi değişimimizi yaparken global değişime de katkıda bulunuyoruz. Bizden sonra gelenlerin de bu zorlukları rahat aşması için kendi zorluklarınızla onlara yeni  yollar açıyoruz. Bizi gelip bulduklarında yardım edebilmeniz için önceden o yoldan geçmiş olmanız ya da o yolu bizzat açmış olmanız gerekmez mi?
  Yeninin tohumları sağlam bir biçimde ekilmiş ve filiz vermeye başlamıştır. Yüksek Enerjiler daha yüksek düzeylerden bizim ruhsal, duygusal, zihinsel ve fiziksel alanlarınıza doğru akmaktadır. Bu değişim sırasında duygusal ve fiziksel rahatsızlık potansiyeli elbette vardır. Biyolojik beden ve duygusal alışkanlıklar değişime bir süre için tepki göstereceğinden, birçok ışık işçisi kendini incinmeye açık hissedebilir, uykusuzluk, baskı ve basınç duyguları yaşayabilir… Tüm bunların bilgilerin yenilenmesi için gerekli olduğunu bilip yola devem etmekte daha doğrusu yolları açmaya devam etmekte yarar vardır.

”Bilgilerin yenilenmesi demek aslında global anlamda, bir çağın kapanması bir çağın başlaması anlamına da gelir."

  Her dönemin yani her enerji boyutunun bir gereksinimi vardır. Dolayısı ile de ona ait bilgiler, tradisyonlar vardır. Evrende pek çok enerji aralığı ve hepsinin de ayrı ayrı ihtiyaçları vardır, daha da önemlisi "GERÇEKLİK NOKTALARI" vardır. Kısaca buna algılayabildiğimiz kadar gerçeklik noktaları vardır demek daha doğrudur.
  Bilgileri yenilemek yani enerji aralığını değiştirmek zamanıdır. Elbette ki bu ruhsal bir işlemdir. Ve ana işlem ruhsal dünyadan yapılmakta, organize edilmekte ve kontrol edilmektedir. Ruhsal dünyanın nice sakinleri ince ince pek çok ayar üzerinde çalışır durur biz hiç fark etmeden…
  Yeryüzünde de nice ışık yürekli insan, enerji ayarlamaları ve düzenlemeleri konusunda yardımcı olup, canla başla görev yapmaktadır. Işık yürekli bu güzel insanlar ki, onlara isterseniz  Işık İşçileri de diyebilirsiniz, yeterince kendilerinin farkında olamasalar da Bütüne yardım etmektedirler.
  Tüm ışık isçileriyle hep birlikte, bilgileri yenilememiz, enerjiyi değiştirmemiz gerekmektedir. Bir çağın sonlarını hazırlamamız, yeni bir çağın tohumlarını atmamız gerekmektedir.
  Yeni bilgilere, yeni enerjiye yani kapanan çağın ardından gelecek olana hazırlık yapmamız gerekmektedir. Zemini hazırlamalıyız ki, bilgi inecek yer bulsun... Bu çok mühimdir. Şartlar ve koşullar uygun olmalıdır, enerji düzeyi yeterli noktada olmalıdır ki, bilgi açılsın...
 
Elbette hiçbir şahıs tek başına böylesine büyük bir oluşumun zeminini hazırlayamaz. O yüzdendir ki bu bir ekip işidir. Hem de çok büyük bir ekip. Evrenin herhangi bir yerinde böylesine bir yardıma ihtiyaç duyulduğunda inanın herkes ve her şey onun için çalışır.
  Tıpkı insan bedeninde olduğu gibi küçücük bir yara için nasıl bütün hücreler harekete geçiyorsa bu da böyle bir şey...
 Ancak elbette birimlerin görevleri vardır. Zaten işte o zaman bütünlük olur. Her birim vazifesini yaptığında ortaya bir tamlık, bir bütün vazife çıkar. Birimler ekiplerden oluşmaktadır. Tek kişilik birim pek düşünülemez. Her birimin bir görevi vardır. Birimlerin görevleri birleştirildiğinde sonuç ortaya çıkar. Birimlerin görevini yerine getirebilmesi içinde birimi oluşturan ekibin yani o bireylerin kendi üstüne düşeni yapması uygundur ki; böylece bireylerin işlerinin toplamı birimin görevini, birimlerin görevlerinin toplamı ise ütünü oluştursun.”

 O nedenle her bir birey önemlidir. Çünkü bireyin performansı o birimi etkilemektedir. O bölge sahasında görev yapan tüm birimi etkilemektedir, çünkü sonucu etkilemektedir. Tıpkı puzzle gibi, bir taş eksik olduğunda puzzle tamamlanmamış olur ve ekstra çalışmaya sebebiyet verir. Zaman ve emek kaybı olur. Tek tek bireylerin görevleri ve uyanışı da bu açıdan önemlidir...

  Tüm toplumlarda, tüm uygarlıklarda, tüm zamanlarda çeşitli bilgiler inmiştir. Kişisel inen bilgiler yani varlıkların kişisel performanslarıyla ilişkili olarak aydınlanmaları dışında kitlesel bilgiler inmiştir. Realite değişikliklerini meydana getirmiştir.
  Bunlara tüm zamanlar içinde pek çok örnekler verilebilir. Dünya gezegeni de bunca zaman içinde nice eğitimlerden geçmiş, nice realite değişikliklerine uğramıştır. Günümüz insanı ile eski çağlardaki insanları kıyaslar iseniz daha rahat anlarsınız. Zamanında putlara taparak, kendi evlatlarına kurban eden ırklar bugün daha ince arayışlar içine girmişler ruh ve beden ilişkilerini irdelemeye başlamışlar ve nihayet kendilerini aramaya başlamışlardır. Realite değişikliği bu demektir, zemin de bununla ilişkilidir. Bunlar kitlesel realite değişiklikleridir.
  Gezegenin
realitesinin sıçramasıyla ilgili global bir konudur. Şimdi, zemin meselesi önemlidir çünkü bu realite değişiklerinin tamamında etken olmuştur. Sıçrayışın olabilmesi için varlıkların o sıçrayışa hazır hale gelmesi gerekmektedir. O sıçrayış hamlesinin başlaması ile beraber yeni bilgilerde inecektir. Daha öncede bu böyle olmuştur. Kimisi reddeder, kimisi alır. O mühim değil. Ama bilgi iner.
  Önce zemin hazırlanır. Böylece insanlarda ihtiyaç başlar. Ve bilgi iner. Bu şekilde nice inanışlar, nice öğretiler, değişmiştir. Yükseltilmiştir. Şimdiki işimiz bu zemini hazırlamaktır!

BEYAZ PARLAK YILDIZ

  Dünyaya gelip de ruhumuzu keşfetmeden her geri gidişimizde, ruhu inkar eden bir ortam yarattık kendimize. Adına da ‘Dünya Yaşamı’ dedik. Onun tüm getirilerini maddi hazlara ve maddeden gelecek etkilere bağladık. Madde varsa varız, madde yoksa yokuz gibi garip ve kısır bir insanlık tablosu çıktı ortaya. Yaşamın küçük sevinçlerini yaşamayı unuttuk. Yeni açan bir bahar dalı, batan güneş, yağan yağmur, doğanın sessiz ve sözsüz ahengi, yüzü çizgilerle dolu yaşlı kadının gözlerindeki ışıltı, çocuğun şen kahkahası bize bir şey söylemez oldu. Biz özümüzü, aslı geldiğimiz yeri ve buranın geçici bir misafirhane olduğunu bu kadar unuttuysak değişim zamanı gelmiş demektir.

  Artık bu görmeyen göz, hissetmeyen kalp duruşunu değiştirmek, kendimizi yenileştirip yeni bir duruşa, yeni bakışa yönelmekte büyük yararlar var. Çünkü kozmosun bizim şu anda tam anlayamadığımız dengeleri nedeniyle bir kozmik çalar saat, zamanın dolduğunu ve değişmeyi ertelemenin ancak yeni sıkıntılar anlamına geleceğini, eylemde bulunmanın ise o sıkıntılara katlanmaktan daha kolay olduğunu haber veriyor hepimize !...
  Bu yüzden değişmek için şimdiye dek yaptığımız her hareketi, duygusal iyileşme ve arınma isteğiyle yeniden gözden geçirebiliriz, neyi değiştirmem gerek deyip, çekmeceleri boşaltabiliriz sonra da yeni bağlantılar kurarak kendimizin tespit ettiği yenilenmesi gereken yönlerimizi mercek altına alıp, o derinlerden özlediğimiz yenilik ruhunu yaratabiliriz. Duygusal birikintiler arınmadan, iyileşmeden eskinin acılarından kurtulmadan yenilik hayal olur !…

  Günümüz insanı Bireysel Gelişim adı altındaki tüm araştırma ve çalışmalarda bu tortulardan kurtulmaya ve kendini yeniden yaratmaya, "Yeni Bir Şuur" oluşturmaya çalışıyor.
  Derin hissedişler, yüksek algı kapasitesi, sevgiyle dolu bir kalp olmadan; evrene ve özümüze ait kristal küremizin yüzeylerine yansıyan kozmik enerjileri, bu güzel mavi gezegene ve kendimize yansıtamayız ki… Eskiden piramitlerin tepesine yerleştirilen kristallerle evrenden,
‘Büyük Beyaz Yıldızdan’  ya da diğer adıyla ‘Beyaz Parlak’tan gelen olumlu enerjilerin dünyaya yansıtılması hedeflenirdi. Bu yansıtma işlemi çok uzun süre de işe yaradı, bu dev kristaller karşılıklı yansımalarla gezegen enerjilerinin seviyesini yükselttiler  ama artık dışarıdan destekle yansıtıcılık zamanı değil. Her insanın kendi özündeki kristali parlatıp, onun enerjisini bu güzel mavi gezegene yansıtmasının  zamanı geldi… Ertelesem olmaz mı? Diyemeyeceğimiz zamanlar bunlar… Siz dilerseniz adına ‘Uyanış Zamanı’ da diyebilirsiniz.
  Evrenden her an yayılan yüksek enerjili, olumlu yansımayı alma ve kendi prizmasından geçirip yansıtmayı bilmek için derinlik gerekmez mi? Derinlik kazanmak için sıkıntıya katlanmayı göze alma cesareti bulmak istenmez mi, peki tüm bunlar yaşanacak yeni bir şuur halini kazanmak  için değmez mi?... Derin denizlerin enerjisini, okyanusların gel-gitlerini bilmeden, damla olmadan, su olmadan, dalga olmadan okyanus olunur mu?

