Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

10 -KUANTUM ve DÜŞÜNCE

GELECEĞİ ŞEKİLLENDİREBİLİR MİYİZ?

Madde Şuurdan Bağımsız Olamaz
  "Madde şuurdan bağımsız olamaz" diyen bilim adamları madde üzerinde şuur enerjisini kullanan tüm insanlara son derece önemli sorumluluklar yüklemektedirler.
  Şuurun fiziki evrende üstlendiği rolü böylesine yalın bir şekilde ortaya koyan bilim hepimize yepyeni pencereler açmaktadır. Artık bu çerçevede kendimizi sorgulamalı ve bu bilgi ışığında zihinlerimizi esnetmeliyiz. Eğer evrenimizde de bu ilkeler geçerliyse ki öyle olduğu birçok bilim adamı tarafından kabul ediliyor o halde bugünü de geleceği de şekillendiren hepimiz değil miyiz? Buradan hareketle bizim klasik manada anladığımız, her şeyin önceden birebir saptandığı, kesinleşmiş bir kader veya gelecek yoktur diyebiliriz.

  Gelecek henüz şekillenmemiştir. Onun şekillenmesinde hepimize pay düşmektedir. Göstereceğimiz çabalar, gelecekte yaşayacağımız olasılıkları oluşturmaktadır.
  Buna göre her birimiz; düşüncelerimizle, beklentilerimizle, dünyanın geleceğine ve bugününe ait tahayyüllerimizle, hem kendi geleceğimizi şekillendiriyoruz hem de evrenin şekillenmesine bir nebze de olsa katkıda bulunuyoruz.  Şuurlu ya da şuursuz olarak oluşturduğumuz her düşünce formu bizim katılımımızın olumlu mu olumsuz mu olduğunu belirlemektedir ki bu, işleyişi kavrayan kişi için çok büyük sorumluluklar doğurmaktadır. Bilelim ya da bilmeyelim bu sorumluluk hepimiz için geçerlidir.
  Bugün bilimin ispatladığı kimi gerçekler mistikler tarafından hep bilinmiş ve hep söylenmiştir. Buda, "insan varoluşun büyük dramı karşısında hem aktör hem de seyircidir. Biz ne düşünüyorsak oyuz. Düşüncelerimizle yarattığımız her şeyiz. Düşüncelerimizle dünyayı oluşturuyoruz" derken şuurun madde üzerindeki etkisini, düşünce gücünün önemini, kaderlerimizin oluşumuna olan katılımcılığımızı anlatmıştır.

Düşünce Gücü ve Kuantum
  Tibet'in Tantrik mistikleri de düşüncelerin hammaddesine
‘tsai’ adını verir. Her zihinsel eylemin, bu gizemli enerjinin dalgalarını üretmekte olduğunu ileri sürer. Yogilerin şuurlu olarak bu yeteneklerini geliştirdikleri ve imgeleme çalışmaları yaptıkları bilinir.
  İran Sufileri düşüncenin süptil yapısına
‘alam almithal’ derler ve düşünce gücü ve imgelemeyle kişilerin kaderlerini değiştirebileceklerini anlatırlar. Bu bilgi bize, kesin çizgilerle belirlenmiş bir alın yazısı olmadığını, yaptığımız her eylem, ürettiğimiz her düşünce nedeniyle işleyen sebep-sonuç yani deterministik yasaların geçerli olduğunu ve kaotik işleyiş nedeniyle her an her şeyin, bizim tahayyül edemeyebileceğimiz olasılıkların cereyan etmesine neden olduğunu göstermektedir. Hem bireysel olarak hem de dünya insanlığının tümünün kaderinin şekillenmesinde katılımcı olduğumuzu işaret etmektedir. Hayatlarımızın akışını her birimiz ve karşılıklı etkileşimlerimiz belirlemekte, yönlendirmekte, yönünü tayin etmektedir.
  Hepimiz, tüm dünya insanları aslında bütünsel bir gelişmeye tabiyiz. Yarattığımız her sebep sonuç birey olarak bizi etkilediği gibi dünyamızı da etkilemektedir. Çünkü gerek atom altına, gerekse dünya okulunun işleyişinde, bilimin de kabul ettiği gibi, kaotik bir işleyiş vardır. Bu kaotik işleyişe pozitif olarak ne şekilde katkıda bulunuyoruz?>
  Daha açıkçası,
“kaos” kelimesinden ne anlıyoruz.  Anlam duruşumuzu da belirleyecek olan tek unsurdur. Kaos “kargaşa” olarak anlaşılıyor ama bu yanlış anlayış eksik bilgilenmeden kaynaklanıyor. Kaos düzenin öteki yüzü, zıtların birliği prensibinin, Yin-Yang felsefesinin, hatta Tao’nun da özündeki ikiliğin birlikte bütünleşmesidir. Dinamik sistemlerin işleyiş biçimi olduğu idrak edildiğinde, Kaos’u engellemek, her şeyi düzene dönüştürmek gibi bir  ikilemin aslında olmadığı daha net anlaşılıyor. Kaos ardından da düzen vardır. Kaos’un ve kendi kendisini oluşturan Düzen’in; canlı sistemlerin birbirlerini tamamlayan iki unsuru olduğu bilgisine
“gözlemcinin kaotik işleyişe pozitif katılımı demek de mümkündür.”

Gizli Düzen
 
Bir an önce bunu sorgulamak gerekmez mi ? Şikayet ettiğimiz her şeyin sorumlusunu dışarıda aramaktan vazgeçip ne zaman bu sorumluluklardaki payımızı pozitife çevirmeye başlarsak, işte o zaman tümel gelişmeye şuurlu katılımcılığımızı hayata geçirmiş olacağız ve kaosun içindeki gizli düzenin oluşmasına katkıda bulunacağız.
  "Bugün kendin için ne yaptın? yerine, bugün Dünya için, insanlar için ne yaptın sorusuna vicdan rahatlığıyla cevap verebildiğimiz gün, çok şeyin değişmiş olduğunu göreceğiz"
ifadesi, ütopya olmaktan çıkacaktır.
Atom fizikçileri şöyle diyorlar:
"Doğal dünyada olaylar ve fenomenler bölümler halinde tek tek ve sırasıyla değil, hepsi aynı anda ve bir bütünsellik içinde gerçekleşmektedir. Biz gerçeğin yalnızca yaklaşık bir yansımasını ortaya koyabiliriz; bundan dolayı da elde ettiğimiz bütün akılcı bilgiler kaçınılmaz bir biçimde sınırlı kalmaya, yani geniş kapsamlı olmamaya mahkumdur."
 
Spiritüel öğretilere göre de nesnelerin hepsi akışkan ve değişken bir karaktere sahiptir. Gerek doğu öğretilerinin gerekse ruhsallığın öne sürdüğü dünya görüşü, sonsuza dek işleyen ve içsel dinamizm taşıyan özellikler gösterir; aynı zamanda da
"zaman" ile "değişim"i iki temel nitelik olarak kabul eder. Bu açıdan kozmos, tek ve bölünemez bir gerçeklik olarak algılanmaktadır.
  Kozmos, hareketli, canlı ve organik ve ruhsal ve maddesel olarak görülmektedir. Ruh varlıkları şuur enerjileriyle bir tümel şuur oluşturmakta ve hem kendisinin hem de maddenin tekamül etmesi için tekrar doğuş yasasına uyarak kozmostaki dinamik dengeyi oluşturmakta, çeşitli vazifeleri yerine getirmektedir.

Kuantum Fiziği ve Esneme Şansı
  Atom fiziği hepimize inana geldiğimiz birçok kavramın rölatif olduğunu gösterip başka gerçekliklerin de olabileceği hakkında esneme şansı tanıyor. Dogmatik olmamak gerektiğini vurguluyor.
  Atom fiziği bize, boş uzay kavramının geçersiz olduğunu, bizim cansız dediğimiz demirin bile canlı olduğunu ve çevresiyle etkileşim halinde olduğunu, sürekli bir titreşime sahip olduğunu gösteriyor.
  İşte bu anlayış, spiritüel yolların da dünyayı ve evreni algılama biçimidir. Ruhsal öğretilere göre de doğa, durağan değil, dinamik bir dengeye sahiptir. Her şey sürekli tekamül etmekte yani evrimleşmektedir. Varlıkların asli hedefi, uyum sağlayarak enkarne olabildiği maddi kürelerde hem maddeyi hem de kendini geliştirmek ve bu kaotik işleyişte evrendeki dinamizme katılmak, değişim ve başkalaşım da rol almaktır. Çünkü Evren birbirinden ayrışamayan bir ağ gibidir. Yani kozmik ağ, hayat doludur, hareket eder, büyür ve sürekli olarak değişir. Bu yaklaşım modern fizik ile benzerlik gösterir.
  Ancak tüm bunları kabul etmek için, fizikçilerin de dediği gibi akılcı bilginin sınırlılığını kabul etmek gerekir. Oysa çoğumuz için akılcı bilginin sınırlılığını ve izafi oluşunu kabul etmek imkansız gibidir. Çünkü hepimiz için beyinlerimizin yaratmış olduğu
"gerçeğin sureti", "gerçeğin kendisinden" daha kolay anlaşılmaktadır. Sahip olduğumuz tasarım ve kavramlarımızı gerçekliğin ta kendisi olarak kabul etmekte ve sadece kavramlara yüklediğimiz anlamlardan oluşan bir dünyada yaşamaktayız.

GÖZLEMCİ GÖZLENENİ, DÜŞÜNÜR DÜŞÜNCEYİ BAŞKALAŞTIRIYOR

Şimdi kuantum işlemleriyle kendi içsel deneyimlerimiz ve düşünce yöntemlerimiz arasındaki yakın benzerliğin yalnızca bir tesadüf olup olmadığını sorabiliriz... Düşünce süreçleriyle kuantum süreçleri arasındaki dikkat çekici benzerlik, bu ikisini birbirine bağlayan bir hipotezin verimli olacağını düşündürtebilir. Eğer böyle bir hipotez doğrulanabilirse, bu bizim düşünmemizin birçok önemli özelliğini doğal bir şekilde açıklayabilir. Yaklaşık kırk yıl önce ilk defa David Bohm, düşünce yöntemlerimizin davranış biçimiyle kuantum işlemleri arasındaki çarpıcı benzerlikleri ortaya çıkarmıştır.

  David Bohm düşünce ile kuantum işlemleri arasındaki benzerliği inceliyor
  Örneğin, muğlak düşünce zinciriyle eğlenme eylemini hiç deneylememiş birisi bu yoğunlaşma eylemini daha netleştirebilmek için orijinal sekansı ya da 'aromayı' değiştirebilir. Tıpkı Heisenberg'in Belirsizlik ilkesi tarafından yönetilen elektronların bir kere bakıldıklarında (ölçüldüklerinde) bir daha asla eskisi gibi olmamaları gibi, dikkat sayesinde öne çıkarılan düşünce de onu ortaya çıkaran belli belirsiz ilhamdan farklıdır. Bir noktaya yoğunlaşmış düşünce, tıpkı çift yönlü doğaya sahip olan elektronun parçacık yönünün olması gibi bir 'pozisyona' sahiptir diyebiliriz, fakat öte yandan belirsiz ilhamın, tıpkı dalganınki gibi "momentumu" vardır. Asla ikisini birden eşzamanlı olarak deneyimleyemeyiz (ölçümleyemeyiz).
 
Bu yüzden, kuantum sistemleri tıpkı düşünce süreçlerimiz gibi temelde birleşiktir. Bohm'un dediği gibi "Düşünce süreçleriyle kuantum sistemleri birbirine. benzerdir. Bu yüzden onlar ayrı elementler gibi analiz edilemezler, çünkü her elementin 'içkin' doğası yaratılış olarak birbirlerinden ayrı olmadığı gibi diğer elementlerden de bağımsız değildir, bunun yerine diğer elementlerle kısmi bir ilişki içindedir.
  Bizim sonsuz ve akıcı düşünce süreçlerimizi yapılandırmaya ve netleştirmeye yardımcı olan mantıkla günlük yaşamın ayrı nesnelerini ve kuantum seviyesindeki işlemleri kapsayan ya da sınırlarını oluşturan ilişkileri tanımlanabilir kılan klasik fizik kuralları arasında bir paralellik vardır. Bu klasik sınırlama olmaksızın düşüncelerimizi açık ve net bir şekilde ifade etmemize ve onları dış dünyaya göre kontrol etmemize olanak yoktur."

Bizlerle elektronlar arasındaki bağ
  Bu yüzden Bohm'a göre, "eğer kuantum kuramı bugünkü klasik sınırına sahip olmasaydı, yaşam bildiğimiz gibi olamayacaktı; onun sonuçlarını mantıksal bir terminolojiyle açıklayamadığımız sürece de bildiğimiz düşüncenin varlığı mümkün olmayacaktı."
  Düşünce süreçleriyle kuantum işlemleri arasında, bizlerle elektronlar arasında bir bağ olduğudur ve bu ikisinin arasındaki birçok benzetme insanı diken üstünde tutan ve önermesel türden benzetmelerdir. Benzetme her zaman hem felsefenin hem de bilimsel düşüncenin gelişmesinde rol oynayan güçlü bir alet olmuştur. Ve sadece bunun gücü düşünülürse kuantum işlemleriyle günlük yaşam olayları arasındaki ilişkiyi tanımlamak için güçlü bir neden vardır.
Amacımız, bilincin kuantum mekaniği yasalarına göre çalıştığını gösteren bir model kurmaktır. Burada akla uygun bir ilke ortaya atarsak, daha sonra kişinin dinamiğiyle elektronlarınki arasındaki yakın bağdan dolayı bazı felsefi ve psikolojik sonuçları çıkarmamız olası olacaktır. Bohm, düşünce süreçleriyle kuantum olayları arasındaki benzerlikleri ilk tanımladığında, ondan daha ileriye gitmek olanaksızdı. O zamanlar ne nörobiyoloji ne de kuantum fiziği, birbirlerinin herhangi bir yönünü kendi diliyle açıklayacak kadar gelişmiş değildi.
  En önemlisi, zaman ve uzamla birbirinden ayrılmış parçacıklar arasındaki yeri tespit edilemeyen karşılıklı ilişki etkileşimlerinin kanıtından kaynaklanan düşünce patlaması ve şaşkınlık henüz ortada yoktu. Bunların yokluğunda ve daha geniş, düzenli yapılar olan lazerlerde ve üstün iletkenlerde (aşırı soğukken elektrik akımını dirençsiz olarak geçirebilen maddelerde) bulunan daha da güçlü bağlayıcı etkiler olmaksızın, şuurun fiziksel olarak anlaşılması olanaksızdır. Kuantum mekaniksel yaklaşım ancak bunlarla çekicilik kazanır.

Roger Penrose’ye göre yerel olmayan kuantum korelasyonları
 
Oxford üniversitesinden Roger Penrose diyor ki: "Kuantum fiziği içinde birçok hileli ve gizemli türden davranış biçimi barındırır. Bunlar içinde en azından uzak mesafeler arasında oluşabilen (Yerel olmayan) kuantum korelasyonları var." Öyle görünüyor ki, bu gibi şeylerin şuurlu düşünce biçimlerinde de bir rol oynaması çok belirgin bir olasılıktır. Sanırım, kuantum korelasyonlarının beynin farklı geniş bölgeleri arasında etkin bir rolü olduğunu söylemek gerçekten çok da uzaklaşmak olmaz. Beyinde "farkındalık durumuyla" yüksek düzeyde uyumlu kuantum durumu arasında herhangi bir ilişki olabilir mi? Şuurun bir özelliği gibi görünen "teklik" ya da "globallik" bununla bir bağlantı içinde midir? Bir anlamda bunun böyle olduğuna inanmak insana çok çekici geliyor."

KUANTUM ve İLETİŞİM

Kuantum farkındalık

  David Bohm düşünce süreçleriyle kuantum olayları arasında ilk benzerlikleri tanımladığında, düşünce süreçleriyle kuantum işlemleri arasında yani bizlerle elektronlar arasında sıkı bir bağ olduğunu düşündü ve araştırmalarını bu yöne çevirdi. Mesafeler arasında oluşan yani yerel olmayan kuantum korelasyonlarına olanak tanımak; şuur, farkındalık, düşünce gücü ve beyin arasındaki bağlantılara olanak tanımak demektir.
  Kuantum fiziğiyle günlük yaşam arasında nasıl bir iletişim nasıl varsa, spiritüel anlayışta da beyinde ve şuurda oluşan farkındalıkla ruh arasında öyle bir iletişim vardır.
Spiritüel anlayışta, beyinde ve şuurda farkındalık durumunu oluşturan ruh varlığıdır. Yatay veya dikey sistemlerden yani gezegenimizin çevresel etkilerinden, gezegen dışı sistemlerden ya da varlığın üst benliğinden gelen etkiler, perisprital (astral) beden ya da diğer tanımıyla şuur alanları aracılığıyla beyinde etkiler yaratır. Bazı bilgi taneciklerinin de varlık hazır olmadığı için astral hafızada saklandığı ve birey hazır olduğunda kullanıma alındığı da ezoterik tradisyonlarda açıkça ifade edilmektedir. Şuurun "teklik", "globallik" özelliği ruh varlığının özdeki tekliğinden, globalliğinden kaynaklanıyor.

  Kuantum fiziğiyle günlük yaşam arasında iletişim
  Bilimsel anlamda kuantum fiziğinin dünyasıyla bizim günlük yaşam gerçekliğini algılayışımız arasında en azından bir iletişim kanalı bulunduğuna dair ilk esaslı kanıt yaklaşık yüzyıl önce bulunmuştur. O dönemde retina üzerinde çalışma yapan biyofizikçiler, insan beynindeki sinir hücrelerinin tek bir fotonun emilimini (tek bir elektronun atom içerisinde bir enerji durumundan bir diğerine geçişini yansıtarak) kaydedecek hassasiyette olduklarını keşfettiler. Ve bu hassasiyet indeterminizm ve yerel olmayan etkiler de dahil, kuantum seviyesindeki tüm garip davranışlardan etkilenecek derecededir.

Daha sonraki deneyler kuantumun bu belirsizliğinin beynin sinir birleşme noktalarını (nöron snapsları) çevreleyen kimyasal konsantreler içinde rasgele varyasyonlar biçimindeki işleyişinden ileri geldiğini kanıtladı. Bu konsantreler hangi nöronda 'ateşleme', yani diğer nöronlarla elektriksel temas yapılacağını belirlerler ve çok hafif, belli belirsiz, kuantum-seviyesi varyasyonları bile ateşleme potansiyellerini etkileyebilir. Aslında, nöronların ateşleme seviyeleri, tıpkı diğer kuantum işlemlerinde olduğu gibi, belli bir statik kanuna göre belirlenir. Beynin 10/10 nöronundan 10/7 sinin herhangi bir anda bir kuantum seviyesi fenomenini kayıt edecek hassasiyette olduğuna inanılıyor. Fakat, tek tek nöronların ateşleme yapmaları, beyin şuurlu eylemlerini yaparken gösterdiği karmaşık işlemleri açıklamada pek yeterli değildir.
 Fakat, Penrose, Marshall e Orlov'un ileri sürdüğü gibi, şuurun fiziksel temeli, tüm ima ettiği özgürlükle beraber bir çeşit kuantum mekaniksel fenomen ise çok büyük bir kısmı henüz açıklanmamış demektir. Örneğin, bu nasıl bir kuantum işlemi olabilir ve beynin hangi özellikleri bunu sağlayabilir? Ancak böyle temel bazı sorulara yanıt bulmaya çalışarak, kuantum fiziğine dayalı şuur modelinin daha gerçek bir anlamı olmasını sağlayabiliriz.

FİZİKÇİLERİN KARA TAHTASI ve KARARLI DENGE

Çevremizdeki dünyayla ilgili iç görülerimizle iç dünyamızın bir araya gelişi bilimdeki son gelişmelerin muhtemelen en tatmin edici özelliğidir.   -   İlya Prigogine

  Bilinen fizik terminolojisiyle şuuru açıklarken en önemli merkezi düşünce olan şuurun birliğinden ayrılmamaya çalışırsak; bu şuursal birliğin bazı belli özelliklerinin fiziksel işlemin doğasıyla ilgili ipuçlarını verdiklerini gözlemleyebiliriz. 
  Tüm şuurun arka plandaki durumu, yani türlü bireysel düşünce ve algının yazıldığı kara tahta fizikçiler tarafından "sabit” (hareketsiz) durum olarak adlandırılır. Ruhsal bilgi de ise bu sabit durum varlığın kararlığı, dengede olması, seçme özgürlüğünü her zaman yasalar paralelinde kullanılması anlamındadır.

  Fizikçiler diyor ki, tıpkı bizim eğri büğrü ya da kısa ömürlü kara tahtaya fazla yazı yazamamamız gibi, şuurlu farkındalığımızın içerdiği bazı şeylerin, genel arka planları eğer sabit bir durumda değilse kolayca seçilemezler.   Etolog John Crook, "Farkındalığın düzenli oluşu (zaman içindeki görünür istikrarı) bize birçok duyumuzun anımsattığı deneyim kargaşasında değil de kararlı bir dünyada yaşadığımız duygusunu verir. " demiştir.

Kadim Bilgelik ve ruhsal öğretiler bu tip sorulara; ‘şuurla-üstün şuur ile bilim adamlarının kara tahta dedikleri bölge arasında bir dengenin oluşabilmesi için varlığın farkındalığının, yani şu andaki gerçekliği hakkındaki bilgisinin artmış olması gerekir’ diye yanıt verir.
  Konsantrasyon, telkin, içsel çalışmalar, çeşitli kendini tanıma metotları ve tüm yaratıcı imgeleme çalışmalarının amacı bilincin yani şuurun günlük yaşamla denge halinde ya da fizikçilerin dediği gibi ‘bilinçli düzenlilik halinde kalabilmesi içindir.

  Şuuraltı ile Şuurüstü arasında denge
  Varlığın şuuraltı ve şuur üstü arasında denge kurması tüm inisiyatik ekollerin ve sufi çalışmalarının temelini oluşturur.

  Gurciyef de "Kendini Bilme" çalışmalarıyla fizikçilerin, "Bilinçli Düzenlilik Özelliği" dedikleri hali oluşturmaya çalışmıştır. Bu denge halinde tüm bedenin (astral perisprital bedenler de dahil) ve ruhsal varlığın kuantum düzeylerine, dalga etkisi yani ruhsal etki egemen olmaktadır. Böylelikle maddenin ağır ve kaba titreşimlerini ruhsallaştırmak ve yükseltmek için bedene bürünmüş olan evren seyyahı ruh varlığı da asli görevini tam anlamıyla gerçekleştirebilmektedir.

  Bütünsel Evren Anlayışını anlamaya ve uygulamaya çalışan Yeni Çağcılar için ‘Kendini Bilme-Yaşam Planını Gerçekleştirme’ adı verilen bireysel gelişim uygulamaları; hem mistik hem bilimsel hem de yaşamsal bir anlam taşımaktadır. Yani bu bilgiler ‘Olmazsa Olmaz’  türünden bir bilgilerdir ve zihin-beden-ruh dengesini kurmak için mutlaka uygulanmalıdır.
  Yaşam planını gerçekleştirmek için doğan bizler; iç sesimiz ve yol haritamız ile hiç ilgilenmediğimiz ve tüketim toplumunun vur-al-kaç mantığını ön plana çıkardığımız için yoldan sık sık sapmalar, türlü tıkanmalar, zorluklar, karmaşalar hatta kazalar ve belalar yaşamaktayız. 

  Haritan önünde, sen olayın tam karşısında ama görmemek, duymamak, yapmamak için tüm direnç sistemlerin devrede! Ne büyük zaman kaybı…  Bilimle-mistisizmin buluştuğu bu yeni köprüde, uyanıklık-farkındalık ve şuurluluğun bilim ve bilgiyle artma fırsatlarını iyi değerlendirmekte yarar vardır…

KUANTUM ETKİSİ HEM HER YERDE HEM HİÇBİR YERDEDİR

 Şuur -Madde ve Kuantum Fenomeni
  Şuura bu açıdan bakmak şuurla maddenin birbirlerinin içine geçmiş olduklarını ima eder; madde şuurludur ya da şuur ve madde aynı ortak kaynaktan mı doğarlar, yani kuantum fenomeni dünyasından mı doğarlar sorusunu sormaya neden olur.
  İki görüş de şuuru doğaüstü güçler dünyasına yeni bir bakış açısıyla iade etmektedir. Varoluş zaten tümüyle doğaüstüdür ama belki de varoluşa bakış açımızı yenilememiz, revize etmemiz, çağın şartlarına uydurmamız gerekmektedir. Artık tüm bilgiler holistik, birliğe ve bütünlüğe götüren bir nitelik taşıyor ve çok yaygın olan ikilikçi görüşe karşı çıkıyor. Klasik görüşe göre şuur ve madde (ruh ve beden) tamamıyla ayrı fenomenlerdir ve her biri kendi kendine oluşmuş ya da ayrı ayrı yaratılmıştır; bizim bu mükemmel olmayan dünyamızda birbirlerine kazara dokunurlar. Eğer şuurun bir kuantum işlemi ile olan bağlantıları tam olarak ispatlansaydı, uzun zamandan beri süregelen tüm ikilikçi iddialar alt edilmiş olacaktı.

  Şimdilik modern fizikçilerimizin ve bilim adamlarımızın yeni teorilerini (ki çok yeni evren modelleri var, biz bunları anlamaya çalışırken daha da yenileri yolda) ispatlamalarını ve bilgiyi halka indirmelerini izlerken; zihinle bedenin nasıl bir ilişkide oldukları sorunsalını yeni bakış açılarıyla inceleyebiliriz.
  Fiziksel dünya zihinsel dünyanın karşısında ayrı bir dünya olarak kuruldu ve zihinsellik hiçbir şekilde fiziksel olmayan bir şey olarak kabul edildi. Bu iki karşıt kategori dizisi, iki farklı varoluş alanı tanımlamaktan kaynaklanmıştır ve bu anlayış günümüzde de kendimizi algılayışımızı hala etkiler.
  Oysa zihinlerimiz aynı anda hem her yerde hem hiçbir yerde bulunan, herhangi bir fiziksel ölçümün tesir etmediği özel olgulardır. Beyin için kullandığımız 8 inç genişliğinde ve 3 libre ağırlığında ibaresini zihin için kullanamayız. Onu kol ya da bacağımızı gördüğümüz gibi göremeyiz. Zihnimiz umutlar ve korkularla doludur, arzu ve beklentiyle güdülenmiştir ve başarı peşinde koşar, bedenimiz ise tamamıyla fiziksel bir şey olup motorlu araçlardan ya da su musluklarından pek de farklı olmaksızın mekanik olarak davranır.

