Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli 10 -KUANTUM ve DÜŞÜNCE GELECEĞİ ŞEKİLLENDİREBİLİR MİYİZ?
Madde
Şuurdan Bağımsız Olamaz
Gelecek henüz
şekillenmemiştir. Onun şekillenmesinde hepimize pay düşmektedir.
Göstereceğimiz çabalar, gelecekte yaşayacağımız olasılıkları
oluşturmaktadır.
Düşünce Gücü ve Kuantum
Gizli
Düzen
Kuantum Fiziği ve Esneme Şansı GÖZLEMCİ GÖZLENENİ, DÜŞÜNÜR DÜŞÜNCEYİ BAŞKALAŞTIRIYOR Şimdi kuantum işlemleriyle kendi içsel deneyimlerimiz ve düşünce yöntemlerimiz arasındaki yakın benzerliğin yalnızca bir tesadüf olup olmadığını sorabiliriz... Düşünce süreçleriyle kuantum süreçleri arasındaki dikkat çekici benzerlik, bu ikisini birbirine bağlayan bir hipotezin verimli olacağını düşündürtebilir. Eğer böyle bir hipotez doğrulanabilirse, bu bizim düşünmemizin birçok önemli özelliğini doğal bir şekilde açıklayabilir. Yaklaşık kırk yıl önce ilk defa David Bohm, düşünce yöntemlerimizin davranış biçimiyle kuantum işlemleri arasındaki çarpıcı benzerlikleri ortaya çıkarmıştır.
David
Bohm düşünce ile kuantum işlemleri arasındaki benzerliği inceliyor
Bizlerle
elektronlar arasındaki bağ
Roger
Penrose’ye göre yerel olmayan kuantum korelasyonları
KUANTUM ve İLETİŞİM Kuantum farkındalık
David Bohm düşünce süreçleriyle kuantum olayları arasında ilk
benzerlikleri tanımladığında, düşünce süreçleriyle kuantum işlemleri
arasında yani bizlerle elektronlar arasında sıkı bir bağ olduğunu
düşündü ve araştırmalarını bu yöne çevirdi. Mesafeler arasında oluşan
yani yerel olmayan kuantum korelasyonlarına olanak tanımak; şuur,
farkındalık, düşünce gücü ve beyin arasındaki bağlantılara olanak
tanımak demektir.
Kuantum fiziğiyle günlük yaşam arasında iletişim
Daha sonraki deneyler kuantumun bu belirsizliğinin
beynin sinir birleşme noktalarını (nöron snapsları)
çevreleyen kimyasal konsantreler içinde rasgele varyasyonlar biçimindeki
işleyişinden ileri geldiğini kanıtladı. Bu konsantreler hangi nöronda
'ateşleme',
yani diğer nöronlarla elektriksel temas yapılacağını belirlerler ve çok
hafif, belli belirsiz, kuantum-seviyesi varyasyonları bile ateşleme
potansiyellerini etkileyebilir. Aslında, nöronların ateşleme seviyeleri,
tıpkı diğer kuantum işlemlerinde olduğu gibi, belli bir statik kanuna
göre belirlenir. Beynin 10/10 nöronundan 10/7 sinin herhangi bir anda
bir kuantum seviyesi fenomenini kayıt edecek hassasiyette olduğuna
inanılıyor. Fakat, tek tek nöronların ateşleme yapmaları, beyin şuurlu
eylemlerini yaparken gösterdiği karmaşık işlemleri açıklamada pek
yeterli değildir. FİZİKÇİLERİN KARA TAHTASI ve KARARLI DENGE Çevremizdeki dünyayla ilgili iç görülerimizle iç dünyamızın bir araya gelişi bilimdeki son gelişmelerin muhtemelen en tatmin edici özelliğidir. - İlya Prigogine
Bilinen fizik terminolojisiyle şuuru açıklarken en
önemli merkezi düşünce olan şuurun birliğinden ayrılmamaya çalışırsak;
bu şuursal birliğin bazı belli özelliklerinin fiziksel işlemin doğasıyla
ilgili ipuçlarını verdiklerini gözlemleyebiliriz. Fizikçiler diyor ki, tıpkı bizim eğri büğrü ya da kısa ömürlü kara tahtaya fazla yazı yazamamamız gibi, şuurlu farkındalığımızın içerdiği bazı şeylerin, genel arka planları eğer sabit bir durumda değilse kolayca seçilemezler. Etolog John Crook, "Farkındalığın düzenli oluşu (zaman içindeki görünür istikrarı) bize birçok duyumuzun anımsattığı deneyim kargaşasında değil de kararlı bir dünyada yaşadığımız duygusunu verir. " demiştir.
Kadim Bilgelik ve ruhsal öğretiler bu
tip sorulara; ‘şuurla-üstün şuur ile bilim adamlarının kara tahta
dedikleri bölge arasında bir dengenin oluşabilmesi için varlığın farkındalığının, yani şu andaki gerçekliği hakkındaki bilgisinin artmış
olması gerekir’ diye yanıt verir.
Şuuraltı ile Şuurüstü
arasında denge Gurciyef de "Kendini Bilme" çalışmalarıyla fizikçilerin, "Bilinçli Düzenlilik Özelliği" dedikleri hali oluşturmaya çalışmıştır. Bu denge halinde tüm bedenin (astral perisprital bedenler de dahil) ve ruhsal varlığın kuantum düzeylerine, dalga etkisi yani ruhsal etki egemen olmaktadır. Böylelikle maddenin ağır ve kaba titreşimlerini ruhsallaştırmak ve yükseltmek için bedene bürünmüş olan evren seyyahı ruh varlığı da asli görevini tam anlamıyla gerçekleştirebilmektedir.
Bütünsel Evren Anlayışını anlamaya ve uygulamaya
çalışan Yeni Çağcılar için ‘Kendini
Bilme-Yaşam Planını Gerçekleştirme’ adı
verilen bireysel gelişim uygulamaları; hem mistik hem bilimsel hem de
yaşamsal bir anlam taşımaktadır. Yani bu bilgiler
‘Olmazsa Olmaz’
türünden bir bilgilerdir ve zihin-beden-ruh
dengesini kurmak için mutlaka uygulanmalıdır. Haritan önünde, sen olayın tam karşısında ama görmemek, duymamak, yapmamak için tüm direnç sistemlerin devrede! Ne büyük zaman kaybı… Bilimle-mistisizmin buluştuğu bu yeni köprüde, uyanıklık-farkındalık ve şuurluluğun bilim ve bilgiyle artma fırsatlarını iyi değerlendirmekte yarar vardır… KUANTUM ETKİSİ HEM HER YERDE HEM HİÇBİR YERDEDİR
Şuur
-Madde ve Kuantum Fenomeni
Şimdilik modern fizikçilerimizin ve
bilim adamlarımızın yeni teorilerini (ki çok yeni evren modelleri var,
biz bunları anlamaya çalışırken daha da yenileri yolda) ispatlamalarını
ve bilgiyi halka indirmelerini izlerken; zihinle bedenin nasıl bir
ilişkide oldukları sorunsalını yeni bakış açılarıyla inceleyebiliriz.
Zihinlerimizde aynı anda hem her yerde hem hiçbir yerdedir Spiritüalizm bu konuda araya girer ve der ki: Bilimin zihin olarak ele aldığı bu tözün asıl adı “şuur"dur yani yaradılışın özündeki teklik ve birlik ilkesinden ötürü tüm evreni kaplayan şuur hem ruhsallığı ve hem maddeyi kendi içinde barındır. Bu nedenle de tüm evren şuurludur. KUANTUM DÜŞÜNCE SÜREÇLERİ Hayatlarımızı evrende akıp giden ortak yaşam içinde esrarlı bir şekilde yaşarız. - Martin Buber
Kadim Bilgelikte,
Ruhsal Öğretilerde, Ezoterik–tradisyonel
bilgilerde zihinlerimizin, yani ‘şuursal
yönümüzün aynı anda hem her yerde hem hiç bir yerde bulunmasının asıl
nedeni bizim özde ruhsal varlıklar olmamızdan kaynaklanmaktadır’
denir. Ve ruh varlığı, ruhsal etkisini düşünce enerjisinin aracılığıyla
aktarır. Aslında düşünce enerjisinin, bilgi taneciklerinin yani ruhsal elektronların aktarımına yardımcı olması da bazı yasa ve ilkelere bağlıdır. Evren ahengiyle uyum içinde olmayan eylem ve uygulamalar ve bunlardan doğan düşünceler ancak menfi egregorlar (düşünce formları) yaratır. Asla varlığın bilgi tohumuna geliştirici katkıda bulunmazlar. Aksine gezegenin ortak şuur alanına zarar verirler. Karar alma aşamasında olan insanların yanlış karar vermesine bile neden olabilirler. Bu konu ile ilgili olarak araştırma yapmak isteyenlerin Danah Zohar’ın Kuantum Benlik adlı kitabının (Sarmal Yayınevi) Dünyanın Ortak Yaratıcı Olan Bizler bölümünü dikkatlice incelemeleri faydalı olur. Bohm’un dediği gibi, “Düşünce süreçleriyle kuantum sistemleri birbirine benzerdir. Bu yüzden onlar ayrı elementler gibi analiz edilemezler, çünkü her elementin ‘içkin’ doğası yaratılış olarak birbirlerinden ayrı olmadığı gibi diğer elementlerden de bağımsız değildir, bunun yerine diğer elementlerle kısmi bir ilişki içindedir.” Spiritüel öğretilere göre ise, düşüncelerimiz reel, kendine göre etki alanları olan, belli bir alanda etkinliklerini gerçekleştirme gücüne sahip enerji formlarıdır. Düşüncenin şekil almış, form tutmuş haline form panse (forme-pense) denir. Her düşünce bir enerji, bir etki taşıdığı için düşüncelerimizin yarattığı düşünce formları da bizim eserimizdir ve hepimiz kendi düşünce formlarımızın sorumluluğunu bilsek de bilmesek de taşırız. Binlerce yıldan beri bütün ruhsal eğitim sistemleri bizlere düşüncelerinizden dahi sorumlusunuz derken düşüncenin negatif ya da pozitif yönde son derece önemli bir etki gücünden söz ediyorlardı. Düşüncenin önemini kuantum dünyası açısından ele alırsak; insan olarak varoluşumuzun ruh ve beden şeklinde bir ikilem olarak ortaya çıkışı; atom altının soyut ve sanal dünyasında da varoluşumuz dalga/parçacık ikiliği şeklinde ortaya çıkar. Bütünleşmiş bir ruh-beden ilişkisinde yani pozitif düşüncenin egemen olduğu düşünce sisteminde varlıksal ve bütünsel açıdan son derece olumlu, yaratıcı bir metafor oluşturur. Bu metafor kuantum düzeyinde, bilgi tanecikleri aracılığıyla bilginin daha hızlı yayılmasına, bir tür evrensel bilgi bankasında depolanmasına ve genişlemesine neden olur. " Şimdi, kuantum işlemleriyle kendi içsel deneyimlerimiz ve düşünce yöntemlerimiz arasındaki yakın benzerliğin yalnızca bir tesadüf olup olmadığını sorabiliriz. Düşünce süreçleriyle kuantum süreçleri arasındaki benzerlik, bu ikisini birbirine bağlayan bir hipotezin verimli olacağını düşündürebilir. Eğer böyle bir hipotez doğrulanabilirse, bu bizim düşünmemizin birçok önemli özelliğini doğal bir şekilde açıklayabilir. " David Bohm ATOMLARIN DALGA FORMLARI VE DÜŞÜNCENİN ŞEKİLLENMESİ Kuantum fiziği, spiritüel düşünce modelleriyle üst üste gelen yeni modeller sunmakta. Elektronların dalga formu mekansız ise tüm atomların dalga formlarının birbiriyle kesişmesi, birleşmesi ve örtüşmesi gerekir. Spiritüel diliyle bu dalga formları yani çevremize yaydığımız enerjiler ve düşünce formları, üst benlikten yayılmakta olan alanı etkiler ve uyaranlar "boş" dediğimiz alanlardan esir maddesinin aracılığıyla geçer. Ezoterik tradisyonel bilgilere göre de ruh varlığı iç içe geçmiş enerjetik alanlar, süptil bedenler diğer tanımıyla şuur alanları aracılığıyla fizik planda tezahür edebiliyor. Bu tezahürat sırasında tüm bu alanların içine sinmiş şekilde bulunan ve astralin süptil maddesini canlandırıp harekete geçiren esir maddesi, tüm etkilerin, düşünce formlarının, bilgi taneciklerinin ve elektronların dalga formlarının akışkan hale gelmesini sağlayan maddedir ve boşluk dediğimiz alanı tümüyle doldurur.
Düşüncenin Şekillenmesi
Düşünce çeşitli planların yoğun ya
da süptil maddelerine dalıp çıkarken kendi titreşimlerini her yöne ses
ve renk titreşimleri olarak yayar.
Düşüncenin taşıdığı
yaratıcı güç
Bizler evreni temaşa eden şuurun
bir parçasıyız. Düşüncelerin üretilmesine ve formülleştirilmesine neden
olan zihnimiz evrenin oluşumuna yol açan evrensel düşüncenin bir
bölümüdür.
