|
Zaman Yolculuğunu Araştırma
Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
NEW AGE AKIŞ
GENİŞ GÖRÜŞ / GENİŞ DÜŞÜNCE
|
Teknolojik
açıdan çok gelişmiş çağda yaşıyoruz. Teknolojinin öyle büyük nimetleri
var ki, onlardan yararlanmamak çağın dışında kalmak bile sayılabilir.
Teknolojik küresel bilgi ağı; bu ağdan yaralanmak isteyen her insana
uzanabiliyor. Ama teknoloji öyle bir şey ki, insani değerleri de hiçe
sayabiliyor. Daha doğrusu insanın içini boşaltabiliyor.
Teknoloji kendi verileri ve değerleri açısından hiçbir akıl ötesi
özelliği tanımak istemiyor, onun için her şeyin teknik bir açıklaması
var ve bu açıklama yeterli. Çünkü aletle ölçülüyor, biçiliyor çeşitli
teller, parçalar, programlar eklenebiliyor.
Ya insan!
İnsana
biyolojik robot demek mümkün mü? Ya da ne kadar sağlıklı? İnsanın
öte-aşkın/meta yönü olmasa ne olur? İnsanı
insan yapan yönü sadece akıl ve teknik değil ki. İnsan aynı zamanda bir
duygu/his varlığı…
Seviyor ağlıyor, gülüyor, kızıyor, seviniyor, üzülüyor, utanıyor,
sıkılıyor, terliyor, coşuyor. Bu yönlerini yeterince yaşamayanlara,
“ne sıkıcı ot gibi insan”
demiyor muyuz? Diyoruz elbet!...
İnsanın sevme ve
hissedebilme gücünden, hayal dünyasından öyle zengin veriler elde
ediyoruz ki; bu hayal dünyasından çıkan romanlar, şiirler, film/tiyatro
senaryoları olmasa, müzik besteleri yapılmasa, mistik yönümüz olmasa,
kah ilahi duygular içinde yüzüp
hüzünlenmesek, kah göklere ulaşırcasına coşmasak ne sıkıcı bir dünya
olur bu dünya!
Küresel
bilgi ağı ve Hümanizm
İnsanlık ailesinin bu
küresel bilgi ağından sadece teknolojik açıdan yararlanması ona hümanizm
ve insancıllık açısından ne kazandırır ya da ne kaybettirir iyi düşünmek
gerekiyor? Şimdi küresellik/globallik
akımıyla birlikte yeni bir düşünce akımı var.
“GENİŞ DÜŞÜNMEK!...”
Herkes bilir bilmez birbirine
‘geniş düşün, geniş
görüşlü ol’
diyor.
Geniş düşünmek, geniş görüşlü olmak
ne demek? Ne kadar faydalı? Ne kadar geniş düşünmek gerek? Sınırsız
diyeceksiniz de; o sınırsızlık kavramı da doğru anlaşılmadığında ayrı
bir yozlaşma/dejenerasyon unsuru değil mi?...
Gidişat pek öyle parlak olmadığına göre, bu geniş düşünce kavramını da
irdelemek gerekmiyor mu?
Geniş düşünce-geniş görüş adı altında giderek genleşerek ve
genişleyerek tüm manevi değerlerini yitiren, yozlaşan dostlarımız,
yakınlarımız yok mu? Ya da gezegenin genel gidişatında tek sorun geniş
düşünememek mi?
Ya da insanlar neden geniş görüşlü olmalarına rağmen gezegende huzur
yok? Sevgi ve hoşgörü neden çok eksik? Neden herkesin ayrı
ayrı bir yolu var? Neden küresel bir birlik
kuramıyoruz.
Teknolojik ve finansal açıdan global
birikimlerimiz var ama onlar, güç birliği için kurular finansal ve
menfaat birlikleri. Bu menfaat birliklerinin dışında, gezegenin hangi
noktasında birlik/beraberlik ve kardeşlik yaşanıyor? Aynı tanrının
çocukları olduğumuzu söyleyen yol sahibi
kişiler bile yollarına/inançlarına yeterince sahip mi?
Yol ve Yolcu
Geniş görüş içinde bir yol olmadan
yalnız geniş geniş, düşüne
düşüne yol alınabilir mi? Yoksa uygulama mı
gerek? Neredeyse dünya nüfusunu tamamını çeşitli öğretiler olarak
kaplayan ruhsal/manevi yollara ve onların yolcularına ne oldu? Bu yollar
ve onların yolcuları da geniş geniş
düşünmeye başlayıp, uygulamayı göz ardı mı ettiler? Günümüz insanı
kendini tanıyor mu? Yoksa iyice yoldan çıkıp, geleneklerini, özünü mü
kaybetti?
Bu sorular yalnız bir yazının değil insanlığın temel soruları. Bu
sorular hakkındaki genel görüşlerini yazmak isteyen
Astroset ziyaretçilerimiz olursa, onların yazılarını da
yayınlamaktan sevinç duyarız.
İnsanın önce
kendi bütünlüğünü tanıması gerekmiyor mu? Ancak kendi bütününü yani
kendini bilen insan, başkalarını da bilir. Çünkü uygulamacıdır, bir yolu
vardır. Olur olmaz, geniş düşünüp; kendi
kendini dejenere etmez. Vicdan sesi vardır, yolu, inancı, disiplini
vardır. Nereden gelip nereye gittiğini bilir. Neden çok yol var, onu da
anlar ve hepsine tek tek saygı duyar ama
kendi tercih ettiği iç yolunun yolcusu olmaktan da pek kolay
kolay vazgeçmez. İlkeleri, prensipleri,
ahlakı, dürüstlüğü, adaleti, insan sevgisi, Allah korkusu vardır.
Bir Budist, bir şaman, bir zen rahibi, bir
Müslüman, bir
Hıristiyan, bir Zerdüşt arasında hiç
fark gözetmeyecek kadar engin ve geniş bir görüş sahibi olmak elbette
hepimizin ortak insanlık idealidir ama bu ideale gidene kadar, yürünecek
çok yol var. Ancak yürüyenle yüründüğünden de yollar yürüyerek yani
uygulama ve disiplin ile aşılıyor.
Uygulama ve disiplinin ortadan kalktığı, herkesin kendi kafasına göre
bir yol tayin ettiği, yolunu genişlete genişlete
dejenere ettiği bir dünyada, mütevazı ve sade
bir şekilde kendi yolumuza sahip çıkma temrinleri yapmanın kime ne
zararı olabilir? Hatta belki topluma bile büyük yararı olur.
Ne dersiniz?
Düşüncelerinizi yazmaktan ve bizimle paylaşmaktan çekinmeyin!...
Hangi yolcunun, hangi yolda, kime, ne zaman yararı olacağını
bilemeyiz. |
YAŞAMA UYUMLANMAK |
Esneklik
kazanmak, yaşama uyumlanmak demek
doğru bildiğimiz evrensel ilkelerden sapmak demek değildir. Ama bir
manada da her türlü ilkeye de yani her insanın kendi doğrularına açık ve
saygılı olmak demektir. Yoksa sahip olduğumuz 3-5
ilke ile hayatlarımızı geçirmemiz gerekir.
"Peki o zaman yeni
ilkeleri nasıl öğreneceğiz?"
Demek ki hem yeni ve yüksek
ilkelere açık olacağız hemde
sağ duyumuz ile ilkeleri tartacağız. Bu şu
demektir; Evrende o kadar çok yaşam formu ve ihtiyaç noktası
vardır ki...
Dolayısıyla o ihtiyaçların birde karşılığı vardır. Yani yaşanan
her süreç ve o süreç içindeki tüm doğrular ve tüm ilkeler; o zamanda, o
noktada, o varlıkta, o süreç için doğrudur. Bir sonraki noktada ise
başka bir doğruluk başlayacaktır.
Her şey zamanında ve yerinde
gerçekleşmektedir. Dolayısı ile her ilke ve
her doğru, her varlık için değişkenlik gösterecektir. Kabul etmemiz
gereken budur. Bu kadar evrensel bir anlayış ve sevgi ve şefkat ile her
doğrunun öncelikle o insan için doğru olabileceğini görmek gerek.
Örneğin kötü bir insanın bile o zaman, o
mekan ve o şuurdaki tüm doğruları kendisi için doğru olacaktır. Yoksa
gelişemez. Her türlü yanlış yada hata diye
adlandırdığınız şey de aslında bizi geliştirmek için vardır.
Bu noktada
esnemek, yaşama
uyumlanmak demek şudur;
Bugüne kadar kendi evrensel deneyim ve çabalarımızla elde etmiş
olduğumuz bilgilerimizi silmeden, ama
başkalarının da kendi süreçleri içindeki kendi doğrularını yaşamalarına
izin vermek; sevmek, anlamak, uyumlanmaktır.Yoksa
gelişemezler.Tıpkı bizim gibi onlarında
gelişmeye ihtiyaçları ve programları vardır. Her varlığın kendinden
sorumlu olduğu gerçeği ile herkese kendini var etmesi için şans ve zaman
verilmelidir.
Öğrenmemiz gereken en önemli şey
ise; hepimizin yeni bakış açılarına ihtiyaç
duyduğu gerçeği. Evrenin ne çok olasılıklı ve ne çok değişik formda
olabileceğini bizimde kabul etmemiz, saygı ve
sevgi ile karşılamamız gerektiğidir. Çünkü her bir varlığın kendini var
etme çabası oldukça önemli ve saygı duyulacak bir süreçtir.
Kendimizi geliştirirken
diğerlerinin de aynı şekilde kendilerini
geliştiriyor olmalarını sevgi ve sevinç ile karşılamalıyız. Her şeyi
olduğu gibi kabul etmeliyiz.
Bilgi ve yozlaşma
Günümüzde insanoğlu bütün gelişme ve bilimsel ilerlemelere rağmen mutlu
değildir. Kederlidir, endişelidir, tatminsizlik içindedir.
Ya olanlar karşısında ilgisiz bir kişisel
yaşam sürmektedir ya da karmakarışık bir
zihin ve ruh hali ile karşılaştığı yaşam olaylarını çözümleyememenin
boğuntusunu yaşamaktadır. Genel bir yaşam görüşü, kaliteli bir sentezi,
açık-seçik bilgisi yoktur. Bir insanda samimiyet, içtenlik, saflık
bulunmazsa yani iç varlığına ait bilgiden yoksunsa, ruhsal yönden çok
cılızlaşmışsa durum kötüye gidiyor demektir. Bir toplumun elinden
fazilet, erdem ve ahlakı alırsanız o toplum çökmeye mahkum olur.
Samimiyetin ve güvenin gerçek ruhsallık olduğunu bilmemize rağmen
yaşamın günlük akışı arasında, bu gerçekliği uygulayabilmek için hayli
güçlü olmak gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Hakikati bilmek
kadar, izinde yürümek de zordur, hatta çok zordur. Hepimiz bu dünyanın
insanıyız ve elimizdeki işleri boşlamayı ya
da kestirme yoldan zengin olmayı, köşe dönmeyi ön plana aldığımızda,
yasalar, kurallar ve vicdan sesi sustuğunda, yukarıda anlatılanlar olur
ve yozlaşma her geçen gün derinleşir. Nereye kadar? Toplum vicdanı
harekete geçip, bireyler tek tek önce
vicdanlarında
‘dur’
deyinceye kadar da
sürer.
Aslında
her yıkımın, her yozlaşmanın bir yeniliğin ve iyiliğin de habercisi
olduğu gerçeğini unutmadan yaşamakta çok yarar var. Aksi takdirde
dünyada her şeyin hiç durmadan kötüye gittiği duygusuna kapılır, kendi
psikolojik sağlığımızı ve yaşam kalitemizi de bozarız. Her gecenin bir
sabahı mutlaka vardır. Ne gece ne de gündüz sürekli kalabilir…
‘Hikmet ancak Hikmeti bilenlerle beraber büyür’
diye bir söz vardır.
Şu yaşlı gezegenin, çilekeş varlıklarının yasalara olan dik başlılığı ve
ben merkeziyetçiliği ne zaman durulursa, sözü edilen aksaklıklar da o
zaman düzelir. Huzur, ahenk, denge ve gerçek bilgiye kavuşuruz… Ve
uyanış, ayağa kalkış başlar.
Uyanışın tüm
sıkıntılarını dünya olarak hep birlikte yaşıyoruz.
YAŞAMLA BARIŞMAK |
Barış;
Aniden meydana gelecek felaket karşısında üzüntü mü duyuyorsunuz?
Belki de hiç meydana gelmeyecek.
Aksilikler;
Hemen hemen
hepsi kalbinizde yer alan büyük kötülüklerin Yüce Ruh tarafından
atılma ölçüsüdür.
Uzun süreli sıkıntılar;
Onlar herkesi kötü bir duruma getiren
ve dua ve sessizlik kliniğine ihtiyacı olan hastalardır.
Unutkanlıklar;
Başkaları üzerinde karar alma hakkını görenler merhamet edin,
çünkü hangi tür problemlerle
karşılaşacaklarını bilmiyorlar.
Bizim hatalarımız;
Kendimizi düzeltebilmek için kutsal
fırsatlar olarak değerlendiriniz.
Sevdiklerimizin hataları;
Onların deneyimlerine saygı göstererek kendi sınavlarımızla karşı
karşıya olduğumuzu anlayalım.
Zorluklar;
Kendi imanımızı değerlendirmek için denemelerden başka bir şey
değil.
Fiziksel hastalıklar;
Aydınlanma için aralar ve ruhsal dünyanın yeniden inşası
Endişe beklentileri;
Şöyle düşünün: Tanrı’nın merhameti ile dün ışıldayan güneş, aynı
şekilde bugün de ışıldayacaktır.
F.C.Xavier’den
Andre Luiz
Yaşama karşı tavrımız, onun bize neler göstereceğini belirler. Eylem
daima düşünceyi izler. Kendini ezilmiş hisseden ve öfkesi burnunda
olan insanların işlerinin sürekli ters gidiyormuş gibi göründüğüne
hiç dikkat ettiniz mi? Oysa neşeli ve iyimser bireyler zorluklar
karşısında asla yılgınlık göstermezler. Bu durum, kader icabı değil,
tamamen bizim tavrımızla ilgilidir. Aynı şeyler hepimizin başına
gelebilir. Çünkü yaşam fanidir ve
engellerle doludur. Fakat bir deneyimi pozitif
ya da negatif yapan bizim kendi tavrımızdır.
Bu konuya ilişkin güzel bir örnekte
öykü şöyle: Kansere yakalanmış iki hasta var. Bu iki hastanın ortak
arkadaşlarından birinin anlattığına göre, hastalardan birincisi,
kansere yakalandığını öğrendiğinde karamsarlığa gömülmüş ve
yaşamında herhangi bir değişiklik yapmaksızın aynı şeyleri yemeye
devam etmeye etmiş. İkincisi ise kanserin kendisine galip
gelemeyeceğine karar vermiş ve beslenme düzenini değiştirmişti.
Belirli bir zaman periyodu içinde ikinci hasta iyileşmiş, birincisi
ise bedeninden ayrılmak zorunda kalmış. Öyküyü anlatan arkadaşları
elbette farklılığı yaratan şeyin yalnızca beslenme olduğunu
düşünmekle yanılmıştı. Çünkü bu farkı ortaya çıkartan şey yalnızca
alınan gıdalar olamazdı. Şüphesiz diyetin sağlık üzerindeki önemi
tartışılmaz ama en önemlisi, hastalık karşısındaki
tavırlanmadır.
Bu örnekte birinci hasta, kurtulamayacağını düşünüp, herhangi bir
değişiklik göstermek için çaba göstermemiş. İkinci hasta ise kendi
yaşamının sorumluluğunu yüklenmiş ve pozitif bir yaklaşım içine
girerek, tüm yaşamının kontrolünü tekrar ele geçirip, huzurlu,
sağlıklı ve mutlu bir bakış açısına ve en önemlisi yeni bir yaşama
kavuşmuştur. Bunun bir diğer adı da
“Yaşamla
Barışmaktır”
"Yaşam bizim tarafımızdan dokunmayı bekleyen evrensel bir kumaş
gibidir. Onun nasıl dokuyacağı ise dokuyanın sihirli parmaklarındaki
gücü nasıl kullanacağına bağlıdır." |
|
SEVGİ
VE ŞEFKAT GEREKSİNİMİMİZ |
Görünenin
ardındaki görünmeyeni yani ruhsal yönümüzü
yüzyıllardır görmezden gelen gezegen sakinlerimiz bu eksiğini büyük bir
gerilimle tamamlamaya çalışıyor.
Sevgi, şefkat, paylaşım, yardımlaşma ve dayanışmayı unuttuğumuz için
uyarıcı senaryolarla;
‘önce insan’
olduğumuzu anımsamaya çalışıyoruz..
Ne kadar gelişmiş bir teknolojiye sahip olursak olalım, ruhsal yasaların
işleyişine öncelik tanımadığımız sürece de bu yıkım devam edeceğe
benzer. Ruhsal tıkanıklıkların aşılmasının tek çaresi sarsıcı ve şok
edici olaylarla gerilimler yaşamak olmamalı!
Sevgi, şefkat, paylaşım, yardımlaşma, dayanışma, dostluk, kardeşlik,
birlik duygusuna ne oldu?
Sevgiyle,
yumuşaklık, uyum ve esneklikle de pek çok şeyi aşabilir ve değişim
yaşayabiliriz. Yeniden yapılanma için yıkımın bu kadar sert ve maddi
düzeyde olması da gerekmiyor. Binlerce yıldır oluşturduğumuz değerleri
tamamen yok etmeye çalışarak bir yere varamayız ki! Tüm o değer
yargıları da bizleri bugünlere taşıdıkları için kıymetli ve gerekli.
Sadece zarif ve yumuşak bir biçimde enerjinin seviyesini esneklik ve
uyumla yükseltmemiz de mümkündür. Tüm karşılaştıklarımızı sert ve katı
bir şekle sokmak bizim seçimimiz oluyor, ister istemez.
" Bizler kendi
yeni dünyalarımızı oluşturanlarız. "
Değişim bizim
dışımızda tüm hızıyla zaten sürüyor. Uyanık, esnek ve uyumlu bir
zihinle, günlük yaşamda karşılaştığımız sıradan gibi gözüken olayların,
gizli dilini çözmek aslında hiç de zor değil. Sadece biraz dikkat
gerektiriyor.
‘Aaa
bu olay çok zorlayıcı, nereden çıktı, hiç sevmedim, yapmayacağım işte’
demek yerine, biraz daha yumuşak ve
esnek bir şekilde, yüreğimizdeki şefkat ve merhameti önce kendimize
uygulayarak,
‘sevmedim, ama madem beni zorluyor,
öyleyse, dur bakayım bu olay benden ne istiyor, hangi yanımı
değiştirmeye yarayacak, bir araştırayım’
diyebilmek zaten gerçek bir esneklik ve uyum çalışmasıdır ve günlük
yaşamın sıradan, yatay olayları arasında kaybolmayı engeller.
Günlük yaşamdan
kaçmadan, her olayla iç içe ama daha yukarıdan, kartal bakışı ile
dikeyde yaşayan bir gözlemci olmak ve yaşama dikey bir bakış açısı ile
katılmak, insan onuruna ne de yakışır değil mi ?!...
Uyum
ve esneklik
Bireysel gelişim adına yapılacak uyum ve esneklik çalışmaları; dikey
plan çalışmalarının bir bölümü olmasının yansıra, aynı zamanda bizlerin
tekamül/evrim planında da ana bir hedeftir.
İçinde bulunduğumuz her türlü şart ve koşula
uyumlanabilmek demek zaten dikey durmak
demektir.Yani ruhsal değerlere bağlı ve bir teslimiyet hali
içinde olmak daha da ötesi yüksek bir anlayış demektir.
Nedir
dikeyde yaşamak?
Dikey
yaşamak;dünya yani madde tesirleriyle değil
de evrenin kozmik tesirleriyle beslenmek ve
varolmak demektir.Yani ruhsallığa açık olmak,yüzünü ruhsal
dünyaya dönmek, ruhsallığı unutmadan çalışmak ve ruhsallıktan beslenmek
demektir. Daha açıkçası, bize en büyük hazzı ve mutluluğu veren
şeylerin; şan, şöhret, para, madde hırsı, sahip olmak tutkusu olmaması
demektir.
Gerçek bir dikey yaşam uygulaması neticesinde zaten geleceğimiz nokta
maddi planın tesirlerinden etkilenmediğiniz nokta
olacaktır. Bir manada gerçekleri gördüğümüz şuurumuzun giderek ve
giderek daha açık olacağı noktadır. Şimdi buraya doğru ilerlerken; her
varlık kendi planı dahilinde uyum ve esneklik
çalışmaları yapar. Zaten yeryüzüne gelmemizin de
manası budur.
Burada içinde bulunduğumuz şart ve koşullara
uyumlanarak esnemek, bakışımızı yükseltmek, kalıplarımızı kırmak,
giderek yükselerek incelmek, büyümek, genişlemek. Ve
en nihayetinde evrensel bir bakışa sahip olabilmek.
İşte insanoğlunun gerçek amacı… |
GERÇEK ZANNETTİĞİMİZ |
Bazen
yaşamın içinde çok karışıkmış gibi görünen olaylar vardır. Ama aslında
onu karışık yapan, içinden çıkılmazmış gibi yapan kendimizden başkası
değildir. Düşüncelerimiz, endişelerimiz, korkularımız olaya eklendiği
zaman karışıklık başlar. Çünkü onlar karışınca bazen doğru
bildiklerimizi bile yapamaz hale geliriz.
Aslında cevabı biliyor olmamıza rağmen, duygularımıza yenik düşeriz.