 

  Artık rahatlıkla diyebiliriz ki, biz de şimdi ve geçmişte pek çok sıkıntıyı bu nedenlerle yaşadık ve bizi bizden başka her şey yönetiyor. Korkularımız, endişelerimiz, hayal kırıklıklarımız!... Ve o ağırlıklara göre şekilleniyoruz yaşamda. Hep onlara göre atıyoruz adımlarımızı. Yaşadığımız her bir zor tecrübeyi dışlayarak, yıllar içinde, onu olduğundan da kötü anımsar oluyoruz. Oysa evrenin bir dili var. Olayların bir nedeni var. Bunu hiç düşünemiyoruz ya da düşünmek istemiyoruz…Kadersiz kaderimize ağlarken geçirdiğimiz tüm zamanlarda, sadece olayların bize bir şeyler işaret etmeye çalıştığını; ya bizi güçlendirmek ya da bizi eğitmek üzere geldiğini kavrayabilsek, tüm bunlar sadece deneyimden ibaret olurlar ve kendimizi aşma fırsatı verdikleri için sevince dönüşürlerdi. Oysa “Sonsuz yolculuk içinde sonsuz deneyimler”  hepsi de… Ne biri ötekinden daha önemli ne de daha önemsiz …

  Kendimizi neden kısıtlamak zorundayız. Neden sınır, kalıp koymak zorundayız. Neden şekillere ve şekilciliğe bağlı kalmak zorundayız. Evren bize her an hafiflemeyi ve özgürleşmeyi işaret ederken bu ağır yükler neden? Kendi esaretlerimiz içinde kaybolmaktayız. Şekillerimiz, kalıplarımız, sınırlarımız zaman içinde bizim mutsuzluğumuz oluyor ama biz hala bu mutsuzluğu yaşamaya devam ediyoruz. Maddede aradığımız mutluluğu, şekilci maneviyatla onarmaya çalışıyoruz. Sorumlu arıyoruz. Yerde, gökte, nasılsa pek çok sorumlu var bu olup bitenlerden diyerek, başlıyoruz hayıflanmaya. Ama yapamadığımız tek bir şey var. Dönüp de bir kendimize; bir de yaptıklarımıza bakmak. Bulamadığımız mutluluğu nerede arıyor olduğumuza görmek. Ve sadece gördüğümüz o gerçeği olduğu gibi kabul etmek... Üzerimizde fazla fazla taşıdığımız her bir istek, bizi aslında kendimizden özümüzden uzaklaştırıyor. Yalın olmak, sanıldığı gibi hiçbir şey olmak değildir. Ya da çok şey; itibar, mevki, hüküm sahibi olmak demek değildir. Ne zenginlikler gizlidir o yalınlıkların içinde! Nasıl bir korkusuzluk, nasıl bir güç ve cesaretli duruş saklıdır!...Hiçbir şeye ihtiyaç duymayan adamın öyle çok şeyi vardır ki...!  Ve her şeye iştahla ihtiyaç duyanın da, öyle çok şeyi noksandır ki...!
  Şaşalı, gösterişli her kapının ardında, gerçekten uzak şeyler vardır. Çünkü gerçek yalın olandır, sade olandır. Onun gücü, kendi varlığında saklıdır ve hiçbir gösterişe ihtiyacı yoktur. Oysa her gösterişle boyanmış, kapatılıp gizlenmişin ardında bir aldatmaca, bir kurgu vardır. Ve o şaşa ile kendine çeker. Göz kamaştırarak kendine doğru sürükler. Ve bizde onların peşinden koşarak fazlalıklarımıza fazlalık katarız. Kalıplarımız iyice kırılmaz, sınırlarımız daha da esnemez olur. Ve buna rağmen yinede mutlu olamayız. Tüm o fazlalıkları bir gün elde etmiş olsak, şaşalar içinde oyalansak bile, içimizde bir şey bizi durmadan dürter. Oysa, bize, içsel ıstırapların, korkuların ve ümitsizliklerin olduğu yeri açmamızı ve arındırmamızı söyleyen duyguyu ve iç sesi ondan korkmadan duyabiliriz.. Hissedişin en ince ve yüksek noktasında, vicdanın ilahiliğe, kozmosa bağlandığı noktada kalplerimizden enerji ve huzurun yeniden ışımaya başlayabileceğini hep anımsayabiliriz.

  Günümüz Dünya insanlığı tek tek kendisiyle karşılaşmaya, yüreklerdeki ilahiliği öğrenmeye hazırlanıyor ve bu konuda cesur olmamız gerekiyor. Bu yeni yüzyılda her insanın tek tek olma ve ayrı olma duygusunun üstesinden gelmesi istenmektedir. Böyle bir dönemde ego, görevini tamamlamış olacak ve daha yüksek bir forma yükselecektir. Yükseliş için boyutsal değişimler gereklidir. Eski Mısırlılar  ve Kadim Bilgelik Okulları, kendi bedenlerini çok boyutlu hale getirmek için onu nasıl hızlandıracaklarını biliyorlardı. Bizler de kendi duygusal bedenlerimizi arındırmak, öncelikle duygusal sağlımıza yeniden kavuşmak zorundayız.
  Realiteyi değiştirmeye karar verebileceğimizi fark edebilmek derin bir uykudan emekleyerek çıkmak gibidir hepimiz kendimizi bir üst boyut içinde hissetmeyi öğrenmek istiyoruz. Bu yaşamdayken şuurlu hareket etmeye çalıştıkça, sarsıntı dolu geçmişte deneyimlenen acı ve direnç yeniden su üstüne çıkabilir. Ne zaman kendimizle ilgili yeni bir görüş elde etmeye çalışsak, hücresel düzeyde direnç ve acı labirentinden geçmek zorunda bırakabilir bizi. Yeniye giden yolu araştırırken bizi bir şekilde sınırlayan eskiyle ilgili bağlarımızı bir süre askıya almak, yola devam etmek sonra dönüp bir daha bakmak gerekebilir, artık bize gerekli olup olmadıklarını ancak böyle anlayabiliriz.

  Zaman duygusal tortulardan ve acılardan arınma zamanı, onları isteyerek, severek, bağışlayarak nazikçe bir kenara bırakma zamanı… Bunun için kullanacağımız öyle çok yöntem var ki günümüzde… Bu uygulamalara duyguları iyileştirme-şifalandırma diyoruz. Duygusal sağlık (Emotional Healing) insanın bireysel gelişimi, sıçrama ve aşama yapabilmesi için çok önemlidir. Duygusal sağlığınızı onarmak için İsterseniz terapi yapın, isterseniz enerji alan dengeleme çalışmaları yapın, isterseniz meditasyon-yoga yapın, seçim sizin. Sonuç sizin tercihlerine göre karşınıza çıkacaktır. Önemli olan bu şuura ulaşmak ve bu tortularla kristal enerjileri kullanamayacağımız bilmek…
  Eğer dünya üzerinde yeni dersler ortaya çıkacaksa duygusal bedeni arındırmayı öğrenerek tekamülümüz hakkında yeni bir şuura ulaşmayı seçebiliriz. Bunu ortaya çıkaracak kapasite her insanın ruhsal bellek bankasında mevcuttur. Duygusal beden arındırıldığında yani duygusallıklar yenildiğinde ruh ve beyin çok boyutlu bir gelişme yapar ve yeni derslere hazır olur.

  Artık “Yıldızlara ait bedenimizin enerjilerini taşımaya hazır mıyız?” Kimimizin uzun zamanlardır beklediği ve aradığı her şey, ışıktan gelen,  görkemli yıldızlara ait  olan enerjileri gezegenimize kristal berraklığında  yaydığımızda ortaya çıkacak… “ Ufuk gözleyicileri, yeni bir şafağı açacak dönüşü bekliyorlar ! Ufuk gözleyicileri hiçbir maske takmayanları, kalplerini açanları, benliklerinin derinlerine bakacak kadar yaşama ve evrene güvenenleri ve kalplerini evrensel sevgiye açanları bekliyorlar !...”

KİTLESEL DEĞİŞİM VE IŞIK İŞÇİLERİ

  “Bir varlığın gelişmesi demek; insanlık ailesinin gelişmesi demektir.” bilgisi birleştirici sevecen ve yüksek enerjili bir bilgi ve birlik ruhunu herkese yaymayı, herkesi mümkün olduğunca merkezi bir noktada birleştirmeyi amaçlıyor.
  Bilimin morfo genetik alanlar dediği alanlar ve atom altı parçacık düzeyindeki gözle göremediğimiz iletişimi nedeniyle; birbirimizin yaşam planlarını doğru gerçekleştirmeden etkileniyoruz yani bireyler kendi planlarına uygun bir duruş içinde olduklarında, ortaya çıkarttıkları, evrenle uyumlu enerjiyi önce en yakın arkadaşlarına sonra çevrelerine ve genel anlamda da dünyanın herhangi bir yerinde bu tip bir enerjiye ve duruşa ihtiyacı olan herhangi birine de göndermekte ve yararlanmasını sağlamaktadır.

  Aslında dünya üzerindeki tüm ışık işçileri veya ruhsal yollarına uygun yaşayan tüm insanlar, gezegenin iyileşmesine ve enerjisini yükseltmesine katkıda bulunuyor.
  Dünyanın beklenen gelişiminin sağlanabilmesi için üzerinde yaşayan varlıklarında kitlesel bir gelişimle katkıda bulunmaları gerekmektedir ki bir sıçrama meydana gelebilsin.
  Bu sadece, varlıklar gelişirse gezegende gelişir gibi basit bir açılımla açıklanamaz. Dünya gezegeni de canlı olduğu için kendiside bir gelişim, değişim süreci geçirmektedir.Tıpkı her şey gibi. Ama gezegenin kendi kendine değişmesi ve gelişmesi yeterli değildir.
  Varlıklarında kitlesel değişimleri gerekmektedir. Bu tip büyük değişimler her anlamda canlı varlıkların değişimine neden olmaktadır. Var olan türlerin bir kısmı yeni enerji biçiminde var olmamakta ya da var olmayı sürdürenler ise pek çok genetik değişime uğramaktadır. Moleküler düzeyde değişimler görülmektedir. Bunlar fizikteki yansımalardır elbette. Yani bizlerin fizikte rahatlıkla tespit edebileceği şeylerdir. Tabi bunların olmasının altındaki ana neden, enerjilerin ve frekans aralıklarının değişmiş olmasıdır. Ve böylece yeni enerji alanları, yeni sistemler doğurmaktadır. Ve var olan canlılarda değişimler izlenmektedir.