Kişinin düşündüğü, hayal ettiği,
umduğu, şüphe ettiği veya tasarladığı her şey, tahakkuk ettirici bir
güce sahip olduğu, her düşünce bir realiteye tohum sağladığı için güven
ve inanç dolu, iyimser, pozitif düşünceler üretmeye, karamsar ve
kötümser olmamaya özen göstermeliyiz. İyilik, neşe, güven dolu olumlu
düşünceler sözel ifade olarak telkinle iyi bir hitabet sanatıyla başka
insanları da olumlu düşünmeye aklı, mantığı vicdanı bir arada kullanmaya
teşvik ettirecek güce sahiptir. Düşüncenin bu yaratıcı gücünü şuurlu olarak kullanmak, onun kudretini ve etkisini hissedilir ölçüde arttırmak ruhsal şifacılığın da temelidir. Düşüncenin aktif ve etkili yaratıcı gücünü inkar etmek mümkün değildir ama unutulmamalıdır ki kaçınılmaz şekilde insanın gücü yine kendi şuur alanının gücü oranındadır ve belli sınırlar içinde bir etkileme alanına sahiptir. İnsan kozmik yasaların işleyişini zihnin de oluşturduğu kişisel tasarımları vasıtasıyla değiştiremez. Kişinin zihni, evrene hayat vermiş ve vermekte olan kozmik zihnin, evrensel düşüncenin bir parçasıdır. İşte bu yüzden de kozmik zihnin bütünü tarafından tasarımlanmış olan şeyi değiştirememektedir.Bu konuda yapabileceklerimiz, kendi yaşam planlarımızla yani doğum haritalarımızdaki verilerle sınırlıdır. Herkesin bir sınırı vardır, o sınır dahilinde yaşamı sevinçle ve yasalarla uyumlu yaşamak mümkün elbette. İnsanın ayaklarını gereksiz yere yerden kesen ve yaşayan tanrı olduğunu iddia eden, ne istersek yapabileceğimizi savunun her türlü bilgi ve öğretiden bilimsel ve mistik ciddiyet adına uzak durmak, olumlu düşünmenin günlük yaşamdaki basit bir pratiğidir sadece… Düşüncelerimiz daima var olan her şeyi kaplayan ölümsüz, evrensel enerjinin bir parçasıdır. Evren etkileşim halindeki dalgalardan oluşmuş bir sistem, en küçük bir düzensizliğin etkisinin tüm alan içinde yayıldığı bir denizdir. Bu kozmik denizi yeni fizik şöyle tanımlıyor: "Evrenin temel dokusu, madde, düşünce, fizik ya da psişe gibi farklı ve bağımsız gerçeklere ayrılamaz. Yeni kozmolojilerdeki gerçekçi yorumlara göre evreni oluşturan bir tür deniz vardır ve bu da henüz mahiyetini tam olarak tanımlayamadığımız evrensel enerjidir.” Evrensel enerji, sonsuz, mükemmel ve mutlak olan Tanrısal Enerjinin bir başka adıdır. Düşüncelerimizde, kuantum fiziğindeki atomlarımız da, ister dalga formunda uzaya yayılırken, ister parçacık halinde küçük hacme sıkıştırılmış halde iken olsun, etki yapabilme ve değişme, değiştirme kudretlerini Tanrı Gücünden yani ruhsal boyuttan, var edildikleri kozmik enerji denizinden almaktadırlar. Çünkü her şey o kozmik enerji denizinin birer damlası olarak varolmuştur. Bütünsel Şuur adını verdiğimiz o kozmik enerji denizini bizler de kendi gücümüz kadar etkilediğimiz için evrensel yasalara uygun davranışlarımız ile olumlu yönde etkide bulunur ve bir gün ihtiyacı olan birinin bu enerji denizinden vicdan kanalıyla kendi ihtiyacı olan bilgiyi çekmesine ve kullanmasına da neden olabilir. Ya da aksi yönde olumsuz etkilerin ve eylemlerin artmasına da neden olabiliriz. Kuantum fiziği bu konuya evrimsel paradigma adını vermektedir. Kuantum Benlik S: 222-223’de bu konuda şunları söylüyor Danah Zohar:
“Bizler
kurduğumuz ilişkilerden ibaretiz ve dünyamız öyle bir dünya ki onu hep
beraber, ortak insanlığımız yoluyla yaratırız. Burada Kant’ın
‘insanların nasıl olmasını istiyorsan, sen de öyle olmalısın’,
önermesini içeren ahlaki yaptırımına fiziksel bir temel vardır. Bizim ortak-yaratan, özgür ve belirsiz ahlaki seçimlerimiz ve dünyalarımız, elektronun sanal geçişleri gibidir. Yaratılışın gerçekleşmesindeki deneylerdir. Bizler, elektronlardan farklı olarak bir hafızaya sahip olduğumuz ve deneyimlerimizden ders aldığımız için bizim deneyimlerimiz etkiyi çoğaltabilir. Bazıları başarılı olup, bir sonraki ve daha iyi dünyaya doğru katkıda bulunarak ilerler. Eğer aşığımla bir ilişki yaşamayı seçersem bunun sonucunda kocam kendini aldatılmış hisseder, evliliğimiz yıkılır, çocuklarımız bu durumdan kötü etkilenir ve ben suçluluk duygusu ve keder içinde mahvolurum, dünyam parçalanır. Kötü bir seçim yaptığımı anlarım. Çünkü bu başarısız (parçalanmış) bir dünyaya neden olup bunun anlamını da belirlemiş olur. Fakat, diğer tarafta uygunsuz sonuçlara yol açacak bu karar, hem benim hem de kocamın kendi ilişkimizi yeniden değerlendirip, canlandırmamızı sağlayıp, evliliğimizi güçlendirirse iyi bir seçim yapmış olduğumu anlarım. Başarılı bir dünyaya yol açmış olurum." Parapsikoloji Tarihi PSİ ARAŞTIRMALARI
Dünya üzerinde varolan her ekolün, her bilimsel araştırmanın kendine ait bir
tarihçesi vardır. Her ne kadar psi ve
psi araştırmalarının başlangıcı insanlık
tarihi kadar eski ise de kurumlaşması ve bir bilim dalına dönüşmesi
1850’li yıllara rastlar.
Parapsikoloji nasıl bilim oldu?
PARAPSİKOLOJİNİN BİLİM OLMASINA NEDEN OLAN FOX AİLESİ
1847 yılının soğuk bir aralık sabahı, New York
yakınlarındaki Hydesville kasabasında küçük
ahşap bir eve taşınan Fox ailesi kısa bir
zamanda kendilerini çevrelerine sevdirdiler.
Hydesville kasabasında hemen herkes bu mutlu, neşeli ve birbirine
bağlı aileyi tanıyor ve seviyordu. İlk
şaşkınlık devresi geçtikten sonra
Fox ailesi, bu olaylara alıştı ve incelemeye
koyuldu. Bazı belirtiler bir maksadı işaret ediyordu. Darbelerin
sayısında düzenli bir hal vardı.!... FOX AİLESİNİN ÜNÜ YAYILIYOR
Bayan
Fox ve kızları evlerinde daha önce
öldürülmüş olduğunu iddia eden bir psişik varlıkla iletişim yolunu
keşfettiler. Cesedinin nereye gömülü olduğunu tarif eden
‘bay gürültü yapan’
bu gürültüleri çıkarmasının
amacının, cinayete kurban gittiğini haber vermek için olduğunu
tiptoloji
yoluyla aileye anlattı ve onlardan yardım istedi.
Fox
kız kardeşlerin faaliyetleri basında
sansasyon yaratmış ve popülerlikleri, Buffalo
Üniversitesi’nden Flint, Lee ve
Coventry adlı üç profesörün; kızların bu
sesleri diz kapaklarını ve ayak parmaklarını çıtlatmak suretiyle
yaptıkları hakkındaki açıklamaları kamu oyunu hiç etkilemedi. Yine
herkes büyük bir ilgiyle bu iki kız kardeşi
görmek ve psi konusunda neler yaptıklarını
öğrenmek istiyordu. Bu ünlü kişilerden ikisi bilim adamıydı ve muhtemelen de dünyanın herhangi bir yerinde psi fenomenlerini bilimsel olarak inceleyen ilk kişilerdi. Özellikle Anayasa mahkemesi Başyargıcı J.W. Edmonds’un bu konuya karşı gösterdiği derin hassasiyet dikkat çekiciydi… KATE PSİŞİK SÜJE Mİ?
Psi fenomenini
bilimsel olarak araştırmaya başlayan üç değerli araştırmacıdan Anayasa
Mahkemesi Başyargıcı J.W.Edmond ilk
araştırmalarına Ocak 1851 yılında başladı. İki yıl sonra kendi
ifadesiyle psi fenomeninin varolduğuna dair
kanaati kesinleşmişti. Bu iki yıl boyunca birkaç yüz fenomene tanık
olmuş ve tüm araştırmalarını aşacak şekilde dokuz yaşındaki kızı
Laura birden bire
‘ksenoglosi
süjesi’ (Çok
yabancı dille konuşan) haline dönüşmüştü.
Fox ailesiyle başlayan bu Psi
serüveni yaşanırken hiç kimse çok kısa bir süre içinde dünyanın yarısına
yakın bir kısmında bu olayların bir anda patlak vereceğini bilemezdi. Psi fenomenleri, pisiye duyulan merak ve araştırmalar tüm Amerika’da fırtına hızıyla yayılıyordu. Bu konuda deneyler yapmak amacıyla ilk örgüt 1851’de kuruldu. New York’ta bir konferans düzenlediler. Bu konferans, çok sayıda seçkin kimsenin, bu arada Pennsylvania Üniversitesinden profesörlerin de katılımını sağlayarak ilk bilimsel araştırmaların başlamasına bir olanak sağlayacaktı. İLK BİLİMSEL PSİ ARAŞTIRMALARI BAŞLIYOR İlk bilimsel Psi araştırmaları 1851-1854 yılları arasında Philadephie’den Prof. Robert Hare’in alet kullanarak gerçekleştirdiği deneysel çalışmalarla başlar.
Robert Hare
Robert Hare was an American chemist who developed high temperature blow-pipe and a voltaic battery having large plates, used for producing rapid and powerful combustion, called a deflagrator. Parapsikoloji
dünyasını bilimsel şartlarda inceleyen ilk bilim adamı, Harvard ve Yale
Üniversitesi’nde Kimya profesörü olan Prof.
Robert Hare (1781-1858) idi.
Sir William
Crookes AVRUPA’ DA PSİ ARAŞTIRMALARI
Psi
araştırmaları ilk kez bilimsel olarak Amerika’da başladı ama çok
geçmeden, özellikle Londra ve Paris’e
gidenlerin aktardıkları ile yeni araştırmaların haberleri Avrupa’ya da
ulaştı. Kısa bir süre sonra, Çarlık Rusya'sının
St. Petersburg
Kenti’ne kadar bütün Avrupa kıtasında ve Kuzey’de düzenli araştırmalar
yapılır oldu. Ertesi yıl
Paris Bilimler Akademisi, Psi
araştırmalarına ve genel anlamda paranormale
karşı resmi bir cephe açmıştı. Bunu yaparken de bu konuyu incelemek
zahmetine katlanmamıştı. Spiritüalizmin
kurucusu sayılan Allan Kardec
ise çalışmalarına ciddi bir biçimde 1857’li yıllarda başladı ve ölümüne
kadar geçen 12 yıl içinde de
“Spiritizm”
adını verdiği bilgiyi bir sistem haline getirerek bu konuyu anlattığı 5
kitap ve 2 broşür yayınladı. Astronom
Camile Flammarion (1842-1925)
psi fenomenlerini ilk kez 1865 yılında
incelemeye başladıktan sonra çeşitli veriler toplamış ve bunları,
“ Ölüm ve Esrarı” (La
Mort et son mystere,1921),
“Ölüm Öncesi” (Avart la
Mort) ve “Ölüm Sonrası” (Apres la
Mort)
gibi ünlü
kitaplarında yayımlamıştı. Flammarion aynı
zamanda çok iyi bir astroloji araştırmacısıydı. Astronomi ile
astrolojinin birbirinden asla ayrılamayacağını düşünürdü. “Bilinmeyen bir güç vardı ve bazen bir tür zeka tarafından yönetiliyordu.” GÜNÜMÜZDE PARAPSİKOLOJİ 1850’li
yıllarda kurumlaşmaya ve bir ekol olarak ortaya çıkmaya başlayan
Psi araştırmaları ilk temellerini tamamen
bilimsel metotlarla yapılan araştırmalara ve
araştırıcılara borçludur. Bu araştırmalar günümüzde hemen
hemen dünyanın her ülkesinde
üniversitelerde, Psi
laboratuarlarında, çeşitli kurum ve kuruluşlarda araştırılmaya
devam ediliyor.
Bilim ve
Parapsikoloji
Parapsikoloji psişik
yeteneği şöyle tanımlamaktadır
Ülkemizdeki durum Bilim adamlarımızın ve Üniversitelerimizin en kısa zamanda bu ciddi ve acil durum için önlem alacakları varsayımıyla psi yeteneklerinin de hak ettiği alanlarda incelenmesini, araştırılmasını, geliştirilmesini diliyoruz. Şarlatanlığın en sağlam karşıtı bilimdir. Bilimin bazen soğuk gibi gelen rüzgarları önce insanı üşütse de sonra varlığına bir keskinlik ve esenlik kazandırır. ULUSLARARASI METAPSİŞİK ENSTİTÜSÜ KURULUYOR Sanayici Jean Meyer, 1919 yılında, Uluslar arası Metapsişik Enstitüsü’nü (Institute Metapsychique International) kurmuş, ilk Başkan, Dr. Charles Richet olmuştu. Daha sonraki yıllarda ise enstitü Başkanlığı’na Dr. Gustave Geley (1856-1924) ve Dr. Eugene Osty getirildi. Geley ile Richet, her türlü sahtekarlık ihtimalini ortadan kaldırarak ve yürüttükleri karmaşık deneyleri başarıyla uygulayarak, Polonyalı ünlü fizik süje M.Franek Kluski’yi (1874-1944) incelediler. Richet bu çalışmaların sonuçlarını “Metapsişik Kitabı” (Traite metapsychique) adlı dev yapıtında açıkladı ve materyalizasyon fenomenini bilimsel olarak kanıtlamış olduğunu belirtti.
Gustave
Geley ve Araştırmaları İtalya’da
Palladino gibi olağanüstü
süjeler ortaya çıkmış ve
Prof. Lombroso,
Prof Morselli
ve
Prof. Bozzano,
psişik fenomenlerin ölüm ötesi yaşamın mevcudiyetini belirleyen
gerçekler olduklarını beyan etmişlerdir. Roma ve
Varşova’da Eusapia
Palladino’nun çalışmalarına katıldı. Bu
sujenin meydana getirdiği uzaktan eşya hareketlerini (telekinezi)
açıklamak için “Katı
Işınlar” hipotezini ortaya
koydu ve bazı aletlerle bu hipotezi gerçekleştirmeye çalıştı. Ayrıca Psi ile ilgili konuları ciddi bir biçimde araştıran, inceleyen ve bu konuda pek çok eser veren ünlü ruhsal araştırmacılar Gabriele Delanne ve Leon Denis’i de unutmamak gerekir. ARAŞTIRMALAR SÜRÜYOR S.P.R’nin
kurucularından olan
Sir Oliver
Lodge,
elektrik konusunda ve özellikle iyonlar hakkındaki teorileri ile
ün kazanmış büyük bir İngiliz fizikçisiydi. Eusapia Palladino ile yapılan telekinezik psi araştırmaları
Sir
Oliver Lodge,
fizik maddenin gerçekte
‘madde ötesi bir tamamlayıcı
unsur’ tarafından
biçimlendirildiğini, kontrol edildiğini ve düzenlendiğini öne
süren ilk bilim adamlarından biriydi. Charles Richet ve Psi araştırmaları Eski
bir asker olan
Guillaume de
Fontenay 1896
yıllarına doğru, Psi olaylarıyla
ilgilendi.1898 yılında
Eusapia
Palladino
ile yaptığı deneyleri, bir eser halinde yayınladı. Bu eserde
levitasyon olaylarına
ait oldukça ilginç resimler vardır.