İçimizin gerçek sesi yerine, duygusal yanımızı ön plana çıkararak
hareket ederiz. Oysaki o duygu girdapları, zaten çoğu zaman karışıklığı
yaratan şeyin ta kendisidir. Belki de, onları kenarda tutarak karışık
diye nitelendirdiğiniz herhangi bir olaya baktığınızda meselenin çok
basit, çözümün ise çok kolay olduğunu görebiliriz. Korku ve
endişelerimizden uzaklaştığımızda, o çözümü uygular hale gelebiliriz.
Aşırı duygusallıkta
bir çeşit zafiyettir aslında. Çünkü bizi bizden, gücümüzü içimizden,
mantığımızı aklımızdan alır. Tamamen onun kontrolü altında hareket
etmeye başlarız. O esaret altında gerçekten yapmamız gerekenleri
yapmakta zorlanır ve gecikiriz. Ve biz geciktikçe de işler olduğundan
daha karışık görünmeye başlar.
Oysa evren bizlere çözemeyeceğimiz problemler vermez. Sonuçlara
götürmeyen nedenlerle karşılaştırmaz. Her şeyin bir nedeni, her nedenin
bir sonucu, her sonucunda birbiriyle ilişkisi vardır. Bir hareket, diğer
bir hareketten etkilenerek meydana gelir ve o da yeni bir hareketi
oluşturur. Çünkü her şey birbiri için vardır ve birbirine hizmet eder.
Bu evrenin en yüksek vazifesidir.
Karşımıza gelen zor olayların çoğu zaman zor oluyor olmasının sebebi,
bu neden-sonuç ilişkisinden bağımsız düşünüyor olmamızdır. Hangi olayın,
hangi olayı tetiklemesi sonucu bugün içinde bulunduğumuz duruma
gelmişizdir? Bunu hiç sorgulamayız...! Sadece esareti altında olduğumuz
duygularımızla; üzülerek, öfkelenerek, kontrolümüzü kaybederek hareket
ederiz.
Kendimizi o duygusal zafiyetten arındırdığımız anda, önümüzde bekleyen
problemin hemen yanı başında çözümünün de durduğunu görebiliriz. Aslında
o hep orada duruyor,sadece biz onu görmeyi seçiyor ya da seçmiyoruzdur.
Tamamıyla duyguların kontrolü altında hareket etmek, bizi
güçsüzleştirmekten ve gerçekleştirmek istediğimiz şeyleri geciktirmekten
başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü o duygu girdabına kapılarak, onlara
tutunup hareket etmeye çalıştıkça; karmaşık diye nitelediğimiz olaylar
daha da karmaşık, daha da içinden çıkılmaz hale gelecektir.
“ Varlığın içsel donanımını
keşfedebilmesi, evrenle olan gerçek bağını görebilmesi için pek çok
tekamül evresinden geçmesi gerekmektedir. Oldukça kaba, kalın ve yoğun
bir enerji alanı olan madde enerjisinden sıyrılarak, giderek incelip
hafiflemek ancak bu süreçlerin sonunda gerçekleşebilir. Bu
kaba madde enerjisinin tesiri altındayken, varlığın kendi varoluş
maksadının bilgisine vakıf olması pek olasılık dahilinde değildir.
Yaşamakta olduklarının gerçek amaçlarını ve nedenlerini çözebilmesi çok
kolay değildir. Çünkü içinde bulunmakta olduğu yoğun ve baskın alan,
onun evrenle olan ilişkisini sınırlandırıp, kısıtlamaktadır. Böylece o
alanın gerçekliklerini gerçek, bilgisini bilgi, gereklerini gereklilik
gibi görmesine neden olmaktadır.
Ancak bu tekamül evrelerinin ardından başlayan süptilleşme sürecinde,
bu kaba ve yoğun alanın zaman içinde sırasıyla terk edilmesinden sonra,
varlık nihayet evrenle olan gerçek ilişkisini fark etmeye başlar. Ve
yavaş yavaş ‘asıl olanın’ gerçek bilgisine doğru bir yolculuğa çıkar.
Orada keşfedecekleri daha çok, kendisinin asıl kaynakları, varoluşunun
maksadı, evrenin gerçek nicelik ve nitelikleri gibi şeyler olacaktır.
Bir önceki tekamül evresinde, terk etmiş olduğu yoğun madde alanlarının
esareti olmadan, bu defa yeniden kendini var etme imkanına ve deneyimine
sahip olacaktır.
Ve gelmiş olduğu bu yeni şuur hali ile üzerindeki o sınırlı ve kısıtlı
alanlardan kurtulmak suretiyle; evrendeki nice geniş deneyimlere,
yepyeni bilgilere, başka başka gerçekliklerin imkanlarına doğru açılma
olanağı bulacaktır.”
Her son yeni bir başlangıçtır
Yeni çağ
hafiflemek demektir. Üzerimizdeki tortulardan kurtulmak, asıl
varlığımıza daha da yaklaşmak, nihayet evrenin dilini anlamaya başlamak
demektir. Yani gözlerimizin, suretini değil aslını görmesi demektir.
Gerçek sandığımız
şeylerin ne kadarı gerçekten gerçek? Değerli dediğimiz şeylerin ne
kadarı gerçekten o değere sahip? Değerliye yüklediğimiz anlamlar,
çoğunlukla maddeden, şan şöhretten geçiyor. Zengin olmak, ünlü olmak, en
güzel olmak yaşamın gayesi, hedefi haline geliyor. Maddeye sahip
olduğunuz oranda güç sahibi, otorite sahibi hatta saygınlık sahibi
oluyorsunuz. O kadar ki, o maddeyi hangi yollarla ele geçirmiş
olduğunuzun bile bir önemi kalmıyor. Alın teriyle kazanılmış gerçek hak
mıdır, değil midir kimsenin gözü görmüyor.
Bu maddenin gücüdür. Kapılan içinde uzunca bir yoldur. Çık
çıkabilirsen içinden, uğraş dur. Çünkü maddeye sahip oldukça üzerimize,
gözlerimize bir kat daha perde iner, kabuklarımız birer kat daha
kalınlaşır.
Eskiden erenler, ermeye dağlara çıkar
kendilerini ararlardı. Her şeyden arınıp, kendi özlerine, Tanrı’larına
bir kat daha yaklaşmak için türlü sıkıntılara katlanırlardı. Onları
gören halk da, saygıyla onları izler, sözlerine itimat ederlerdi.
Şimdilerde bilginin, bilgeliğin bile kısadan bir yolu, bir fiyatı var.
En çabuktan nasıl ererim formülleri, eh formüle göre de bedelleri var
elbette. Kendini Tanrı yoluna adamış Yunus’ların ise sadece adı var, o
da duymak isteyene.
Ne zor iştir kendinden geçip de, gerçeğe doğru yürümek. O kabukları
bir bir aşıp da, içerdekine varmak.
Eski doğu öğretilerinde, her bir değere varabilmek için yıllar, onun
karşılığı da ömürler verilirdi. Ne bir acele, ne de bir telaş içinde
olmadan ince ince işlenirdi bilgiler.
Ta ki, en derinlere nüfuz edene kadar.
Şimdiyse, birkaç ay içinde belli başlı
kurslara gidip, birkaç kitap okuyarak her şeye sahip olmak mümkün.
Zahmetsiz ve kolay yoldan, sadece bedelini ödeyip
tüm zamanların sırlarına ulaşmak mümkün. Tüm bunlar bir sonun
başlangıcı aslında. Yozlaşan değerler, kaybolan nizamlar, yitirilen
manevi ilkeler başka neyin habercileri olabilir ki?
Sonun yaklaştığını değil, bizzat onun
içinde bulunduğumuzun ifadesinden başka bir şey değil bu göstergeler.
Ancak her son yeni bir başlangıç demektir. Ve bu da eski ve
dejenere olmuş bir çağın kapandığını, yepyeni
bir çağın başlayacağını işaret ediyor. Gözlerimizin suretini değil,
aslını göreceği yepyeni bir çağ... |
Gökkuşağının farklı renkleri
Acı ve
ıstırabın bin bir yüzü, bin bir çeşidi vardır ve bu bin bir yüzün içinden
geçmeden de bir yere varmanın yolu yoktur... Mevlana'nın, Yunus Emre'nin
yolu da aynı yoldur... daha nicelerinin de... çünkü başka yol yoktur...
doğdun mu bir kez indin mi buralara, acıya temas etmemek, içinden geçmemek,
ta ki ne kadar fazlan var ise onu terk edinceye kadar içinde dönenmemek
mümkün değildir.... terk etmenin bir biçimidir bu... evet acılar içinde,
evet perperişan... bu süreç hep böyledir... fazla olanı bırakmak
istemeyince, hep böyle acı verir... Acısız olmaz mıydı? Olurdu... Eğer terk
etmemiz gerekenleri sevgiyle kabullenip, bir bir bıraksaydık kendiliğinden
uçup giderdi, acı da vermezdi... ama bunu yapacak noktada değiliz ki...
Terk etmek gerektikçe tutunmak en ağır ıstıraptır... yoksa bize ıstırap
eden yoktur... tutunmak eylemi acı verir... o her şeyi bu kadar ağır ağdalı
yapar... süreyi uzatır... Acı verenin, tutunmaya çalışmak olduğunu anlamak
gerekiyor... olaylar değil... tutunmaya çalışmak acı verir... bırakman
gerekenlere, terk etmen gerekenlere yapışıp, tutunmaya çalışmaktır asıl
acılı olan... yaşam değil...
Bin bir karmaşa arasında acısı, sevinci ile yaşanan günlük yaşam içinde
insan, bazen durup şu soruyu sorar kendine;
“Ben
bu kadar ACI çekmeyi hak ettim mi? Oysa ne kadar iyi bir insanım, kime ne
zararım var ki? Etliye de sütlüye de bulaşmam”
bu tip soru ve yanıtlar insanın yaşam serüveninde karşılaştığı olaylar,
acılar, zorluklar karşısında belki de bir savunma mekanizması olarak anlamlı
olabilir; bir süre nefes aldırabilir ama bu tip, tek yönlü ve kendine
yönelik soruların yanıtları her zaman sandığımız gibi değildir çünkü böyle
bir yanıt ayrımcı bir yanıttır ve insanın kendisini, içine doğduğu dünyadaki
diğer insanlardan çok farklıymış, tek ve özelmiş hatta kusursuzmuş gibi
algılamasına neden olur. Elbette insan özel ve tek. Fakat bu aynı zamanda
bütünün bir parçası olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmıyor ki!
Hem özel,
tek ve farklıyız; hem de hepimiz aynı bütünün bir parçasıyız. Yani aynıyız.
Hem aynı, hem de farklı olmak paradoksmuş gibi görünen bu iki kavramı net
olarak anlamak için gökkuşağını gözlerimizin önüne getirebiliriz veya tıpkı
bir tablonun farklı renkleri olmak, hem de tek bir tabloyu meydana getiren
bütünlük içinde olmak gibi bir şeyi düşünebiliriz.
Gökkuşağının farklı renklerinin bir arada olduğunda sunduğu o muhteşem
armoni gibi bizim farklılığımız ve benzerliğimiz de dışarıdan bakıldığında
hem bütün hem ayrı gözükebilir. Bir gökkuşağının içinden renklerini
ayırabilir misiniz? Yandaki resmi inceleyin, mümkün değil, en çok birkaç
renk ön plana çıkıyor oysa iç içe geçmiş yedi rengin armonisi söz konusu bir
gök kuşağın tayfında.
İşte tıpkı gökkuşağındaki renkler gibi bütünlüğün anlamı içinde bir
fonksiyonumuz olduğu gerçeği; aynı zamanda tek başına da özel bir anlam
içerdiğimizi kendinde saklı tutuyor. Ancak bu saklı anlam ile şuurluluk
arasında sıkı bir bağlantı var, saklı anlam gökkuşağını oluşturan diğer
renkler ve biçimlerle birlikte var olduğumuz, tek başımıza varolamayacağımız
şuuru uyandığı zaman ortaya çıkıyor. Yoksa bütün bunları bilmeden, anlamadan
yarı uyur yarı uyanık yaşıyoruz bu güzel yaşamı ve bize yazık oluyor.
Bilsek de bilmesek de biz hem etrafımızda bulunan her şeyle, aynı bütünün
parçaları olmak nedeniyle görünmeyen bir iletişim içindeyiz, durmadan bir
radar gibi bir alıcı-verici gibi gönderiyor alıyor, dönüştürüyor ve yeniden
yeni bir alıp-verme sirkülasyonu içine giriyoruz. Aynı zamanda da her şey
bizimle hiç durmadan iletişim kuruyor, ileti yolluyor, bilgi alıyor, bilgi
veriyor; devamlı yeni enerji, bilgi yani yeni alan dengeleri kuruluyor.
Hem doğrudan ilişkide bulunduklarımızla, hem de hiçbir ilişkimizin
bulunmadığını düşündüğümüz şeylerle sürekli etkileşim içindeyiz. Üstelik bu
etkileşim tekdüze ve belirgin olmayıp sürekli değişiyor. Çünkü yaşayan,
değişen ve değiştiren bir bütünlüğün parçasıyız.
Bu durum, bilgi ve enerji transferine ve dönüşümüne neden oluyor. Tıpkı
ağaçların çevrelerindeki atmosferi benzer bir metotla yenilemeleri gibi biz
de bazen yükseliriz. Hem duygu ve düşüncelerimiz yükselir, hem de kendimizi
çok daha dinç ve zinde hissederiz. Bazen de enerjimiz tükenir,
düşünemeyecek, kıpırdayamayacak hale geliriz. Önemli olan bu halleri takip
edebilmek, farkında olmak ve dönüşümü bilerek, isteyerek, şuurlu bir biçimde
gerçekleştirmektir. Ama dönüşümü bilinçli yapmanın bir yolu daha vardır ki,
o da evrendeki Feda Yasasından haberdar olmak ve bilerek isteyerek gerekli
dönüşüm için bir şeyleri feda edebilecek gücü kendinde barındırdığını
anlayarak eylemde bulunmak!... Örneğin; fedakar bir anne çocuklarının
eğitimi için yıllarca ek bir işte çalışabilir, ya da günün yorgunluğuna
aldırmadan gece de dikiş dikebilir, örnekleri çoğaltmak ve yaymak mümkündür.
Kendini
yeniliğin ve iyiliğin doğması için feda eden bir kişi bile çok kıymetlidir,
sevgi dolu insanların; aileleri, toplumları, meslekleri ya da ülkeleri için
yaptıkları fedaları da kendi çevrelerine ışık tutmaktadır. Dünyanın pek çok
yerinde bu şekilde çalışacak güçte insan vardır. Çalışmaktadır ve kendi
çevrelerinde küçük mumlar yakmaktadırlar bazı enerjileri temizlemek için,
birilerinin kendini o enerjiye feda etmesi gerekir yani o acıya… Ama bu çok
kıymetli bir iştir çünkü feda eden varlığın inanç enerjisi ile yeni ve temiz
alanlara ulaşılır elbette evrenin yardımları da vardır bu işte. Yoksa varlık
tükenir. Evrenin desteği hep vardır o varlıkta, o da gücünü evrenden alır ve
ortaya yıkanmış, temizlenmiş, borcu bitmiş yeni alanlar, yeni sayfalar
çıkar.
Dönüşüm böyle bir şeydir. Dönüşümü gerçekleştirmek ve kullandığımız
enerjiyi, evrimimizin hızlanması için sabitleyebilmek yani mümkün olduğunca
yüksek seviyede tutmak, günlük olayların girdaplarına çok fazla katılmamak,
gelişimimiz ve iç huzurumuz için o kadar önemli ki! Şimdi enerjiyi
sabitleyebilmek yani yüksek seviyeli enerji kullanmak için şuurlu şekilde
bilerek ve isteyerek neler yapabileceğimize kısaca göz gezdirelim;
-
Mümkün olduğunca
zihinsel, mental olarak berrak kalabilmek ve konsantrasyon dağınıklığına
mahal vermemek
-
Gerek çevresel etkiler, gerekse kendi
duygusal hallerimizin, endişe ve kaygıların yarattığı durumlar karşısında
dik kalabilmek enerji düzeyimizi koruyan, evrenin yüksek enerjileri ile
kurduğumuz bağlantıları, ayarlarımızı muhafaza eden şeylerdir.
Bu da bir nevi evrensel ilkelerin uygulama alanıdır. Evrensel ilkeler
ışığında, yüksek enerji seviyesinde kalarak, bu kuralları uygulayıp hayata
geçirmek evren armonisine katılmak anlamına gelir.
Ayrıca 3 önemli temel prensip vardır ki, bu temel prensiplere ne kadar
yaklaşırsak o kadar iyi uygulayıcılar oluruz.
*
Tam güven
* Tam teslimiyet
* Hayatın akışı içerisinde olabildiğiniz en iyi durumda olduğunuzu bilerek
yaşamak....
GERÇEK
İHTİYACIMIZ |
İnsanlık ailesinin değerli bireyleri olarak değişim ihtiyacımız her
geçen gün artıyor. Biz çok farkında olmasak da değişim
rüzgarları bizi önüne katmış, savuruyor da
savuruyor… Nasıl mı? Açıklaması basit, hepimiz her
gün ya da ara ara,
“aaa yok hiç işim olmaz benim o olayla, o
insanla” dediğimiz
durumlarla iç içe oluveriyoruz değil mi?
Çevremizdeki insanlar değişim, değişim dedikçe hepimiz, ‘değişim beni
korkutmaz ki, ben değişmekten çok hoşlanırım’ dedik ve değişimi dışsal
şartlara bağladık, belki de rahatladık ama doğrusunu söylemek gerekirse
pek de çözüm de bulamadık.
Değişim sadece dışsal olaylara esnek olmak, yenilikleri sevmek
anlamına da gelmiyor her zaman… İçsel değişim de çok önemli. Kalıplaşmış
anlayışlar, davranış biçimleri, inançlar, yargılar, değişmez kararlar
yani kendimizi sabitlemek istediğimiz her durum ve davranış konusunda
yenilik yapmaya çalışmak bazen oldukça zor oluyor.
Şaşırtıcı ve şok edici olaylar
dizisi aman vermeden, asıl içsel değişim gerçekleşsin diye üstümüze
geliyor. Birbirimizle sohbet ederken doğal olarak şu sözler dökülüyor
ağzımızdan; “Herşey o kadar
üst üste geldi ki kendimi toparlayacak zaman bulamadım.”
Değişim artık bir moda sözcük
olmaktan çıktı, bir gerçek olarak tam karşımızda duruyor ve hepimizi
yenilenmek konusunda uyarıyor. Bilgi sözel olarak ifade edildiğinde
değil de uygulandığında bir enerji ve değişim açığa çıktığından; bu
noktada iyi entelektüel olmak pek işe yarayacak gibi gözükmüyor. Aksine,
“Az laf çok iş”
deyişine uygun olarak çok uygulama
az söz, içsel değişim için daha yararlı bir yol gibi gözüküyor…
Kendini karlı dağların zirvelerine
yükseltmeyi kim istemez ki. Hepimizin yüreğinde aynı
bilgelik arzusu saklı. Kimileri açıkça bu ihtiyacı belirtken
kimilerinde de henüz saklı duruyor.Yüreğimizde yankı bulan her bilgiyi
alıp onu günlük yaşama uygulamanın ve onu kullanmanın, olağanüstü önem
kazandığı çok ama çok değerli günler yaşıyoruz.
Unutmayalım ki, köklü ve gerçek değişimler
içlerinde, ‘yıkarak yeniden yapılama’
paradigmasını
taşırlar. Hiç yıkım olmadan yeniden yapılan ya da en azından restore
edilebilen bir binaya hiç rastladınız mı?
Yerküremiz taşıyla, toprağıyla ve insanıyla bir arada değişmek
istiyor. Bu köklü ve derin bir değişim. Ekonomik,
politik ve sosyal her alanda bir tıkanıklık söz konusu.
Tıkanıklığı yaratanlar da bizleriz çünkü köklü bir değişimden ürküyoruz
ve sahip olduğumuz değerleri kaybedeceğimizi sanıyoruz.
“Değişim en büyük ve
tek gerçek ihtiyacımız. Peki! Değişmek için neler yapabiliriz sorusu ise
en çok ihtiyaç duyduğumuz soru.”
Öyleyse
dışarıda aradığımız huzuru içimizde bulmak ve en derin
gerçekliğimizin dingin sularına dalabilmek için
“esneklik ve
uyum”
pratiklerini
her gün ya da her aklımıza geldiğinde
uygulamaya başlayabiliriz. Yaşama
uyumlanmakla ilgili her pratik bizi evrensel
bir bakışa daha da yaklaştıracaktır.
Nedir evrensel bakış?
Evrensel
bakış; her şeyi olduğu gibi kabul edebilmektir. Dünya ve evren
üzerindeki her türlü ama her türlü yaşam formuna sevgi ve anlayış ve
şefkat ile bakabilmektir. Gerçek ihtiyaçları görüp acımamak ve
oyalanmamaktır. Kendimize ve gelişim ihtiyaçlarımıza doğru bakabilmek
yaşadıklarımızı buna göre değerlendirebilmektir. Hem kendimizin hem de
diğerlerinin gelişimlerine ve gelişim araçlarına saygı ve sevgi
duymaktır.
Evrensel Bakış nasıl elde edilir?
Uyum ve esneklik çalışması ile... Yani tüm
insanlık ailesinin şu anda yeryüzünde yaptığı çalışma ile.
Bizi zorlayan, gerilimler yaratan olaylar bizlerin içindeki kapasitenin
ortaya çıkmasına neden olur ve kapasitemiz her geçen gün biraz daha
açılıp genişledikçe içinde bulunduğumuz ortama biraz daha uyumlu hale
geliriz. Böylece "hayatta olmaz"
dediğimiz kalıplarımızın nasılda esnediğini görürüz. Yani
büyüdüğümüzü!
Çünkü evrende her şey mümkündür.
Evrenin kalıpları yoktur, tekdüzeliği yoktur. Evren her formdadır.