  Işık işçilerinin katkısı nedir?
  Işık işçileri ve kendini ışığa hizmet ediyor kabul eden herkes, aslında kritik etkiyi ve sıçramayı oluşturabilmek için uğraşmaktadır. Bu tip uğraşlar, gezegenin ihtiyaç duyduğu kitlesel yenilenmelere katkı sağlar ve bir yandan da her birey kendi yaşam planlarının gereği olan gelişim icaplarını yaşayarak hem kendinin aydınlanmasına hem diğerlerinin aydınlanmasına hizmet eder.
  Kitlesel değişimler çok büyük operasyonlar olduğu için, bizim görebileceğinizden çok daha geniş ve büyük kolları vardır. Bunlardan bir tanesi de ışık işçileriyle bağlantılı çalışılan bölümdür. Amaç, onlar aracılığıyla, gerekli olan değişimin gerekli bazı işlerini yerine getirmektir. O yüzden ışık işçilerinin nasıl durduğu çok önemlidir elbette. Henüz kendisi değişimi idrak edememiş, o bilince varamamış, ilkelerden uzak, belli bir şuur halinden uzak ve uyanmamış bir ışık işçisi ile ne yapılabilir ki? O zaman o da tıpkı diğerleri gibi uyandırılma ihtiyacı içinde olduğundan, diğer ışık işçilerinin onu da uyandırması gerekecektir.
  Herkes düşündüklerinden ve yaptıklarından sorumludur ama sorumluluğu da bu noktada belirlemeye çalışmak çok yararlıdır. Gereksiz sorumluluk duygusu da yük oluşturur ve yürüyüşü ağırlaştırır.

  Örneğin siz gelişmek ve geliştirmek şuuru ile aydınlanmış ve açılmış iseniz ve herkese de bunu verebilmek ve yayabilmek düşüncesi içinde iseniz ama vermeye çalıştığınızı herkes alamıyorsa siz daha fazla ne yapabilirsiniz ki!... Önemli olan sizin çabanız ve iyi niyetli destek çalışmanızdır. Ama varlıkların özgür irade ve seçimleri vardır. Almak istemeyen bir varlık için fazla bir şey yapamayabilirsiniz ve bunun için de üzülüp kendinizi yıpratmamanız, ona da anlamıyor diye kızmamanız ve olayı akışına sevgiyle bırakmanız daha verimli sonuçlar sağlar.
  Herkesin birbirinden sorumlu olduğu doğrudur. Gelişmek ve geliştirmek yasası dahilinde bu doğrudur ama bu sorumluluğun, iyi niyetli düşünce ve çaba sınırlarını korumakta fayda vardır. Aksi halde siz kendi yaşam programınızı nasıl yaşayacaksınız? Bu kadar etrafınızla ilgilenirseniz, kendi içinizde neler olup bittiği ile nasıl ilgileneceksiniz? Sorumluluğun şuurunda olmak ve öyle davranmak, kendi programını gerektiği gibi uygulama çabası içinde olmak herkes için yeterli ideal bir ölçüdür.

  Bir olayın veya olgunun ortaya çıkabilmesi için kritik bir etkinin, bir sıçrama hareketinin bulunması gerekir. Evrensel yasalar bu şekilde çalışmaktadır. Eğer bu kritik etki oluşmuyorsa olay gerçekleşmez. Yani varlığın hem oluşumunda hem de dağılımında kritik etki yasasından söz edebiliriz. Dolayısıyla, hem düzenli hem de düzensiz rastlantıların gerisinde duran yasa Kritik Etki yasasıdır. Öyleyse her bir birey kendi yaşamı ve ilkeler karşısındaki evrenle ve yasalarla uyumlu veya uyumsuz duruşu ile bu sıçrama hareketinin oluşmasına zemin hazırlıyor ya da gecikmeye katkıda bulunuyordur yani buradan hepimiz istesek de istemesek de bütünü etkiliyoruz anlamı çıkmaktadır.
  Dünya gezegeninin enerjide bir kuantum sıçrama yapabilmesi, kitlesel şuuru yükseltebilmesi için Bireysel Gelişim oldukça önemli aşamayı işaret eder. Sadece varlığın gelişimini amaçlayan tüm yollar ve araçlar kullanılabilir. Bu yolların herkese göre değişik olması da çok sağlıklı ve olumlu bir göstergedir. Günümüzde yaşanan kaosun ve kaotik etkilerin de bu perspektifte ele alınması çok yararlı olur. Bu da Kaos’un bir anlamı olduğu ve düzenin ancak ondan ortaya çıkabileceği ve kendiliğinden kurulabileceği bilgisidir. Kaos ve dejenerasyon da gereklidir ki yeni bir yapılanmaya geçme arzusu bireylerde ve toplumlarda büyük isteğe dönüşecek şekilde uyansın. İnsanlık ailesinin yaşadığı tüm olayların, dinamik sistemler halinde hayal bile edemediğimiz girift kurallara göre çalıştığı bilgisini kuantum fiziği günümüzde çok net anlatmaktadır. Atom altı parçacıklarda olup bitenleri bütüne yansıtmak mümkündür. Öyleyse hareket noktamızı oluşturan en temel veri
“Koşulsuz Sevgi” verisidir.

  Tüm olup bitenleri  kabul için tek nitelik; koşulsuz sevgi atmosferinde iş gören saf bir itilim ve amaç sahibi olmayı istemekten geçmektedir.

KOŞULLU MUTLULUK

  Mutluluk kavramı hepimizi en çok ilgilendiren kavramların en önemlilerinden biri… Kim mutlu olmayı istemez? Ayrıca niye istemesin ki? Yaşamın bin türlü zorluğu ile mücadele ederken azıcık da mutlu olsak ne olur deriz hepimiz ama mutluluğun bireysel gelişimle ilgili bir kavram olduğunu ve insanın mutlu olmayı öğrenmek için de kendini eğitmesi ve yeni bir bakış açısı ile programlaması gerektiğini hep unuturuz. ‘Ben mutlu olmayı aslında bilirim ama her şey ters gidiyor, bir kabahatim yok ki’ diyerek, kendi mutluluğumuzu sürekli ertelediğimizin ve mutlu olabilmemiz için mutlaka bazı koşulların olmasını şart koştuğumuzun farkında mıyız acaba?

  Koşullu Mutluluk arayışı çok dünyasal bir arayıştır ve bizim gerçek mutsuzluklarımızın en büyük nedenidir. Koşullu Mutluluk dediğimiz zaman ilk etapta anladığımız şey mutluluklarımızın belirli koşullara dayandırılmış olmasıdır.
  Hissedebildiğimiz güzelliklerin, hazların, tatmin duygularının, neşe, sevinç ve heyecan duygularının çeşitli koşullara dayandırılmış olmasından ötürü bloke olması ve bu duyguları hissedememek, belki de gezegenimizin şu an en önemli sorunlarından bir tanesi ama bu konuyu bireysel gelişime önem veren kişilerin kendi aralarında konuyu enine boyuna tartışmalarının, çok daha farklı yaptırımlara ve zihinsel olarak, çok daha olumlu sonuçlara, gelinmesine neden olacağını düşünüyoruz.
  Yaşadığımız bir takım hazları veya güzel duyguları koşullandırmamız nedeniyle, o koşullar yerine gelmediğinde hazzın bulunamaması, alınamaması, hazlarımızın, neşelerimizin, mutluluklarımızın, sevinçlerimizin koşullandırılmasının günlük yaşamdaki performansınızı nasıl da düşürdüğünü tam olarak bir fark edebilsek, belki de bu ruh halini üretmemek için yeni yollar, yeni yol haritaları aramaya başlayabiliriz.

  Örneğin: bir evim olursa mutlu olurum diye bir cümle kurarsak, bu koşullu bir mutluluktur, çünkü ancak bir ev olması durumunda mutlu olmaktan söz edilerek mutluluğun bir ev ön koşuluna dayandırılması söz konusudur. Daha büyük ve daha küçük örnekler de verilebilir. Çok daha küçük örneklere indirilen durumlar da vardır. Gezegeninizde yaşarken bazen bir bardak su ancak soğuk olursa mutlu olabileceğim dediğiniz ve soğuk olmadığında o hazzı yakalayamadığınız durumlar vardır ve böylece mutlulukların ve hazların koşullandırılmış olduğunu görürüz.

   Gerçek mutluluğa ulaşabilmek için onun mutlaka koşulsuz olması gerekmektedir yani yaşanan andan sadece o anın size verdiği kadarını almaktır.
 
O an size neyi getirmişse, size neyi sunuyorsa onun o kadarıyla mutlu olabilmek, onu alabildiğiniz için mutlu olabilmek ama bunu böyle alabildim, keşke şöylesi de olsaydı, keşke başka türleri, renkleri, biçimleri de olsaydı o zaman daha mutlu olurdum gibi bir anlayışa dayanan bakış açısı temelde sizleri ve zihinlerinizi son derece yoran ve üzerinizdeki baskıları, sıkıntıları arttıran bir durumdur.

  An’ın Getirdikleri
 
An’ın size getirmekte oldukları zaten sizin gerçekte ihtiyacınız olan şeylerdir. Bu ihtiyacınız olan şeyleri sevinçle karşılamalı ve kabul etmelisiniz. Sonuç olarak o zaman mutluluğunuzu herhangi bir koşula dayandırmamış olursunuz. Sadece o anın size getirdiklerinden size sunduklarından bir haz elde edersiniz ve onunla gerçek hazzı yakalamış olursunuz. Çünkü sürekli daha fazlasını istemek, daha farklısını beklemek gibi dürtülerin bir sonu olmadığından; bugün başka biçimini isterken yarın başka biçimine sahip olduğunuzda, bu defada başka rengini isteyeceksiniz. Başka rengini bulduğunuzda, daha başka şeylerin eksik olduğunu düşüneceksiniz.