Ünlü felsefe profesörü Emil
Boirac
(1851-1917) Psi olgusuyla uğraşmaya
başlamadan önce akademi müfettişliği yaptı. Daha sonraları,
Grenoble
ve
Dijon Akademilerine
rektör oldu. Psikoloji, felsefe ve çocuk eğitimi hakkında değerli
eserler verdi. Manyetizm,
ipnotizma konularında da ciddi
araştırmalar yaptı.
S.P.R KURULUYOR
Dünya üzerindeki ilk Psi
Araştırmalar Kurumu S.P.R ’dir. Kuruluncaya kadar kısaca aktarmaya
çalıştığımız 30-40 yıllık bir hazırlık döneminin yaşanmış olması da son
derece doğaldır. 12 Eylül 1876’da Dublin'li fizik Profesörü "Sir William Barret" İngiltere’de ‘Bilimi İlerletme Derneği’ üyelerine bir konferans verdi. Konu, hipnoz sırasında düşüncelerin ve duyguların aktarılması idi. Ve birkaç deney de yaptı. Barret ’in amacı bu konuları araştırmak için bir komite kurulması hakkında işbirliği yaratmaktı. Konferans sonunda kimse bu fikre karşı çıkmadı ama nedense böyle bir komite kurulmadı.
Sir
William Barret özellikle materyalizasyon fenomenleri ile çok yakından
ilgileniyordu ve bu fenomenlerin gerçek dışı olduklarını iddia eden
bilim adamlarına şöyle yanıt veriyordu; Materyalizasyon: Telekinezik yani fiziksel Psi araştırmalarında psişik süjeden ektoplazmik maddenin görünmez halden çıkıp beş duyuya hitap eder tarzda maddeleşmesi,demateryalizasyon ise oluşan buharımsı ektoplazmik maddenin beş duyunun gözleyebileceği halden çıkmasıdır. Psikokinetik ya da diğer adıyla Telekinezik Psi araştırmaları için fizik Psi mediumları gerekir. Psi araştırmalarının başladığı 1850’li yıllarda hemen hemen tüm süjeler psikokinezik özellikler taşıyordu. Beş duyuya hitap eden bu görünümlerin araştırmacıların ve bilim adamın işini kolaylaştırdığı ise tartışılmaz bir gerçektir. Kendine has bir tür laboratuar şartlarına zemin hazırlamıştır. Ektoplazma: Fizik Psi süjesi yani Telekinezik ya da psikokinetik yetenekleri olan süjeden çıkan macunumsu, buharımsı, bazen de hiç görünmeden kendini gerçekleştiren fizikoşimik ve antropomorfik seyyal maddeler topluluğudur. Beyaz, kirli beyaz, kurşuni bazen de kırmızı renkte olan katı macunumsu tarzda ortaya çıkan bu maddenin Süje ile arasında çok sıkı bağ vardır. Hassasiyet taşır ve etkendir. Bedenden çıktıktan sonra hemen organize hale gelir. Ektoplazmanın kimyasal analizi yapılmıştır. Albümine benzer bir maddedir. Yağ zerreleri vardır. İnsanda bulunan hücrelerden oluşmuştur. İçinde çokça lökosit vardır. Daha ziyade lenf sıvısını andırır. Su miktarı yarı yarıyadır. İçinde albümin ile kükürt vardır. Süjenin ve Psi gücünün etkisi ile türlü şekiller alabilir. (Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü- E.Arıkdal- RM Yayınları) S.P.R. AMERİKA’DA (A.S.P.R) Sadece
yirmi yıl gibi dar bir zaman kesiti içinde S.P.R hayran olunacak değerde,
çok yanlı öncü bir hizmet verdi. 1885’de Amerika’da şubesi kuruldu. Kısa
adıyla ASPR olarak tanındı. 1905 yılında onun ölümüyle ASPR Londra’nın şubesi olmaktan çıkıp, araştırmalara yalnız devam etti. Ve bir süre sonra Amerika’da Psi Fenomenlerinin öncülüğünü yapmaya başladı. Parapsikolojinin babası sayılan Prof. Rhine Psi araştırmalarını üniversiteye taşıyıp orada bir enstitü kurulmasına kadar ASPR’nin araştırmalar açısından Psi olgusuna çok büyük desteği oldu. Kurum hala tüm ciddiyetiyle kendi araştırmalarını sürdürüyor. Giderek Parapsikoloji araştırmalarının önderliğini yapacak olan S.P.R’nin ilk yıllarında, ağırlık Psi konusunda deneysel çalışmalara verilmişti. S.P.R.’nin yetkili kişilerinden ve İngiltere’nin önde gelen Psi araştırmacılarından Bn. K.M. Goldney, Psi araştırmacılarının ve Spiritüalist’lerin haklarındaki iddialara karşı en iyi kanıtların, S.P.R.’nin yayınlamış olduğu Proceedings dergilerinin tutanaklarında bulunabileceklerini ileri sürmekte ve ilgilileri araştırmaya davet etmektedir. Ünlü psikolog Prof. William James (1842-1910) 1885 yılında Amerika’da olağanüstü bir ‘medium’ olan Bn. Leonara E.Piper (1857-1950) ile karşılaşmıştı. Dört yıl sonra Bn.Piper İngiltere’ye geldiğinde, Prof William James, fizikçi Sir Oliver Lodge (1851-1940) Hodgson tarafından ayrıntılı olarak incelendi.Üçü de S.P.R. üyesi olan bu bilim adamları, derneğin Proceedings dergilerinde, Bn. Piper hakkında 450 sayfayı aşan raporlar yayınladılar. Bn. Piper, sırasıyla, önce 1887-1889 yılları arasında Amerikan Psişik Araştırma Derneği(A.S.P.R. American Society for Psychical), sonra 1889-1890 yıllarında S.P.R. ve 1890-1897 arasında A.S.P.R tarafından incelendi. BİLİMSEL DÖNEM 19 .Yüzyıl, bilimde bir patlamanın başlangıcı olan, Psi fenomenlerinin bilimsel olarak incelendiği, araştırıldığı, ispat edildiği yeni metotlu araştırmaların yapıldığı bir yüzyıldı. İtiraf etmeliyiz ki, 21.YY’ da teknolojik araç-gereç ve araştırma-buluş açısından pek çok yeniliği keşfediyoruz ama insanın beş duyusunun dışına taşan Psi yetenekleri ve bu yeteneklerin bilimsel metotlarla insan sağlığı ve iyiliği için kullanım alanına sokulması konusunda ilk başlangıçtaki bilimsel kararlığı, cesareti ve dengeyi kaybettik. Şarlatanların ya da rant peşinde koşanların rahatlıkla cirit attığı bir olgu haline geldi, Psi olgusu… Yeniden başa mı dönmek gerek diye düşünüyor bazı değerli bilim adamları? İlk günlerin vakarını, ciddiyetini, asaletini geri getirmek için!… Bu dönemde Psi Araştırmalarıyla ilgilenen Fizyolog Prof. Charles Richet, Psikiyatri profesörü ve kriminalist Cesar Lombroso, Fizik ve Kimya bilgini Nobel Ödüllü Sir William Crookes, Doğa Bilimcisi Russel Wallace, Fizikçi Sir Oliver Lodge, Cambridge Üniversitesi Profesörü Frederic Myers gibi ünlü bilim adamları vardı. Hepsi önceleri, sadece bilimsel araştırma yapmak ve yapılan tüm sahtekarlıkları ortaya çıkarmak için Psi fenomenleri ve süjeleriyle ilgilendilerse de araştırmalarının sonlarına doğru kendilerini bu konularda kitap yazar ya da konferanslar verir, halka açık konuşmalar yapar buldular ve beyanlarını, bulgularını açıklamaktan korkmadılar. Araştırmaların bu döneminde ortaya çıkan, Psi araştırma tarihinin en önemli kişilerinden biri olan ünlü İngiliz bilim adamı Sir William Crookes (1832-1919) da, diğer bilim adamı arkadaşları gibi yıllarca Psi ile ilgili konularda yapılabilecek hileleri araştırdı. İlk başlarda amacı telekinezi ve materyalizasyon çalışmalarının hilelerini bularak medyumların sahtekarlığını ortaya çıkarabilmekti. Yüzyılının en büyük fizik ve kimyacılarından biri olan Sir William Crookes, 1861 yılında Thallium’u keşfetti. Ayrıca Crookes ve radyometre tüplerinin de mucididir. Ünlü
bilim adamı 1869 yılında İngiltere’nin ilk profesyonel
‘medium’
u
olan Bn.Mary
Marshall ile çalışmalarına başladı. Daha sonra J.J
Morse’un aracılığıyla edindiği deneyimler merakını uyandırdı ve
Mayıs 1871’de araştırmalarını derinleştirmeye karar verdi. Crookes, 1898 yılında İngiliz Bilim Geliştirme Kurumu’nun (British Association For The Advancement Of Science) Başkanı olarak seçildiğinde şöyle diyordu: “Hakikatine inanmış olduğum Psi fenomenler hakkında şahadet etmemek ahlaki bir alçaklık olur. Ben bu olayların mümkün olabileceğini söylemiyorum. Bu olaylar vardır diyorum… geriye alacak hiçbir sözüm yok. Halihazırda yayınlanmış olan beyanlarımdan vazgeçmiyorum. Aslında onlara çok daha fazlasını söyleyebilirim.” Spiritüalizmin Tarihçesi SPİRİTÜALİZM Terim, Latince "ruh" anlamına gelen "spiritus" sözcüğünün sıfatı "spiritualis" sözcüğünden türetilmiş olup, iki ayrı anlamda kullanılmaktadır.
Felsefi Spiritüalizm
Deneysel Spiritüalizm
Deneysel
Spiritüalizmin İnceleme Alanları ve Duyular Dışı Algılama KLASİK SPİRİTÜALİZM VE ALAN KARDEC
Fox ailesinin başına gelenlerle
tüm dünya gündemini ilgilendirmeye başlayan bu ruhsal akımın belli bir
süre sonra sistematize edilmesi ve genel hatlarının çizilmesi
gerekecekti bu görevi de Alan Kardec yüklendi, uzun yıllar süren yorucu
çalışmaları ile reenkarnasyonu yani yeniden doğuş ilkesini kabul eden
klasik ruhçuluğu ilk kez Alan Kardec, Fransa'da, sistemli bir hale
getirmiştir. Kimi ülkelerde spiritizm, kimi ülkelerde deneysel
spiritüalizm, Latin Amerika ülkelerinde ise
"Kardesizm"
adı altında gelişmişse de, bu ruhçuluk, dünya spiritüalizm tarihi içinde
bir ilke imza atmış ve ilkeleri açısından hep aynı kalmıştır.
- Allah vardır, tektir, Yaratan'dır.
Kaliteli, ciddi ruhsal irtibat seanslarında tekamül düzeyi yüksek
ruhlarla, sıradan (nefsani, gelecekle ilgili) soruların sorulduğu
seanslarda ise tekamül düzeyi geri ruhlarla irtibat kurulur. Bu geri
düzeyli ruhlar, yalan söyler, kötü şakalar yapar, insanları hataya
sürüklemeye çalışır ve seanstakileri etki altına almak için genellikle
ünlü kişilerin isimlerini kullanırlar. Ülkemizde Dr Bedri Ruhselman’ın bir ömür süren araştırmalarıyla kurumlaşan yayın organına ve bir kuruma sahip olan Deneysel Ruhçuluğun çağımızda yeniden ortaya çıkışı, bu küllenmiş ateşin yeniden tutuşması; elbette nedensiz değildir, manevi yönden büyük bir boşluk içinde olan çağımız insanı dünyanın dört bir yanında kurulan ruhsal irtibatlar ve alınan tebliğler sayesinde kendini yenileme ve bakış açılarını esnetme imkanı bulmakta, kendi inancı ne ise ona sahip çıkma fırsatını yakalamaktadır. İnanç sahibi olmakla inancına sahip çıkmak ve onu yaşamak iki ayrı şeydir ve ciddi uygulama ister.