Zorlayıcı olaylar uyum ve esneklik kazanmak içindir ki, böylece daha
geniş bakış açılarına sahip olabilelim. Daha
anlayışlı ve daha şefkatli ve tabi ki
daha sevgiyle davranabilelim... |
KOŞULSUZ SEVGİ |
Hayatın iniş ve
çıkışları vardır. Çoğumuz bu oyuna kapılır gideriz. İşler yolundayken
kendimizi mutlu hissederiz, bozulunca üzülürüz. Yaşama bu tür bir
yaklaşım güçsüz bir yaklaşım biçimidir. Dalgalarla sürüklenen dal
parçası gibisin demektir. Akıntıya göre gidersin. Şu anda bir yönde
gidiyorsun, bir sonraki anda başka bir yöne. Oysa yaşam oyununu iyi
oynamanın yolu, tüm yargılardan olabildiğince kurtulmak ve
hafiflemektir. Ve şöyle doğal bir duruşu gerektirir:
“Başıma gelen her şey güzeldir. Kusurlu oluşumuz,
yaptığımız yanlışlar ve onlardan aldığımız dersler yaşamımıza anlam
katar..."
Başarılı olmak, daha çok şey yapmakla değil, daha çok şey olmakla
ilgilidir. Aslında biz yaşamda istediğimiz yere varıyor değiliz,
gerçekte olduğumuz şeyi gün yüzüne çıkarıyor ve onu madde dünyasına
indiriyoruz.
Doğu Bilgeleri der ki;
“Yaşamında
sevmediğin, sinir olduğun ve sıkıntıya girdiğin şeylerin hepsi şu andaki
sınıfında öğrenmen gereken dersleri içeren araçlardan başka bir şey
değildir. Bu sınıfı geçmelisin ki bir sonrakine başlayabilesin.”
Özünde bütün insanlar
iyidir. Saldırmak, suçlamak, yargılamak yerine koşulsuz sevgi ve
anlayışa ulaşmayı hedef edindiğimizde, daha yüce ve aydınlanmış tepkiler
vermek zorunda kalır, eskiden olduğu gibi davranmayı kendimize
yakıştırmamaya başlarız. Yüreğinde gerçek sevgiyle karşılaşan hiçbir
insan, yüreğinden uzak kalmaya dayanamaz. Işık girdiğinde, bütün
gölgeler yok olur.
Değişim
Biz
davranışlarımızı değiştirdiğimizde, insanlar da davranışlarını
değiştirmek zorunda kalırlar... Kendini değiştirmek, enerjini ziyan edip
karşındakini değiştirmeye çalışmaktan çok daha iyi sonuç
verir... Koşulsuz sevginin ilk temel şartı, karşı tarafı suçlamaktan
vazgeçip, değişimi kendinden başlatmaktır ki, bu günümüz modern terapi
yöntemlerinin de temelini oluşturur.
Olaylara ve yaşananlara bizim bakış açımızın değişmesi, olay veya
kişinin değişmesinden çok daha önemlidir. Öfkeyle hareket eden ya da
sevgisiz davranın bir insanın, bunun hemen öncesinde bir acı yaşadığını
göz ardı etmemek, onunla empati kurmak, kendini onun yerine koymak
anlamına gelir. Öfke sergileyen insanların bunu yapmalarının nedeni,
incinmiş olmalarıdır. Koşulsuz sevgi incinmiş insanlara daha çok sevgi
ve merhamet duymayı, şefkatimizi onlardan esirgememeyi gerektirmez mi?
“Birini bencil
buluyorsan, senin içinde de biraz bencillik olmalı.”
Yaşam yolculuğu, zayıf
noktalarımızı bulmak, onları iyileştirmek, sonunda da evrenle uyumlu,
yasalarla bütünleşen biri haline ulaşmak yolculuğundan başka ne
olabilir ki?
“Amacın
kalıcı huzur ve özgürlükse, seçebileceğin tek yol budur.”
Koşulsuz
Sevgi
Her olay
ve insan bir sebeple ortaya çıkar. Rastlantı diye bir şey
yoktur. Bilgeliğin anlamı, hayatımızdaki insanların bizlere birer ayna
oluşudur. Hepsi bizim en parlak ve en karanlık yanlarımızı yansıtır.
Bir başkasının büyüklüğünü takdir edebilmek demek, o büyüklüğü kendi
içinde görebilmek demektir.
İnsanların kendi tempolarında yürümelerine ve bizimleyken gerçek
benliklerini sergileyecek kadar kendilerini güvende hissetmelerine izin
vermeliyiz. Koşulsuz sevginin anlamı budur; Biz onlarla aynı düşüncede
olmasak bile onları dilekleri, sevgileri, hayalleri ve yapmak
istedikleri konusunda yüreklendirmek, o deneyimi yaşamalarına izin
vermektir. “Güçlü
bir düş insana umut verir.”
Unutmayalım ki bu gezegen, bizim daha iyi ya da daha kötü oluşumuza
göre, da daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Onun gidişatında hepimizin
rolü var. Bizler tüm eylemlerimiz hatta düşüncelerimizle aktif
katılımcılarız.
Bu evrensel
gerçekleri inkar etmek ya da görmezden gelmek bize yarar sağlamaz.
İnkar, gerçeği kabullenmenin acısından kurtulmak için kendine yalan
söylemektir. Çünkü insanların yaşadığı en derin kişisel yenilgi,
olabileceği kişiyle olduğu kişi arasındaki farktan kaynaklanır.
“Dünlerin, bugünlerin içinde fazla zaman işgal etmesine izin verme.”
İç
dünyanı ne kadar temizlersen, dış dünyan o kadar güzelleşir ve yaşamın
amacı tüm pırıltısı ile açığa çıkar.
Yaşamın amacı nedir?
Yaşamın
gerçek amacını bulan birine hiçbir hasım etkide bulunamaz. Nedir Yaşamın
Amacı dersek ilginç yanıtlar bulabiliriz.
Yaşamın amacı
nedir, diye düşündüğümüzde; Neden yaşıyoruz? Biz kimiz? Ve bu gezegende
ne yapmaya çalışıyoruz? Yetmiş veya seksen yıllık bir ömür; kendimizi,
varoluşu ve evreni anlamak, onun yasalarını uygulamak için yeterli mi?
gibi sorulara da yanıt arayan insanlar konumunda oluyoruz.
Dışarı
bakan, rüya görür. İçeri bakan, uyanır
Yaşamın amacı
olgunlaşmak, genişlemek, büyümek, doğa yasalarını anlamaya ve uygulamaya
çalışmak, özgürleşmek ve hedefe varmaktır.
“Ben yaşamımın hedefini bilmiyorum
ki.”
demeyin; aslında iç varlığının derinliklerinde herkes hedefini bilir.
Hedefimiz; astrolojik doğum haritamızda da
görüldüğü gibi doğarken hazırladığımız yaşam plânımızın
gerçekleşmesidir. Yaşam plânımız önceden, yine bizim tarafımızdan tespit
edilmiştir ve gerçekleşmek ister. İçinde bize ait mecburi dersler olduğu
gibi ödüller, sevinçler ve yeni fırsatlar da vardır.
Varoluşun ardı
arkası kesilmez, dönüşümleri ve değişimleri, sanki kulağımıza evrenin en
büyük sırrını fısıldar gibidir:
“Kozmik
süreç içindeki rolünü unutma. Sen bir enerji dönüştürücüsüsün. Ruhun
senin aracılığınla her gün bir yenilenme yaratıyor ve tüm varoluşun
değişimine sen de kendi ölçün kadar katkıda bulunuyorsun." |
AYDINLAN-AYDINLAT |
Şuur bütünlüğü, hepimizin ayni istikamete gitmesi, aynı hedefte
birleşmesidir. Oysa günümüzde şuur dağınıklığı yaşanmakta. Tek bir
rüzgarda savrulacak yaprak şeklinde duruyoruz hepimiz, acınası kurumuş
sonbahar yaprakları gibi… Bütünden yoksun, ana ağaçtan kopmuş,
parçalanmış, çok yalnız, çok güvensiz…
Kendi hedefinden yani yaşam programından kopmuş, niye yaşadığını
unutmuş, kaybolmuş insan yığınlarına dönüşmeden yapacak bir şeylerimiz
olmalı… Bu konu en az küresel ısınma kadar önemli, bunun adı
"Küresel
Bütünlük"
ve her birey ayrı
ayrı o küresel bütünün bir parçası olduğunu, yaptığı olumlu ve olumsuz
her eylemin bütünü etkilediğini anlayamadığında da iklim değişiklikleri
kadar zarar verici sonuçlara gebe…
Hedef öncelikle bir insanın belirlemiş olduğu yaşam programını
başarıyla tamamlayabilmesi, kendisi için hazırlanmış olan plana uygun
olarak ilerleyebilmesidir. Çünkü bu, onun gelişimine neden olacaktır.
Bir program, mutlak ve ancak o insanı geliştirmek üzere tasarlanır.
Ondaki eksiklikleri telafi etmek maksadıyla gereklidir.
Birey, plan ve programa uyduğu takdirde, kendi asıl yaşam amacını;plan
ve programını yerine getirecek böylece hem gelişecek hem de geliştirecek
demektir. Çünkü birinin gelişimi demek, diğerlerinin gelişimine katkı
demektir. Gelişirken geliştirmek demektir. Zincirler ve görülemeyen
bağlantılar sanıldığından çok daha mühim olmaktadır. İşte öncelikli
hedef budur.
Yaşam programını başarıyla
tamamlamak.
Aydınlanırken Aydınlatmak
Bunun ikinci bölümü ise aydınlanırken, aydınlatmaktır. Diğerlerinin de
aydınlanması gerektiğini görebilmek ve bunun için yapabileceklerini
kendinde saklı tutmamaktır. Kendi aydınlanmasının diğerlerinin
aydınlaması, diğerlerinin aydınlanmasının kendi aydınlanması demek
olduğunu anlamaktır. Geliştirmek, gelişmekle eşit değerdedir bunlar
birbirine bağlı zincirlerdir. Biri olmadan diğeri bir işe yaramaz.
Bireyler kendilerinden başkalarını da görebildiklerinde bunu da daha iyi
idrak edeceklerdir.
Belki de birimizin yaptığı bir şey bütün insanlığa mal olabilir. Biz
bir bütünüz. Bütün bir şuurun parçalarıyız. Ama ayrık hareket
etmekteyiz, tekil hareket etmekteyiz. Ama ancak bütünsel bir gelişim
fayda sağlayacaktır. Birimizin gelişmesi diğerlerini geliştirecektir.
Bir türlü görülemeyen bu zincirler ve bağlar öyle önemlidir ki… Belki de
görmeye çalışmak boşuna sadece hissetmek ve katılma arzusu duymak
yeterli olabilir.
İnsanlığımızın bu tekil, ayrıksı ve bencil düşünce biçimlerini anlamak
çok zordur, acı vericidir, başımıza ne geliyorsa, tekil, ayrıksı ve ben
merkezci düşüncelerden ve eylemlerden gelmektedir... Küresel ısınma
bunun en iyi örneklerinden sadece biridir.
Bir varlığın gelişmesi demek; insanlık ailesinin gelişmesi demektir.
Çünkü bu evrende yaratılmış her şey birbirine bağlı. En küçücük atom
parçacıkları bile birbirine bağlı, evren canlı, uzay canlı ve bir bütün.
Hem de birbirinden ayrılamaz bir bütün. Her şeyin gelişimi ve
değişiminin, bir diğerinin de gelişim ve değişimine yol açtığı bir
bütün.
Görülmeyen Zincirler
Bu nedenle hiçbirimiz sandığımız kadar tekil ve bireysel varlıklar
değiliz. Birimizdeki atom altı parçacık düzeyindeki gelişim bile, her an
nefes almakta olan ve canlı olan evrenin bir başka köşesinde tezahür
etmekte ve belki de başka tür bir etki olarak açığa çıkmakta ki modern
fizik kelebek etkisi dediği bu kavramı ispatlamak ve yeni bir çığır
açmak peşinde. Ve bu açığa çıkan etkide başka olaylara sebebiyet
vermekte. Bunlar henüz bizim göremediğiniz ama varolan zincirler ve her
şey birbirine bağlı.
O nedenle tek bir bireyin bile gelişmesi, enerji düzeyinde yükselmesi,
şuur olarak açılması onun tezahür biçiminde farklılıklar yaratacaktır.
Taşıdığı enerjisinde moleküler düzeyde değişimlere neden olacaktır. Ve
bu değişimler temas etmekte olduğu alanlarda farklı açılımlar
sağlayarak, yepyeni olayların hazırlanmasına ve böylelikle zincirlerin
devamına neden olacaktır.
İnsanlık Ailesine Katkı
O yüzden birimizin bile gelişmesi çok önemlidir. Çünkü o enerjisi ile
diğerlerine temas etmektedir. Bizim gelişmemiz, en yakınımızdakilerin de
gelişmesi demektir. İşte bu yüzden yaşam plan ve programları vardır. Bir
ömrü beraber geçirdiğiniz insanlar beraber geliştiğiniz ve geliştirmekte
olduğunuz insanlardır. Gelişmek ve geliştirmek bizim sorumluluğumuzdur.
Gelişim önce ilk yakın çevreden yani aileden başlayarak yayılır.
Günümüzün
“senden bana ne sen kendinden
sorumlusun ben kendimden”
tarzındaki aşırı
bencil moda kavramları; aslında evrensel ilkelerle pek uyum içinde
değildir, o yüzden de kaos, karmaşa ve huzursuzluk bitmemektedir.
Elbette öncelikle kendi yaşam planımızı gereğince uygulamamız ve onun
hakkını vermemiz çok mühimdir. Çünkü bizim gelişimimizle insanlık
ailesine katkı sağlanacaktır. Bunun bilincinde olmak oldukça önemlidir.
Ve bir sorumluluk noktasıdır. O nedenledir ki düşüncelerimizden bile
sorumluyuz. Açığa çıkarmakta olduğunuz enerji alanları pek çoklarına
değmektedir istesek de istemesek de… |
YAŞAM PROGRAMI
İnsanoğlunun dünyaya geliş
amacı tekamül etmek ve tekamüle hizmet etmektir. Dolayısıyla yaşam
programlarımızın da ana hedefi de gelişmek ve gelişime hizmet etmek
olmaktadır. Zaten bizler de şu bulunduğumuz zaman ve mekan kesiti içinde
kendi yaşam programlarımızın içindeyiz ve onları yaşamaktayız.
Bizler bu zamanda, bu bedende, bu bölge ve şartlar içinde gelmeyi bilerek
ve isteyerek seçtik. Yaşam planı ya da kader diye adlandırdığımız programda
ana arterler, kanallar bellidir !
Bu ana kanallara hangi yollardan, neyi seçerek, nasıl ulaşacağımız ise
bizim niyet ve seçimlerimizle belirlenir ve şekil alır. İster yolları
kısaltarak uygularız bu programı, istersek dolambaçlı yollardan geçip
uzatarak birazını uygularız ya da hiç uygulamayabiliriz.
Uyuyan, farkında olmayan insan, otomatik bir şekilde bilmeden, anlamadan,
görmeden yaşar. Bu tip insanlar sistemin mevcut düzeneğinde, dünyanın
cezbedici, yanar döner ışıltılarına kapılarak sürüklenirler de
sürüklenirler. Acılar, beklentiler, aşırı istekler içinde kaybolurcasına bir
sürüklenmedir bu…
Bizim temel sorumluluğumuz öncelikle ilkeleri anlamak, bu ilkeler
doğrultusunda duruş sergilemek, gerçek özümüzü ortaya çıkarmak, sabırla,
cehitle, sevgiyle, yüksek vibrasyonlara açık olmak ve onlara uyum sağlayarak
gelişmektir.
Yaptığımız seçimler yaşam programımıza uygun değilse, ruhsal ikazlar alınır,
hayati tehlikeler atlatılır ve büyük sarsıntılar yaşanır, aynı olaylar hiç
durmadan tekrar eder. Ve hep bu tekrarlarla karşılaşırız. Bu olayları fark
etmek, durup üzerinde düşünmek bizlerin şuur uyanıklığına bağlıdır. Dünyanın
şartları zordur gerçekten, bu şartlarda yaşam programını yaşayabilmek büyük
bir marifet ve yüceliktir. Bu da ancak bilgi ve uygulama ile olur.
Yaşam programının uygulanabilmesi için şuurlanma gerekir!
Bu yüzden yaşam programlarının uygulanması ile şuur uyanıklığı arasında
doğrudan bir bağlantı vardır. Şuur ve şuurlanma konusu önemli bir konudur.
Bir konunun idrakine vardım demek öyle bir anda olacak iş değildir. Çünkü
şuur; o an için içinde bulunmakta olduğumuz gerçeklik noktasıdır. Bizim
gerçeklik noktamız…
Bir şuur noktasına gerçekten varmak demek, onu her durum ve şart altında
koruyabilmek demektir. Basit bir örnek ile yaşamak için yemek yememiz ve
nefes almamız gerektiğinin yeterince şuurunda olduğumuz için bu eylemlere
son vermemekte ve devamlı gerçekleştirmekteyiz. Çünkü gerçekten farkındayız
ve biliriz ki, bu eylemler yaşamak için gereklidir.
Eğer ki, bir noktayı zihnimizde yeterince açık ve aydınlık tutamıyorsak,
zaman içinde kaybolmalar, karışıklıklar yaşıyorsak; bu, o noktayı henüz
yeterince idrak edip anlayamamış olduğumuzu göstermektedir. Gereklilikleri
ve icapları henüz yeterince kavrayamamış, anlayamamış, görememişiz demektir.
Ama zaten bir şuur noktası da öyle bir günde oluşmaz. Bir sabah uyandım tüm
meseleyi kavradım demek mümkün değildir. Olsa yalandır zaten. Diyenlere de
inanmayınız. Bir şuur noktasının oluşabilmesi; gayret demektir, sabır
demektir, çaba demektir hatta sürefor demektir.
"Yanlış olmadan doğru olmaz !"
Bir şeyi yanlış yapmadan doğrusu öğrenilmez. Yanlışlar bu yüzden
kıymetlidir. Hele ki bir de yapılan yanlışın ardından, o yanlışı fark
edebiliyor ve değiştirmek için niyet ediyorsanız ne güzel!
Şuur nedir ve nasıl geliştirilir?
Şuur; bir varlığın içinde bulunduğu gerçeklik noktasıdır. Anlama
kabiliyeti, idrak etme becerisi, görebilme yetisi hep o an içindeki şuur
seviyesine bağlıdır. Eğer anlayamıyorsa yeterli zihin noktasında yani şuurda
değildir. Meselenin bilincine varamıyordur. O yüzdende varlıklar kendi
gerçeklik dünyaları içinde yaşarlar ve ona göre hareket ederek, ona göre
karar verirler. O nedenledir ki, birimizin kararını bazen bir diğerimiz
anlamaz.
Bir varlığın çaba içinde olması çok mühimdir. Daha fazla gerçeğe temas
etmek, daha fazla görebilmek, daha fazla işitebilmek için çaba hayrınadır
elbette.
Şuurumuzu geliştirmek için ne yapabiliriz? Daha engin bir şuur ile daha az
duygusal yük taşımak için neler yapılabilir? Böylece daha uyumlu ve olumlu
bir yaşamımız olabilir mi? Şuurlanma bizim daha rahat, yumuşak ve esnek
zihinlere sahip olmamızı sağlar mı?
Öncelikle şuurumuzu genişletmek ve geliştirmek bir yaşanmışlık neticesinde
olabilecek bir iştir. Yaşamakta olduğumuz her olay zaten bunun için vardır.
Şuurumuzu genişletelim esnetelim diye… Yaşayarak, anlayarak, öğrenerek
şuurumuz genişlemektedir zaten. Ancak buna ilave olarak yapabileceğimiz şey
niyetimiz korumak ve irade koymaktır.
Şuurlanma konusunda Niyet ve İrade oldukça önemli yasalardır. Niyetimizi
bozmayarak, irademizi kaybetmeyerek şuurumuzu yükseltmek çabasında
bulunabiliriz.
Çünkü şuuru yukarıda tutma çabası zaman içinde zihinde bir genişleme
yaratacağı için gereksiz duygusal yüklerin azalmasına neden olacaktır. Bu
çaba bizi aşağıya çeken ağır ve ağdalı duygusal olaylara zaman içinde daha
rahat ve hafif bakmanıza neden olacaktır. Ki, bu da elbette kendiyle ve
evrenle barışık daha uyumlu ve olumlu bir yaşam getirecektir bizlere.
Kendisiyle ve evrenle daha barışık olmak demek, sevmek demektir. Zamanla
daha çok sevmek demektir. Sevemediğini de sevmek demektir. Ve bir gün hiçbir
şeyi ayırmamak demektir. Her şeye eşit mesafede olmak demektir. Her şeyi
sevebilmek elbetteki çok yüksek bir anlayış, çok yüksek bir beceridir. Ama
oraya doğru yürüdüğümüz her an daha rahat, esnek, yumuşak ve akıcı olmamız;
evrenle bütünleşerek onun sesini duyabilmemiz demektir.
Olayların dilini yavaş yavaş çözerek, bu yaşamın kulaklarınıza neler
fısıldıyor olduğunu nihayet duymak demektir.
DÜNYAMIZI
YENİDEN YAPILAMAK |
Bizler kendi dünyalarımızın baş
aktörleriyiz. Kendi yaşamımızı yenilemek, değişmek hatta değiştirmek
için burada olduğumuzu hiç düşündünüz mü ?
Şu anda gezegende bu değişimi sağlamak için
bulunuyoruz ve bu değişme/değiştirme kapasitesine de doğuştan
sahibiz. Zaten pek çoğumuzun derin şuuraltında bu zaman/mekan
kesitinde, gezegen enerjilerinin yükseltilmesi için yapılacak
çalışmalara katılmakla ilgili verilmiş bir söz var. Gezegenimizin bu
kritik günlerde daha fazla sayıda, kim olduğunu, ne olduğunu bilen
insanlara ihtiyacı var.