  Mutlulukları koşullandırmalara dayandırmak alışkanlığı yani ancak şu gün şurada, şöyle olursa mutlu olurum, ancak şurada, şöyle yaparsam mutlu olabilirim gibi zihinsel alışkanlıklar son derece yıpratıcı alışkanlıklardır. Örneğin bir piknik yaparken bile piknik yaptığınız anın duygusunu yaşamak yerine, bu piknik keşke göl kenarında olsaydı o zaman gerçek bir piknik gibi olurdu veya şu yaptığım eylem şurada olsaydı o zaman mutlu olurdun, şu gün yapsaydım daha iyi olurdu gibi koşullandırmalara dayandırdığınız için yaşamlarınızı, anın size getirdiklerini yakalamakta zorlanmakta, gerçek haz, mutluluk ve sevinci yakalayamamaktasınız.

  Zihnin gezegende koşullandırılması ve kontrolü kaybetme
 
Zihninizin koşullandırılmış olmasını anlamak çok mümkün çünkü içinde bulunduğunuz toplumsal yapılar, gezegeninizin işleme biçimi, dışarıdan empoze edilen düşünceler, çeşitli reklam türevi çalışmalar ve sürekli getirilen ‘şunu, şurada şu zamanda, şu şekilde yaparsanız en büyük mutluluğu böyle elde edersiniz’ gibi dayatmalar, basılı yayınlar; zihin ve belleklerin bir süre sonra kontrolünün kişinin elinden kaybolup gitmesine neden de olmaktadır.  
  Mutluluklarınızı koşullandırmaktan kurtarmanız gerekmektedir. Zihinlerinizi serbest ve özgür bırakmalısınız. Yaşadığınız anın size getirdiklerini almanız ve onu yaşamanız gerekmektedir. Size bir üzüntü de getirmiş olabilir o zaman onu yaşarsınız ama bir sevinçte getirmiş de olabilir o zaman onu da hakkıyla yaşamalısınız. Üzüntüleri nasıl hakkıyla, içine girerek ve sonuna kadar didikleyerek yaşıyorsanız ve o sıkıntılı, üzüntülü anı dolu dolu geçiriyorsanız, sevinçleri de bu şekilde yaşamalı, zihinlerinizi koşullandırmalara dayandırmamalısınız. Çünkü aksi takdirde asla ve asla gerçek bir mutluluk, bir doygunluk, bir tatmin duygusunu yakalayamazsınız. Hep bir şey eksik kalır.

  Bir gün mavi araba alırsınız ama keşke daha büyüğü olsaydı dersiniz, daha büyüğünü aldığınızda, bu seferde şöyle şöyle özellikleri olsaydı dersiniz yani burada önemli olansa aldığınız arabanın sizin ihtiyacınızı ne denli karşıladığı ve ne denli karşılamadığıdır.
  Eğer sizin ihtiyacınız, içinde bulunduğunuz koşullarda sizi bir yerden bir yere taşıması için araç elde etmekse o zaman bunun ne şekilde ve nasıl olduğuyla değil o aracı elde etme durumu ile ilgilenmeniz gerekir ve onu elde ettiğinizde içinizde o an bir mutluluk olmalıdır. Bunun keşke şurası da böyle olsa, orası da şöyle olsa dileklerinin hiçbir zaman ve hiçbir yerde sınırı yoktur. Mutlaka her zaman bir yenisi, bir daha iyisi vardır. İstemek duygusu giderek daha arzulu bir hale gelebilir, daha kontrolden çıkabilir ve böylece  bu istemek duygusu daha arzulu bir hale geldikçe sizin doyumsuzluk ve mutsuzluk duygunuz giderek artacaktır. Ve mutluluğa yaklaşma ihtimaliniz de buna paralel olarak giderek giderek sizden uzaklaşacaktır. Çünkü aslında mutluluk dediğiniz şey, birçok yazarların bahsettiği gibi uzaklarda bir yerlerde gizli saklı değil,  tamamen kendi avuçlarınızın içinde, kendinizin hemen yanı başınızda, içinizde bulunmaktadır.

  Mutluluk sadece yaşama nasıl baktığınızla ilgilidir
 
Gerçekten mutlu olmak dediğiniz şey yaşamı nasıl gördüğünüzle ilgilidir. Önünüzde yarım su dolu  bir bardak olduğunda öyle gözler var ki, yarım bardağın dolu olduğunu görür ama öyle gözler var ki, yarım bardağın boş olduğunu görür. Bu neyi nereden görmek istediğinizle ilgilidir. Ve mutluluk dediğiniz kavramın ne kadar koşullandırılmış olduğunu anlatan güzel bir örnektir. Eğer mutluluğu elde etmek için kafanızda bir sürü şey sayıyorsanız yani şu olursa, bir de şu olursa, hah bir de şu olursa gibi birkaç madde sıralıyorsanız, işte o zaman gerçekten mutlu olurdum diyorsanız: inanın bütün bunları elde ettiğinizde mutluluğun bile ne demek olduğunu bilemez noktada yeni şeyler ister olurdunuz. Çünkü bu üç tane saydığımız maddeyi elde edene kadar ve elde etme işleminiz tamamlandığında ve nihayet mutlu olacağınız o ana geldiğinizde çoktan kendinize yeni bir liste hazırlamış olurdunuz. Evet şunları şunları elde ettim ama burasını burasını elde edemedim, bir de onları ilave edersem işte o zaman tam olacak gibi bir düşünce yapısı size hakim olmuş olacağı için sözünü ettiğiniz noktayı hiçbir zaman yakalayamazsınız ve mutluluk dediğiniz şey her zaman sizden birkaç adım önde kaçarcasına ama sizin yaşamınızı da tüketircesine bir kovalamacaya döner. Oysa ki, mutluluk dediğimiz şey şu an içinde bulunduğumuz andadır. Onu bu an içinde, şu anda yakalayabilirsiniz.
 
Eğer ki, zihninizi alışkanlıklarından kurtarabilirseniz, zihninizi esaretinden kurtarabilirsiniz ve şunlar şunlar olursa mutlu olurum dediğiniz o koşulları değiştirip, başka bir kenara koyabilirseniz, aslında şu anda da gerçek mutluluğun ne olduğunu tadabilirsiniz. Mutlu olabilmek için sayabileceğiniz hiçbir koşula ihtiyacınız yok. Zaten içinde bulunduğunuz an size yeterince güzel şeyler getirmekte. En azından dünyanızın kuralları içinde bulunan kaza-bela tarzında birçok oluşum sizden uzakta durmakta, bu aslında yeterince büyük bir mutluluk ve sevinç kaynağı. Onların sizden uzakta duruyor olması bile yeterince büyük bir şölen aslında ama bardağın yarısını dolu değil de boş görürseniz, zihninizi koşullanmalardan kurtaramazsanız o zaman mutsuz olmaya devam edeceksiniz demektir.
 
Oysa elinizdeki artıların listesini yaparsanız gerçek anlamda nelere sahip olduğunuzu fark edeceksiniz ve bu yeterince mutluluk noktası olacaktır. Mutluluğu gelecekte bir yerde aramayınız. Mutluluk dediğiniz şeyin peşinden koşup durmayınız. Mutluluk dediğiniz şeyi, şu an içinde bulunduğunuz anda yakalayabilirsiniz. Ona şu an zaten sahip olabilirsiniz. Mutluluk denen o harika şeyi, o gelinebilecek en üst noktadaki tatmin duygusunu şu an yaşamlarınızın içinde elde edebilirsiniz, sadece siz bunu seçmiyorsunuz, tercih etmiyorsunuz ve zihninizi koşullandırmaya devam ediyorsunuz.

  Gerçek ihtiyaçlar-Suni ihtiyaçlar
  Yaşadığınız anın size getirdiklerini o an bütün coşkusu ve tatmini ile yaşamak yerine sürekli eksiklerin listesini yapıyorsunuz ve bu eksiklerin gerçekten eksik olup olmadığını da bilmiyorsunuz.
  Şimdi geldik gerçek ihtiyaçlar, suni ihtiyaçlar meselesine. Acaba sahip olduğunuz o eksiklikler ve uğruna bu denli mutsuz olduğunuz, bu denli kendinizi üzebildiğiniz ve sıkabildiğiniz şeyler; bir de üstüne üstlük ya sizin ihtiyacınız değilse; ya onları gerçekten dış şartlar altında yapılandırılmış bir zihnin otomatik ürettiği bir liste olarak görürsek ya aslında bunlara gerçekten ihtiyacımız yoksa ve var zannetmekteyseniz ve bir de üstüne sahip olamadığınız için bir takım üzüntüler silsilesi içinde kendinizi buluyorsanız, işte o zaman gerçekten çok büyük bir zaman kaybı içindesiniz demektir.

Gerçek ihtiyaçlarınızı tespit etmek onların gerçekten neler olduğunu şuur hali içinde bilmek ve suni ihtiyaçlarınızdan arınmak bir program ve bireysel gelişim metodu uygulamaktır.

  Suni ihtiyaçlardan arınmak çok önemlidir. Üzerinizden adeta sırtınızda üç tane sırt çantasıyla tırmanırken, bir anda o çantaları bırakıp, yokuşu bir anda ve tek nefeste çıkmak gibidir, sahte ihtiyaçların baskısından kurtulmak. Bu noktada şunu görüyoruz ki, sırtınızda fazlasıyla istek taşımaktasınız ve maalesef bu isteklerin yarısından fazlası da sizin gerçek olmayan suni ihtiyaçlarınıza ait beklentiler, istekler, arzulardır ve bunların elde edilmesi koşuluyla mutluluğa varılacağına dair koşullandırılmış zihin ise bunların her elde edilemediği gün daha fazla mutsuzluk, üzüntü, baskı veya stres içine girmektedir. Ve içinde bulunduğunuz kısık döngüye bakarsanız, aslında durum oldukça yorucu, yıpratıcı ve zordur.
  Hiç tatmin olmayan istekleriniz var, onların peşinden koşuyorsunuz ve ancak onların tatmin olmasıyla mutlu olacağınıza koşullandırılmış zihniniz, onların elde edilmemesiyle daha büyük baskılar ve stresler yaşıyor ve tekrar yeni suni ihtiyaçlar yaratıyorsunuz. Bari onu elde edemedim, şunu elde edeyim diye ve yeni ihtiyaçlar tekrar yeni beklentiler yaratıyor ve tekrar elde edilemeyen ihtiyaçlar tekrar yeni mutsuzluklar oluşturuyor. Bu noktada gerçekten suni ihtiyaçların ve gerçek ihtiyaçların birbirinden ayrılması gerektiğini ve suni ihtiyaçlara duyulan ihtiyacın koşullandırılmış bir zihnin ürünü olduğunu görmeniz çok önemlidir.

