|
Zaman Yolculuğunu Araştırma
Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
8 -KUANTUM FİZİĞİ ve PSİ
FİZİK VE MODERN
BİLİM |
Yeni fizik ya da daha geniş
tanımıyla modern bilim, gerçek yapısı fiziği çok aşan bir dünyanın, yani
evrenin fiziksel yapısının bilgisidir. Geçmiş asırlarda bilim, hangi
düzeyde olursa olsun, modern bilim günümüzde alışık olduğumuz fiziksel
duyularımız ile bilgi toplamayı içermektedir. Teleskop, radar ve
barometreler de aslında bizim görme, işitme ve dokunma duyularımızın
uzantılarıdır. Onlar basit olarak, bu duyuların mesafe ve yoğunluklarını
arttırmaktadır. Bütün bilimsel araçlar, en sıra dışı olanları bile,
sonuçta fiziksel duyularımızın uzantılarıdır. Bu açıdan fizik bilimi,
dünya ve evrenin fiziksel özelliğinin incelenmesidir. Çoğu zaman öyle
düşünülmesine rağmen fizik, realitenin bütününü ele almaz. Bu arada,
"fizik ötesi"ni
yapay uzantılar olsun veya olmasın, fiziksel duyularımız ile
algılanamayan şey olarak tanımlıyoruz.
Bilim, realiteyi çözmek için fiziksel olanın
dışında herhangi bir algılama yöntemini kullanmamaktadır. Doğal olarak
bu anlayışta, şuur ve Tanrı olmak üzere, fizik ötesi bütün şeylerin
sonuçta fiziksel oldukları görüşü saklıdır. Bu tür şeyler ilk bakışta
"fizik ötesi"
şeyleri andırabilir, ancak bilim onları kurulu düzenine sıkıştırdığı
anda öyle olmadıkları ortaya çıkacaktır. Klasik bilim açısından fizik
ötesi diye bir şey yoktur. Realite olan fiziktir. Şu noktayı
vurgulamakta yarar vardır; Modern bilim, yeni fizikteki kuantum
teorisiyle ve yeni atom altı araştırmalarıyla klasik fiziksel bilginin
ötesine çoktan geçmiştir.
Modern fizikte, evrenin makine şeklindeki tanımı bırakılmış, onun,
unsurları birbirleriyle ilişkili ve ancak kozmik bir işlemin mozaikleri
olarak idrak edilebilen, özde dinamik ve parçalanmaz bir bütün olduğu
görüşü kabul edilmiştir.
Evrenin bir
"dinamik bütün" olduğunu bildiğimizi
söyleyebiliriz, ancak tam tersiymiş gibi düşünüyor ve davranıyoruz.
Politikalarımız ve ekonomilerimiz bunun günlük kanıtıdır. Ve örneğin
daha büyük bir çerçevede, kendimizin gerçekten Jüpiter ve Satürn'ün bir
parçası olduğunu, onların da bizim bir parçamız olduğunu düşünebiliyor
muyuz? Dinamik bir bütün içerisinde olmak işte bunu içerir. Yoksa,
bunları ve bizimle hiçbir ilgisi olmadan, milyonlarca kilometre ötede
duran diğer gök cisimlerini bizim varlığımız ile iç içe ve bizim onların
varlığı ile iç içe olmadığını mı düşünüyoruz?
Yaşantımızın büyük bir kısmı halen köklü bir
biçimde klasik fiziğe dayanmaktadır. Ancak bu, değişimin başlamadığı
anlamına gelmez. Birçoğumuz doğanın bütünlüğü ve insanlığın birliği
olarak algıladığımız şeyler için giderek artan bir duygusal üstlenme
anlayışı içerisindedir. Gerek bu durum, gerekse kural dışı olayları
bizzat yaşamamız, bizim, Evren'in dinamik bütününü ne kadar yaşayıp
hissettiğimizin bir göstergesi olabilir.
Bilim
ve Psi yeteneği
Fizik alanlarda bilimin ilerlemesi demek; kuşkusuz, cevap bulmak için
deneysel metotların her yere uygulanması demektir. Sonuçların
değerlendirilmesi istatistiklerle yapıldı. Bu metotlarla bazı eski
düşüncelerin doğruluğu, bazılarının yanlışlığı ortaya çıktı. Bugün artık
dünyanın yuvarlaklığı hakkında tereddütü olan kanıtını kendi kendine
bulabilir. Bilimsel metot, hep soru soran zihinler arar. Bu sorulara da
herkesin kendine göre değerlendireceği yanıtlar arar. Kuşkusuz bu
gelişmenin doğal sonucu olarak insanın doğasıyla ilgili soru ciddiyet
kazandı. Fen bilimleri evrenin fizik yanıyla ilgilendi. İnsanla ilgili
bilimler, fizyoloji, tıp, psikoloji yine ferdin fizik yanına yöneldi.
Sonuç olarak, bilimin bu alanında beyin incelendi, zihin değil.
Bilindiği gibi beyin hücrelerden yapılmıştır. Bunlar da elektriksel
reaksiyonlarla ilgili bilgilerdir. Beyinle ilgili fiziksel incelemeler
onun ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu anladık ama henüz insan
beyninden daha üstün bir kompüter yapılmış değil.
Bu soruya şöyle bir yanıt her sağduyu sahibi insan için yeterince açık
seçiktir. "Ben moleküllerden yapılmış bir
organizasyonum. Çok zekiyim. Devasa makineler yapabilirim. Fakat ne
için? Onların ya da benim için bunun anlamı nedir? Hiç"
Bu anlamsızlık duygusundan ötürü de yanıt peki
sonra? olacaktır. Sonunda bu hiç de doyurucu olmayan bir yanıta
dönüşecek. Bu durum günümüz insanlığında büyük rahatsızlığa ve moral
bozukluğuna neden oluyor. Yanıt ne olursa olsun, insanın doğasıyla
ilgili mekanik görüşün tatsızlığı bugün de görünen bir manzaradır.
İşte bu noktada psi yeteneğiyle karşılaşıyoruz. Psi yeteneği dinsel
bir dogma, körü körüne bağlanılacak bir düşünce olmadığı için insanın
fiziksel olmayan yanına fiziksel araştırma metotlarının uygulanmasıyla
ilgili mantıksal bir girişim sayılır.Parapsikolojik araştırmalar sade
bilimsel bir gerçeği açığa çıkardı. O da psi yeteneğinin gerçek oluşu.
Deney ve sonuçların istatiksel değerlendirmesiyle metotlar ve
parapsikolojik araştırmalar sürekli olarak yeniden incelenebilir.