Özümüzde
ruhsal ışığın bir kartal gibi özgür yansıtıcıları
olan bizler kendi üzerimizde çalışmalar yaparak bu olağanüstü ve heyecan
verici oluşuma bilerek, isteyerek, tüm varlığımızla katkıda
bulunabiliriz.
Sözü edilen değişim oldukça köklü
bir değişim ve bizi titreşimlerimizin
seviyesini yükseltmeye çağırıyor. Hücre yapımızı yenilemek, şeffaf
düşüncelerle dolu bir yaşantıya geçmek,
şeffaf düşünce ve eylemlerimiz nedeniyle adeta hücrelerimizi
kristalleştirmek, evren enerjilerine tıpkı bir ayna gibi iyi bir
yansıtıcı olabilmek, DNA sarmallarımızı pozitif düşüncelerimizle
yapılamak ve ölçüm aletlerimize sığmayan bu görünmeyen ışık ipliklerinin
sisteme dahil olduklarında yeni oluşan yapının neye benzeyeceğini
deneyimlemek; bu çağın insanı olarak bizim
en doğal hakkımız…
Bu değişim ve yenilenme yine bizim bakış açımıza göre kolay ya da zor
olabilir. Değişim bir serüven gibi eğlenceli, yenileyici
ve rahatlatıcı da olabilir. Bu kritik noktada
değişimin zorlayıcı etkilerini azaltabilmek
için yargılarımızı kontrol altına almak kavramına çok önem vermeliyiz.
Yargı
sistemimizde köklü bir değişiklik olmadığı takdirde değişimden söz etmek
hayal olur. Yunus Emre,
‘Yaradılanı
Hoş gör
Yaradandan
Ötürü’
derken, insanları yargılamaktan ve onları kendi şablonlarımızı
kullanmaya zorlamaktan vazgeçmediğimiz sürece yetmiş iki millete tek
gözle bakamayacağımızı ifade etmek istemişti.
Kaynak hepimiz için Bir. Her şeyin
kökeni aynı kaynağa bağlıdır. Dünyada yaşarken farklı kişiliklere sahip
olduğumuzdan gerçeğe giden çok çeşitli yollara da ihtiyacımız var.
Aslında doğru ya da yanlış yol da yoktur. Farklı ihtiyaçlar, farklı
anlayışlar, farklı realiteler vardır. Bu gezegen henüz üzerinde
yaşayanları tek bir hakikate ulaştıracak
düzeyde değil! Bu yüzden çokluğu ve farklı anlayışları bir çeşni, bir
tat, bir renk, bir titreşim skalası
ayrıcalığı olarak kabul etmek daha kolay olabilir…
Her birimiz farklıyız ne güzel!
Her birimiz bilgiyi farklı süzgeçlerden
geçiriyoruz. Bu noktada yapılacak tek şey
ayırt etme, algılama, herkesi olduğu gibi kabul etme kapasitemizi
devreye sokarak, bilgiyi kendi süzgecimizden geçirmek ve bizde yankı
bulan bilgileri alıp kullanmaktır. |
YAŞAM VE HEDEFLER |
Başarmak, daha iyiye doğru
büyümek, gelişip açılmak, her yönden başarıya erişmek ruhsal bir
görevdir. Ve yaşamın bizim aracılığımızla ifade gücüne destektir.
Mekan ve zaman içindeki misafirliğimizin
biteceği zaman nasıl olsa gelecektir. Yazgı izin
verdiğinde saf şuurluluk deryasına dalmayan mı var? Ama o güne
kadar görevimiz mümkün olduğunca şuurlu olmak,
farkındalığı arttırmak ve dünyamıza cömertçe, sevgiyle hizmet
verebilmek için kendimizi geliştirmeye çalışmak
neden olmasın?
Bu anlamda başarılı bir yaşama ilişkin ilkeler ve hedefler gençlere
erken yaşta öğretilmelidir. Hedef çok önemlidir. Yaşama dair hedefi
olmayanlar mutsuzluğa ve depresyonlara mahkum
olurlar. Hedefin büyüklüğünün ya da küçüklüğünün hiç önemi yoktur.
Hedefimiz toplu iğne başı kadar küçük de olsa, insanlığın gelişimine
katkıda bulunacak kutsal bir hedef kadar büyük de
olsa ; hedefe ulaşmak için önemli olan programlı disiplinli bir
çalışmanın ürünü olmasıdır.
Programlı çalışmak ve disiplinin gence küçük yaşta verilebilmesi için
ebeveynin de, işaret ettiği prensipleri uyguluyor olması gerekmez mi? En
iyi model yaşanarak gösterilen model değil midir?
Yetişme çağındaki gençlere bu prensipler ve yaşamın hedefi
anlatılmalı, hizmete yönelik bir yaşam sürmeye teşvik edilmelidir.
İstisnalar kaideyi bozmaz, gençler genellikle ailelerinden gördüklerini
kopya ederler ve bu uzun bir süre devam eder..
Kendi yaşamı için çalışıp çabalamayan başkaları için hiçbir şey yapamaz.
Çalışkanlık ve disiplin önce bize yarar sağlar. Bu şekilde belli
hedefler doğrultusunda yetiştirilen genç insan günlük yaşamın
rüzgarlarında kaybolmaz; hem mutlu, sağlıklı olur, kendini yetiştirir,
hem de topluma yararlı bir birey olarak
büyür, olgunlaşır ve yaşama katılır. Unutulmamalıdır ki, hedeften ve
yaşamın temel ilkelerinden haberdar olmayan insanlara ulaşmaya ve onları
bilgilendirmeye çalışmak da bir hedeftir.
Yaşamı değerli kılma fırsatı herkese verilmelidir…
Bir hedefin olmasına dair bilgiler ve önerilen yöntemler, kim olursak
olalım, görevimiz veya mesleğimiz ne olursa olsun,
doğuştan bizde var olan kapasitenin ortaya çıkmasını sağlayarak
başarıya erişmemizi garantiler. Gezegende yedi milyara yaklaşan sayıda
insan yaşamaktadır ve büyük çoğunluğun özellikle gençlerin hedef ve
doğru yaşam konusunda bilgi edinmeye ihtiyaçları
vardır.Kabul edersiniz ki, kendimizin uygulamadığı bir bilgiyi
başkasına sunamayız?
İlkelere uyularak yaşanın doğal bir yaşam, gelişmeyi ve kişisel yazgının
hedefine ulaşmasını destekleyecek sağlam temellerin atılmasını sağlar.
Birey bir yandan aile yaşamından, işinden,
hobilerinden, sosyal yardım çalışmalarından zevk alarak yaşamaya devam
edip diğer yandan araştırmayı, irdeleyerek öğrenmeyi ve gelişmeyi yani
büyümeyi sürdürebilir.
İnsanın ne
gibi dış koşullar içerisinde bulunursa bulunsun; kendi gelişimi için bir
hedef saptaması ve ihtiyaç duyulan ortama ait değişiklikleri yaratacak
içsel dönüşümü deneyimlemesi her zaman
mümkündür. “Eskiden
insanlar manastırlara, mabetlere,
tapınaklara gider orada değişim yaşarlarmış, gelsinler de şehir
yaşamında bu değişimi yapsınlar”
demek, inanın ki yolu uzatan bir kaçıştan başka bir şey değildir.
Aslında aradığımız mabet ya da tapınak
içimizde olduğundan ve tüm dış şartlara rağmen aslında her zaman
kendimizle iç içe yaşadığımızdan; eğer dilersek yapılamayacak bir şey
olmadığı gibi, yapılacaklar da sanıldığı ya da abartıldığı kadar da zor
değildir. Bunun aksini ısrarla iddia etmek,
‘birey şuurunu,
zihinsel-mantal durumlarını hep dış şartlara
göre ayarlar’
demek anlamına gelir ki, bu olağanüstü bir güç ve yeteneklerle
donatılarak yaratılmış insanın yapabilme kapasitesi için bir sınırlama
getirir.
Berrak
ve temiz bir vizyona ve saf bir yüreğe sahip
bir ruhun özlemlerine direnebilecek hiçbir dışsal sınırlama yoktur.
Yeter ki bilgilerini yenilemek istesin. Bilgileri yenilemek esasen
ruhsal boyutta yapılan bir işlemdir, bir manada
adeta frekans ayarı gibi yeni enerjilere hazırlık ve onları
sindirmedir, bu da ancak bilgiyle olur, bilgi nüfuz ettikçe varlık
genişler, büyür, anlama-algılama-alma kapasitesi açılır, gelişir.
Aslında tüm bilgiler toplumsal hatta evrenseldir. Çünkü evrenin herhangi
bir küçücük noktasındaki gelişim bir
diğerini hazırlayacak ve tetikleyecektir. Bu yüzden
evrenseldir, kelebeğin kanat çırpışı ve evrendeki yansımasını
hatırlayınız.
Bu nedenle bir
bilginin bir kanaldan inmesi demek artık onun bir gruba
yada şahsa ait olamayacağı demektir.
İsteseniz de tutamazsınız çünkü bilgi
kanal aracılığı ile yeryüzüne inmiştir. Hem
bir enerji dalgası gibi yayılmaya hem de,
etraftaki ihtiyaç sahibi alıcılar tarafından emilmeye hazır
hale gelmiştir. Kanalların bilgi indirmesinin maksadı ve amacı budur."Gerekli
bilgi ve enerjileri yüklenerek trafo gibi
aşağıya dağıtmak. Bu yüzden aşağıya inen her bilgi dalga
dalga, hare hare yayılmakta açılmakta, hiç
bilmediğiniz kişiler tarafından emilmektedir. Sizin hiç
haberiniz olmadan… Lütfen unutmayınız; inen
her bilgi dağılmak, yayılmak ve başkalarına da akmak için
inmiştir. Ve kim bilir nice yaşamlara
değerek, ne iyi işler olmuş, ne yaşamları etkilemişlerdir. Görünmeyen
planda görünmeyen ordular vardır bu şekilde çalışan…”
Arzu edilen şuurluluk ve farkındalık
seviyesine yükselme, insanın yaratıcılığını ve esnekliğini arttırır. Ve
işin sırrı da buradadır. Belli bir hedef
doğrultusunda, disiplinli ve çalışkan bir yaşam süren kişi, hangi
şuurlukta, hangi varoluş
farkındalığında ise, karşısına çıkacak
deneyimlerde ona göre olacaktır. Yani bir anlamda deneyimleri
kendimize çağıran biziz. Kendi şuursal
genişliğimizi ne kadar arttırır, farkındalığı
ne kadar yükseltirsek faydası yine bizedir. |
NEYİ
GÖRMEK İSTERSEK ONU GÖRÜRÜZ |
“Ne zaman bir
kuantum sistemini gözlemlemeye kalksak, karşımıza çok garip aynı zamanda
da, can alıcı öneme sahip bir şeyin çıktığını görürüz. Gözlemlenmemiş
kuantum olayı gözlemlenmiş olandan tamamıyla farklıdır. Bu
Schrödingerin kedisiyle ilgili olgunun ana
noktasıdır. Önceden dalga ve parçacık halinde
bulunan gözlemlenmemiş elektronlar, gözlem ya da ölçüm anında dalga veya
parçacık haline gelirler. Dar iki yarıktan aynı anda geçmeyi gizemli bir
şekilde başaran görünmeyen foton ışınlan, birdenbire ya birinden ya da
ötekinden geçmeyi seçerler; karışmış kedilerin durumunu da buna
bağlayabiliriz. Kısacası, sonsuz ve çok olasılıklı kuantum dalga
fonksiyonu görüldüğü yada kaydedildiği anda
tek ve sabit bir gerçeklik olarak çözünür.
Schrödingerin kedisini, ona baktığımızda ölü bulmadık, kimsenin
anlayamadığı garip bir şekilde, kedi biz ona baktığımız için öldü.
Gözlem kediyi öldürdü. Ya da gözlem kediyi
yaşattı…
Kuantumla her günkü
yaşam arasında şuurun önemli bir bağ oluşturduğu şeklindeki düşüncenin
başlangıç noktası önemlidir. Yeni bir
"Kuantum-kişi"
tanımlama projesi, kuantum fiziğinin ve belki de özellikle kuantum
mekaniğindeki şuur modelinin kendimizi yani ruhlarımızı
"doğanın hem içinde
hem dışında"
doğanın işleyişinin
gerçek yardımcıları olarak görmemizi sağlar.
Böyle bir uslamlama, biz şuurlu yaratıkların evrendeki her şeyle nasıl
ilişki içinde olduğunu anlatır. Fakat şuurun kuantumla ilgili işlemler
üzerindeki etkisi daha da ileriye gider ve metafizik yorumlarla
desteklenmesi gerekir. Şuurun spiritüel
açıdan kuantumla ilgisini ele alacak olursak şunları söylemek mümkündür.
Maddenin organik düzeyini hazırlayan evren kimyacıları (ruh varlıkları)
diğer ruh varlıklarının tekamül ihtiyaçlarına göre bu aracı
yenileştirmek, eğitmek, yetenekli hale getirmek için sürekli
birbirlerine etki gönderirler ve değişimi
yaratırlar, uygularlar. İhtiyaç sahibi ruh varlığı da değişen her olayda
gücünü, bilgisini dener ve özünde bilginin kullanabilirlik oranını
arttırır ; böylelikle hem insan olarak
kendini hem de maddeyi geliştirmeye devam eder.
Işık
dalgaları gibi hareketinden ötürü adına
"dalga"
denilen süptil karakterde ya da
"parçacık"
adı verilen daha katı
karakterde olmak üzere iki önemli unsura sahip olan
elektron-parçacıkları, ayrı olmalarına karşın her biri zaman ve
mekan içinde kendilerine özgü kesin bir yer
kaplamaktadırlar.
Maddeyi oluşturan, parçacıklardır ve Newton fiziğinde de parçacıklar
temel unsur olarak düşünülmüştür.
Dalga paketi olarak
bilinen bu Dalga/Parçacık ikilisinin adı, Kuantum gizemidir.
Dalga paketi üzerinde yapılabilmesi en ümit edilecek şey; paketin,
pozisyon ve hızının belirsiz okunmasıdır. Yani hiçbir şey, sabit ve
ölçülebilir değildir: belirsiz, hayaletimsi,
kavrayış dışı... Önceden dalga ve parçacık halinde bulunan
gözlemlenmemiş elektronlar, gözlem ya da ölçüm anında dalga veya
parçacık haline nasıl gelirler? Sorusunu sormak gerekir. Dar iki
yarıktan aynı anda geçmeyi gizemli bir şekilde başaran görünmeyen foton
ışınları, birdenbire ya birinden ya da ötekinden geçmeyi; gözlemleyenin
düşünce gücünden etkilenerek mi seçerler?
Daha açıkçası gözleyenin şuurunun başka bir deyişle bakış açısının bu
denli süptil bir özellik taşıması mümkün
müdür? Sorusuna bulunacak bilimsel yanıtlar, metafizikle-bilim arasında
gerçek köprülerin temeli olacaktır. Metafizik binlerce yıldır,
düşüncelerinizden sorumlusunuz ya da olumlu/olumsuz düşünce gücünüzle
ihtiyacınız olan olayları çağıran sizsiniz diyordu. Şimdi bilim de kendi
kulvarında aynı şeyi söylerse her şey
değişmiş olmaz mı?
Dalga fonksiyonunun, fizik-dışı doğası nedeniyle şuur tarafından
çökertildiği sonucuna varanlar aslında kendilerini ve kuantum fiziğini,
zihinle maddeyi ayrı iki varlık olarak gören eski Kartezyen görüşe
bağlamış kişilerdir.Oysa bir çökertmeden
ziyade bir değişime uğratma, transforme
etme, metafor yaratma anlayışı daha akışkan olabilir. Sabit anlayıştaki
kişiler şuuru fizik dünyanın dışında, tıpkı
"makinedeki hayalet"
örneği gibi fizik dünyaya yabancı bir şey olarak görürler. Aynı zamanda,
"gerçeklik kavramının salt zihinde olduğunu"
savunan
anti-realist görüşler ve
''birisi bakmadıkça dünya yoktur"
düşüncesi de
yeterince doğru değildir.
Başlangıçta burada hangi şuurlu varlık vardı da ilk dalga fonksiyonunun
çökmesini sağladı? sorusu ise bizi
asıl gerçeğe götürecek metafizik bir sorudur.
GERÇEK BİZ ONA
BAKTIĞIMIZ ZAMAN OLUŞUR
Neyi görmek istersek onu görürüz meselesi,
aslında varoluşun özüyle ilgili bir
meseledir. Bir manada var edici gücün yüksek
bakış açısı'dır da diyebiliriz ona. Ya da o
bakış açısının tezahürleridir etrafımızda olup bitenler demek de
mümkündür.
Ama elbette bu konuyu bizler için ele alırsak, daha küçültülmüş bir
modeliyle yaşantılarımızın bu bakışın bir eseri oluğunu
görürüz. Yani bakış açımızın. Aslında bakış
açısı gelişimiz ile ilgilidir. Bizim görüş mesafemiz, gözlerimizin
keskinliğine bağlıdır. Gözlerimizin
keskinliği ise yaşantılar içindeki deneyimlerimizin çokluğuna,
yoğunluğuna bağlıdır. Manzaraya
baktığımızda aşılması zor dik dağlar görende biziz. Karlı
zirvesiyle her an herkesi yükselmeye çağıran mor dağları gören de
biz. Bardağı dolu gören de biz, boş gören de…
Her şey nasıl baktığımıza bağlı…
Şöyle
diyelim; bizim bir ana bakış açımız vardır yaşama,
ki o da bugün seçmiş olduğumuz yaşamdır. Bunun üzerindeki gelişim ve
değişimler ancak deneyimlerden sonra alınacak derslerin alınması
sonucunda yeni bir yükseliş noktasına çıkış sağlar.
O nokta için hemen şu anda yapacak fazla bir
şeyimiz de yoktur. Bir anda büyük bir hızla ihtiyacımız olan tüm
deneyimlerin bilgisini alamayız ki!
Yaşamak,
sindirmek, hazmetmek, özümsemek ve uygular hale getirmek elbette zaman
işidir. Ama bir de bugünkü bakış açımız içinde, yani yeni bir sıçrayış
noktasına henüz varmamışken, yinede yapılması gerekenler açısı vardır ki
zaten o yapılması gerekenler; bizlerin yeni sıçrayış noktalarına gelmesi
konusunda çok mühim bir yer teşkil eder ve böylece daha yeni, daha açık
yaşam planları yapılabilir…
Nasıl Yapabiliriz?
Zihinlerimizde saklamakta ısrar ettiğimiz nahoş anılar, kuşkular,
şüpheler, hırs, nefret ve benzeri duygular,
düşünceler bizim yaşamı o şekilde görmemize neden olur.
Dünyaya, etrafımıza nefret ile bakarsak yada kızgınlık ve öfke ile;
onu iğrenç bir halde görmemiz pek
mümkündür.Tiksinerek yada iğrenerek baktığımız müddetçe yaşam bir
fazlalık, bir kabalık yada bir sıkıntı gibi görünecektir.
Bu demek değildir ki,yaşam hep çok güzel
karelerle doludur.Yada bize kötü gelen, inciten,midemizi bulandıran
şeyler yoktur. Vardır!...
Ama seçim hakkımızda vardır. Kötülerini
değil iyilerini biriktirmek, çirkinlerini değil güzellerini seyretmek
hakkımızda vardır. Yani içimizde yıllar yılı biriktireceğimiz
düşünceleri pozitif tutma seçeneğimiz vardır.
Kuşku yada güvensizlik yerine evrenin uyumunu görme seçeneğimiz
vardır. Kötülüklerin iyilikler için olduğunu
anlama seçeneğimiz vardır. Ve en önemlisi SEVMEK seçeneğimiz
vardır.
Var eden ’in her yaşam biçimine duyduğu
eşit sevgiyi hissetme,biriktirme ve onu
içimizde var edip herkese verme seçeneğimiz vardır.
O yüzden "neyi görmek isterseniz onu
görürsünüz"
denir.
İsterseniz evrenin muhteşem uyum ve ahengini görüp, O Yüce Sevgi ile
kendinizi yeniden inşa edersiniz... Yada
isterseniz gözlerinizdeki karanlık perdeleri kaldırmadan, o karmaşa
filmini izlemeye devam edersiniz...
Her şey bizim evrene bakış açımızla ilgili... Olup
bitenlerden ne anladığımızla ilgili...
Çünkü O Yüce Sevgi her an bizim yanı başımızda
aslında.Ve bizleri hep koruyup, gözetiyor... |
YÜRÜYENLE
YÜRÜMEK |
Değişim, şimdi giderek artan bir
hızla meydana gelmektedir. Eğer bu gerçeği daha yakından gözlemlemek
isterseniz bilgisayar teknolojimizin her gün
yenililikten yeniliğe koşan hızına ve Internet ağı aracılığı ile tüm
dünya ile bir anda kurulan ağı incelemek
yeterli olacaktır. İnternetin global hızı ve
bilgisayar teknolojisinin artan imkanları zamanın hızlı değişimi için
iyi bir örnektir. Bu değişim önce, biz hiç hissetmeden varlığımızın
dışsal bedenleriyle başladı, şimdi ve önümüzdeki günlerde hızla içsel
düzeylere doğru yöneliyor.