  Mutluluk kavramı
 
Ve mutluluk dediğiniz kavramı bütün bu koşullardan arındırırsanız onun ne kadar güzel bir duygu olduğunu görebilmeniz çok önemlidir gerçekten çünkü mutluluk dediğiniz şey; hiçbir zaman insanoğlunun listelemiş olduğu şeylerde bulunamadı ve bugüne kadar istediği kadar zenginlikler elde edenler oldu, istedikleri kadar hükümdarlıklar elde edenler oldu, gezegen açısından çok yüksek mertebelerde olanlar oldu ama hiçbiri gerçek mutluluk duygusuna tam anlamıyla yaklaşamadılar, ellerindeki listeler yaşamlarının sonuna dek bir kez bile azalmayı başaramadı. Listedekiler çıktıkça yerine yenileri geldi ve mutlaka korkunç bir doyumsuzluk, tırmanış ve giderek daha fazlasını istemek suretiyle hırsın kendi kendini tüketmesiyle sonlanan durumlar oldu. Bu yüzden mutluluğun bu şekilde yakalanması oldukça imkansız. Suni ihtiyaçlar var oldukça mutluluğun olması ve zihin suni ihtiyaçlara koşullandırıldığı ölçüde imkansızlaşan bir durum var ortada.
 
O yüzden ihtiyaçlarınızı kendi temel ihtiyaçlarınız ve suni ihtiyaçlar diye ikiye ayırırsanız, kendi temel ihtiyaçlarınız hakkında fikir alışverişinde bulunabilirsiniz.

  Mutluluğunuzun ne denli koşullandırılmış olduğunu her isteyen kişi kendisi için analiz edebilir. Ama burada önemli olan objektif analizlerdir. Sizi bir yere götürecek olan şey gerçekten dışarıdan yapılabilecek objektif analizlerdir. Kendi içinizde hiçbir zaman ‘ama canım biraz şöyle de aslında biraz da böyle’ gibi çeşitli yumuşatmalar, bahanelerle bir adım bile ileriye gitmeniz mümkün değil. Aslında bu konuda kendinize ne kadar acımasız, ne kadar eleştirel, ne kadar objektif olursanız; o kadar çabuk sürede gerçek ihtiyaçlarınızın tespitine ulaşabilirsiniz ve suni ihtiyaçlarınızdan kendinizi arındırmanızla beraber mutluluk dediğiniz duyguyu. Şu an ve her anda üstüne üstlük hiçbir koşula bağlı olmadan yaşarsınız.

  Bunun nasıl bir duygu olduğunu belki bir kez tatsanız, belki bir kez yaşasanız; onu hiçbir zaman bırakmak istemeyeceksiniz. Adeta gezegeninizin en harika meyvelerinden oluşturulmuş, bir meyve suyu kokteyli gibi tadı damaktan hiç gitmeyen bir tat gibi onu  yaşamak isteyeceksiniz çünkü belki de her an kendinizi mutlu, tam ve bütün hissedeceksiniz. Yaşadığınız olayların eskisi gibi sizin üzerinizde etkiler yaratmadığını ve mutluluk dediğimiz şeyi yakaladığınızı ve bunun kolay kolay bozulamaz olduğunu göreceksiniz çünkü koşullarınız yok.

  Eğer koşullarınız olmazsa, mutluluğa şu anda sahip olursunuz, bugün mutluluğa sahip değilseniz bu koşullarınız olduğu içindir ve koşullarınızdan zihinlerinizi sıyırabilirsiniz o zaman zaten mutlu olmak için ne çok şeye sahip olduğunuzu biraz daha iyi göreceksiniz.

 

GELİŞ AMACINI HATIRLAMAK  VE YAŞAM PLANI

  Geliş amaçlarının çeşitliliği
  Geliş amacımızı hatırlamak herkesin ortak dileği değil mi?!!!  Bir sabah uyandığımızda neler yapmamız gerektiğini bir anda hatırlayabilseydik ne güzel olurdu!... Ama olmuyor işte, burası Dünya adı verilen bir gezegen ve buranın kendine has şartları var, isteyince değiştiremiyoruz ama bu kendimize bir yol haritası, bir ayak izi bulamayız anlamına da asla gelmiyor doğrusu! Her soru yanıtı ile iç içe olduğundan, soruya sormaya başladığımızda yanıtın ayak izleri de ‘beni izle doğru yoldasın’ demeye başlıyor.

  Çok değişik amaçlar söz konusu olduğu için ancak bir doğum haritası çok net incelendiğinde bir tahmin ileri sürmek mümkünse de öncelikle belirtmek gerekir ki, hepimizin Dünya’ya geliş amacı birbirinden çok farklıdır, tıpkı birey olarak farklı olmamız gibi  bedenlerimiz, genlerimiz, ailelerimiz ve kaderlerimiz  de birbirinden çok farklı. Özde teklik ifade etsek de, burada çoğuluz ve farklılıkların ahenginden bütüne gitmeye çalışıyoruz…
  Geliş amaçlarımız bir tane değildir dersek ve bu desteyi bir bütünlük olarak görürsek daha doğru olur. Buraya bedenlenme amacı; gezegene doğarak gelmiş olan her varlık için değişkenlik gösterebilir ama temelde
gelişmek ve geliştirmek anayasasını uygulamak da ortak kaderimiz…

  Geliştirmek ve geliştirmek ana hedeflerden biri yani kendinizi ve aynı zamanda da bulunduğunuz alanı, çevrenizi geliştirmek dileği herkesin ruhunun derinlerdeki saklı temel bir gerçek. Yani her varlığın kendini geliştirmesi gereken noktalar elbetteki değişiklik gösterecek, her varlık için bir farklılık oluşacaktır. Deneyimlere, uygulamalara aynı zamanda varlığın kapasitesine bağlı değişimler olabilir. Bir varlık aynı deneyimi birkaç yıl içinde alabilirken, bir başka varlık aynı deneyimi ancak birkaç hayat içerisinde aşabilecektir. Bu o varlığın kendi kapasitesiyle de bağlantılı bir durumdur. Tabii ki daha önce o işi tamamlayabilen, daha hızlı gelişme fırsatı bulacaktır ve diğeri daha arkadan gelecektir. Taa ki hızlı bir atak yapana kadar…
   Bu yüzden geliş amaçlarımız, her varlığa ve deneyimine göre, öz kapasitesine ve kendi donanımına göre değişiklik gösterir. Gelişim hızları ve miktarları değişik olur. Biri daha hızlı, daha yavaş, şu veya bu oranda, biri diğerini kapsayacak şekilde olabilir.

  Hatırlamak
 
Geliş amaçlarını hatırlamaksa yine tamamen varlığın kendi kapasitesiyle ilgili bir durumdur. Hatırlama varlığın kendi hızı, kapasitesi, yaşadıklarını değerlendirmesi, karşısına çıkan olayların dilini çözebilmesi, bir olayı neden yaşadığını, niye yaşamakta olduğunu çözümleyebilmesi ve karşısına gelen şeyleri dünya gözü değil de, iç görü dediğimiz, iç gözü ile değerlendirebilmesi ile bağlantılıdır…

  Bütün varlıkların dünyaya gelirken bir geliş amaçları vardır. Bu yaşamın içine vurulduğunda yani diyelim bir yaşam kesiti içinde, sıfırdan elliye kadar elli yıl yaşayacaksa, bu yaşamı bir banka hırsızı olarak da geçirebilir, bir katil olarak da, ihtiyaçları ile ilgili olarak bir aile babası olarak da, hastalıklarla mücadele ederek veya bir organ eksikliği ile de geçirebilir. Yani yaşam çok fazla çeşitlilik getirmektedir. Siz çevrenizde bunları zaten görmektesiniz. İhtiyaca göre amaçlarının toplamının karşılayan bir planla doğar insan, onun da adı ‘Yaşam Planı’dır.

  İhtiyaç dediğimiz şey amaçlarının toplamının karşılayan bir yaşam programı ile doğmaktır, önceden belirlenmiştir, kendisine sunulmuştur ve bir anlaşma sağlandıktan sonra varlık bu programı uygulamak üzere doğar.
  Ancak iş o ki, buraya geldikten sonra bazı pürüzler başlar çünkü gezegeninizde unutmak yoluyla doğulur. Enkarnasyonlarınız (doğuşlarınız) unutmak yoluyla olmaktadır ve önceki yaşamlar dahil olmak üzere bu yaşam planınızda bilinç üzerinde unutulmaktadır. Ancak bilinçaltınızda, ruhunuzun derinliklerinde, ruhunuzun bildiği bir şekilde saklıdır fakat onu her an bulup çıkaramamaktasınız, bulup çıkaramadığınızda işte bazı pürüzler o varlığın kapasitesi ile de orantılı olarak başlayabilir.

  Zor Yaşam
  Varlıklar genellikle ve özelliklede ihtiyaçlarının ve amaçlarını doğrultusunda zor bir yaşam programı seçmişlerse, buraya geldikten sonra bu yaşam planını inkar etmeye ve reddetmeye başlarlar ve sanki bu program onlara ait değilmiş sanki başlarına bir felaket gelmiş, aslında bu hayatı hak etmemişlerde çok farklı bir hayat yaşabilirlermiş ama Tanrı’ları onlara bu hayatı vermemiş gibi bir inkar ve reddetme safhasına geçerler ki bu aslında oluşabilecek en zor ve en tehlikeli safhalardan biridir. Çünkü inkar bütün işleri zorlaştıracak bir şeydir, her şeyi kolaylaştırabilecek ve bir an önce programı tamamlamanızı sağlayacak olan şey ise onu kabullenmek yani yaşadığınız şeyi kabullenmek ve şu an ne yaşamakta iseniz, buna ihtiyacınız olduğunu bir an önce görmektir.