  Zihinlerimizde aynı anda hem her yerde hem hiçbir yerdedir
  Zihnimiz hafızayla örülmüştür. Zihnimiz holistik olup "şimdilik tam olarak çözümleyemediğimiz bir yerden"  tek parça olarak çıkmıştır. Oysa bedenimiz ayrı atomların fizik ve kimya yasalarına göre birleşmesinden oluşmuştur. Her bir atom yerine benzeri geçebilir durumdadır. Öyleyse herhangi bir şeyden, kitaplar, tuğlalar vs. yeterli miktarda ve oranlarda varsa bir insan bedeni yapılabilir. Thomas Nagel, “sadece bileşenler uygun bir şekilde ayarlanmalıdır” diyor. Oysa aynı şeyi şuur için söyleyemiyoruz. Çünkü henüz zihin/beden, ruh/madde ikilemine ne materyalizm ne de idealizm yeterli bir yanıt verememiştir ve her zaman için bu konunun havale edildiği üçüncü geleneksel yol spritüalizm, ezoterizm, sufizm gibi kaynaklar olmuştur. Eğer zihinsiz beden çok kabaysa ve bedensiz zihin çok uçucuysa, belki de bunların ayrılması gerçekten olanaksızdır. Belki de zihinsellik maddenin temel bir özelliğidir. Evrenin temelinde saklı duran 'töz' ya da spiritüel deyimiyle 'öz' her iki yönü de içeren ‘tek bir şey' neden olmasın?

  Spiritüalizm bu konuda araya girer ve der ki: Bilimin zihin olarak ele aldığı bu tözün asıl adı “şuur"dur yani yaradılışın özündeki teklik ve birlik ilkesinden ötürü tüm evreni kaplayan şuur hem ruhsallığı ve hem maddeyi kendi içinde barındır. Bu nedenle de tüm evren şuurludur.

KUANTUM DÜŞÜNCE SÜREÇLERİ

Hayatlarımızı evrende akıp giden ortak yaşam içinde esrarlı bir şekilde yaşarız. - Martin Buber

Kadim Bilgelikte, Ruhsal Öğretilerde, Ezoterik–tradisyonel bilgilerde zihinlerimizin, yani şuursal yönümüzün aynı anda hem her yerde hem hiç bir yerde bulunmasının asıl nedeni bizim özde ruhsal varlıklar olmamızdan kaynaklanmaktadır’ denir. Ve ruh varlığı, ruhsal etkisini düşünce enerjisinin aracılığıyla aktarır.
  Düşünce enerjisi, ruhsal bir enerjidir ve bizim şimdiki düşünme fiilimiz anlamına gelmez. Bu sık sık yanlış anlaşıldığı için düşünce gücü yani arınmamış günlük düşünceyle birçok şeyi yaratacağımızı sananlar büyük bir yanılgı içindedirler. Gerçek yaratıcılık günlük düşüncelerin ve isteklerin tümünün silindiği, bir tür meditatif noktada başlar. Kuantum fiziğinde parçacıkların sıçrama yaptıkları boşluk noktası gibi. Bu bilgileri gerçekten araştırmadan, populist akımların peşinden koşarak çekim yasasını kişisel menfaatler uğruna düşük seviyeli amaçlar için kullanmaya kalkanlar; öncelikle ilk yakın çevrelerine karşı bir türlü gerçekleşmeyen istekleri hararetle savunmaları ve
"iste senin de olsun" felsefesine cahilce kapılmış olmaları yüzünden küçük düşmeye mahkumdurlar.

  Aslında düşünce enerjisinin, bilgi taneciklerinin yani ruhsal elektronların aktarımına yardımcı olması da bazı yasa ve ilkelere bağlıdır. Evren ahengiyle uyum içinde olmayan eylem ve uygulamalar ve bunlardan doğan düşünceler ancak menfi egregorlar (düşünce formları) yaratır. Asla varlığın bilgi tohumuna geliştirici katkıda bulunmazlar. Aksine gezegenin ortak şuur alanına zarar verirler. Karar alma aşamasında olan insanların yanlış karar vermesine bile neden olabilirler. Bu konu ile ilgili olarak araştırma yapmak isteyenlerin Danah Zohar’ın Kuantum Benlik adlı kitabının (Sarmal Yayınevi) Dünyanın Ortak Yaratıcı Olan Bizler bölümünü dikkatlice incelemeleri faydalı olur.

  Bohm’un dediği gibi, “Düşünce süreçleriyle kuantum sistemleri birbirine benzerdir. Bu yüzden onlar ayrı elementler gibi analiz edilemezler, çünkü her elementin ‘içkin’ doğası yaratılış olarak birbirlerinden ayrı olmadığı gibi diğer elementlerden de bağımsız değildir, bunun yerine diğer elementlerle kısmi bir ilişki içindedir.”

Spiritüel öğretilere göre ise, düşüncelerimiz reel, kendine göre etki alanları olan, belli bir alanda etkinliklerini gerçekleştirme gücüne sahip enerji formlarıdır. Düşüncenin şekil almış, form tutmuş haline form panse (forme-pense) denir. Her düşünce bir enerji, bir etki taşıdığı için düşüncelerimizin yarattığı düşünce formları da bizim eserimizdir ve hepimiz kendi düşünce formlarımızın sorumluluğunu bilsek de bilmesek de taşırız.

  Binlerce yıldan beri bütün ruhsal eğitim sistemleri bizlere düşüncelerinizden dahi sorumlusunuz derken düşüncenin negatif ya da pozitif yönde son derece önemli bir etki gücünden söz ediyorlardı. Düşüncenin önemini kuantum dünyası açısından ele alırsak; insan olarak varoluşumuzun ruh ve beden şeklinde bir ikilem olarak ortaya çıkışı; atom altının soyut ve sanal dünyasında da varoluşumuz dalga/parçacık ikiliği şeklinde ortaya çıkar. Bütünleşmiş bir ruh-beden ilişkisinde yani pozitif düşüncenin egemen olduğu düşünce sisteminde varlıksal ve bütünsel açıdan son derece olumlu, yaratıcı bir metafor oluşturur. Bu metafor kuantum düzeyinde, bilgi tanecikleri aracılığıyla bilginin daha hızlı yayılmasına, bir tür evrensel bilgi bankasında depolanmasına ve genişlemesine neden olur.

 " Şimdi, kuantum işlemleriyle kendi içsel deneyimlerimiz ve düşünce yöntemlerimiz arasındaki yakın benzerliğin yalnızca bir tesadüf olup olmadığını sorabiliriz. Düşünce süreçleriyle kuantum süreçleri arasındaki benzerlik, bu ikisini birbirine bağlayan bir hipotezin verimli olacağını düşündürebilir. Eğer böyle bir hipotez doğrulanabilirse, bu bizim düşünmemizin birçok önemli özelliğini doğal bir şekilde açıklayabilir. "      David Bohm

ATOMLARIN DALGA FORMLARI VE DÜŞÜNCENİN ŞEKİLLENMESİ

Kuantum fiziği, spiritüel düşünce modelleriyle üst üste gelen yeni modeller sunmakta. Elektronların dalga formu mekansız ise tüm atomların dalga formlarının birbiriyle kesişmesi, birleşmesi ve örtüşmesi gerekir. Spiritüel diliyle bu dalga formları yani çevremize yaydığımız enerjiler ve düşünce formları, üst benlikten yayılmakta olan alanı etkiler ve uyaranlar "boş" dediğimiz alanlardan esir maddesinin aracılığıyla geçer.

  Ezoterik tradisyonel bilgilere göre de ruh varlığı iç içe geçmiş enerjetik alanlar, süptil bedenler diğer tanımıyla şuur alanları aracılığıyla fizik planda tezahür edebiliyor. Bu tezahürat sırasında tüm bu alanların içine sinmiş şekilde bulunan ve astralin süptil maddesini canlandırıp harekete geçiren esir maddesi, tüm etkilerin, düşünce formlarının, bilgi taneciklerinin ve elektronların dalga formlarının akışkan hale gelmesini sağlayan maddedir ve boşluk dediğimiz alanı tümüyle doldurur.

  Düşüncenin Şekillenmesi
 
Düşüncenin şekillenmesinde hem etrafımızı çevreleyen, hem astral hem de mantal planın maddesini canlandırıp harekete geçiren esir maddesinin çok büyük bir önemi vardır. Bu madde özellik olarak insan düşüncesinin etkisine çok kolay cevap vermektedir ve her empüls, her etki derhal bu maddeyi harekete geçirerek geçici şekilde kendisine hizmet edecek bir araç haline dönüştürmektedir.
  Düşüncelerin hızlı titreşimleri vardır ve bu yüzden de canlı ve hareketlidirler. Düşüncenin bu hızlı titreşimleri hassas varlıklarda ses ve renk duyumlarını doğurur. Kendine has bir canlılık ve aktivite taşıyan düşünce üreten kimsenin niyetine ve ürettiği düşüncenin kalitesine uygun olarak astral planın alçak seviyeli psişik bölgelerine ya da mantal planın yüksek seviyeli psişik bölgesine girip çıkabilir.

Düşünce çeşitli planların yoğun ya da süptil maddelerine dalıp çıkarken kendi titreşimlerini her yöne ses ve renk titreşimleri olarak yayar.
  Ses ve renklerdeki farklar düşünce şeklini ilham eden, yönlendiren, motive eden sebebe bağlıdır. Bu motif saf, merhametli ve iyi ise oluşan renkte düşünceye uygun bir renktir ve hareket ettiği yön pozitiftir. Esiri dünyada pozitif nitelikli bir enerji alanının oluşmasına neden olur, benzerlerini de kendine çeker. Menfi düşüncede aynı mekanizmayı kullanır. Örneğin, öfke düşüncesi pırıltılı kırmızı renk yayınlarken, düşünce şekli de kırmızı meydana getirecek şekilde titreşir. Bu düşünce şekli, yıkıcı, bozucu türdeki diğer düşünceleri de aynı türdeki düşünce yayını devam ettiği sürece kendine çekecektir.

  Düşüncenin taşıdığı yaratıcı güç
 
Düşünce şekillerinin aktif hale gelmesi ve eyleme dönüşmesi, varlığını sürdürebilmesi; ilk yoğunluğa, düşünceyi üretenin ona yüklediği enerjiye, beslenmesinin sıklığına bağlıdır. Yani kuantum fiziğine göre dalga formunda oluşu ile ve tekrarlanan kararlı beslenmelerle varlığını sürdürür. Sık sık düşünmek, tahayyül etmek, onu psişik planda besler müspet ya da menfi anlamda istikrar kazanmasını sağlar.

  Bizler evreni temaşa eden şuurun bir parçasıyız. Düşüncelerin üretilmesine ve formülleştirilmesine neden olan zihnimiz evrenin oluşumuna yol açan evrensel düşüncenin bir bölümüdür.
  Bu da herkesin düşüncenin yaratıcı gücünün bir cüzüne, bir parçasına sahip olduğu anlamına gelir ki, düşüncenin formülleştirilmesinde psişik ve sözel ifade şeklinde tezahür eder. Düşüncenin formülleştirilmesindeki psişik ifade şöyle izah edilebilir. Her alanda negatif türden zihinsel tasarımlarımız negatif olaylara, pozitif türden tasarımlarımız da pozitif olaylara hayat vermektedir.

  Kişinin düşündüğü, hayal ettiği, umduğu, şüphe ettiği veya tasarladığı her şey, tahakkuk ettirici bir güce sahip olduğu, her düşünce bir realiteye tohum sağladığı için güven ve inanç dolu, iyimser, pozitif düşünceler üretmeye, karamsar ve kötümser olmamaya özen göstermeliyiz. İyilik, neşe, güven dolu olumlu düşünceler sözel ifade olarak telkinle iyi bir hitabet sanatıyla başka insanları da olumlu düşünmeye aklı, mantığı vicdanı bir arada kullanmaya teşvik ettirecek güce sahiptir.
  Olumlu düşünceler, olumlu eylemlerin ortaya çıkmasına neden olurken kişinin kendisini dayanıksız veya hastalanma rizikosu altındaymış gibi düşünmesiyse yankılanma yoluyla bedeninde elverişsiz bir alanın oluşmasına neden olur.

  Düşüncenin bu yaratıcı gücünü şuurlu olarak kullanmak, onun kudretini ve etkisini hissedilir ölçüde arttırmak ruhsal şifacılığın da temelidir. Düşüncenin aktif ve etkili yaratıcı gücünü inkar etmek mümkün değildir ama unutulmamalıdır ki kaçınılmaz şekilde insanın gücü yine kendi şuur alanının gücü oranındadır ve belli sınırlar içinde bir etkileme alanına sahiptir.

  İnsan kozmik yasaların işleyişini zihnin de oluşturduğu kişisel tasarımları vasıtasıyla değiştiremez. Kişinin zihni, evrene hayat vermiş ve vermekte olan kozmik zihnin, evrensel düşüncenin bir parçasıdır. İşte bu yüzden de kozmik zihnin bütünü tarafından tasarımlanmış olan şeyi değiştirememektedir.Bu konuda yapabileceklerimiz, kendi yaşam planlarımızla yani doğum haritalarımızdaki verilerle sınırlıdır. Herkesin bir sınırı vardır, o sınır dahilinde yaşamı sevinçle ve yasalarla uyumlu yaşamak mümkün elbette. İnsanın ayaklarını gereksiz yere yerden kesen ve yaşayan tanrı olduğunu iddia eden, ne istersek yapabileceğimizi savunun her türlü bilgi ve öğretiden bilimsel ve mistik ciddiyet adına uzak durmak, olumlu düşünmenin günlük yaşamdaki basit bir pratiğidir sadece…

Düşüncelerimiz daima var olan her şeyi kaplayan ölümsüz, evrensel enerjinin bir parçasıdır.

  Evren etkileşim halindeki dalgalardan oluşmuş bir sistem, en küçük bir düzensizliğin etkisinin tüm alan içinde yayıldığı bir denizdir. Bu kozmik denizi yeni fizik şöyle tanımlıyor: "Evrenin temel dokusu, madde, düşünce, fizik ya da psişe gibi farklı ve bağımsız gerçeklere ayrılamaz. Yeni kozmolojilerdeki gerçekçi yorumlara göre evreni oluşturan bir tür deniz vardır ve bu da henüz mahiyetini tam olarak tanımlayamadığımız evrensel enerjidir.”

  Evrensel enerji, sonsuz, mükemmel ve mutlak olan Tanrısal Enerjinin bir başka adıdır. Düşüncelerimizde, kuantum fiziğindeki atomlarımız da, ister dalga formunda uzaya yayılırken, ister parçacık halinde küçük hacme sıkıştırılmış halde iken olsun, etki yapabilme ve değişme, değiştirme kudretlerini Tanrı Gücünden yani ruhsal boyuttan, var edildikleri kozmik enerji denizinden almaktadırlar. Çünkü her şey o kozmik enerji denizinin birer damlası olarak varolmuştur.

  Bütünsel Şuur adını verdiğimiz o kozmik enerji denizini bizler de kendi gücümüz kadar etkilediğimiz için evrensel yasalara uygun davranışlarımız ile olumlu yönde etkide bulunur ve bir gün ihtiyacı olan birinin bu enerji denizinden vicdan kanalıyla kendi ihtiyacı olan bilgiyi çekmesine ve kullanmasına da neden olabilir. Ya da aksi yönde olumsuz etkilerin ve eylemlerin artmasına da neden olabiliriz.

  Kuantum fiziği bu konuya evrimsel paradigma adını vermektedir. Kuantum Benlik S: 222-223’de bu konuda şunları söylüyor Danah Zohar:

  “Bizler kurduğumuz ilişkilerden ibaretiz ve dünyamız öyle bir dünya ki onu hep beraber, ortak insanlığımız yoluyla yaratırız. Burada Kant’ın ‘insanların nasıl olmasını istiyorsan, sen de öyle olmalısın’, önermesini içeren ahlaki yaptırımına fiziksel bir temel vardır.
 
Kuantum doğamızdan kaynaklanan bu temel ve birçok şeyi vurgulayan ahlaki yasa dikkate alındığında, özgür kararlarım yoluyla yaratmaya çalıştığım kendim ve dünyamın kaderi üzerinde doğal bir sınırlama ve yapılmış seçimin iyi ya da kötü olduğuna dair nesnel bir ölçüt vardır. Eğer seçimim kötüyse, sonuçta bu beni düzenli bir tutarlılığı koruyamayan, yaşanılmaz bir dünyaya sürükleyecektir. Eğer seçimim doğruysa ortak yaratıcılığını yaptığımız dünya daha da zenginleşir ve belki de, “sonunda yaşamımı yoluna koydum” gibi bir şey söyleyerek ifade edeceğim yeni bir tutarlılığa sahip olurum.

  Bizim ortak-yaratan, özgür ve belirsiz ahlaki seçimlerimiz ve dünyalarımız, elektronun sanal geçişleri gibidir. Yaratılışın gerçekleşmesindeki deneylerdir. Bizler, elektronlardan farklı olarak bir hafızaya sahip olduğumuz ve deneyimlerimizden ders aldığımız için bizim deneyimlerimiz etkiyi çoğaltabilir. Bazıları başarılı olup, bir sonraki ve daha iyi dünyaya doğru katkıda bulunarak ilerler.

Eğer aşığımla bir ilişki yaşamayı seçersem bunun sonucunda kocam kendini aldatılmış hisseder, evliliğimiz yıkılır, çocuklarımız bu durumdan kötü etkilenir ve ben suçluluk duygusu ve keder içinde mahvolurum, dünyam parçalanır. Kötü bir seçim yaptığımı anlarım. Çünkü bu başarısız (parçalanmış) bir dünyaya neden olup bunun anlamını da belirlemiş olur. Fakat, diğer tarafta uygunsuz sonuçlara yol açacak bu karar, hem benim hem de kocamın kendi ilişkimizi yeniden değerlendirip, canlandırmamızı sağlayıp, evliliğimizi güçlendirirse iyi bir seçim yapmış olduğumu anlarım. Başarılı bir dünyaya yol açmış olurum."

Parapsikoloji Tarihi

PSİ ARAŞTIRMALARI

Dünya üzerinde varolan her ekolün, her bilimsel araştırmanın kendine ait bir tarihçesi vardır. Her ne kadar psi ve psi araştırmalarının başlangıcı insanlık tarihi kadar eski ise de kurumlaşması ve bir bilim dalına dönüşmesi 1850’li yıllara rastlar.
  Mitolojilerde, efsanelerde ve ruhsal öğretilerde insanın beş duyunun dışına taşan yönleriyle ilgili sayısız örnek vardır ama
New York 'un Hydesville kasabasında yaşayan Fox ailesi, özel metotlarla ruhsal iletişimin kurulabileceğini ispatlayan ilk ailedir.
  Fox
kardeşlerin başından geçen olaylar ve psi yetenekleri konuyla ilgilenmek zorunda kalan birçok bilim adamı ve uzman tarafından incelenmeye alındı. Böylece Fox ailesi bugün dünya üzerinde milyarlarca kişiye hizmet veren Parapsikoloji adlı bilimin doğmasına neden oldular.   

  Parapsikoloji nasıl bilim oldu?
  Her bilimin, gelişme ve yayılma süreci içinde tarihçe önemlidir. Herhangi bir olgu ilk defa nerede nasıl başlamıştır? Sorusunu yanıtlamak gerekir.
  Parapsikolojinin bir bilim dalı haline gelmesini sağlayan olaylar dizisi, 1847 yılında Fox ailesinde meydana gelen olaylarla başlamış ve bu evde olup bitenlerin basına yansımasıyla da çok kısa bir süre içinde bir dalga gibi bütün Amerika’ya yayılmıştır.
Ünlü Fox ailesi, baba John Fox, Anne Leah Fox ve genç yaştaki kızları Margaretta ve Kate Fox’tan oluşuyordu. Ayrıca Rochester’de yaşayan evli bir kızları daha vardı.

 

PARAPSİKOLOJİNİN BİLİM OLMASINA NEDEN OLAN FOX AİLESİ

1847 yılının soğuk bir aralık sabahı, New York yakınlarındaki Hydesville kasabasında küçük ahşap bir eve taşınan Fox ailesi kısa bir zamanda kendilerini çevrelerine sevdirdiler. Hydesville kasabasında hemen herkes bu mutlu, neşeli ve birbirine bağlı aileyi tanıyor ve seviyordu.
  Olaylar, eve taşınır taşınmaz başladı. Üç ay boyunca sürekli garip gürültülere tanık oldular. Gürültüler periyodik bir şekilde evin her yanından geliyordu. Duvarlardan, giriş kapısından, mobilyaların içinden… Sesler, ilkin akşam üzerleri duyuluyordu. Her seferinde ailenin dört ferdi de kulak kesiliyor ve çoğu zaman da gecelerini uykusuz geçiriyorlardı. Aile bütün bunların anlamını bir türlü çözemiyordu.
  Hatta bazen nedeni asla anlaşılmayan eşya hareketleri ve yer değişmeleri de oluyordu. Önceleri bütün bu gürültülerin bazı sahtekarlar tarafından yapıldığını sanan aile, bu olayı çözmeye çalıştı ama tüm araştırmaları boşuna oldu. Tedbirler bir işe yaramadı, bu tip olaylara hiç inanmayan komşuları bile olayların gerçekliğini kabul etmek zorunda kaldılar. Gürültülerin oluşmasında insan gücünü ve anlayışını bazı nedenler söz konusuydu.

  İlk şaşkınlık devresi geçtikten sonra Fox ailesi, bu olaylara alıştı ve incelemeye koyuldu. Bazı belirtiler bir maksadı işaret ediyordu. Darbelerin sayısında düzenli bir hal vardı.!...
  Soruların yanıtı, 31 Mart 1848 günü çözüldü. Rastlantı sonucu çok şaşırdıkları bir keşifte bulundular. Bayan Fox, o Cuma akşamını şöyle anlatır:
“Yataklarımıza girdiğimizde vakit henüz erkendi. Ortalık doğru dürüst kararmamıştı bile. Biraz rahatsız olduğum için kendimi çok halsiz hissediyordu. Bu sırada bazı gürültüler duyarak, dikkat kesildim. Sanki odada bulunan ve görülmeyen biri, belirli aralıklarla eşyalara vurarak işaret veriyordu. Çocuklar da sesleri duymuşlardı. Bu garip sesleri, bir süre dinledikten sonra, kızlardan biri, parmağıyla masayı tıklattı. Ve odanın köşelerinden gelen bir vuruş, bunu bir yankı gibi yanıtladı! Az sonra, öbür kız da denedi aynı şeyi… Onun vuruşlarına da aynı şekilde yanıt verildi.
Küçük kızım Kate: ‘Bay çatal tırnak, ben ne yaparsam sen de onu yap’ dedi. Ve ellerini birkaç kez çırptı. Ses hemen yanıt verdi: Kızım ellerini kaç kere çırptıysa, ses de o kadar tıkırdadı. Bu sefer öbür kızım Margaretta atıldı: ‘Şimdi de ben ne yaparsam sen de onu yap’ dedi. Ve ellerini birkaç kez çırptı. Sesler, az önceki gibi, bunu da aynen yanıtladı!
 O anda, aklıma, bir yoklama yapmak düşüncesi geldi: ‘Gürültü yapan’dan kızlarımın yaşları kadar vuruş yapmasını istedim. Gerçekten, kızlarımın yaşları kadar darbe sesi duyduk. Önce bir on vuruş oldu, kısa bir ara verildi, arkasından yedi vuruş oldu. Sonra, uzunca bir süre sessizlik oldu. Ve birden, üç darbe sesi daha duyduk! Bu da bir süre önce ölmüş olan küçük kızımın yaş sayısıydı. Ve sordum: ‘Sorularıma böyle doğru yanıt veren, bir insan mı?’ Hiç ses gelmedi. Bu sefer: ‘Psişik bir varlık mı? Eğer öyleyse iki defa vursun!’ sözümü daha yeni bitirmiştim ki, iki darbe sesi duydum!”

  Böylece
‘Gürültü Yapanla’ Bayan Fox arasında olan ve daha sonra Tiptoloji adını alacak olan bu doğaüstü vuruşlarla bir çeşit alfabetik anlaşma sonucu, Bayan Fox onun kimliğiyle ilgili bazı bilgiler öğrenmeyi başarmıştı. Adının Charles Rhine olduğunu hayattayken ticaretle uğraştığını aynı evde yaşadığını ve otuz yaşlarındayken bir cinayete kurban gittiğini cesedinin evin bahçesine gömülü olduğunu söylemişti.

FOX AİLESİNİN ÜNÜ YAYILIYOR

Bayan Fox ve kızları evlerinde daha önce öldürülmüş olduğunu iddia eden bir psişik varlıkla iletişim yolunu keşfettiler. Cesedinin nereye gömülü olduğunu tarif eden ‘bay gürültü yapan’ bu gürültüleri çıkarmasının amacının, cinayete kurban gittiğini haber vermek için olduğunu tiptoloji yoluyla aileye anlattı ve onlardan yardım istedi.
  Durum artık aile içinde saklanacak gibi değildi, basına ve polise yansıdı. Konu komşu bu esrarlı sesleri duymak için Fox’ların evine koşmaya başladı. Duyan geldi! Yaşlarını ya da çocuklarının sayısını soruyorlar ve her defasında doğru yanıtlar alarak hayretten hayrete düşüyorlardı.
Bunlarla yetinmeyip daha başka, daha ilginç konularda bir şeyler öğrenmek isteyen İsaak Post adlı biri, zekice, bir yöntem buldu. Her harf, bir sayı ile ifade edilebilirdi: A, 1 vuruş- B, 2 vuruş- C, 3 Vuruş vb. Bu yolla insan, sadece sözcükleri değil, cümleleri hatta bütün bir metni dahi harfleyebilirdi. Bu sınama yapıldı. Ne gariptir ki, başarı da kazanıldı! Heyecan verici bir keşif daha yaşanıyordu. O dönemde bu türlü konuşmaya Psi Telgraf deniyordu.
  Bütün bu olaylar öylesine heyecan yaratmıştı ki yüzlerce insan her gün evlerini ziyarete geliyordu. Fox ailesi olayların biraz yatışması için Rochester’de oturan evli kızlarının yanına taşındılar. Ne var ki bu yeni evlerinde de aynı olaylar baş göstermekte gecikmedi. Bütün şehir kısa zamanda haberi duydu.
1849 yılında Fox kardeşler, Rochester’de halka açık gösteri yapmak zorunda kaldılar ve bu gösteriyi eyaletlerinin birçok kentinde yapılan diğer gösteriler izledi.

  Fox kız kardeşlerin faaliyetleri basında sansasyon yaratmış ve popülerlikleri, Buffalo Üniversitesi’nden Flint, Lee ve Coventry adlı üç profesörün; kızların bu sesleri diz kapaklarını ve ayak parmaklarını çıtlatmak suretiyle yaptıkları hakkındaki açıklamaları kamu oyunu hiç etkilemedi. Yine herkes büyük bir ilgiyle bu iki kız kardeşi görmek ve psi konusunda neler yaptıklarını öğrenmek istiyordu.
Fox ailesinin bu çıkışından sonra psi ile ilgili uğraşlar Amerika’nın çoğu yerinde yangın gibi yayıldı ve 1854 yılında öylesine popüler bir hale geldi ki, Kongre’nin Psi Fenomenlerini konu alan bir resmi inceleme yürütmesi için bir girişimde bile bulunuldu.
Fox ailesinin karşılaştığı bu olayları incelemek üzere üç tanınmış kişi kendi bağımsız araştırmalarına başlamışlardı bile… 
Anayasa Mahkemesi Başyargıcı J.W. Edmond; ABD Milli Akademi üyesi Kimya Profesörü Dr. James J. Mapes; Pennsilvania üniversitesi Profesörü Dr. Robert Hare.

  Bu ünlü kişilerden ikisi bilim adamıydı ve muhtemelen de dünyanın herhangi bir yerinde psi fenomenlerini bilimsel olarak inceleyen ilk kişilerdi. Özellikle Anayasa mahkemesi Başyargıcı J.W. Edmonds’un bu konuya karşı gösterdiği derin hassasiyet dikkat çekiciydi…

KATE PSİŞİK SÜJE Mİ?

Psi fenomenini bilimsel olarak araştırmaya başlayan üç değerli araştırmacıdan Anayasa Mahkemesi Başyargıcı J.W.Edmond ilk araştırmalarına Ocak 1851 yılında başladı. İki yıl sonra kendi ifadesiyle psi fenomeninin varolduğuna dair kanaati kesinleşmişti. Bu iki yıl boyunca birkaç yüz fenomene tanık olmuş ve tüm araştırmalarını aşacak şekilde dokuz yaşındaki kızı Laura birden bire ksenoglosi süjesi(Çok yabancı dille konuşan) haline dönüşmüştü.
 
Laura Edmond, hiç duymadığı dokuz ya da on kadar yabancı dili, bir saate yakın süreyle konuşabiliyordu. J.W Edmond kısa bir zaman sonra ülkenin en büyük salonlarını konuyla ilgili konuşmalarını dinlemeye gelen dinleyicilerle doldurup taşıran herkesin tanıdığı bir konuşmacı haline geldi. Böylece ciddi araştırmalara alışık olan bilim adamlarının  şahitliğiyle bazı raporların hazırlanmasını sağladı ve görüldü ki, özellikle küçük kızın olduğu yerde olaylar kolaylıkla oluşuyordu. Küçük kızın bu aracılığının psişik literatürdeki karşılığı Mediumdur. Bağlantılar için fizik gücü bu kızlar sağlıyordu.
  Artık Psi fenomeninin deneysel ve araştırmalara yönelik bir yönünün olduğu ortaya çıkmıştı. Bilimsel araştırmalar başlayabilirdi. Zaten halk öyle coşkuluydu ki, bilim adamlarının olayları toparlayabilmek için mutlaka devreye girmeleri gerekirdi.
 
Tıpkı günümüzde olduğu gibi; gören göz ve işiten kulaklar halkın kendi kendine bu araştırmaları çözümleyemeyece- ğini, bu konularda şarlatanların ortaya çıktığını ve ciddi bir dejenerasyona doğru gidildiğini haber veriyor, deşifre ediyor.
Psi
araştırmalarının ilk başladığı 1850’li yıllara dönüp baktığımızda ise konuya ilk el atanların bilim adamları olduğu ve halka
bilimsel açıklamalar yaptıklarını, onların anlayışlarını ve Psi fenomeniyle ilgili bilinçlerini yükselttiklerini görüyoruz. Aynı ihtiyaç günümüzde özellikle ülkemizde baş göstermeye başladı. Dejenerasyonun giderek artması umulur ki, yüreğinde insan sevgisi ve bilimsel ehtik kavramana duyduğu saygı yüksek olan değerli bilim adamlarımız bu konuları ele alırlar ve psişik süje olma niteliği olan insanlar, şarlatanların eline düşmez.

  Fox ailesiyle başlayan bu Psi serüveni yaşanırken hiç kimse çok kısa bir süre içinde dünyanın yarısına yakın bir kısmında bu olayların bir anda patlak vereceğini bilemezdi.
Psi
darbe sesleriyle iletişim kurmaya ilişkin gösteriler ve toplantılar bir anda Amerika’da salgın haline geldi. Bu tip bir gösteride hazır bulunmuş kişiler kendi evlerinde, dost ve akrabaların katıldığı toplantılar düzenliyorlardı. Bu gruplardan bazıları daha sonra kalıcı dernekler ve kuruluşların ilk temellerini atıyorlardı. Ama tabii ki bilim adamları endişeliydi. Bilimsel ciddiyet, akıl, sağduyu ve laboratuar gibi donanımlar olmadıkça halkın kendi başına Psi fenomenini araştırmaya başlaması pek çok tehlikeyi ve sakıncalı ruh halini de kapsıyordu.
Bilim adamları ilk birkaç kişi de olsalar sağduyulu davrandılar ve bu olayları inceleme kararı aldılar.

  Psi fenomenleri, pisiye duyulan merak ve araştırmalar tüm Amerika’da fırtına hızıyla yayılıyordu. Bu konuda deneyler yapmak amacıyla ilk örgüt 1851’de kuruldu. New York’ta bir konferans düzenlediler. Bu konferans, çok sayıda seçkin kimsenin, bu arada Pennsylvania Üniversitesinden profesörlerin de katılımını sağlayarak ilk bilimsel araştırmaların başlamasına bir olanak sağlayacaktı.

İLK BİLİMSEL PSİ ARAŞTIRMALARI BAŞLIYOR

İlk bilimsel Psi araştırmaları 1851-1854 yılları arasında Philadephie’den Prof. Robert Hare’in alet kullanarak gerçekleştirdiği deneysel çalışmalarla başlar.

Robert Hare
b. 17 January, 1781, Philadelphia, Pennsylvania, U.S.A.
d. 15 May, 1858, Philadelphia, Pennsylvania, U.S.A.

Robert Hare was an American chemist who developed high temperature blow-pipe and a voltaic battery having large plates, used for producing rapid and powerful combustion, called a deflagrator.

Parapsikoloji dünyasını bilimsel şartlarda inceleyen ilk bilim adamı, Harvard ve Yale Üniversitesi’nde Kimya profesörü olan Prof. Robert Hare (1781-1858) idi.
  Prof. Hare o zamanki ve şimdiki çoğu şüphecilerin aksine, Psi fenomenlerine adil bir şans tanımaya ve elindeki bütün imkanlarla incelemeye karar verdi. Araştırmalarında bazı mekanik aletler kullanan Prof. Hare, birçok bakımdan, Sir William Cookes’ın çalışmalarını hemen hemen yirmi yıl öncesinden gerçekleştirmiş oluyordu.

                       Sir William Crookes
 
Prof Hare, Psi ile ilgili bilimsel bulgularını 1855 yılında yayınladı.Psi Olgularının Deneysel İncelemeleri” (Experimental Investigations of the Spirit Manifestations) adlı bu kitabı büyük bir ilgiyle karşılanmış, iki yılda tam dört baskı yapmıştı. Yayıncılar kitabın reklamını “Bilimsel olarak ortaya konulan spiritüalizm” sloganı ile yapmışlardı. Böylece Prof. Hare, Psi fenomeni, insanın beş duyunun dışına taşan yetenekleri ve spirit yönüyle ilgilenen en ünlü kişilerden biri olmuştur. Daha sonra onun kadar ünlü başka bir bilim adamı Psi olgusu için parmak ısırttıracak cesarette çalışmalar yapacak ve cesur, yenilikçi insanların araştırmalarında sanıldığı gibi yalnız bırakılan kişiler olmadıklarını ispatlayacaktı. Ellerini gerçeğe uzatma cesareti bulanlar daima karşılığını aldılar…

AVRUPA’ DA PSİ ARAŞTIRMALARI

Psi araştırmaları ilk kez bilimsel olarak Amerika’da başladı ama çok geçmeden, özellikle Londra ve Paris’e gidenlerin aktardıkları ile yeni araştırmaların haberleri Avrupa’ya da ulaştı. Kısa bir süre sonra, Çarlık Rusya'sının St. Petersburg Kenti’ne kadar bütün Avrupa kıtasında ve Kuzey’de düzenli araştırmalar yapılır oldu.
  Avrupa’da psi fenomenini incelemek üzere girişilen bireysel atılımların tarihi 1854 yılına uzanır. Bu tarihte Kont Agenor de Gasparin,
“Ruhlar, Dönen Masalar ve Doğaüstü” (Des tables tournantes du surnaturel et des Espprits, Paris, Dentu, 1854) adlı kitabında, İsviçre’de yapılan bazı “masa döndürme” deneylerinden söz ediyordu.

  Ertesi yıl Paris Bilimler Akademisi, Psi araştırmalarına ve genel anlamda paranormale karşı resmi bir cephe açmıştı. Bunu yaparken de bu konuyu incelemek zahmetine katlanmamıştı.
Gasparin
, Psi araştırmalarıyla ilgili fenomenlerin gerçekten var olduklarına ve insan iradesinin maddeyi uzaktan etkileyebileceğine karar verdi.
  Gasparin’in bulgularını, 1855 yılında Genova Akademisi’nden meslektaşı Profesör Marc Thury’ninkiler izlemişti. Prof. Thury adına
Psychode dediği, tüm maddeye nüfuz eden ve kuramsal etere benzeyen bir şeyin varlığını öneriyordu. Prof. Thury, bulgu ve görüşlerini, “Dönen Masaların Genel Fizik Açısından Yorumlanması ve Açıklanması” (Des tables tournantes, considerees au point de vue de la question de physique generale qui s’y rattache, Genova, Kessmann, 1855) adlı kitabında açıklamıştı.

Spiritüalizmin kurucusu sayılan Allan Kardec ise çalışmalarına ciddi bir biçimde 1857’li yıllarda başladı ve ölümüne kadar geçen 12 yıl içinde de Spiritizm adını verdiği bilgiyi bir sistem haline getirerek bu konuyu anlattığı 5 kitap ve 2 broşür yayınladı.
Fransa’da ise Victor Hugo, ilk kez 1885 yılında psişik oluşumları incelemiş ve araştırmaları yazılarını etkilemişti.

  Astronom Camile Flammarion (1842-1925) psi fenomenlerini ilk kez 1865 yılında incelemeye başladıktan sonra çeşitli veriler toplamış ve bunları, “ Ölüm ve Esrarı” (La Mort et son mystere,1921), “Ölüm Öncesi” (Avart la Mort) ve “Ölüm Sonrası” (Apres la Mort) gibi ünlü kitaplarında yayımlamıştı. Flammarion aynı zamanda çok iyi bir astroloji araştırmacısıydı. Astronomi ile astrolojinin birbirinden asla ayrılamayacağını düşünürdü.
  Kardec’in
öldüğü 1869 yılında, psi araştırmaları tüm Avrupa’ya yayılmıştı. Aynı yıl Londra Diyalektik Derneği (London Dialectical Society) kırk çalışmalık bir dizinden oluşan bilimsel deneylere girişti. İki yıl sonra, 1871’de raporlarını yayınlayan dernek üyeleri, Gasparin ve Thury’ninkilere çok benzeyen sonuçlara vardılar:

“Bilinmeyen bir güç vardı ve bazen bir tür zeka tarafından yönetiliyordu.”

GÜNÜMÜZDE PARAPSİKOLOJİ

1850’li yıllarda kurumlaşmaya ve bir ekol olarak ortaya çıkmaya başlayan Psi araştırmaları ilk temellerini tamamen bilimsel metotlarla yapılan araştırmalara ve araştırıcılara borçludur. Bu araştırmalar günümüzde hemen hemen dünyanın her ülkesinde üniversitelerde, Psi laboratuarlarında, çeşitli kurum ve kuruluşlarda araştırılmaya devam ediliyor.
  Psi
araştırmalarının ikinci büyük dönüm noktası ise Kuzey Carolina’daki Duke
Üniversitesinde “Parapsikoloji” laboratuarının kurulması ile başlamıştır.

  Bilim ve Parapsikoloji
  Bilim Parapsikoloji adı altında, psişik ya da paranormal oluşumlara getirilecek açıklamaları en azından 1800’lerden beri araştırmaktadır. Bilim adamları için sorun, psişik yeteneğin doğasıyla kontrollü koşullarda ölçülmesinin zor oluşudur. Bir duyguyu veya rüyayı, bir örnek olarak nasıl sayabilirsiniz? Gelecekte olacak bir olayı bilme yeteneği nasıl açıklanabilir? Bu önceden biliş neden veya nereden yayılmaktadır? Bu durum, enerjinin doğası hakkında veya bizim dünyada var oluşumuz hakkında ne söylemektedir?
 
Bilim için özellikle ilginç alan, neden Psi’yi, (bilimsel deneylerde bazen bilinmeyen bir ölçümü tanımlamak için sembol olarak kullanılan Yunan alfabesinin 23.harfi) insanların bazılarının deneyimledikleri ve bazılarının deneyimleyemedik- leridir.
Bir dizi deney, insanların Psi ’ye yaklaşımlarının önemli bir faktör olduğunu önermektedir. New York’taki Şehir Kolejinden Getrude R. Schnmeidler, Psi ’ye inanan süjelerin Psi testlerinde iyi sonuç alırken şüpheci eğilimlilerin şans seviyesinin altına düştüklerini bulmuştur.

  Parapsikoloji psişik yeteneği şöyle tanımlamaktadır
  Duyular Dışı Algılama (DDA): DDA, parapsikolojinin babası Profesör J.B. Rhine tarafından, duyusal fonksiyonlar gibi görünen Psinin herhangi bir tezahürünü göstermek için tanıtılan genel bir terimdir. Diğer tanımlar ise şunları içerir; kahinlik, kehanet, cam küre okuma, tele veya para-gnosis, ikinci görüş, paranormal biliş, paranormal bilgi aktarımı.            
 
DDA türleri - Bunlar aşağıdaki türden fenomenleri kapsamaktadırlar;
 
Telepati (uzaktan hissediş/algılama): Geçerli duyu kanalları kullanılır durumda değilken bir kişi tarafından fark  edilen bilginin başka bir kişi tarafından alınması
 
Duru görü
(açık görüş): Geçerli duyu kanalları kullanılır durumda değilken kişinin  çevre hakkında bilgi alır gibi görüntüler görmesi
 
Prekognisyon
(önceden biliş): Gelecekte olacak bir olay hakkında sonuç çıkarılamayacak bir bilgiyi herhangi bir şekilde almak
 
Psikokinezi
(PK): Psikokinezi veya zihin hareketi, Profesör Rhine tarafından bir kişinin sadece isteyerek çevresini etkileyebildiği Psi fenomenini açıklamak üzere ortaya atılmış bir terimdir. DDA duyusal fonksiyonlar olarak kabul edilirken, PK motor fonksiyonların Psi karşılığıdır. PK genel olarak iki kategoriye ayrılmıştır:
 
Mikro PK: Ortada bir olayın olduğunu belirlemek için araçlara veya istatistik analizlere gerek duyulan olaylardır (mikro elektronik aygıtlar üzerindeki etki gibi)
 
Makro PK: Basit, çıplak gözle gözlemin ortada fiziksel bir etki olduğunu önerdiği olaylar

  Ülkemizdeki durum
  Ünlü Fox ailesi ile başlayan Psi fenomenler dizisi çok kısa bir zaman aralığı içinde Üniversite kürsülerine kadar uzandı ve dünyanın pek çok ülkesinde kurulan Parapsikoloji Üniversiteleri tarafından tamamen bilimsel metotlarla araştırılmaya, denenmeye, incelenmeye başlandı.
  Ülkemizde ise maalesef insanın beş duyusunun dışına taşan
Psi yetenekleri ile ilgili hiçbir resmi kurum ve kuruluş olmadığından, özel üniversitelerimiz dahi bünyelerinde bir Psi enstitüsü ya da laboratuarı açmayı önemli bulmadıklarından, Psi yeteneği doğuştan var olan binlerce beklide milyonlarca insan ya şarlatanların eline düşmekte ya da kulaktan dolma bilgilerle bu yetenekleri ile baş etmeyi öğrenmektedirler.
  Bilimin ışığına kavuşmamış her konu gibi bu hassas ve insanı çok yakından ilgilendiren konuda zaman zaman psi yetenekleri yüzünden bazı insanlara hasta muamelesi yapılmasına neden olmakta ve onlar için psikolojik hasarlar oluşturmaktadır.
  Oysa ki, güneşin doğması, yağmurun yağması, bitkinin çiçek açması, ağacın meyve vermesi kadar doğal olan bu yönümüzün bize günlük yaşamda pek çok getirisi de vardır. Tabii ki doğru değerlendirirlerse

   Bilim adamlarımızın ve Üniversitelerimizin en kısa zamanda bu ciddi ve acil durum için önlem alacakları varsayımıyla psi yeteneklerinin de hak ettiği alanlarda incelenmesini, araştırılmasını, geliştirilmesini diliyoruz. Şarlatanlığın en sağlam karşıtı bilimdir. Bilimin bazen soğuk gibi gelen rüzgarları önce insanı üşütse de sonra varlığına bir keskinlik ve esenlik kazandırır. 

ULUSLARARASI METAPSİŞİK ENSTİTÜSÜ KURULUYOR

Sanayici Jean Meyer, 1919 yılında, Uluslar arası Metapsişik Enstitüsü’nü (Institute Metapsychique International) kurmuş, ilk Başkan, Dr. Charles Richet olmuştu. Daha sonraki yıllarda ise enstitü Başkanlığı’na Dr. Gustave Geley (1856-1924) ve Dr. Eugene Osty getirildi.

  Geley ile Richet, her türlü sahtekarlık ihtimalini ortadan kaldırarak ve yürüttükleri karmaşık deneyleri başarıyla uygulayarak, Polonyalı ünlü fizik süje M.Franek Kluski’yi (1874-1944) incelediler. Richet bu çalışmaların sonuçlarını “Metapsişik Kitabı” (Traite metapsychique) adlı dev yapıtında açıkladı ve materyalizasyon fenomenini bilimsel olarak kanıtlamış olduğunu belirtti.

  Gustave Geley ve Araştırmaları 
  
Gustave
Geley, “Şuurdışından Şuura” (De l’inconscient au conscient, Paris,1919), “Ektoplazma ve Duru görü” (L’Ectoplasmie et Clairvoyance) adlı eserlerinde, psi çalışmalarını ve görüşlerini ortaya koydu. Almanya’daki araştırmalarda Prof. Zollner (1834-1882) ile Baron Albert Von Schrenck-Notzing başta gelmekteydi.  
  1950’lerde ise Dr. Willy Garlof, Avrupa’nın en son büyük materyalizasyon süjesi olan Danimarkalı Einer Nielsen ile araştırmalar yürüttü ve bunları “Kopenhag’ın Fantomları” (Die Phantome Von Kopenhagen) adlı eserinde yayınladı.

  İtalya’da Palladino gibi olağanüstü süjeler ortaya çıkmış ve  Prof. Lombroso, Prof Morselli ve Prof. Bozzano, psişik fenomenlerin ölüm ötesi yaşamın mevcudiyetini belirleyen gerçekler olduklarını beyan etmişlerdir.
  Sovyet’lerde ise en önde gelen isim,
Alexander Aksakof  (1832-1903) olmuştur. Polonya’da ise, ünlü psikolog Julian Ochorowicz, önce ipnotik olaylarla ilgilendi. 1882 yılında bu çalışmalarını bir araya getiren “Zihinsel Telkin” (La Suggestion Mentale) adlı deneysel eserini yayınladı.

  Roma ve Varşova’da Eusapia Palladino’nun çalışmalarına katıldı. Bu sujenin meydana getirdiği uzaktan eşya hareketlerini (telekinezi) açıklamak için “Katı Işınlar” hipotezini ortaya koydu ve bazı aletlerle bu hipotezi gerçekleştirmeye çalıştı.
  “Katı Işınlar”
hipotezi gerçek bir gözlem sonucunda ortaya çıktı. Bu psişik olayda, süjenin ellerinden ince iplik gibi çıkan ve engel karşısında “Sapma” gösteren süptil ışınların fırladığı tespit edildi. Bu hipotez, telekinezi olaylarının açıklanmasında, fiziksel yorumlama yönünden önemli bir katkıda bulundu. Julian Ochorowicz’in ve diğer bazı yetenekli süjelerle birlikte yaptıkları deneyler çok ünlüdür.

  Ayrıca Psi ile ilgili konuları ciddi bir biçimde araştıran, inceleyen ve bu konuda pek çok eser veren ünlü ruhsal araştırmacılar Gabriele Delanne ve Leon Denis’i de unutmamak gerekir.

ARAŞTIRMALAR SÜRÜYOR

S.P.R’nin kurucularından olan Sir Oliver Lodge, elektrik konusunda ve özellikle iyonlar hakkındaki teorileri ile ün kazanmış büyük bir İngiliz fizikçisiydi.
  Sir
Lodge, daha sonra İtalya’ya giderek F.W.H Myers ve Fransız fizyolog
Dr.Charles Richet (1850-1935) ile birlikte, ünlü ‘fizik medium Bn. Eusapia Palladino’yu (1854-1918) da  incelemişti. Lodge’a göre, bilimsel ve psişik araştırmalar, insanlık olgusu hakkında bilgi edinmek üzere yürütülen araştırmaların birbirini tamamlayan parçalarıydı ve bunları ayırmak gerekirdi.  

Eusapia Palladino ile yapılan telekinezik psi araştırmaları

  Sir Oliver Lodge, fizik maddenin gerçekte ‘madde ötesi bir tamamlayıcı unsur’ tarafından biçimlendirildiğini, kontrol edildiğini ve düzenlendiğini öne süren ilk bilim adamlarından biriydi.
  Paris Üniversitesi fizyoloji profesörü
Charles Richet, Sabatier, Manyetizm-İpnotizm konusunda uzun yıllar araştırmalar yapan Aiglun Kontu Albay de Rochas, Ruh Fotoğrafçılığı konusunda çeşitli buluşları ve araştırmaları olan Guillaume de Fontanay ve Darget, ünlü Dr. Gibier ve Butterev, 1888’de Donald Mac-Nab, 1891 Pelletiev, 1895’de Dr. Paul Joir, ünlü felsefe profesörü Emil Boirac Psi fenomenlerde hileleri ortaya çıkarmak için büyük uğraşlar veren Harry Price, ayrıca Dariex De Gramont, J.Maxwel tamamen bilimsel metotlarla Psi konularını her yönden incelediler ve araştırdılar.

Charles Richet ve Psi araştırmaları        

 Eski bir asker olan Guillaume de Fontenay 1896 yıllarına doğru, Psi olaylarıyla ilgilendi.1898 yılında Eusapia Palladino ile yaptığı deneyleri, bir eser halinde yayınladı. Bu eserde levitasyon olaylarına ait oldukça ilginç resimler vardır.
 Fotoğrafların daha iyi çekilebilmesi için
Baraduc, Darget ve Ochorowicz gibi ünlü araştırmacılar banyo sırasında yapılan yanlışları ve hileleri önlemek için çok yararlı çalışmalarda bulundular.

                                             

  Ünlü felsefe profesörü Emil Boirac (1851-1917) Psi olgusuyla uğraşmaya başlamadan önce akademi müfettişliği yaptı. Daha sonraları, Grenoble ve Dijon Akademilerine rektör oldu. Psikoloji, felsefe ve çocuk eğitimi hakkında değerli eserler verdi. Manyetizm, ipnotizma konularında da ciddi araştırmalar yaptı.
  Bir İngiliz mühendisi olan
Harry Price (1881-1948) psi araştırmalarının ve deneylerinin ‘hileye uygun’ yönlerini inceledi ve bu hileleri ortaya çıkarmak için yararlı aletler üretti. Uzun yıllar süren araştırmaları sırasında ancak tek bir hilekar denekle karşılaştı. Ve tüm hilelerini ortaya çıkarttı.


  1923 yılında Stella C. İle yaptığı bir seri deneyle; telekinezi ve ektoplazma fenomenlerinin gerçekliğini bilimsel verilerle ortaya koydu. 1925 yılında Londra’da yayınladığı eseriyle bu deneylerinin bütün zabıtlarını bilim çevresine incelenmek üzere sundu. Daha sonraları ise oğlu Marcel ile birlikte, ünlü Avusturyalı Medyom
Rudi Schneider’le çalıştı. Bu çalışmalarının sonuçlarını da 1930’da Rudi Schneider, Ascientific examination of his medumship adlı kitabında yayınladı.

  Harry
Price 1920 yılında İngiliz Psişik Araştırmalar Derneğine katıldı. Daha sonraları da kendisinin idareciliğini yaptığı Milli Psişik Araştırmalar Laboratuarını kurarak çalışmalarını laboratuar çalışmaları şekline çevirdi.

S.P.R  KURULUYOR

 Dünya üzerindeki ilk Psi Araştırmalar Kurumu S.P.R ’dir. Kuruluncaya kadar kısaca aktarmaya çalıştığımız 30-40 yıllık bir hazırlık döneminin yaşanmış olması da son derece doğaldır.
  O dönemde, Darwin ’in
rakibi İngiliz Antropoloji Derneği başkanı ünlü doğa bilimcisi "Russel Wallace" Psi araştırmaları için şunları söylüyordu. “Ben tam manası ile inanmış bir materyalist idim, pisiye ait en ufak bir düşüncem dahi yoktu. Fakat olgular ısrarla bana geldiler, peşimi bırakmadılar. Psi fenomenleri diğer bütün bilimlerin olguları kadar müspettir.”
  1870 yıllarında  manyetizm ve psişizmle ilgili olarak La Maison Durville isimli tesisi kuran
"Hector Durville" Baron du Potet ’nin manyetik çalışmalarını kendine rehber edinerek çok üstün yetenekli bir manyetizör olmuştur. Psi fenomenleri, araştırıcıları tarafından bağımsız olarak incelenirken, her alanda olduğu gibi, bu konuda da bir örgütlenme, bu olayları derli toplu olarak bir arada ve bir merkez çevresinde inceleme ihtiyacı doğuyordu.

 12 Eylül 1876’da Dublin'li fizik Profesörü "Sir William Barret" İngiltere’de ‘Bilimi İlerletme Derneği’ üyelerine bir konferans verdi. Konu, hipnoz sırasında düşüncelerin ve duyguların aktarılması idi. Ve birkaç deney de yaptı. Barret ’in amacı bu konuları araştırmak için bir komite kurulması hakkında işbirliği yaratmaktı. Konferans sonunda kimse bu fikre karşı çıkmadı ama nedense böyle bir komite kurulmadı.

  Sir William Barret özellikle materyalizasyon fenomenleri ile çok yakından ilgileniyordu ve bu fenomenlerin gerçek dışı olduklarını iddia eden bilim adamlarına şöyle yanıt veriyordu;
 
"Psi fenomenlerinin hiçbiri, bilime aykırı değildir. Bunu ispatlamak için en olağanüstü olgulardan birini, örneğin materyalizasyonu ele alalım. Önce görünmeden oluşan sonra aynen canlı bir insan gibi, bütün organları ve aklı ile bir varlığa dönüşen, canlılarla konuşan, aramızda dolaşmadan ibaret gözüken bu olgu, gerçekte garip,inanılmaz bir şeydir!
Daha garibi de psişik süjenin, ayna anda, bu maddeleşmiş psinin yanında, bedeninden hiçbir şey kaybetmeden bulunmasıdır!
Psi ’nin insan şekline dönüşmesi ne kadar duyulmamış bir olgu olursa olsun, anlamsız ve boş addedilemez, pozitif bilimlere de aykırı düşmez; Psi ’nin insan şeklinde görünemeyeceğini hangi bilimsel deney ispat edebilir ki?“

Materyalizasyon: Telekinezik yani fiziksel Psi araştırmalarında psişik süjeden ektoplazmik maddenin görünmez halden çıkıp beş duyuya hitap eder tarzda maddeleşmesi,demateryalizasyon ise oluşan buharımsı ektoplazmik maddenin beş duyunun gözleyebileceği halden çıkmasıdır. Psikokinetik ya da diğer adıyla Telekinezik Psi araştırmaları için fizik Psi mediumları gerekir. Psi araştırmalarının başladığı 1850’li yıllarda hemen hemen tüm süjeler psikokinezik özellikler taşıyordu. Beş duyuya hitap eden bu görünümlerin araştırmacıların ve bilim adamın işini kolaylaştırdığı ise tartışılmaz bir gerçektir. Kendine has bir tür laboratuar şartlarına zemin hazırlamıştır.

 Ektoplazma: Fizik Psi süjesi yani Telekinezik ya da psikokinetik yetenekleri olan süjeden çıkan macunumsu, buharımsı, bazen de hiç görünmeden kendini gerçekleştiren fizikoşimik ve antropomorfik seyyal maddeler topluluğudur. Beyaz, kirli beyaz, kurşuni bazen de kırmızı renkte olan katı macunumsu tarzda ortaya çıkan bu maddenin Süje ile arasında çok sıkı bağ vardır. Hassasiyet taşır ve etkendir. Bedenden çıktıktan sonra hemen organize hale gelir. Ektoplazmanın kimyasal analizi yapılmıştır. Albümine benzer bir maddedir. Yağ zerreleri vardır. İnsanda bulunan hücrelerden oluşmuştur. İçinde çokça lökosit vardır. Daha ziyade lenf sıvısını andırır. Su miktarı yarı yarıyadır. İçinde albümin ile kükürt vardır. Süjenin ve Psi gücünün etkisi ile türlü şekiller alabilir.

(Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü- E.Arıkdal- RM Yayınları)

S.P.R. AMERİKA’DA (A.S.P.R)

 Sadece yirmi yıl gibi dar bir zaman kesiti içinde S.P.R hayran olunacak değerde, çok yanlı öncü bir hizmet verdi. 1885’de Amerika’da şubesi kuruldu. Kısa adıyla ASPR olarak tanındı.
 Amerika’da kurulan bu ilk derneğin kurucusu ünlü Psikolog Prof William James’dir.(1842-1910) Fakat 1887 yılında ASPR mali güçlükler nedeniyle Londra’daki merkezle birleşerek onun şubesi oldu ve Sir Oliver Lodge’un öğrencisi Richard Hodgson ASPR’nin başına geçti

  1905 yılında onun ölümüyle ASPR Londra’nın şubesi olmaktan çıkıp, araştırmalara yalnız devam etti. Ve bir süre sonra Amerika’da Psi Fenomenlerinin öncülüğünü yapmaya başladı.

  Parapsikolojinin babası sayılan Prof. Rhine Psi araştırmalarını üniversiteye taşıyıp orada bir enstitü kurulmasına kadar ASPR’nin araştırmalar açısından Psi olgusuna çok büyük desteği oldu. Kurum hala tüm ciddiyetiyle kendi araştırmalarını sürdürüyor. Giderek Parapsikoloji araştırmalarının önderliğini yapacak olan S.P.R’nin ilk yıllarında, ağırlık Psi konusunda deneysel çalışmalara verilmişti. S.P.R.’nin yetkili kişilerinden ve İngiltere’nin önde gelen Psi araştırmacılarından Bn. K.M. Goldney, Psi araştırmacılarının ve Spiritüalist’lerin haklarındaki iddialara karşı en iyi kanıtların, S.P.R.’nin yayınlamış olduğu Proceedings dergilerinin tutanaklarında bulunabileceklerini ileri sürmekte ve ilgilileri araştırmaya davet etmektedir.

Ünlü psikolog Prof. William James (1842-1910) 1885 yılında Amerika’da olağanüstü bir ‘medium’ olan Bn. Leonara E.Piper (1857-1950) ile karşılaşmıştı. Dört yıl sonra Bn.Piper İngiltere’ye geldiğinde, Prof William James, fizikçi Sir Oliver Lodge (1851-1940) Hodgson tarafından ayrıntılı olarak incelendi.Üçü de S.P.R. üyesi olan bu bilim adamları, derneğin Proceedings dergilerinde, Bn. Piper hakkında 450 sayfayı aşan raporlar yayınladılar.

Bn. Piper, sırasıyla, önce 1887-1889 yılları arasında Amerikan Psişik Araştırma Derneği(A.S.P.R. American Society for Psychical), sonra 1889-1890 yıllarında S.P.R. ve 1890-1897 arasında A.S.P.R tarafından incelendi.

BİLİMSEL DÖNEM

19 .Yüzyıl, bilimde bir patlamanın başlangıcı olan, Psi fenomenlerinin bilimsel olarak incelendiği, araştırıldığı, ispat edildiği yeni metotlu araştırmaların yapıldığı bir yüzyıldı. İtiraf etmeliyiz ki, 21.YY’ da teknolojik araç-gereç ve araştırma-buluş açısından pek çok yeniliği keşfediyoruz ama insanın beş duyusunun dışına taşan Psi yetenekleri ve bu yeteneklerin bilimsel metotlarla insan sağlığı ve iyiliği için kullanım alanına sokulması konusunda ilk başlangıçtaki bilimsel kararlığı, cesareti ve dengeyi kaybettik. Şarlatanların ya da rant peşinde koşanların rahatlıkla cirit attığı bir olgu haline geldi, Psi olgusu… Yeniden başa mı dönmek gerek diye düşünüyor bazı değerli bilim adamları? İlk günlerin vakarını, ciddiyetini, asaletini geri getirmek için!…

  Bu dönemde Psi Araştırmalarıyla ilgilenen Fizyolog Prof. Charles Richet, Psikiyatri profesörü ve kriminalist Cesar Lombroso, Fizik ve Kimya bilgini Nobel Ödüllü Sir William Crookes, Doğa Bilimcisi Russel Wallace, Fizikçi Sir Oliver Lodge, Cambridge Üniversitesi Profesörü Frederic Myers gibi ünlü bilim adamları vardı. Hepsi önceleri, sadece bilimsel araştırma yapmak ve yapılan tüm sahtekarlıkları ortaya çıkarmak için Psi fenomenleri ve süjeleriyle ilgilendilerse de araştırmalarının sonlarına doğru kendilerini bu konularda kitap yazar ya da konferanslar verir, halka açık konuşmalar yapar buldular ve beyanlarını, bulgularını açıklamaktan korkmadılar.

Araştırmaların bu döneminde ortaya çıkan, Psi araştırma tarihinin en önemli kişilerinden biri olan ünlü İngiliz bilim adamı Sir William Crookes (1832-1919) da, diğer bilim adamı arkadaşları gibi yıllarca Psi ile ilgili konularda yapılabilecek hileleri araştırdı. İlk başlarda amacı telekinezi ve materyalizasyon çalışmalarının hilelerini bularak medyumların sahtekarlığını ortaya çıkarabilmekti. Yüzyılının en büyük fizik ve kimyacılarından biri olan Sir William Crookes, 1861 yılında Thallium’u keşfetti. Ayrıca Crookes ve radyometre tüplerinin de mucididir.

  Ünlü bilim adamı 1869 yılında İngiltere’nin ilk profesyonel medium’ u olan Bn.Mary Marshall ile çalışmalarına başladı. Daha sonra J.J Morse’un aracılığıyla edindiği deneyimler merakını uyandırdı ve Mayıs 1871’de araştırmalarını derinleştirmeye karar verdi.
 
Bu dönemde yine ünlü mediumFlorence Cook’la çalıştı ve Katie King adlı bir fantomun materyalize olduğu araştırmaların gerçekleşmesine şahit oldu. Bir bilim adamı olarak bu çalışmalar sırasında hile olmaması için gereken bütün önlemlerin alınmasını sağladıktan sonra kendisi de inandı.
 
Daniel Douglas Home adlı yine çok yetenekli bir Süje ile ciddi deneylerde bulundu. Ve deneylerden sonra kitap yazmaya karar verdi. Spiritizmin Fenomenleri üzerine araştırmalar’ adlı eseri bu araştırmalarına ithaf edilmişti. Hem bilim dünyasına hem Psi araştırmalarına çok büyük hizmetler veren bu ünlü bilim adamı 1897 yılında Sir ünvanı ile asalet payesine layık görüldü.

Crookes, 1898 yılında İngiliz Bilim Geliştirme Kurumu’nun (British Association For The Advancement Of Science) Başkanı olarak seçildiğinde şöyle diyordu: “Hakikatine inanmış olduğum Psi fenomenler hakkında şahadet etmemek ahlaki bir alçaklık olur. Ben bu olayların mümkün olabileceğini söylemiyorum. Bu olaylar vardır diyorum… geriye alacak hiçbir sözüm yok. Halihazırda yayınlanmış olan beyanlarımdan vazgeçmiyorum. Aslında onlara çok daha fazlasını söyleyebilirim.” 

Spiritüalizmin Tarihçesi

SPİRİTÜALİZM

Terim, Latince "ruh" anlamına gelen "spiritus" sözcüğünün sıfatı "spiritualis" sözcüğünden türetilmiş olup, iki ayrı  anlamda kullanılmaktadır.

  Felsefi Spiritüalizm
 Ruh ya da
"can"ın maddeden ayrı bir cevher olarak varlığını kabul eden bütün mezhep, öğreti, akım, yol ve inanç sistemlerini kapsayan genel addır. Maddeciliğin karşıtıdır. Spiritüalist görüşlerin hepsi de ruhun varlığını kabul ederler. Felsefi Spiritüalizm kozmoloji (evrenbilim), ontoloji (varlıkbilim) ve etikle (ahlak) ilgilenir.

  Deneysel Spiritüalizm
  Deneysel spiritüalizmi, Türkiye’deki Neo-spiritüalizmin kurucusu Dr. Bedri Ruhselman şöyle tanımlamaktadır:
"Süptil doğa olaylarının ve insan ruhunun şimdiye kadar dokunulmamış taraflarını kurcalayan ve dünya kuruldu kurulalı insanlara ilham, aydınlatma ve açıklama yollarıyla gelmiş bir sürü ilahi (tebligatı) açık bir şekilde ve bugünkü insan zekasının ve bilimsel anlayışının kavrayıp kabullenebileceği tarzda objektif ve sübjektif yollardan ve deney yolu ile anlamlandıran ve değerlendiren müspet bir bilim, felsefe ve ahlak yoludur."
  Deneysel spiritüalizm araştırmaları ise şöyle tanımlanmaktadır. Deneysel spiritüalizm, ruhsal fenomeni deneysel olarak ve sorgulayarak inceleyen, sınıflandıran, ruhlarla iletişimin var olduğu gerçeğini deneysel olarak gösteren ruhçuluk olup, ruhların bildirdiği hakikatler ışığında varlık, evren ve Tanrı hakkında bilgilendirici açıklamada bulunur. Deneysel spiritüalizm, diğer bütün doğa bilimlerini kapsamı içine alır. Deneysel spiritüalizmdeki "tekrar bedenlenme" anlayışı Hint mistisizmindeki tenasüh inanışı ile bir değildir; çünkü, deneysel spiritüalizm, ruhun tekamülünde insan bedeninden hayvan bedenine göçme gibi gerilemelerin olabileceğini kabul etmez.

                     Deneysel Spiritüalizmin İnceleme Alanları ve Duyular Dışı Algılama
  Deneysel Spiritüalizm ya da daha öz Türkçe adıyla Deneysel Ruhçuluk esas itibariyle bir araştırma, inceleme ve gözlemleme bilimidir. Araştırmalarında, olaydan yani sonuçtan sebebe doğru uzanması da bir metot olarak deneyselliğinin en iyi göstergelerinden biridir. Bir bilim dalı olarak deneysel araştırmalardan parapsikolojiye uzanan tarihsel süreci boyunca temelinde var olan bilimsellik asla göz ardı edilemez.
  Deneysel Ruhçuluk felsefi olarak kozmoloji (evrenbilim), ontoloji (varlıkbilim) ve etikle (ahlak) ilgilenir. Bilimsel ve deneysel yönüyle de; trans ve medyomluğun her çeşidini, parapsikoloji, ipnoz, telkin ve manyetizm gibi konuları içerir. Parapsikolojik çalışmalar, Duyular Dışı algılamalarla ilgilidir. Bu araştırmalara, telepati, durugörü, prekognisyon ve psikokinezinin dışında, psikometri, teleportasyon, radyestezi, dedublüman, ekminezi, şifacılık gibi daha pek çok psişik çalışma dahildir.

  Deneysel Ruhçulukta parapsikolojinin ve olağanüstü olayların yorum ve araştırması önemlidir. Zira bunlar insanın, aslında büyük kudretlere sahip bir ruh varlığı olduğunu, ölümden sonra şuurluluğun devam ettiğini anlamaya yarar. Çeşitli zamanlarda, dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli araştırmacılar tarafından ruhsal fenomenlerle ilgili olarak yapılan deneysel çalışmalar daima birbirini doğrulamış ve desteklemiştir. Pek çok ülkenin üniversitelerinde kurulan kürsülerde, çeşitli dernek, enstitü ve vakıflarda yapılan ruhsal araştırmalar ve deneyler de bilimsel bir anlayışla sürdürülmektedir. Birçok ciddi bilim adamı, ruhçuluğun deneysel yanını şiddetle reddederken, ruhsal fenomenleri gözlemledikten sonra tekrar eden deney ve gözlem sonuçları karşısında, ateşli bir savunucu olmuşlardır. Deneylere dayanan ruhçuluk evrensel bir niteliğe sahiptir. Evrenselliği kapsadığı bilgi ve prensiplerin ilkesel birliğinden oluşur. Bu geniş yelpazede her görüş kendine bir yer bulabilir, her soruya yanıt bulunabilir. Tüm dünya üzerinde, deneysel araştırmalarla ruhsallığın iç içe geçerek incelendiği bu metodoloji, özünde iki ana temel unsuru barındırır. Bunlardan birincisi,
'yaşamakta olan varlığın amacı nedir' sorusuna yanıt aramak; ikincisi ise,' beden ötesi ya da ölüm sonrası yaşamın şartlarını' araştırmak ve bunların nelerden ibaret olduğunu saptamaya çalışmaktır. Deneysel ruhçuluk bir inanç sistemi değil bir bilgi sistemidir. İnanç sübjektiftir; kişiden kişiye, toplumdan topluma, devirden devire değişir.

  Her ekolün kendine ait bir tarihçesi vardır. Her ne kadar Ruhçuluğun başlangıcı insanlık tarihi kadar eski ise de kurumlaşması 1850'lere rastlar. Tarih boyunca yaşayanlarla ruhsal dünyalar arasında bir iletişim olabileceği hep bilinmiştir. Mitolojilerde, efsanelerde ve dinsel inançlarda bu konuya ait sayısız örnek de vardır ama New York eyaletinin Hydesville kasabasında yaşayan Fox Ailesi, yaşayanlarla ruhsal dünya arasında özel metotlarla ikili bir iletişim yapılacağını ispatlayan ilk ailedir. Fox kardeşlerin başından geçen hayli ilginç olaylar konuyla ilgilenen birçok bilim adamı ve uzman tarafından ölüm ötesinde başka bir yaşamın olduğuna dair bir kanıt olarak kabul edildi. Böylece Fox ailesi bugün dünya üzerinde milyonlarca hatta milyarlarca kişinin benimsediği Ruhçuluğun ilk temellerini atmış oldular.

KLASİK SPİRİTÜALİZM VE ALAN KARDEC

Fox ailesinin başına gelenlerle tüm dünya gündemini ilgilendirmeye başlayan bu ruhsal akımın belli bir süre sonra sistematize edilmesi ve genel hatlarının çizilmesi gerekecekti bu görevi de Alan Kardec yüklendi, uzun yıllar süren yorucu çalışmaları ile reenkarnasyonu yani yeniden doğuş ilkesini kabul eden klasik ruhçuluğu ilk kez Alan Kardec, Fransa'da, sistemli bir hale getirmiştir. Kimi ülkelerde spiritizm, kimi ülkelerde deneysel spiritüalizm, Latin Amerika ülkelerinde ise "Kardesizm" adı altında gelişmişse de, bu ruhçuluk, dünya spiritüalizm tarihi içinde bir ilke imza atmış ve ilkeleri açısından hep aynı kalmıştır.
  Allan Kardec ile sistematize edilmeye başlanan Spiritüalizm günümüzde
"klasik spiritüalizm" olarak adlandırılma durumundadır. Çünkü ruhçuluğa son şeklini bizim ülkemizde Dr. Bedri Ruhselman kazandırmış ve geliştirdiği deneysel ruhçuluğa, Neo-Spiritüalizm adını vermiştir. Kimi yazarların "modern spiritüalizm" adıyla söz ettikleri ruhçuluk, Ruhselman'ın kurduğu neo-spiritüalizm değil, Batı'daki spiritüalizmin bugünkü durumudur.
   Öte yandan, günümüzde İngiltere'de ve özellikle Kuzey Amerika'da oluşan bazı kurum ve topluluklar, kendilerine
"spiritüalist" adını vermişlerse de, görüşleri ve ilkeleri bakımından "deneysel spiritüalizm" kapsamında ele alınmazlar. Çünkü bu kurum ve toplulukların benimsediği ruhçuluk, Hıristiyanlık inanışlarını esas alır ve reenkarnasyonun bir yasa olduğunu kabul etmez.
   Kardesizm adını kullanan, özellikle Latin Amerika'da bulunan kurum ve toplulukların bir kısmı da, reenkarnasyonu kabul etmekle birlikte, Alan Kardec'ten aldıkları ruhçuluğu, büyü ve batıl inançlarla bağdaştırarak dinsel bir havaya sokmuşlardır.

  Spiritizm, deneysel spiritüalizm ya da sade bir biçimde, spiritüalizm denilen, Kardec'in sistemli hale getirdiği klasik spiritüalizmin belli başlı ilkeleri şöyle özetlenebilir:

 

- Allah vardır, tektir, Yaratan'dır.
- İnsan üç kısımdan oluşur: Ruh, perispri ve beden. Perispri, ruh ve beden arasında irtibatı sağlar, yarı-maddi bir yapısı vardır.
- Can, ölüm olayı ile bedeni terk ettiğinde "ruhlar alemi"nde doğar. Dünyadayken yaptığı iyilik ve kötülükler orada, hafızasında canlanır. Bir süre sonra, dünyada tekrar bedenlenir. Sınavlar geçireceği dünyada defalarca doğmanın amacı tekamül etmektir. Fakat insan ruhu hiçbir zaman hayvan bedeninde doğmaz. Tekamülde gerileme söz konusu değildir.
- Bütün ruhlar eşit yaratılmıştır. Fakat tekamül dereceleri aynı olmadığından aralarında, tekamül farklarından kaynaklanan bir ruhsal hiyerarşi vardır.
-  Ruhlar yalnız Dünya'da değil, evrenin diğer gezegenlerinde de bedenlenirler
- Ruhlar alemindeki bedensiz varlıklar, dünyadaki bedenlilerle maddi ve manevi etkileşim içindedir. Ayrıca medyumlar aracılığı ile, onlarla sesli veya yazılı iletişim kurulabilir

  Kaliteli, ciddi ruhsal irtibat seanslarında tekamül düzeyi yüksek ruhlarla, sıradan (nefsani, gelecekle ilgili) soruların sorulduğu seanslarda ise tekamül düzeyi geri ruhlarla irtibat kurulur. Bu geri düzeyli ruhlar, yalan söyler, kötü şakalar yapar, insanları hataya sürüklemeye çalışır ve seanstakileri etki altına almak için genellikle ünlü kişilerin isimlerini kullanırlar.
  Spiritüalist görüşü diğer görüşlerden ayıran en önemli noktalardan biri reenkarnasyonun kabulüdür. Reenkarnasyonun bir yasa olarak kabulü spiritüalizmle ortaya çıkmış yeni bir görüş değildir; insanlık tarihinin uzak geçmişinden günümüze dek süregelmiş bir görüştür.
   Eski Yunan (Platon, Pisagor vb.) Mısır ve Hint uygarlıklarında değişik biçimlerde rastlanan reenkarnasyon inanışına,
"insanlığın bilinmeyen tarihi"ni inceleyen kimi araştırmacılara göre Mu ve Atlantis Uygarlıklarında da rastlanmaktadır. Mistisizmde, sufilikte, çeşitli kült ve dinlerde değişik biçimler altında çağımıza dek süregelmiş bu inanış, sonunda, spiritüalizm sayesinde bilimsel ve deneysel kimliğini kazanmış bulunmaktadır. Dünya Spiritüalizm literatüründe araştırmaları ile bilgi ağının gelişimine katkıda bulunmuş Gustave Geley,Charles Richet, Leon Denis gibi klasik ruhçuluğun öncü kişilerinin yazdığı ciddi eserleri de göz ardı etmemek gerekir.

Ülkemizde Dr Bedri Ruhselman’ın bir ömür süren araştırmalarıyla kurumlaşan yayın organına ve bir kuruma sahip olan Deneysel Ruhçuluğun çağımızda yeniden ortaya çıkışı, bu küllenmiş ateşin yeniden tutuşması; elbette nedensiz değildir, manevi yönden büyük bir boşluk içinde olan çağımız insanı dünyanın dört bir yanında kurulan ruhsal irtibatlar ve alınan tebliğler sayesinde kendini yenileme ve bakış açılarını esnetme imkanı bulmakta, kendi inancı ne ise ona sahip çıkma fırsatını yakalamaktadır. İnanç sahibi olmakla inancına sahip çıkmak ve onu yaşamak iki ayrı şeydir ve ciddi uygulama ister.

   Spiritüalizmin gelişmesi ile de bu tebliğlerin derlenmesi ve ruhsal fenomenlerin bilimsel kuruluşlar tarafından incelenmesi ve deneye tabi tutulmasıyla, Parapsikoloji bölümümüzde detayları ile anlattığımız bilimsel süreç başlatılmış ve üniversitelerde, enstitülerde incelenerek günümüz Parapsikoloji biliminin gelişimine katkıda bulunmuştur. Yani günümüz bilimi psişik yetenekleri olan insanlara beş duyunun dışına taşan fenomenler yaşadıkları için hasta muamelesi yapmamaktadır.
   Günümüz insanının, kendini ve yaşamı bir bütün halinde kavramasını sağlayacak olan bu metodoloji; ruhsallık ile bilimi birleştiren bir sistematiktir.

TÜRKİYE'DE YENİ RUHÇULUK / NEO-SPİRİTÜALİZM

21. Yüzyılın bu ilk günleri ile beraber iki önemli yıldönümünü de birlikte yaşıyoruz. Bunlardan biri kurulduğu günden bu yana hiç durmadan, bıkmadan, usanmadan varlıklara ışık saçan bir merkez, bir bilgi odağı, bir okul olarak vazifesini sürdüren Metapsişik Tetkikler ve ilmi araştırmalar Derneği’nin 50.kuruluş yılı, diğeri de yayınlandığı ilk sayıdan bu yana yurdumuzdaki ruhsal aydınlanma ve bilgilendirme vazifesinin temel unsuru olan Ruh ve Madde Dergisi'nin 40. yayın yılıdır. Dile kolay... 50 yıl. Yarım asırlık bir vazife koşusudur bu. Nereden gelip nereye gitmektedir  bu koşu. İşte bunu anlamak, içinde bulunduğumuz yolu biraz daha yakından tanıyabilmek İçin bu sayımızda yurdumuzda ruhçuluğun, ruhsal düşünce yolunun temellerini atan Üstatların hayatını, Derneğin nasıl kurulduğunu, ilk yayınların nasıl başladığını, aslında 50 yıldan uzun bir zamandır yapılan çalışmaları kısacası belki de çoğu okuyucumuzun bilmediği tarihsel gelişimi sizlerle paylaşmak istedik.

  Organizasyonun su üstünde, bilinen tarihini derlemek-toparlamak ve değerli okurlarla paylaşmak bizim vazifemizdi. Bu organizasyonda vazife alan, hizmeti geçen aramızda şu an olsun veya olmasın, bedenli veya bedensiz herkese teşekkür ederiz. Hep birlikte organizasyonun tarihsel gelişmesine tanıklık edelim...

KURULMAKTA OLAN İLMİ NEO-SPİRİTÜALİZM SİSTEMİNE AİT BİRKAÇ SÖZ

 Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın 1953'de yayınlanan Ruh ve Kainat dergisinin Eylül sayısında, derginin birinci senesi dolayısıyla kaleme aldığı yazıyı değiştirmeden sunuyoruz. Yeni Ruhçuluğun (Neo-Spiritüalizm) kuruluşunu, Üstat Bedri Ruhselman'ın kendi kaleminden aktarıyoruz:“ Gelecek sayımızdan itibaren okuyucularımızı yepyeni bir istifade kaynağına yaklaştırmak imkan ve nasibine kavuşmuş bulunuyoruz. Neo-Spiritüalizma 'nın ilk basit esaslarını ve anahtarlarını bize ve en büyük ruh dostumuz Üstadın tebligatını bu sayfalarda neşretmeye başlayacağız. Bunu şimdiye kadar yapamayışımızın sebebi henüz bu işe hazırlıksız bulunduğumuz düşüncesiydi. Üstad, diğer Şarklı ve Garplı yabancı araştırıcıların irtibata geçtikleri varlıkların klasik tebligatını iyice mütalaa ettikten ve onların açıklamış oldukları bazı realiteleri hazmettikten sonra gene tatmin edilememiş olduğumuz noktaları o zamanımıza göre, yani bundan 17-18 sene evvelki düşüncelerimize göre, bizi tatmin eden tebliğler vermiş, ilk temasta bulunduğumuz yüksek bir varlıktır.

  Filhakika Üstad adıyla andığımız bu yüksek varlığın almış olduğumuz üstün kıymeti haiz tebligatının dünyada yeni bir realitenin ilk kapılarını açmaya bir hazırlık olduğunu, uzun zamanda kazanabildiğimiz görgü ve tecrübelerden sonra anladık. O bir başlangıçtı. O zamandan bu zamana kadar geçen müddet zarfında araya bir sürü diğer kıymetli ruh dostlarımızın tebligatı karıştı. Ve bunların her biri gene hazırlanmakta olan ve ilk kapısının anahtarı Üstad tarafından verilmiş bulunan büyük realitenin yavaş yavaş iptidai malzemelerini hazırlamak vazifesini gördüler. Bu vazifelerin verimli neticelerinden bir kısmını muhtelif isimlerde neşretmiş olduğumuz kitaplarla yayınlamayı biz de kendi üzerimize düşen bir vazife telakki ederek memleketimize ve bütün insanlığa karşı olan bu büyük borcumuzu ödemeye çalıştık. Fakat vazifemiz bitmedi ve borcumuzun en son ve en temelli kısımlarını henüz ödemedik. Zira biz de klasik bir Spiritüalizma görüşünden esas itibarıyla (Neo-Spiritüalizma) adı ile ayrılışı ifade etmiş olmakla beraber, bu ayrılığın vazıh (açık) ve esaslı hudutlarının tayinine medar (sebep) olabilecek berraklık içinde ana prensiplerimizi henüz kurabilecek bir tekamül merhalesini ikmal etmiş (tamamlamış) bulunmuyorduk. Bu yüzden, şimdiye kadar neşredilen kitaplarımız klasik spiritüalizmaya nazaran oldukça mühim yenilikleri ihtiva etmiş bulunmasına rağmen, birçok noktalarda sadece eski anlayış tarzına açık ve daha kolay anlaşılır bir tarzda izahlarını yapmış olmanın hududundan ileri gitmiş bulunmuyordu. Fakat mütemadi çalışmalarımız ve buna mukabil yukarılardan zamanla kıymetleri birbirine nazaran artarak gelen tebligatın yardımları bizi yepyeni ve en son anlamında bir Neo-Spiritüalizma sisteminin, asrımız için ancak anlaşılabilmesi mümkün en ileri realite ve materyallerini buldurmaya  sevk etti. İşte bu çalışmaların ve bu yardımların neticesiyledir ki dünyamızın bugünkü yüksek tekamül durumu ile mütenasip, şimdiye kadar hiçbir taraftan dünyamıza verilmemiş büyük hakikatlere ait ilham medyomlar aracılığı ile gene yüksek varlık planı tarafından hazırlandı ve esas itibarıyla kendi şahsi bilgileri pek de ileri olmayan ve bilhassa..bu mevzularda sıfır derecesine yakın bulunan bu yeni hazırlanmış medyom dostlarımız vasıtasıyla büyük ve yepyeni hakikatleri ihtiva eden tebligat verilmeye başlandı. Bu tebligatın sayısı mahdut (sınırlı) olacaktır. Ve son gerçek realiteyi dünyamızdaki vazifelilere vermek gayesine matuf olarak tertiplemiş bulunmaktadır. İşte biz de bu işi artık bu dünya hayatımızın en ileri bir faaliyeti olarak bugün idrak etmiş bulunuyor ve 1936'da başlanmış bir (Neo-Spiritüalizma) realitesinin Üstad tarafından verilen anahtarları ile açılmış kapılarının büyük bir devresinin ve o devre içindeki son vazifelerimizin manasını şimdi daha iyi kavramış bulunuyoruz. Bu kavrayış liyakatine ancak Üstad zamanından bu son aylara gelinceye kadar, kıymetli ruh dostlarımızın yardımlarıyla süren bir hazırlık, bir araştırıcılık devresinden sonra erişmiş bulunuyoruz. Ve bu idrak de bize Üstadın takriben 20 celse süren tebligatının mana, kıymet ve gayesinin hakiki değerini tanıtmış bulunuyor. Zira bu kadar uzun süren ve her biri ayrı kıymette ve ayrı fikir ve duygu zenginliği içinde bizi ve bizlerle beraber sevgili diğer araştırıcı dostları aydınlatan muhtelif varlıkların devamlı ve programlı ve birbirini tamamlayıcı, birbirine bağlı tebligatı muhitimizde gayesine varmış, vazifesini görmüş ve beklenilen neticenin tahakkuku eşiğine bizi ulaştırmıştır.

Son aylardaki mesaimizde ikinci bir Üstad planının büyük bir fikir ve bilgi aydınlığı içinde vermekte olduğu tebligat, ilk Üstad planının açtırdığı Neo-Spiritüalizma sahasının ve devresinin dünyamız anlayış ve kavrayış ihtiyacına asırlarca yetecek en esaslı ve gerçek realiteleri üzerinde toplamış bulunmaktadır. Şimdiye kadar ancak iptidai materyallerini, hazırlayıcı unsurlarını elde ettiğimiz ve bir başlangıç olarak sunduğumuz Neo-Spiritüalizma realitesi prensiplerini son Üstad planından aldığımız bilgilerle ikmal ederek halen olgunlaşmış, dünyamızın yeni bir tekamül safhası için hazırlamaya ve bütün sevgili dostlarımızı ve tefekkür, tahakkuk peşinde koşan insanlığı tatmin edici bir sistem dahilinde takdim edilecek bir duruma sokmaya çalışıyoruz. Bu en zevkli ve en ileri saydığımız büyük vazifemizin herkes için faydalı bir neticeye vardığına kanaat getirdiğimiz anda bize bu liyakate ulaştırmak imkanlarını gene bir vazife halinde kazandırmış bulunan son Üstad planının tebligatı ile birlikte hazırlamış olduğumuz 'Son Neo-Spiritüalizma görüşü ile 'Ruh ve Kainat' bilgisi hakkındaki sistemimizi neşretmeye başlayacağız.

  Demek ki şu son dünya enkarnasyonumuzdaki insan kardeşlerimize ve dostlarımıza karşı, onların fikir ve duygu hayatlarında kendilerine faydalı bir varlık, vefakar bir kardeş, sadık bir dost olmak vazifemizin bütün hizmetlerini görmek arzu ve iştiyakımızda ve vazife isteğimizde bizi destekleyen ilk Üstadımız bu vazifemizin gerçekleşebilmesine yetecek malzeme kapısının anahtarlarını vermiş, son Üstadlarımız da (ki biz bu yüksek dostlarımıza 'Kemal Yolu Rehberleri' diyoruz) bu malzemelerin tedariki ve tarafımızdan kullanılabilmesi yol ve imkanlarının rehberi ve nazımı olmuş. Ve dünyamıza layık olduğu şimdiye kadar verilmemiş bilgilerin muhtelif kanallardan verilmesini sağlamıştır.”

  RUHÇU BİLGİ (SPİRİTÜALİZM)

 Ruhçu Bilgi, evreni ve varlıkları araştıran, evren-insan arasındaki ahengi ve işleyen yasaları bulmaya, anlamaya ve uygulamaya çalışan bir bilgi sistemi ve gerçeği araştırma yöntemidir. Dünya üzerinde etki alanını hızla genişleten ruhçuluk ekolü, tüm araştırmalarında hem ruhu, hem de maddeyi kendi değerleri ölçüsünde bir araya getirerek ahenkli bir bilgi sistemini sentezleyerek insanların hem kendilerini, hem de hayatı bir bütün halinde kavramalarını sağlayacak yepyeni bir anlayış oluşturmuştur. Felsefi olarak kozmoloji (evrenbilim), ontoloji (varlıkbilim) ve etikle (ahlak) ilgilenir. Deneysel ve bilimsel yönüyle parapsikoloji, duyular dışı algılamalar, İpnoz, telkin, manyetizma gibi konularla İlgilenir. Araştırmalar yapar.

  TÜRKİYE'DE RUHÇULUĞUN BAŞLANGICI

  Üstat Dr. Bedri Ruhselman tarafından kurulan "Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Cemiyeti" İnsanlığa hizmete 1950 yılında başladı.  Üstat Dr. Bedri Ruhselman, ışıklı adımlarıyla Ruhçu anlayışta yeni bir yol açmıştır. 
  İnsanlığın yüzyıllardan beri ihtiyacını duyduğu ve ruhsal tekamül için kaçınılmaz olan kainat yasalarını açıklayan bilgileri, ilahi Yardım ve Himaye altında derlemek ve insanlığın İstifadesine sunmak üzere yeryüzüne gelmiş olan Üstat Dr. Bedri Ruhselman’ın yapmış olduğu hizmet ve vazifenin kapsamı yarının insanları tarafından daha derinden anlaşılacaktır.
  Yarınlardaysa, Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın çağlar boyu süregelen vazife halkasına yeni bilgiler, yeni uygulamalar, yeni anlayışlar,yeni insanlar katılmaya devam edecek; ışığın Bilgisi genişleyen halkalarla vazifesini ifa ederek, dünyada yakılan
"Değişim Ateşi"nin, ışıl' ışıl yanan meşalesini elden ele ulaştırmaya çalışacaktır.
  Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın ilk ruhsal bilgi çalışmalarından itibaren elden ele aktarılan bilgi meşalesi hiç sönmedi, hiç sönmeyecek...

  ÜSTAT DR. BEDRİ RUHSELMAN'IN KISA HAYAT ÖYKÜSÜ

  Sessiz ve sedasız şekilde dünyamızdan gelip geçen, Metapsişik Biliminin 50 yıldır ülkemizde aynı sadelikle hizmetini sürdüren Türk Ruhçuluğunun öncüsü Üstat Dr. Bedri Ruhselman, 1898 yılında, İstanbul’un Fındıklı semtinde, Set üstü'ndeki evlerinde dünyaya geldi. Ruhselman'ın soy kütüğü, Kafkasya'da yaşayan Çerkezlerin Şapsığ koluna kadar uzanır. Babası Bahriye Kolağası, yani Kıdemli Yüzbaşı Askeri Cerrah Cemal Efendi, annesi ise Kastamonu Kale Kumandanı Binbaşı Hüsnü Efendi'nin kızı Safiye hanımdı. Ruhselman asker kökenli bir aileden geliyordu. Ailece, ilkokulu bitirinceye kadar İstanbul’da Fındıklı'da oturdular. İlkokula Şemsi Efendi Mektebi'nde başladı. Çocukluğunun ilk yılları İstanbul’un Fındıklı semtinde geçen Ruhselman, 1902 yılında babasının Çanakkale'ye tayin olması nedeniyle, ilk ve orta öğrenimini Çanakkale Rüştiyesinde tamamladı. Küçük yaşlardan beri müzik yeteneği dikkat çekiyordu. On yaşındayken müziğe olan ilgisi nedeniyle keman dersleri almaya başladı. Müzik yeteneğinin yanı sıra çocukluğundan beri metapsişik konulara çok büyük ilgi duyan Üstat Dr. Bedri Ruhselman, 12 yaşındayken kendisi için dönüm noktası oluşturacak önemli bir olay yaşadı. Gayret Kitapevinin yayınladığı bir cep kitapçığıyla, ruhsal haberleşme deneyimlerine girişti. Ve İlk celse deneyini, 15 yaşındayken babasının ve bazı dostlarının yanında gerçekleştirmeyi başardı. Kendisinin de belirttiğine göre bu celsede bir savaşın çıkacağı söylenmişti. Nitekim 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu nedenle ailesi, Ruhselman’ı bir denizaltı ile İstanbul’a yolladı. Bundan sonra lise öğrenimine Kabataş Lisesinde devam edecekti.

  Ruhselman eğitimi sırasında keman dersleri almaya devam etti. İstanbul’un üstat keman hocası Bay Braun öğrencisinin büyük ümit vaat ettiğini söyleyerek, Ruhselman 'dan ders almaları için bazı prenslere öğrencisiyle ilgili referanslar verdi.
  Ruhselman 1916 yılında Kabataş Lisesini bitirdikten sonra Tıbbiyeye girdi . Ailesi de İstanbul’a gelmişti. O dönemlerde eline geçen bir kitapta şehit olanların cennete gideceği ifade edilmekteydi.
  Genç Ruhselman bu kitaptan çok etkilenerek Çanakkale Savaşı'na katılmaya karar verir ve hemen askerlik şubesine giderek kaydını yaptırır. Fakat psişik yetenekleri olan bir kişinin, ona
"ölürse cennete gitme düşüncesini bırakmasını, aksine eğitimine devam etmesinin daha önemli olduğunu" bildirmesinden sonra verdiği karardan vazgeçer, pişman olmuştur ama artık vakit çok geçtir. Kısa bir süre içinde askerlik şubesine teslim olması gerekecektir.

Yüzbaşı olan dayısıyla bir çözüm bulmak için subayların gelip gittiği, Sirkeci' deki Meserret kahvehanesine giderler. Ne yapacaklarını tartışmaya başlarlar. Yan masada oturan bir subay konuşmaları duyar. Onlara dönerek ne olduğunu sorar, olup biteni anlatırlar. Subay genç Ruhselman 'a dönerek şunları söyler: "Oğlum, vatan için ölmek şereftir. Savaşta insan bir kere ölür, ama okumuş bir insan yaşayarak, vatanına her gün hizmet eder. Sen de eğitimini tamamla ve milletine bu yolda hizmet et." Cebinden çıkarttığı karta bir şeyler yazar ve Bakanlıktaki bir kişiye verilerek kaydın silinmesini ister. Dayı, yeğen kartın üstündeki ismi okuyunca şaşırırlar. Kartın üstünde şu isim yazmaktadır: "Miralay Mustafa Kemal"

  Bu olay genç Ruhselman 'ı çok derinden etkiler. Sanata ve müziğe olan ilgi ve sevgisi de her geçen gün artar. Özellikle Adli Tıp Hocası Saim Ali Bey, onun müzikteki başarısını çok destekler. Müziğe olan sevgisi, O'nun Tıbbiyeyi dördüncü sınıftan terk ederek Prag Konservatuarına girmesine neden olur.
  1920 yılında Prag 'taydı. Adli Tıp Hocası Saim Ali Bey'in de yardımıyla ve İstanbul’da oturan Mısırlı bir prensesin himayesinde olarak Prag'da yürüttüğü müzik çalışmaları sonucunda konservatuardan mezun oldu ve Meister Schule'nin yeni Virtüöz okulunun sınavlarını başarıyla vererek, keman virtüözlüğüne yükseldi. Prag'daki müzik eğitimi sırasında Ruhçulukla çok yakından ilgilenen bir kişiden ilk bilgilerini aldı. Fransızca, Almanca ve biraz da İngilizce bilmenin verdiği avantajla metapsişik araştırmalarına başladı. Ve dünya literatüründen Allan Kardec, Gustave Geley,Charles Richet, Leon Denis gibi klasik ruhçuluğun öncü kişilerinin yazdığı ciddi eserleri inceledi. Ve uygulamalar yaparak, İpnotizma öğrendi.

  Cumhuriyetin İlanının İlk yıllarıydı. Kendisini maddi yönden destekleyen prensesin mali durumunun bozulması üzerine Maister Schule Virtüöz Okulunun mezuniyet sınavlarına giremeden İstanbul'a dönmek zorunda kaldı.  1926-1935 yılları arasında Anadolu'nun çeşitli kentlerinde müzik öğretmenliği yapar. Ve yarım bıraktığı Tıp Fakültesine yeniden kaydolur. 1934 yılında, İzmir Erkek Muallim Mektebinde, dinleyicilerin, bir çocuğun elinden kaçan balonla ilgilenmeleri ve o anda çalan müzikle ilgilerinin kalmaması, Ruhselman'ın konseri yarım bırakıp salonu terk etmesine neden olur. Kemanını dolabının en üst gözüne yerleştirir ve bir daha konser vermeme kararı alır. Spiritüalizm ve Tıbbiyedeki eğitimine daha fazla önem verir. Tıbbiyeden mezun olduktan sonra, Profesör Frank'ın yanında uzmanlık eğitimi görür ve dahiliye uzmanı olur. İzmir’de bir muayenehane açar. Teorik ruhçuluğu çok iyi sentezleyen Dr. Bedri Ruhselman uygulamalı araştırmalara başlar. 1936 yılında ünlü müzikolog Hüseyin Saadettin Arel'in medyomluğu aracılığıyla ilk yüksek ruhsal bilgileri almaya başlar.

  Kendisini "Üstat" adıyla tanıtan bedensiz varlık bu celselerde oldukça yüksek bilgiler aktarmıştır. Bu bilgiler Yeni Ruhçuluğun  (Neo-Spiritüalizmin) doğuşunu sağlar. Bu celseler 11 yıl sürer.

  Dr. Bedri Ruhselman bir süre Bakırköy Akıl Hastanesinde çalışır ve incelemeler yapar. Doktorluğa başladıktan sonra da Fener adlı bir dergide yazıları yayınlanır. Bu "Yükseltici Bilgiler ve Sanatlardan Söz Eden Aylık Mecmua" Mart 1938'de yayın hayatına başlar, maddi sorunlar yüzünden altı sayı sonra yani 1938 Ağustosunda kapanır.

 Dr. Ruhselman 1940-41 yıllarında, yedek yüzbaşı rütbesiyle doktor olarak askerliğini yapar. Askerlikten sonra, ruhçulukla ilgili çalışmalara devam eder. Bu arada Afganistan, Türkiye’den doktor istemektedir. Dr. Bedri Ruhselman birkaç doktorla birlikte, 1943 Martında Afganistan'a gider. Doktorlar arasında, ilk Türk spiritüalistlerinden olan Dr. Sevil Akay da vardır.

  Dr. Ruhselman Kabil'deki Rıfkı Sanatoryumu'nda üç yıl süreyle baş hekimlik görevini yürütür. Bir ara Hindistan’a gitme girişiminde bulunursa da başarılı olamaz. Deneysel çalışmalarını sürdürür ve bu üç yıl içinde Ruh ve Kainat adlı üç ciltlik eserini tamamlar. 1946 yılında yurda dönen Üstat Dr. Bedri Ruhselman, Türk Ruhçuluğu için yeni bir çığır açacak olan eserini yayınlar. Ve yayınlarına Neo-Spiritüalizm (Yeni Ruhçuluk) adını vererek klasik ruhçuluk anlayışının ufkunu ve hedefini genişleterek metapsişik alanda yeni bir ekol kurar.
  Üstat Dr. Bedri Ruhselman, Yeni Ruhçuluğun (Neo-Spiritüalizmin) esaslarını Yaradan'ın birliği, varlıkların birliği, İlahi irade yasalarının mevcudiyeti ve bu yasaların tatbikat zorunluluğu, sonsuz tatbikatlar, sonsuz evrenler ve evrenlerde zeki yaşamın olduğu, ruhun varlığı, tekrar doğuş, tekamül, feragat, fedakarlık, sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü gibi kozmogonik ve ontolojik temelleri yeniden ele alarak sistematize etmiştir.
 50 yıldır ülkemizde ruhsallıkla ilgili konularda bilgi sahibi olmak isteyen, İnsanı-evreni-varoluşu-yaşamı sorgulayan her insana; insan, ruh, öte alem, tekamül, vicdan, kader,tekrar doğuş gibi temel konular hakkında esaslı ve sade bilgiler veren
"Yeni Ruhçuluk Ekolü" üç ciltlik Ruh ve Kainat adlı eserle temellerini atmıştır. Bu eser ülkemizde metapsişik alanda yayınlanan ilk bilimsel ve ciddi yayındır.

  1947 yılında İzmir’de doktorluk mesleğini sürdüren Ruhselman, bir celse çalışma grubu kurar ve ruhsal bağlantılara başlar. İstanbul'da bir çalışma grubu daha vardır, onlarla da bağlantısını sürdürür. Dr. Bedri Ruhselman muayenehane sahibi olmayı uzun süre yürütemeyecektir. Asil karakterine uymayan haksız olaylar nedeniyle, hekim olarak yüklendiği sorumluluk anlayışı ve Hipokrat yemini doktorluğu da bırakmasına neden olur.
  Dr. Ruhselman artık kendisinin kurucusu olduğu "Yeni Ruhçuluk Ekolüyle" ilgili bilgi çalışmalarına daha fazla zaman ayırmak istemektedir. Bu yüzden maaşla çalışacağı bir iş aramaya başlar. Akdeniz'de Marsilya hattında çalışan Ankara yolcu gemisinde doktorluk yapmaya başlar. Böylece, odasında boş kaldığı zamanlarda yoğun bilgi çalışmaları için zaman bulur.1947-1954 yılları arasındaki dönem,
"Yeni Ruhçuluk Ekolünün" en verimli yıllarıdır.

En yoğun celse çalışmaları bu dönemde yapılır. "Üstad" celselerinde de bildirildiği gibi 10-12 yıllık bir aradan sonra yeniden başlayan celse çalışmaları "Kadri", "Mustafa Molla" isimli varlıkların celseleriyle sürmüş; "Şihap", "Akın", "Kemal Yolcusu" celseleriyle son bulmuştur.

  Dr. Bedri Ruhselman, ruhsal alemden bedensiz varlıklar aracılığı ile verilen çok kapsamlı bilgilerle "Yeni Ruhçuluk Ekolünün" temsil ettiği realitenin çeşitli yönlerine açıklık kazandırmış ve 1947-1954 yılları arasındaki eserlerinde bu yeni anlayışı ülkemiz halkına daha yakından tanıtmaya çalışmıştır. Kendini ruhsal araştırmalara vakfeden Ruhselman, 1948 yılında Ankara ve İstanbul üniversitelerinde Ruhçuluk üzerine bir dizi konferanslar verir. 1949 yılında, büyük bir bölümü celse çalışmalarından oluşan "Ruhlar Arasında" adlı araştırma kitabını yayınlar.

  METAPSİŞİK TETKİKLER ve İLMİ ARAŞTIRMALAR DERNEĞİNİN KURULUŞU

  Dr. Bedri Ruhselman ülkesinin insanına Ruhsallıkla ilgili bilgileri daha yakından tanıtmak insanların şuur seviyelerini, anlayışlarını yükseltmek ve yaşamakta olan varlığın amacı nedir, insanoğlu nereden gelir, nereye gider sorularına yanıt verebilmek, tekamül gerçeğini, vazife anlayışını ve beden ötesi realitesini daha iyi anlatabilmek için bir dernek kurmayı hedefler.

  Üstat insanoğlu için belli bir hedef çerçevesinde, o hedefin gerçekleşmesi için kilitlenmenin önemini çok iyi bilmektedir. Resmi bir dernek, dağınık şeklide araştırma yapan grup üyelerini merkezi bir hedef etrafında toplayacaktır. O, çağlar boyunca kendilerini bir araya getiren VAZİFE’ NİN önemini bir vazife sezgisi içinde yerine getiren grupların hedefe kilitlenme ve topluma hizmet verme konusunda daha başarılı olduklarını öncül vazife sezgisiyle çok önceden kavramıştır. Ve nihayet bu büyük idealini de gerçekleştirme fırsatı bulur. O ve vazife arkadaşları, Taksim Sıraselviler, Billurcu Çıkmazı'nda kiraladıkları son derece sade ve harap bir katı yeniden düzenleyerek dernek olarak kullanmaya başlarlar.

  Resmi olarak da, 30 Mart 1950'de Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Cemiyeti'ni (Cemiyet kelimesi sonradan Dernek olmuştur) kurar. Kurucuları: Başkan Dr. Bedri Ruhselman, Yönetim Kurulu üyeleri: Dr. Sevil Akay, Avukat Suat Plevne, Muammer Bayurgil ve Nurettin Özmen'dır. Üstat Ruhselman bu görevini 1957 yırına kadar sürdürmüştür.

  Dr. Bedri Ruhselman 1951 yılında "Allah" adlı kitabını yayınladı. Bu kitapta, "Yeni Ruhçuluk Ekolünün" (Neo-Spiritüalizm) diğer klasik spiritüalist ekollerle arasındaki fark iyice belirginleşmişti. Dr. Ruhselman, aynı dönemde Ankara'da yayınlanan İç Varlık adlı dergiye de yazılar yazıyordu.
  Bu dönemde ayrıca Üstat Ruhselman Anadolu'dan gelen yoğun talep üzerine bir bülten çıkarır. Bu bültenle hem bilgi yayma hem de yurdun çeşitli yerlerinden gelen konu ile ilgili soruları yanıtlamaktadır. Bu çalışma kısa bir süre sonra Ruh ve Kainat dergisine dönüşecektir.
  Yine bu dönemde, Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği, Uluslararası Spiritüalizm Federasyonuna üye kabul edilir.

  Aynı yıl Stockholm'de Uluslararası Spiritüalizm Kongresi yapılmaktadır. Dr. Ruhselman bu kongreye, "Medyomluğun ve Ruhların Dünyamızdakilerle Görüşme ve Münasebetlerinin Neo-Spiritüalizma Görüşü ile İlmi İzahı" başlıklı 61 sayfalık bir rapor sunar. Böylece kongreye katılan 15 ulusun bayrağının yanında Türk Bayrağı da yer alır.

  Dr. Bedri Ruhselman'ın bu raporu dünyadaki çeşitli ruhçu merkezlere dağıtılır ve yankılar uyandırır. Londra'daki Uluslar arası Spiritüalizm Federasyonu Başkanı Hitchcock hayranlık dolu bir mektupla övgülerini bildirir. Bu rapor Türkçe'de "Medyomluk" adıyla yayınlanır.
 
Dr. Bedri Ruhselman 1952 yılında ruhsal bilgileri daha geniş bir kitleye yayabilmek için üç ciltlik eserinin adını taşıyan bir dergi yayınladı: RUH VE KAINAT dergisi. Çok zor şartlar altında çalışmalarını sürdüren Ruhselman ve arkadaşları bazı maddi problemleri tüm çabalarına rağmen çözümleyemediler. Ruhsal Alemle ilgili çalışmaları, maddi alemle ilgili çalışmalarından daha yoğun olduğu için sık sık maddi sıkıntılar geçiriyorlardı. Dergi maddi imkansızlıklardan dolayı ancak 18 sayı sürdü.

  MTİA DERNEĞİ HAKKINDA

  Ruh ve Kainat dergisinin 6. sayısında (Mart 1953) Metapsişik Cemiyeti için kaleme aldığı yazıyı Üstat Ruhselman'ın kaleminden aktarıyoruz:
 " İstanbul’da 1/4/1950 tarihinde Türkiye Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Cemiyeti adında bir cemiyet kurulmuştur. Bütün dünyada ve bilhassa ilim hayatının inkişaf etmiş olduğu bütün medeni memleketlerde mevcut olan ve kendi sahasındaki ilmi çalışmalara yol açan böyle bir teşekkül memleketimizde şimdiye kadar maalesef teessüs edememişti. Ve bu da elbette memleketimizin irfanı namına çok büyük bir eksiklik, bir kusurdu. Bununla beraber yurdumuzun her tarafında ve bilhassa son zamanlara doğru görülen bu sahalardaki araştırma hareketlerinin çoğalışı böyle bir ilim mihrakının bizde de kurulmasının vakti gelmiş olduğunu açıkça gösteriyordu. Diğer taraftan ilmi çalışmalar neticesinde yüksek ruh alemlerinden medyomlar vasıtasıyla almış olduğumuz şayanı dikkat ve büyük bir ilmin, büyük bir hakikatin ifadesi olan çok kıymetli tebligat da böyle ruh bilgilerinin bütün dünyayı sarmaya başlayan neticesinden memleketimizle beraber bütün dünyanın da istifade etmesini istilzam (gerektirme) edecek mahiyet arz etmekte idi. Mesele dünya çapında  ilmi bir mevzuyla ilgilidir.
  Bugün bilhassa Anglasakson ve Latin memleketlerinde hararetle üzerinde çalışılan bu mevzu bizim süratle geçmiş olduğumuz ilmi merhalelerin bazı noktalarda çok gerisinde kalmaktadır. Bu halden hakikati ve ilmi seven ve arayan her memleketin istifade edeceği tabiidir. İşte bu düşünceler ve bu ilmin ve hakikatin tahmil etmiş (yüklemiş) olduğu vazifeler bizleri harekete getirdi ve bu cemiyeti, arkasından da bu mecmuayı tesis ve neşre bizi mecbur kıldı.

  Dünya yeni bir realitenin taharrisiyle (araştırma) meşguldür. Bu realite kalple beynin, iIme dayanan akil ve hadsin el ele vererek  yürüdüğü bir saha içinde parlamaktadır. Maddi oburluğun, kana ve cana kıyma ihtirasının başı boş ve alabildiğine dünyayı kuşattığı  devrimizde dar görüşün mahsulü olan inkarcı materyalist telakkinin iflasa yüz tuttuğunu hissediyoruz. O materyalizm ki asırlardan beri dünyaya yalnız madde hırsı, yalnız kan kokusu, yalnız ölüm ve yokluk tohumu ekmiştir... O materyalizm ki insanların en kıymetli özbenliklerini hiçe indirmiş, en kıymetli varlıklarını yok etmiş, asil kıymetlerini teşkil eden ruhlarını kendilerine inkar ettirmiştir. İşte bugünkü dünya, özbenliğini, asil varlığını ruhunu kendisine yeniden kavuşturacak yüksek ve parlak realiteyi arıyor. Çünkü maddi hırs dünyayı artık yordu, kan kokusu tiksindirdi, yokluk telkinin acısı onu inkarcı materyalist realitesinden ruhen uzaklaştırdı. Bu bir hakikattir. Fakat bu hakikati izah ve ispat edecek yol ancak bir tek yoldur o da parlak, nurlu ve hiçbir ihtirasın zebunü (zayıf, güçsüz) olmayan hakiki, ilim ve bilgi yoludur. Her şey ancak ilmin ışığı altında parlak  ve her hakikatin kapısı ancak hakiki ve muhteris (çok hırslı) el/erin oyuncağı olmaktan azade ilmin sağlam ve emin anahtarlarıyla açılır.
  Bu düşünceler, Türkiye Metapsişik Cemiyetinin kurucularına rehber olan fikirlerin anasıdır. Onu hoş görenler ve doğru bulanlar bu büyük hakikatlerin inkişafı yolundaki hareketlere bedenleriyle, ruhlarıyla, vakitleriyle, otorite ve hüviyetleriyle maddi ve manevi imkanları ve ihtiyatlarıyla katılmaktan çekinmezler. Çünkü bu hareketler dünyanın aradığı ve istediği, özlediği realitenin peşinde koşmaktadır. Tanrı bu yolda hız almak isteyen her koşucunun büyük yardımcısı olsun."

  Çabalarından ve insana hizmet etme arzusundan bir an bile vazgeçmeyen Dr. Ruhselman 1953 yılında da "Mukadderat ve İcabat" adlı eserini yayınladı.

  Dr. Ruhselman'ın bu dönemdeki çalışmaları ve yönlendirmeleri İdealist bir insanın, dünya okulunun temel bilgilerini dünya bedeni ve idraki içinde bilen, anlayan, HAKİKATİ UYGULAYAN bir varlığın örgütleyici davranışlarına benzer. Onun davranışlarını, şahsiyetini, işini ve özellikle RUHSAL VAZİFESİNİ inceleyip, anlamaya çalışacak olanlar, onun bu özelliklerini de dikkate almalıdırlar.

  ÜSTAT BEDRİ RUHSELMAN 'IN SON BÜYÜK VAZİFESİ

  Ruhsal bilgi çalışmaları artık yeni bir yoğunluk kazanır. Bu nedenle Dr. Bedri Ruhselman, Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneğinden 5 Mart 1957 tarihinde ayrılır. Görevi genç arkadaşlarına teslim eder. Teşkil ettirilmiş olan hizmet ve vazife kadrosunun görevini ifa edeceğine güveni tamdır. Bütün bu yorucu çalışmalar sonucu Dr. Ruhselman 1958 Haziranında bir kalp krizi geçirir. iki ay süreyle Cenova'da tedavi görür.

  Gemi doktorluğunu bırakmıştır artık. Türkiye'ye döndükten sonra, düzenli bir yaşam sürmesi gerekirken, aksine çok ağır bir tempo ile çalışmalarını sürdürür. Bu yoğun çalışmalarını sürdürdüğü evi ise gayet mütevazı idi. Küçük bir salon, onun yanında bir oda ve küçük bir mutfak. Kendi odasında sadece bir gardırop ve seyyar yatak vardı.  Salonu ise kitaplarla doluydu. Salonda en çok dikkat çeken ise, kendisinin oturduğu yerin sağ tarafında üst üste konmuş şeker sandıklarından oluşan, içi kitaplarla dolu bir rafın bulunmasıydı.
  Masanın üzerine gelen kısımda tavana doğru olan yerde, yukarıda beyaz bir bez gerili olur ve iplerle de ucu duvardan duvara tutturulurdu. Kömür ve odun sobası beraber yandığı için bazı ufak kömür-odun kurumları masanın ve kendisinin üzerine dökülürdü. Bu nedenden dolayı yukarıda gerili beyaz küçük bir çarşafı şemsiye haline getirmişti ve onun altında oturuyordu.

  Objektif olarak şunu belirtmek gerekir ki, Yüksek İdareci Planların yeryüzünde oluşturacağı yeni tekamül hamlelerinde, bilginin  yeşermesi için sathın (alanın) önce tohum ekilebilir hale getirilmesinde ancak "Arz Üstü" yüce vazifeliler görev alabilir. Ve tüm yaşamlarını bilgiyi yeşertmek için önce tohum ekilecek zemini hazırlama çalışmalarına adarlar. İnsanlığın tekamül hamlelerinde büyük değişiklik yapılması ya da yeni bir dönemin başlatılması gerektiğinde Onlar dünyanın önceden kararlaştırılmış belli bir köşesine, sessiz sedasız dolarlar. Ve tüm hayatlarını vakfettikleri "Bilgiyi yeryüzüne indirme" operasyonlarını sürdürüp, kimse fark etmeden yine geldikleri gibi sessiz sedasız şeklide aramızdan ayrılırlar. işte Dr. Ruhselman bu son vazifesini layıkıyla yapabilmek için görevi genç arkadaşlarına emanet ederek 1957 yılında Harbiye'deki evine çekilmiştir. Üstat Ruhselman yeryüzüne enkarne olmasının temel nedenlerinden biri olan asli vazifesine 1958 Eylülünde başladı.

  BÜYÜK VAZİFE

  Tarih 1958 Eylülüdür, "Meşale" celselerinden sonra kendisini "Önder" adıyla tanıtan "Yüce Planların uzantısı olan bir rehber varlığın" denetimi altında yoğun bir çalışma başlar. Bu çalışma daha da genişleyerek 1959 Ağustosuna kadar devam eder. Bu,o güne kadar verilmiş olan bütün bilgilerin vardığı en yüksek realitedeki bilgilerin çalışmasıdır. Kendisine verilen bu büyük bilgi sentezini yapma ve derleme vazifesinin ifası sırasında, Ruhselman 3-4 ay süreyle, günde 20 saat çalışmış, sadece 4 saat uyumuştur.
  Vazifeli bir insan olarak Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın dünyaya gelişinin gerçek hedefi, hayatının son yılı içindeki çalışmalarını oluşturan, bu bilgilerdi. Derlemiş olduğu bu bilgiler için,
"Bu, hiçbir zaman benim eserim değil, Yukarı'nın eseridir." demiştir. Fakat bir başka gerçeklik var ki onun da gözden kaçırılmaması gerekiyor. Dünya gezegeninin son hedefine, son sentezine ulaşması için verilen bu "Evrensel Bilgilerin" alınması için de, bir Bedri RUHSELMAN olması gerekiyordu.
  O, dünya planına enkarne  olmuş bütün varlıkların görüp gözeticisi olan Ruhsal Plan'ın temel vazifelisiydi. Ve vazifesini kusursuz bir şekilde yerine getirdi. Dr. Ruhselman son altı ayını İngilizce okuyarak, müzik dinleyerek geçirdi. Kendisine öte alemden bildirilen ölümünü bekliyordu. Ve 1960 Şubatında, bu dünyadaki büyük vazifesi için kullanmış olduğu bedeninden ayrıldı.

  Son beşeri kimliğiyle, Üstat Dr. Bedri RUHSELMAN olarak yaşayan bu büyük vazifeli varlığın derlemiş olduğu bilgiler, BİLGİ KİTABINI oluşturdu. Evrensel boyutlarda değişime yol açacak "Bilgiler" koruma altındadır. Ve zamanı geldiğinde insanlığa sunulacaktır.

  Dünya tekamül öğretim kadrosu içinde aldığı kutsal vazifesini, noksansız ve en iyi şekilde yerine getirerek, Büyük inisiyelerin çağlar boyu sürdürdükleri vazife halkalarından birini de Türkiye'de tamamlayan, Metapsişik Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneğinin kurucusu ve Türkiye'deki metapsişik biliminin öncüsü Üstat Dr. Bedri RUHSELMAN, her şeyden önce Bilgi, Hakikat ve Vazife insanıydı. O, ilme, ilkelere, hakikati araştırmaya, doğruluğa, fazilete, erdeme büyük önem verir, bu konudaki görüşlerini şöyle belirtirdi:
 
"İyiliğin ve dürüstlüğün yitirildiği bir ortamda, gerçek sanat ve fazilet gelişemez. Pisagor teoremini ezberlemekle, kimse insan olmayı öğrenmemiştir. Bir insana gelişimi için nefes kadar vazgeçilmez şekilde lazım olan şey, önce yüksek insani değerlerdir. Diğer her şey ondan sonra gelir. Sağlam ahlakın olmadığı yerde, bilim de yozlaşır."

  Dr. Bedri RUHSELMAN’IN vazife anlayışı çok kapsamlıydı. Vazife konusunda çok titiz davranırdı. Yaşayan her varlığın bir vazifesi olduğunu savunur ve vazifenin bir ahlak anlayışı olduğunu herkese öğretmek isterdi.
  Vazife onun için kutsaldı. Vazifenin en kısa tanımını şu şekilde yapmıştı:
“Fiillerin ve hareketlerin amacı vazifedir. Yani insan hangi durumda olursa olsun, ne yaparsa yapın vazifesini yapmaktadır. İster farkına varsın ister varmasın her varlık Hizmet ve Vazife Kanununun gereğini yerine getirmektedir. Bir böcek bedenini yöneten varlık da vazifesini yapar. Bir gezegeni yöneten varlık sistemi de. Ancak içinde bulundukları şartlara ve şuur kapasitelerini kullanma gücüne göre, biri içgüdüsel ve otomatik tarzda vazifesini yapmaktadır, diğeri ise şuurlu bir tarzda
 Tüm yaşamı ve eserleri insanlığa rehber olan Dr. Ruhselman, İlahi İrade Yasaları'na eserlerinde geniş yer vermiştir. İlahi İrade Yasaları hakkında özetle söyledikleri şunlardır: “İlahi İrade Yasaları hiçbir tesir, hiçbir hareket ve hiçbir kuvvet ile yönünden kıl kadar bile şaşmaz. İlahi İrade Yasalarının kapsamı, evren kavramını da her yönden aşmak ilkesini içerir. Çünkü evren ancak bu yasaların gerekleriyle ayakta durabilmektedir.
  İlahi İrade Yasaları, insanların yasaları gibi belirli zamanların belirli toplumsal zorunluluklarına bağlı anlayışlardan doğma bir ruh durumunun ifadesi değildir. Onlar, evrenin ezelden ebede kadar oluşunu ve bu oluş halinin sonsuz şartlarını ve bu şartların birbiriyle olan ilişkilerini belirleyen ve saptayan hükümlerini içerir. Evrenin oluş şartlarının sımsıkı ve sonsuz karmaşıklıklar halinde birbirine bağlı olarak akıp gidişi, bize, bu durumun zorunluluğunu gereklendiren İlahi İrade Yasalarının değişmez bir katılık içinde devam edip gitmekte olduğunu gösteren ifadesinden yoksunluğunu düşünmek, evren varlığının büyük bir düzensizlik ve anarşi içinde darmadağınık olduğunu ve yerini yokluğa, boşluğa bırakması gerektiğini kabul etmek olur. Oysaki, her düşünen, duyan ve görebilen ciddi bir gözlemci evrende bulunan olayların hiçbirisinin insana böyle anlamsız ve yersiz bir fikri telkin edici içerikte olmadığımı, aksine bunun bütünüyle zıddının her olayda, en kör olanın bile gözüne batacak kadar belirdiğini söylemekte bir an bile kararsızlık göstermez.
  İlahi İrade Yasaları’nın gereklerine uygunluk göstermek, her varlık ve bütün evren için bir zorunluluk olduğu kadar, aynı zamanda bir kaderdir. Bu gerçeğin başka bir dille ifadesi de şudur: Evrende her olmuş bulunan şey, kesinlikle, kendisinden evvel var olan başka bir hareketin zorunlu olan sonuçlarından birisidir. Çünkü hiçbir şey, hiçbir hareket İlahi İrade Yasaları’nın ereklerinden kendisini kurtaramaz ve bütün gerçekleşme imkanları ancak bu gerekler içinde akar gider.
  İlahi  İrade Yasaları gerekleri hiçbir zaman değişmeyen, hiçbir etki altında şaşmayan ve bu sayede evrenin düzen ve uyumunu sağlayan İlahi yaptırımlardır. Varlıkların iradeleri ise, bu yasaların herhangi birinden belirli şartlar altında yararlanmak özgürlüğüne tam anlamıyla sahiptir. Benzer şekilde, bir doğa yasasının yine belirli şartlar altında kullanılması, onun, belirli sonuçlarından biriyle karşılaşılmasını zorunlu bir sonuç haline getirir.
  İlahi İrade Yasaları’nın belirtilerinden olan düzen ve kuralların birisine ya da ötekine uymak, varlıkların bütünüyle kendi durum ve yeteneklerine ait bir iştir. Dışardan hiçbir kudret zorla bu düzen ve kurallardan birisine uymak konusundaki varlığın bağımsız seçme hakkını onun elinden alamaz.” (Mukadderat ve İcabat Dr. Bedri Ruhselman)

 Dr. Bedri Ruhselman Batıda yeşermiş olan klasik spiritüalizmi ele almış, geliştirmiş ve insanlık ufkunu sonsuzluğa yönelterek Yeni Ruhçuluk anlayışını doktriner tarzda insanlığa sunmuştur. Yeni Ruhçuluğun belli başlı ilkeleri şunlardır:

 1- Bütün yaratılmış olanları var eden, yaratan Allah'tır. Yaradan, her dilde başka isimle anılmış ve herkesin görecelik anlayışına göre kimlik almıştır.
 2- Allah'ın vücut verdiği yaratıklar bizim idrak alanımıza girmeyecek kadar sonsuzluk içinde yayılıp gider ve bu sebeple onlar bizim için ezeli ve ebedidir.
 3- Allah'a hiçbir kimlik yakıştırılamaz. Çünkü O, Mutlak'tır. Yaratıklar ise görecelidir. Mutlak sözcüğünden çıkardığımız anlam; hiçbir şeyle, hiçbir şekilde karşılaştırılması söz konusu olmayandır. Bu nedenle Yeni Ruhçu bir görüşle; Allah hakkında, büyüklük, küçüklük, iyilik, fenalık, bilicilik, bilmeyicilik gibi her zaman zıtlarıyla karşılaştırılan eksik sıfatların hiçbirinin söz konusu olmayacağına inanmış bulunuyoruz. Bizim O'nu anlamaktaki bu güçsüzlüğümüz O'nun Mutlak değerini ne büyültür, ne de küçültür. Bundan da bize ne bir mükafat ne de bir ceza gelir.
 4- Yaratılış, bizim düşünme ve duygulanma yeteneğimizin dışında kalır. "Yoktan var olmak" sözü, bizim hiçbir zaman anlayamayacağımız anlamları içerir. Biz, yokluğu hiçbir zaman idrak edemeyiz ki, ondan var olma halini düşünüp, duyabilelim!
 5- Demek ki , Allah bizce söz konusu olmayacak şekilde ruhları yaratmıştır, onlara vücut vermiştir, gibi çok eksik ve kusurlu bir ifadeden başka herhangi bir söz söyleyemeyiz.
 6- Ruh, tesirlilik gücüne sahip şuurlu bir varlık olmakla beraber; onda toplanmış olan bütün nitelikler bizim bildiklerimiz ve anlayabildiklerimizle sınırlı değildir. Ruhun becerileri madde evrenindeki maddesel bağları oranında kararmış ve gözden kaybolmuş durumdadır.
 7- Ruhlar madde evreninde tekamül ettikçe, yani görgü ve deneyimleriyle maddeler üzerindeki tesirlilik kudretlerini kullanabilme imkanlarını genişlettikçe kendilerinde saklı bulunan yüksek becerileri yavaş yavaş ve artan bir şekilde gelişme ortamı bulur ve o oranda maddesel tutsaklıktan kurtulur.
 8-
Ruhların tekamülü zorunludur. Çünkü onların maddelere bağlanmalarının amacı, kendilerinde saklı bulunan, maddelerle ilgili bütün becerilerinin yavaş yavaş ve yükselen bir şekilde gelişmesiyle tesirlilik kudretlerini maddesel evrende de özgür olarak gösterecek bir duruma gelmektir.
 9- Tekamül, ruhların, ancak maddesel evrenle olan ilişkileri bakımından söz konusudur. Daha doğrusu tekamül, doğa kanunları gereğince ebedi olması gereken ruh ile madde arasındaki ilişkilerin yine doğa yasalarına her noktada uygun bir durumda gelişmiş olmasıdır. Bu nedenle biz madde evreniyle olan ilişkileri dışında ruhun hiçbir varlığını, hiçbir etkinliğini nasıl idrak edemiyorsak, onun ebedi sonlarından da söz edemeyiz. Bu nedenle, onun maddesel evren dışındaki tekamülü de bizce söz konusu olamaz. O halde ruhların tekamülü demek, onların maddelerle olan ilişkilerinin tekamülü demektir.
 10-
Demek ruhlar görgü ve deneyimlerini artırmak için maddesel evrene zorunlu olarak bağlanırlar. Bu durumu zorunlu kılan İlahi Yasalar, daha doğrusu bu yasaların gereklerine susamış ruhun kendi oluş halidir. Bu durumda, ruhların maddelere bağlanması bir neden değil, sonuçtur ve bu sonuç ruhları tekamül amacına ulaştırıcı bir araçtır. İşte Yeni Ruhçuluk düşüncesi; klasik deneysel ruhçuluk izleyicilerinin birçoğundan, birçok skolastik felsefe düşüncesi sahiplerinden ve özellikle eski Hindistan’dan, Budizm’den kaynağını alan birçok dinsel ve felsefi anlayışlardan bu şekilde ayrılır.
 11- Yaratıkların göreceli oluşu ve meydana gelmiş olması onların yönetilmesi zorunluluğunu sonucunu verir. Yönetim bir düzene bağlıdır. Düzen de birtakım yasalarla disiplin altına alınmıştır. Yasasız düzen ve düzensiz yönetim olmaz. Yaratıkların düzeni, doğa yasaları adıyla anmaya alıştığımız ilahi Yasalarla sağlanır. Bu yasaların belirledikleri düzen, görecelidir. Bu durum onların, göreceli değerde olan şuurlu etkileyiciler tarafından uygulanma alanlarına çıkarılmasını gerektirir. Çünkü kesinlikle hiçbir göreceli varlığın Mutlak'la karşılaştırılamayacağı bilinir.
  Evren, İlahi Yasalar içinde ruhlar tarafından yönetilir ve ruhların da bu işi başarabilecek durumlara gelmeye çaba göstermesi, bu halin doğurduğu zorunluluklardan biri olur. Demek ki ruhlar, tekamül dereceleri oranında evreni yönetecek durumlara gelirler. Öte yandan evreni yönetmenin sonu olmadığı gibi ruhların tekamüllerinin de sonu yoktur.
 12-
Yeni Ruhçuluk anlayışına göre; bu sonsuzluk birtakım mistik ve dogmatik kaynakların inandığı gibi bizi, ruhların bir gün Allah olacakları ya da herhangi bir şekilde Allah ile ilişkide bulunabilecekleri düşüncesine hiçbir zaman götürmez.
 13- Ruhun tekamülü madde evreniyle olan ilişkilerin gelişmesine ait olunca bu ilişkilerin ebediyet içinde kesilmemesi gerekecektir. Çünkü bu ilişkiler, tamamlamış olmak, İlahi Yasaları tam olarak uygulayabilir bir duruma gelmek demektir.
 
14- Ruhların madde evreni içindeki tekamülleri için ruhlar, maddelerin en ilkel hallerinden en gelişmiş hallerine kadar sıralanmış bütün alemlerinde kendi ihtiyaçlarına göre bir süre yaşarlar. Böylece onlar her maddesel durumda, her maddesel aşamada ve her maddesel gereklilikte yoğrularak yuvarlanarak görgü ve deneyimlerini artırmak imkanını bulurlar.
 15- Üç buutlu alemimiz, sonsuz madde evrenimizin oldukça geri bir aşamasıdır. Böyle olmakla beraber bu ilkel aşama bile bize, bir ebediyet kadar uzun görünen zaman içindeki sonsuz maddesel oluş imkanlarını sunar. Bu alemde birçok dünyalar vardır ve her bir dünya, henüz o dünyada görgü ve deneyimini tamamlamamış bir ruh için bir dev kadar büyüktür.
 16- Üç buutlu alemin dünyaları aynı doğal şartlara bağlı değildir. Bunlar birbirinden çok farklı değişikliklerle ayrılır.
 17- Her grupta tekamül eden ruhlar, o gruptaki dünyaların gereklerine ve zorunluluklarına uygun aynı amaca yönelik başka bir tekamül yolu izlerler. Bir ruhun üç boyutlu evrendeki tekamülünü tamamlayabilmesi için bütün bu dünya gruplarındaki tekamül yollarından geçmesi şart değildir.
 18- Evrende her yer iskan. edilmiştir. Her yerde, o yerin gereklerine, oluş şartlarına ve doğal yasalarına uygun şekilde tekamül eden ruhlar vardır. Maddesel evrende,maddesel zerreden arınmış boş bir yer yoktur. Ruhların etkilerinden uzak bir tek zerre de yoktur.
 19- Gruplanmış olan bütün bu sayısız tekamül aşamalarını, çeşitli alemlerde tamamladıktan sonra; üç buutlu alemde, ruhlar işlerini bitirmiş ve oralardaki maddesel olaylara egemen bir duruma gelmiş olurlar. Bu andan başlayarak, ayrı ayrı yollardan gelen ruhlar sembolik bir ifadeyle dört buutlu dediğimiz daha yüksek ve esaslı değişimler geçirmiş maddesel sıralamadaki bir aleme girerler. Bu alemde yine sonsuz olan ayrı ayrı tekamül imkanları içindeki iradeleriyle ve ihtiyaçlarına göre, belki tekrar ayrılacak olan yollarına devam etmek üzere birleşirler.
 20- Dünyamızın içinde bulunduğu tekamül grubu öteki dünyalar arasındaki oldukça geri bir aşamayı oluşturur.
 21- Tekrar doğuş sürecinde izlenen amaç; ruhların dünyadaki herhangi bir madde oluşumuna ait gereklerde fiilen yaşadıktan sonra, daha yüksek düzendeki madde gereklerinde de yaşamaya kendilerini hazırlamalarıdır.
 22- Bu durumda, bazı klasik düşünce sahiplerinin kabul ettikleri tenasüh fikri klasik deneysel ruhçuluk anlayışında olduğu gibi Yeni Ruhçuluğun anlayışına göre de kabule uygun değildir.
 23- Bir hayatta şuurlu ya da şuursuz her ruh varlığının yapmakla yükümlü olduğu, kendi ihtiyaçlarına göre belirlenmiş birtakım işleri vardır. Burada varlıkların şuurlu ya da şuursuz olması, bu işlerin değerini gerekliliğini ve sonuçlarını ne azaltır, ne çoğaltır; ne de ortadan kaldırır. Bütün varlıklar Nedensellik Yasası içinde birbiriyle ilintili hayat şartlarına bağlı olarak dünyaya tekrar tekrar gelip giderek yükselirler.
 24- Nedensellik Yasası'nı tanımış olan ruh, tekamül yolundaki adımlarını daha önceki aşamalarda olduğundan daha çok hızlandırır. Bu döneme girdikten sonra ruhun öteki gizli becerileri daha hızlı olarak ve daha güvenle gelişmeye başlar. Çünkü Nedensellik Yasası'nı anlamış ve kabul etmiş olan ruh, doğa yasalarına ayak uydurmak için daha büyük çabalar harcar. Bu çabalar, onun İlahi Yasaların uygulanmasıyla vazifeli ajanlar sırasında geçmek yolundaki yürüyüşünü hızlandırır. Bu da, İlahi Yasaların gereğidir.
 
 Demek ki, İnsan, Nedensellik Yasası'nın anlamını ne kadar iyi kavrayabilmiş ve onun gereklerini ne kadar yerinde uygulayabilecek bir duruma gelmiş ise, o kadar yüksek düzeyli bir insan halini alır, o kadar güçlü bir varlık olur ve sonunda, ebedi yükselişinde adımlarını o kadar fazla hızlandırmış ve kolaylaştırmış olur.
 25- İnsanın bir hayatta deneyimlerini başarıyla tamamlayabilmesi; "bütün fiil ve hareketlerini uygulama yasalarına uydurmuş olmak" formülü ile gösterilebilir.
 26- Doğa Yasalarına uyup uymamanın ölçüsü vicdandır. Herhangi bir fiil ve hareket karşısında vicdanımızda duyduğumuz en hafif bir burkulmadan, en acı ve keskin sızılara kadar olan her duygu, bize doğa yasalarından ayrılmak girişiminde bulunduğumuzu hatırlatır.
 27- Dünyadaki deneyden amaç, maddelerden tiksinmek ve olaylardan kaçarak, yalıtılmış hayata girmek değildir. Bunun aksine, maddeleri amaç olarak kabul edip onların geçici olaylarına tapmak da değildir. Hem birinci, hem de ikinci yollar aynı derecede sakattır. Bunlar, dünyaya gelmekteki amaçları incitir ve başarısızlık etkenlerini hazırlar. .
  Dünyalardaki maddeler tekamülün araçlarıdır. Bu bakımdan, onlara bağlanmak ve onların doğurduğu olaylardan kendimizi uzaklaştırmamak zorundayız. Fakat maddeler tekamülün amacı değildir. Bu da onlara ancak belirli amaçlar uğrunda ve o amaçların gerçekleşmesi için bağlanmamız gerektiğini gösterir. Bu amaçlar gerçekleşince maddelere olan bağlılıklar hemen kendi kendine çözülür ve çözülmelidir. İşte bu gerçeği duyarak anlayabildiğimiz oranda yükseldiğimizi idrak etmiş oluruz.
 
28-
Doğru yolu bulmak, iyi insan olmak, tecrübelerimizi dünyada başarıyla bitirmek; özetle, tekamül etmek için, hiçbir ahlak hocasına gerek yoktur.Bir ruh hakkında hoş görülebilir olan az çok kötü bir hareket, diğer bir ruh hakkında en ağır sorumlulukları düşündürebilir. Bunu da dışarıdan kimse belirleyemez. Herhangi bir ruhun ihtiyacı karşısında verilen öğütler, başka bir ruhun ihtiyaçlarına yeterli olmaz ve ona yarar sağlamaz. İnsanın ahlak hocası dışında değil, kendi içindedir.
  O ne büyük bir saadettir ve ne büyük bir kazançtır ki, her insanın rehberi ve kurtarıcısı kendisinden asla ayrılmayan ve ebediyet içinde kendisine eşlik eden en yakın ve en emin bir yerdedir. yani kendisindedir..”
(Ruh ve Kainat, Dr. Bedri Ruhselman)

1957 SONRASI ÇALIŞMALAR

  Dilerseniz Derneğin o yıllardaki faaliyetlerine tekrar dönelim. Ve o ilk günlerin coşkulu çalışmalarını gözden geçirelim. Yıl 1957. Üstat Dr. Bedri Ruhselman görevi arkadaşlarına emanet ederek, kendi özel çalışmalarını yapmak için Harbiye'deki evine çekilmiştir. Vazifeyi geride kalan kadro devam ettirmektedir.
  MTİA Derneğinde Üstat Dr. Bedri Ruhselman'dan sonra başkanlığa
Dr. Refet Kayserilioğlu (D.1922) seçildi. Dr. Refet Kayserilioğlu ve arkadaşları zor bir devrede vazife bayrağını almışlardı. Bilhassa Üstat Ruhselman'ın bedenini terk ettiği 1960 Şubatından sonra, herkesin güvendiği, yol gösterici, İnisiye artık fizik bedenli olarak yanlarında yoktu. Ancak çizdiği ışıklı yolu ve bilgisi ortada idi. Bu durum yine de aşıldı ve o zamanki talebeleri, dostları kısa zamanda kenetlenerek yola devam ettiler. Refet Bey’in başkanlığı zamanında Ruh ve Madde dergisinin yayını başladı. Halen yayın hayatını sürdürmekte olduğumuz Ruh ve Madde dergisi ilk beş ayı bülten tarzında çıktıktan sonra Şubat 1960'da ilk kez dergi olarak okuyucusuyla buluştu. Dr. Refet Kayserilioğlu 11 Kasım 1962 tarihine kadar başkan olarak kaldı. Bu tarihte başkanlığı Dr. Ata Atalay devraldı.
 
 Dr. Refet Kayserilioğlu 19 Mayıs 1963 tarihinden sonra MTİA Derneğinden ayrıldı. Dr. Ata Atalay'ın başkanlık süresi iki yıl sürdü. 29 Kasım 1964 tarihinde yeni başkan Feridun Tepeköy ve arkadaşları vazifeyi devraldılar.
  Feridun Tepeköy ise 19 Kasım 1967'de başkanlığı Ergün Arıkdal ve arkadaşlarına bıraktıktan sonra, Ruh ve Madde Yayınları vazife ailesi büyümeye, ilk meyvelerini vermeye başladı.

  1967 sonrasındaki 30 yıl boyunca Derneğin hizmet ve vazifesinin sorumluluğunu yüklenerek bugünlere taşıyan Üstat Ergün Arıkdal, Üstat Bedri Ruhselman ile ilgili anılarını şöyle anlatır:
 
"Büyük Üstat Ruhselman'la olan hatıralarımın adedi çok azdır. Çünkü ben Derneğe geldiğim zaman 1957 yıllarının  sonuydu. Kendisi 1955-1956 yılları arasında Dernekten, kendi evinde özel çalışmalarını devam ettirebilmek için istifa edip ayrılmıştı. Dolayısıyla Dernekte kendisini görmem mümkün olmadı. Fakat Dernekteki faaliyetlerimizi çeşitli arkadaşlarla beraber, devrin faal arkadaşlarıyla beraber yapmış olduğumuz etkinlikler sonucunda kendisine ulaştırılan bilgiler, verilen haberler çok hoşuna gitmiş; demiş, bu genç arkadaşlarla görüşmek isterim. Ve bir gün aşağı yukarı  6-7 kişi, hep beraber, kendi (Harbiye, Çayır Sokaktaki) evine gittik. Bizimle 5-10 dakika kadar hal hatır sordu, isimlerimizi sordu. Sonra dedi ki, sizler için bir konuşma hazırladım, ben de tesadüfen -öyle diyelim- tam teybin yanında oturuyorum, kapıdan girişte sol tarafta boşluk var, bir sandalye vardı, ben orada oturdum. Teyp, eski makara", TK dediğimiz şey, Alman malı, Grundig teyplerdendi. Aşağı yukarı büyük makara 1-1,5 saatlik bir bant kaydı olması gerekirdi. Biz hep beraber kendisinin daha evvel yapılmış olan broşürleriyle alakalı, broşürlerdeki bilgilerle alaka", daha değişik bir manayı içerdiğini zannediyorum. Çünkü hatırımda hiçbir şey kalmadı, o dinlediğim banttan. Belki de vicdanla alakalı bir konuydu. Bu bant müddeti içerisinde tam karşımda oturuyordu kendisi, diğer yanda da diğer tanıdığımız arkadaşlar vardı.
  Mesela Erol Sevil vardı, Refet Kayserilioğlu vardı, bir mühendis arkadaş daha vardı, Enver (Ölçerman) Bey, ben ve benim gibi yeni gelmiş Suat Bey, rahmetli oldu, Suat Tahsuğ. Birkaç kişiydik. Zaten daha fazlasını içerisi almazdı. Yani ancak bizim girebileceğimiz kadar küçük bir yerdi."

  Üstat Ergün Arıkdal, ilk günlerin anılarını anlatmaya şöyle devam eder: "Ben Aralık ayında derneğe geldim. Benim liseden bir arkadaşım vardı ve benim bu konularla ilgilendiğimi biliyordu, ben de derneği arıyorum, İstanbul’daki dernek ama nerede? Talebelikten çıktık artık, şimdi üniversitelisin, vaktin de var, gidebilirsin diyordum kendi kendime. Bir gün bu arkadaş geldi, dedi ki: "Sorma beni çok matrak bir yere götürdüler geçen hafta". "Nereye gittin?" dedim, "Garip bir yere" dedi, "Biz, şu ruh cemiyetine gittik. " dedi, "Yok ya." dedim, "Nerede bu?", "Beni götürür müsün?" Biz kavilleştik arkadaşla, ertesi perşembe akşamı biz onunla Billurcu Çıkmazındaki, Beyoğlu'ndaki ilk derneğe, Bedri Ruhselman'ın tuttuğu derneğe gittik. İçeri girdik, sonunda uzun boylu, yeşil gözlü birisi çıkıp geldi. Meğer Dr. Refet Kayserilioğlu’ymuş. Hepsi bizimle birlikte beş kişi. O sıralarda kimse gelmiyormuş. Ondan sonra birkaç kişi daha geldi. Meğer o gün Perşembe, onların konferans günüymüş. Refet Kayserilioğlu bir şeyler anlattı. Ondan sonra ben o işin peşini bırakır mıyım? Zaten bulmuşum yerimi, gittim baktım, bir ara şöyle aralardan bir yerlerden geçtim, kütüphane gibi bir şey var içinde. Ruh ve Kainat'ın son sayıları duruyor. Mecmuaları da satılsın diye getirmişler. İki üç sayı da parasını vererek oradan aldık. Ondan sonra nasıl olduysa ben bilemiyorum, artık derneğe devam ediyorum. Yani zaten niyetim o da, bilgi edinmem lazım. Bu sefer Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın diğer yayınlarını da biliyorum, Mukaderrat ve İcabat. Ben daha lisedeyken yayınlanmıştı. Çünkü Cağaloğlu bizim yolumuz, yani yukarıdan aşağıya iniveriyoruz. Babıali Yokuşu, orası bizim yolumuzdu. Gezmeye Sirkeciye inerdik, sonra bir de yukarı çıkardık, işte kırk beş dakika alırdı, biz de gezmiş olurduk. Ben o kitabı yollarda görüyorum. Orada bir yayınevi vardı, Gayret Kitabevi sahibi Garbis, orada Dr. Bedri Ruhselman'ın kitaplarını görürdüm. Fakat o zaman fiyatı 750 kuruş, nasıl alırsın, alamazsın. 750 kuruş çok para, benim bütün aylık param.

  Dedik alırız elbet bir gün, fark etmez. Ben onu bulurum bir yerlerden. Kitabı falan alamamıştım ama Üstat’ın hangi kitaplarının çıktığını biliyordum. İşte öyle iki senem araştırmayla geçti. Hem fakülteye gidiyordum, hem Fransızca çalışıyordum, hem de bu konuları okuyordum. Sonra yavaş yavaş gelenler gidenler olmaya başladı. Rahmetli Suat Tahsuğ da gelmeye başladı. Bir hanım arkadaşımız Fransız dilini biliyordu, yabancı dil bildiği için İş Bankasının kambiyo servisine memur olarak girmiş. O sırada Suat Bey de şef muavini, onun yanına gelmiş ve metapsişik konularla ilgili olarak derneği anlatmış, Suat da ilgilenirmiş. İyi demiş, ben de gideyim. Baktık pat o da geldi, yeni bir arkadaş. Baktım sempati duydum kendisine karşı, benim en iyi dostumdu: Benden sekiz dokuz yaş büyüktü. Biz onunla hemen kendimize bir çevre oluşturduk. Gelişimiz gidişimiz başladı. Bana falan yerde çalışıyorum, vaktin olursa uğra, çay kahve içeriz dedi. Biz de talebeyiz, takılacak yer arıyoruz o aralarda. Galata İş Bankasındaydı. Arada bir oraya gittim, derken biz onunla kimsenin haberi yokken bir proje oluşturmaya başladık. Dedik ki böyle şeyler var ama bu dernekte birçok şeyler eksik. Gel biz seninle seminerimsi bir şey yapalım. Senin, dedim, çok iyi Fransızcan var, benim o kadar iyi değil. Ben tercüme yapıyorum ama o okurken tercüme edebiliyor. Bende dedim güzel bir kitap var.

  J. L'Homme'un Herkes İçin Medyomluk kitabı, herkesi cezbeder.Hemen biz dernekteki o masanın etrafına bir halka teşkil ettik. Kimler varsa sekiz on kişi olduk. Bir canlılık oldu, çocuklara dedik, haftaya yanınıza birer defter getirin. Biz böyle bir çalışma yapacağız. Derken biz on, on iki kişi olduk, herkesin defteri var, Suat Bey okuyor, hemen Türkçeleştiriyor söylüyor, notlar alınıyor, arada toplanıp alınan notlar üzerinde çalışıyoruz. Sene 1957'nin Aralık ayında geldim, 58'in baharında bu işleri başlattım. O günden bu günden beri bu iş bitmedi. Ondan sonra o arkadaşlarımızla daha da büyüttük işleri, bizim bu çalışmaların hemen etkisi oldu, nereden duydularsa, biz de katılacağız, bizi de alın aranıza diye talepte bulunulmaya başlandı. Gelin, neredesiniz şimdiye kadar dedik ve herkes akın etti.

  Efendim biz daha önce de gelirdik de, efendim daha önce Bedri Bey'in zamanında da böyle şeylere iştirak ettik falan derlerdi. Biz de gelin öyleyse, madem böyle yapacak işleriniz vardı, tutun bakalım şu işin etrafından . Ondan sonra çok güzel bir ahenk içerisinde dersleri başlattık, bu sefer işleri programlı derslere döktük. Ben Ruh ve Kainat'ı okuyup, kütüphanede iki takım varmış, bir tanesine derhal el koydum ve oradan arkadaşlara konferanslar hazırladım. Önce kendim başladım, ondan sonra Suat Bey'e, ondan sonra Feridun (Tepeköy) Bey'e, ondan sonra Abidin Bey vs., birinci cildi bölüştük. Altıya mı ne böldük, hemen herkes kendine düşeni her hafta birisi, onu altı haftada bitirdik, birinci cildi. Ondan sonra geldik öbür cilde, ondan sonra halka çıktı otuz kırk kişiye. Konferansın dışında ders halkası, gayet güzel oluyordu.

  Böylece 1958'i bitirdik. Ondan sonra sanıyorum 1959 yılında iş artık oldukça gelişti, bu dersler bitti, bu şifalarda Adnan Bey falan geldi, diğer başka arkadaşlar geldi. Biz diğer başka çalışmalara başlarken dersleri onlara havale ettik. Konferansların çeşidi değişti, konferansları vereceklerin adedi arttı. Sonra dedik ki madem biz Spiritizmle meşgulüz, bizim medyomumuz yok, medyom bulalım. O senelerde Jale (Gizer) Hanım teyzesiyle beraber geldiler. Jale perşembe konferansından evvel, altı buçukta geliyor, içerdeki odada oturuyor ve diğer insanlar gelince hemen bir sohbet açıyor, yani boş durmak yok, bir fikir atıyor ortaya ve konferanstan evvel herkes en az bir saat falan konuyla meşgul oluyor.

   Hangi konu olursa olsun, hiç dalga yok, dedikodu yok, çene yok. Sadece yegane iş sobanın odununu tazelemek gibi, herkes pür dikkat, ona dikkat ettik o işi bayağı götürüyor ve bu fena bir şey değil. Eee dedik biz, o  halde arkadaşlarımızın buna ihtiyacı var demek ki. O zamanlar yegane faaliyet buydu: konferans ve bu yetiştirme çalışmaları. O zaman biz bir gün seminer yapalım, gelir misiniz arkadaşlar, ayak üstü sorduk, cuma günü seminer günü oldu. Bu sefer derneğin kendi üyeleri kendi aralarında konuşmaya başladılar. Çok güzel çalışmalar oldu. İşte biz bu arada bir şifa ekibi meydana getirdik. Şifa ekibi meydana getirdikten sonra, aynı zamanda medyomluk araştırması yaptık, birçok arkadaşlar üzerinde deneyler yaptık. Bu konularda da tecrübeler yapmaya başladık, bir taraftan da şifa üzerinde çalışmalarımızı sürdürüyorduk.Tam yetişmiş bir şifacı medyom yoktu ama herkesin büyük bir samimiyeti, büyük bir isteği vardı. Üçerli takım halinde üç ayrı odada çalışıyorlardı, hatta dörderli. Demek ki on kişi kadar şifacı ekibimiz vardı. Şifa çalışmalarımız iki, iki buçuk sene, 1962'nin baharına kadar sürdü. Tabii bu arada medyonomik çalışmalar yapılıyor,tebliğler alınıyor, işlerimiz ilerliyordu. Bu arada şifaya çok teveccüh oldu, nefesi kuvvetli hocalar varmış diye nineler, teyzeler vs. gelmeye başladı. Kartoteks tutmak zorunda kaldık, o kadar çok ki, rapor istiyoruz, fotoğraf istiyoruz, bir taraftan da Jale Hanım’ı destekliyoruz. Onlar da İngiltere’deki şifacı Henry Edwards ile ilişkideler, birtakım hastaların kayıtlarını oraya yolluyoruz, yani İngiltere’den uzaktan tedavilere alındılar. Bir ay sonrasına bir buçuk ay sonrasına sıra veriliyor. Olmuyor tabii. Zaten çeşitli çalışmalar vesilesiyle elli altmış kişi bir araya getirilmiş, küçücük dernekte altmış kişiyi bir araya getirmek daha nasip olmamış. Bayağı güçlü çocuklar vardı. 1962'de bir seçim yaptık, Refet Bey başkanlıktan ayrıldı. 1967'de ben başkanlığa geçtim."

  RUH ve MADDE DERGİSİ

Bu dönemde Dernekte teksir şeklinde bülten yayınlanmaya başlanmıştır. Bu bülten çalışması kısa bir süre sonra meyvesini verecek ve 1959 yılının Aralık ayında hepimizin bildiği Ruh ve Madde dergisine dönüşecektir. Dilerseniz Ruh ve Madde dergisinin ilk yayınlanış öyküsünü, Üstat Ergün Arıkdal'ın orijinal anlatımıyla sunalım: "Üstat Bedri Ruhselman derginin ilk sayısını gördü. Çünkü biz 1959'un Aralık ayında çıkarttık.1.2. sayısını gördü hatta Şubat'ı da gördü, O'nun da tecrübesi var tabii, Ruh ve Kainat'tan. İnşallah demiş devam ettirirler. Ben de Çıkarttım ama benimki 18 sayıda bitti olmadı yani bu memlekete bunu kabul ettiremedim yahut memleketin durumu buna müsait değildi, inşallah dedi sizin devam eder demişti.

  Bu bakımdan Refet Kayserili oğlu’nun hakkı yenmez. O dergiyi büyük bir cesaretle çıkartmak kolay değildir. Çünkü biz daha evvel 1958'in sonunda 1959'da teksir yayını yapıyorduk. Ruh ve Madde teksir yayınları olarak çıkıyordu. Artık 8 sayfa, 10 sayfa ne basabiliyorsak, ne yazabiliyorsak. Daha da kötü bir tane teksir makinemiz vardı. Onu da Bedri Bey hediye etmiş. Onu kendisi kullanırmış, bırakmış. Alın demiş, bunu götürün siz kullanın. 50 tane filan basıyoruz, 20 tanesini kendimiz alıyoruz, 30 tanesini de gelenlere satıyoruz. Bir yere götürdüğümüz filan yok. Teksir yayını yani. Sadece önü düzeltilmiş. İlk yazısını da onun Mehmet Fahri (Öğretici) yazmıştı, kalemle. Çünkü teknik ressam olduğu için. O işlerden iyi anlıyordu. Ruh ve Madde dergisi şeklinde yazmıştı. Sonra o dergiye dönüştü. Dergi şeklinde çıkaralım dedik. Haydi bakalım davranın dedik. Hiç unutmuyorum ben ancak 5 lira verebilmiştim. 5 lira büyük para. O zamanlar 50 kuruş 100 kuruş çok iyi para. 5 lira verebildim. Zaten toplana toplana 30 lira toplanabildi hepsi. 30 lirayla ilk dergiyi, zannediyorum bir 30 lira da kendisi verdi cebinden Refet Bey. Ondan sonra iki sene de öyle yürüdü. Hangi 18 sayı hangi 58 sayı. O zamandan bu zamana başladı, devam etti geliyor.”

  MTİA Derneğinin 1960 yılından beri aylık olarak yayınladığı, ruhsal konuları içeren RUH VE MADDE dergisi, ülkemiz insanına sade, objektif, tarafsız, tutarlı ve bilimsel bir yaklaşımla ruhsallık, ruhsal dünya, psişik yetenekler, parapsikoloji, tekrar doğuş, kendini tanıma, medyonomik çalışmalar, evrende zeki hayat, alternatif tedavi yöntemleri gibi pek çok konuda bilgi ulaştırmada öncü olmuş, hem ülkemizdeki hem dünya üzerindeki araştırma ve fenomenlerden haberler vermiştir.
  Şimdilerde
, Ruh ve Madde dergisi bu asli görevini BİLYAY Vakfı'nın yayın organı olarak sürdürmektedir.

  İnsanlığı yozlaşmadan kurtaracak, ruhsal bilgiyle bilimi barıştıracak, her kültür düzeyindeki insana hitap edecek yeni yayınlara yeni kitaplara gereksinim ise her geçen gün artıyor. Bildiklerinin artık kendisini tatmin etmediğini anlayan büyük kitleler sordukları sorulara yanıt aramaya devam ediyorlar. Ruh ve Madde Yayınlarının bu sürece olan katkısını daha iyi anlayabilmek için ele aldığı bazı konuları gözden geçirelim:

* Ruh, yaradılış, tekamül, şuurlanmak gibi her varlığı ilgilendiren konuları öncelikle ele alır.
* İnsanın Yaşam Amacı Nedir? Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum sorularının yanıtları nelerdir?
* Bir uygulamalı bilim dalı olan parapsikoloji, psi enerjisi ve psişik yetenekler derken neler anlatmaktadır?
*Telepati, duru görü, duru işiti, telekinezi, levitasyon gibi psişik yetenekler nasıl açıklanır?
* Kendini tanıma, kendini bilme, İç özgürlük, farkındalık konularıyla ilgili pratik ve teorik bilgilerin insanın yaratıcı
   gücünü harekete geçirecek ve yaşamı daha anlamlı hale getirecek Yaratıcı imgeleme Gücünün doğru metotlarla
   kullanımı.
* Tekrar doğuşla ilgili tüm dünya üzerindeki geniş bilimsel araştırmaların sonuçları ve haberler.
* Ruhsal aktüalite konuları, ruhsal tecrübeler geçiren insanların anıları.
* Ölüm, öte alem ve ölümden sonraki yaşamla ilgili ruhsal ve bilimsel deneyimler.
* Tebliğler ve medyomlukla ilgili temel bilgiler. İpnotizma ve manyetizmin varlık gelişimine katkısı.
* Evrende zeki yaşamla ilgili elde edilen makaleler, yazılar, açıklamalar. UFO aktüalite (UFO gözlemi yaşan kişilerin
   aktarımları)
* Tüm felsefelerle ruhsal eğitim sistemlerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesi.
* Ruhsallıkla bilim arasında köprüler kuran bilim adamlarının bilimsel görüşleri,makaleleri.
* Kayıp uygarlıklar, ezoterik konular ve geleceğe alt kehanetlerle ilgili konular.

  Ve daha sayamadığımız, insanı kendi kökeninden yakalayıp kendine gösteren yalın, güçlü, hümanistik nice konular... Derginin tüm araştırma, yazı hazırlama, çeviri, dizgi, tashih, mizanpaj ve montaj çalışmaları Dernek ve Vakıf üyeleri tarafından yapılmaktadır.

  RUH VE MADDE YAYINLARININ İLK KİTABINI YAYINLAMASI

  Günümüzde yüzü aşkın kitapla ruhsal bilgi, kültür ve eğitim konusunda eserler veren Ruh ve Madde Yayınlarının ilk kitabının yayınlanışının öyküsü, bir hizmet ve vazife kadrosunun tüm zorluklarını gözler önüne seren örneklerle doludur. İlk günlerin ve ilk kuruluşun tüm zorluklarını yaşayanları sevgi, saygı ve rahmetle anarken, anlatımı tekrar Üstat Ergün Arıkdal'ın anılarına bırakıyoruz:

 “İlk kitabımız da teksir olarak çıktı. O da çok enteresandır. Derneğin kurucularından Suat Plevne ağabeyimiz vardı, gayet kültürlü, esaslı bir insan. Bedri Bey'in çok eski arkadaşı. Taa Ankara'lardan. Sene 1965, '66 veya '67 olmadan, o sıralarda. Suat Bey geldi bize. Bizim bütün uzay hakkında veya dış uzaylı varlıklar hakkındaki bilgimiz, Ruh ve Kainat'taki 'her yer meskundur' bahsi ve orada bir tebliğdeki bilgiyle sınırlıdır. Yani prensip olarak diyoruz ki, dünyanın dışında da canlılar vardır. Ama başka hiçbir ilişkimiz yoktu. Bu kadar idi bilgimiz. Dalmamışız hiçbir şeyin içerisine. Suat Plevne ağabey geldi, bir konferans verdi. İlk defa biz uçan daireler hakkında bilgi edindik. Feleğimiz şaştı. Bu adam boşuna konuşmaz. Ondan sonra biz balıklama bu işin içine daldık. Meğer onda çok güzel kitaplar varmış Fransızca. Onları aldık. Şudur budur. Biz şöyle bir bayağı araştırma yaptık. Çıktı ortaya bayağı bir şeyler var. George Adamski'yi tanıdık en azından. Kim ne yapmış, kim ne etmiş ve bu sırada dergide de bazı şeyler yayınlamaya başladık. O sıralarda Refet Bey Dernekten ayrılmıştı. O, 1964'ten sonra Ruh Dünyası dergisini çıkartmaya başladı, onlar arada sırada yazıyorlardı bunu. Ruh Dünyası ciltlerini iki cilt getirdiler, okuduk, iki günde bitirdim hepsini. Sonra bu sefer dedik ki Suat Ağabey'e, Ağabey dedik, gel bir anlat bakalım şunu bize, bir de senin ağzından dinleyelim. Yani ne demek istiyor bunlar, neyin nesidir? Evet, biz meskun dünyaların çok olduğunu biliyoruz, kabul ediyoruz ama bu nasıl bir şey? Ondan sonra geldi anlattı bize bir güzel. İşte yardım, yardımı çağırıyor. Onun bir arkadaşı var. Bu sıralarda da Erich von Daniken isimli bir Alman yazar -daha Türkiye'de hiç kimse bilmiyor- İsviçre’de Die Weltwoche diye bir dergi çıkıyor. O zat, fevkalade Almanca bilen birisi. Kendisi kimya mühendisi, okulda da daha gençken talebeyken kimya hocaları var Aster. Onun meccanen mütercimliğini yaparmış derste. Hem öğrenci, hem de asistan gibi yardım ediyor. O derecede Almancaya muktedir.

  Okuyor. İsviçre’de çıkıyor mahalli bir dergi Weltwoche. Bunu Suat Beye söylüyor. Diyor ki: Yahu Suat, bak sen böyle şeylerle meşgulsün, şimdi adamın biri çıktı. Dünyada kalıntılardan bahsediyor, bilmem nelerden bahsediyor. Bunu görünce Suat Beyin kulakları dikiliyor. Yahu diyor, şunu getirsene bir bakalım seninle bu konuya. Ertesi hafta okuyorlar, çok güzel. Bunu açtı bana böyle böyle. Dedi ne yapalım? Dedim, vallahi biz yararlanmak isteriz bundan ama bizde Almanca bilen yok. Dedi ben ona söylerim. O dedi okurken yazar Türkçesini. Hay Allah razı olsun. Eski Türkçe. Adam yani Almancayı okuyor, yazıyor böyle. Çevirmek diye bir şey yok adamda. Ve İlahlar Kozmonotlar mıydı? diye bizde ilk teksir yayını çıktı. 90 küsur sayfa. Bizim de yaşlı bir hanım arkadaşımız vardı, Sadiye (Korates) Hanım. Eski Türkçe biliyordu o, eski edebiyatçılardan, yani Türkoloji okumuş, oradan eski Türkçe geliyordu. Sadiye Hanım hemen onu yeni Türkçe ye çeviriyor, bir taraftan da biz daktilo ediyoruz bunları. Ve İlahlar Kozmonotlar mıydı? ismiyle. Böyle bir sorular sorarak başlıyor. "İlahlar Kozmonotlar mıydı?" diye giriyor. Biz bunu kitap başlığı yaptık. Hemen akabinde teksir olarak yayınladık. Ondan evvel başka teksir yayınlar da vardı, medyomluk falan işte onları yapmıştık. Von Daniken'i biz biliyoruz, başka kimse bilmiyor yeryüzünde. Ve nasıl satıldı o, nasıl kapış kapış gitti, biz onu iki üç defa bastık ondan sonra, teksir olarak. Ve sonradan işte Von Daniken'in kitapları çıkmaya başladı. Ve hala herkes bizim o tercümeyi arıyor. Yani diyorlar, o tercüme bambaşkaydı. Niçin siz bunu bir defa daha basmadınız. Eee dedik yahu adamlar patentini almışlar. Sonra ben Abdi İpekçi ile görüşmeye gittim. Bu konularla alakalı bir şeyler değildi, parapsikoloji ile ilgili bir röportaj yaptı benimle. Ve orada da söyledim. Dedim Abdi Bey biz sizden evvel bastık.Çünkü Milliyet'te çıktı o ilk önce. Tanrıların Arabaları diye ilk defa Milliyet'ten çıkmıştır o.”

  MTİA DERNEĞİNİN ÇALIŞMALARI VE BİLGİ YAYMA FAALİYETLERİ GENİŞLİYOR

  Üstat Ergün Arıkdal başkanlığında, Türk Ruhçuluğunda birçok ilk'e başlangıç yapan MTİA Derneği, tüm çalışma ekibiyle birlikte Dr. Bedri Ruhselman'dan aldığı emaneti, gelecek kuşaklara aktarmak için faaliyetlerini genişletti. Yayınlarını, dış konferanslarını arttırdı, paneller düzenledi. Ülkemizin ilk Türkçe Evrende Zeki Hayat dergisini ve Spirit and Matter adlı İngilizce bülteni çıkarttı ve Türk Ruhçuluğu pek çok şehirde kardeş derneklere yayıldı.

  Tabi ki MTİA Derneği bu hızlı tempodaki çalışmaların da şevkini ve ışığını vazifeyi devralan bir başka öğretmenden esinlenerek yapıyordu. Derneğin, derginin, Vakfın ve yayınların son kırk yılındaki her an, Üstat Arıkdal'ın hayatının son kırk yılıyla bir bü-tünlük teşkil eder. Bu nedenle kendisinin kısa geçmişini hatırlamakta fayda görüyoruz:

  ÜSTAT ERGÜN ARIKDAL'IN KISA YAŞAM ÖYKÜSÜ

  Ergün Arıkdal 21 Kasım 1936'da Geyve'de doğdu. Annesinin adı Hafize, babasının adı Mehmet Nuri'dir. Üç erkek kardeşin en küçüğüdür. Annesi ev kadınıydı, babası ise devlet demiryollarında demiryolu hat müdürü olarak çalışıyordu. Babası devlet memuru olduğundan çocukluğu ve gençliği yurdun farklı illerinde geçmiştir. Babası, Ergün Arıkdal'a hayatının bu kısımlarında çok sıkıntılar çektiğini söylemiş. Bu sıralarda babasının başından bazı ilginç metapsişik olaylar da geçmiş olmasından dolayı, spiritüalizm konusuna olumlu olarak bakmıştır. İlk öğrenimini Sivas ve Samsun illerinde, ortaokulu Konya'nın Ereğli ilçesinde tamamlamış ve liseye Mersin'de başlamış, ardından İstanbul Erkek Lisesinde bitirmiştir. 12 yaşında babasını kaybetmiş, 16 yaşından itibaren yatılı okullarda okumuş, tatillerde ise annesinin Konya'nın Ereğli ilçesindeki evlerinde oturmuşlardır.

  Daha 15 yaşlarında iken felsefi konular ilgisini çekmiş, o zamanların imkanları dahilinde başta Varlık Yayınları olmak üzere okul kitaplıkları ve zamanın Milli Eğitim Bakanlığı'nın çıkardığı Fikir Eserleri serilerini hiç aralıksız takip etmiştir. 1940'lı yıllarda artık günümüzde tekrar güncelleştirilip yayınlanmakta olan Bütün Dünya adlı bir dergi yayınlanmaktadır. Bu derginin içinde ipnoz, altıncı duyu, telepati, ruhlarla irtibat gibi konularla ilgili makaleler de yer almaktadır. Bu makalelerin içeriğinden çok etkilenmiş, zamanla içini metapsişik konularında araştırma yapmak, bilgilenmek ateşi kaplamıştır.

  1950 yılında ortaokulda okurken bir gün ağabeyinin İstanbul’dan gelirken yanında getirdiği dergiler arasında, o zamanlar Üstat Bedri Ruhselman'ın yayınladığı Ruh ve Kainat dergisi ile tanışmıştır. O andan itibaren dergiye bağlanmış, fakat liseyi okumak üzere İstanbul’a gidene kadar diğer sayıları senelerce bulamamıştır. İlk metapsişik bilgilerinin temellerini buradan almaya başlamıştır. Bu esnada liseyi İstanbul’da okumak fırsatı kendisine başka kapılar açmıştır. Bir yandan metapsişik konuları takip ederken, bir yandan da felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile ilgilenmeye devam etmiştir. İstanbul Erkek Lisesinde zamanın çok kıymetli öğretmenlerinden ders almış ve bu durum kendisini, entelektüel gelişimi bakımından müspet yönde etkilemiştir. Lisedeki felsefe öğretmeni kendisindeki özel yeteneği fark etmiş ve ders dışında da felsefi konular üzerinde sohbetlerde bulunmuştur. Spiritüel konuları kaynağından takip etmek niyetiyle liseden itibaren kendi çabasıyla Fransızca öğrenmeye çalışmış ve bunda başarılı olmuş, dilimize sayısız eser ve makale kazandırmıştır. İstanbul’da okurken aynı zamanda Metapsişik Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneğine devam etmeye başlamış ve bu faaliyet, hayatının sonuna kadar sürmüştür. 1957 ile 1961 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğrenim görmüştür.

  3 Ocak 1958 tarihinde Metapsişik Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneğine üye kaydedildikten sonra, Ruh ve Madde dergisinde makaleleri ve Fransızca’dan çevirileri yayınlanmaya başlamıştır. İlk kitabı olan İpnotizma, Manyetizma ve Telkin adındaki eserini 1963 yılında daha 27 yaşındayken kaleme almıştır. 1959-1974 yılları arasında 15 yıl süreyle Sadıklar Planı Tebliğleri'nin bizzat  medyomluğunu sürdürmüştür.
  1965 yılında evlenmiş, 1966 yılında bir oğlu, 1975 yılında bir kızı olmuştur. 19 Kasım 1967'de Metapsişik Tetkikler ve ilmi Araştırmalar Derneği başkanı olmuş ve bu vazifeyi ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Derneğe girişinden itibaren o dönemde yavaşlamış olan faaliyet ve araştırmalara ivme getirmiş, sayısız yazı ve makaleyi dilimize kazandırmıştır. Konferanslar, seminerler, paneller ile ruhçuluğu Türkiye ve dünyaya tanıtmış, bilgi akışına ömrü boyunca süren titiz çalışmalarıyla büyük bir hız kazandırmıştır. 1970 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji! Bölümüne kaydolmuş ve burada 3 yıl öğrenim görmüştür.

  Vazife hayatını daima meslek hayatından önde tutmuş, hayatının tüm akışını ruhsal çalışmalarına göre ayarlamıştır. Meslek hayatında finans ve otomotiv sektörlerinde çalışmış, son olarak 1986 yılında otomotiv yedek parçaları satış müdürlüğü görevindeyken emekli olmuş, bundan önce de olduğu gibi daha da artan bir tempoyla zamanını Ruhsal Bilgilerin yayılmasına ayırmıştır. Türkiye'de vazifeyi Üstat Dr.' Bedri Ruhselman'ın bıraktığı yerden devralmış, daima yeniyi ve ileriyi hedef alarak sürdürmüştür. Hayatını tam bir ruhçu, büyük bir vazife insanı olarak yaşamış, örnek olmuş, birçok "ilk"e imza atmış, birçok talebe yetiştirmiş, büyük bir disiplin içerisinde bilimsel araştırmalarını sürdürmüş, daima Türkiye'yi gelecekteki fonksiyonuna hazırlamaya gayret etmiştir.
  Hayatı boyunca maddiyatı daima ikinci planda tutarak tam bir teslimiyet içinde yaşamıştır. Ruhçu bilgiyi Türkiye ve dünyaya yaymak için ilk defa Ruh ve Madde Yayınlarını kurmuş ve bugüne kadar sayısız eserin insanlığa ulaşmasına daima öncülük etmiştir. Yapıtları arasında Nazari ve Tatbiki İpnotizma Manyetizma ve Telkin, Medyomluk, Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü, İpnozun Gerçek Yüzü, Ruhsallık Üzerine Denemeler, Değişime Doğru, Gizli Öğreticilik, Tüm Yönleriyle Medyomluk, Vazife, Yaşamın Amacı Kendini Bilmek, Büyük Sentez Tekamül adlı eserler ile sayısız makale, çeviri, derleme sayılabilir. Bilgisinin tatbikatını yapabilen nadir insanlardan biri olarak tam bir sadelik ve alçakgönüllülük içinde hayatını sürdürmüştür.

  Herkes için son derece müşfik bir baba, evlatlarının içindeki cevherleri bularak kendilerini en iyi şeklide yönlendiren bir öğretmen, çok güçlü bir medyom ve telepat, ileri derecede sahip olduğu sezgi, telkin ve tedavi yeteneği ile sayısız insanın hayatındaki karanlıkları aydınlatan bir şifacı olmuştur. Ömrü boyunca Kutsal Vazifesi doğrultusundaki her şeyi gerçekleştirmiş, zaman zaman hayatında meydana gelen tüm çalkantı ve ihanetlere rağmen yolundan bir an bile sapmamıştır. Hayatının son gününe kadar çalışmış, radyo sohbetleri, konferansları, seminerleri, Vakıf içi özel çalışmalarına devam etmiştir. Vazife ilkelerini ortaya koymuş ve bunları yaşayarak herkese örnek olmuştur.

  Kutsal Vazifesinin son aşaması olarak 6 Ocak 1997 tarihinde bedenini terk eden Üstat Ergün ARIKDAL, ardında vazifenin sürdürülmesi için gereken tüm ilke ve uygulamaları bırakmıştır. 

  DİĞER YAYIN FAALİYETLERİ

  Ruh ve Madde dergisinin kesintisiz yayınlanmasına ve içeriğinin bilgi dolu olmasına çok önem verir, Ruh ve Madde dergisini halkla iletişim aracı olarak kabul ederdi. 1950'li yılların sonlarında MTİA Derneğine üye kaydedildikten sonra, tüm yaşamı boyunca Ruh ve Madde dergisine yazılar yazmayı bir bilgi aktarımı ve insanlık vazifesi kabul eden Ergün Arıkdal, her ay "Realite" köşesinde yayınlanan yazılarında bilgisindeki ve anlayışındaki gelişmeleri tüm okuyucularıyla paylaşırdı.
  MTİA Derneği, Ruh ve Madde’nin dışında kendisinin öncülüğünde 1980-1985 yılları arasında beş yıl süreyle ufoloji ve evrende zeki hayat konularını içeren Planet adlı bir dergi de yayınladı. Yurt dışındaki benzer amaçlı kuruluşların üye ve okurlarının bilgilendirilmelerine yönelik çalışmaları da asla ihmal etmeyen Ergün Arıkdal, İngilizce olarak yılda 4 kez yayınlanan ve yurtdışındaki ilgili kişi ve kuruluşlara postalanan Spirit and Matter adlı İngilizce bir bülteni yayın hayatına başlattı.

  Ruhsal hakikatler, Varlıksal ilkelerle ilgili temel bilgileri içeren kitapçıkları Türkçe,İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca,Portekizce, Bulgarca, Sırpça, Rusça broşürler halinde bastırarak, Anadolu'da yanmakta olan Bilgi Işığının yansımalarını yurt içine olduğu gibi diğer ülkelere de yaymayı fonksiyonunun bir parçası kabul etmiştir.
  Ruhçu Bilgiyi Türkiye'ye ve Dünya'ya yaymak için RUH ve MADDE Yayınları ve Sağlık Hizmetleri AŞ.yi revize ederek genişleten Ergün Arıkdal, bugüne kadar sayısız eserin insanlığa ulaşmasına öncülük etti.

  Ruh ve Madde Yayınları kuruluşundan günümüze kadar 208 adet yerli/yabancı kitapları Türk okuyucusu ile buluşturmuş, yurdumuzdaki eksik olan boşluğu yayın yolu ile doldurulmaya çalışmıştır. Metapsişik yelpazedeki çeşitli konular titizlikle seçilerek, çok değerli yapıtlarla okurlarımızın fikir dünyası zenginleştirilmiştir.

  Üstat Ergün Arıkdal, ruhsal konulardaki kitap yayınlarının çoğalmasına, İstanbul ve dışındaki belli başlı kentlerde de okuyucunun bu eserleri bulabilmesine ön ayak olmuştur. Kitaplar aracılığıyla insanımıza ulaşacak olan bilgiye ve okuyucuya büyük bir saygı duyardı. Yaşamı boyunca tüm insanlık adına İnsanüstü çalışmalar, Ruhçuluk Ekolü adına olağanüstü hizmetler veren Ergün Arıkdal bir ilke ve vazife insanıydı. İlke kapsamında uyguladığı kutsal vazifesini yaşadığı son dakikaya kadar büyük bir onurla taşıyan ve uygulayan Ergün Arıkdal dünya okulunun ilkelerini ve temel bilgilerini dünya bedeni ve idraki içinde bilen, anlayan bir varlıktı. Davranışları, kişiliği ve günlük yaşamıyla tüm üstatlar gibi enerjiyi yerli yerinde kullanır, her zaman herkesle paylaşmaya çalıştığı bilgi, umut, sevgi ve hoşgörüyü hiç ayırmadan onu tanıyan tanımayan her varlığın hizmetine sunardı.

  Bilgiyi yayma ve genişletme çalışmalarına çok önem veren Üstat Ergün Arıkdal, bu amacına yönelik olarak, hayatının en büyük isteklerinden birini gerçekleştirdi. Hayatı boyunca bir radyo kanalından dinleyicileriyle sohbet etmek, bilgiyi daha geniş kitlelere taşımak onun hedeflerinden biri olmuştu. Hayat planı onun bu soylu isteğinin de gerçekleşmesine izin verdi. Türkiye'de ilk kez yerel radyolar kurulduğu sıralarda, Ergün Arıkdal hiç zaman yitirmeden bu konu ile ilgili çalışmalara başladı.
  1993 yılının ilk aylarında yeni kurulmakta olan yedi radyodan birini, İstanbul’daki Meta FM 105.6'yi kuruldu. Meta FM 105.6’yı kurarken tek bir amacı ve düşüncesi vardı; ruhsal bilgileri daha geniş kitlelere ulaştırmak...Bilgi ışığını tüm Marmara Bölgesine aktarmak için yaşamının son gününe kadar sevgili dinleyicileriyle haftanın bir ya da iki günü canlı yayında ruhsal söyleşiler yaptı.
  Üstat Ergün Arıkdal, Derneğe girişinden itibaren tüm etkinlik ve araştırmalara ivme getirerek sayısız yazı ve çeviriyi dilimize kazandırdı. Konferanslar, seminerler, paneller ile Ruhçuluğu Türkiye ve dünyaya tanıtarak, bilgi akışına ömrü boyunca süren titiz çalışmalarıyla hız kazandırdı.

  Bilgi ve Vazifeye adanmış hayatının son yıllarında, kendini çok zorlayan sağlığının ortaya çıkardığı bütün elverişsiz şartlara rağmen, tüm bilgi iletişim ağlarını kurmaya ve halkıyla bütünleşmeye devam etti,1995-1996 yıllarında HBB TV'de "A'dan Z'ye" programının, "Merak Ettikleriniz" köşesinde 10 ay süre ile her salı günü tüm Türkiye'ye periyodik olarak seslendi ve seyircilerinin sorularını yanıtladı. Ayrıca Anadolu'dan gelen TV yapımlarına ve sorularına cevap verdi, özel TV paket programları yaptı. Hatta vefatından tam bir hafta önce Adana'da bir yerel TV'den gelen istek üzerine Kehanetler ve Ölüme Yakın Deneyimler adı ile iki program hazırladı. Çağdaş iletişim araçlarının önemine çok inanan ve tüm arkadaşlarının her an yeniye ve yeni bilgilere açık olmasını isteyen, taassuptan, putlaştırmadan ve dar kafalılıktan hiç hoşlanmayan Üstat Ergün Arıkdal, Ruhçuluğun temiz ve saf bilgiyi alan ve bilgiyle amel etmek isteyenlerin ihtiyacını karşılayacak bir gelişim yolu olduğunu, ülkemizin bu tekamül yolunun odağı olduğunu, ama henüz şuurlar pek bulanık olduğu için bunun farkına varılamadığını, ülke çapında liyakatimizi ortaya çıkarma sınavlarıyla karşı karşıya olduğumuzu biliyordu.

  Üstat Ergün Arıkdal, üstün vazife anlayışıyla ayrım gözetmeden tüm insanlığa adadığı bilgi aktarma işlevinin daha da geniş olanaklarla yapılabilmesi için 1994 yılında MTİA derneğinin geleceğe ait büyük vazifesinin zemini olarak uluslararası bir organizasyon olan "İnsanlığı Birleştiren Bilgiyi Yayma Vakfı"nın (BILYAY) kurulmasına öncülük etmiştir..

  TÜRKİYE’DE RUHÇULUK YAYILIYOR

  Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ın ve Üstat Ergün Arıkdal'ın ilkeleri ışığında kurulmuş hizmet ve vazife halkaları her gün büyüyerek ektikleri binlerce tohum yeşermeye devam etmektedir. Bu büyüme süreci içerisinde İstanbul dışında da ruhsal konuları aynı ekol disiplini içerisinde işleyen, araştıran ve yayma vazifesini yerine getiren kardeş dernekler kurulmuştur. Dernek ve Vakıf'la tamamen paralel bir tarzda çalışmalarını sürdüren kardeş derneklerimizin isimleri ve kuruluş yılları şöyledir:

 -Ankara Ruhsal Araştırmalar Derneği-1990
 -İzmir Ruhsal Araştırmalar Derneği-1990
 -Adana Ruhsal Araştırmalar Derneği-1992
 -Kıbrıs Ruhsal Araştırmalar Derneği-1992

  Tüm dünya üzerindeki bilimsel bir disiplin altında deneysel araştırmalar yapan ruh bilimi ya da ruhçuluk; bilimle, ruhsal öğretiler arasında köprü oluşturduğu için evrenseldir. Bilim dünyasındaki bazı öncüler artık şuurun, yaşamın ve aslında her şeyin evrenin içinde bir arada topluca bulunduğu fikrini benimsemeye başlamışlardır. Ve Yeni Çağ anlayışının kapısını cesaretle aralayan bu araştırıcılar, "evrenin her bir parçası tümünü içermektedir" diyerek, madde ve madde dışının birbirlerinden bağımsız olarak var olamadıklarını, her ikisinin de daha yüce bir düzeninin parçaları olduğunu gitgide daha çok fark etmektedirler.
  Varoluşu önlenemeyen paranormal olaylar; şu an geçerli olan bilimsel metodoloji ile açıklanamadığından; günümüz insanına evrene yeni bir bakış açısı yeni bilimsel ve ruhsal bilgiler gerekmektedir. Maddesel olanla ruhsal olanın sonsuz bir "Bütünsel anlayış" içinde eridiği; Yeni çağın Ruhsal ve Bilimsel bilgileri, ruh biliminin, engin ve geniş yelpazesi içinde kendine yer bulmakta, her soruya bir yanıt elde edebilmektedir. Deneysel metotla desteklenmiş olan Ruhçuluk Öğretisi ruhsal öğretiler adına yalnız arayanlara da ellerindeki bilgileri daha iyi tanıtmakta ve açıklamaktadır.  2000'li yıllar "Birleştiren, Bütünleştiren, Küresel Bilgilerin" hızla yayıldığı, bir ışık gibi sevgiyle ve doğallıkla her yanı sarıp sarmaladığı yıllar olacak. "Küresel, Bütünsel Bilgilerin" yeni tesiri ve ışığı görecek gözleri işitecek kulakları olanların da gözlemlediği gibi büyük hızla yayılıyor. Şok etkisi yaratan şaşırtıcı olaylar dizisinin tüm insanlık ailesi olarak art arda yaşadıkça sorduğumuz soruların kapsamı ve yoğunluğunun da arttığı ruhsal konulara ilgi duyanların gözlerinden kaçmıyor.

  Yarının dünyasını kendi emeğimizle biz inşa ediyoruz. Her şey Birliğe ve Tekliğe doğru gidiyor. Kendimizi mümkün olduğunca diğer insanlardan ve bütünden ayrıymış gibi düşünmemek bizi de "Yeni çağın Altın ışıklı Dokumasına" katacak ve bir ilmiğini de biz atmış olacağız. Her yaşam, okyanus içindeki bir damla su gibidir. ister okyanustan ayrı ister okyanusta olan bir damla olsun yine de sudur ve bütünün bir parçasıdır.
  İnsan bu "Yüksek Hakikati" anladığında; sevginin, saygının,  anlayışın, yardımlaşma ve dayanışmanın birlik-beraberliğin önemi daha iyi anlaşılır. Hiç kimsenin
"Bütün"den ve "bilginin" birleştirici etkisinden ayrı yaşamak istemeyeceği; üzüntü, gözyaşı ve yozlaşmanın insanlar üzerindeki tehdidini yitireceği günlerin yaklaşmasını istiyorsak kolları sıvamalı. yeni bir anlayışın inşasına bizler de bir tuğla koymalıyız.  

BU METİN RUH VE MADDE DERGİSİNİN 50. YIL ÖZEL SAYISINDAN KISALTILARAK ALINMIŞ, TÜRK RUHÇULUĞUNUN TARİHİNİ ÖĞRENMEK İSTEYENLERİN HİZMETİNE SUNULMUŞTUR. 

Türkiye'de Parapsikoloji

Ülkemiz kendi adına bir konuda daha bir ilke imza attı. İlk kez yapılan 1.Uluslararası Parapsikoloji Konferansı, Türk bilim adamlarını ve Üniversitelerini en kısa zamanda bizim ülkemizde de kurulması gereken bilimsel bir Enstitüye çağırıyor sanki… 
  Kendi konularında ciddi boyutta uzman, tüm yaşamını bilime ve insan şuurunun aydınlığa kavuşmasına adamış bu değerli araştırmacı ve bilim adamlarının bizim ülkemize de çok katacağı şey var.

  Ülkemizde Parapsikoloji gibi insanı direkt ilgilendiren bir konu, şarlatanların elinde para tuzağı olarak kullanılıp, insanları vicdanları ve cüzdanlarıyla oynanıyor.  Bu gidişe bir dur demek zamanı çoktan geldi de geçiyor!
  Türk insanı, bilimsel ciddiyetten ve üniversite bilgisinden sapmadan, parapsikolojiyi öğrenmeyi ya da öğrenmiş kişilerden uygulama almayı, kendini bu konuda da eğitmeyi, genişletmeyi hak etmiyor mu?

  Etmez olur mu? İnanın ki, inanılmaz bir psişik insan potansiyeline sahip olan Anadolu, şu anda bizi ziyaret etmekte olan bilim adamlarına bile küçük dillerini yutturacak deneyimlerle dolu. Hem alt kültürü hem de insanının Ege-Akdeniz kültür ve genlerinden gelen her an her şeye açık, uyanık, akışkan, sempatik insanlarının bu konuda da dünyaya mesajı var…  Yeter ki, bu potansiyelin ortaya çıkması için gerekli zemini hazırlayalım…

  Böyle bir potansiyeli harekete geçirecek maddi ve manevi güçle donatılmış insanların, ilk başlangıçlar için kıpırdanma zamanı…
  Her şeyi devletten bekleme zamanı çoktan geçti. Devletin imkanı sınırlıysa, bizler gücümüzü birleştirir, bir Enstitü kurarız. Tüm dünya üzerindeki bilim adamlarını, bilgilerini bizimle paylaşmaya ve bu konularda uygulamalı atölye çalışmaları yapmaya davet ederiz.

  Böylesine canlı bir sivil toplum hareketi de elbetteki Üniversite ve Resmi Kuruluşları tetikler ve onlarda katılırlar. AB’ye girmek için yapılacak reformlardan bir tanesi belki de direkt insanı ilgilendirdiği için en önemlisi budur…İlk hareketi vermeye cesaret edelim!... Bakın görün ardından çorap söküğü gibi neler geliyor neler!...

Bilinç ve zihin açısından çağın gerisinde bir Türkiye imajı pek olumlu değil…

Parapsikoloji Konferansı

Ülkemizde ilk defa14-15 Mayıs 2005 tarihleri arasında uluslararası nitelikli bir parapsikoloji konferansı yapıldı. Katılımcıların hepsinin bilim adamı niteliğini taşıması oldukça dikkat çekiciydi. Gerçeği arayan bir avuç insanı cesaretlerinden ötürü kutlamak gerek. İnsanlığa mal olabilecek yeni bir bakış açısını ülkemizin insanlarıyla da paylaşmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadılar ve bilgiyi, her türlü şarlatanlığın önüne geçmek için bilimsel verilerle sundular.

“Başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek bile, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz”    Montaigne

  Evrensel bir vizyonda   ruhsallıkla bilim arasında mutlaka bir köprü kurulması gerektiği düşüncesi önemli yer tutuyor. Çağımız bilim çağı, akıl-bilgi-sezgi-uygulama bu çağın insanının veri tabanı. Sadece inanç özellikle yeni çağın gençleri için pek yeterli değil. Neden? Niçin? Nasıl? gibi temel sorulara yanıt arıyorlar.
  Parapsikoloji evren bilimin bize yansıyan küçük bir bölümü, tıpkı diğer bilim dalları gibi. Konuyla ilgili uzman bilim adamlarının da sözünü ettiği gibi topluma mal olması kaç yıl sürer bilinmiyor. Konferansı izleyenler olarak gözlemledik ki, bu kadar önemli ve hassas bir konuyla sadece medyanın ve azınlık sayılacak kadar az sayıda bir grup insanın ilgilenmesi ülkemiz insanı için üzüntü vericiydi.

  Araştırmacı ruhlu insanlar için eşsiz bir fırsattı bu. Üstelik konuşmacılara şarlatan demek de mümkün değildi. Hepsi dünya çapında kabul görmüş üniversitelerin bilim adamları!… Ama ne yazık ki, Parapsikolojiyi şarlatanlık olarak ele alan zihniyetlerde pek bir değişme olmamış anlaşılan… Ne diyelim zamana ihtiyacımız var demek ki!

Belki de bu ülkede yaşayan, ciddi, yeniliklere açık, araştırmacı ruhlu birkaç bilim adamını da katmak daha iyi olabilirdi açılım için, diye de düşündük doğrusu konferansları izlerken! Bizim ülkemizde bu konularla hiçbir bilim adamı ilgilenmiyor, bunlar bir gazete başlığının da dediği gibi “bu dünyadan olmayan konular” gibi bir anlayış hiç de doğru değil!. Aksine bu konular tamamen bu dünyada yaşayan bizleri; yaşam kalitemizi, düşünce ve eylem gücümüzü arttırmak için çok ama çok yakından ilgilendiriyor…
  Özellikle çok gelişmiş olduğunu iddia ettiğimiz Batı uygarlıklarının ruhsal boşluk nedeniyle içine düştükleri bunalım, sıkıntı, depresyon, intihar, uyuşturucu bağımlılığının her geçen gün artması, ruhsal yönümüze, bu dünya için gerekli değil demenin bir ürünü değil de ne?

  Üstelik halkımızın ve özellikle gençlerin bu konularla çok yakından ilgilendiği de biliniyor. Çeşitli kitapçıların standlarında en çok satan kitaplar arasında,  parapsikoloji, metafizik, ezoterizm, UFO ve diğer gizemli konular liste başında geliyor. Araştırmacı ruhu çok gelişmiş yeni bir kuşakla karşı karşıyayız. İnanıyoruz ki, “Yeni Kuşak”, sorumluluğun bilincinde ve en kısa zamanda, yeninin yanında olacak, “Yeni Bir Dünya” için kolları sıvayacak, yeniyle yürüyecek!..

Alıntı: http://www.astroset.com/yasam/psi.htm

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/ Astronomy