Yıllardır dışsal bedenler geliştiriliyordu değişim için o yüzden
nelerin değiştiği pek fark edemedik ama artık değişimin gözle görülür,
elle tutulur olarak görünme aşamasına geldik ve pek çoklarımız da neler
olup bittiğinin bayağı farkında, hatta diğerlerinin de değişimine
katkıda bulunmak için büyük bir istek
içinde… Artık küresel ya da diğer adıyla global
çapta spiritüel bir uyanış için ruhsal
benliğe bir yoluculuk ve ruhsal yoğunlaşma başladı…
Enerji bedenlerinde dışsal değişimi
gerçekleştirenler yani bu çağın bir değişim çağı olduğunu fark edip,
olayların kendilerinden istediği yanıtlara
hiç aksatmadan, gerçekten yanıt verenler, şimdi yeni yollar açmaya
hazırlanıyorlar. Değişimin başını çekenler diğer realitelerle
aralarındaki olayları kabullenme ve yanıt verme farkını bu nedenle çok
rahat gözlemleyebiliyorlar. Bu değişimi yaşayıp yani belli bir ölçüde
uyanıp çevrede neler olup bittiğini rahat gözlemleyenler;
tekamüllerinin bir sonraki aşamasında çeşitli
realiteler, farklı boyutlar arasındaki hareketlerini kontrol etmeyi
öğrenmek için bir süredir hızlı bir çalışma temposu ile içe yöneldiler.
Artık bedenlerde meydana gelen değişim duygusal,
mantal ve ruhsal seviyelerde gerçekleşiyor.
Bu değişim skalalarını geçip öze doğru
yöneldikçe çeşitli rahatsızlıklar duymanız doğaldır. Bu bedenler iç içe
birbirine çok bağlıdır ve değişim ancak hepsinin titreşim seviyelerini
yükseltmekle mümkündür. Bunu fizik realitede, alışkanlıklarımızın
değişmesi, daha önceden yapmaya korktuğunuz şeylerin yapılması,
korkulardan arınma, insanın kendisiyle rahat yüzleşmesi ve içe dönme
isteğinde artış gibi de algılayabilirsiniz. Algı seviyeleri farklı
olduğu için herkeste farklı yansımalar bulacaktır
ama gezegen enerjilerini doğru kullanmaya başladığınızın en iyi
göstergesi; kendinizi daha önce yapamadıklarınızı rahatça yapar durumda
bulmaktır.
Daha yüksek bir titreşim seviyesine geçmek ışık işçileri için büyük
zorluklar anlamına da gelir çünkü yerküre hala karanlıklardadır ve daha
düşük titreşim düzeylerinde bulunanların sayısı çok fazladır. O yüzden
yüksek enerjilere doğru geçişte başı çekenler, bireysel yaşamlarında
çoğunlukla zorluklar olarak algıladıkları olayları
deneyimlemekteler…Ve
bu deneyimlerin gereksinimin yani
uygulamanın öneminin farkındalar ama zaman zaman
onların da bir sıkışma ya da daralma yaşaması söz konusu… İşte
bu noktada yüksek bir görüşe ihtiyaç vardır.
Onlar, birçok kişinin gelecekte daha büyük bir rahatlıkla geçişi
yapabilmeleri için yolu temizleyenler, yolu açanlar konumundadırlar.
"Işık
işçilerinin gerçek işi budur. Yol açmak,
yürünen yolları genişletmek, yürüyenle yürümek…”
Karşılaşılan
her
zorluk aşılarak yolu açılır; bunu da günlük yaşamınızdaki pek de
önemsemediğiniz yahut yaşamak istemediğimiz,
hatta korktuğumuz olaylarla da yaparız. Dalgalarla boğuşmak yerine, sörf
yapmak gibi dalganın kendi akışına doğru
akmak daha tehlikesizdir ya da suda nefes almayı denemek de mümkün…
Olmaz öyle şey dememek gerek. Bilinen fizik
yasaların geçerli olmadığı öyle çok fenomen yaşanıyorki bu
gezegende. Kuş gibi uçmak balık gibi derin sularda yüzmek de mümkün…
Astral seyahat yapanlar ve sessiz
sözsüz iletişimi zihinsel olarak telepatik
gerçekleştirenler isterlerse, Andromeda’nın
öteki ucundaki bir yere hem gidebilirler hem de zihinsel görüşme
yapabilirler, yeter ki o olay için gerekli donanıma ve bilgiye sahip
olunsun… Onun için şu aralar bizi değişime
zorlayan her olay önemli… Büyük küçük demeden o olayın gerektirdiğini
yapmak, bize incelmiş, süptilleşmiş
anlayışlar olarak geri dönecek…
Şunu bilelim ki, içimizde yaptığımız çalışma, büyük tabloda önemsizmiş
gibi görünse de, aslında sahneyi UYANIŞ denen şeye hazırlamaktadır.
Bizler kendi iç dünyalarımızda kendi değişimimizi
yaparken global değişime de katkıda
bulunuyoruz. Bizden sonra gelenlerin de bu zorlukları rahat aşması için
kendi zorluklarınızla onlara yeni yollar açıyoruz.
Bizi gelip bulduklarında yardım edebilmeniz için önceden o yoldan
geçmiş olmanız ya da o yolu bizzat açmış olmanız gerekmez mi?
Yeninin tohumları sağlam bir biçimde ekilmiş ve filiz vermeye
başlamıştır. Yüksek Enerjiler daha yüksek düzeylerden
bizim ruhsal, duygusal, zihinsel ve fiziksel
alanlarınıza doğru akmaktadır. Bu değişim sırasında duygusal ve fiziksel
rahatsızlık potansiyeli elbette vardır. Biyolojik beden ve duygusal
alışkanlıklar değişime bir süre için tepki göstereceğinden, birçok ışık
işçisi kendini incinmeye açık hissedebilir, uykusuzluk, baskı ve basınç
duyguları yaşayabilir… Tüm bunların bilgilerin yenilenmesi için gerekli
olduğunu bilip yola devem etmekte daha doğrusu yolları açmaya devam
etmekte yarar vardır.
”Bilgilerin
yenilenmesi demek aslında global anlamda, bir
çağın kapanması bir çağın başlaması anlamına da gelir."
Her dönemin
yani her enerji boyutunun bir gereksinimi vardır. Dolayısı ile de ona
ait bilgiler, tradisyonlar vardır. Evrende pek çok enerji
aralığı ve hepsinin de ayrı
ayrı ihtiyaçları vardır, daha da önemlisi
"GERÇEKLİK NOKTALARI"
vardır. Kısaca
buna algılayabildiğimiz kadar gerçeklik noktaları vardır demek
daha doğrudur.
Bilgileri yenilemek yani enerji aralığını değiştirmek zamanıdır.
Elbette ki bu ruhsal bir işlemdir. Ve ana işlem
ruhsal dünyadan yapılmakta, organize edilmekte ve kontrol
edilmektedir. Ruhsal dünyanın nice sakinleri ince
ince pek çok ayar üzerinde çalışır durur biz hiç fark etmeden…
Yeryüzünde de nice ışık yürekli insan, enerji ayarlamaları ve
düzenlemeleri konusunda yardımcı olup, canla başla görev yapmaktadır.
Işık yürekli bu güzel insanlar ki, onlara
isterseniz Işık İşçileri de diyebilirsiniz, yeterince
kendilerinin farkında olamasalar da Bütüne yardım etmektedirler.
Tüm ışık isçileriyle hep birlikte, bilgileri yenilememiz, enerjiyi
değiştirmemiz gerekmektedir. Bir çağın sonlarını hazırlamamız, yeni bir
çağın tohumlarını atmamız gerekmektedir.
Yeni bilgilere, yeni enerjiye yani kapanan çağın ardından gelecek
olana hazırlık yapmamız gerekmektedir. Zemini hazırlamalıyız ki, bilgi
inecek yer bulsun... Bu çok mühimdir. Şartlar
ve koşullar uygun olmalıdır, enerji düzeyi yeterli noktada olmalıdır ki,
bilgi açılsın...
Elbette hiçbir şahıs tek başına böylesine büyük bir
oluşumun zeminini hazırlayamaz. O yüzdendir ki bu bir ekip işidir. Hem
de çok büyük bir ekip. Evrenin herhangi bir yerinde böylesine bir
yardıma ihtiyaç duyulduğunda inanın herkes ve her
şey onun için çalışır.
Tıpkı insan bedeninde olduğu gibi küçücük bir yara için nasıl bütün
hücreler harekete geçiyorsa bu da böyle bir şey...
Ancak elbette birimlerin görevleri vardır. Zaten işte o zaman bütünlük
olur. Her birim vazifesini yaptığında ortaya bir tamlık, bir bütün
vazife çıkar. Birimler ekiplerden
oluşmaktadır. Tek kişilik birim pek düşünülemez. Her birimin bir görevi
vardır. Birimlerin görevleri birleştirildiğinde sonuç ortaya çıkar.
Birimlerin görevini yerine getirebilmesi içinde birimi oluşturan ekibin
yani o bireylerin kendi üstüne düşeni yapması uygundur ki; böylece
bireylerin işlerinin toplamı birimin görevini, birimlerin görevlerinin
toplamı ise ütünü oluştursun.”
O
nedenle
her bir birey önemlidir.
Çünkü bireyin performansı o birimi etkilemektedir. O bölge sahasında
görev yapan tüm birimi etkilemektedir, çünkü sonucu etkilemektedir.
Tıpkı puzzle gibi, bir taş eksik olduğunda puzzle tamamlanmamış olur ve
ekstra çalışmaya sebebiyet verir. Zaman ve emek kaybı
olur. Tek tek bireylerin görevleri ve uyanışı
da bu açıdan önemlidir...
Tüm
toplumlarda, tüm uygarlıklarda, tüm
zamanlarda çeşitli bilgiler inmiştir. Kişisel inen bilgiler yani
varlıkların kişisel performanslarıyla ilişkili olarak aydınlanmaları
dışında kitlesel bilgiler inmiştir. Realite değişikliklerini meydana
getirmiştir.
Bunlara tüm zamanlar içinde pek çok örnekler verilebilir. Dünya
gezegeni de bunca zaman içinde nice
eğitimlerden geçmiş, nice realite değişikliklerine
uğramıştır. Günümüz insanı ile eski çağlardaki insanları kıyaslar
iseniz daha rahat anlarsınız. Zamanında putlara taparak, kendi
evlatlarına kurban eden ırklar bugün daha ince arayışlar içine girmişler
ruh ve beden ilişkilerini irdelemeye başlamışlar ve nihayet kendilerini
aramaya başlamışlardır. Realite değişikliği bu
demektir, zemin de bununla ilişkilidir. Bunlar kitlesel realite
değişiklikleridir.
Gezegenin realitesinin sıçramasıyla ilgili global bir konudur.
Şimdi, zemin meselesi önemlidir çünkü bu realite değişiklerinin
tamamında etken olmuştur. Sıçrayışın olabilmesi için varlıkların o
sıçrayışa hazır hale gelmesi gerekmektedir. O
sıçrayış hamlesinin başlaması ile beraber yeni bilgilerde inecektir.
Daha öncede bu böyle olmuştur. Kimisi reddeder,
kimisi alır. O mühim değil. Ama bilgi iner.
Önce zemin hazırlanır. Böylece insanlarda ihtiyaç
başlar. Ve bilgi iner. Bu şekilde nice inanışlar, nice öğretiler,
değişmiştir. Yükseltilmiştir. Şimdiki işimiz bu zemini hazırlamaktır! |
BEYAZ PARLAK
YILDIZ |
Dünyaya gelip de ruhumuzu keşfetmeden her geri gidişimizde, ruhu inkar
eden bir ortam yarattık kendimize. Adına da
‘Dünya Yaşamı’
dedik. Onun tüm getirilerini maddi hazlara ve
maddeden gelecek etkilere bağladık. Madde varsa varız, madde yoksa yokuz
gibi garip ve kısır bir insanlık tablosu çıktı ortaya.
Yaşamın küçük sevinçlerini
yaşamayı unuttuk. Yeni açan bir bahar
dalı, batan güneş, yağan yağmur, doğanın sessiz ve sözsüz ahengi, yüzü
çizgilerle dolu yaşlı kadının gözlerindeki ışıltı, çocuğun şen kahkahası
bize bir şey söylemez oldu. Biz özümüzü, aslı geldiğimiz yeri ve buranın
geçici bir misafirhane olduğunu bu kadar unuttuysak değişim zamanı
gelmiş demektir.
Artık bu görmeyen göz, hissetmeyen kalp
duruşunu değiştirmek, kendimizi yenileştirip yeni bir duruşa, yeni
bakışa yönelmekte büyük yararlar var. Çünkü kozmosun bizim şu anda tam
anlayamadığımız dengeleri nedeniyle bir kozmik çalar saat, zamanın
dolduğunu ve değişmeyi ertelemenin ancak yeni sıkıntılar anlamına
geleceğini, eylemde bulunmanın ise o sıkıntılara katlanmaktan daha kolay
olduğunu haber veriyor hepimize !...
Bu yüzden değişmek için şimdiye dek yaptığımız her hareketi, duygusal
iyileşme ve arınma isteğiyle yeniden gözden geçirebiliriz, neyi
değiştirmem gerek deyip, çekmeceleri boşaltabiliriz sonra da yeni
bağlantılar kurarak kendimizin tespit ettiği yenilenmesi gereken
yönlerimizi mercek altına alıp, o derinlerden özlediğimiz yenilik ruhunu
yaratabiliriz. Duygusal birikintiler arınmadan, iyileşmeden eskinin
acılarından kurtulmadan yenilik hayal olur !…
Günümüz insanı Bireysel Gelişim
adı altındaki tüm araştırma ve çalışmalarda bu tortulardan kurtulmaya ve
kendini yeniden yaratmaya, "Yeni Bir Şuur"
oluşturmaya çalışıyor.
Derin hissedişler, yüksek algı kapasitesi, sevgiyle dolu bir kalp
olmadan; evrene ve özümüze ait kristal küremizin yüzeylerine yansıyan
kozmik enerjileri, bu güzel mavi gezegene ve kendimize yansıtamayız ki…
Eskiden piramitlerin tepesine yerleştirilen kristallerle evrenden,
‘Büyük Beyaz Yıldızdan’
ya da diğer adıyla ‘Beyaz Parlak’tan gelen olumlu enerjilerin dünyaya
yansıtılması hedeflenirdi. Bu yansıtma işlemi çok uzun süre de işe
yaradı, bu dev kristaller karşılıklı yansımalarla gezegen enerjilerinin
seviyesini yükselttiler ama artık dışarıdan destekle yansıtıcılık
zamanı değil. Her insanın kendi özündeki kristali parlatıp, onun
enerjisini bu güzel mavi gezegene yansıtmasının zamanı geldi… Ertelesem
olmaz mı? Diyemeyeceğimiz zamanlar bunlar… Siz dilerseniz adına
‘Uyanış Zamanı’ da
diyebilirsiniz.
Evrenden her an yayılan yüksek enerjili, olumlu
yansımayı alma ve kendi prizmasından geçirip yansıtmayı bilmek için
derinlik gerekmez mi? Derinlik kazanmak için sıkıntıya katlanmayı göze
alma cesareti bulmak istenmez mi, peki tüm bunlar yaşanacak yeni bir
şuur halini kazanmak için değmez mi?... Derin denizlerin enerjisini,
okyanusların gel-gitlerini bilmeden, damla olmadan, su olmadan, dalga
olmadan okyanus olunur mu?
Artık rahatlıkla diyebiliriz ki, biz de şimdi
ve geçmişte pek çok sıkıntıyı bu nedenlerle yaşadık ve bizi bizden başka
her şey yönetiyor. Korkularımız, endişelerimiz, hayal
kırıklıklarımız!... Ve o ağırlıklara göre şekilleniyoruz yaşamda. Hep
onlara göre atıyoruz adımlarımızı. Yaşadığımız her bir zor tecrübeyi
dışlayarak, yıllar içinde, onu olduğundan da kötü anımsar oluyoruz. Oysa
evrenin bir dili var. Olayların bir nedeni var. Bunu hiç düşünemiyoruz
ya da düşünmek istemiyoruz…Kadersiz kaderimize ağlarken geçirdiğimiz tüm
zamanlarda, sadece olayların bize bir şeyler işaret etmeye çalıştığını;
ya bizi güçlendirmek ya da bizi eğitmek üzere geldiğini kavrayabilsek,
tüm bunlar sadece deneyimden ibaret olurlar ve kendimizi aşma fırsatı
verdikleri için sevince dönüşürlerdi. Oysa
“Sonsuz yolculuk içinde sonsuz deneyimler”
hepsi de… Ne biri ötekinden daha önemli ne de daha önemsiz …
Kendimizi neden kısıtlamak zorundayız. Neden
sınır, kalıp koymak zorundayız. Neden şekillere ve şekilciliğe bağlı
kalmak zorundayız. Evren bize her an hafiflemeyi ve özgürleşmeyi işaret
ederken bu ağır yükler neden? Kendi esaretlerimiz içinde kaybolmaktayız.
Şekillerimiz, kalıplarımız, sınırlarımız zaman içinde bizim
mutsuzluğumuz oluyor ama biz hala bu mutsuzluğu yaşamaya devam ediyoruz.
Maddede aradığımız mutluluğu, şekilci maneviyatla onarmaya çalışıyoruz.
Sorumlu arıyoruz. Yerde, gökte, nasılsa pek çok sorumlu var bu olup
bitenlerden diyerek, başlıyoruz hayıflanmaya. Ama yapamadığımız tek bir
şey var. Dönüp de bir kendimize; bir de yaptıklarımıza bakmak.
Bulamadığımız mutluluğu nerede arıyor olduğumuza görmek. Ve sadece
gördüğümüz o gerçeği olduğu gibi kabul etmek... Üzerimizde fazla fazla
taşıdığımız her bir istek, bizi aslında kendimizden özümüzden
uzaklaştırıyor. Yalın olmak, sanıldığı gibi hiçbir şey olmak değildir.
Ya da çok şey; itibar, mevki, hüküm sahibi olmak demek değildir.
Ne zenginlikler gizlidir o yalınlıkların içinde! Nasıl bir korkusuzluk,
nasıl bir güç ve cesaretli duruş saklıdır!...Hiçbir şeye ihtiyaç
duymayan adamın öyle çok şeyi vardır ki...! Ve her şeye iştahla ihtiyaç
duyanın da, öyle çok şeyi noksandır ki...!
Şaşalı, gösterişli
her kapının ardında, gerçekten uzak şeyler vardır. Çünkü gerçek yalın
olandır, sade olandır. Onun gücü, kendi varlığında saklıdır ve hiçbir
gösterişe ihtiyacı yoktur. Oysa her gösterişle boyanmış, kapatılıp
gizlenmişin ardında bir aldatmaca, bir kurgu vardır. Ve o şaşa ile
kendine çeker. Göz kamaştırarak kendine doğru sürükler. Ve bizde onların
peşinden koşarak fazlalıklarımıza fazlalık katarız. Kalıplarımız iyice
kırılmaz, sınırlarımız daha da esnemez olur. Ve buna rağmen yinede mutlu
olamayız. Tüm o fazlalıkları bir gün elde etmiş olsak, şaşalar içinde
oyalansak bile, içimizde bir şey bizi durmadan dürter. Oysa, bize, içsel
ıstırapların, korkuların ve ümitsizliklerin olduğu yeri açmamızı ve
arındırmamızı söyleyen duyguyu ve iç sesi ondan korkmadan duyabiliriz..
Hissedişin en ince ve yüksek noktasında, vicdanın ilahiliğe, kozmosa
bağlandığı noktada kalplerimizden enerji ve huzurun yeniden ışımaya
başlayabileceğini hep anımsayabiliriz.
Günümüz Dünya insanlığı tek tek kendisiyle
karşılaşmaya, yüreklerdeki ilahiliği öğrenmeye hazırlanıyor ve bu konuda
cesur olmamız gerekiyor. Bu yeni yüzyılda her insanın tek tek olma ve
ayrı olma duygusunun üstesinden gelmesi istenmektedir. Böyle bir dönemde
ego, görevini tamamlamış olacak ve daha yüksek bir forma yükselecektir.
Yükseliş için boyutsal değişimler gereklidir. Eski Mısırlılar ve Kadim
Bilgelik Okulları, kendi bedenlerini çok boyutlu hale getirmek için onu
nasıl hızlandıracaklarını biliyorlardı. Bizler de kendi duygusal
bedenlerimizi arındırmak, öncelikle duygusal sağlımıza yeniden kavuşmak
zorundayız.
Realiteyi değiştirmeye karar verebileceğimizi fark edebilmek derin bir
uykudan emekleyerek çıkmak gibidir hepimiz kendimizi bir üst boyut
içinde hissetmeyi öğrenmek istiyoruz. Bu yaşamdayken şuurlu hareket
etmeye çalıştıkça, sarsıntı dolu geçmişte deneyimlenen acı ve direnç
yeniden su üstüne çıkabilir. Ne zaman kendimizle ilgili yeni bir görüş
elde etmeye çalışsak, hücresel düzeyde direnç ve acı labirentinden
geçmek zorunda bırakabilir bizi. Yeniye giden yolu araştırırken bizi bir
şekilde sınırlayan eskiyle ilgili bağlarımızı bir süre askıya almak,
yola devam etmek sonra dönüp bir daha bakmak gerekebilir, artık bize
gerekli olup olmadıklarını ancak böyle anlayabiliriz.
Zaman duygusal tortulardan ve acılardan
arınma zamanı, onları isteyerek, severek, bağışlayarak nazikçe bir
kenara bırakma zamanı… Bunun için kullanacağımız öyle çok yöntem var ki
günümüzde… Bu uygulamalara duyguları iyileştirme-şifalandırma diyoruz.
Duygusal sağlık (Emotional Healing) insanın bireysel gelişimi, sıçrama
ve aşama yapabilmesi için çok önemlidir. Duygusal sağlığınızı onarmak
için İsterseniz terapi yapın, isterseniz enerji alan dengeleme
çalışmaları yapın, isterseniz meditasyon-yoga yapın, seçim sizin. Sonuç
sizin tercihlerine göre karşınıza çıkacaktır. Önemli olan bu şuura
ulaşmak ve bu tortularla kristal enerjileri kullanamayacağımız bilmek…
Eğer dünya üzerinde yeni dersler ortaya
çıkacaksa duygusal bedeni arındırmayı öğrenerek tekamülümüz hakkında
yeni bir şuura ulaşmayı seçebiliriz. Bunu ortaya çıkaracak kapasite her
insanın ruhsal bellek bankasında mevcuttur. Duygusal beden
arındırıldığında yani duygusallıklar yenildiğinde ruh ve beyin çok
boyutlu bir gelişme yapar ve yeni derslere hazır olur.