  Amaçları hatırlayabilmek için neler yapmalı?
 
Amaçlarınızı daha hızlı hatırlayabilmeniz için neler yapmanız gerektiğinin ilk adımı, karşımıza çıkmış, çıkmakta olan veya çıkacak olan olayları değerlendirmeden geçmektedir.

  Zihin yapınızı bir şekilde ayarlayıp kurgulayarak karşınıza çıkan olayları ve yaşadıklarınızı ne kadar inkar ederseniz ve sanki siz aslında bunlara layık değilmişsiniz, daha iyilerine veya daha farklılarına layıkmışsınız, hak edermişsiniz ama bir şekilde sistem, Dünya, Tanrı’nız her kimse size bunu vermemiş gibi algılarsanız, hiçbir şekilde buraya geliş amaçlarınızı hatırlama fırsatınız kalmaz. O yüzden yapılması gereken en doğru ve hatırlamayı hızlandıracak şey, amaçlarınızı daha hızlı hatırlayabilmeniz için ilk yapmanız gereken, karşınıza çıkmakta olan olayları daha objektif bir gözle değerlendirmeniz olacaktır. Ben bu olayı neden yaşamaktayım ve neden karşılaşmaktayım’ sorusunu her şeye sormalısınız. Sanki bir yanlışlık sonucunda karşılaşmışsınız gibi düşünmek yerine aslında bu değil ama şöyle olmalıydı, ben şunları yaşamalıydım, aslında şimdi şunlara sahip olmalıydım, aslında şöyle bir noktada olmalıydım vs. gibi şeyleri durmadan zihninizden geçirmek yerine şu anda içinde bulunduğunuz gerçekliği fark etmelisiniz ve ‘ben bugün şu anda şöyle bir noktadayım acaba neden bu olaylarla karşılaşmaktayım, neden bu şekilde bu olaylar cereyan etmekte, vuku bulmakta ?’ Bu sorular sizi amaçlarınıza götürür. Bu soruların yanıtlarına yaklaştığınız zaman çözümlemeye ve hatırlamaya yani neler yapmanız gerektiğini anlamaya başlarsınız. Çözüm anahtarı size kendini belli etmeye başlar.

  Örneğin diyelim ki, son yaşadığınız bir olayı, düşündünüz, taşındınız ve çözümlemeye başladın ve ‘yahu benimde şu yanım çok tembel, şu şu şu yanımı harekete geçiremiyorum, oysa ki şu olay benim şu şu şu yanlarımı otomatikman harekete geçiriyor, otomatikman beni hızlandırıyor ve ben o işi yapmak zorunda kalıyorum’ diye bir çözüme ulaştınız. İşte o zaman buraya geliş amaçlarınızdan bir tanesi sizin tembel yanınızı eğitmeniz olabilir, dikkatli gözlem ve iç sorgulama ile amaçlardan birini yakaladınız demektir. İnsanın doğasında öyle güzel bir yön var ki, bir gerçeği bir kere idrak ettikten sonra o bilgi sonsuza kadar ona ait oluyor. İç görü ile izleyerek, onlara sorular sorarak, soruların yanıtlarını arayarak bakarsanız; her bulduğunuz ayrı yanıtın toplamının sizin amaçlarınızı oluşturduğunu göreceksiniz ki zaten en temeldeki amacın gelişmek ve geliştirmek olduğunu biliyorsunuz…

  Siz kendini fark etmenin kıyısında sevinçle yeni karşı sahili izlemekte iken, karşılaştığınız bu gerçeklerle gelişmek ve geliştirmek kavramının da  içini açmış olacaksınız yani hangi yanlarınızı geliştirmekte ve başkalarının özellikle en yakınlarınızın, hangi yanlarını geliştirmeleri için katkıda bulunmaktasınız gibi  tüm bu soruların çözümlemelerine ulaşacaksınız. Bulduklarınız  tabii ki en temelde varlıkların kendilerini gelişme ve geliştirmeleri ile ilgili çözümlemeler olacaktır. Bunu da ilk etapta olayları doğru değerlendirmek ve her ne yaşamaktaysanız onu zaten yaşamak üzere program yapmış olduğunuzu, imza atmış olduğunuzu bir an önce görmek, kabullenmek ve programınıza sadık kalarak, onu inkar etmeden, o programın sizin programınız olduğunu ve buna gerçekten ihtiyacınız olduğunu ve o yüzden bunları yaşamakta olduğunuzu bir an önce fark etmek, amaçlar topluluğuna daha kolay ulaşmanızı sağlar.

  Vazife
  Tabii ki bu noktada tam yolu ve hedefleri belirlerken, amaçlar topluluğunun içine vazifeyi de yerleştirebiliriz. Vazife dediğimiz zaman aslında yaptığımız her şeyi bir vazife olarak kabul ederek, ona hak ettiği değeri vermekten söz ediyoruz. Yaptığımız her şey hem kendimize hem başkalarına faydalıdır ama bir de bizim gezegenimizde
ışık işçileri  diye adlandırdığımız büyük bir gruptan da söz edecek olursak tabii ki onların, bazı vazifelerinde biraz daha farklılıkları olduğunu kabul etmemiz gerekir… 
 
Sadece kendinin ve çevreninin gelişiminden sorumlu olmak da doğrudur, hem kendinin, hem çevresinin hem de hiç tanımadıklarının gelişiminden sorumlu olmakta… Ve hatta gezegenin kalkınma projesine katkıda bulunmak gibi bir  doğruda vardır ve hepsi o kişilere ait yaşam planlarının ürünüdür…

  Yeter ki, bu planı doğru okumak için çaba harcayalım. Doğuş planlarımızın içinde gerçek kapasitemizle ilgili tüm veriler kayıtlı, sezgi, ilham, içgörü ve aynı zamanda da akıl ve mantık yoluyla dışlaştırılmayı bekliyor.

KELEBEK ETKİSİ ve İÇ DİNAMİKLER

  Kelebek Etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir sizin de bildiğiniz gibi…
  Biliyor musunuz; "Çin'de bir kelebek, bir çiçeğin üstüne konarken kanat çırptı diye Karayip adalarında fırtına çıkması olasılıklardan biridir. Bir kelebeğin kanat çırpmaları bile belli bir süre sonra atmosferin durumunu tümüyle değiştirebilir. Bu spiritüel olarak demektir ki: yaşamda öyle çok olasılık var ki, bizler varoluş yasaları içinde yapacağımız özgür seçimlerle kendimize sürekli yeni olasılıklar yaratma, düş kelebeğinin kanatlarını çırpmasıyla da yepyeni bir ortamla karşılaşma potansiyeli ile her an iç içe yaşıyoruz.

  Örneğin, kendinizi ışık işçisi gibi hissediyorsanız, ışığa yönelmeye çalışan minik bir pervanenin kendini ışıkla bütünleşip dönüştürme arzusuna benzeyen şekilde gelişme ve bütünleşme aşkı hissetmeniz normaldir. Bu dönüşümle günlük yaşamdaki görevlerinizi tam bir performans göstererek yerine getirebilir; aydınlanma, kendini geliştirme, aydınlatıcılık meşalesini sevgi ve sevinç ile taşıma özgürlüğü hissedebilirsiniz. Yüreğinizdeki kelebek kendinin dışında olanlarında da gelişimine katkıda bulunacağı için bu kez kanatlarını varoluş yasalarının en önemlilerinden bir tanesi için çırpmış olur. Gelişmek ve geliştirmek, yani Tekamül etmek ve Tekamül ettirmek.

  Bu yasa evrenin işleyiş prensibinin en temel çekirdek noktalarından biridir çünkü aksi takdirde tek bir bireyin  gelişimi, tek bir ulusun gelişimi tek bir gezegenin gelişimi sözkonusu olurdu ama evren öyle bir şekilde tasarlanmış ki programı sadece gelişmek ve geliştirmek üzerine kurulu!…

  Halkalar ve zincirler birbirlerine öyle bağlıdırlar, olaylar-oluşumlar birbirine öyle bağlıdırlar ki, sizin gelişiminiz bir diğerinin gelişimini tetiklemekte veya ona bir fayda sağlamakta ve bu böyle tıpkı suya atılan bir taş gibi halka halka ilerlemektedir. Halkalar giderek, açılarak büyümekte ve karşı kıyıya kadar varmaktadır.
  Varoluş yasasalarının en temel prensiplerinden biri olan
gelişmek ve geliştirmek, tekamül etmek ve tekamül ettirmek evrensel işlevini her yerde korur. Evrende yaratılmış olduğunu gördüğünüz canlı cansız ama bir enerji taşımakta olan her türlü şey için bunu söyleyebiliriz. Gelişmek ve geliştirmek onun ana fonksiyonudur.

  İnsanoğlunun bugüne kadar sorduğu sorularda hatta çoğu zaman benim vazifem nedir ve benzeri gibi çok sorduğu sorularının yanıtında ilk madde olarak: birinci vazifeniz gelişmek yani bireysel gelişiminizi yapmak ve geliştirmek yani diğerlerinin de gelişimine katkıda bulunmak demek mümkündür.
  İnsan bu birincil vazifeyi tam olarak ne kadar yeterli bir performansla ve başarıyla tamamlarsa hem kendisinin gelecek yaşamları için, hem de şu an ki yaşamı için yeni kapıların, yeni olanakların açılmasına fırsat sağlamış olur.

  Elindeki iş ne olursa olsun onu tam hakkını vererek yerine getirme potansiyeli, gerek karmik düzenler, gerek yeni yapılandırılacak yaşam biçimleri açısından faydalıdır. Sizin yaptığınız en önemli görevlerden bir tanesi bu gelişmek ve geliştirmek kapsamında aslında maddeyi geliştirmektir. Maddeyi geliştirmek yine yaşamsal fonksiyonlarınızdan biridir ve bu gezegendeki herkesi kapsar.