Parapsikoloji bilim olarak henüz gençlik
dönemini aşmış sayılmaz. Başka bilim dallarına göre henüz gençlik
çağında kabul edilebilir. Araştırmalar hala gelişim süreci içindedir.
Psi yeteneği, bu fiziksel-materyalist-mekanik şema içine
yerleştirilemez. Fiziksel açıklama mekanik prensiplerle etkileşim içine
girebilir ama insanı bütünüyle kapsayamaz.Çünkü bir duru görü medyomu
çevresiyle sınırlı değildir; prekognisyonla geleceğe uzanabilir,
telepatiyle başkalarının zihinlerinden geçenleri algılayabilir. DDİ' nin
bu üç şekli de kişiliğin aynı psikolojik realitelerine göre kendilerini
ifade ederler. DDİ de öteki beş duyu gibi bireyin dış dünya ile
bağlantısını sürdürmesinde rol oynar.
Psikokinezi, hala çok olağanüstü bir fenomen olarak kabul edilir.
Hatta eşyaların kendi kendilerine hareket ettikleri sanılmıştır. Madde
üzerinde zihnin hakimiyeti kolay anlaşılabilecek bir kavram değil.
Psikokinezi yaşamın kendisinde esas olan bir yetenek neden olmasın.
Modern kuantum araştırmaları bunu ispat etmeye başlamıştır.Tüm bunlardan
anlaşılmaktadır ki; bilinen mekanik süreçler nasıl vücudun bir
parçasıysa, psi de insanın bir parçasıdır. Fakat ona gravitasyon,
hareket, ısı, optik, elektrik, hatta fizik nedensellik kanunu
uygulayabilirsiniz. Bu da işin başka bir yanı.
Kısacası; insanın fizik yanıyla ilgili keşifler de dahil psi
yeteneğinin keşfi ile başta sorduğumuz soruya yanıt vermek mümkündür.
"Ben moleküllerin geçici olarak bir araya
getirilmesinden doğmuşum. Ama bunun dahası da var. Bilinen hiçbir
molekülün sahibi olmadığı meziyetlerim var. Bu meziyetlerim; mekanik
kavramlar içinde gösterilenden çok, teolojik kavramlarla verilmeye
çalışanlara daha yakın. Ve bunlar zekice hazırlanmış testlere tabi
tutulduğunda ortadan kalkacak şeyler değildir."
Milenyum adını verdiğimiz bu yeni yüzyılda
bilim ve teoloji elele ilerlemek zorunda kalacak gibi gözüküyor.
"Altın çağ" adı verilen
"Dönüşüm ve Değişim çağının"
en önemli temel bulgularından bir tanesinin bu
birliktelik olduğu ve "Birleştirici Yeni
Bir İnsanlık Anlayışının" bu ortak payda
içinde yeni tanımlara ihtiyaç duyması da kuşkusu uyandırmayacak temel
bir gerçek gibi anlaşılmalıdır. Ne tek başına teolojinin, ne
spiritüalizmin, ne de bilimin yapabileceği pek bir şey yok. Bütünsel
Evren Anlayışı içinde bütün bilgilerimizi bilimin ışığı altında yeniden
gözden geçirmenin ya da ele almanın tam zamanı. |
KUANTUM FİZİĞİNİN GİZEMLİ DÜNYASI
PSİKOKİNEZİ VE KUANTUM ETKİSİ |
Paranormal fenomenleri açıklama
denemelerinin bir kısmı Kuantum fiziğinden üretilmiştir. Bunların bir
bölümü gözlem teorileridir ki, hayrete düşürücü bir iddiayı ortaya
koyuyorlar; bizlerin her an psikokinezi
uyguladığı düşüncesini.
Duyular Dışı Algılama (DDA) nasıl işliyor? Bu
sorunun cevabını verebilmek için birçok teori oluşturuldu. Bunlardan bir
kısmı, hayal sınırlarının da ötesindeydi. Yetmişli yılların ortalarından
beri, gün ışığına çıkarılan modellerin içinde en çok hayret uyandıran
teoriler Obzervasyon Teorileridir.(Gözlem Bilimsel İnceleme Teorileri)
DDA'nın ardında yatan fiziksel olgulara açıklama getirebilmek amacıyla
şu temel sanıdan yola çıkıyorlar; para normal olgular, temel olarak
Kuantum olgularına dayanmaktadır.
Bu atılım ilk olarak iki fizikçi, Helmut Schmidt ve Evan Harris Walker
tarafından geliştirildi. Schmidt'in teorisi başlangıçta matematiksel bir
DDA modeli olarak formüle edilmişti. Bu ilk etapta sınırlı bir derecede
fiziksel görüşler içeriyordu ve fizyolojiyi ya da hassasiyet
sahiplerinin psikolojisini tamamen gözden kaçırıyordu. Buna karşın
Walker ise, kendi obzervasyon teorisinde her iki bileşeni dikkate
alıyordu. Saklı değişkenler için o da bir rol tavsiye ediyor,büyük bir
olasılıkla bunların temellerinde de Kuantum reaksiyonları bulunuyor. DDA
ve psikokineziyi ortaya koyan kapsamlı bir teori oluşturmaya çalışıyor.
Böylece şuur ve Kuantum fiziğinin garip dünyasına yeni ve değişken bir
bakış açısından bakıyor.Walker'in teorisi bir Kuantum modelidir. Onu
kaba hatlarıyla kavrayabilmek için,Kuantum fiziğinin en azından temel
çizgilerini anlamak bir zorunluluktur. Günlük hayatımızdan tanıdığımız
nesnelerin çoğu, "normal"
büyüklükte algılanmaktadır. Oysa bunlar,
milyonlarca atomdan oluşmuştur ve nesne içerisindeki bu atomların
davranışı temelde daha küçük olan elektron ve nötronların dengesiz
aktivitesine benzemektedir.
"Normal"
büyüklükteki nesnelerin davranışları genelde
Newton'un fizik yasalarına uyum göstermektedir; ancak bunlar ışık hızına
yaklaştırıldığında, tuhaf rölatif etkiler ortaya çıkıyor. Öyleyse
dünyanın fiziksel yasalarının bir "bilardo
topu nedenselliği" ile
benzerlik taşıdığından yola çıkmamız normal bir durumdur. Bir bilardo
topu belli bir açı ve uygun bir hız ile duvara isabet ettirildiğinde,
her seferinde belli bir açıda yol alır. Ancak bu kopyalama/taklit,
Kuantum dünyasının atom parçacıkları için geçerli değildir. Bilardo topu
yerine, örneğin bir elektronu ele alırsanız ve duvarın yerine atomu
yerleştirirseniz, o zaman her vuruş belirsiz bir yöne neden olurdu;
elektron atomdan olabildiğince sayısız yönlere açılırdı.