Artık
“Yıldızlara ait bedenimizin enerjilerini taşımaya hazır mıyız?”
Kimimizin uzun zamanlardır beklediği ve aradığı
her şey, ışıktan gelen, görkemli yıldızlara ait olan enerjileri
gezegenimize kristal berraklığında yaydığımızda ortaya çıkacak…
“ Ufuk gözleyicileri, yeni bir şafağı açacak
dönüşü bekliyorlar ! Ufuk gözleyicileri hiçbir maske takmayanları,
kalplerini açanları, benliklerinin derinlerine bakacak kadar yaşama ve
evrene güvenenleri ve kalplerini evrensel sevgiye açanları bekliyorlar
!...” |
KİTLESEL DEĞİŞİM VE IŞIK İŞÇİLERİ
|
“Bir
varlığın gelişmesi demek; insanlık ailesinin gelişmesi demektir.”
bilgisi birleştirici sevecen ve yüksek enerjili
bir bilgi ve birlik ruhunu herkese yaymayı, herkesi mümkün olduğunca
merkezi bir noktada birleştirmeyi amaçlıyor.
Bilimin morfo genetik alanlar dediği alanlar ve atom altı parçacık
düzeyindeki gözle göremediğimiz iletişimi nedeniyle; birbirimizin yaşam
planlarını doğru gerçekleştirmeden etkileniyoruz yani bireyler kendi
planlarına uygun bir duruş içinde olduklarında, ortaya çıkarttıkları,
evrenle uyumlu enerjiyi önce en yakın arkadaşlarına sonra çevrelerine ve
genel anlamda da dünyanın herhangi bir yerinde bu tip bir enerjiye ve
duruşa ihtiyacı olan herhangi birine de göndermekte ve yararlanmasını
sağlamaktadır.
Aslında dünya üzerindeki tüm ışık işçileri
veya ruhsal yollarına uygun yaşayan tüm insanlar, gezegenin iyileşmesine
ve enerjisini yükseltmesine katkıda bulunuyor.
Dünyanın beklenen gelişiminin sağlanabilmesi için üzerinde yaşayan
varlıklarında kitlesel bir gelişimle katkıda bulunmaları gerekmektedir
ki bir sıçrama meydana gelebilsin.
Bu sadece, varlıklar gelişirse gezegende gelişir gibi basit bir
açılımla açıklanamaz. Dünya gezegeni de canlı olduğu için kendiside bir
gelişim, değişim süreci geçirmektedir.Tıpkı her şey gibi. Ama gezegenin
kendi kendine değişmesi ve gelişmesi yeterli değildir.
Varlıklarında kitlesel değişimleri gerekmektedir. Bu tip büyük
değişimler her anlamda canlı varlıkların değişimine neden olmaktadır.
Var olan türlerin bir kısmı yeni enerji biçiminde var olmamakta ya da
var olmayı sürdürenler ise pek çok genetik değişime uğramaktadır.
Moleküler düzeyde değişimler görülmektedir. Bunlar fizikteki
yansımalardır elbette. Yani bizlerin fizikte rahatlıkla tespit
edebileceği şeylerdir. Tabi bunların olmasının altındaki ana neden,
enerjilerin ve frekans aralıklarının değişmiş olmasıdır. Ve böylece yeni
enerji alanları, yeni sistemler doğurmaktadır. Ve var olan canlılarda
değişimler izlenmektedir.
Işık
işçilerinin katkısı nedir?
Işık işçileri ve kendini ışığa hizmet ediyor kabul eden herkes,
aslında kritik etkiyi ve sıçramayı oluşturabilmek için uğraşmaktadır. Bu
tip uğraşlar, gezegenin ihtiyaç duyduğu kitlesel yenilenmelere katkı
sağlar ve bir yandan da her birey kendi yaşam planlarının gereği olan
gelişim icaplarını yaşayarak hem kendinin aydınlanmasına hem
diğerlerinin aydınlanmasına hizmet eder.
Kitlesel değişimler çok büyük operasyonlar olduğu için, bizim
görebileceğinizden çok daha geniş ve büyük kolları vardır. Bunlardan bir
tanesi de ışık işçileriyle bağlantılı çalışılan bölümdür. Amaç, onlar
aracılığıyla, gerekli olan değişimin gerekli bazı işlerini yerine
getirmektir. O yüzden ışık işçilerinin nasıl durduğu çok önemlidir
elbette. Henüz kendisi değişimi idrak edememiş, o bilince varamamış,
ilkelerden uzak, belli bir şuur halinden uzak ve uyanmamış bir ışık
işçisi ile ne yapılabilir ki? O zaman o da tıpkı diğerleri gibi
uyandırılma ihtiyacı içinde olduğundan, diğer ışık işçilerinin onu da
uyandırması gerekecektir.
Herkes düşündüklerinden ve yaptıklarından sorumludur ama sorumluluğu
da bu noktada belirlemeye çalışmak çok yararlıdır. Gereksiz sorumluluk
duygusu da yük oluşturur ve yürüyüşü ağırlaştırır.
Örneğin siz gelişmek ve geliştirmek şuuru ile
aydınlanmış ve açılmış iseniz ve herkese de bunu verebilmek ve
yayabilmek düşüncesi içinde iseniz ama vermeye çalıştığınızı herkes
alamıyorsa siz daha fazla ne yapabilirsiniz ki!... Önemli olan sizin
çabanız ve iyi niyetli destek çalışmanızdır. Ama varlıkların özgür irade
ve seçimleri vardır. Almak istemeyen bir varlık için fazla bir şey
yapamayabilirsiniz ve bunun için de üzülüp kendinizi yıpratmamanız, ona
da anlamıyor diye kızmamanız ve olayı akışına sevgiyle bırakmanız daha
verimli sonuçlar sağlar.
Herkesin birbirinden sorumlu olduğu doğrudur. Gelişmek ve geliştirmek
yasası dahilinde bu doğrudur ama bu sorumluluğun, iyi niyetli düşünce ve
çaba sınırlarını korumakta fayda vardır. Aksi halde siz kendi yaşam
programınızı nasıl yaşayacaksınız? Bu kadar etrafınızla ilgilenirseniz,
kendi içinizde neler olup bittiği ile nasıl ilgileneceksiniz?
Sorumluluğun şuurunda olmak ve öyle davranmak, kendi programını
gerektiği gibi uygulama çabası içinde olmak herkes için yeterli ideal
bir ölçüdür.
Bir olayın veya olgunun ortaya çıkabilmesi
için kritik bir etkinin, bir sıçrama hareketinin bulunması gerekir.
Evrensel yasalar bu şekilde çalışmaktadır. Eğer bu kritik etki
oluşmuyorsa olay gerçekleşmez. Yani varlığın hem oluşumunda hem de
dağılımında kritik etki yasasından söz edebiliriz. Dolayısıyla, hem
düzenli hem de düzensiz rastlantıların gerisinde duran yasa
Kritik Etki
yasasıdır. Öyleyse her bir birey kendi yaşamı ve ilkeler karşısındaki
evrenle ve yasalarla uyumlu veya uyumsuz duruşu ile bu sıçrama
hareketinin oluşmasına zemin hazırlıyor ya da gecikmeye katkıda
bulunuyordur yani buradan hepimiz istesek de istemesek de bütünü
etkiliyoruz anlamı çıkmaktadır.
Dünya gezegeninin enerjide bir kuantum sıçrama yapabilmesi, kitlesel
şuuru yükseltebilmesi için Bireysel Gelişim oldukça önemli aşamayı
işaret eder. Sadece varlığın gelişimini amaçlayan tüm yollar ve araçlar
kullanılabilir. Bu yolların herkese göre değişik olması da çok sağlıklı
ve olumlu bir göstergedir. Günümüzde yaşanan kaosun ve kaotik etkilerin
de bu perspektifte ele alınması çok yararlı olur. Bu da Kaos’un bir
anlamı olduğu ve düzenin ancak ondan ortaya çıkabileceği ve
kendiliğinden kurulabileceği bilgisidir. Kaos ve dejenerasyon da
gereklidir ki yeni bir yapılanmaya geçme arzusu bireylerde ve
toplumlarda büyük isteğe dönüşecek şekilde uyansın. İnsanlık ailesinin
yaşadığı tüm olayların, dinamik sistemler halinde hayal bile
edemediğimiz girift kurallara göre çalıştığı bilgisini kuantum fiziği
günümüzde çok net anlatmaktadır. Atom altı parçacıklarda olup bitenleri
bütüne yansıtmak mümkündür. Öyleyse hareket noktamızı oluşturan en temel
veri “Koşulsuz Sevgi”
verisidir.
Tüm olup bitenleri kabul için
tek nitelik; koşulsuz sevgi atmosferinde iş gören saf bir itilim ve amaç
sahibi olmayı istemekten geçmektedir. |
KOŞULLU MUTLULUK |
Mutluluk
kavramı hepimizi en çok ilgilendiren kavramların en önemlilerinden biri…
Kim mutlu olmayı istemez? Ayrıca niye istemesin ki? Yaşamın bin türlü
zorluğu ile mücadele ederken azıcık da mutlu olsak ne olur deriz hepimiz
ama mutluluğun bireysel gelişimle ilgili bir kavram olduğunu ve insanın
mutlu olmayı öğrenmek için de kendini eğitmesi ve yeni bir bakış açısı
ile programlaması gerektiğini hep unuturuz.
‘Ben mutlu
olmayı aslında bilirim ama her şey ters gidiyor, bir kabahatim yok ki’
diyerek, kendi mutluluğumuzu sürekli ertelediğimizin ve mutlu
olabilmemiz için mutlaka bazı koşulların olmasını şart koştuğumuzun
farkında mıyız acaba?
Koşullu Mutluluk arayışı çok dünyasal bir arayıştır ve bizim gerçek
mutsuzluklarımızın en büyük nedenidir. Koşullu Mutluluk dediğimiz zaman
ilk etapta anladığımız şey mutluluklarımızın belirli koşullara
dayandırılmış olmasıdır.
Hissedebildiğimiz güzelliklerin, hazların, tatmin duygularının, neşe,
sevinç ve heyecan duygularının çeşitli koşullara dayandırılmış
olmasından ötürü bloke olması ve bu duyguları hissedememek, belki de
gezegenimizin şu an en önemli sorunlarından bir tanesi ama bu konuyu
bireysel gelişime önem veren kişilerin kendi aralarında konuyu enine
boyuna tartışmalarının, çok daha farklı yaptırımlara ve zihinsel olarak,
çok daha olumlu sonuçlara, gelinmesine neden olacağını düşünüyoruz.
Yaşadığımız bir takım hazları veya güzel duyguları koşullandırmamız
nedeniyle, o koşullar yerine gelmediğinde hazzın bulunamaması,
alınamaması, hazlarımızın, neşelerimizin, mutluluklarımızın,
sevinçlerimizin koşullandırılmasının günlük yaşamdaki performansınızı
nasıl da düşürdüğünü tam olarak bir fark edebilsek, belki de bu ruh
halini üretmemek için yeni yollar, yeni yol haritaları aramaya
başlayabiliriz.
Örneğin: bir evim olursa mutlu
olurum diye bir cümle kurarsak, bu koşullu bir mutluluktur, çünkü ancak
bir ev olması durumunda mutlu olmaktan söz edilerek mutluluğun bir ev ön
koşuluna dayandırılması söz konusudur. Daha büyük ve daha küçük örnekler
de verilebilir. Çok daha küçük örneklere indirilen durumlar da vardır.
Gezegeninizde yaşarken bazen bir bardak su ancak soğuk olursa mutlu
olabileceğim dediğiniz ve soğuk olmadığında o hazzı yakalayamadığınız
durumlar vardır ve böylece mutlulukların ve hazların koşullandırılmış
olduğunu görürüz.
Gerçek mutluluğa ulaşabilmek için onun mutlaka koşulsuz olması
gerekmektedir yani yaşanan andan sadece o anın size verdiği kadarını
almaktır.
O an
size neyi getirmişse, size neyi sunuyorsa onun o kadarıyla mutlu
olabilmek, onu alabildiğiniz için mutlu olabilmek ama bunu böyle
alabildim, keşke şöylesi de olsaydı, keşke başka türleri, renkleri,
biçimleri de olsaydı o zaman daha mutlu olurdum gibi bir anlayışa
dayanan bakış açısı temelde sizleri ve zihinlerinizi son derece yoran ve
üzerinizdeki baskıları, sıkıntıları arttıran bir durumdur.
An’ın Getirdikleri
An’ın size
getirmekte oldukları zaten sizin gerçekte ihtiyacınız olan şeylerdir. Bu
ihtiyacınız olan şeyleri sevinçle karşılamalı ve kabul etmelisiniz.
Sonuç olarak o zaman mutluluğunuzu herhangi bir koşula dayandırmamış
olursunuz.
Sadece o anın size getirdiklerinden size sunduklarından bir haz elde
edersiniz ve onunla gerçek hazzı yakalamış olursunuz.
Çünkü
sürekli daha fazlasını istemek, daha farklısını beklemek gibi dürtülerin
bir sonu olmadığından; bugün başka biçimini isterken yarın başka
biçimine sahip olduğunuzda, bu defada başka rengini isteyeceksiniz.
Başka rengini bulduğunuzda, daha başka şeylerin eksik olduğunu
düşüneceksiniz.
Mutlulukları koşullandırmalara dayandırmak alışkanlığı yani ancak şu
gün şurada, şöyle olursa mutlu olurum, ancak şurada, şöyle yaparsam
mutlu olabilirim gibi zihinsel alışkanlıklar son derece yıpratıcı
alışkanlıklardır. Örneğin bir piknik yaparken bile piknik yaptığınız
anın duygusunu yaşamak yerine, bu piknik keşke göl kenarında olsaydı o
zaman gerçek bir piknik gibi olurdu veya şu yaptığım eylem şurada
olsaydı o zaman mutlu olurdun, şu gün yapsaydım daha iyi olurdu gibi
koşullandırmalara dayandırdığınız için yaşamlarınızı, anın size
getirdiklerini yakalamakta zorlanmakta, gerçek haz, mutluluk ve sevinci
yakalayamamaktasınız.
Zihnin gezegende koşullandırılması ve
kontrolü kaybetme
Zihninizin koşullandırılmış olmasını anlamak çok mümkün çünkü içinde
bulunduğunuz toplumsal yapılar, gezegeninizin işleme biçimi, dışarıdan
empoze edilen düşünceler, çeşitli reklam türevi çalışmalar ve sürekli
getirilen ‘şunu, şurada şu zamanda, şu şekilde yaparsanız en büyük
mutluluğu böyle elde edersiniz’ gibi dayatmalar, basılı yayınlar; zihin
ve belleklerin bir süre sonra kontrolünün kişinin elinden
kaybolup
gitmesine neden de olmaktadır.
Mutluluklarınızı koşullandırmaktan kurtarmanız gerekmektedir.
Zihinlerinizi serbest ve özgür bırakmalısınız. Yaşadığınız anın size
getirdiklerini almanız ve onu yaşamanız gerekmektedir. Size bir üzüntü
de getirmiş olabilir o zaman onu yaşarsınız ama bir sevinçte getirmiş de
olabilir o zaman onu da hakkıyla yaşamalısınız. Üzüntüleri nasıl
hakkıyla, içine girerek ve sonuna kadar didikleyerek yaşıyorsanız ve o
sıkıntılı, üzüntülü anı dolu dolu geçiriyorsanız, sevinçleri de bu
şekilde yaşamalı, zihinlerinizi koşullandırmalara dayandırmamalısınız.
Çünkü aksi takdirde asla ve asla gerçek bir mutluluk, bir doygunluk, bir
tatmin duygusunu yakalayamazsınız. Hep bir şey eksik kalır.
Bir
gün mavi araba alırsınız ama keşke daha büyüğü olsaydı dersiniz, daha
büyüğünü aldığınızda, bu seferde şöyle şöyle özellikleri olsaydı
dersiniz yani burada önemli olansa aldığınız arabanın sizin ihtiyacınızı
ne denli karşıladığı ve ne denli karşılamadığıdır.
Eğer sizin ihtiyacınız, içinde bulunduğunuz koşullarda sizi bir yerden
bir yere taşıması için araç elde etmekse o zaman bunun ne şekilde ve
nasıl olduğuyla değil o aracı elde etme durumu ile ilgilenmeniz gerekir
ve onu elde ettiğinizde içinizde o an bir mutluluk olmalıdır. Bunun
keşke şurası da böyle olsa, orası da şöyle olsa dileklerinin hiçbir
zaman ve hiçbir yerde sınırı yoktur. Mutlaka her zaman bir yenisi, bir
daha iyisi vardır. İstemek duygusu giderek daha arzulu bir hale
gelebilir, daha kontrolden çıkabilir ve böylece bu istemek duygusu daha
arzulu bir hale geldikçe sizin doyumsuzluk ve mutsuzluk duygunuz giderek
artacaktır. Ve mutluluğa yaklaşma ihtimaliniz de buna paralel olarak
giderek giderek sizden uzaklaşacaktır. Çünkü aslında mutluluk dediğiniz
şey, birçok yazarların bahsettiği gibi uzaklarda bir yerlerde gizli
saklı değil, tamamen kendi avuçlarınızın içinde, kendinizin hemen yanı
başınızda, içinizde bulunmaktadır.
Mutluluk sadece yaşama nasıl baktığınızla ilgilidir
Gerçekten mutlu olmak dediğiniz şey yaşamı nasıl gördüğünüzle ilgilidir.
Önünüzde yarım su dolu bir bardak olduğunda öyle gözler var ki, yarım
bardağın dolu olduğunu görür ama öyle gözler var ki, yarım bardağın boş
olduğunu görür. Bu neyi nereden görmek istediğinizle ilgilidir. Ve
mutluluk dediğiniz kavramın ne kadar koşullandırılmış olduğunu anlatan
güzel bir örnektir. Eğer mutluluğu elde etmek için kafanızda bir sürü
şey sayıyorsanız yani şu olursa, bir de şu olursa, hah bir de şu olursa
gibi birkaç madde sıralıyorsanız, işte o zaman gerçekten mutlu olurdum
diyorsanız: inanın bütün bunları elde ettiğinizde mutluluğun bile ne
demek olduğunu bilemez noktada yeni şeyler ister olurdunuz. Çünkü bu üç
tane saydığımız maddeyi elde edene kadar ve elde etme işleminiz
tamamlandığında ve nihayet mutlu olacağınız o ana geldiğinizde çoktan
kendinize yeni bir liste hazırlamış olurdunuz. Evet şunları şunları elde
ettim ama burasını burasını elde edemedim, bir de onları ilave edersem
işte o zaman tam olacak gibi bir düşünce yapısı size hakim olmuş olacağı
için sözünü ettiğiniz noktayı hiçbir zaman yakalayamazsınız ve mutluluk
dediğiniz şey her zaman sizden birkaç adım önde kaçarcasına ama sizin
yaşamınızı da tüketircesine bir kovalamacaya döner.
Oysa ki, mutluluk dediğimiz şey şu an içinde bulunduğumuz andadır. Onu
bu an içinde, şu anda yakalayabilirsiniz.
Eğer
ki, zihninizi alışkanlıklarından kurtarabilirseniz, zihninizi
esaretinden kurtarabilirsiniz ve şunlar şunlar olursa mutlu olurum
dediğiniz o koşulları değiştirip, başka bir kenara koyabilirseniz,
aslında şu anda da gerçek mutluluğun ne olduğunu tadabilirsiniz.
Mutlu
olabilmek için sayabileceğiniz hiçbir koşula ihtiyacınız yok. Zaten
içinde bulunduğunuz an size yeterince güzel şeyler getirmekte. En
azından dünyanızın kuralları içinde bulunan kaza-bela tarzında birçok
oluşum sizden uzakta durmakta, bu aslında yeterince büyük bir mutluluk
ve sevinç kaynağı.
Onların
sizden uzakta duruyor olması bile yeterince büyük bir şölen aslında ama
bardağın yarısını dolu değil de boş görürseniz, zihninizi
koşullanmalardan kurtaramazsanız o zaman mutsuz olmaya devam edeceksiniz
demektir.
Oysa
elinizdeki artıların listesini yaparsanız gerçek anlamda nelere sahip
olduğunuzu fark edeceksiniz ve bu yeterince mutluluk noktası olacaktır.
Mutluluğu gelecekte bir yerde aramayınız.
Mutluluk dediğiniz
şeyin peşinden koşup durmayınız. Mutluluk dediğiniz şeyi, şu an içinde
bulunduğunuz anda yakalayabilirsiniz. Ona şu an zaten sahip
olabilirsiniz. Mutluluk denen o harika şeyi, o gelinebilecek en üst
noktadaki tatmin duygusunu şu an yaşamlarınızın içinde elde
edebilirsiniz, sadece siz bunu seçmiyorsunuz, tercih etmiyorsunuz ve
zihninizi koşullandırmaya devam ediyorsunuz.
Gerçek ihtiyaçlar-Suni ihtiyaçlar
Yaşadığınız
anın size getirdiklerini o an bütün coşkusu ve tatmini ile yaşamak
yerine sürekli eksiklerin listesini yapıyorsunuz ve bu eksiklerin
gerçekten eksik olup olmadığını da bilmiyorsunuz.