Maddeyi geliştirmek

  ” Sizler bir beden ve ruh bileşimi olduğunuza göre ruhunuzun gelişimi ile bedenleriniz yani madde dediğimiz şeyde sizinle beraber etrafınızdaki birçok alanda gelişmekte ve daha ince daha süptil enerjilere doğru ilerlemektedir. Dünya gezegeni çok ağır bir maddesel enerji alanına sahip. Onu geliştirmek sizin yaşamsal fonksiyonlarınız kapsamında, şuurlu ve bilinçli olan gruplar için bu daha da önemli bir görev haline gelmekte. Işık işçilerinin tam bir performansla başarıya ulaşması hem kendileri, hem içinde bulundukları alan içinde yaşayan canlıların gelişimleri gibi nedenler yüzünden çok önemli. Gezegen üzerindeki tüm ışık işçilerinin tam bir performansla çalışmalarının istenmesinin bir anlamı da budur.
  Sadece o kişilerin daha iyi olmaları değildir buradaki amaç; kendi gelişimlerini yaparken aynı zamanda bu gezegen üzerinde bir gelişime neden oldukları, katı maddesel alanların gelişimlerine fayda sağladıkları veya yapılandırılması, geliştirilmesi gereken bazı varlıkların gelişimine katkıda bulundukları ve aynı zamanda
ortak şuur alanına yayın yapmak suretiyle tanımadıklara başka varlıkların da onların gelişimlerinden beslenebilmesi anlamına geldiği için ışık işçilerinden tam performans istenir. Çünkü kelebek etkisi ile bir ışık işçisi olarak sergilediğiniz sağlam ve ilkeli duruşun, sadece tanıdığınız değil hiç tanımadığınız gezegenin taa öbür ucunda yaşamakta olan varlıklara da hayrı dokunabilir.”

Kelebek Etkisi

  ”Sizin buradaki gelişiminizin bir yansıması hangi sahillere hangi dalgaları götürür hiç bilinmez, kelebek etkisi diye anlatılmak istenen şey de budur. Evrenin küçük bir köşesinde küçücük bir kelebeğin kanat çırpması, evrenin bambaşka bir köşesinde çok büyük dalgalarla bambaşka bir olaya neden olabilir. Süre gelen halkaları izlerseniz, o olayın da nasıl geliştiğini bulma şansınız olabilir. Bu da sebep-sonuç yasasıdır. Küçücük bir hareket, küçücük bir ivme birbirine bağlı halkalar nedeniyle çok bambaşka bir olaya dönüşebilir. O yüzden sizin buradaki gelişiminiz ve ortak şuur alanına ilkeler ve prensipleri korumak doğrultusunda yaptığınız yayınlar, hiç tanımadığınız gezegenin bambaşka bir ucundaki bir varlığa çok faydalı etkilerde bulunabilir ve onun gelişimine katkıda bulunabilir.”

  Böylece de gelişmek ve geliştirmek dediğimiz varoluş yasalarından en önemlisini yerine getirmiş oluruz yani bizlerin gelişmesindeki maksadın sadece bireysel olmadığını fark etmek, üst seviyeli bir bakıştır. Buradaki önemli konu kendini aydınlatmaya aday bireylerin yeterli düzeyde gelişmeleridir. Onlar ne kadar aydınlık ve açık olurlarsa hem söylenenleri  daha iyi duyarlar, hem de daha iyi anlarlar ve uygularlar, hem de onlara çok daha rahat ulaşılabilir.

  ” Böylece de daha sistemli ve programlı çalışmalar yaparak, kelebek etkilerini gezegenin pek çok yerinde yaratmak mümkün olur ve kurtarılması hedeflenen, ulaşılması beklenen bir kitleye de ulaşmayı başarmak da söz konusu hale gelir. Sizlerin ve sizler gibi çalışan grupların da katkılarıyla birlikte yürütülen evrensel ortak çalışma programlarının gerçek amaçları bunlardır. Ve o yüzden sizlerin kişisel başarılarının tek tek dahi olsa önemli nedenleri ve gereklilikleri vardır.Bütün için başarmak bugüne kadar pek tanımadığımız birlik şuurunun küçük bir yansımasıdır.”

  Genel olarak gezegende bir yılgınlık veya benzeri bir atalet duygusu sık sık izlenmekte, bunu herkese yaymak gerekmemekte ise de, çıkan genel hava zaman zaman bu olabilmektedir maalesef. Bir erteleme duygusu yani bugün yapamadım yarın yaparım, bugün şöyle oldu yarına kalsın, bugün hava sıcak, bugün rüzgar var gibi çok anlamlı olmayan bahanelerle vazifelerin ertesi güne hatta bir sonraki hatta daha bir sonraki güne ertelendiğini gözlenebilmektedir. Çevrenize daha dikkatli gözlerle bakarsanız, insanoğlunun elindeki görevi aksatmak üzere her an yeni bahaneler uydurmaya hazır olduğunu gözlerinizle görebilir, ruhunuzla hissedebilirsiniz… Bu da yeterli iç dinamiğin yakalanamaması yüzündendir.

Yeterli iç dinamik üretmek

  Yeterli iç dinamiğin yakalanmaması ve atalete, tembelliğe teslim oluş nedeniyle görevleri ertelemek günlük yaşam biçimi olmuş ve çeşitli bahaneler ardı ardına eklenerek erteleme çok rahat üretilir hale gelmiştir. Çünkü gezegenin ağır bir enerjisi vardır, atalete, tembelliğe müsaittir. Ama son derece ağdalı yoğun, yorgunluk yaratabilen, insanın hareket kabiliyetini kısıtlayabilen, iç dinamiğininin devamlı ayakta tutulmasını zorlaştıran bu enerjiyle, ışığa yolculuğu yaşam hedefi kabul eden, yüreği sevgi dolu  ışık işçileri eğer isterlerse çok rahat mücadele edebilir ve bu girdaplara girmemeyi becerebilirler.

Motivasyonu Kaybetmemek

  Her ne kadar daha aydınlık bir noktaya bakıyor olsanız da bazen bu tarzdaki yerlere her insan girebilir, bu enerjiye teslim olabilir, atalete düşebilir. Gezegenin etkileri de burada bir ölçüde etkendir ancak bu şekilde sadece işinizin uzamasına, geçecek zamanın daha uzun olmasına ve geçen zamanın uzun olmasıyla beraber ister istemez işlerin zorlaşmasına neden olunduğu da unutulmamalıdır. Yapmanız gereken bir işi üç gün içinde bitirirseniz sizde o enerjiyi daha dinamik şekilde ayakta tuttuğunuz için kendinizi çok daha iyi hissedersiniz. Ama üç günlük bir işi 30 güne uzattığınızda hem kendinizi ister istemez daha yorgun; bir türlü bitmek bilmeyen bir işin içindeymiş gibi hissedersiniz ve uzadıkça sıkıntıya neden olur. Burada uygulanacak en iyi formül soğuk suya bir anda atlamaktır. Bir anda dalmak, hiç motivasyonu kaybetmeden, gezegenin enerjilerine teslim olmadan, hızlıca yapılması gerekeni tamamlamak, uzatmamak, bekletmemek, ertelememek. Ertelediğiniz tüm işler, sizin üzerinizde enerjisel anlamda ağırlıklar yapmaktadır. Zihninizde tuttuğunuz bir not defteri gibi yazdığınız; örneğin bir pazartesi günü için şunu yapacağım dediğiniz bir şeyi pazartesi uygulamazsanız salıya bırakırsanız zihiniz yorulur, Salı da yapmayıp çarşambaya geldiğinizde zihniniz biraz daha yorulur. Çünkü sürekli not defterinizde bir uyarı vardır ama siz bir tembellik ve atalet nedeniyle ertelerseniz, rahatsız olursunuz. Ve bu daha da yorgunluğa, yılgınlığa, yerinden kalkamamaya neden olur ve işi yapmanız daha da gecikir. Hem aldığınız verim düşer, hem yorgunluğunuz artar.O yüzden bu tip durumlar pek tavsiye edilen durumlar değildir.

  İşlerinizi daha seri, daha iç dinamiğiniz ayakta bir şekilde ertelemeden, neyi hangi gün için planladıysanız çalışmak için, onu o gün içinde aksatmadan, bozmadan, ertelemeden havaya, sıcağa, soğuğa veya benzeri şeylere bakmadan, planladığınız günlerde uygulayın. Özellikle elinizdeki çalışmaları ertelemeyin, bu gelişmeyi ertelemek demektir ve hem bedende hem ruhta gerçek yorgunluklar yaratacaktır.

  Varlığınızın varoluş yasalarındaki en önemli temel prensibine bakarsak; gelişmek ve geliştirmek olduğu görüldüğünde bu gelişmek denen eylemi ertelemeniz ister istemez gerçek ruhsal yorgunluklara, bedensel zorluklara neden olur. Ve bunu erteleme devam ettikçe şiddeti daha da artar ve giderek derinleşen depresyonlara da neden olabilir. Çünkü ruhunuzun en önemli prensibini yerine getirmemiş oluyorsunuz yani gelişmek ve geliştirmek. O yüzden de ışık işçilerinin tam performansla yaptıkları çalışmalarını ertelememeleri, yapılması gerekeni, yapılması gereken günde yapmaları çok önemlidir İç dinamiklerini yakalamaları, daha seri bir şekilde ayakta durmaları ve çalışmaları kelebek etkisi yaratarak önce kendilerine sonra çevrelerine hiç tahmin edemeyecekleri yararlar sağlar…

İç Dinamik nasıl ayakta tutulur?

  İç dinamiğin nasıl yakalanabileceğine dair herkes için değişken süreçler olabilir, herkesin iç dinamiğini yakalama ve uygulama süreci farklı olabilir. Hatta çalışma sistemi ve metodu farklı olabilir, buna karışmaya kimsenin hakkı yoktur. Metodlarınızı kendiniz uygulayabilirsiniz, önemli olan sonuçtur. Fakat varlığınızdaki veya grubunuzdaki iç dinamiği nasıl ayakta tutmayı sürdüreceksiniz? Asıl önemli olan konu budur yani enerjiyi ayakta tutmayı sürdürmek ve bu çabayı, bu isteği sürekli kılabilmek. İniş-çıkışlara fazlaca müsaade etmemek, o alanlara, girdaplara kapılmamak ve seri bir şekilde herhangi bir çalışma programını tamamlamak. Ama gezegensel olarak görülüyor ki,

  İç dinamiklerde problem var, kendini ayakta tutmak da problem var, atalet ve tembellikle ilgili ise hayli yoğun ve karmaşık problemler dizisi var. Gezegenin enerjilerine teslim oluşlar var. Dolayısıyla bir ışık işçisi olarak bunları nasıl yenebiliriz? İç dinamiğimizi verimli tutmak için neler yapabiliriz? Sorusunun gerçek bir iyi niyetle sorulmaya başlaması bile bir başlangıç anlamına gelebilir. İç dinamikleri ayakta tutma çabası, bireysel tekamül planına yani yaşam planına göre teker teker de yapılabilir. Gruplar kendi iç dinamikleri için diledikleri yöntemi de kullanabilirler, isterlerse toplum meditasyon-yoga da yapabilirler. İsterlerse parklarda, bahçelerde Tai-Chi yaparlar… Tıpkı doğu ülkelerinin bazılarında olduğu gibi… İsterlerse çeşitli bireysel gelişim kurs, seminer veya konferanslarına katılabilirler, isterlerse bol bol okuyarak ve uygulama yaparak ayağa kalkarlar.