Spiritüalizmin
gelişmesi ile de bu tebliğlerin derlenmesi ve ruhsal fenomenlerin
bilimsel kuruluşlar tarafından incelenmesi ve deneye tabi tutulmasıyla,
Parapsikoloji bölümümüzde detayları ile anlattığımız bilimsel süreç
başlatılmış ve üniversitelerde, enstitülerde incelenerek günümüz
Parapsikoloji biliminin gelişimine katkıda bulunmuştur. Yani günümüz
bilimi psişik yetenekleri olan insanlara beş duyunun dışına taşan
fenomenler yaşadıkları için hasta muamelesi yapmamaktadır. TÜRKİYE'DE YENİ RUHÇULUK / NEO-SPİRİTÜALİZM 21. Yüzyılın bu ilk günleri ile beraber iki önemli yıldönümünü de birlikte yaşıyoruz. Bunlardan biri kurulduğu günden bu yana hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan varlıklara ışık saçan bir merkez, bir bilgi odağı, bir okul olarak vazifesini sürdüren Metapsişik Tetkikler ve ilmi araştırmalar Derneği’nin 50.kuruluş yılı, diğeri de yayınlandığı ilk sayıdan bu yana yurdumuzdaki ruhsal aydınlanma ve bilgilendirme vazifesinin temel unsuru olan Ruh ve Madde Dergisi'nin 40. yayın yılıdır. Dile kolay... 50 yıl. Yarım asırlık bir vazife koşusudur bu. Nereden gelip nereye gitmektedir bu koşu. İşte bunu anlamak, içinde bulunduğumuz yolu biraz daha yakından tanıyabilmek İçin bu sayımızda yurdumuzda ruhçuluğun, ruhsal düşünce yolunun temellerini atan Üstatların hayatını, Derneğin nasıl kurulduğunu, ilk yayınların nasıl başladığını, aslında 50 yıldan uzun bir zamandır yapılan çalışmaları kısacası belki de çoğu okuyucumuzun bilmediği tarihsel gelişimi sizlerle paylaşmak istedik. Organizasyonun su üstünde, bilinen tarihini derlemek-toparlamak ve değerli okurlarla paylaşmak bizim vazifemizdi. Bu organizasyonda vazife alan, hizmeti geçen aramızda şu an olsun veya olmasın, bedenli veya bedensiz herkese teşekkür ederiz. Hep birlikte organizasyonun tarihsel gelişmesine tanıklık edelim... KURULMAKTA OLAN İLMİ NEO-SPİRİTÜALİZM SİSTEMİNE AİT BİRKAÇ SÖZ Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın 1953'de yayınlanan Ruh ve Kainat dergisinin Eylül sayısında, derginin birinci senesi dolayısıyla kaleme aldığı yazıyı değiştirmeden sunuyoruz. Yeni Ruhçuluğun (Neo-Spiritüalizm) kuruluşunu, Üstat Bedri Ruhselman'ın kendi kaleminden aktarıyoruz:“ Gelecek sayımızdan itibaren okuyucularımızı yepyeni bir istifade kaynağına yaklaştırmak imkan ve nasibine kavuşmuş bulunuyoruz. Neo-Spiritüalizma 'nın ilk basit esaslarını ve anahtarlarını bize ve en büyük ruh dostumuz Üstadın tebligatını bu sayfalarda neşretmeye başlayacağız. Bunu şimdiye kadar yapamayışımızın sebebi henüz bu işe hazırlıksız bulunduğumuz düşüncesiydi. Üstad, diğer Şarklı ve Garplı yabancı araştırıcıların irtibata geçtikleri varlıkların klasik tebligatını iyice mütalaa ettikten ve onların açıklamış oldukları bazı realiteleri hazmettikten sonra gene tatmin edilememiş olduğumuz noktaları o zamanımıza göre, yani bundan 17-18 sene evvelki düşüncelerimize göre, bizi tatmin eden tebliğler vermiş, ilk temasta bulunduğumuz yüksek bir varlıktır. Filhakika Üstad adıyla andığımız bu yüksek varlığın almış olduğumuz üstün kıymeti haiz tebligatının dünyada yeni bir realitenin ilk kapılarını açmaya bir hazırlık olduğunu, uzun zamanda kazanabildiğimiz görgü ve tecrübelerden sonra anladık. O bir başlangıçtı. O zamandan bu zamana kadar geçen müddet zarfında araya bir sürü diğer kıymetli ruh dostlarımızın tebligatı karıştı. Ve bunların her biri gene hazırlanmakta olan ve ilk kapısının anahtarı Üstad tarafından verilmiş bulunan büyük realitenin yavaş yavaş iptidai malzemelerini hazırlamak vazifesini gördüler. Bu vazifelerin verimli neticelerinden bir kısmını muhtelif isimlerde neşretmiş olduğumuz kitaplarla yayınlamayı biz de kendi üzerimize düşen bir vazife telakki ederek memleketimize ve bütün insanlığa karşı olan bu büyük borcumuzu ödemeye çalıştık. Fakat vazifemiz bitmedi ve borcumuzun en son ve en temelli kısımlarını henüz ödemedik. Zira biz de klasik bir Spiritüalizma görüşünden esas itibarıyla (Neo-Spiritüalizma) adı ile ayrılışı ifade etmiş olmakla beraber, bu ayrılığın vazıh (açık) ve esaslı hudutlarının tayinine medar (sebep) olabilecek berraklık içinde ana prensiplerimizi henüz kurabilecek bir tekamül merhalesini ikmal etmiş (tamamlamış) bulunmuyorduk. Bu yüzden, şimdiye kadar neşredilen kitaplarımız klasik spiritüalizmaya nazaran oldukça mühim yenilikleri ihtiva etmiş bulunmasına rağmen, birçok noktalarda sadece eski anlayış tarzına açık ve daha kolay anlaşılır bir tarzda izahlarını yapmış olmanın hududundan ileri gitmiş bulunmuyordu. Fakat mütemadi çalışmalarımız ve buna mukabil yukarılardan zamanla kıymetleri birbirine nazaran artarak gelen tebligatın yardımları bizi yepyeni ve en son anlamında bir Neo-Spiritüalizma sisteminin, asrımız için ancak anlaşılabilmesi mümkün en ileri realite ve materyallerini buldurmaya sevk etti. İşte bu çalışmaların ve bu yardımların neticesiyledir ki dünyamızın bugünkü yüksek tekamül durumu ile mütenasip, şimdiye kadar hiçbir taraftan dünyamıza verilmemiş büyük hakikatlere ait ilham medyomlar aracılığı ile gene yüksek varlık planı tarafından hazırlandı ve esas itibarıyla kendi şahsi bilgileri pek de ileri olmayan ve bilhassa..bu mevzularda sıfır derecesine yakın bulunan bu yeni hazırlanmış medyom dostlarımız vasıtasıyla büyük ve yepyeni hakikatleri ihtiva eden tebligat verilmeye başlandı. Bu tebligatın sayısı mahdut (sınırlı) olacaktır. Ve son gerçek realiteyi dünyamızdaki vazifelilere vermek gayesine matuf olarak tertiplemiş bulunmaktadır. İşte biz de bu işi artık bu dünya hayatımızın en ileri bir faaliyeti olarak bugün idrak etmiş bulunuyor ve 1936'da başlanmış bir (Neo-Spiritüalizma) realitesinin Üstad tarafından verilen anahtarları ile açılmış kapılarının büyük bir devresinin ve o devre içindeki son vazifelerimizin manasını şimdi daha iyi kavramış bulunuyoruz. Bu kavrayış liyakatine ancak Üstad zamanından bu son aylara gelinceye kadar, kıymetli ruh dostlarımızın yardımlarıyla süren bir hazırlık, bir araştırıcılık devresinden sonra erişmiş bulunuyoruz. Ve bu idrak de bize Üstadın takriben 20 celse süren tebligatının mana, kıymet ve gayesinin hakiki değerini tanıtmış bulunuyor. Zira bu kadar uzun süren ve her biri ayrı kıymette ve ayrı fikir ve duygu zenginliği içinde bizi ve bizlerle beraber sevgili diğer araştırıcı dostları aydınlatan muhtelif varlıkların devamlı ve programlı ve birbirini tamamlayıcı, birbirine bağlı tebligatı muhitimizde gayesine varmış, vazifesini görmüş ve beklenilen neticenin tahakkuku eşiğine bizi ulaştırmıştır. Son aylardaki mesaimizde ikinci bir Üstad planının büyük bir fikir ve bilgi aydınlığı içinde vermekte olduğu tebligat, ilk Üstad planının açtırdığı Neo-Spiritüalizma sahasının ve devresinin dünyamız anlayış ve kavrayış ihtiyacına asırlarca yetecek en esaslı ve gerçek realiteleri üzerinde toplamış bulunmaktadır. Şimdiye kadar ancak iptidai materyallerini, hazırlayıcı unsurlarını elde ettiğimiz ve bir başlangıç olarak sunduğumuz Neo-Spiritüalizma realitesi prensiplerini son Üstad planından aldığımız bilgilerle ikmal ederek halen olgunlaşmış, dünyamızın yeni bir tekamül safhası için hazırlamaya ve bütün sevgili dostlarımızı ve tefekkür, tahakkuk peşinde koşan insanlığı tatmin edici bir sistem dahilinde takdim edilecek bir duruma sokmaya çalışıyoruz. Bu en zevkli ve en ileri saydığımız büyük vazifemizin herkes için faydalı bir neticeye vardığına kanaat getirdiğimiz anda bize bu liyakate ulaştırmak imkanlarını gene bir vazife halinde kazandırmış bulunan son Üstad planının tebligatı ile birlikte hazırlamış olduğumuz 'Son Neo-Spiritüalizma görüşü ile 'Ruh ve Kainat' bilgisi hakkındaki sistemimizi neşretmeye başlayacağız. Demek ki şu son dünya enkarnasyonumuzdaki insan kardeşlerimize ve dostlarımıza karşı, onların fikir ve duygu hayatlarında kendilerine faydalı bir varlık, vefakar bir kardeş, sadık bir dost olmak vazifemizin bütün hizmetlerini görmek arzu ve iştiyakımızda ve vazife isteğimizde bizi destekleyen ilk Üstadımız bu vazifemizin gerçekleşebilmesine yetecek malzeme kapısının anahtarlarını vermiş, son Üstadlarımız da (ki biz bu yüksek dostlarımıza 'Kemal Yolu Rehberleri' diyoruz) bu malzemelerin tedariki ve tarafımızdan kullanılabilmesi yol ve imkanlarının rehberi ve nazımı olmuş. Ve dünyamıza layık olduğu şimdiye kadar verilmemiş bilgilerin muhtelif kanallardan verilmesini sağlamıştır.” RUHÇU BİLGİ (SPİRİTÜALİZM) Ruhçu Bilgi, evreni ve varlıkları araştıran, evren-insan arasındaki ahengi ve işleyen yasaları bulmaya, anlamaya ve uygulamaya çalışan bir bilgi sistemi ve gerçeği araştırma yöntemidir. Dünya üzerinde etki alanını hızla genişleten ruhçuluk ekolü, tüm araştırmalarında hem ruhu, hem de maddeyi kendi değerleri ölçüsünde bir araya getirerek ahenkli bir bilgi sistemini sentezleyerek insanların hem kendilerini, hem de hayatı bir bütün halinde kavramalarını sağlayacak yepyeni bir anlayış oluşturmuştur. Felsefi olarak kozmoloji (evrenbilim), ontoloji (varlıkbilim) ve etikle (ahlak) ilgilenir. Deneysel ve bilimsel yönüyle parapsikoloji, duyular dışı algılamalar, İpnoz, telkin, manyetizma gibi konularla İlgilenir. Araştırmalar yapar. TÜRKİYE'DE RUHÇULUĞUN BAŞLANGICI
Üstat Dr. Bedri
Ruhselman tarafından kurulan
"Türkiye
Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Cemiyeti"
İnsanlığa hizmete 1950 yılında başladı. Üstat Dr. Bedri Ruhselman,
ışıklı adımlarıyla Ruhçu anlayışta yeni bir yol açmıştır. ÜSTAT DR. BEDRİ RUHSELMAN'IN KISA HAYAT ÖYKÜSÜ Sessiz ve sedasız şekilde dünyamızdan gelip geçen, Metapsişik Biliminin 50 yıldır ülkemizde aynı sadelikle hizmetini sürdüren Türk Ruhçuluğunun öncüsü Üstat Dr. Bedri Ruhselman, 1898 yılında, İstanbul’un Fındıklı semtinde, Set üstü'ndeki evlerinde dünyaya geldi. Ruhselman'ın soy kütüğü, Kafkasya'da yaşayan Çerkezlerin Şapsığ koluna kadar uzanır. Babası Bahriye Kolağası, yani Kıdemli Yüzbaşı Askeri Cerrah Cemal Efendi, annesi ise Kastamonu Kale Kumandanı Binbaşı Hüsnü Efendi'nin kızı Safiye hanımdı. Ruhselman asker kökenli bir aileden geliyordu. Ailece, ilkokulu bitirinceye kadar İstanbul’da Fındıklı'da oturdular. İlkokula Şemsi Efendi Mektebi'nde başladı. Çocukluğunun ilk yılları İstanbul’un Fındıklı semtinde geçen Ruhselman, 1902 yılında babasının Çanakkale'ye tayin olması nedeniyle, ilk ve orta öğrenimini Çanakkale Rüştiyesinde tamamladı. Küçük yaşlardan beri müzik yeteneği dikkat çekiyordu. On yaşındayken müziğe olan ilgisi nedeniyle keman dersleri almaya başladı. Müzik yeteneğinin yanı sıra çocukluğundan beri metapsişik konulara çok büyük ilgi duyan Üstat Dr. Bedri Ruhselman, 12 yaşındayken kendisi için dönüm noktası oluşturacak önemli bir olay yaşadı. Gayret Kitapevinin yayınladığı bir cep kitapçığıyla, ruhsal haberleşme deneyimlerine girişti. Ve İlk celse deneyini, 15 yaşındayken babasının ve bazı dostlarının yanında gerçekleştirmeyi başardı. Kendisinin de belirttiğine göre bu celsede bir savaşın çıkacağı söylenmişti. Nitekim 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu nedenle ailesi, Ruhselman’ı bir denizaltı ile İstanbul’a yolladı. Bundan sonra lise öğrenimine Kabataş Lisesinde devam edecekti.