Şimdi geldik gerçek ihtiyaçlar, suni ihtiyaçlar meselesine. Acaba
sahip olduğunuz o eksiklikler ve uğruna bu denli mutsuz olduğunuz, bu
denli kendinizi üzebildiğiniz ve sıkabildiğiniz şeyler; bir de üstüne
üstlük ya sizin ihtiyacınız değilse; ya onları gerçekten dış şartlar
altında yapılandırılmış bir zihnin otomatik ürettiği bir liste
olarak görürsek ya aslında bunlara gerçekten ihtiyacımız yoksa ve var
zannetmekteyseniz ve bir de üstüne sahip olamadığınız için bir takım
üzüntüler silsilesi içinde kendinizi buluyorsanız, işte o zaman
gerçekten çok büyük bir zaman kaybı içindesiniz demektir.
Gerçek ihtiyaçlarınızı tespit etmek onların gerçekten neler olduğunu
şuur hali içinde bilmek ve suni ihtiyaçlarınızdan arınmak bir program ve
bireysel gelişim metodu uygulamaktır.
Suni ihtiyaçlardan arınmak çok önemlidir. Üzerinizden adeta sırtınızda
üç tane sırt çantasıyla tırmanırken, bir anda o çantaları bırakıp,
yokuşu bir anda ve tek nefeste çıkmak gibidir, sahte ihtiyaçların
baskısından kurtulmak. Bu noktada şunu görüyoruz ki, sırtınızda
fazlasıyla istek taşımaktasınız ve maalesef bu isteklerin yarısından
fazlası da sizin gerçek olmayan suni ihtiyaçlarınıza ait beklentiler,
istekler, arzulardır ve bunların elde edilmesi koşuluyla mutluluğa
varılacağına dair koşullandırılmış zihin ise bunların her elde
edilemediği gün daha fazla mutsuzluk, üzüntü, baskı veya stres içine
girmektedir. Ve içinde bulunduğunuz kısık döngüye bakarsanız, aslında
durum oldukça yorucu, yıpratıcı ve zordur.
Hiç tatmin olmayan istekleriniz var, onların peşinden koşuyorsunuz ve
ancak onların tatmin olmasıyla mutlu olacağınıza koşullandırılmış
zihniniz, onların elde edilmemesiyle daha büyük baskılar ve stresler
yaşıyor ve tekrar yeni suni ihtiyaçlar yaratıyorsunuz. Bari onu elde
edemedim, şunu elde edeyim diye ve yeni ihtiyaçlar tekrar yeni
beklentiler yaratıyor ve tekrar elde edilemeyen ihtiyaçlar tekrar yeni
mutsuzluklar oluşturuyor. Bu noktada gerçekten suni ihtiyaçların ve
gerçek ihtiyaçların birbirinden ayrılması gerektiğini ve suni
ihtiyaçlara duyulan ihtiyacın koşullandırılmış bir zihnin ürünü olduğunu
görmeniz çok önemlidir.
Mutluluk kavramı
Ve
mutluluk dediğiniz kavramı bütün bu koşullardan arındırırsanız onun ne
kadar güzel bir duygu olduğunu görebilmeniz çok önemlidir gerçekten
çünkü mutluluk dediğiniz şey; hiçbir zaman insanoğlunun listelemiş
olduğu şeylerde bulunamadı ve bugüne kadar istediği kadar zenginlikler
elde edenler oldu, istedikleri kadar hükümdarlıklar elde edenler oldu,
gezegen açısından çok yüksek mertebelerde olanlar oldu ama hiçbiri
gerçek mutluluk duygusuna tam anlamıyla yaklaşamadılar, ellerindeki
listeler yaşamlarının sonuna dek bir kez bile azalmayı başaramadı.
Listedekiler çıktıkça yerine yenileri geldi ve mutlaka korkunç bir
doyumsuzluk, tırmanış ve giderek daha fazlasını istemek suretiyle hırsın
kendi kendini tüketmesiyle sonlanan durumlar oldu. Bu yüzden mutluluğun
bu şekilde yakalanması oldukça imkansız. Suni ihtiyaçlar var oldukça
mutluluğun olması ve zihin suni ihtiyaçlara koşullandırıldığı ölçüde
imkansızlaşan bir durum var ortada.
O
yüzden ihtiyaçlarınızı kendi temel ihtiyaçlarınız ve suni ihtiyaçlar
diye ikiye ayırırsanız, kendi temel ihtiyaçlarınız hakkında fikir
alışverişinde bulunabilirsiniz.
Mutluluğunuzun ne denli koşullandırılmış olduğunu her isteyen kişi
kendisi için analiz edebilir. Ama burada önemli olan objektif
analizlerdir. Sizi bir yere götürecek olan şey gerçekten dışarıdan
yapılabilecek objektif analizlerdir. Kendi içinizde hiçbir zaman ‘ama
canım biraz şöyle de aslında biraz da böyle’ gibi çeşitli yumuşatmalar,
bahanelerle bir adım bile ileriye gitmeniz mümkün değil.
Aslında
bu konuda kendinize ne kadar acımasız, ne kadar eleştirel, ne kadar
objektif olursanız; o kadar çabuk sürede gerçek ihtiyaçlarınızın
tespitine ulaşabilirsiniz ve suni ihtiyaçlarınızdan kendinizi
arındırmanızla beraber mutluluk dediğiniz duyguyu. Şu an ve her anda
üstüne üstlük hiçbir koşula bağlı olmadan yaşarsınız.
Bunun
nasıl bir duygu olduğunu belki bir kez tatsanız, belki bir kez
yaşasanız; onu hiçbir zaman bırakmak istemeyeceksiniz. Adeta
gezegeninizin en harika meyvelerinden oluşturulmuş, bir meyve suyu
kokteyli gibi tadı damaktan hiç gitmeyen bir tat gibi onu yaşamak
isteyeceksiniz çünkü belki de her an kendinizi mutlu, tam ve bütün
hissedeceksiniz. Yaşadığınız olayların eskisi gibi sizin üzerinizde
etkiler yaratmadığını ve mutluluk dediğimiz şeyi yakaladığınızı ve bunun
kolay kolay bozulamaz olduğunu göreceksiniz çünkü koşullarınız yok.
Eğer koşullarınız olmazsa, mutluluğa
şu anda sahip olursunuz, bugün mutluluğa sahip değilseniz bu
koşullarınız olduğu içindir ve koşullarınızdan zihinlerinizi
sıyırabilirsiniz o zaman zaten mutlu olmak için ne çok şeye sahip
olduğunuzu biraz daha iyi göreceksiniz. |
|
GELİŞ AMACINI HATIRLAMAK VE
YAŞAM PLANI |
Geliş amaçlarının
çeşitliliği
Geliş amacımızı hatırlamak
herkesin ortak dileği değil mi?!!! Bir sabah uyandığımızda neler
yapmamız gerektiğini bir anda hatırlayabilseydik ne güzel olurdu!... Ama
olmuyor işte, burası Dünya adı verilen bir gezegen ve buranın kendine
has şartları var, isteyince değiştiremiyoruz ama bu kendimize bir yol
haritası, bir ayak izi bulamayız anlamına da asla gelmiyor doğrusu! Her
soru yanıtı ile iç içe olduğundan, soruya sormaya başladığımızda yanıtın
ayak izleri de ‘beni izle doğru yoldasın’
demeye başlıyor.
Çok değişik amaçlar
söz konusu olduğu için ancak bir doğum haritası çok net incelendiğinde
bir tahmin ileri sürmek mümkünse de öncelikle belirtmek gerekir ki,
hepimizin Dünya’ya geliş amacı birbirinden çok farklıdır, tıpkı birey
olarak farklı olmamız gibi bedenlerimiz, genlerimiz, ailelerimiz ve
kaderlerimiz de birbirinden çok farklı. Özde teklik ifade etsek de,
burada çoğuluz ve farklılıkların ahenginden bütüne gitmeye çalışıyoruz…
Geliş amaçlarımız bir tane değildir dersek ve bu desteyi bir bütünlük
olarak görürsek daha doğru olur. Buraya bedenlenme amacı; gezegene
doğarak gelmiş olan her varlık için değişkenlik gösterebilir ama temelde
gelişmek ve geliştirmek
anayasasını uygulamak da ortak kaderimiz…
Geliştirmek ve
geliştirmek ana hedeflerden biri yani kendinizi ve aynı zamanda da
bulunduğunuz alanı, çevrenizi geliştirmek dileği herkesin ruhunun
derinlerdeki saklı temel bir gerçek. Yani her varlığın kendini
geliştirmesi gereken noktalar elbetteki değişiklik gösterecek, her
varlık için bir farklılık oluşacaktır. Deneyimlere, uygulamalara aynı
zamanda varlığın kapasitesine bağlı değişimler olabilir. Bir varlık aynı
deneyimi birkaç yıl içinde alabilirken, bir başka varlık aynı deneyimi
ancak birkaç hayat içerisinde aşabilecektir. Bu o varlığın kendi
kapasitesiyle de bağlantılı bir durumdur. Tabii ki daha önce o işi
tamamlayabilen, daha hızlı gelişme fırsatı bulacaktır ve diğeri daha
arkadan gelecektir. Taa ki hızlı bir atak yapana kadar…
Bu yüzden geliş amaçlarımız, her varlığa ve deneyimine göre, öz
kapasitesine ve kendi donanımına göre değişiklik gösterir. Gelişim
hızları ve miktarları değişik olur. Biri daha hızlı, daha yavaş, şu veya
bu oranda, biri diğerini kapsayacak şekilde olabilir.
Hatırlamak
Geliş amaçlarını hatırlamaksa yine
tamamen varlığın kendi kapasitesiyle ilgili bir durumdur. Hatırlama
varlığın kendi hızı, kapasitesi, yaşadıklarını değerlendirmesi,
karşısına çıkan olayların dilini çözebilmesi, bir olayı neden
yaşadığını, niye yaşamakta olduğunu çözümleyebilmesi ve karşısına gelen
şeyleri dünya gözü değil de, iç görü dediğimiz, iç gözü ile
değerlendirebilmesi ile bağlantılıdır…
Bütün varlıkların dünyaya gelirken bir
geliş amaçları vardır. Bu yaşamın içine vurulduğunda yani diyelim bir
yaşam kesiti içinde, sıfırdan elliye kadar elli yıl yaşayacaksa, bu
yaşamı bir banka hırsızı olarak da geçirebilir, bir katil olarak da,
ihtiyaçları ile ilgili olarak bir aile babası olarak da, hastalıklarla
mücadele ederek veya bir organ eksikliği ile de geçirebilir. Yani yaşam
çok fazla çeşitlilik getirmektedir. Siz çevrenizde bunları zaten
görmektesiniz. İhtiyaca göre amaçlarının toplamının karşılayan bir
planla doğar insan, onun da adı ‘Yaşam
Planı’dır.
İhtiyaç dediğimiz
şey amaçlarının toplamının karşılayan bir yaşam programı ile doğmaktır,
önceden belirlenmiştir, kendisine sunulmuştur ve bir anlaşma
sağlandıktan sonra varlık bu programı uygulamak üzere doğar.
Ancak iş o ki, buraya geldikten sonra bazı pürüzler başlar çünkü
gezegeninizde unutmak yoluyla doğulur. Enkarnasyonlarınız (doğuşlarınız)
unutmak yoluyla olmaktadır ve önceki yaşamlar dahil olmak üzere bu yaşam
planınızda bilinç üzerinde unutulmaktadır. Ancak bilinçaltınızda,
ruhunuzun derinliklerinde, ruhunuzun bildiği bir şekilde saklıdır fakat
onu her an bulup çıkaramamaktasınız, bulup çıkaramadığınızda işte bazı
pürüzler o varlığın kapasitesi ile de orantılı olarak başlayabilir.
Zor
Yaşam
Varlıklar
genellikle ve özelliklede ihtiyaçlarının ve amaçlarını doğrultusunda zor
bir yaşam programı seçmişlerse, buraya geldikten sonra bu yaşam planını
inkar etmeye ve reddetmeye başlarlar ve sanki bu program onlara ait
değilmiş sanki başlarına bir felaket gelmiş, aslında bu hayatı hak
etmemişlerde çok farklı bir hayat yaşabilirlermiş ama Tanrı’ları onlara
bu hayatı vermemiş gibi bir inkar ve reddetme safhasına geçerler ki bu
aslında oluşabilecek en zor ve en tehlikeli safhalardan biridir.
Çünkü inkar bütün işleri zorlaştıracak bir
şeydir, her şeyi kolaylaştırabilecek ve bir an önce programı
tamamlamanızı sağlayacak olan şey ise onu kabullenmek yani yaşadığınız
şeyi kabullenmek ve şu an ne yaşamakta iseniz, buna ihtiyacınız olduğunu
bir an önce görmektir.
Amaçları
hatırlayabilmek için neler yapmalı?
Amaçlarınızı daha hızlı
hatırlayabilmeniz için neler yapmanız gerektiğinin ilk adımı, karşımıza
çıkmış, çıkmakta olan veya çıkacak olan olayları değerlendirmeden
geçmektedir.
Zihin yapınızı bir şekilde
ayarlayıp kurgulayarak karşınıza çıkan olayları ve yaşadıklarınızı ne
kadar inkar ederseniz ve sanki siz aslında bunlara layık değilmişsiniz,
daha iyilerine veya daha farklılarına layıkmışsınız, hak edermişsiniz
ama bir şekilde sistem, Dünya, Tanrı’nız her kimse size bunu vermemiş
gibi algılarsanız, hiçbir şekilde buraya geliş amaçlarınızı hatırlama
fırsatınız kalmaz. O yüzden yapılması gereken en doğru ve hatırlamayı
hızlandıracak şey, amaçlarınızı daha hızlı hatırlayabilmeniz için ilk
yapmanız gereken, karşınıza çıkmakta olan olayları daha objektif bir
gözle değerlendirmeniz olacaktır.
‘Ben bu
olayı neden yaşamaktayım ve neden karşılaşmaktayım’
sorusunu her şeye sormalısınız. Sanki bir
yanlışlık sonucunda karşılaşmışsınız gibi düşünmek yerine aslında bu
değil ama şöyle olmalıydı, ben şunları yaşamalıydım, aslında şimdi
şunlara sahip olmalıydım, aslında şöyle bir noktada olmalıydım vs. gibi
şeyleri durmadan zihninizden geçirmek yerine şu anda içinde bulunduğunuz
gerçekliği fark etmelisiniz ve ‘ben
bugün şu anda şöyle bir noktadayım acaba neden bu olaylarla
karşılaşmaktayım, neden bu şekilde bu olaylar cereyan etmekte, vuku
bulmakta ?’ Bu sorular sizi
amaçlarınıza götürür. Bu soruların yanıtlarına yaklaştığınız zaman
çözümlemeye ve hatırlamaya yani neler yapmanız gerektiğini anlamaya
başlarsınız. Çözüm anahtarı size kendini belli etmeye başlar.
Örneğin diyelim ki,
son yaşadığınız bir olayı, düşündünüz, taşındınız ve çözümlemeye
başladın ve ‘yahu benimde şu yanım çok tembel, şu şu şu yanımı harekete
geçiremiyorum, oysa ki şu olay benim şu şu şu yanlarımı otomatikman
harekete geçiriyor, otomatikman beni hızlandırıyor ve ben o işi yapmak
zorunda kalıyorum’ diye bir çözüme ulaştınız. İşte o zaman buraya geliş
amaçlarınızdan bir tanesi sizin tembel yanınızı eğitmeniz olabilir,
dikkatli gözlem ve iç sorgulama ile amaçlardan birini yakaladınız
demektir. İnsanın doğasında öyle güzel bir yön var ki, bir gerçeği bir
kere idrak ettikten sonra o bilgi sonsuza kadar ona ait oluyor. İç görü
ile izleyerek, onlara sorular sorarak, soruların yanıtlarını arayarak
bakarsanız; her bulduğunuz ayrı yanıtın toplamının sizin amaçlarınızı
oluşturduğunu göreceksiniz ki zaten en temeldeki amacın gelişmek ve
geliştirmek olduğunu biliyorsunuz…
Siz kendini fark etmenin
kıyısında sevinçle yeni karşı sahili izlemekte iken, karşılaştığınız bu
gerçeklerle gelişmek ve geliştirmek kavramının da içini açmış
olacaksınız yani hangi yanlarınızı geliştirmekte ve başkalarının
özellikle en yakınlarınızın, hangi yanlarını geliştirmeleri için katkıda
bulunmaktasınız gibi tüm bu soruların çözümlemelerine ulaşacaksınız.
Bulduklarınız tabii ki en temelde varlıkların kendilerini gelişme ve
geliştirmeleri ile ilgili çözümlemeler olacaktır. Bunu da ilk etapta
olayları doğru değerlendirmek ve her ne yaşamaktaysanız onu zaten
yaşamak üzere program yapmış olduğunuzu, imza atmış olduğunuzu bir an
önce görmek, kabullenmek ve programınıza sadık kalarak, onu inkar
etmeden, o programın sizin programınız olduğunu ve buna gerçekten
ihtiyacınız olduğunu ve o yüzden bunları yaşamakta olduğunuzu bir an
önce fark etmek, amaçlar topluluğuna daha kolay ulaşmanızı sağlar.
Vazife
Tabii ki bu noktada tam yolu ve hedefleri belirlerken, amaçlar
topluluğunun içine vazifeyi de yerleştirebiliriz. Vazife dediğimiz zaman
aslında yaptığımız her şeyi bir vazife olarak kabul ederek, ona hak
ettiği değeri vermekten söz ediyoruz. Yaptığımız her şey hem kendimize
hem başkalarına faydalıdır ama bir de bizim gezegenimizde
ışık işçileri
diye adlandırdığımız büyük bir gruptan da
söz edecek olursak tabii ki onların, bazı vazifelerinde biraz daha
farklılıkları olduğunu kabul etmemiz gerekir…
Sadece kendinin ve çevreninin
gelişiminden sorumlu olmak da doğrudur, hem kendinin, hem çevresinin hem
de hiç tanımadıklarının gelişiminden sorumlu olmakta… Ve hatta gezegenin
kalkınma projesine katkıda bulunmak gibi bir doğruda vardır ve hepsi o
kişilere ait yaşam planlarının ürünüdür…
Yeter ki, bu planı
doğru okumak için çaba harcayalım. Doğuş planlarımızın içinde gerçek
kapasitemizle ilgili tüm veriler kayıtlı, sezgi, ilham, içgörü ve aynı
zamanda da akıl ve mantık yoluyla dışlaştırılmayı bekliyor. |
KELEBEK ETKİSİ ve İÇ DİNAMİKLER |
Kelebek Etkisi,
bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin, büyük ve
öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen isimdir sizin de bildiğiniz
gibi…
Biliyor musunuz; "Çin'de bir kelebek, bir çiçeğin üstüne konarken
kanat çırptı diye Karayip adalarında fırtına çıkması olasılıklardan
biridir. Bir kelebeğin kanat çırpmaları bile belli bir süre sonra
atmosferin durumunu tümüyle değiştirebilir. Bu spiritüel olarak demektir
ki: yaşamda öyle çok olasılık var ki, bizler varoluş yasaları içinde
yapacağımız özgür seçimlerle kendimize sürekli yeni olasılıklar yaratma,
düş kelebeğinin kanatlarını çırpmasıyla da yepyeni bir ortamla
karşılaşma potansiyeli ile her an iç içe yaşıyoruz.
Örneğin, kendinizi ışık işçisi gibi hissediyorsanız, ışığa yönelmeye
çalışan minik bir pervanenin kendini ışıkla bütünleşip dönüştürme
arzusuna benzeyen şekilde gelişme ve bütünleşme aşkı hissetmeniz
normaldir. Bu dönüşümle günlük yaşamdaki görevlerinizi tam bir
performans göstererek yerine getirebilir; aydınlanma, kendini
geliştirme, aydınlatıcılık meşalesini sevgi ve sevinç ile taşıma
özgürlüğü hissedebilirsiniz. Yüreğinizdeki kelebek kendinin dışında
olanlarında da gelişimine katkıda bulunacağı için bu kez kanatlarını
varoluş yasalarının en önemlilerinden bir tanesi için çırpmış olur.
Gelişmek ve
geliştirmek, yani Tekamül etmek ve Tekamül ettirmek.
Bu yasa evrenin işleyiş prensibinin en temel çekirdek noktalarından
biridir çünkü aksi takdirde tek bir bireyin gelişimi, tek bir ulusun
gelişimi tek bir gezegenin gelişimi sözkonusu olurdu ama evren öyle bir
şekilde tasarlanmış ki programı sadece gelişmek ve geliştirmek üzerine
kurulu!…
Halkalar ve zincirler birbirlerine öyle bağlıdırlar, olaylar-oluşumlar
birbirine öyle bağlıdırlar ki, sizin gelişiminiz bir diğerinin
gelişimini tetiklemekte veya ona bir fayda sağlamakta ve bu böyle tıpkı
suya atılan bir taş gibi halka halka ilerlemektedir. Halkalar giderek,
açılarak büyümekte ve karşı kıyıya kadar varmaktadır.
Varoluş yasasalarının en temel prensiplerinden biri olan
gelişmek ve geliştirmek,
tekamül etmek ve tekamül ettirmek evrensel işlevini her yerde korur.
Evrende yaratılmış olduğunu gördüğünüz canlı cansız ama bir enerji
taşımakta olan her türlü şey için bunu söyleyebiliriz. Gelişmek ve
geliştirmek onun ana fonksiyonudur.
İnsanoğlunun bugüne kadar sorduğu sorularda hatta çoğu zaman benim
vazifem nedir ve benzeri gibi çok sorduğu sorularının yanıtında ilk
madde olarak: birinci vazifeniz gelişmek yani bireysel gelişiminizi
yapmak ve geliştirmek yani diğerlerinin de gelişimine katkıda bulunmak
demek mümkündür.
İnsan bu birincil vazifeyi tam olarak ne kadar yeterli bir
performansla ve başarıyla tamamlarsa hem kendisinin gelecek yaşamları
için, hem de şu an ki yaşamı için yeni kapıların, yeni olanakların
açılmasına fırsat sağlamış olur.