Bu davranışlar yine de yasalar dışında
hareket eden olgular değildir, çünkü bir elektronun olası her açı
yolları belirli olası değerlerle ölçülebilir. Çok sayıda elektronlar
arka arkaya atoma doğru gönderildiğinde, açı yollarının her birinin
sıklığına göre karşılıklı etkileşimin olasılığı belirlenmiş olur, bunlar
bir karşılıklı etkileşimden diğerine farklılık göstermezler. Böylece
Kuantum olguları kesin olan bir sabit öngörülebilirlik içerirler. Bunun
anlamı, büyük grupların toplu davranışlarının tahmin edilebilir
olduğudur, her bir Kuantum belirlenemez olsa dahi. Bu söylenenler, her
Kuantum reaksiyonu için geçerlidir.
Psi'ye dair bir obzervasyon teorisi der ki,
psi fenomenlerinin önceden belirlenmesi sadece tahmini (Probabilistik)
olabilir ve psi kendi doğasına göre zaten probabilistiktir.
Walker’in
teorisi bir kuantum modelidir dedik. Günlük yaşamda normal büyüklükte
algılanan nesnelerin çoğu milyonlarca atomdan oluşur ve nesne içinde bu
atomların davranışı temelde daha küçük olan elektron ve nötronların
kendilerine has aktiviteleri gibidir. Yani atom altına inildikçe katı
gerçekler bilinemeyene doğru kaymakta ve elimizin altından hızla
uzaklaşmaktadır. İstersek buna spiritüelleşmek de diyebiliriz.
Ne dersek diyelim, psi fenomeninin önceden belirlenebilmesi, bir
laboratuarda hep aynı sabit şartlarda aynı sonuçları vermesi pek mümkün
görünmemektedir… Bu teori, psi fenomenlerini açıklayabilmenin neden bu
kadar zor olduğunu ifade edebilir.
Psi olasılık modelleriyle ilintili
olabilir. Fakat bilindiği kadarıyla o, bu ilintiyle birlikte zaman ve
mekan sınırlarını aşan bir olgudur. Prekognisyon (önceden bilme) ve
telepati, büyük bir uzaklığı aşarak, bu özellikleri gözler önüne apaçık
sermektedir ve her psi teorisi bunları açıklamak zorundadır. Walker
modeli, Kuantum reaksiyonlarının bazı aşırı yani ekstrem ve hayret
uyandırıcı hipotez özelliklerini psi’nin hizmetine sunmada başarıya
ulaşmaktadır. |
SAKLI
DEĞİŞKENLER |
Albert Einstein ve başkaları bu
düşünceyi araştırırken, genelde kabul gören olası bazı özel faktörlerin
yanında, başka faktörlerin de varlığını göz önünde bulunduruyorlar ki,
bunlar Kuantum sistemini belirlemektedir. Bu ekstra determinizme edici
faktörlere o, "saklı değişkenler"
ismini verdi. Çünkü bunlar, alışılagelen Kuantum
reaksiyonları içerisinde etkin olan enerji, yoğunluk ve akım gibi
kesinlik içerisinde ölçülebilir faktörler değildi. Belirli bir Kuantum
reaksiyonunda etkin olan faktörlerin değerlerinin bilinmesi şartıyla
bugüne kadar uygulandığı gibi sadece statik/ durağan/ değişmez metotları
kullanmak yerine, meydana gelen her bir reaksiyonun belirli formunu
önceden belirlemek daha uygun düşer.
Matematikçi ve fizikçi John S. Bell övgüye değer bir teorik
çalışmasında, şayet saklı değişkenler gerçekten varsa, bunların lokal
olmaması gerektiğini öne sürdü. Fizikte değişkenler; ancak belli bir
zamanda ve tanımlanmış bir yerde oldukları kesinlik içerisinde
belirtilebiliyorsa, lokal olarak tanımlanmaktadır. Saptanamaz
değişkenler, mekan sınırlaması olmaksızın, şaşırtıcı bir biçimde zamanı
aşan kapsayıcı karşılıklı reaksiyonlar sergilerler.
Lokal (saptanabilir) özellikleri olan sistemlerde mümkün olmayan bu
tür bir atılım, teorik olarak saptanamaz özelliklere sahip sistemlerde
zaman ve mekanın ötesinde karşılıklı etkileşim gösterebilir. Cesaretli
bir hipotez, saklı değişkenler teorisinin önde gelen savunucularından
David Bohm, kitabı Wholeness and the Implicate Order'de (Bütünsellik
ve Saklı Düzen), Kuantum reaksiyonlarının
tümünün ilke olarak karşılıklı etkileşim aracılığıyla kendi saklı
değişkenlerinin aracılığıyla, zaman ve mekanı aşarak birbirine
ulaşabilir olduğunu söylüyor. Bu, Evon Harris Walker'e teorik
mekanizmayı getirdi. Mekan ve zamanı aşan kapsayan özelliklere sahip
DDA'yı açıklayabilmek için buna ihtiyacı vardı.
Parapsikoloji önündeki bu fırsatı kaçırmadı
ve Retro-PK denilen, zamanı aşan özel bir tür Psikokinezinin varlığını
tahmin etti. Bunun sıra dışı özellikleri, Kuantum fiziksel ölçüm sorunu
ile ilişkilendirildiğinde daha iyi anlaşılacaktır. Yirmili-otuzlu
yıllarda Kuantum fiziği geliştirildiğinde, bugün dahi bilimsel
tartışmalarını çelişkilerin nesnesi olan bir sorun ortaya çıktı; Kuantum
fiziğinin ölçüm sorunu. Durum aşağı yukarı şöyle;
Kuantum reaksiyonlarını tarif eder matematiğin yakından incelenmesi
şunu gerektiriyor; bilardo topları örneğinde gösterildiği gibi, sonuçlar
probabilistiktir. Fakat "Kuantum-bilardo
topu-çarpmasının" iyi düşünülmüş
matematiksel niteliğinin anlamı, top pozisyonunun asli ölçümü
gerçekleştirilemediği müddetçe tanımlanamaz olmasıdır. İşte tam burada
Kuantum dünyasının yasaları sağlıklı insan aklı tarafından izlenemez
hale geliyor. Bu durumda hakiki bir ölçüm gerçekleştirilinceye kadar
top, mümkün olan tüm açı yollarında eşzamanlı olarak geri döner!