Ruhselman eğitimi
sırasında keman dersleri almaya devam etti. İstanbul’un üstat keman
hocası Bay Braun öğrencisinin büyük ümit vaat ettiğini söyleyerek,
Ruhselman 'dan ders almaları için bazı prenslere öğrencisiyle ilgili
referanslar verdi. Yüzbaşı olan dayısıyla bir çözüm bulmak için subayların gelip gittiği, Sirkeci' deki Meserret kahvehanesine giderler. Ne yapacaklarını tartışmaya başlarlar. Yan masada oturan bir subay konuşmaları duyar. Onlara dönerek ne olduğunu sorar, olup biteni anlatırlar. Subay genç Ruhselman 'a dönerek şunları söyler: "Oğlum, vatan için ölmek şereftir. Savaşta insan bir kere ölür, ama okumuş bir insan yaşayarak, vatanına her gün hizmet eder. Sen de eğitimini tamamla ve milletine bu yolda hizmet et." Cebinden çıkarttığı karta bir şeyler yazar ve Bakanlıktaki bir kişiye verilerek kaydın silinmesini ister. Dayı, yeğen kartın üstündeki ismi okuyunca şaşırırlar. Kartın üstünde şu isim yazmaktadır: "Miralay Mustafa Kemal"
Bu olay genç
Ruhselman 'ı çok derinden etkiler. Sanata ve müziğe olan ilgi ve sevgisi
de her geçen gün artar. Özellikle Adli Tıp Hocası Saim Ali Bey, onun
müzikteki başarısını çok destekler. Müziğe olan sevgisi, O'nun Tıbbiyeyi
dördüncü sınıftan terk ederek Prag Konservatuarına girmesine neden olur. Cumhuriyetin İlanının İlk yıllarıydı. Kendisini maddi yönden destekleyen prensesin mali durumunun bozulması üzerine Maister Schule Virtüöz Okulunun mezuniyet sınavlarına giremeden İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. 1926-1935 yılları arasında Anadolu'nun çeşitli kentlerinde müzik öğretmenliği yapar. Ve yarım bıraktığı Tıp Fakültesine yeniden kaydolur. 1934 yılında, İzmir Erkek Muallim Mektebinde, dinleyicilerin, bir çocuğun elinden kaçan balonla ilgilenmeleri ve o anda çalan müzikle ilgilerinin kalmaması, Ruhselman'ın konseri yarım bırakıp salonu terk etmesine neden olur. Kemanını dolabının en üst gözüne yerleştirir ve bir daha konser vermeme kararı alır. Spiritüalizm ve Tıbbiyedeki eğitimine daha fazla önem verir. Tıbbiyeden mezun olduktan sonra, Profesör Frank'ın yanında uzmanlık eğitimi görür ve dahiliye uzmanı olur. İzmir’de bir muayenehane açar. Teorik ruhçuluğu çok iyi sentezleyen Dr. Bedri Ruhselman uygulamalı araştırmalara başlar. 1936 yılında ünlü müzikolog Hüseyin Saadettin Arel'in medyomluğu aracılığıyla ilk yüksek ruhsal bilgileri almaya başlar. Kendisini "Üstat" adıyla tanıtan bedensiz varlık bu celselerde oldukça yüksek bilgiler aktarmıştır. Bu bilgiler Yeni Ruhçuluğun (Neo-Spiritüalizmin) doğuşunu sağlar. Bu celseler 11 yıl sürer. Dr. Bedri Ruhselman bir süre Bakırköy Akıl Hastanesinde çalışır ve incelemeler yapar. Doktorluğa başladıktan sonra da Fener adlı bir dergide yazıları yayınlanır. Bu "Yükseltici Bilgiler ve Sanatlardan Söz Eden Aylık Mecmua" Mart 1938'de yayın hayatına başlar, maddi sorunlar yüzünden altı sayı sonra yani 1938 Ağustosunda kapanır. Dr. Ruhselman 1940-41 yıllarında, yedek yüzbaşı rütbesiyle doktor olarak askerliğini yapar. Askerlikten sonra, ruhçulukla ilgili çalışmalara devam eder. Bu arada Afganistan, Türkiye’den doktor istemektedir. Dr. Bedri Ruhselman birkaç doktorla birlikte, 1943 Martında Afganistan'a gider. Doktorlar arasında, ilk Türk spiritüalistlerinden olan Dr. Sevil Akay da vardır.
Dr. Ruhselman
Kabil'deki Rıfkı Sanatoryumu'nda üç yıl süreyle baş hekimlik görevini
yürütür. Bir ara Hindistan’a gitme girişiminde bulunursa da başarılı
olamaz. Deneysel çalışmalarını sürdürür ve bu üç yıl içinde Ruh ve
Kainat adlı üç ciltlik eserini tamamlar.
1946 yılında yurda
dönen Üstat Dr. Bedri Ruhselman, Türk Ruhçuluğu için yeni bir çığır
açacak olan eserini yayınlar. Ve yayınlarına Neo-Spiritüalizm (Yeni
Ruhçuluk) adını vererek klasik ruhçuluk anlayışının ufkunu ve hedefini
genişleterek metapsişik alanda yeni bir ekol kurar.
1947 yılında
İzmir’de doktorluk mesleğini sürdüren Ruhselman, bir celse çalışma grubu
kurar ve ruhsal bağlantılara başlar. İstanbul'da bir çalışma grubu daha
vardır, onlarla da bağlantısını sürdürür. Dr. Bedri Ruhselman
muayenehane sahibi olmayı uzun süre yürütemeyecektir. Asil karakterine
uymayan haksız olaylar nedeniyle, hekim olarak yüklendiği sorumluluk
anlayışı ve Hipokrat yemini doktorluğu da bırakmasına neden olur. En yoğun celse çalışmaları bu dönemde yapılır. "Üstad" celselerinde de bildirildiği gibi 10-12 yıllık bir aradan sonra yeniden başlayan celse çalışmaları "Kadri", "Mustafa Molla" isimli varlıkların celseleriyle sürmüş; "Şihap", "Akın", "Kemal Yolcusu" celseleriyle son bulmuştur. Dr. Bedri Ruhselman, ruhsal alemden bedensiz varlıklar aracılığı ile verilen çok kapsamlı bilgilerle "Yeni Ruhçuluk Ekolünün" temsil ettiği realitenin çeşitli yönlerine açıklık kazandırmış ve 1947-1954 yılları arasındaki eserlerinde bu yeni anlayışı ülkemiz halkına daha yakından tanıtmaya çalışmıştır. Kendini ruhsal araştırmalara vakfeden Ruhselman, 1948 yılında Ankara ve İstanbul üniversitelerinde Ruhçuluk üzerine bir dizi konferanslar verir. 1949 yılında, büyük bir bölümü celse çalışmalarından oluşan "Ruhlar Arasında" adlı araştırma kitabını yayınlar. METAPSİŞİK TETKİKLER ve İLMİ ARAŞTIRMALAR DERNEĞİNİN KURULUŞU Dr. Bedri Ruhselman ülkesinin insanına Ruhsallıkla ilgili bilgileri daha yakından tanıtmak insanların şuur seviyelerini, anlayışlarını yükseltmek ve yaşamakta olan varlığın amacı nedir, insanoğlu nereden gelir, nereye gider sorularına yanıt verebilmek, tekamül gerçeğini, vazife anlayışını ve beden ötesi realitesini daha iyi anlatabilmek için bir dernek kurmayı hedefler. Üstat insanoğlu için belli bir hedef çerçevesinde, o hedefin gerçekleşmesi için kilitlenmenin önemini çok iyi bilmektedir. Resmi bir dernek, dağınık şeklide araştırma yapan grup üyelerini merkezi bir hedef etrafında toplayacaktır. O, çağlar boyunca kendilerini bir araya getiren VAZİFE’ NİN önemini bir vazife sezgisi içinde yerine getiren grupların hedefe kilitlenme ve topluma hizmet verme konusunda daha başarılı olduklarını öncül vazife sezgisiyle çok önceden kavramıştır. Ve nihayet bu büyük idealini de gerçekleştirme fırsatı bulur. O ve vazife arkadaşları, Taksim Sıraselviler, Billurcu Çıkmazı'nda kiraladıkları son derece sade ve harap bir katı yeniden düzenleyerek dernek olarak kullanmaya başlarlar. Resmi olarak da, 30 Mart 1950'de Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Cemiyeti'ni (Cemiyet kelimesi sonradan Dernek olmuştur) kurar. Kurucuları: Başkan Dr. Bedri Ruhselman, Yönetim Kurulu üyeleri: Dr. Sevil Akay, Avukat Suat Plevne, Muammer Bayurgil ve Nurettin Özmen'dır. Üstat Ruhselman bu görevini 1957 yırına kadar sürdürmüştür.
Dr. Bedri Ruhselman
1951 yılında
"Allah"
adlı kitabını yayınladı. Bu kitapta, "Yeni
Ruhçuluk Ekolünün" (Neo-Spiritüalizm) diğer klasik spiritüalist
ekollerle arasındaki fark iyice belirginleşmişti.
Dr. Ruhselman, aynı
dönemde Ankara'da yayınlanan İç Varlık adlı dergiye de yazılar
yazıyordu. Aynı yıl Stockholm'de Uluslararası Spiritüalizm Kongresi yapılmaktadır. Dr. Ruhselman bu kongreye, "Medyomluğun ve Ruhların Dünyamızdakilerle Görüşme ve Münasebetlerinin Neo-Spiritüalizma Görüşü ile İlmi İzahı" başlıklı 61 sayfalık bir rapor sunar. Böylece kongreye katılan 15 ulusun bayrağının yanında Türk Bayrağı da yer alır.
Dr. Bedri
Ruhselman'ın bu raporu dünyadaki çeşitli ruhçu merkezlere dağıtılır ve
yankılar uyandırır. Londra'daki Uluslar arası Spiritüalizm Federasyonu
Başkanı Hitchcock hayranlık dolu bir mektupla övgülerini bildirir. Bu
rapor Türkçe'de
"Medyomluk"
adıyla yayınlanır. MTİA DERNEĞİ HAKKINDA
Ruh ve Kainat
dergisinin 6. sayısında (Mart 1953) Metapsişik Cemiyeti için kaleme
aldığı yazıyı Üstat Ruhselman'ın kaleminden aktarıyoruz:
Dünya yeni bir
realitenin taharrisiyle (araştırma) meşguldür. Bu realite kalple beynin,
iIme dayanan akil ve hadsin el ele vererek yürüdüğü bir saha içinde
parlamaktadır. Maddi oburluğun, kana ve cana kıyma ihtirasının başı boş
ve alabildiğine dünyayı kuşattığı devrimizde dar görüşün mahsulü olan
inkarcı materyalist telakkinin iflasa yüz tuttuğunu hissediyoruz. O
materyalizm ki asırlardan beri dünyaya yalnız madde hırsı, yalnız kan
kokusu, yalnız ölüm ve yokluk tohumu ekmiştir... O materyalizm ki
insanların en kıymetli özbenliklerini hiçe indirmiş, en kıymetli
varlıklarını yok etmiş, asil kıymetlerini teşkil eden ruhlarını
kendilerine inkar ettirmiştir. İşte bugünkü dünya, özbenliğini, asil
varlığını ruhunu kendisine yeniden kavuşturacak yüksek ve parlak
realiteyi arıyor. Çünkü maddi hırs dünyayı artık yordu, kan kokusu
tiksindirdi, yokluk telkinin acısı onu inkarcı materyalist realitesinden
ruhen uzaklaştırdı. Bu bir hakikattir. Fakat bu hakikati izah ve ispat
edecek yol ancak bir tek yoldur o da parlak, nurlu ve hiçbir ihtirasın
zebunü (zayıf, güçsüz) olmayan hakiki, ilim ve bilgi yoludur. Her
şey ancak ilmin ışığı altında parlak ve her hakikatin kapısı ancak
hakiki ve muhteris (çok hırslı) el/erin oyuncağı olmaktan azade ilmin
sağlam ve emin anahtarlarıyla açılır. Çabalarından ve insana hizmet etme arzusundan bir an bile vazgeçmeyen Dr. Ruhselman 1953 yılında da "Mukadderat ve İcabat" adlı eserini yayınladı. Dr. Ruhselman'ın bu dönemdeki çalışmaları ve yönlendirmeleri İdealist bir insanın, dünya okulunun temel bilgilerini dünya bedeni ve idraki içinde bilen, anlayan, HAKİKATİ UYGULAYAN bir varlığın örgütleyici davranışlarına benzer. Onun davranışlarını, şahsiyetini, işini ve özellikle RUHSAL VAZİFESİNİ inceleyip, anlamaya çalışacak olanlar, onun bu özelliklerini de dikkate almalıdırlar. ÜSTAT BEDRİ RUHSELMAN 'IN SON BÜYÜK VAZİFESİ Ruhsal bilgi çalışmaları artık yeni bir yoğunluk kazanır. Bu nedenle Dr. Bedri Ruhselman, Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneğinden 5 Mart 1957 tarihinde ayrılır. Görevi genç arkadaşlarına teslim eder. Teşkil ettirilmiş olan hizmet ve vazife kadrosunun görevini ifa edeceğine güveni tamdır. Bütün bu yorucu çalışmalar sonucu Dr. Ruhselman 1958 Haziranında bir kalp krizi geçirir. iki ay süreyle Cenova'da tedavi görür.
Gemi doktorluğunu
bırakmıştır artık. Türkiye'ye döndükten sonra, düzenli bir yaşam sürmesi
gerekirken, aksine çok ağır bir tempo ile çalışmalarını sürdürür. Bu
yoğun çalışmalarını sürdürdüğü evi ise gayet mütevazı idi. Küçük bir
salon, onun yanında bir oda ve küçük bir mutfak. Kendi odasında sadece
bir gardırop ve seyyar yatak vardı. Salonu ise kitaplarla doluydu.
Salonda en çok dikkat çeken ise, kendisinin oturduğu yerin sağ tarafında
üst üste konmuş şeker sandıklarından oluşan, içi kitaplarla dolu bir
rafın bulunmasıydı. Objektif olarak şunu belirtmek gerekir ki, Yüksek İdareci Planların yeryüzünde oluşturacağı yeni tekamül hamlelerinde, bilginin yeşermesi için sathın (alanın) önce tohum ekilebilir hale getirilmesinde ancak "Arz Üstü" yüce vazifeliler görev alabilir. Ve tüm yaşamlarını bilgiyi yeşertmek için önce tohum ekilecek zemini hazırlama çalışmalarına adarlar. İnsanlığın tekamül hamlelerinde büyük değişiklik yapılması ya da yeni bir dönemin başlatılması gerektiğinde Onlar dünyanın önceden kararlaştırılmış belli bir köşesine, sessiz sedasız dolarlar. Ve tüm hayatlarını vakfettikleri "Bilgiyi yeryüzüne indirme" operasyonlarını sürdürüp, kimse fark etmeden yine geldikleri gibi sessiz sedasız şeklide aramızdan ayrılırlar. işte Dr. Ruhselman bu son vazifesini layıkıyla yapabilmek için görevi genç arkadaşlarına emanet ederek 1957 yılında Harbiye'deki evine çekilmiştir. Üstat Ruhselman yeryüzüne enkarne olmasının temel nedenlerinden biri olan asli vazifesine 1958 Eylülünde başladı. BÜYÜK VAZİFE
Tarih 1958
Eylülüdür, "Meşale" celselerinden sonra kendisini "Önder" adıyla tanıtan
"Yüce Planların uzantısı olan bir rehber varlığın" denetimi altında
yoğun bir çalışma başlar. Bu çalışma daha da genişleyerek 1959
Ağustosuna kadar devam eder. Bu,o güne kadar verilmiş olan bütün
bilgilerin vardığı en yüksek realitedeki bilgilerin çalışmasıdır.