Elindeki iş ne olursa olsun onu tam hakkını vererek yerine getirme
potansiyeli, gerek karmik düzenler, gerek yeni yapılandırılacak yaşam
biçimleri açısından faydalıdır. Sizin yaptığınız en önemli görevlerden
bir tanesi bu gelişmek ve geliştirmek kapsamında aslında maddeyi
geliştirmektir. Maddeyi geliştirmek
yine yaşamsal fonksiyonlarınızdan biridir ve bu gezegendeki herkesi
kapsar.
Maddeyi geliştirmek
” Sizler bir beden ve ruh bileşimi olduğunuza göre ruhunuzun gelişimi
ile bedenleriniz yani madde dediğimiz şeyde sizinle beraber
etrafınızdaki birçok alanda gelişmekte ve daha ince daha süptil
enerjilere doğru ilerlemektedir. Dünya gezegeni çok ağır bir maddesel
enerji alanına sahip. Onu geliştirmek sizin yaşamsal fonksiyonlarınız
kapsamında, şuurlu ve bilinçli olan gruplar için bu daha da önemli bir
görev haline gelmekte. Işık işçilerinin tam bir performansla başarıya
ulaşması hem kendileri, hem içinde bulundukları alan içinde yaşayan
canlıların gelişimleri gibi nedenler yüzünden çok önemli. Gezegen
üzerindeki tüm ışık işçilerinin tam bir performansla çalışmalarının
istenmesinin bir anlamı da budur.
Sadece o kişilerin daha iyi olmaları değildir buradaki amaç; kendi
gelişimlerini yaparken aynı zamanda bu gezegen üzerinde bir gelişime
neden oldukları, katı maddesel alanların gelişimlerine fayda
sağladıkları veya yapılandırılması, geliştirilmesi gereken bazı
varlıkların gelişimine katkıda bulundukları ve aynı zamanda
ortak
şuur alanına yayın yapmak
suretiyle tanımadıklara başka varlıkların da onların gelişimlerinden
beslenebilmesi anlamına geldiği için ışık işçilerinden tam performans
istenir. Çünkü kelebek etkisi ile bir ışık işçisi olarak sergilediğiniz
sağlam ve ilkeli duruşun, sadece tanıdığınız değil hiç tanımadığınız
gezegenin taa öbür ucunda yaşamakta olan varlıklara da hayrı
dokunabilir.”
Kelebek Etkisi
”Sizin buradaki gelişiminizin bir yansıması hangi sahillere hangi
dalgaları götürür hiç bilinmez, kelebek etkisi diye anlatılmak istenen
şey de budur. Evrenin küçük bir köşesinde küçücük bir kelebeğin kanat
çırpması, evrenin bambaşka bir köşesinde çok büyük dalgalarla bambaşka
bir olaya neden olabilir. Süre gelen halkaları izlerseniz, o olayın da
nasıl geliştiğini bulma şansınız olabilir. Bu da sebep-sonuç yasasıdır.
Küçücük bir hareket, küçücük bir ivme birbirine bağlı halkalar nedeniyle
çok bambaşka bir olaya dönüşebilir. O yüzden sizin buradaki gelişiminiz
ve ortak şuur alanına ilkeler ve prensipleri korumak doğrultusunda
yaptığınız yayınlar, hiç tanımadığınız gezegenin bambaşka bir ucundaki
bir varlığa çok faydalı etkilerde bulunabilir ve onun gelişimine katkıda
bulunabilir.”
Böylece de gelişmek ve geliştirmek dediğimiz varoluş yasalarından en
önemlisini yerine getirmiş oluruz yani bizlerin gelişmesindeki maksadın
sadece bireysel olmadığını fark etmek, üst seviyeli bir bakıştır.
Buradaki önemli konu kendini aydınlatmaya aday bireylerin yeterli
düzeyde gelişmeleridir. Onlar ne kadar aydınlık ve açık olurlarsa hem
söylenenleri daha iyi duyarlar, hem de daha iyi anlarlar ve uygularlar,
hem de onlara çok daha rahat ulaşılabilir.
” Böylece de daha sistemli ve programlı çalışmalar yaparak, kelebek
etkilerini gezegenin pek çok yerinde yaratmak mümkün olur ve
kurtarılması hedeflenen, ulaşılması beklenen bir kitleye de ulaşmayı
başarmak da söz konusu hale gelir. Sizlerin ve sizler gibi çalışan
grupların da katkılarıyla birlikte yürütülen evrensel ortak çalışma
programlarının gerçek amaçları bunlardır. Ve o yüzden sizlerin kişisel
başarılarının tek tek dahi olsa önemli nedenleri ve gereklilikleri
vardır.Bütün
için başarmak bugüne kadar pek tanımadığımız birlik şuurunun küçük bir
yansımasıdır.”
Genel
olarak gezegende bir yılgınlık veya benzeri bir atalet duygusu sık sık
izlenmekte, bunu herkese yaymak gerekmemekte ise de, çıkan genel hava
zaman zaman bu olabilmektedir maalesef. Bir erteleme duygusu yani bugün
yapamadım yarın yaparım, bugün şöyle oldu yarına kalsın, bugün hava
sıcak, bugün rüzgar var gibi çok anlamlı olmayan bahanelerle vazifelerin
ertesi güne hatta bir sonraki hatta daha bir sonraki güne ertelendiğini
gözlenebilmektedir. Çevrenize daha dikkatli gözlerle bakarsanız,
insanoğlunun elindeki görevi aksatmak üzere her an yeni bahaneler
uydurmaya hazır olduğunu gözlerinizle görebilir, ruhunuzla
hissedebilirsiniz… Bu da yeterli iç dinamiğin yakalanamaması
yüzündendir.
Yeterli iç dinamik üretmek
Yeterli iç dinamiğin yakalanmaması ve atalete, tembelliğe teslim oluş
nedeniyle görevleri ertelemek günlük yaşam biçimi olmuş ve çeşitli
bahaneler ardı ardına eklenerek erteleme çok rahat üretilir hale
gelmiştir. Çünkü gezegenin ağır bir enerjisi vardır, atalete, tembelliğe
müsaittir. Ama son derece ağdalı yoğun, yorgunluk yaratabilen, insanın
hareket kabiliyetini kısıtlayabilen, iç dinamiğininin devamlı ayakta
tutulmasını zorlaştıran bu enerjiyle, ışığa yolculuğu yaşam hedefi kabul
eden, yüreği sevgi dolu ışık işçileri eğer isterlerse çok rahat
mücadele edebilir ve bu girdaplara girmemeyi becerebilirler.
Motivasyonu Kaybetmemek
Her ne kadar
daha aydınlık bir noktaya bakıyor olsanız da bazen bu tarzdaki yerlere
her insan girebilir, bu enerjiye teslim olabilir, atalete düşebilir.
Gezegenin etkileri de burada bir ölçüde etkendir ancak bu şekilde sadece
işinizin uzamasına, geçecek zamanın daha uzun olmasına ve geçen zamanın
uzun olmasıyla beraber ister istemez işlerin zorlaşmasına neden olunduğu
da unutulmamalıdır. Yapmanız gereken bir işi üç gün içinde bitirirseniz
sizde o enerjiyi daha dinamik şekilde ayakta tuttuğunuz için kendinizi
çok daha iyi hissedersiniz. Ama üç günlük bir işi 30 güne uzattığınızda
hem kendinizi ister istemez daha yorgun; bir türlü bitmek bilmeyen bir
işin içindeymiş gibi hissedersiniz ve uzadıkça sıkıntıya neden olur.
Burada uygulanacak en iyi formül soğuk suya bir anda atlamaktır. Bir
anda dalmak, hiç motivasyonu kaybetmeden, gezegenin enerjilerine teslim
olmadan, hızlıca yapılması gerekeni tamamlamak, uzatmamak, bekletmemek,
ertelememek. Ertelediğiniz tüm işler, sizin üzerinizde enerjisel anlamda
ağırlıklar yapmaktadır. Zihninizde tuttuğunuz bir not defteri gibi
yazdığınız; örneğin bir pazartesi günü için şunu yapacağım dediğiniz bir
şeyi pazartesi uygulamazsanız salıya bırakırsanız zihiniz yorulur, Salı
da yapmayıp çarşambaya geldiğinizde zihniniz biraz daha yorulur. Çünkü
sürekli not defterinizde bir uyarı vardır ama siz bir tembellik ve
atalet nedeniyle ertelerseniz, rahatsız olursunuz. Ve bu daha da
yorgunluğa, yılgınlığa, yerinden kalkamamaya neden olur ve işi yapmanız
daha da gecikir. Hem aldığınız verim düşer, hem yorgunluğunuz artar.O
yüzden bu tip durumlar pek tavsiye edilen durumlar değildir.
İşlerinizi daha seri, daha iç dinamiğiniz ayakta bir şekilde
ertelemeden, neyi hangi gün için planladıysanız çalışmak için, onu o gün
içinde aksatmadan, bozmadan, ertelemeden havaya, sıcağa, soğuğa veya
benzeri şeylere bakmadan, planladığınız günlerde uygulayın. Özellikle
elinizdeki çalışmaları ertelemeyin, bu gelişmeyi ertelemek demektir ve
hem bedende hem ruhta gerçek yorgunluklar yaratacaktır.
Varlığınızın varoluş yasalarındaki en önemli temel prensibine
bakarsak; gelişmek ve geliştirmek olduğu görüldüğünde bu
gelişmek denen eylemi
ertelemeniz ister istemez gerçek ruhsal yorgunluklara, bedensel
zorluklara neden olur.
Ve bunu
erteleme devam ettikçe şiddeti daha da artar ve giderek derinleşen
depresyonlara da neden olabilir. Çünkü ruhunuzun en önemli prensibini
yerine getirmemiş oluyorsunuz yani
gelişmek ve
geliştirmek.
O yüzden de ışık işçilerinin tam performansla yaptıkları çalışmalarını
ertelememeleri, yapılması gerekeni, yapılması gereken günde yapmaları
çok önemlidir İç dinamiklerini yakalamaları, daha seri bir şekilde
ayakta durmaları ve çalışmaları kelebek etkisi yaratarak önce
kendilerine sonra çevrelerine hiç tahmin edemeyecekleri yararlar sağlar…
İç
Dinamik nasıl ayakta tutulur?
İç dinamiğin nasıl yakalanabileceğine dair herkes için değişken süreçler
olabilir, herkesin iç dinamiğini yakalama ve uygulama süreci farklı
olabilir. Hatta çalışma sistemi ve metodu farklı olabilir, buna
karışmaya kimsenin hakkı yoktur. Metodlarınızı kendiniz
uygulayabilirsiniz, önemli olan sonuçtur. Fakat varlığınızdaki veya
grubunuzdaki iç dinamiği nasıl ayakta tutmayı sürdüreceksiniz? Asıl
önemli olan konu budur yani enerjiyi ayakta tutmayı sürdürmek ve bu
çabayı, bu isteği sürekli kılabilmek. İniş-çıkışlara fazlaca müsaade
etmemek, o alanlara, girdaplara kapılmamak ve seri bir şekilde herhangi
bir çalışma programını tamamlamak. Ama gezegensel olarak görülüyor ki,
İç dinamiklerde problem var, kendini ayakta tutmak da problem var,
atalet ve tembellikle ilgili ise hayli yoğun ve karmaşık problemler
dizisi var. Gezegenin enerjilerine teslim oluşlar var. Dolayısıyla bir
ışık işçisi olarak bunları nasıl yenebiliriz? İç dinamiğimizi verimli
tutmak için neler yapabiliriz? Sorusunun gerçek bir iyi niyetle
sorulmaya başlaması bile bir başlangıç anlamına gelebilir. İç
dinamikleri ayakta tutma çabası, bireysel tekamül planına yani yaşam
planına göre teker teker de yapılabilir. Gruplar kendi iç dinamikleri
için diledikleri yöntemi de kullanabilirler, isterlerse toplum
meditasyon-yoga da yapabilirler. İsterlerse parklarda, bahçelerde Tai-Chi
yaparlar… Tıpkı doğu ülkelerinin bazılarında olduğu gibi… İsterlerse
çeşitli bireysel gelişim kurs, seminer veya konferanslarına
katılabilirler, isterlerse bol bol okuyarak ve uygulama yaparak ayağa
kalkarlar.
İnsan iç dinamiğin alevlendirilmesinin ve onun sabit bir şekilde
tutulmasının bugünkü, yarınki hatta gelecekteki yaşamlarına olan
yararlarını bir hissedebilse, elindeki yaşam programını uygulamak için
ya da uygulamayı öğrenmek için bir an önce harekete geçer. Önümüzdeki
dönem öncelikle ışık işçilerinin kendi yaşam programlarına sahip
çıkacakları ve o programı çözümlemenin bir yolunu bulacakları bir dönem
olacak… Onların yapacakları olumlu ve verimli uygulamalarla da diğerleri
önlerine açılan yollardan büyük bir rahatlıkla geçmeyi başarabilecekler. |
ENERJİLERİ DOĞRU KULLANMAK |
Çağımızın en büyük
sorununun evrensel enerjileri yanlış kullanmak olduğunu hiç düşündünüz
mü? Başımıza istemediğimiz ne geliyorsa evren enerjilerini yanlış ve
dengesiz kullanmaktan, yol, usul, adap, edep, erkan bilmemekten geliyor.
Işık yolunda yürümeyi seçmiş, tertemiz pırıl pırıl yürekli insanlar bile
depresyonda ve kendi yaşamlarını karartmanın sıkıntısı içinde…
Enerjilerin doğru kullanımı hakkında acil olarak birbirimize yardım
etmeli ve destek vermeliyiz, Yeni enerji yeni uygulama denip duruluyor
da acaba kaç kişi konuyu gerçekten anlıyor o da ayrı bir konu…
(Enerjimizi nasıl
koruruz?-Doğal Yaşam syf bknz.)
Biz artık
Yeni Enerjier kullanır durumdayız.
Çoğu insan kesinlikle bunun farkında bile değil ama kendi yaşamlarında
enerji konularıyla ve enerjiyi doğru kullanma uygulamalarıyla
uğraşanlar, bir şeylerin çok değiştiğinin farkında. Enerjilerin akış
şekli yani hızlanan olayların gizli dili birkaç yıl hatta birkaç ay
öncesine göre farklılık arzetmiyor mu? Sizi kuşatan dış çevrenizde
değişimin direkt etkilerini hemen görmüyor olabilirsiniz, ama enerjide
olup biten her değişimi ve hızlanmayı, aynı olaylardan eski tadı
alamamak şeklinde kendi yaşamınızda mutlaka hissediyor ve
yaşıyorsunuzdur. Ya da belki bu ara zihniniz biraz bulanık, çünkü
yaşamınızdaki olayları nasıl yarattığınızı ve onlarla nasıl başa
çıkacağınızın yeni metotlarını aramakla meşgul olabilirsiniz, ama o eski
yollar artık yoklar. Onları yeniden diriltmeye kalktığınızda, yeniden
dirilmek istemiyorlar ve size tahmin edemeyeceğiniz zorluklar
çıkartıyorlar…
Yeni Yollar Aramak
Bizlerden, önce kendimizle, ve sonra da dışsal dünyayla başa çıkmanın
yepyeni bir yolunu bulmamızı istiyor bu yeni enerji uygulamaları…
Şimdiye kadar daha önce hiç düşünmemiş olabileceğiniz yeni çözümler
üretmelisiniz hemde gecikmeden hemen. Yepyeni bir paradigma bu. Bizi
kendi gerçeğimizle birebir karşılaştırıyor. Gerçeği yaşamak, kendi içsel
gerçeğimle karşılaşmak istiyorum diyen cesur yürekler için bulunmayacak
fırsatlar ve yeniliklerle dolu günler içindeyiz… Paradigmalar yani ilk
örnekler başlarda biraz sıkıcı ya da kaygılandırıcı olabilir, çünkü
bizler kişiler, olaylar ve durumlarla uğraşmanın çok denenmiş ve
alışılmış-bildik, standartara uygun yollarını belirlemiştik. Belki
sonuçlardan her zaman mutlu olmuyorduk ama, en azından o günü idare
edeceğimizi biliyorduk.
Oysa şimdi o eski
yöntemlerle evdeki, ofisteki ya da kendimizdeki belli bir durumla nasıl
başa çıkacağımızı bulmaya çalıştığımızda, o eski araç gerecin ve
yöntemin artık orada olmadığını görüyoruz, çünkü işe yaramıyorlar.
Bozulmuşlar sanki pilleri boşalmış ve pillerini yeniden dolduracak bir
yer de yok.
İşte bu çaresizlik duygusu Yeni Enerji ile karşılaştığımızın ilk
işaretidir, Ve artık kullanılacak araçlar da çok, çok farklıdır. Ve siz
şu anda diyorsunuz ki, “Peki ama, o araç gereçler, yöntemler nereye
gitti? Ben onları oluşturmak için bir ömür harcadım, şimdi neden işe
yaramıyorlar? Eski çözümlerim neden işe yaramıyorlar ve sanki boşmuş
gibi, çare değilmiş gibi görünüyorlar.” İşte lütfen hemen şu noktada
durun ve derin bir nefes alın. Durumlarla başa çıkmanın o eski düşünme
ve yöntem arama tarzından çıkın. Genişlemeye izin verin. Yeni araç
gereçler yani yeni çözümler ve işinize yarayacak olaylar orada, sadece
onları henüz göremiyorsunuz ama inanın onlar orada, hatta yanı
başınızda. Her sorun çözümünü de içinde saklı olarak barındırır. Bunu
açığa çıkarmak için gereken tek şey ise evrensel enerjileri doğru
kullanmaktır.
Yeni Çözümleri Duymaya hazır mısınız?
Peki ne yapacağız? Yalnızca derin bir nefes alarak yeni ile karşı
karşıya olduğumuzu ve yaşamın bizden yeni bir çözüm istediğini derinden
hissetmeye çalışacağız. İçimizdeki ‘Ben’ yani asıl biz, varlığını
hissettirmek için bizim ona yeni sorular sormamızı ve kulaklarımızı
duyacak kadar açmamızı bekliyor. Yanıt sizin içinizde bu büyük gerçeği
hissedebilirsiniz inanın yanıt asla dışarıdan gelmiyor, Sadece zaman
zaman birileri size kendi içinizdeki yanıtı bulmak için bir yol tarif
ediyor ya da bir yol haritası sunuyor. Yeni çözümleri duymaya hazır
olduğumuzda işimize yarayacak araçlar görünmeye, ortaya çıkmaya
başlayacaklar. Ama bunlar sahip olduğumuz o eski araçlardan çok
farklılar. Onların şarj edilmesi gerekmiyor. Tamir edilmesi gerekmiyor.
Kırılıp dökülmüyorlar. Onlar yaşamımızdaki durumlarla çok, çok farklı
yollardan başa çıkıyorlar. Ve biz onlarla çalışmak üzere onlara her geri
döndüğümüzde de farklı gözüküyorlar çünkü onlar enerji ve bizler belki
de ilk kez enerjileri gerektiği gibi kullanmayı öğreniyoruz. Bundan daha
büyük bir mutluluk olabilir mi?
Bu
gerçekle yüzyüze gelmek, gerçeği burada yaşamak değildir de nedir? Çünkü
bizim Dünya’da olmamızın, burada olmayı seçmemizin nedenlerinden biri
de, bilinci genişleten biri olabilmek içindi. Bilincimizi
genişletebilmek için çalışma yapmamız, enerjiyi doğru kullanma
uygulamalarında bulunmamız gerekiyor. Bu yeni gerçeği fark edin ve
onunla çalışın ve enerjileri tüm diğer insanlar adına genişleten biri
olun!... Bizler bilinç ve uyanış öncüleriyiz. Burada olmamızın en önemli
nedenlerinden biri de budur. Genişlemek, genişletmek, enerjileri doğru
ve gerektiği gibi kullanmayı öğrenmek ve yeni enerjilerin yeryüzüne
inmesi için öncü, aracı olmak…
Yeni enerjileri kullanırken başka herhangi bir insanın ıstırabını,
sorunlarını, kısıtlamalarını, herhangi başka bir sorununu içimize alarak
ve eskiden yaptığımız gibi kendi bilincimizi daraltarak çözmek zorunda
değiliz, çünkü bu yeni enerjinin kullanımını öğrenmek ve öğretmek
konusunda bizler farklı bir biçimde bilinçli öncüler olabiliriz. Onların
kaygılarını üstlenen bir sünger olmak zorunda ise hiç değiliz. Bunu ille
de bireyler adına yapmıyorduk belki farkında değildik ama enerjimizi
daraltıyor kendi alanımıza hatta enerji bedenlerimize zarar verecek
uygulamalar içine giriyorduk, gideceğimiz yolu da şaşırabiliyorduk ve
tüm bunları yardımlaşma adına ya da ayıp olmasın diye genel insan
bilincinin genişlemesi adına yapıyorduk. Ama artık bu yanlış ve eksik
uygulamaları bırakabiliriz. Bilinci genişletmenin yeni yolları var.
Bedenimizdeki enerjileri düşünce yoluyla ve niyet ederek doğru
yönlendirebilir, bunun yöntemini öğrenmek isteyenlere öğreterek, hem de
uygulama yaparak ilk paradigmalarını sunan bu karmaşık ve zor günlerde
uygulamalarımızı neşe içinde yapabiliriz. Kendi dünyamızı yeniden inşa
etmek için bugüne kadar kullanmayı hiç düşünmediğimiz ve belki de biraz
küçümsediğimiz pek de rasyonel bulmadığımız yolları denemeye ne
dersiniz?
"Yeni dönem yeni uygulamaları ile ve hızlı adımlarla bize yaklaşıyor
duyuyor musunuz?" |
|
Yayın Tarihi: 26.Aralık.2007 |
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/
Astronomy
|
|