Fizikçilerin, aklını tamamen kaybettikleri izlenimini önlemek için, şu
anlaşılır kılınmalıdır. Onlar, Kuantum sisteminin her bir ölçümü ya da
gözlemi altında, açı yollarından geçerli olan sadece bir tek olasılık
olduğu, hipopetik "Kuantum bilardo topunun"
karmaşık durumunun olası her yöne açılmasının asla mümkün olmadığını
belirtiyorlar.
Bir başka analoji, bu bilimsel içeriğin
karmaşıklığını anlaşılır kılmak için yardımcı olabilir. Buzdolabının
kapı raflarından birisinin içerisine yerleştirilmiş bir yumurta düşünün.
Yumurta, kuantum sistemini temsil etmektedir. Durumlar, yumurtalıktaki
çukurların pozisyonlarıyla temsil edilmektedir. Kapalı bulunan buzdolabı
kapısı içerisindeki bir yumurtanın pozisyonu saptaması; lokalliği
açısından belirsizdir. Bu demektir ki, yumurtanın belli bir yumurtalık
çukuru içerisinde yer aldığı iddia edilemez. O, eş zamanlı olarak tüm
çukurlarda yer alabilir. Ancak, gözlem ve ölçümde bulunabilmek için,
kapı her açıldığında yumurta orada, asıl yerinde.
Nasıl ki buzdolabı içerisinde ne olup olmadığının araştırılması ve
bilinmesi için onu açmak gerekiyorsa, aynı şekilde Kuantum sistemlerinin
saklı değişkenleri de tespit edilmeli; yoksa kuantum sistemlerinin
ölçümler arasındaki durumu, aynı kapalı bir buzdolabı gibi belirsizlik
gösterir. |
PSİKOKİNEZİ SÜJESİ VE KONUM BELİRLEME |
Belirsizlik gösteren Kuantum sisteminin kendi olası durumları nasıl
teke indirilebilir? Kuantum reaksiyonlarını açıklayan matematiksel
terminoloji, birçok öğreti tarafından farklı açılardan ve çeşitli
fikirlerle yorumlandı. Niels Bohr tarafından geliştirilmiş olan Kopenhag
yorumu şuurlu gözlemciyi, gözlem olayı içerisindeki faktör olarak
görüyor ki, bu redüksiyona (azaltmaya, basite indirgemeye) yol açıyor.
Şayet ölçüm şuursuz bir makine tarafından uygulanacak da olsaydı;
Kopenhag yorumuna göre her durumda sistem, bir varlık tarafından şuurlu
olarak gözlemlendiğinde tüm olasılıklara açık olacaktı.
Bohr'un bu konseptil taslağı, insan şuurunu fiziğin çekirdeğiyle/
cevheriyle birleştiriyor. O bunu, Kuantum durumlarının belirsiz kaos
halini belirli bir biçime sokabilen / forma dönüştüren bir gözlemi de
mümkün kılarak açıklıyor.
Gözlem
altına alınacak konumu gözlemci kararlaştıramaz mı?
Bu görüş açısından şu soruyu sormak mümkün;
en azından ilke olarak, sistemin gözlem altında olacağı konumu acaba
gözlemci kararlaştıramaz mı ? Bu durumda, böyle bir aksiyon
psikokineziyi ilgilendirirdi. Bu fikrin test edilebilmesi için bir tür
psikokinezi hedef sistemi oluşturulması gerekir; bundaki hedef Kuantum
olgularından oluşmalıdır.
Gerçekten de
psikokinezi (PK) deneylerinde sıkça kullanılan olasılık jeneratörleri,
olası/tesadüfi Kuantum olgularından kaynaklanmaktadır. Çünkü radyoaktif
atomların parçalanmasında, bu güçlendirilen atomlar, insanın duyuları
tarafından algılanabilmektedir.
Helmut Schmidt tarafından Retro-PK için bir deney geliştirildi. Onun
PK makinesi bir olasılık jeneratörü kullandı. Bunun olası olguları,
radyoaktif strontium-90 atomlarının kuramsal parçalanmaları sonucu
ortaya çıktı. Parçalanmada belirtilen radyoaktif ışıma bir sayaç
tarafından ölçüldü, bu ise devrelere bağlıydı. Sayaç, radyoaktivite
tespit ettiğinde devreler, mümkün iki olasılık durumundan birini üretti.
Böylece olasılık jeneratörü, olağanüstü bir beceriyle, iki durum
arasında olası bir takas üretti. Sonuçlar yazı tura atmak ile bir
benzerlik taşıyor. Schmidt'in olasılık jeneratörü, hiçbir dışsal etki
olmadan, uzun bir zaman zarfı içerisinde beklendiği gibi, neredeyse tamı
tamamına yüzde elli "tura" ve yüzde elli "yazı" seçimi üretti.
Psikokinezi süjeleri iş başında
Bu
ayrımı iradeli olarak ya da diğer yönde etkileme görevi verilen
psikokinezi süjeleri bir kayma oluşturdu. Bunlar ortalama olarak
maksimal yüzde üçe ulaştılar. Bu ilk bakışta ciddiye almaya değmez gibi
geliyor, ancak gerçekleştirilen on binlerce test göz önünde
bulundurulduğunda, ortaya önemli bir fark çıkıyor. Bu tür sonuçların
tesadüf eseri ortaya çıkması, trilyonda bir olasılıktır.
Bu sonuçların değerlendirilmesinde etken olan bakış açısı,
psikokinezinin sanıldığı gibi enerji sevkiyle özdeş olduğu değil,
tersine olası durumları düzenlemek ya da tesadüfi ortaya çıkışları
mümkün olduğunca aza indirmektir. Yani sistem ekstra enformasyonlar
ediniyor, enerji değil.
Kuantal birleşik birlik
Kopenhag açıklamasına göre Kuantum durumu içerisindeki bir
redüksiyonun (azaltmanın) ya da duruma göre kolapsın (ani dolaşım
bozukluğu) gerçekleştirilebilmesinin şartı, gözlemcinin kolaps
oluşturabilme yetisidir, yani öyle ya da böyle önündeki sonucu
ölçebilmesidir.
Evan Harris Walker'in teorisi, gözlemci insan şuuruna Schmidt'in
teorisinden çok daha fazla önem vermektedir ve aynı zamanda daha da
detaylıdır.
Walker'e göre beyin üç önemli bilgi işlem sistemine sahiptir. Birinci
bileşke, şuursuz beynin sistemine uygun düşmektedir; parapsikoloji
açısından bu o kadar da ilgi çekici değildir. İkincisi, beyindeki
(kimyasal) olaylarla alakalıdır, bunlar şuura enformasyon iletirler.
Üçüncü sistem çok daha karmaşıktır.. Walker, şuur için önemli olan
sinirlerin Kuantum alanında birbirleriyle birleştiğini iddia ediyor. Hem
de bunu, sırf normal kimyasal süreçlerdeki iletkenlerle
gerçekleştirmiyor. Çünkü bu çok kompleks bir
"kuantal
birleşik birlik"
oluşturuyor; bu
sebeple onun kompleks bir Kuantum durumuna sahip olduğu söylenebilir.
İnsan şuuru, Walker'e göre saklı değişkenlerle örtüşüyor, bunlar şuurlu
beyin hücrelerini dengeliyor ve bu şekilde kendi beynini kontrol ediyor.
İrade ve psikokinetik etki
Bu bilgi işlem yetisinin bir kısmı, beyin dışındaki Kuantum
durumlarının belirsiz kolapsını oluşturabilmek için hizmete hazır.
Walker buna
"irade"
diyor, yani arzu edildiği oranda psikokinetik olarak dünyaya etki
edebilen ve DDA ile birlikte tüm psi fenomenlerinin kaynağını temsil
eden bir modül irade. Böylece Walker'e göre
"şuur"
reeldir, ancak alışılagelen bir fiziksel obje asla değildir ve kendi
yetisi sayesinde Kuantum sisteminin saklı değişkenlerine tesir edebilir,
dünya üzerinde gerçek fiziksel etkiler meydana getirebilir. Ancak
Walker'in yorumu, burada, konvensiyonel Kopenhag yorumundan belirgin bir
fark göstermektedir. Bu, iradenin aktivitesinin zaman ve mekan
sınırlanmasına maruz kalmamasıdır. Çünkü irade, Kuantum sistemlerinin
saklı değişkenlerini idare edebilir, yönlendirebilir, etkileyebilir.
Buradan nefesleri kesen bir teze geçebiliriz; o da, insanın geçmiş
olayları etkileyebileceği olasılığıdır. |
9- SOYUT PARÇACIKLAR
DALGA
PARÇACIK İKİLİĞİ VE RUH-BEDEN İLİŞKİSİ |
Modern akıl yürütme şekli ile en
azından son 300 yılın fiziğinden destek alırsak, kıskacından
kurtulamadığımız derin kültürel koşullanmalarımızla ilgili olarak
zihin/beden ya da ruh/beden ikilemi olabileceğini gösteren açık ve net
hiçbir yol olmadığını da görürüz.
Newtoncu fizik maddenin
"temel, hareketsiz, şekilsiz ve külçe"
halinde bir şey olduğuna inanan eski Aristo
mantığı ile bilgisini önemli ölçüde keskinleştirdi ve bu model yıllarca
bilim tarafından da kesin gerçek olarak kabul edildi. Madde ağırlığı ve
uzantısı olan bir şeydi. Temelde atomdan yapılmıştı ve tıpkı bilardo
topları gibi davranan ufak cisimcikler içerirdi. Fakat katıydı, başka
bir maddeyi dokunarak etkilerdi ve kadim bilgilerden en önemli kopuş
olarak da, tamamıyla şuursuzdu.
Kuantum seviyesindeki
dalga/parçacık ikiliği, en birincil seviyede ruh/beden ilişkisi olarak
görülür. Karşıtların birliği sisteminin egemen olduğu maddi evreni daha
iyi anlamak için dualite prensibini çok iyi incelemek gerekir. Çok temel
olduğu ve başka hiçbir şeye ya da işleme indirgenemediği için
dalga/parçacık ikiliği ruhsalla fizikselin kökenine inmemizi ve ikilemle
bize neyin ifade edilmek istendiğini gayet iyi açıklamaktadır. Ruh ve
madde, Dalga ve Parçacık, Siyah ve Beyaz, Gece ve Gündüz hep Yin-Yang
adını verdiğimiz dengeyi kurabilmek içindir.
Bu konuda Üstad Ergün Arıkdal
(M.T.İ.A derneği ve Bilyay
Vakfı eski başkanı) şunları söylüyor:
"Olaylar Bütünselliği anlamamız için
var. Atom altı parçacıklar onu görmek isteyen bilim adamının görüşüne
göre değişiyor. Öyleyse bizler bütünün içindeki yerimizi tayin edip,
bütünün uyumlu çalışmasına hizmet için varız.
Eski fizik anlayışı mekanistik bir anlayıştı sadece atomlar vardı.
Şimdi bilim adamları atomlar arasında boşluklar buldular. Kuantum
teorisi, atomların alt parçacıkları olduğunu söylüyor ve onları tam
tanımlayamıyor. Bu parçacıklar soyut, kimi zaman parçacık, kimi zaman
dalga olarak ortaya çıkıyor. Parçacık küçük hacme sıkıştırılmış, dalga
ise uzaya yayılmış bir şekildedirler.
Bu parçacıklar deneysel duruma göre etkileşim alırlar çünkü bizden
bağımsız değildirler. Evrende en küçük birimler bile birbiriyle
etkileşim halindeler. Soyut ve ikili görünümleri içinde sürekli
değişimler yaşıyorlar. Deney gözlemcinin zihninden bağımsız olarak
gelişemiyor.
Evren birbirine örülmüş ağ gibi. Madde ikili değişken bir yapıya
sahip. Karşıtların Birliğini iyi anlamak gerek. Bohr, Bütünleyicilik
düşüncesiyle, parçacık biçiminde beliriş ve dalga halinde ortaya çıkışın
birbirini bütünlemesini anlatmak istiyor. Bir gözlemci görene kadar iki
karşıt kutup aynı anda varolacaktır. Onlar birbirlerine çakışmış
durumdadır. Kuantum fiziğinde atom altı parçacıklar belirli şeyler,
birbirinden yalıtılmış yapı taşları değildir. Birleşik bir bütünün
birbiriyle dengesi söz konusu. Atomdan atom altına çalışmalarına geçiş
önemlidir. Çünkü somuttan soyuta geçilmiştir. Ve atomlar arasında
boşluklar vardır.”
Ergün Arıkdal'ın yıllar önce ifade ettiği bu
açıklamalarından sonra sözü edilen kuantum fiziğinin bu
"boşluk" kavramını
biraz incelememiz gerekir.
Boşluklar gerçekten
boş mudur?
Sözlükte
"boş" sözcüğü şöyle tanımlanır:
İçinde bir şey veya bir kimse olmayan, dolu karşıtı veya anlamsız,
saçma... Bizler de günlük yaşantımız,da sıklıkla kullanırız "boş"
sözcüğünü. Bir şeye "boş" dediğimizde, zihnimizde oluşan algı, gerçekten
boş olan bir şeydir.
Duyularımızla algıladığımız gerçeklikleri tam da
oldukları gibi anladığımıza öylesine bir inançla doluyuzdur ki, "boş"
dediğimiz alanların, bizim göremeyeceğimiz, kavrayamayacağımız öğeleri
barındırabileceğini çoğu zaman hiç düşünmeyiz. Herhangi bir anlamı
olabileceğini de hemen hemen her zaman gözden kaçırırız. İnsanlığın,
tarih boyunca gözden kaçırdığı pek çok şeyin gerçekliği ise, bilimsel ve
ruhsal araştırmalar sayesinde mümkün olmuştur.
Atomun içinde "boş uzay"
var. Çevremizdeki her şey canlı ve cansız
dediğimiz tüm oluşumlar atomik organizasyonlar olduğuna göre; toprağın,
kum tanesinin, papatyaların ve tabii ki hücrelerimizin de içinde "boş
uzay" vardır. Yani madde de, hücrelerden oluşan organizasyonlar da bu
boş uzaya sahiptir.
Örneğin, en basit canlı kabul
ettiğimiz virüstür; en dışta proteinden oluşmuş bir kılıf ve bu kılıfın
içindeki boşluğa yerleşmiş bir nükleik asit (kalıtım birimi) vardır.
Daha gelişmiş canlılar kabul ettiğimiz mantar, bitki ve hayvan
hücrelerinde de hücre zarı ile çekirdek arasında bir alan vardır. Bu
alanda, aralarında boşluklar bulunan çeşitli unsurlar bulunur. Atomda,
hücrede ve gökcisimleri arasında boşluk olması bir tesadüf müdür?
Yine atoma dönecek olursak, daha
önce sözünü ettiğimiz elektronların ve alt parçacıkların toplamı kuantum
alanını oluşturuyor. Kuantum terimi, hem parçacık hem dalgasal özellik
gösteren bir şeyi anlatmak için kullanılır. Elektronlar birisi onu
gözlediğinde parçacık olarak tezahür eder, gözlenmediği zaman ise dalga
formuna geçer ve tüm uzaya yayılır.
Atomu, yani maddeyi oluşturan
unsurlar gerçekte sert, katı, sabit, statik değildir. Hem parçacık hem
dalga olabilen, her an farklı iki gerçeklikten biri olarak tezahür eden
bir enerjidir. Dalga formunu maddileştiren ise gözlemcinin şuurudur.
Madde, gözlenmediği zaman enerji, gözlendiği zaman parçacık olarak
tespit edilir. Parçacık formundan enerjetik dalga formuna geçen bir
elektron için "mekansızlık"
söz konusudur. |
SOYUT
PARÇACIKLAR VE EĞİMLİ/ KAPALI EVREN |
Mekansızlık
kavramının yeni fiziğin astrofizik bilgileriyle yeniden tanımlanması çok
önemlidir. Fizikçi Jean E.Charon, ruhu taşıyan
"ebedi"
parçacıklardan söz ettiği EON
adlı eserinde evrensel zaman-mekan için şunları ifade ediyor:
“Tüm evrenimiz, mekan adı verilen tek bir
maddenin geometrik şekillerinden ibarettir. Einstein'ın keşiflerinin
felsefi veya daha doğru ifadesiyle metafizik etkileri son derece
önemlidir. Gerçekten de Genel İzafiyet Teorisi sayesinde, evrenimizin
bir bütün olarak kabul edilmesini bilimsel olarak söylemek mümkün
olmuştur. Günümüz Astro fiziğinde genel olarak kabul edilen bir görüşe
göre evrenimizin mekanı "kapalı"dır.
Bütünü içerisinde mekan hafif bir şekilde kıvrılmıştır; öyle ki, şayet,
uzayda hiç bir şekilde, en ufak bir sapma yapmadan, dümdüz bir hat
üzerinde gitmek mümkün olsaydı, yine eninde sonunda aynı başlangıçtaki
hareket noktasına varılmış olurdu.”
Evrenin tümü için olduğu gibi,
mekanın kendi içine kapanma noktasındaki bu eğilme özelliği iyice
incelenmelidir. Gerçekten de, fiziğin bazı parçacıkları olan
elektronların, kendi içinde kapanmış olan özel bir zaman-mekandan
oluşmuş küçük mikro evrenlerden oluştuğunu göreceğiz. Bu noktada
zaman-mekan, ruhun zaman-mekanına da bir örnek teşkil etmez mi diye
sormak mümkündür.
Fizikte temel parçacık adını verdiğimiz şeyin, örneğin bir elektron
veya proton olduğunu ve son derece yoğun bir maddeden oluştuğunu
biliyoruz; bu madde kara deliklerde rastlanan yoğunluktadır.
Bu durumda bu parçacıkların
bazılarının, hatta tamamının bizim evrenimiz içinde görünmeyen bir cep
teşkil ettiklerini, kendi içlerinde kara deliklerdekine benzeyen bir
zaman mekan içerdiklerini ve bize ne kadar garip gelirse gelsin, bu
zaman ve mekanı ruhun zaman ve mekanı olarak nitelendirmeye hakkımız yok
mudur? Kısacası bilinen bazı temel parçacıklar bir çeşit mikro kara
delikler olarak düşünülemez mi? Eğer öyleyse, bizim vücudumuz da
bilindiği gibi parçacıklardan oluştuğu için biz de madde ve ruh arasında
bir köprü meydana getiren yolun üzerinde değil miyiz?
Elektron ve mikro evren
Elektron kendine özgü bir zaman ve mekana sahip otonom bir bireysellik
oluşturmaktadır. Ve bu elektrona yönelik zaman-mekan, kara deliklerde
gördüğümüz gibi, bizim normal zaman-mekan anlayışımızdan farklıdır.
Elektron gerçek bir mikro evrendir; onu oluşturan mekanın geçmiş
durumlarım yeniden bulmasını sağlayan devresel bir zamana sahiptir; ve
diğer taraftan bu mikro evrende olaylar artan bir negantropi içinde
meydana gelirler, yani olaylar sürekli olarak bilgilerini arttırırlar.
Kısacası elektron kendi içinde bir ruh zaman-mekanı içerir.
Fizik planda derinleştirilmiş bir
analiz, elemanter maddenin gerçekleştirildiği bu organizasyonlar için
gerekli olan bilgi içeriğinin elektron adı verilen bu basit görünüşlü
parçacığın içinde olduğu izlenimini vermektedir. Çünkü, elektron kendi
mikro evreni içinde bilgi toplama yeteneğine sahip bir mekan içermekte
ve bu bilgiyi her dönüşünde gerçek bir hatırlama fenomeni ile
kullanılabilir hale getirebilmektedir. Yine organize etmek istediği
sistemin diğer elektronları ile iletişim kurarak ve onlarla müşterek
hareket ederek, karmaşık operasyonları yönetebilmektedir.
Elbette ki bu psişik davranışın gözlerimiz önünde belirgin şekilde
ortaya çıkması için elektronların uygun bir ortamda toplanması
gereklidir. Elektronlar uygun bir ortamda bir araya gelir gelmez, hemen
aralarında ancak 'psişik' (ruhsal) olarak nitelendirilebilecek birtakım
etkileşimler daima daha düzenli durumlara doğru gelişir.
Evrenin spiritüel kaderini
"taşıyabilecek" varlıklar olarak
yalnızca madde, yani daha özel olarak maddenin temel parçacıkları vardır
ve bunlar ciddi olarak, mantıklı ve bilimsel olarak incelenmeye değer
niteliktedir ki madde de derinlerine inildikçe bildiğimiz katı halini
terk edip soyutlaşmakta, ruhsallaşmakta ve adeta elimizin altından kaçıp
gitmektedir.
Evrenin psişik seviyesinin yükselmesi elemanter maddenin sürekli
olarak art arda yaşadığı deneyimlerle olmaktadır. Bu deneylerde
elemanter madde az veya çok kısa sürelerle bazen bir minerale, bazen bir
canlının yapısına karışır ama süreler içinde elde ettiği bilgi içeriğini
hiçbir zaman kaybetmez. |
KUANTUM FİZİĞİNDE MEKANSIZLIK PRENSİBİ |
Bizler görünmeyenin arılarıyız. Görünenin balını
delice toplar ve görünmeyenin yüce altın kovanına depolarız.
"Rilke"
Elektronun
Macerası
Varoluşun evrendeki başlıca macerası, evreni dolduran milyarlarca
elektronun macerasından mı geçmektedir? Kuantum fiziği bugüne kadar çok
merak ettiğimiz pek çok mistik soruya da ister istemez yanıt arar
durumdadır.
Elektronlar içlerinde bulunan ve
cep gibi tanımlanan özel zaman-mekanda bilgileri depolamaya muktedirler
ve bu bilgiyi sürekli olarak daha etkili ve mükemmel bir biçimde
kullanabiliyorlar; öyle ki günümüzün en ileri teknisyenleri bu
bilgilerin kullanımı karşısında hayrete düşmektedirler. Bilgilerin
böylesine kullanılışı evrimin bir amacı değildir, ancak bu amaca ulaşmak
için bir araç olabilirler. Bizdeki beni, yani ruhumuzu; elektronların
ruhuyla nasıl kıyaslayabiliriz? Milyarlarca elektronun ruhsal macerasına
oldukça yeni ve korkusuz gözlerle bakmayı bilebilecek miyiz?
Kuantum fiziğindeki
"mekansızlık prensibi",
bir şeyin aynı anda her yerde olabilmesi,
tüm uzayı doldurabilmesi anlamına gelir. Atom fiziğinin ortaya koyduğu
en çarpıcı gerçeklerden biri budur ve atom fizikçilerinin bir kısmı bu
noktada, kuramlarının ne anlama geldiği konusunda mistik imalara kayma
nedeniyle yorum yapmaktan kaçınmaktadırlar.
Atomların
Dalga Formları
Madem
ki elektron dalga formu mekansız; öyleyse tüm atomların, yani canlı ve
cansız dediğimiz varlıkların tüm atomlarının dalga formları birbirine
geçiş yapabilmektedir. İşte bu kuantum dalga formları, çevremize
yaydığımız tesirler, etkiler, düşünce formları, kendi şuurumuzdan ve
daha yüksek şuur kuşaklarından aldığımız impulslar, bu
"boş" dediğimiz
alanlardan geçmekte ve her şey her şeyle etkileşim halinde
bulunmaktadır. Buradan hareketle, gerek atomaltında gerek bedenimizde,
gerekse tüm evrenimizde, her şeyin her şeyle irtibatlanması, her şeyin
her şeyden etki alıp etki vermesi söz konusudur.
Atom altını ve
dalga formlarının iç içe geçen olasılıklar dalgası halindeki dansını
görebilen beyinlerimiz olsaydı, "ben"in
nerede başlayıp "sen"
in nerede bittiğini anlayamazdık. Oysa
duyularımızın sınırlılığı, bu bütünselliği görmemizi engelliyor ve
bizler böylece makro dünya ile başarılı bir uyum sağlayarak gelişimimizi
sürdürüyoruz.
Ben
ve Dünya
Atom
fiziğine göre "Ben"
ve
"Dünya" ayrımı çürütülmüş olup tamamen
rölatiftir.
"Ben"
ve "Dünya"
yalıtılmış değildir. Aralarında sürekli bir etkileşim, tesir alış verişi
vardır.
Bizler, ruhsal tekamülümüzü sürdürmek için bu Dünya'ya enkarne olmuş
(doğmuş) olan ruh varlıkları, şuur yansımalarıyız. Tekrardoğuş yasası
gereği, uyum sağlayabildiğimiz maddi ortamlarda ruhsal evrimimizi
sürdürmekteyiz. Tekrardoğuş sırasında, şuur enerjimiz, maddi bedenimizi
etkisi altına alırken vibrasyonunu düşürmek zorunda kaldığı için de
serbest şuur halinde anımsayabileceğimiz ruhsal yasaları ve daha önceki
hayatlarımızın anılarını da unuturuz. Bu nedenle beş duyumuzun
algılamaları ile kendi gerçekliğimizi oluşturuyoruz ve pek çok
rölativite içinde yaşıyoruz. Bilimsel gelişmeler ve ruhsal bilgiler
bize, bu rölatifliği gayet güzel göstererek şuurlanmamız yolunda bilgi
akışı sağlıyor.
Aslında bilgi akışı her zaman var da biz pek
farkında değiliz. Sezgiler, içe doğuşlar, rüyalar, telepatik
alış-verişler, medyonomik irtibatlar; gerek maddi ortamlardaki varlıklar
arasında, gerekse maddi ve süptil alem diyebileceğimiz ötealemde bulunan
ruh varlıkları arasındaki bilgi akışının göstergeleridir. İşte bu
çerçevede gerek atom altındaki boş uzayın, gerekse hücresel
yapılarımızdaki ve güneş sistemimizdeki boşlukların fonksiyonu devreye
girmektedir. Hem maddi sistemlerden gelen tesirler, hem kendi ruhsal
varlığımızdan yani derin şuurumuzdan (David
Bohm için Saklı Düzen’den) gelen tesirler,
hem de çevremizdeki canlı dediğimiz tüm varlıklardan, birbirimizden
yayılan tesirler ile Dünya insanlığını görüp gözetenlerden
gelen-etkiler, geliştirici tesirler bu
''boş'' dediğimiz alanlardan geçerek
ulaşmaktadır.
Bu boşluklar; hem beş duyu dışına taşan iletişimleri gerçekleştirmekte,
hem de gelişmemiz için gerekli olan çok çeşitli tesirleri birbirimize
aktarmakta ve tekamül yolunda son derece önemli bir vazifeyi yerine
getirmektedir.
Öyleyse bu "boş
uzay" denilen bölgeler gerçekten boş ve
anlamsız değildir. Burası kuvvetlerle doludur ve elektromanyetik
dalgalar buradan geçmektedir. Her türlü tesir alışverişine imkan
sunmakta ve ruhsal gelişmemizi sağlamaktadır. Boş dediğimiz alanların
esir maddesiyle dolu olup olmadığını araştırırken, kuantum dalga
fonksiyonunun çöküşe uğradığı anı ve 'Işık' kavramını da araştırmak ve
çeşitli bağlantıları görmeye çalışmak gerekir.
Kuantum fiziğinin de getirdiği yeni
açılımlarla düşünce ve ışığın varoluşumuzdaki iki temel kavram olarak
daha detaylı incelenmesi bizlere yeni ufuklar açabilir ve kişisel
araştırmalarımızı kendi istediğimiz yönde bilim desteğini de alarak daha
da derinleştirebiliriz. |
METAFİZİK VE
YENİ FİZİK
Günümüzde
çok modern, YENİ FİZİK adı verilen, kartezyen şüphecilikle Newtonculuğun
veya klasik fiziğin etkilerinden sıyrılmış, ayırıcı
değil birleştirici, modern tanımıyla ‘Holistik’
bir fizik anlayışı doğmakta… Kartezyen görüş insanları bildik sosyal ve
ruhsal ortamlarından koparıp, ‘ben ve benim’ üstüne kurulu ‘ben-merkezci’
bir kültür içine itmiştir.
Newton’un görüşü ise bizi evrenin, BÜTÜN ’ün
bir parçası olmaktan alıkoyarak, parçalı ve
mekanistik bir mantığa yönlendirmiştir.Çağın icapları bütün bu
devrimler o dönem için doğru ve gerekli olmasına karşın, bugün biz yeni
gereklilikler ve ihtiyaçlar içindeyiz.Fiziksel araştırmalar, fizik
laboratuarları birçok insana çok yabancı bir dünya gibi görünür.O
dünyadaki matematiksel formüllerin, deneysel araştırmaların; günlük
dünyamızla hiç ilgisi yok gibidir. Fiziksel araştırmalar günlük yaşama çok
yabancıymış gibi algılanır. Oysa ki fizik, tüm diğer bilim dalları gibi
günlük yaşam deneyimlerinden ortaya çıkar.
Kuantum
Fiziği
Kuantum fiziğinin
gerçekliği,atom altı oluşumlar seviyesinde
anlatım biçimi ve elektronlar dünyasında olan henüz bir türlü
tanımlayamadığımız olgular, bazı bildik felsefi sorunlara bakma konusunda
da insanoğluna yeni iç görüler kazandırıyor. Kuantum fiziği doğru
anlaşıldığında ve metafizik yorumlarla desteklendiğinde;
empati duygusu, telepati, duyular dışı
algılama, psikokinezi diğer insanlarla
aramızda kurulması gereken bağlantılar, pozitif enerji yaymanın gerçek
anlamı gibi hem metafiziği hem fiziği bir bütün halinde kapsayan günlük
yaşam deneyimlerimizde farklı iç görülere ulaşabiliriz.
Yeni fiziğin
kazandırdığı bu bilgi aslında, binlerce yıldır varolan tüm kadim bilgelik
okullarının, inisiyatik bilgileridir ve
çağımızın astronomi, astroloji, matematik, psikoloji, parapsikoloji,
felsefe ilgili bilgileriyle tamamen örtüşüyor.
Günümüz insanı varoluşuyla ilgili temel sorulara yanıtlar bulamadığı için
kavram kargaşasına düşmekte, yaşamı anlamsız ve tekdüze bulmakta sonuç
olarak kendine ve diğerlerine yabancılaşma yaşamaktadır .
Yabancılaşma
ise bizim kendimizle ve kozmosla olan ahengimizi, birlik, kardeşlik
duygumuzu dejenere etmektedir. Gezegenimizde ahenkli ve insanca varoluşun
gerçekleşmesi, bu yabancılaşma duygusundan kurtularak, bütüncül-holistik
bir anlayışa ve kavrayışa ulaşmakla olur.
Astroset ekibi
olarak, METAFİZİK VE YENİ FİZİK’İN incelendiği METAFOR sayfamızı bu
amaçla hazırlıyoruz. Siz de görüşlerinizi paylaşır, konuyla ilgili yeni
bilgileri aktarır ya da sorular sorarsınız biz
iletişime her zaman açığız…
BU BÖLÜMÜN
HAZIRLANMASINDA YARARLANDIĞIMIZ BAZI KAYNAKLAR
-
Kuantum Benlik-Danah
Zohar-Sarmal Y.
-
Fizik Yasaları Üzerine-Richard Feynman-Tübitak.
-
Gen Bencildir-Richard
Dawkins-Tübitak.
-
Fizik ve Metafizik-
Jennıfer Trusted-İnsan Y.
-
Holografik Evren-Michael
Talbot, RM Y.
-
Mistik Düşünce ve Yeni Fizik,
Michael Talbot-İnsanY.
-
Temel bilinç- Nick
Herbert-Ayna Y.
-
Einstein- Jeremy
Bernstein- Yazko
Bilim S.
-
Eon-
Jean E.Charon- RM Y.
-
Paradigmalar Savaşı-
Doç.Dr.Hasan Şimşek-SistemY.
-
Kaos-James Gleick-EvrimY.
-
Rastlantı ve Kaos-David
ruelle-Tübitak.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL
/
Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/
Astronomy
|
|