Kendisine verilen bu büyük bilgi sentezini yapma ve derleme vazifesinin
ifası sırasında, Ruhselman 3-4 ay süreyle, günde 20 saat çalışmış,
sadece 4 saat uyumuştur. Son beşeri kimliğiyle, Üstat Dr. Bedri RUHSELMAN olarak yaşayan bu büyük vazifeli varlığın derlemiş olduğu bilgiler, BİLGİ KİTABINI oluşturdu. Evrensel boyutlarda değişime yol açacak "Bilgiler" koruma altındadır. Ve zamanı geldiğinde insanlığa sunulacaktır.
Dünya tekamül
öğretim kadrosu içinde aldığı kutsal vazifesini, noksansız ve en iyi
şekilde yerine getirerek, Büyük inisiyelerin çağlar boyu sürdürdükleri
vazife halkalarından birini de Türkiye'de tamamlayan, Metapsişik
Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneğinin kurucusu ve Türkiye'deki
metapsişik biliminin öncüsü Üstat Dr. Bedri RUHSELMAN, her şeyden önce
Bilgi, Hakikat ve Vazife insanıydı. O, ilme, ilkelere, hakikati
araştırmaya, doğruluğa, fazilete, erdeme büyük önem verir, bu konudaki
görüşlerini şöyle belirtirdi:
Dr. Bedri
RUHSELMAN’IN vazife anlayışı çok kapsamlıydı. Vazife konusunda çok titiz
davranırdı. Yaşayan her varlığın bir vazifesi olduğunu savunur ve
vazifenin bir ahlak anlayışı olduğunu herkese öğretmek isterdi. Dr. Bedri Ruhselman Batıda yeşermiş olan klasik spiritüalizmi ele almış, geliştirmiş ve insanlık ufkunu sonsuzluğa yönelterek Yeni Ruhçuluk anlayışını doktriner tarzda insanlığa sunmuştur. Yeni Ruhçuluğun belli başlı ilkeleri şunlardır:
1-
Bütün yaratılmış olanları var eden,
yaratan Allah'tır. Yaradan, her dilde başka isimle anılmış ve herkesin
görecelik anlayışına göre kimlik almıştır. 1957 SONRASI ÇALIŞMALAR
Dilerseniz Derneğin
o yıllardaki faaliyetlerine tekrar dönelim. Ve o ilk günlerin coşkulu
çalışmalarını gözden geçirelim. Yıl 1957. Üstat Dr. Bedri Ruhselman
görevi arkadaşlarına emanet ederek, kendi özel çalışmalarını yapmak için
Harbiye'deki evine çekilmiştir. Vazifeyi geride kalan kadro devam
ettirmektedir.
1967 sonrasındaki
30 yıl boyunca Derneğin hizmet ve vazifesinin sorumluluğunu yüklenerek
bugünlere taşıyan Üstat Ergün Arıkdal, Üstat Bedri Ruhselman ile ilgili
anılarını şöyle anlatır: Üstat Ergün Arıkdal, ilk günlerin anılarını anlatmaya şöyle devam eder: "Ben Aralık ayında derneğe geldim. Benim liseden bir arkadaşım vardı ve benim bu konularla ilgilendiğimi biliyordu, ben de derneği arıyorum, İstanbul’daki dernek ama nerede? Talebelikten çıktık artık, şimdi üniversitelisin, vaktin de var, gidebilirsin diyordum kendi kendime. Bir gün bu arkadaş geldi, dedi ki: "Sorma beni çok matrak bir yere götürdüler geçen hafta". "Nereye gittin?" dedim, "Garip bir yere" dedi, "Biz, şu ruh cemiyetine gittik. " dedi, "Yok ya." dedim, "Nerede bu?", "Beni götürür müsün?" Biz kavilleştik arkadaşla, ertesi perşembe akşamı biz onunla Billurcu Çıkmazındaki, Beyoğlu'ndaki ilk derneğe, Bedri Ruhselman'ın tuttuğu derneğe gittik. İçeri girdik, sonunda uzun boylu, yeşil gözlü birisi çıkıp geldi. Meğer Dr. Refet Kayserilioğlu’ymuş. Hepsi bizimle birlikte beş kişi. O sıralarda kimse gelmiyormuş. Ondan sonra birkaç kişi daha geldi. Meğer o gün Perşembe, onların konferans günüymüş. Refet Kayserilioğlu bir şeyler anlattı. Ondan sonra ben o işin peşini bırakır mıyım? Zaten bulmuşum yerimi, gittim baktım, bir ara şöyle aralardan bir yerlerden geçtim, kütüphane gibi bir şey var içinde. Ruh ve Kainat'ın son sayıları duruyor. Mecmuaları da satılsın diye getirmişler. İki üç sayı da parasını vererek oradan aldık. Ondan sonra nasıl olduysa ben bilemiyorum, artık derneğe devam ediyorum. Yani zaten niyetim o da, bilgi edinmem lazım. Bu sefer Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın diğer yayınlarını da biliyorum, Mukaderrat ve İcabat. Ben daha lisedeyken yayınlanmıştı. Çünkü Cağaloğlu bizim yolumuz, yani yukarıdan aşağıya iniveriyoruz. Babıali Yokuşu, orası bizim yolumuzdu. Gezmeye Sirkeciye inerdik, sonra bir de yukarı çıkardık, işte kırk beş dakika alırdı, biz de gezmiş olurduk. Ben o kitabı yollarda görüyorum. Orada bir yayınevi vardı, Gayret Kitabevi sahibi Garbis, orada Dr. Bedri Ruhselman'ın kitaplarını görürdüm. Fakat o zaman fiyatı 750 kuruş, nasıl alırsın, alamazsın. 750 kuruş çok para, benim bütün aylık param. Dedik alırız elbet bir gün, fark etmez. Ben onu bulurum bir yerlerden. Kitabı falan alamamıştım ama Üstat’ın hangi kitaplarının çıktığını biliyordum. İşte öyle iki senem araştırmayla geçti. Hem fakülteye gidiyordum, hem Fransızca çalışıyordum, hem de bu konuları okuyordum. Sonra yavaş yavaş gelenler gidenler olmaya başladı. Rahmetli Suat Tahsuğ da gelmeye başladı. Bir hanım arkadaşımız Fransız dilini biliyordu, yabancı dil bildiği için İş Bankasının kambiyo servisine memur olarak girmiş. O sırada Suat Bey de şef muavini, onun yanına gelmiş ve metapsişik konularla ilgili olarak derneği anlatmış, Suat da ilgilenirmiş. İyi demiş, ben de gideyim. Baktık pat o da geldi, yeni bir arkadaş. Baktım sempati duydum kendisine karşı, benim en iyi dostumdu: Benden sekiz dokuz yaş büyüktü. Biz onunla hemen kendimize bir çevre oluşturduk. Gelişimiz gidişimiz başladı. Bana falan yerde çalışıyorum, vaktin olursa uğra, çay kahve içeriz dedi. Biz de talebeyiz, takılacak yer arıyoruz o aralarda. Galata İş Bankasındaydı. Arada bir oraya gittim, derken biz onunla kimsenin haberi yokken bir proje oluşturmaya başladık. Dedik ki böyle şeyler var ama bu dernekte birçok şeyler eksik. Gel biz seninle seminerimsi bir şey yapalım. Senin, dedim, çok iyi Fransızcan var, benim o kadar iyi değil. Ben tercüme yapıyorum ama o okurken tercüme edebiliyor. Bende dedim güzel bir kitap var. J. L'Homme'un Herkes İçin Medyomluk kitabı, herkesi cezbeder.Hemen biz dernekteki o masanın etrafına bir halka teşkil ettik. Kimler varsa sekiz on kişi olduk. Bir canlılık oldu, çocuklara dedik, haftaya yanınıza birer defter getirin. Biz böyle bir çalışma yapacağız. Derken biz on, on iki kişi olduk, herkesin defteri var, Suat Bey okuyor, hemen Türkçeleştiriyor söylüyor, notlar alınıyor, arada toplanıp alınan notlar üzerinde çalışıyoruz. Sene 1957'nin Aralık ayında geldim, 58'in baharında bu işleri başlattım. O günden bu günden beri bu iş bitmedi. Ondan sonra o arkadaşlarımızla daha da büyüttük işleri, bizim bu çalışmaların hemen etkisi oldu, nereden duydularsa, biz de katılacağız, bizi de alın aranıza diye talepte bulunulmaya başlandı. Gelin, neredesiniz şimdiye kadar dedik ve herkes akın etti. Efendim biz daha önce de gelirdik de, efendim daha önce Bedri Bey'in zamanında da böyle şeylere iştirak ettik falan derlerdi. Biz de gelin öyleyse, madem böyle yapacak işleriniz vardı, tutun bakalım şu işin etrafından . Ondan sonra çok güzel bir ahenk içerisinde dersleri başlattık, bu sefer işleri programlı derslere döktük. Ben Ruh ve Kainat'ı okuyup, kütüphanede iki takım varmış, bir tanesine derhal el koydum ve oradan arkadaşlara konferanslar hazırladım. Önce kendim başladım, ondan sonra Suat Bey'e, ondan sonra Feridun (Tepeköy) Bey'e, ondan sonra Abidin Bey vs., birinci cildi bölüştük. Altıya mı ne böldük, hemen herkes kendine düşeni her hafta birisi, onu altı haftada bitirdik, birinci cildi. Ondan sonra geldik öbür cilde, ondan sonra halka çıktı otuz kırk kişiye. Konferansın dışında ders halkası, gayet güzel oluyordu. Böylece 1958'i bitirdik. Ondan sonra sanıyorum 1959 yılında iş artık oldukça gelişti, bu dersler bitti, bu şifalarda Adnan Bey falan geldi, diğer başka arkadaşlar geldi. Biz diğer başka çalışmalara başlarken dersleri onlara havale ettik. Konferansların çeşidi değişti, konferansları vereceklerin adedi arttı. Sonra dedik ki madem biz Spiritizmle meşgulüz, bizim medyomumuz yok, medyom bulalım. O senelerde Jale (Gizer) Hanım teyzesiyle beraber geldiler. Jale perşembe konferansından evvel, altı buçukta geliyor, içerdeki odada oturuyor ve diğer insanlar gelince hemen bir sohbet açıyor, yani boş durmak yok, bir fikir atıyor ortaya ve konferanstan evvel herkes en az bir saat falan konuyla meşgul oluyor. Hangi konu olursa olsun, hiç dalga yok, dedikodu yok, çene yok. Sadece yegane iş sobanın odununu tazelemek gibi, herkes pür dikkat, ona dikkat ettik o işi bayağı götürüyor ve bu fena bir şey değil. Eee dedik biz, o halde arkadaşlarımızın buna ihtiyacı var demek ki. O zamanlar yegane faaliyet buydu: konferans ve bu yetiştirme çalışmaları. O zaman biz bir gün seminer yapalım, gelir misiniz arkadaşlar, ayak üstü sorduk, cuma günü seminer günü oldu. Bu sefer derneğin kendi üyeleri kendi aralarında konuşmaya başladılar. Çok güzel çalışmalar oldu. İşte biz bu arada bir şifa ekibi meydana getirdik. Şifa ekibi meydana getirdikten sonra, aynı zamanda medyomluk araştırması yaptık, birçok arkadaşlar üzerinde deneyler yaptık. Bu konularda da tecrübeler yapmaya başladık, bir taraftan da şifa üzerinde çalışmalarımızı sürdürüyorduk.Tam yetişmiş bir şifacı medyom yoktu ama herkesin büyük bir samimiyeti, büyük bir isteği vardı. Üçerli takım halinde üç ayrı odada çalışıyorlardı, hatta dörderli. Demek ki on kişi kadar şifacı ekibimiz vardı. Şifa çalışmalarımız iki, iki buçuk sene, 1962'nin baharına kadar sürdü. Tabii bu arada medyonomik çalışmalar yapılıyor,tebliğler alınıyor, işlerimiz ilerliyordu. Bu arada şifaya çok teveccüh oldu, nefesi kuvvetli hocalar varmış diye nineler, teyzeler vs. gelmeye başladı. Kartoteks tutmak zorunda kaldık, o kadar çok ki, rapor istiyoruz, fotoğraf istiyoruz, bir taraftan da Jale Hanım’ı destekliyoruz. Onlar da İngiltere’deki şifacı Henry Edwards ile ilişkideler, birtakım hastaların kayıtlarını oraya yolluyoruz, yani İngiltere’den uzaktan tedavilere alındılar. Bir ay sonrasına bir buçuk ay sonrasına sıra veriliyor. Olmuyor tabii. Zaten çeşitli çalışmalar vesilesiyle elli altmış kişi bir araya getirilmiş, küçücük dernekte altmış kişiyi bir araya getirmek daha nasip olmamış. Bayağı güçlü çocuklar vardı. 1962'de bir seçim yaptık, Refet Bey başkanlıktan ayrıldı. 1967'de ben başkanlığa geçtim." RUH ve MADDE DERGİSİ Bu dönemde Dernekte teksir şeklinde bülten yayınlanmaya başlanmıştır. Bu bülten çalışması kısa bir süre sonra meyvesini verecek ve 1959 yılının Aralık ayında hepimizin bildiği Ruh ve Madde dergisine dönüşecektir. Dilerseniz Ruh ve Madde dergisinin ilk yayınlanış öyküsünü, Üstat Ergün Arıkdal'ın orijinal anlatımıyla sunalım: "Üstat Bedri Ruhselman derginin ilk sayısını gördü. Çünkü biz 1959'un Aralık ayında çıkarttık.1.2. sayısını gördü hatta Şubat'ı da gördü, O'nun da tecrübesi var tabii, Ruh ve Kainat'tan. İnşallah demiş devam ettirirler. Ben de Çıkarttım ama benimki 18 sayıda bitti olmadı yani bu memlekete bunu kabul ettiremedim yahut memleketin durumu buna müsait değildi, inşallah dedi sizin devam eder demişti. Bu bakımdan Refet Kayserili oğlu’nun hakkı yenmez. O dergiyi büyük bir cesaretle çıkartmak kolay değildir. Çünkü biz daha evvel 1958'in sonunda 1959'da teksir yayını yapıyorduk. Ruh ve Madde teksir yayınları olarak çıkıyordu. Artık 8 sayfa, 10 sayfa ne basabiliyorsak, ne yazabiliyorsak. Daha da kötü bir tane teksir makinemiz vardı. Onu da Bedri Bey hediye etmiş. Onu kendisi kullanırmış, bırakmış. Alın demiş, bunu götürün siz kullanın. 50 tane filan basıyoruz, 20 tanesini kendimiz alıyoruz, 30 tanesini de gelenlere satıyoruz. Bir yere götürdüğümüz filan yok. Teksir yayını yani. Sadece önü düzeltilmiş. İlk yazısını da onun Mehmet Fahri (Öğretici) yazmıştı, kalemle. Çünkü teknik ressam olduğu için. O işlerden iyi anlıyordu. Ruh ve Madde dergisi şeklinde yazmıştı. Sonra o dergiye dönüştü. Dergi şeklinde çıkaralım dedik. Haydi bakalım davranın dedik. Hiç unutmuyorum ben ancak 5 lira verebilmiştim. 5 lira büyük para. O zamanlar 50 kuruş 100 kuruş çok iyi para. 5 lira verebildim. Zaten toplana toplana 30 lira toplanabildi hepsi. 30 lirayla ilk dergiyi, zannediyorum bir 30 lira da kendisi verdi cebinden Refet Bey. Ondan sonra iki sene de öyle yürüdü. Hangi 18 sayı hangi 58 sayı. O zamandan bu zamana başladı, devam etti geliyor.”