  İnsan iç dinamiğin alevlendirilmesinin ve onun sabit bir şekilde tutulmasının bugünkü, yarınki hatta gelecekteki yaşamlarına olan yararlarını bir hissedebilse, elindeki yaşam programını uygulamak için ya da uygulamayı öğrenmek için bir an önce harekete geçer. Önümüzdeki dönem öncelikle ışık işçilerinin kendi yaşam programlarına sahip çıkacakları ve o programı çözümlemenin bir yolunu bulacakları bir dönem olacak… Onların yapacakları olumlu ve verimli uygulamalarla da diğerleri önlerine açılan yollardan büyük bir rahatlıkla geçmeyi başarabilecekler.

ENERJİLERİ DOĞRU KULLANMAK

  Çağımızın en büyük sorununun evrensel enerjileri yanlış kullanmak olduğunu hiç düşündünüz mü? Başımıza istemediğimiz ne geliyorsa evren enerjilerini yanlış ve dengesiz kullanmaktan, yol, usul, adap, edep, erkan bilmemekten geliyor. Işık yolunda yürümeyi seçmiş, tertemiz pırıl pırıl yürekli insanlar bile depresyonda ve kendi yaşamlarını karartmanın sıkıntısı içinde…
  Enerjilerin doğru kullanımı hakkında acil olarak birbirimize yardım etmeli ve destek vermeliyiz, Yeni enerji yeni uygulama denip duruluyor da acaba kaç kişi konuyu gerçekten anlıyor o da ayrı bir konu…
(Enerjimizi nasıl koruruz?-Doğal Yaşam syf bknz.)

  Biz artık Yeni Enerjier kullanır durumdayız.
  Çoğu insan kesinlikle bunun farkında bile değil ama kendi yaşamlarında enerji konularıyla ve enerjiyi doğru kullanma uygulamalarıyla uğraşanlar, bir şeylerin çok değiştiğinin farkında. Enerjilerin akış şekli yani hızlanan olayların gizli dili birkaç yıl hatta birkaç ay öncesine göre farklılık arzetmiyor mu? Sizi kuşatan dış çevrenizde değişimin direkt etkilerini hemen görmüyor olabilirsiniz, ama enerjide olup biten her değişimi ve hızlanmayı, aynı olaylardan eski tadı alamamak şeklinde kendi yaşamınızda mutlaka hissediyor ve yaşıyorsunuzdur. Ya da belki bu ara zihniniz biraz bulanık, çünkü yaşamınızdaki olayları nasıl yarattığınızı ve onlarla nasıl başa çıkacağınızın yeni metotlarını aramakla meşgul olabilirsiniz, ama o eski yollar artık yoklar. Onları yeniden diriltmeye kalktığınızda, yeniden dirilmek istemiyorlar ve size tahmin edemeyeceğiniz zorluklar çıkartıyorlar…

  Yeni Yollar Aramak
  Bizlerden, önce kendimizle, ve sonra da dışsal dünyayla başa çıkmanın yepyeni bir yolunu bulmamızı istiyor bu yeni enerji uygulamaları… Şimdiye kadar daha önce hiç düşünmemiş olabileceğiniz yeni çözümler üretmelisiniz hemde gecikmeden hemen. Yepyeni bir paradigma bu. Bizi kendi gerçeğimizle birebir karşılaştırıyor. Gerçeği yaşamak, kendi içsel gerçeğimle karşılaşmak istiyorum diyen cesur yürekler için bulunmayacak fırsatlar ve yeniliklerle dolu günler içindeyiz…  Paradigmalar yani ilk örnekler başlarda biraz sıkıcı ya da kaygılandırıcı olabilir, çünkü bizler kişiler, olaylar ve durumlarla uğraşmanın çok denenmiş ve alışılmış-bildik, standartara uygun yollarını belirlemiştik. Belki sonuçlardan her zaman mutlu olmuyorduk ama, en azından o günü idare edeceğimizi biliyorduk.
Oysa şimdi o eski yöntemlerle evdeki, ofisteki ya da kendimizdeki belli bir durumla nasıl başa çıkacağımızı bulmaya çalıştığımızda, o eski araç gerecin ve yöntemin artık orada olmadığını görüyoruz, çünkü işe yaramıyorlar. Bozulmuşlar sanki pilleri boşalmış ve pillerini yeniden dolduracak bir yer de yok.

  İşte bu çaresizlik duygusu Yeni Enerji ile karşılaştığımızın ilk işaretidir, Ve artık kullanılacak araçlar da çok, çok farklıdır. Ve siz şu anda diyorsunuz ki, “Peki ama, o araç gereçler, yöntemler nereye gitti? Ben onları oluşturmak için bir ömür harcadım, şimdi neden işe yaramıyorlar? Eski çözümlerim neden işe yaramıyorlar ve sanki boşmuş gibi, çare değilmiş gibi görünüyorlar.”  İşte lütfen hemen şu noktada durun ve derin bir nefes alın. Durumlarla başa çıkmanın o eski düşünme ve yöntem arama tarzından çıkın. Genişlemeye izin verin. Yeni araç gereçler yani yeni çözümler ve işinize yarayacak olaylar orada, sadece onları henüz göremiyorsunuz ama inanın onlar orada, hatta yanı başınızda. Her sorun çözümünü de içinde saklı olarak barındırır. Bunu açığa çıkarmak için gereken tek şey ise evrensel enerjileri doğru kullanmaktır.

  Yeni Çözümleri Duymaya hazır mısınız?
  Peki ne yapacağız? Yalnızca derin bir nefes alarak yeni ile karşı karşıya olduğumuzu ve yaşamın bizden yeni bir çözüm istediğini derinden hissetmeye çalışacağız. İçimizdeki ‘Ben’ yani asıl biz, varlığını hissettirmek için bizim ona yeni sorular sormamızı ve kulaklarımızı duyacak kadar açmamızı bekliyor. Yanıt sizin içinizde bu büyük gerçeği hissedebilirsiniz inanın yanıt asla dışarıdan gelmiyor, Sadece zaman zaman birileri size kendi içinizdeki yanıtı bulmak için bir yol tarif ediyor ya da bir yol haritası sunuyor. Yeni çözümleri duymaya hazır olduğumuzda işimize yarayacak araçlar görünmeye, ortaya çıkmaya başlayacaklar. Ama bunlar sahip olduğumuz o eski araçlardan çok farklılar. Onların şarj edilmesi gerekmiyor. Tamir edilmesi gerekmiyor. Kırılıp dökülmüyorlar. Onlar yaşamımızdaki durumlarla çok, çok farklı yollardan başa çıkıyorlar. Ve biz onlarla çalışmak üzere onlara her geri döndüğümüzde de farklı gözüküyorlar çünkü onlar enerji ve bizler belki de ilk kez enerjileri gerektiği gibi kullanmayı öğreniyoruz. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?

  Bu gerçekle yüzyüze gelmek, gerçeği burada yaşamak değildir de nedir? Çünkü bizim Dünya’da olmamızın, burada olmayı seçmemizin nedenlerinden biri de, bilinci genişleten biri olabilmek içindi. Bilincimizi genişletebilmek için çalışma yapmamız, enerjiyi doğru kullanma  uygulamalarında bulunmamız gerekiyor. Bu yeni gerçeği fark edin ve onunla çalışın ve enerjileri tüm diğer insanlar adına genişleten biri olun!... Bizler bilinç ve uyanış öncüleriyiz. Burada olmamızın en önemli nedenlerinden biri de budur. Genişlemek, genişletmek, enerjileri doğru ve gerektiği gibi kullanmayı öğrenmek ve yeni enerjilerin yeryüzüne inmesi için öncü, aracı olmak…
 
  Yeni enerjileri kullanırken başka herhangi bir insanın ıstırabını, sorunlarını, kısıtlamalarını, herhangi başka bir sorununu içimize alarak ve eskiden yaptığımız gibi kendi bilincimizi daraltarak çözmek zorunda değiliz, çünkü bu yeni enerjinin kullanımını öğrenmek ve öğretmek konusunda bizler farklı bir biçimde bilinçli öncüler olabiliriz. Onların kaygılarını üstlenen bir sünger olmak zorunda ise hiç değiliz. Bunu ille de bireyler adına yapmıyorduk belki farkında değildik ama enerjimizi daraltıyor kendi alanımıza hatta enerji bedenlerimize zarar verecek uygulamalar içine giriyorduk, gideceğimiz yolu da şaşırabiliyorduk ve tüm bunları yardımlaşma adına ya da ayıp olmasın diye genel insan bilincinin genişlemesi adına yapıyorduk. Ama artık bu yanlış ve eksik uygulamaları bırakabiliriz. Bilinci genişletmenin yeni yolları var. Bedenimizdeki enerjileri düşünce yoluyla ve niyet ederek doğru yönlendirebilir, bunun yöntemini öğrenmek isteyenlere öğreterek, hem de uygulama yaparak ilk paradigmalarını sunan bu karmaşık ve zor günlerde uygulamalarımızı neşe içinde yapabiliriz. Kendi dünyamızı yeniden inşa etmek için bugüne kadar kullanmayı hiç düşünmediğimiz ve belki de biraz küçümsediğimiz pek de rasyonel bulmadığımız yolları denemeye ne dersiniz?

"Yeni dönem yeni uygulamaları ile ve hızlı adımlarla bize yaklaşıyor duyuyor musunuz?"

 

Yayın Tarihi: 26.Aralık.2007

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/ Astronomy