MTİA Derneğinin
1960 yılından beri aylık olarak yayınladığı, ruhsal konuları içeren RUH
VE MADDE dergisi, ülkemiz insanına sade, objektif, tarafsız, tutarlı ve
bilimsel bir yaklaşımla ruhsallık, ruhsal dünya, psişik yetenekler,
parapsikoloji, tekrar doğuş, kendini tanıma, medyonomik çalışmalar,
evrende zeki hayat, alternatif tedavi yöntemleri gibi pek çok konuda
bilgi ulaştırmada öncü olmuş, hem ülkemizdeki hem dünya üzerindeki
araştırma ve fenomenlerden haberler vermiştir. İnsanlığı yozlaşmadan kurtaracak, ruhsal bilgiyle bilimi barıştıracak, her kültür düzeyindeki insana hitap edecek yeni yayınlara yeni kitaplara gereksinim ise her geçen gün artıyor. Bildiklerinin artık kendisini tatmin etmediğini anlayan büyük kitleler sordukları sorulara yanıt aramaya devam ediyorlar. Ruh ve Madde Yayınlarının bu sürece olan katkısını daha iyi anlayabilmek için ele aldığı bazı konuları gözden geçirelim:
* Ruh, yaradılış,
tekamül, şuurlanmak gibi her varlığı ilgilendiren konuları öncelikle ele
alır. Ve daha sayamadığımız, insanı kendi kökeninden yakalayıp kendine gösteren yalın, güçlü, hümanistik nice konular... Derginin tüm araştırma, yazı hazırlama, çeviri, dizgi, tashih, mizanpaj ve montaj çalışmaları Dernek ve Vakıf üyeleri tarafından yapılmaktadır. RUH VE MADDE YAYINLARININ İLK KİTABINI YAYINLAMASI Günümüzde yüzü aşkın kitapla ruhsal bilgi, kültür ve eğitim konusunda eserler veren Ruh ve Madde Yayınlarının ilk kitabının yayınlanışının öyküsü, bir hizmet ve vazife kadrosunun tüm zorluklarını gözler önüne seren örneklerle doludur. İlk günlerin ve ilk kuruluşun tüm zorluklarını yaşayanları sevgi, saygı ve rahmetle anarken, anlatımı tekrar Üstat Ergün Arıkdal'ın anılarına bırakıyoruz: “İlk kitabımız da teksir olarak çıktı. O da çok enteresandır. Derneğin kurucularından Suat Plevne ağabeyimiz vardı, gayet kültürlü, esaslı bir insan. Bedri Bey'in çok eski arkadaşı. Taa Ankara'lardan. Sene 1965, '66 veya '67 olmadan, o sıralarda. Suat Bey geldi bize. Bizim bütün uzay hakkında veya dış uzaylı varlıklar hakkındaki bilgimiz, Ruh ve Kainat'taki 'her yer meskundur' bahsi ve orada bir tebliğdeki bilgiyle sınırlıdır. Yani prensip olarak diyoruz ki, dünyanın dışında da canlılar vardır. Ama başka hiçbir ilişkimiz yoktu. Bu kadar idi bilgimiz. Dalmamışız hiçbir şeyin içerisine. Suat Plevne ağabey geldi, bir konferans verdi. İlk defa biz uçan daireler hakkında bilgi edindik. Feleğimiz şaştı. Bu adam boşuna konuşmaz. Ondan sonra biz balıklama bu işin içine daldık. Meğer onda çok güzel kitaplar varmış Fransızca. Onları aldık. Şudur budur. Biz şöyle bir bayağı araştırma yaptık. Çıktı ortaya bayağı bir şeyler var. George Adamski'yi tanıdık en azından. Kim ne yapmış, kim ne etmiş ve bu sırada dergide de bazı şeyler yayınlamaya başladık. O sıralarda Refet Bey Dernekten ayrılmıştı. O, 1964'ten sonra Ruh Dünyası dergisini çıkartmaya başladı, onlar arada sırada yazıyorlardı bunu. Ruh Dünyası ciltlerini iki cilt getirdiler, okuduk, iki günde bitirdim hepsini. Sonra bu sefer dedik ki Suat Ağabey'e, Ağabey dedik, gel bir anlat bakalım şunu bize, bir de senin ağzından dinleyelim. Yani ne demek istiyor bunlar, neyin nesidir? Evet, biz meskun dünyaların çok olduğunu biliyoruz, kabul ediyoruz ama bu nasıl bir şey? Ondan sonra geldi anlattı bize bir güzel. İşte yardım, yardımı çağırıyor. Onun bir arkadaşı var. Bu sıralarda da Erich von Daniken isimli bir Alman yazar -daha Türkiye'de hiç kimse bilmiyor- İsviçre’de Die Weltwoche diye bir dergi çıkıyor. O zat, fevkalade Almanca bilen birisi. Kendisi kimya mühendisi, okulda da daha gençken talebeyken kimya hocaları var Aster. Onun meccanen mütercimliğini yaparmış derste. Hem öğrenci, hem de asistan gibi yardım ediyor. O derecede Almancaya muktedir. Okuyor. İsviçre’de çıkıyor mahalli bir dergi Weltwoche. Bunu Suat Beye söylüyor. Diyor ki: Yahu Suat, bak sen böyle şeylerle meşgulsün, şimdi adamın biri çıktı. Dünyada kalıntılardan bahsediyor, bilmem nelerden bahsediyor. Bunu görünce Suat Beyin kulakları dikiliyor. Yahu diyor, şunu getirsene bir bakalım seninle bu konuya. Ertesi hafta okuyorlar, çok güzel. Bunu açtı bana böyle böyle. Dedi ne yapalım? Dedim, vallahi biz yararlanmak isteriz bundan ama bizde Almanca bilen yok. Dedi ben ona söylerim. O dedi okurken yazar Türkçesini. Hay Allah razı olsun. Eski Türkçe. Adam yani Almancayı okuyor, yazıyor böyle. Çevirmek diye bir şey yok adamda. Ve İlahlar Kozmonotlar mıydı? diye bizde ilk teksir yayını çıktı. 90 küsur sayfa. Bizim de yaşlı bir hanım arkadaşımız vardı, Sadiye (Korates) Hanım. Eski Türkçe biliyordu o, eski edebiyatçılardan, yani Türkoloji okumuş, oradan eski Türkçe geliyordu. Sadiye Hanım hemen onu yeni Türkçe ye çeviriyor, bir taraftan da biz daktilo ediyoruz bunları. Ve İlahlar Kozmonotlar mıydı? ismiyle. Böyle bir sorular sorarak başlıyor. "İlahlar Kozmonotlar mıydı?" diye giriyor. Biz bunu kitap başlığı yaptık. Hemen akabinde teksir olarak yayınladık. Ondan evvel başka teksir yayınlar da vardı, medyomluk falan işte onları yapmıştık. Von Daniken'i biz biliyoruz, başka kimse bilmiyor yeryüzünde. Ve nasıl satıldı o, nasıl kapış kapış gitti, biz onu iki üç defa bastık ondan sonra, teksir olarak. Ve sonradan işte Von Daniken'in kitapları çıkmaya başladı. Ve hala herkes bizim o tercümeyi arıyor. Yani diyorlar, o tercüme bambaşkaydı. Niçin siz bunu bir defa daha basmadınız. Eee dedik yahu adamlar patentini almışlar. Sonra ben Abdi İpekçi ile görüşmeye gittim. Bu konularla alakalı bir şeyler değildi, parapsikoloji ile ilgili bir röportaj yaptı benimle. Ve orada da söyledim. Dedim Abdi Bey biz sizden evvel bastık.Çünkü Milliyet'te çıktı o ilk önce. Tanrıların Arabaları diye ilk defa Milliyet'ten çıkmıştır o.” MTİA DERNEĞİNİN ÇALIŞMALARI VE BİLGİ YAYMA FAALİYETLERİ GENİŞLİYOR Üstat Ergün Arıkdal başkanlığında, Türk Ruhçuluğunda birçok ilk'e başlangıç yapan MTİA Derneği, tüm çalışma ekibiyle birlikte Dr. Bedri Ruhselman'dan aldığı emaneti, gelecek kuşaklara aktarmak için faaliyetlerini genişletti. Yayınlarını, dış konferanslarını arttırdı, paneller düzenledi. Ülkemizin ilk Türkçe Evrende Zeki Hayat dergisini ve Spirit and Matter adlı İngilizce bülteni çıkarttı ve Türk Ruhçuluğu pek çok şehirde kardeş derneklere yayıldı. Tabi ki MTİA Derneği bu hızlı tempodaki çalışmaların da şevkini ve ışığını vazifeyi devralan bir başka öğretmenden esinlenerek yapıyordu. Derneğin, derginin, Vakfın ve yayınların son kırk yılındaki her an, Üstat Arıkdal'ın hayatının son kırk yılıyla bir bü-tünlük teşkil eder. Bu nedenle kendisinin kısa geçmişini hatırlamakta fayda görüyoruz: ÜSTAT ERGÜN ARIKDAL'IN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ Ergün Arıkdal 21 Kasım 1936'da Geyve'de doğdu. Annesinin adı Hafize, babasının adı Mehmet Nuri'dir. Üç erkek kardeşin en küçüğüdür. Annesi ev kadınıydı, babası ise devlet demiryollarında demiryolu hat müdürü olarak çalışıyordu. Babası devlet memuru olduğundan çocukluğu ve gençliği yurdun farklı illerinde geçmiştir. Babası, Ergün Arıkdal'a hayatının bu kısımlarında çok sıkıntılar çektiğini söylemiş. Bu sıralarda babasının başından bazı ilginç metapsişik olaylar da geçmiş olmasından dolayı, spiritüalizm konusuna olumlu olarak bakmıştır. İlk öğrenimini Sivas ve Samsun illerinde, ortaokulu Konya'nın Ereğli ilçesinde tamamlamış ve liseye Mersin'de başlamış, ardından İstanbul Erkek Lisesinde bitirmiştir. 12 yaşında babasını kaybetmiş, 16 yaşından itibaren yatılı okullarda okumuş, tatillerde ise annesinin Konya'nın Ereğli ilçesindeki evlerinde oturmuşlardır. Daha 15 yaşlarında iken felsefi konular ilgisini çekmiş, o zamanların imkanları dahilinde başta Varlık Yayınları olmak üzere okul kitaplıkları ve zamanın Milli Eğitim Bakanlığı'nın çıkardığı Fikir Eserleri serilerini hiç aralıksız takip etmiştir. 1940'lı yıllarda artık günümüzde tekrar güncelleştirilip yayınlanmakta olan Bütün Dünya adlı bir dergi yayınlanmaktadır. Bu derginin içinde ipnoz, altıncı duyu, telepati, ruhlarla irtibat gibi konularla ilgili makaleler de yer almaktadır. Bu makalelerin içeriğinden çok etkilenmiş, zamanla içini metapsişik konularında araştırma yapmak, bilgilenmek ateşi kaplamıştır. 1950 yılında ortaokulda okurken bir gün ağabeyinin İstanbul’dan gelirken yanında getirdiği dergiler arasında, o zamanlar Üstat Bedri Ruhselman'ın yayınladığı Ruh ve Kainat dergisi ile tanışmıştır. O andan itibaren dergiye bağlanmış, fakat liseyi okumak üzere İstanbul’a gidene kadar diğer sayıları senelerce bulamamıştır. İlk metapsişik bilgilerinin temellerini buradan almaya başlamıştır. Bu esnada liseyi İstanbul’da okumak fırsatı kendisine başka kapılar açmıştır. Bir yandan metapsişik konuları takip ederken, bir yandan da felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile ilgilenmeye devam etmiştir. İstanbul Erkek Lisesinde zamanın çok kıymetli öğretmenlerinden ders almış ve bu durum kendisini, entelektüel gelişimi bakımından müspet yönde etkilemiştir. Lisedeki felsefe öğretmeni kendisindeki özel yeteneği fark etmiş ve ders dışında da felsefi konular üzerinde sohbetlerde bulunmuştur. Spiritüel konuları kaynağından takip etmek niyetiyle liseden itibaren kendi çabasıyla Fransızca öğrenmeye çalışmış ve bunda başarılı olmuş, dilimize sayısız eser ve makale kazandırmıştır. İstanbul’da okurken aynı zamanda Metapsişik Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneğine devam etmeye başlamış ve bu faaliyet, hayatının sonuna kadar sürmüştür. 1957 ile 1961 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğrenim görmüştür.
3 Ocak 1958
tarihinde Metapsişik Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneğine üye
kaydedildikten sonra, Ruh ve Madde dergisinde makaleleri ve
Fransızca’dan çevirileri yayınlanmaya başlamıştır. İlk kitabı olan
İpnotizma, Manyetizma ve Telkin adındaki eserini 1963 yılında daha 27
yaşındayken kaleme almıştır. 1959-1974 yılları arasında 15 yıl süreyle
Sadıklar Planı Tebliğleri'nin bizzat medyomluğunu sürdürmüştür.
Vazife hayatını
daima meslek hayatından önde tutmuş, hayatının tüm akışını ruhsal
çalışmalarına göre ayarlamıştır. Meslek hayatında finans ve otomotiv
sektörlerinde çalışmış, son olarak 1986 yılında otomotiv yedek parçaları
satış müdürlüğü görevindeyken emekli olmuş, bundan önce de olduğu gibi
daha da artan bir tempoyla zamanını Ruhsal Bilgilerin yayılmasına
ayırmıştır. Türkiye'de vazifeyi Üstat Dr.' Bedri Ruhselman'ın bıraktığı
yerden devralmış, daima yeniyi ve ileriyi hedef alarak sürdürmüştür.
Hayatını tam bir ruhçu, büyük bir vazife insanı olarak yaşamış, örnek
olmuş, birçok "ilk"e imza atmış, birçok talebe yetiştirmiş, büyük bir
disiplin içerisinde bilimsel araştırmalarını sürdürmüş, daima Türkiye'yi
gelecekteki fonksiyonuna hazırlamaya gayret etmiştir. Herkes için son derece müşfik bir baba, evlatlarının içindeki cevherleri bularak kendilerini en iyi şeklide yönlendiren bir öğretmen, çok güçlü bir medyom ve telepat, ileri derecede sahip olduğu sezgi, telkin ve tedavi yeteneği ile sayısız insanın hayatındaki karanlıkları aydınlatan bir şifacı olmuştur. Ömrü boyunca Kutsal Vazifesi doğrultusundaki her şeyi gerçekleştirmiş, zaman zaman hayatında meydana gelen tüm çalkantı ve ihanetlere rağmen yolundan bir an bile sapmamıştır. Hayatının son gününe kadar çalışmış, radyo sohbetleri, konferansları, seminerleri, Vakıf içi özel çalışmalarına devam etmiştir. Vazife ilkelerini ortaya koymuş ve bunları yaşayarak herkese örnek olmuştur. Kutsal Vazifesinin son aşaması olarak 6 Ocak 1997 tarihinde bedenini terk eden Üstat Ergün ARIKDAL, ardında vazifenin sürdürülmesi için gereken tüm ilke ve uygulamaları bırakmıştır. DİĞER YAYIN FAALİYETLERİ
Ruh ve Madde
dergisinin kesintisiz yayınlanmasına ve içeriğinin bilgi dolu olmasına
çok önem verir, Ruh ve Madde dergisini halkla iletişim aracı olarak
kabul ederdi. 1950'li yılların sonlarında MTİA Derneğine üye
kaydedildikten sonra, tüm yaşamı boyunca Ruh ve Madde dergisine yazılar
yazmayı bir bilgi aktarımı ve insanlık vazifesi kabul eden Ergün Arıkdal,
her ay "Realite" köşesinde yayınlanan yazılarında bilgisindeki ve
anlayışındaki gelişmeleri tüm okuyucularıyla paylaşırdı.
Ruhsal hakikatler,
Varlıksal ilkelerle ilgili temel bilgileri içeren kitapçıkları
Türkçe,İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca,Portekizce, Bulgarca,
Sırpça, Rusça broşürler halinde bastırarak, Anadolu'da yanmakta olan
Bilgi Işığının yansımalarını yurt içine olduğu gibi diğer ülkelere de
yaymayı fonksiyonunun bir parçası kabul etmiştir. Ruh ve Madde Yayınları kuruluşundan günümüze kadar 208 adet yerli/yabancı kitapları Türk okuyucusu ile buluşturmuş, yurdumuzdaki eksik olan boşluğu yayın yolu ile doldurulmaya çalışmıştır. Metapsişik yelpazedeki çeşitli konular titizlikle seçilerek, çok değerli yapıtlarla okurlarımızın fikir dünyası zenginleştirilmiştir. Üstat Ergün Arıkdal, ruhsal konulardaki kitap yayınlarının çoğalmasına, İstanbul ve dışındaki belli başlı kentlerde de okuyucunun bu eserleri bulabilmesine ön ayak olmuştur. Kitaplar aracılığıyla insanımıza ulaşacak olan bilgiye ve okuyucuya büyük bir saygı duyardı. Yaşamı boyunca tüm insanlık adına İnsanüstü çalışmalar, Ruhçuluk Ekolü adına olağanüstü hizmetler veren Ergün Arıkdal bir ilke ve vazife insanıydı. İlke kapsamında uyguladığı kutsal vazifesini yaşadığı son dakikaya kadar büyük bir onurla taşıyan ve uygulayan Ergün Arıkdal dünya okulunun ilkelerini ve temel bilgilerini dünya bedeni ve idraki içinde bilen, anlayan bir varlıktı. Davranışları, kişiliği ve günlük yaşamıyla tüm üstatlar gibi enerjiyi yerli yerinde kullanır, her zaman herkesle paylaşmaya çalıştığı bilgi, umut, sevgi ve hoşgörüyü hiç ayırmadan onu tanıyan tanımayan her varlığın hizmetine sunardı.
Bilgiyi yayma ve
genişletme çalışmalarına çok önem veren Üstat Ergün Arıkdal, bu amacına
yönelik olarak, hayatının en büyük isteklerinden birini gerçekleştirdi.
Hayatı boyunca bir radyo kanalından dinleyicileriyle sohbet etmek,
bilgiyi daha geniş kitlelere taşımak onun hedeflerinden biri olmuştu.
Hayat planı onun bu soylu isteğinin de gerçekleşmesine izin verdi.
Türkiye'de ilk kez yerel radyolar kurulduğu sıralarda, Ergün Arıkdal hiç
zaman yitirmeden bu konu ile ilgili çalışmalara başladı. Bilgi ve Vazifeye adanmış hayatının son yıllarında, kendini çok zorlayan sağlığının ortaya çıkardığı bütün elverişsiz şartlara rağmen, tüm bilgi iletişim ağlarını kurmaya ve halkıyla bütünleşmeye devam etti,1995-1996 yıllarında HBB TV'de "A'dan Z'ye" programının, "Merak Ettikleriniz" köşesinde 10 ay süre ile her salı günü tüm Türkiye'ye periyodik olarak seslendi ve seyircilerinin sorularını yanıtladı. Ayrıca Anadolu'dan gelen TV yapımlarına ve sorularına cevap verdi, özel TV paket programları yaptı. Hatta vefatından tam bir hafta önce Adana'da bir yerel TV'den gelen istek üzerine Kehanetler ve Ölüme Yakın Deneyimler adı ile iki program hazırladı. Çağdaş iletişim araçlarının önemine çok inanan ve tüm arkadaşlarının her an yeniye ve yeni bilgilere açık olmasını isteyen, taassuptan, putlaştırmadan ve dar kafalılıktan hiç hoşlanmayan Üstat Ergün Arıkdal, Ruhçuluğun temiz ve saf bilgiyi alan ve bilgiyle amel etmek isteyenlerin ihtiyacını karşılayacak bir gelişim yolu olduğunu, ülkemizin bu tekamül yolunun odağı olduğunu, ama henüz şuurlar pek bulanık olduğu için bunun farkına varılamadığını, ülke çapında liyakatimizi ortaya çıkarma sınavlarıyla karşı karşıya olduğumuzu biliyordu. Üstat Ergün Arıkdal, üstün vazife anlayışıyla ayrım gözetmeden tüm insanlığa adadığı bilgi aktarma işlevinin daha da geniş olanaklarla yapılabilmesi için 1994 yılında MTİA derneğinin geleceğe ait büyük vazifesinin zemini olarak uluslararası bir organizasyon olan "İnsanlığı Birleştiren Bilgiyi Yayma Vakfı"nın (BILYAY) kurulmasına öncülük etmiştir.. TÜRKİYE’DE RUHÇULUK YAYILIYOR Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın ve Üstat Ergün Arıkdal'ın ilkeleri ışığında kurulmuş hizmet ve vazife halkaları her gün büyüyerek ektikleri binlerce tohum yeşermeye devam etmektedir. Bu büyüme süreci içerisinde İstanbul dışında da ruhsal konuları aynı ekol disiplini içerisinde işleyen, araştıran ve yayma vazifesini yerine getiren kardeş dernekler kurulmuştur. Dernek ve Vakıf'la tamamen paralel bir tarzda çalışmalarını sürdüren kardeş derneklerimizin isimleri ve kuruluş yılları şöyledir:
-Ankara Ruhsal
Araştırmalar Derneği-1990
Tüm dünya
üzerindeki bilimsel bir disiplin altında deneysel araştırmalar yapan ruh
bilimi ya da ruhçuluk; bilimle, ruhsal öğretiler arasında köprü
oluşturduğu için evrenseldir. Bilim dünyasındaki bazı öncüler artık
şuurun, yaşamın ve aslında her şeyin evrenin içinde bir arada topluca
bulunduğu fikrini benimsemeye başlamışlardır. Ve Yeni Çağ anlayışının
kapısını cesaretle aralayan bu araştırıcılar, "evrenin her bir parçası
tümünü içermektedir" diyerek, madde ve madde dışının birbirlerinden
bağımsız olarak var olamadıklarını, her ikisinin de daha yüce bir
düzeninin parçaları olduğunu gitgide daha çok fark etmektedirler.
Yarının dünyasını
kendi emeğimizle biz inşa ediyoruz. Her şey Birliğe ve Tekliğe doğru
gidiyor. Kendimizi mümkün olduğunca diğer insanlardan ve bütünden
ayrıymış gibi düşünmemek bizi de "Yeni çağın Altın ışıklı Dokumasına"
katacak ve bir ilmiğini de biz atmış olacağız. Her yaşam, okyanus
içindeki bir damla su gibidir. ister okyanustan ayrı ister okyanusta
olan bir damla olsun yine de sudur ve bütünün bir parçasıdır. BU METİN RUH VE MADDE DERGİSİNİN 50. YIL ÖZEL SAYISINDAN KISALTILARAK ALINMIŞ, TÜRK RUHÇULUĞUNUN TARİHİNİ ÖĞRENMEK İSTEYENLERİN HİZMETİNE SUNULMUŞTUR. Türkiye'de Parapsikoloji
Ülkemiz kendi adına bir konuda daha
bir ilke imza attı. İlk kez yapılan 1.Uluslararası Parapsikoloji Konferansı,
Türk bilim adamlarını ve Üniversitelerini en kısa zamanda bizim ülkemizde de
kurulması gereken bilimsel bir Enstitüye
çağırıyor sanki…
Ülkemizde Parapsikoloji gibi insanı
direkt ilgilendiren bir konu, şarlatanların elinde para tuzağı
olarak kullanılıp, insanları vicdanları ve cüzdanlarıyla oynanıyor.
Bu gidişe bir dur demek zamanı çoktan geldi de
geçiyor! Etmez olur mu? İnanın ki, inanılmaz bir psişik insan potansiyeline sahip olan Anadolu, şu anda bizi ziyaret etmekte olan bilim adamlarına bile küçük dillerini yutturacak deneyimlerle dolu. Hem alt kültürü hem de insanının Ege-Akdeniz kültür ve genlerinden gelen her an her şeye açık, uyanık, akışkan, sempatik insanlarının bu konuda da dünyaya mesajı var… Yeter ki, bu potansiyelin ortaya çıkması için gerekli zemini hazırlayalım…
Böyle bir potansiyeli harekete
geçirecek maddi ve manevi güçle donatılmış insanların, ilk
başlangıçlar için kıpırdanma zamanı… Böylesine canlı bir sivil toplum hareketi de elbetteki Üniversite ve Resmi Kuruluşları tetikler ve onlarda katılırlar. AB’ye girmek için yapılacak reformlardan bir tanesi belki de direkt insanı ilgilendirdiği için en önemlisi budur…İlk hareketi vermeye cesaret edelim!... Bakın görün ardından çorap söküğü gibi neler geliyor neler!... Bilinç ve zihin açısından çağın gerisinde bir Türkiye imajı pek olumlu değil… Parapsikoloji Konferansı Ülkemizde ilk defa14-15 Mayıs 2005 tarihleri arasında uluslararası nitelikli bir parapsikoloji konferansı yapıldı. Katılımcıların hepsinin bilim adamı niteliğini taşıması oldukça dikkat çekiciydi. Gerçeği arayan bir avuç insanı cesaretlerinden ötürü kutlamak gerek. İnsanlığa mal olabilecek yeni bir bakış açısını ülkemizin insanlarıyla da paylaşmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadılar ve bilgiyi, her türlü şarlatanlığın önüne geçmek için bilimsel verilerle sundular. “Başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek bile, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz” Montaigne
Evrensel bir vizyonda ruhsallıkla bilim arasında mutlaka
bir köprü kurulması gerektiği düşüncesi önemli yer tutuyor. Çağımız
bilim çağı,
“akıl-bilgi-sezgi-uygulama”
bu çağın insanının veri tabanı.
Sadece inanç özellikle yeni çağın gençleri için pek yeterli değil.
Neden? Niçin?
Nasıl?
gibi temel sorulara yanıt arıyorlar. Araştırmacı ruhlu insanlar için eşsiz bir fırsattı bu. Üstelik konuşmacılara şarlatan demek de mümkün değildi. Hepsi dünya çapında kabul görmüş üniversitelerin bilim adamları!… Ama ne yazık ki, Parapsikolojiyi şarlatanlık olarak ele alan zihniyetlerde pek bir değişme olmamış anlaşılan… Ne diyelim zamana ihtiyacımız var demek ki!
Belki de bu ülkede yaşayan, ciddi,
yeniliklere açık, araştırmacı ruhlu birkaç bilim adamını da katmak
daha iyi olabilirdi açılım için, diye de düşündük doğrusu
konferansları izlerken! Bizim ülkemizde bu konularla hiçbir bilim
adamı ilgilenmiyor, bunlar bir gazete başlığının da dediği gibi
“bu
dünyadan olmayan konular”
gibi bir anlayış hiç
de doğru değil!. Aksine bu konular tamamen bu dünyada
yaşayan bizleri; yaşam kalitemizi,
düşünce ve eylem gücümüzü arttırmak için çok ama çok yakından
ilgilendiriyor… Üstelik halkımızın ve özellikle gençlerin bu konularla çok yakından ilgilendiği de biliniyor. Çeşitli kitapçıların standlarında en çok satan kitaplar arasında, parapsikoloji, metafizik, ezoterizm, UFO ve diğer gizemli konular liste başında geliyor. Araştırmacı ruhu çok gelişmiş yeni bir kuşakla karşı karşıyayız. İnanıyoruz ki, “Yeni Kuşak”, sorumluluğun bilincinde ve en kısa zamanda, yeninin yanında olacak, “Yeni Bir Dünya” için kolları sıvayacak, yeniyle yürüyecek!.. Alıntı: http://www.astroset.com/yasam/psi.htm Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru |