Time Travel Research Center © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkey/Denizli 

 

6 - KUANTUM FİZİĞİ

YAŞAM ve KUANTUM

  Bizim yaşadığımız günlük dünyayla kuantum fiziği dünyası arasında doğal bir köprü vardır. Günlük yaşamın daha derin felsefi anlayışına inmek ve kuantum kuramını daha geniş bir çerçeveden görmek için kozmosa ve kozmik şuurun varlıklar düzeyinde oynadığı role yakından bakmak gerekiyor. Şuurun modern tanımıyla bilincin ne olduğu insanoğlu için her zaman en merak edilen soru olmuştur.
- Şuur Nedir?
- Dünyada şuur diye bir şey var mıdır?
- Şuur artar ya da azalır mı?
- Şuur aynı zamanda bir tür FARKINDALIK MIDIR ?

  Bu soruların bazılarının yanıtları yaşamın amacının anlaşılması için kaçınılmazdır.
  En ilkel yaşam biçimine sahip amip'in bile nasıl
“canlı” ve kendine göre şuurlu olduğunun anlaşılması bu soruların yanıtlanmasına bağlıdır.
Daha geniş bir açıdan bakarsak, verilen bazı yanıtlar yaşamın anlamını ve amacını aydınlatır. Bilim felsefesiyle günümüze dek bilinen antik felsefenin, günümüzün modern felsefelerinin ve tüm ruhsal araştırmaların, psikolojiyle birlikte yeni bir sentezi; kültürümüzün niçin ve nereden geldiğini sorgulayan ve bireyin bu koskoca evrendeki yeriyle ilgili sorularının yanıtları olabilir. Bu sentezin yapılması,
“Yeni Bir Şuur Anlayışına” kavuşmamız ve aynı zamanda ‘Bireysel Gelişim’ düzeyinde sıçrama yapıp; evreni, varoluşu kendi kapasitemiz kadar algılayabilmemiz için şarttır.

  Günümüz fizikçileri tıpkı madde gibi şuurun da kuantum dünyasında çok önemli bir rolü olduğunu hatta o dünyadan çıktığını, birbirlerinden farklı gözükseler dahi ortak verilerini kuantum gerçekliğinde bütünleştirme olasılıklarının çok yüksek bir potansiyel içerdiğini ve “şuur-madde bütünlüğü” kavramının yeni fizik açısından ciddiyetle incelenmesi gerektiğini hararetle savunuyorlar.
  Yeni fiziğin kuantum kuramıyla ortaya attığı felsefi ve hatta zaman zaman metafizik yorum, düşünce modellerimiz ve kendimizle, ötekilerle ve tüm dünyayla olan ilişkimiz büyük ölçüde elektron ve foton dünyasını yöneten yasa ve davranış biçimleriyle açıklanabilir; daha doğrusu bu dünya bize ayna olabilir. Eğer zihnimiz yasalarını evren yasalarından esinlenerek uyguluyorsa, (
ki öyle) bu yasaları algılayışımız, doğanın ve evrenin kendi ruhsal ve fiziksel gerçekliğini bir dereceye kadar yansıtmak zorundadır.
  Dolayısıyla kendimizi tanıyarak ve kuantum kuramına göre atom altı parçacıkların dünyasına nüfuz ederek yani mikrodan hareket ederek makroyu tanımlayabiliriz. Dünya kuruldu kurulalı hiçbir kuram kuantum fiziği kadar bir yüzyıla böylesine belirgin bir damga vurmamıştır.
  1900’da Max Planck’ın
‘kara cisim ışıması’ kuantumlaşmış enerji yayımıyla açıklamasının fizikte yarattığı devrim temposundan hiç yitirmeden 20 yüzyıl yeni kuşak bilim adamlarının olağanüstü düşünce ürünleriyle zenginleşerek sürdü.
  Atom altı ölçekteki evreni inceleyen kuantum mekaniğinin tersine, kozmos ölçeğinde etkili kütle çekimi ve genel görelilik. Bu iki kuram birbirini destekleyerek gelişti. Kuantum kuramının özünde saklı olan
‘Karşıtların Birliği’ ve her iki durumun aynı anda üst üste çakışmış olma ilkesi kısaca eşzamanlılık; bir şeye hiçbir zaman tam anlamıyla siyah ya da beyaz demenin mümkün olmadığını anlatıyor.,

 Nasreddin Hoca ve Kuantum 
 
Nasreddin Hoca hikayelerinde sık sık sözü edilen, ‘sen de haklısın, sende haklısın’ ilkesi kuantum fiziğinde Schrödinger’in Kedisi teorisiyle anlatılan bir tür üst üste çakışma ve her iki durumu da kendi bünyesinde barındırmayı ifade eder.
  Klasik fizik ilkesi bağlamında bir olguya iki şekilde yaklaşabilirsin,
‘ya şudur-ya budur’. Yani ya siyahtır, ya beyaz, griye yer yoktur. Oysa Kuantum Kuramı yepyeni bir şey söylüyor.

 ‘ Hayır hem o olabilir, hem de bu.’

KUANTUM ETKİSİ

  Atom altı parçacıklar arasındaki nükleer etkileşime 'kuantum etkisi’ denir. Kuantum kuramı bu etkileşimlerin dilini çözmeye çalışır. Kuantum, enerji paketleri yada ışıma birimlerine verilen isimdir. Kuantum sözcüğü aynı zamanda, hem parçacık hem de dalga terimiyle eş anlamlıdır. Yani kuantum, ikili özellik gösteren, statik olmayan bir şeyi anlatır. Bir şeyin iki farklı gerçeklikte tezahür edebildiğini ifade eder.
  Örneğin, Zen Budistleri ayı göstermek için bir parmağa ihtiyaç olduğunu, fakat bir kere ayın farkına vardıktan sonra parmakla canımızı sıkmamamız gerektiğini söylüyorlar. Parmak, ay temel düşüncesini anlamak için bir semboldür. 'Parçacık' ve 'dalga' ve 'aynı' ve farklı' sözcükleri de maddenin doğasını anlatmak için birer semboldürler. Bütün sözcüklerin sembol olduğunu düşünüp bu anlamda, sınırlarının ötesine geçmeye çalışabiliriz.
  Görünürün ardındaki görünmeyen, yeni fizikle metafizik arasındaki köprülerin kurulması için anlayışların esnemesi gerekiyor. Artık yapılan son çalışmalar bizleri öyle bir noktaya getirmiştir ki, hem fizikçi hem de mistik için kavram halindeki bilgi'nin sınırlarını belirlemeye çalışmak gittikçe zorlaşmıştır. İşin gerçeği budur.
Zen ve Taocu düşünce gibi mistik düşüncenin de kozmik ve billur kollarının uzantıları yeni fizikle kendini bütünlemektedir. Sembollerin işaret ettiği yeni anlayışa ya da bilgiye kavuşup, sentezlerimizi yaptıktan sonra da sembolü terk edip, Hakikatin ya da bilgeliğin özüyle meşgul olabilmeliyiz. Bu Tao'cu bilge çuang çu'nun sözlerine de benzemektedir:
'Balıkçı sepetleri balık tutmaya yarar; ama balığı tuttu mu insan sepeti unutur. Kapanla tavşan tutulur ama tavşanı tuttu mu insan kapanı unutur. Sözler düşünceleri ifade etmeye yarar, ama düşünceler kavrandığı zaman insan sözleri unutur.'

  KUANTUM KURAMI NE ZAMAN ORTAYA ÇIKTI?
  19. yy'ın sonlarına doğru Max Planck, atom altı parçacıklarının tamamlayıcılığına benzer bir olay keşfetti. Isı ışımasındaki enerjinin sürekli yayılmayıp kendini kesikli birimler şeklinde yahut enerji paketleri şeklinde gösterdiğini buldu. Einstein, bu ışıma birimlerini
'kuanta' diye adlandırdı. Bu yüzden ismini Kuantum Teorisi koydu. Einstein daha sonra, ışık dahil bütün ışıma biçimlerinin hem dalga hem de kuanta biçiminde yayılabileceğini ileri sürdü. Gerçektende daha sonra ışığın daha çok, parçacık yahut 'foton' gibi davrandığı ve sürekli olmayan kuanta biçiminde yayıldığı keşfedildi. Bununla beraber elektronlardan farklı olarak fotonların kütlesiz olduğu ve daima ışık hızıyla hareket ettiği ortaya çıktı. Kuantum teorisini daha iyi anlamak için atomu incelemekte büyük yarar var. Atomun iç yapısı bu teoriyi anlamak için bize ışık tutacak.

  ATOMUN İÇ YAPISI
  Kuantum teorisinin ortaya koyduğu gerçeklerden biri atomun iç yapısıdır. Tabii ki bu keşif sadece maddenin özelliklerinin deşifre edilmesiyle kalmamış, bugüne kadar gerçeklik olarak kabul ettiğimiz birçok kavramın da sorgulanmasına neden olmuştur. Madde, zaman, uzay, şuur, evren gibi kavramların daha gerçekçi yaklaşımlarla anlaşılması için bu teoriden yararlanmak mümkün olacaktır. Atomun MÖ. 400 lü yıllarda Demokritos tarafından yapılan tanımı da artık geçersizdir. Demokritos maddenin daha fazla bölünmesi mümkün olmayan en küçük parçasına yunanca bölünemez anlamında
"atom" demiştir. Maddelerin gerçekten de atomlardan oluştuğunu ise ilk kez, 1808'de John Dalton ispatlamıştır. Günümüz fizikçileri yakalamaya ça1ışhkça bizden kaçan soyut atom modelini ele almakta ve atomun belirli bir şeklinin dahi olmadığını savunmaktadırlar.
  Kuantum teorisine göre atomlar; proton, nötron ve elektronlardan meydana gelir. Nötron ve protonların her biri
kuark adı verilen üç küçük parçacıktan oluşur. Çekirdek içinde ayrıca 206 çeşit atom altı parçacık olduğu keşfedilmiştir. Bu parçacıklar, ışık hızına yakın hızlarda hareket ettiği için bir "nükleer kuvvet kuantum etkisi" yaratır. Elektronlar ise bu nükleer kuvvet nedeniyle çekirdeğin etrafındaki çeşitli yörüngelerde dans eder. Elektronlar, hem kendi etraflarına hem de çekirdek etrafındaki yörüngelerde spin hareketi ile döner. Spin hareketi, Dünyanın da hareketidir. O da bir elektron gibi hem kendisinin hem de güneşin etrafında döner. Bir elektronun bir atom da nerede olduğunu bildiğimizi söylememiz, bir gezegenin güneşin etrafında nerede olduğunu bilmemizle aynı değildir. Klasik bir yörüngeyi takip etmesi için bir elektronun belli bir anda tam olarak hem yerinin hem de hızının belirli bir değeri olması gerekir. Oysa ki Heisenberg'in belirsizlik prensibi'nin ortaya koyduğu gibi elektronun yörüngesini belirlemek için yapılan her ölçüm onu o kadar bozar ki hangi yörüngeyi izlemekte olduğunu belirleyemeyiz.

  Elektronların atomda bir yörünge izleyip izlemediklerini söylemek için bir yol yoktur ve buna inanmak için de bir neden yoktur. Bu ölçümdeki bir zorluktur. Bir elektronun yerini katı olarak belirlediğimizi düşünsek bile, bizi aldatıp tamamen başka bir yerde olabilir. Elektronlar sadece parçacık olarak davranmazlar. Bazen uzayda küçük bir bölgeye yerleşmiş gibi görünürler, bazen de daha geniş bir bölgeye yayılıdır. Elektronlar nesnelerin var olduğu gibi varolmazlar. Ancak 'varolma eğilimi' gösterirler ve bir elektronun yerinin çok hassas bir ölçümünü yapmış olsak bile bu, elektronun büyük bir ihtimalle orada bulunabileceği anlamına gelir. Elektronlar hem bir parça hem de dalga paketinin özelliklerini taşıdıkları için bir yaprak ya da bir deniz kabuğu gibi kabul edilmezler. Hiçbir fizikçi onu görüp dokunamaz çünkü henüz elektronu kavramlarımızla ve dilimizle açıklayacak durumda değiliz.
 Evren yalnızca düşündüğümüzden daha gizemli değil, fakat düşünebildiğimizden de gizemlidir. Kuantum fiziği daha da ileri giderek aslında dalga ve parçacık tanımlarının ikisinin de tek başına doğru olmadığını söyler. Varlıkların dalga ya da parçacık gibi olduğunu düşünmek, onların doğasını anlamaya çalışırken bizim için önemli olacaktır, ama asıl en önemlisi temeldeki ikiliği anlamaktır. Yani temelde kuantum denen bu
'şey' aynı anda hem dalga hem parçacıktır.

SCHRÖDİNGERİN KEDİSİ

   Kuantum fiziğinin ve bunu dünyadan söz etmek için kullananların karşı karşıya olduğu temel gizemin "Nasıl oluyor da herhangi bir şey meydana geliyor?" değil de, "Nasıl oluyor da herhangi bir şey varoluyor?" sorusu olduğu çok açıktır.
Eğer, yaygın görüşe bağlı kuantum fizikçilerinin inandığı gibi, gerçeklik esasında içine bir çok değişik olasılık katılmış, neyin ne kadar katıldığı belli olmayan bir aşureyse,
(ki fizikçiler ne derse desin bu asla doğru değildir ve Tanrı evrenle zar atmamıştır) bu bir sürü karışım halindeki madde-dalga akışı içinde biz etrafımızdaki katı, kesin nesnelerin bildik dünyasını nasıl anlayabiliriz? Gerçeklik hangi noktada ve niçin gerçekleşmiştir? 
 
Fizikçilerin haklı olarak laboratuarlarda çözümünü aradıkları bu evrensel soruya ruhsallık her zaman doğru yanıtlarını a priori olarak vermiştir. Fizikçilerin bu bilinemezci sorunu açıklığa kavuşturma çabasıyla, kuantum kuramının öncülerinden Irwin Schrödinger, kedisini tartışma konusu yapmıştır.
   Schrödinger'in kedisi hayvan deneyleri için kullanılan laboratuar kafeslerinden birinin içine  yerleştirilir, yalnız kafesin duvarları katı bir maddeden yapılmıştır. Bu son derece önemlidir çünkü paradoksu anlayabilmek için kediyi deneyin sonuna dek görmememiz çok önemlidir.
Geçirimsiz kafesin içinde Schrödinger, ölümcül bir deney düzeneği hazırlamıştır. Schrödinger kafesin içine bir parça radyoaktif,madde yerleştirir; basitçe anlatacak olursak, çürümüş bir parçacığı %50 yukarıya, %50 aşağıya ateşleme olasılığı olan bir düzenek kurar. Eğer bu parçacık yukarıya ateşlenirse, kedinin yemeğine zehir bırakan bir anahtarı çalıştırır. Kedi yemeğini yer ve ölür. Aynı şekilde, eğer parçacık aşağıya ateşlenirse, kedi  için sadece yemek bırakılır ve kedi yeni bir deneye tabi tutulmak üzere hayatta kalır.
   Olacakların bu seçimi, en azından yukarısı ölüm, aşağısı yaşam dersek, bizim günlük yaşamımızda her gün yeniden belirlemek zorunda olduğumuz seçimdir. Fakat, işler kuantum kedileri için o kadar kolay değildir. Hele hele basit hiç değildir, çünkü ana kuantum kuramına göre, kedi hem canlı hem de ölüdür. Kedi iki durumun da aynı anda üst üste bindirildiği bir durumda var olur; tıpkı elektronların aynı anda hem parçacık hem dalga olduklarının söylendiği gibi.
Bu durumda dalga fonksiyonu (kurallar) bize kedinin zehiri yiyip öldüğünü (
olasılık1) ve kedinin yediği yemekten çok zevk alıp yaşadığını (olasılık 2) söyler. Biz ancak; bu dalga fonksiyonu temelden "çöker" ve tüm olasılıklar aniden sabit bir gerçekliğe karşılık gelecek duruma düştüklerinde kediyi ya gömebiliriz ya da okşayabiliriz.
Görülen o ki; böyle bir çöküş bir ara olmuş olmalıdır. Çünkü kafesin kapısı açılıp, içeriye bakılınca kedinin kesinlikle ölü olduğu görülür. Fakat niçin? Schrödinger 'in kedisini ne öldürdü?
   Bu soru sadece mekaniksel kuantum kedilerine değil, bize de sorulması gereken bir sorudur ve çevremizde gördüğümüz her şey doğrudan
"niçin gerçeklik var? " ya da başka  şekilde soracak olursak "varoluşun amacı nedir?" sorunsalında odaklaşır ve kedinin kimlik krizinin neden bir paradoks oluşturduğunu gösterir.
 Bu bir paradokstur, çünkü bir yanda dünya ya ölü ya da diri olan sıradan kedilerle doludur, öte yanda yüzyılımızın en bilimsel beyinlerini meşgul eden fizik bunun imkansız olduğunu söylüyor. Schrödinger denkleminin matematiği kedinin kaderini hiçbir şeyin belirleyemeyeceğini, hiçbir şeyin onun dalga fonksiyonunu çökertemeyeceğini söylüyor. (En azından fiziksel hiçbir şeyin)
   Kafese konacak herhangi bir fiziksel nesne, örneğin, bize kedinin ölü mü yoksa diri mi olduğunu söyleyecek bir kamera çok fazla olasılığın dokunuşundan etkilenecektir. Sonuçta klasik kuantumun mekaniksel davranış biçimini sergileyecektir. Yani kendi gözlerimizle gördüğümüz sonuca rağmen, kuantum kuramı kedinin hem ölü hem diri olduğunu ve de hep öyle kalacağını söyler. Bu paradoksa aynı zamanda
"gözlem sorunu" denmesi şaşırtıcı değildir, çünkü hem bizim sağduyumuzla yaptığımız gözlemlerimize meydan okur hem de gerçeği şekillendirmede gözlemin-gözlemcinin oynadığı kritik rolü öne çıkarır.

KUANTUM KURAMI VE HAREKET

  Kuantum kuramı, hareketi, kesintiye uğramış bir dizi sıçrama diye yeniden tanımlar ve bu da onun fizikte yapmış olduğu en esaslı kavramsal değişikliktir. Bu, gerçek yaşamın pürüzsüz akışının yerine bir film şeridindeki kareleri andıran kesintili, kırık dökük bir dizi durağan fotoğrafın işlerliğini anlamaya çalışmaktır. Aslında kuram bize, hareketin, biz  onu ne kadar pürüzsüz ve sürekli olarak algılasak da film şeridindeki karelerin sunuluşundaki ardı ardına sıralanış gibi planlandığını gösterdi. Ve tıpkı film karelerinin atlaması gibi, atom-altı parçacıkları da belki de daha doğal görünen aradaki bazı basamakları bırakıp "birkaç kare ileriye" sıçrayabilirler. Zihinsel ve kültürel olgular arasında da buna çok  sayıda benzetme yapılabilir.
  Kuantum kuramında
"Varoluş" kavramını tartışırken gördüğümüz gibi, Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi, atom-altı parçacığı, izlediği kesintili yolda izleyebilmek ve onun hareketini tanımlayabilmek sorunundan kaynaklanmıştır. Gerçekliğin sabit varoluşlarından değil de, bilebileceğimiz bir takım varoluş olasılıklarından ibaret olduğu bir dünyada, kişi herhangi bir parçacığın hareketini ne kadar derinden incelerse bu hareket de anlaşılması o kadar zor bir hale gelir. Anlaşılmazlık Kuantum hareketinin en büyük sorunudur; diğer sorun da bütün o kayıp olasılıklardır.
  Eğer gerçeklik her zaman deneylediğimiz günlük yaşam seviyesinde, bedenler, sıralar ve sandalyeler benzeri gerçek şeyleri içerirse ve kuantum seviyesinde gerçek 'şeyler' i değil, fakat sayısız gerçek şeylerin sayısız olasılıklarını içerirse, tüm bu potansiyel ne olur? Evrenin türlü olasılıklarından biri hangi aşamada ve niçin kendini 'gerçek şeyler' dünyasında sabitler? İlişkilerin 'son biçiminin belirlenmesinde bu olasılıkların oynadığı rol nedir?
  Gerçekliğin
" niçin" ine henüz verilmiş iyi bir yanıt yoktur, fakat gerçekliği sabitlemede ya da yaratmada olasılığın insanı şaşırtan rolü daha iyi anlaşılmıştır. Bu elektron atlamalarında çarpıcı bir şekilde görülür.

ZAMAN VE KUANTUM
  Bir elektron atom içinde bir enerji durumundan diğerine geçiş yapınca şimdilik nedenini anlayamadığımız bir nedenden ötürü doğaçlama yapar. Böyle bir durumda, öncesinde gayet "sakin" olan atom, önceden hiçbir uyarı ve "neden" olmaksızın, kendi elektron enerji kabuğunda bir kaos deneyleyebilir. Bu büyük oranda bir şans meselesidir. Ayrıca elektronlar yüksek enerji durumundan düşük enerji durumuna ya da düşük enerji durumundan yüksek enerji durumuna aynı olasılık dahilinde geçiş yapabilirler. Bunun nedeni kuantum seviyesinde zamanın tersine çevrilebilirliğidir. Kuantum seviyesinde olaylar her iki yöne doğru da gelişebilir.
  Spiritüel anlayışta, kuantum seviyesinde zamanın tersine çevrilebilmesinin nedeni ruhsal etkidir. Elektronların ve taneciklerin dalga ya da parçacık olmasında düşünce gücü ve ruhsal etki neden olmakta ve doğal olarak zaman enerjisini de etkisi altına almaktadır. Atomda artık neden-sonuç ilişkisi bağlamında bildiğimiz sıralı olaylar yoktur. Şeyler, tıpkı bir şiirin birbirini belli bir sıraya bağlı olarak izlemeyen, birbirlerine gevşekçe bağlı imgeleri gibi, nasıl olacaklarsa öyle olurlar. Bizi
"kayıp olasılıklar" sorunuyla karşı karşıya getiren daha kötü bir şey, onların aynı anda her yöne doğru eşzamanlı bir biçimde oluşmalarıdır.
  Olasılık dalgası görünümündeki bir elektron bir yörüngeden diğerine geçmeye niyetlendiğinde, önce sanki
"uzayda çok geniş bir alan kaplıyormuş gibi", birden çok yörüngede tekin olmayan bir varlık sergiler.

DALGA VE PARÇACIK İKİLİĞİ

  Kuantum fiziğinin maddenin doğasıyla ve belki de kendi varoluşuyla ilgili önermesi en devrimci ve bizim açımızdan da en önemli olanıdır. Önermenin temeli dalga/parçacık ikiliğine dayanır. Dalga/parçacık ikiliği bütün varlıkların atom-altı seviyede ya çok ufak bilardo topları gibi parçacıklardan ya da deniz üzerindeki dalgalar gibi dalgalardan oluşma durumudur.
Kuantum kuramının öne sürdüğü parçacıklar aynı anda hem dalga hem parçacıktır önerisinin Newton fiziğine uygulanabilmesi mümkün değildir.
Newton fiziğinde gözle gördüğümüz tüm varlıkların en küçük ve bölünmez parçasına atom dendiğini ve bunların birbirlerini çekip, ittiğini ve sürekli birbirlerine çarptıklarını biliyoruz. Bunlar her biri uzay ve zamanda kendine ait yeri kaplayan, birbirinden ayrı, katı oluşumlardır. Diğer yandan, dalga hareketleri ise, ışık dalgalarında olduğu gibi eterimsi uçucu bir zemindeki titreşimler gibidir. Newton'un fiziğinde hem dalgaların hem de parçacıkların rolü vardır, ama parçacıkların daha temel olduğu ve her bir parçacığın maddeyi oluşturduğu düşünülmüştür.
Kuantum fiziği için ise, hem dalga hem de parçacık aynı derecede temel unsurlardır. Her biri maddenin beliriş yollarından biridir ve maddeyi ikisi birlikte oluşturur. Hiçbiri kendi içinde tamamlanmış değildir ve ikisi birden bize bir gerçeklik tablosu çizmek durumundadır. Bu da, asla ikisine birden aynı anda net bir şekilde bakamayacağımız anlamına gelir. Bu durum, kuantum kuramında Tamamlayıcılık ilkesi kadar önemli olan Heisenberg'in Belirsizlik ilkesinin özüdür.

BELİRSİZLİK İLKESİ
  Belirsizlik ilkesine göre dalga ve parçacık tanımlamaları birbirlerine engel olurlar. Varoluşun tam anlamıyla anlaşılması için her ikisinin de aynı anda ulaşılır olması gerekirken, belli bir zamanda ancak birisine ulaşmak mümkündür. Bu durumda, ya elektron parçacık konumundaysa onun kesin durumunu, ya da dalga konumundaysa momentumunu (hızını) ölçebiliriz. Fakat asla ikisini birden aynı anda ölçemeyiz.
 Elektronların çoğu ve atom altı varlıklar, ne tam anlamıyla parçacık, ne de dalgadırlar; onlar daha çok
"dalga paketi" diye adlandırılan, ikisinin muğlak karışımıdır. Bu nokta, dalga ve parçacık ikiliğinin ve kuantum gizeminin devreye girdiği yerdir. Dalga ya da parçacık değerlerini ölçerken ulaşmak istediğimiz asıl ölçü, ikiliğin ortak değerleri nedeniyle her zaman için gözden kaçacaktır. Dalga paketinin ölçümünden umacağımız en iyi sonuç, durumu ve hızıyla ilgili tam olarak belirlenemeyen bir değer olacaktır.
  Bu belirlenemezlik olgusu Belirsizlik ilkesinin kaynaklandığı yerdir. Koca bir kazan çorba içerisindeki şeyler gibi, hiçbir şeyin sabit ve tam anlamıyla ölçülebilir olmadığı ve her şeyin belirsiz, sanki hayaletvari, kolay anlaşılamayacak olma olgusudur ve Newtoncu determinizmdeki her şeyin sabit, belirli ve ölçülebilir olma olgusunun yerine konmuştur.
  Nasıl başka bir insanı asla tam anlayamıyor, ne kadar düşünsek de onun özünü bir türlü kavrayamıyorsak temel parçacığı da anlayamayız. Bazı kuantum kuramcıları, ki bunlar arasında Niels Bohr ve Heisenberg gibi çok önemli kuramcılar da vardır. Gerçekliğin temelde belirsiz olduğunu, bilinen günlük yaşamımıza bir taban oluşturacak sabit ve net hiçbir şeyin olmadığını ileri sürmüşlerdir.
  Gerçeklikle ilgili her şey bir olasılıktır ve öyle kalmaya da mahkumdur. Bir elektron bir parçacık olabilir, bir dalga olabilir, ya da falanca yörüngede olabilir, yani her şey olasılık dahilindedir. Böyle şeyleri ancak verili bir durum içindeki genel sınırlandırmalar dahilindeki en mümkün olasılıkları dayanak alarak önceden tahmin edebiliriz.
 Gerçekliğin aslında birçok olasılık içerdiğine dayanan bu görüşle bizler kuantum kuramının yanıtlanmamış ana sorusuyla baş başa kalmış oluyoruz:
"Bu dünyada herhangi bir şey nasıl olur da hakiki ya da sabit olabilir?"

  Bu Newton'un, yeni olan hiçbir şeye yer olmayan, bir makine gibi tıkır tıkır işleyen evrenindeki açmazın tam tersidir. Newton'u okurken, "herhangi bir şey nasıl olur?" diye sormamız gerekir. Kuantum mekaniğinin Bohr-Heisenberg yorumundaki en büyük sorun ise, "herhangi bir şey nasıl varolur?"dur. Oysa ki, salt katı mekanistik bir evren olamayacağı gibi, gerçeklikle ilgili her şeyin olasılık kapsamında olduğu tesadüfi bir evren de yoktur. Yaratıcı Gücün yasalarıyla belirlenmiş, yaratılmış ve kendi kendini olağanüstü bir düzenle koordine eden "Ruhsal Evren" kavramını algılamaya çalışmakta ve onun günlük yaşamdaki izlerini bulup, uygulamaya çalışmakta büyük yararlar vardır.
Einstein'ın izinden giden bir grup coşkulu kuantum kuramcısı, böylesine belirsiz ve olasılığa dayalı bir gerçekliğin insanın algılama sınırlarının ötesinde olduğunu savunmuşlardır. Einstein
"Tanrı evrenin varoluşu üzerine zar atmaz", diyerek evrenin bilinmez kurallarla işlemesine izin vermeyeceği görüşü oldukça gerçeğe yakın ve aslında metafizik bir görüştür. Bilimle metafizik arasındaki köprülerin kurulması bu yüzden çok önemlidir. Bilim varoluşla ilgili temel sorulan açıklayamaz. Bu sorulara yanıt aramak bilimin disiplini dahilinde değildir. Ancak unutulmamalıdır ki, bilimin laboratuarda elde ettiği sonuçlar ancak ruhsallıkla birleşirse bir anlam ve derinlik kazanır.

GERÇEK BİZ ONA BAKTIĞIMIZ ZAMAN OLUŞUR

   Ne zaman bir kuantum sistemini gözlemlemeye kalksak, karşımıza çok garip aynı  zamanda da. can alıcı öneme sahip bir şeyin çıktığını, kuantum kuramı daha ilk ortaya çıktığı andan itibaren göstermiştir. Gözlemlenmemiş kuantum olayı gözlemlenmiş olandan tamamıyla farklıdır. Bu Schrödingerin kedisiyle ilgili olgunun ana noktasıdır. Önceden dalga ve parçacık halinde bulunan gözlemlenmemiş elektronlar, gözlem ya da ölçüm anında dalga veya parçacık haline gelirler. Önceden, dar iki yarıktan aynı anda geçmeyi gizemli bir şekilde başaran görünmeyen foton ışınlan, birdenbire ya birinden ya da ötekinden geçmeyi seçerler; karışmış kedilerin durumunu da buna bağlayabiliriz. Kısacası, sonsuz ve çok olasılıklı kuantum dalga fonksiyonu görüldüğü yada kaydedildiği anda tek ve sabit bir gerçeklik olarak çözünür. Schrödingerin kedisini, ona baktığımızda ölü bulmadık, kimsenin anlayamadığı garip bir şekilde, kedi biz ona baktığımız için öldü. Gözlem kediyi öldürdü.
   Gözlem ya da ölçüm olayıyla ilintili olarak kuantum dalga fonksiyonunun çöküşü bir kuantum gerçeğidir ve bu gerçek birçok başka soruna adaydır. Bu açıklamasız bir gerçek olduğu, aslında da açıklanmaması gerektiği için tüm ilginç soruları yanıtsız bırakır. Ayrıca bizi anlaşılır derecede yeterli bir kuantum görüşüne sürüklerken, azımsanmayacak bir kuantum kargaşasına da bulaştırır. Daha doğrusu, en azından şeylerden birinin kuantum sistemi üzerinde bu etkiyi yaptığını biliyoruz. Başka şeyler de olabilir, çünkü dalga çöküşüne yol açan şeyler henüz bilinmemektedir.

  ŞUURUN FİZİĞİ VARDIR
  Şuurun fiziği vardır ve bu fizik bize, kendimizle fiziksel gerçeklik arasındaki bağ hakkında çeşitli önerilerde bulunur. Az sayıda fizikçi, kediyi öldürenin fiziksel bir güç olmadığını kuantum kuramı açıkça gösterdiğinden, kedinin ölümünü açıklayacak fizik-dışı bir açıklamanın olması gerektiğini ileri sürerler. Sanki düzeneğin dışından bir güç, fizik kurallarına uymayarak sırf Schrödinger ve kedisini kurtarmak için ortama müdahale eder ve bizi de diğer olasılıkları dikkate almak zahmetinden kurtarır.
  Bu metafiziksel gerçeklik birimi, gözlemcinin ölçüm aygıtı olmadığı gibi, Schrödingerin denkleminde yer alan, tümüyle fiziksel olan,gözlemcinin gözü ya da beyni değildir. Bu yüzden, kediyi öldüren gözlemcinin kendisi olmalıdır, bu da gözlemcinin cismani olmayan, bedensiz şuurudur.
Kuantum fizikçileri John Archibald Wheeler ve Eugene Wigner tarafından ileri sürülen bir görüşe göre, elektronların garip dünyasıyla her gün yaşanan gerçeklik arasında olması gereken en önemli bağ insan şuurudur.
  Dalga fonksiyonunun, fizik-dışı doğası nedeniyle şuur tarafından çökertildiği sonucuna varanlar aslında kendilerini ve kuantum fiziğini, zihinle maddeyi ayrı iki varlık olarak gören eski Kartezyen görüşe bağlamış kişilerdir. Bu anlayıştaki kişiler şuuru fizik dünyanın dışında, tıpkı
"makinedeki hayalet" örneği fizik dünyaya yabancı bir şey olarak görürler. Aynı zamanda, "gerçeklik kavramının salt zihinde olduğunu" savunan anti-realist görüşler ve ''birisi bakmadıkça dünya yoktur" düşüncesi de yeterince doğru değildir.
" Başlangıçta burada hangi şuurlu varlık vardı da ilk dalga fonksiyonunun çökmesini sağladı?" sorusu ise bizi asıl gerçeğe götürecek metafizik bir sorudur.
  Kuantumla her günkü yaşam arasında şuurun önemli bir bağ oluşturduğu şeklindeki düşüncenin başlangıç noktası ise çok farklıdır. Yeni bir
"Kuantum-kişi" tanımlama projesi, kuantum fiziğinin ve belki de özellikle kuantum mekaniğindeki şuur modelinin kendimizi yani ruhlarımızı doğanın "hem içinde hem dışında" doğanın işleyişinin gerçek yardımcıları olarak görmemizi sağlamasına dayanır. Böyle bir uslamlama, biz şuurlu yaratıkların evrendeki her şeyle nasıl ilişki içinde olduğunu anlatır. Fakat şuurun kuantumla ilgili işlemler üzerindeki etkisi daha da ileriye gider ve metafizik yorumlarla desteklenmesi gerekir. Şuurun spiritüel açıdan kuantumla ilgisini ele alacak olursak şunları söylemek mümkündür. Maddenin organik düzeyini hazırlayan evren kimyacıları (ruh varlıkları) diğer ruh varlıklarının tekamül ihtiyaçlarına göre bu aracı yenileştirmek, eğitmek, yetenekli  hale getirmek için sürekli etki değişimi uygularlar. İhtiyaç sahibi ruh varlığı da değişen her araçta gücünü, bilgisini dener ve özünde14 bilginin kullanabilirlik oranını arttırır ve maddeyi geliştirmeye devam eder.
  Işık dalgaları gibi hareketinden ötürü adına
"dalga" denilen süptil karakterde ve "parçacık" adı verilen kaba karakterde olmak üzere iki önemli unsura sahip olan elektron-parçacıkları, ayrı olmalarına karşın her biri zaman ve mekan içinde kendilerine özgü kesin bir yer kaplamaktadırlar.
  Maddeyi oluşturan, parçacıklardır ve Newton fiziğinde de parçacıklar temel unsur olarak düşünülmüştür. Dalga paketi olarak bilinen bu Dalga/Parçacık ikilisinin adı,
Kuantum gizemidir. Dalga paketi üzerinde yapılabilmesi en ümit edilecek şey; paketin, pozisyon ve hızının belirsiz okunmasıdır.

 Yani hiçbir şey, sabit ve ölçülebilir değildir; belirsiz,hayaletimsi, kavrayış dışı...

KUANTUM ANLAYIŞINDA YAŞAM GÖRÜŞÜ

Kuantum dünyası, bilinen sabit gerçeklerden çok bilinebilecek bütün gerçeklikler olasılıklarını içerir ve dalga/parçacık ne kadar gözlense de süptil hale girerek elden kayıp gider.
 Sayısız olasılıkların içinden biri, bir aşamada kendini dünya yaşamında sabitleştirip gerçek şeyler olarak yaşama girmektedir. İnsan yaşamında bir anda, eş zamanlı ve her yönde olmak üzere olasılıklar yığını vardır. Seçilecek yörüngeler, etkenler dizisi altında yapılır ama bu bile sanal bir geçiştir denilebilir. Seçimin tersi bir durum her an olabilir.
  İnsan yaşamını, yaşama bakış açısının değişimiyle, an içinde yani sürekli şimdide durmadan oluşturur. Elektronu niteleyen parçacık açısından değerlendirildiğinde yaşam, kaba, sert ve daha maddi; dalga açısından değerlendirildiğinde daha süptil, akışkan ve ruhsal hale dönüşür. Ve bu dönüşüm bizim günlük yaşamdaki gerçekliğimizi oluşturur.
  Her varlığın
"gerçekliği" içinde bulunduğu realite ile tanımlanır. Yani bir şeyin varlığıyla, onun ortamının tamamı arasındaki bağlılık, "anlamlılık" olarak adlandırılabilir.
  Dünyada tüm olup bitenler, esneklik ve uyum yeteneğinin arttırılmasına yöneliktir. Çünkü dünya insanlığının fizik evrenlerle olan ilişkilerinde meydana gelecek değişik yapıdaki tesirlere sabrını arttırması gerekir. Bu içinde bulunulan tekamülün gereğidir ve anlamı, kozmikleşme sürecidir.
  Araştırmalar sonucu, elektronun sadece kendi dalga paketindeki bilgi ve anlama duyarlı olmadığı; aynı zamanda, durum içinde görülmeyen elektron hareketlerine, şuurlu niyetlere de tepki verdiği gözlemlenmiştir. Bunun anlamı ise, elektronda elemental şuur farkındalığı olduğudur. Belirsizlik İlkesinin ortaya koyduğu bu olasılık gerçek yerini bulduğunda yeni bir fizik anlayışının, insanın dünya ile olan ilişkilerinde değiştirici ve yenileştirici bir rol oynayacağı söylenebilir. Anlayış motivasyonlu bir insanın 21. yüzyıldaki ihtiyaç ve bilgisi değişik yeni insanın ortaya çıkmasında katkısı olacaktır denebilir.
  Belirsizlik İlkesi sisteminin sürekli değişim içinde bulunmasından ötürü, varlık benliğinin bütünleşmesi de değişim içindedir. Bununla beraber varlıktaki dikkat mekanizması benliğin bir tarafına daha çok enerji göndermekle tutarlı konumda olur. Fakat yine de varlığın içinde bulunduğu negatif haller, geçici de olsa alt benliklerin devreye girmesi sonucudur.
  Kuantum kuramında benlik sabit değildir. İçsel ve dışsal olarak değişir, akışkan ve belirsizdir. Kuantum benlik, alt benliklerin, yeni deneyimlerle gelen girdilerin bileşimidir. Duyular dünyasında sebep-sonuç birbirine bağlı doğrusal olarak açıklanmıştır. Kuantum kuramında ise sebep-sonuç kaotik çalışır görünümündedir. Düşünceyi moleküle çeviren bir dönüşüm söz konusu olmalıdır. Düşünce ile beden arasındaki uyumu sağlayan atom altı dönüşüm noktası neresidir? Şuurun bedenle iletişimi bir bütün halinde olduğuna göre moleküle dönüştüğü bağlantı noktaları her yerdedir. Bu durum sadece sinir sisteminde bir uyarandır. Yani atom altı dönüşüm alanında, sinir sistemindeki 15 trilyon hücrenin tümü, An'da, tam ve kesin olarak koordine edilmektedir.
  Dönüşüm noktasında neyin olup bittiği bilinmemektedir. Bu dönüşüm noktasında mucizevi veya dünyevi yönde bir sonuç ve bir tür psikokinezi meydana getirilebilir. Dalga-parçacık ilişkilerini yönlendiren varlıklar olarak bizim pozitif düşünme gücümüzü, eyleme çevirerek, bu etkileşim ve dönüşümü geniş ve üst boyutlara taşımamız mümkündür.
 Bırakılan yanlış alışkanlıkların, kazanılan erdemli davranışların varlık, atom altı parçacık hatta kozmos üzerindeki olumlu etkisinin kuantum teorisindeki yanıtı tüm evrene katkıda bulunmaktır. Sürekli pozitif ve yüksek titreşimli duygu hali içinde bulunmak önemlidir. Çünkü, bu takdirde hem bilen ve hem de hisseden varlık olabilme durumu meydana gelir. Yani pozitif enerji yaratan olumlu titreşimlerin artması sağlanır.
  Dünya insanı şimdilik, sonsuz ve gerçek olanı bir sis perdesi arkasından anlayabilme noktasındadır. İnsanın objektif bakışı elde edebilmesi için, şuurunun özgür ve farkında olması ve kendisini problemin dışındaki bir konumda tutabilmesi önemlidir.
  Yeni evren anlayışında yani katılımcı evren anlayışında her an yaratıcı ilişkiler içinde olmak ve insanın şimdiki zamanı yaşayarak, realitesini sürekli yeniden oluşturması derin anlamlar içerir. Sürekli gelişim, değişim ve evrene katılımdan başka bir şey olmadığını anlayan insan kendisini anlarken maddeyi de geliştirdiğini anlayacaktır.

GÖZLEMCİ ve KATILIMCI

  Kuantum teorisi hakkındaki hiçbir şey, oradaki dünya ile o dünyadan 20 cm kalınlığındaki cam bir levhayla, emniyetli bir şekilde ayrılmış gözlemci kavramını yerle bir etmesinden daha önemli değildir. Elektron kadar minicik bir nesneyi gözlemek için bile o camı kırması ve ona ulaşması gereklidir. Seçtiği ölçüm teçhizatını ayarlamalı. Artık yeri mi, yoksa momentumu mu ölçeceği kendisine kalmıştır. Birini ölçmek için teçhizatını ayarlaması, diğerini ölçmek için teçhizat ayarlamasına mani olur, onu dışlar ve dahası ölçüm, elektronun durumunu değiştirir. Evren daha sonra asla aynı kalmayacaktır. Neler olduğunu anlatabilmek için eski 'gözlemci' sözcüğünün üzeri çizilip yerine yeni sözcüğün, yani 'katılımcı' nın konması gerekir. Tuhaf  ama bir bakıma evren katılımcı bir evren.

  1927 yılında Werner Heisenberg ünlü belirsizlik prensibini ortaya atarak henüz çözümlenmemiş bir tartışmayı başlattı. Basit bir deyişle, Heisenberg gözlemcinin, sırf gözleme eylemiyle gözlediğini ve başkalaştırdığını ifade etti. Şuurun sonuç üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu kastetmiyordu. Bunun yerine atomik sistemlerde olup bitenleri ölçmeye çalışırken karşılaştığı problemleri işaret ediyordu.
 
  Heisenberg'in bulgularından, ölçümün,gözlemcinin bilincinden etkilendiği anlamının çıkması gerekmez. Bu ancak, ölçümü, gözlemcinin başvurmaya mecbur kaldığı araç gerecin etkilediğini gösterir. Fakat daha sonraki keşifler, bazı fizikçilerin insan zihninin maddeyi etkileyebileceğini ileri sürmelerine neden olmuştur.
  Princetonlu fizikçi John A. Wheeler, gözlemci deyiminin yerine
'katılımcı' deyiminin konulması gerektiği inancında. Ona öyle geliyor ki bu yerine koyma, şuurun fizikteki yeni temel rolünü açık açık belirtecektir. Nesnel gerçekliğin varlığını inkar etmek yerine daha da öteye giderek, öznel ve nesnel gerçekliklerin bir nevi birbirlerini yarattığını iddia ediyor. Yani 'kendi kendine harekete geçen' ve kendi kendine dayanmanın var ettiği sistemler yeni fizikçilere şu sorulan sorduruyor. "Evren garip bir' şekilde, bu katılımcıların katılımıyla 'var edilmiş' olabilir mi ?
  Yaşamsal eylem
KATILMA eylemidir. ' Katılımcılık', kuantum mekaniği tarafından verilmiş, değiştirilemez yeni kavramdır. Klasik teorinin gözlemci yani emniyetli bir şekilde, kalın camın arkasında oturup, karışmadan neler olup bittiğine bakan insan yorumunu alaşağı ediyor.
Wheeler'in de sonuçlandırdığı gibi kuantum mekaniği, bunun yapılamayacağını söylüyor. Wheeler'in 'katılımcı' deyimini ortaya atması, doğal olarak Yeni Fiziğin Mistik ve Metafizik doğasını gösterir.
  Sir James Jeans 'ın, şuurun madde evreninin yaratıcısı ve hakimi olabileceği görüşü, fizikçiler için hayli şaşırtıcı bir görüştür. Benzer şekilde "Implications of Metaphysics for Psycho-Energetic System" başlıklı makalede, fizikçi Jack Sarfatti diyor ki, 'Zihnen faal düzeneklerin (psycho-energetic systems) gelişmesi ile ilgili en önemli düşünce maddenin yapısının şuurdan bağımsız olamayacağıdır.'
  Jack Sarfatti, parçacığın, bütün katılımcıların zihinlerindeki şuuraltı faaliyet tarafından oluşturulduğunda, düzensiz bir şekilde bir oraya bir buraya çarpacağını ileri sürüyor. Ve diyor ki:
' Kuantum iç-irtibatının daha derin seviyesinde yaşayan bütün sistemlerin ya
yıldığı alanı da içermek zorunda olsa bile bir fizik laboratuarındaki belli bir kuantum deneyinde, katılımcı, deneycinin kendi olabilir. Bütün şuurlu sistemler deney düzeneğine göre mekan-zamandan bağımsız olarak, belli bir ortama ait olmayan kuantum potansiyelinin tamamına; tek başına foton ve elektronların hissedebileceği, birbiriyle ilişkisi olmayan katkılarda bulunur.'
  Sarfatti bir fizikçi olarak, katılımcı prensibinin Uri Geller gibi psişik süjeler tarafından gösterilmiş, görünürde mucizevi yeteneklerin de bir nedeni olduğu düşüncesinde.
  Metafizikçiler açısından bu konuda daha açık bir soru soracak olursak diyebiliriz ki, düşünceyi moleküle çeviren, dönüşümü yaratan şey şuur mudur? Spiritüel bilgilerden biliyoruz ki, şuurun bedenle iletişimi bir bütün halindedir. Sinir sistemindeki 15 trilyon hücrenin tümü ruh varlığının gönderdiği şuurlu etkisiyle
"An" içinde koordine olabilmektedir. Hem şuurun yalnız bedenle sınırlı olabildiğini iddia etmek de mümkün değildir. Varlık şuur projeksiyonları sayesinde kendini, istediği an bu sınırlı zaman ve mekanın dışına çok rahat taşırabilir. Beden dışına taşma deneyimleri yani astral seyahatler aslında sanıldığı gibi yalnızca enerji bedenin dışlaştırılması değil aynı zamanda da şuur projeksiyonlarının yani şuur konsantrasyonlarının evrenin her yanına gönderilmesi, yansıtılması ve oralarda da bilgi alışverişi yapılabilmesi gücüdür.

PARÇACIKLAR VE BENLİKLER

  Parçacıklar ve benlikler vardır, eğer varolmamış olsalardı, kendi dünyamız hakkında tartışmasız kabul ettiğimiz birçok şey farklı olurdu. Hem parçacık hem de insan çeşitliliğinden ötürü bireyler varoluşlarıyla ilgili seçimleriyle şeylerin ve olguların varolmasını sağlarlar, sorumluluk taşırlar. Varoluşun iki ayrı uç noktasında da mikroskobik ve insansal olarak bireyler, olayların ve farklılaşmanın odak noktalarıdır.     Eğer kuantumun benlikle ilgili görüşünü ele alırsak, temel parçacıklar dünyasındaki kimliğin doğasının bize, kendi kişisel kimliğimizle özellikle de ikiye bölünen beyin araştırmasında olduğu gibi, benliğin ikiye bölünebilme ve şuurlu olarak anlamı olan bir benlik olabilme dinamiğiyle ilgili söyleyeceği çok fazla şey vardır. Tabii ki ikiye bölünmüş beyin olgusu benliğin ne Descartes'in iddia ettiği gibi ölümsüz ve bölünmez bir bütün olduğunu ne de Newton fiziğinin sandığı gibi ufak, katı ve bölünmez bilardo toplarına benzeyen parçacıklardan ibaret olduğunu kanıtlamıştır. Hem benlikler hem de parçacıklar bundan daha akıcı, ikisi de biraz daha kaygandır; varoluşun içine ve dışına akar, ya tek başlarına dururlar, ya diğer benlikler ya da parçacıklarla birleşirler ya da hep beraber yok olurlar.

  Her an kendini yaratmaya devam eden 'Yeni Bireyin' sahip olduğu özellikler, oluşturduğu ilişkilerin "alt bireyleri"nin özelliklerinin etkisi altındadır. Her koşulda, bu, her yönden, kendi adına, kendi dalgasal yönü ve kendi şartlarında daha başka ilişkilere gebe kapasitesiyle yepyeni bir varlık olarak davranır. Bu zihin ve bedenimizin birbiriyle ilişki biçimi olan "ilişkisel holizm" kavramıdır.

  Kuantum ilişkisiyle yaratılan bütün, parçalarının miktarından daha büyük ve kendi içinde yeni bir şeydir. Yeni ve daha büyük bütünlerin yaratıldığı kuantum bütünlük işlemi öyle sonsuzdur ki evrendeki her parçacık bir dereceye kadar diğer bir parçacıkla ilişki halindedir. Yeni fiziksel gerçekliğe haklı olarak bağlanabilecek bölünmez bütünlük özelliğini yaratır. Fakat bu bölünmez bütünlük, dünyanın şu anki haliyle varolmasında çok önemli bir rol oynayan "taneli" bir yapıya sahiptir. Bu, her biri kendi içindeki gözcükte kendi kimliğini taşıyan daha küçük bileşen bütünlerden oluşmuştur.

  Benliklerimiz, tıpkı parçacık sistemleri gibi alt benliklerle kısmen bütünleşmiş olsalar da zaman zaman kendi kimliklerini ifade ederler. Onların sınırları da içindeki desenlerin heyecanlanım sınırlarına paralel olarak değişir ve kaybolur. Bazen daha parçalı daha çocuk ya da yetişkin, daha uzlaşımsal ya da asi, daha huzursuz ya da huzurlu bazen daha "bütün" oluruz ve daha fazla bütünleşmiş bir benlik alt benlikleri birbirine daha iyi bağlar. Kuantum kişinin benliklerinin içindeki benlikler bazen daha fazla, bazen daha az dalgalanır ve iç içe geçerler her biri kuantum dalga fonksiyonudur. Birbirleri içine geçtikleri bölge o anda "Ben" diye tanımlanır. "Ben", benim benliklerim arasında geçen diyalogların tek tanığı ve benim çok sayıda olan tüm alt-birliklerimin en yüksek birliğiyim. Şuurun kuantum mekaniksel doğası ve kuantum birliklerinin ilişkisel holizmi nedeniyle bu bir yerden bir yere kayan bileşik "Ben" ne hiçtir, ne de yanılsamadır. Bu, asla ne sadece bir ayrı benlikler ne de ayrı beyin durumları dizisine indirgenebilir. "Ben" kendimin ne asi tarafıyım, ne de uzlaşımcı tarafıyım; bunların ikisi de benim iki farklı tarafımdır."Ben" nöron hücre duvarlarımdaki moleküllerin titremesine neden olan değişik beyin dalgaları da değilim.

  Kuantum benliğin birliği, kendi içinde, kendi adına varolan özlü bir birliktir. Kuantum sistemleri daima dalgalanır, sınırları kayıp değiştiğinden bütünlüklü benlik bir andan diğerine değişir. Bir şeye dikkat etme eylemi zihinsel enerjimizin odaklanmasını sağlar. Böylece seçici dikkat mekanizması yoluyla benliğin belli bazı yönlerine daha fazla enerji yöneltebiliriz. Yani diğer yönler arka plana çekilirken biz, benliğin bu yönünü aydınlatırız. Bazı zamanlarda alt-benliklerimizin etki alanına girebiliriz.

   Örneğin sevdiği bir insanla kavga eden kızgın bir insanın onun hakkında hiç iyi bir şey düşünmemesi ya da bunalımda olan bir insanın sorunu yüzünden acı çekerken, mutlu olmak için hiçbir neden bulamaması gibi. Durum böyle olduğunda, kişiliğin kuantum dinamiği alanında bir tanımlama terimi olarak, bu insan 'dengesiz'  deriz. Varlıkların Seçme Özgürlüğü Yasasına göre her an istediği yönü seçmekte özgür olduğunu biliyoruz. Pozitif ya da negatif, olumlu-olumsuz, ruhsal yada maddesel, katı veya dalga halinde olmak bizim seçimlerimize bağlıdır. Her gün, kozmostan aldığımız enerjilerle oluşturduğumuz enerji alanımızın şeffaf ve akışkan olması, sevgi enerjisi, coşku ve neşeyle dolması ve diğer insanların sezgilerini ve ruhsal ışıklarını aydınlatır hale gelmesi, bizim seçme özgürlüğümüzü ve irademizi kullanma gücümüze de bağlıdır.

KUANTUM BENLİK

Bu durumda, "Ben" diye ifade ettiğimiz kendimiz, yani kuantum benlik, yeterince gerçek fakat zaman zaman net olmayan ve düzensiz değişen sınırlara sahip, bir yerden bir yere kayan bir şeydir. Onun dinamiğinden söz edebiliriz, fakat temel parçacığın pozisyon ve momentumunu etraflıca belirleyemediğimiz gibi, onu da belirleyemeyiz. Tözü vardır ama bu töz çeşitli yollarla elimizden kaçıp kurtulur. Belli bir kesinlikle 'ben benim' diyebilirim, ama bu benlik demekse kim ya da ne olduğumu söylemek zor olacaktır.
  Temel parçacıkların bireysel kimlikleri an be an düzensiz değişime sahip varoluşlardır. Bireysel bir elektron yükü, kütlesi, dönüşümü hakkında her an değişik şeyler söyleyebiliriz ve bir elektronu diğerinden ayırabiliriz. Fakat şuurlu bir maksatla uzun zaman koruyabildikleri sabit bir kimlikleri yoktur. Eğer ayırt edilebilecek denli bireysel iki elektron birleşip daha sonra ayrılırsa ortada yine iki elektron olacak ama bunların hiçbir geçmişleri olmayacaktır. Hangisinin aslında hangisi olduğunu sormak olanaksız hatta anlamsız olacaktır. Ancak, insan şuurunun amaçlı ve bir maksada yönelik olarak kontrol altında tuttuğu elektronlar seçme özgürlüğüyle bir maksada uygun harekete geçeceklerdir, bu açıdan, insanı adeta bütünleşmiş tek bir elektron gibi kabul edebiliriz.

  "Şimdi", geçmiş içinde yok olup giderken o zaman Ben olan benlik, beynin uzlaşımsal hafıza sistemine "geçmişte bir anı" olarak kaydedilir. Kendisi yeni bir dizi nöron yolu oluşturup karşılığında yoğunluk içindeki enerjileri geri beslenmeye başlar. Bu, hafızanın Parfit ve diğer filozoflarca da sözü edilen bildik anlamıdır. Fakat kuantumsal görüşe göre, bir an önce ben olan benlik her yeni deneyimin sonucunda oluşan yeni dalga fonksiyonlarının kendi dalga fonksiyonuyla çakışması yüzünden, aynı zamanda hem bir sonraki "şimdi" hem de gelecek benliğiyle bağlantılıdır.

  Sonsuz Şimdi
  Aslında Kuantum Teorisinde anlatılan, birbiri içine geçmiş dalga fonksiyonları şuur alanları ve şuur alanlarının inceden kabaya doğru uzanan saçaklanmalarıdır. İç içe geçen ve sürekli yenilenen şuur alanlarımızla hem "An" daki hem de gelecekteki oluşumları hazırlayan bizleriz. Öyleyse bizler her zaman "Sonsuz Şimdi" 'de yaşarız.
  Yani ben olan her bir benlik, an be an bir sonraki ana alınıp orada hem uzlaşımsal anlamdaki hafıza, hem eski anılarıyla hem de yeni deneyimlerle birbirine bağlanır. Geçmişle şimdi arasındaki bu bitmeyen diyalogun dinamiği, yeni bir kuantum sistem biçimlendirilmesi için dalga fonksiyonlarının iç içe geçtiği iki temel parçacığın dinamiğine benzer. Sadece bu durumda biçimlenen şey yeni bir kuantum benliktir.
  Ben kısmen dün olduğum kişiyim çünkü o kişi, şu an benim varlığımı oluşturan şeyin içine katılmıştır. Kuantum mekaniksel terminolojide, geçmiş şimdiyle bir geçiş ilişkisine girmiştir, çünkü hem geçmiş hem de şimdi şuurun zemin durumunda dalga fonksiyonları üretirler.  

7 - FİZİK / KADİM BİLGELİK

KADİM BİLGELİKTEN YENİ FİZİĞE

Günümüzde insanın ve evrenin anlaşılmasına yönelik araştırmalar sürdürülürken ortaya çıkan dinamik gelişmeleri, yeni evren anlayışlarını ve bilimdeki son araştırmaları iyi gözlemek gerekir. Yeni bir evren-insan-doğa yani yeni bir dünya anlayışına doğru gitmekteyiz. Kurumlaşmış yapılanmalar ve dogmatik kalıplar büyük sarsıntı geçiriyor. Bildiğimiz şeyler yeni fiziğin modern araştırmaları ile bildiğimiz gibi olmaktan bir bir çıkıyorlar, gözümüzün önünde hızla değişiyorlar; giderek metafiziğe ve kadim bilgelik öğretilerine yaklaşıyorlar.
  Bilimde ve Spiritüalizmde meydana gelen yeni düşünce akımları ve yeni evren anlayışları, yeni bir anlayışın doğmasına hizmet ediyor. Spiritüalizm, Parapsikoloji, Modern Fizik ve Astronomi, Yeni Bir Evren Anlayışının bizler tarafından anlaşılır hale gelmesi için büyük bir çaba harcıyor.

                                    


  New Age adı da verilen Yeni Çağ Akımı ve bir iletişim ağı gibi tüm dünyayı 1850'li yıllardan beri sarıp sarmalayan spiritüel tebliğler, çeşitli kanallar aracılığıyla gelen akışlar, bazı duru görürlerin gördükleri vizyonlar ve en son gelişen fizik teorilerindeki bütünsellik ve holografik evren kavramı gibi çağımıza damgasını vuran bilgiler, bizleri yeninin yepyeni ve pırıl pırıl günlerine hazırlamak için adeta birbirleriyle yarışır durumdadır.

  Her alanda yepyeni insan ve evren modellerinin ortaya konulması zamanı yakındır. Hatta kondu da bizlere yansıması biraz zaman alıyor demek daha doğru. Yarının dünyasında insanın ve evrenin varoluş ilkeleri yine insanı ele alarak ortaya konacak yani yarınlarımızda insanın ve evrenin ilkelerini öğrenmek ve onlara göre yeni bir dünya düzeni içinde bilgiyle yaşamak mümkün olabilecektir.


 Artık insanoğlu, kendisine en uygun ve en doğru modeli kadim bilgeliğin sentezini yaparak seçmek, geleceğini, uygarlığını yeniden yapılamak ve evrenle uyum içinde bir model kullanmak istiyor. Evrensel ilkeleri baz alarak oluşturacak bir düşünce gücüne ve yeteneğine sahip olmak hepimizin en doğal hakkı. Dünya üzerindeki tüm yeni düşünce akımlarının savundukları yeni yüzyıl düşüncesinde her şeyden önce insanın kendisiyle evren arasındaki bağları fark etmesi, ezoterik ve hermetik öğretilerin binlerce yıldır söylediği
“Yukarısı Aşağıya Benzer” ilkesini yaşamak arzusu ön planda geliyor. Ve bu çözümlemeden elde edilecek ilkelerle yepyeni bir çağ, yepyeni bir uygarlık, yeni günün şafağında doğmak üzere…

                                            


  Bilimsel araştırmalarda özellikle son elli hatta son yirmi yılda meydana gelen gelişmeler; fizik yasaların düzenlenmesinde yapılacak araştırmaların mikro kozmostan makro kozmosa uzanan bir skala içinde olduğunu öğretti. Yani kısacası evrenin bir bütün olduğu ve birbirleriyle bağlantılı olaylardan oluşan dinamik bir ağ meydana getirdiği gerçeği Holografik Evren anlayışının ve Kuantum Fiziğinin geniş kitlelere mal olması ile iyice açığa çıkıyor.

  MODERN FİZİKLE DOĞU BİLGELİĞİ ARASINDAKİ BAĞLANTILAR


Fritjof Capra, Fiziğin Taosu adlı kitabında, çağdaş (modern) fizikle doğu bilgeliği yani kadim bilgelik arasındaki ilişkileri inceliyor ve diyor ki: "Kendisini çok yüksek derecede karmaşık bir matematiksel dille ifade eden bir bilim dalı olan fizikle, temelinde meditasyon ve bilgelik gibi içsel kavrayışların bulunduğu ve bunların kelimelerle anlatılamayacağını savunan felsefi görüş arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bu derin bağ Holografik Evren anlayışıyla ve kuantum fiziğiyle günümüzde çok kolay anlaşılır bir hale geldi.”
 
Werner Heisenberg ise der ki: "Modern fizik bize, her ne kadar açık ve net olsalar da,her tasarı ya da her kavramın sınırlı bir uygulama alanına sahip olduğunu anlatır."
  Bu bilgiyi göz önünde tutsak bile hepimiz sık sık kavramsal ve akılcı bilginin sınırlılığını ve rölatif olduğunu unuturuz. İşte tüm ruhsal öğretiler ve kadim bilgelik okulları insanı bu karışıklıktan kurtarmayı hedeflemişlerdir. Örneğin Zen Budistleri gökteki ayı gösterebilmek için bir parmağın gerekli olduğunu kabul ederler. Ancak ayı bir kez gözlemledikten sonra o parmağın önemi ortadan kalkar.
  Taoist bilge Chvang Tzu der ki,
"Balık tutmak için balık ağı gereklidir ama balıklar bir kez yakalandılar mı, insanlar ağlarını unutmaya başlarlar, ya da tavşan tutmak için bir ipe gerek vardır, ama tavşan yakalandı mı, insanlar ipi unuturlar. Düşünceleri oluşturabilmek içinse sözcükler kullanılır, ama sözcüklere takılıp kalındığında insanlar düşünceyi unuturlar."

  Budizm'den bir örnek verelim. Budizm'in temelinde gerçeği olduğu gibi görmek ilkesi yatmaktadır. Görmek aydınlanmayı bilfiil yaşamak demektir. Görmek ve aydınlanmak ise anı yaşamayı, objektif olmayı, geçmişe ve geleceğe değil şimdiye önem vermeyi gerektirir. Ancak sezgilerine önem veren, aklını, bilgisini doğru kullanan ve yüreğinin sesini duymayı bilen bir insan zihni aydın, gönlü sevgi ve bilgelik dolu insandır.
  Ancak şu önemli gerçek de hiç unutulmamalıdır ki dogmatik olmayan bilim adamları sezgisel aydınlanmaya hiç de yabancı değillerdir. Çünkü her yeni bilimsel buluşun temelinde sözcüklere pek kolay dökülemeyen bir bilgi parlaması ve aydınlanma anı bilgisi ya da kuantuma göre sıçrama ve dönüşüm vardır.

  Niels Bohr elektronların, süreksiz kuantum sıçramaları şeklinde bir enerji durumundan diğerine atladıklarını göstererek bu teoriyi bizlere ispatladı. Ama bilim adamının düşünce dünyasındaki hangi hal atom altı düzeyde bu sıçramaya neden oluyor? Sorusu ise henüz tam aydınlanamamış haklı bir sorudur.
  David Bohm’a göre;
“Bir noktaya yoğunlaşmış düşünce, elektronun parçacık yönü, ilham ise dalga yönü gibidir, ikisini aynı anda deneyimleyemeyiz.”
  Bu soruyu örnekleyerek yeniden soracak olursak; yeni keşifler yapmaya çalışan bilim adamı hızla bir düşünceden diğerine akmakta ve birçok olasılık saptamaktadır ama bu olasılıkların birinin üzerinde özellikle durmaksızın düşünceleri sürekli olarak akmaktadır. İşte o ünlü
“bir an” geldiğinde de bir seçim yaparak “olası düşüncenin dalga fonksiyonunu çökerterek” ilhamını Bohm’un söylediği gibi yoğunlaşmış düşünceye yani elektronun parçacık yönüne mi dönüştürmektedir?

  SCHRÖDİNGER’İN KEDİSİ
  Kuantum fiziğine göre gözlemlenmemiş kuantum olayı, gözlemlenmiş olandan tamamıyla farklıdır. Buna örnek olarak çok bilinen  Schrödinger’in Kedisi olgusunu gösterebiliriz. Gözlenmeden önce dar iki yarıktan aynı anda gizemli bir biçimde geçmeyi başaran görünmeyen foton ışınları, biz gözlemlediğimizde ya birinden ya ötekinden geçmeyi seçerler; bunun anlamı biz bakarak kediyi öldürürüz veya bakmayarak yaşamasına neden oluruz demektir. Böylelikle fizik dilinde sonsuz ve çok olasılıklı kuantum dalga fonksiyonunun görüldüğü ya da kaydedildiği anda tek ve sabit bir gerçeklik olarak çözündüğü ifade edilmek istenmektedir. Peki! Biz baktığımızda dalga fonksiyonu neden çöker? sorusunu az önce de bilim adamlarını örnek vererek sormuştuk ama yanıt şimdilik bu kadardır ve henüz tam anlamıyla çözümlenememiştir. 

DOĞU BİLGELİĞİNDE GERÇEKLİK

  Doğu bilgeliği gerçekliğin doğasını doğrudan doğruya kavramak ister. Fizik ise doğal olayların ve fenomenlerin bilimsel deneylerle gözlemlenmesini hedef alır ama her ikisi de farkında olmadan aynı metodu kullanır. Disiplinli bir çalışma disiplinli bir araştırma, içe doğuş ve konularıyla ilgili bilgilerin harikulade bir sentezi…
  Mistik kavrayış soyuttur. Sözcüklere sığması çok zordur. Ama bir modern fizikçide, söz konusu kuram ve modellerin incelemeleri sırasında bir tür belirsizlik kavramıyla karşı karşıya kalır. Belli ölçüler içinde bu belirsizliği teoriye, deneye ve gözlem alanına indirgemeye uğraşır. Aynı şekilde bir bilge de direkt yoldan elde ettiği soyut bilgileri diğer insanların kendilerini ve şuur seviyelerini yükseltebilmeleri için kullanım alanına indirgemek ister.

  FELSEFE İLE KADİM BİLGELİK OKULLARI ARASINDAKİ FARK
  Felsefeyle bilgelik okulları arasındaki en büyük fark buradadır. Felsefe çeşitli evren teorileri sunar, ruhsal öğretilerse evren teorilerinin insana uygun yönlerini pratiğe indirgerler.
  Einstein kuram ve modellerin incelenmesi konusundaki görüşlerini şöyle dile getiriyor,
"Matematiksel kuralların temelleri gerçeğe dayandıkları sürece, bu kurallar kesin olamazlar. Bunların kesin olmaları durumundaysa, kuralların gerçeğe dayanmış oldukları söylenemez."
  Doğu bilgelik ekolleri arasında özellikle taoistler sözlü iletişimin sınırlılığını ve yetersizliğini göstermek amacıyla sürekli bir biçimde karşıtlıklara başvurmuşlar daha sonra bu teknik Çinli ve Japon Budistlere aktarılarak onlar tarafından da geliştirilmiştir.
  Söz konusu tekniğin tarihsel açıdan en aşırı ucunu Zen rahiplerinin ruhsal eğitim metodu olarak seçtikleri "koanlar" oluşturmaktadır. Koanlar, birçok Zen öğretmeninin, öğrencilerini aydınlatmak üzere yazdıkları, anlaşılması çok güç ve hatta bazen bir bilmeceden farksız soyut anlamlar içeren, öğrencinin ancak bir iç aydınlanmayla ne dendiğini anlayabileceği özel seçilmiş dizelerdir.
  Örneğin bir keşiş, öğretmeni Fuketsu Ensho'ya şu soruyu yöneltmiş,
"Konuşmanın ve susmanın yasaklandığı bir durumda nasıl hatasız davranabilirim?"
  Büyük öğretmen de keşişe şöyle bir cevap vermiştir:
"Her mart ayında Kiengsu'yu, kekliğin sesini ve hoş kokulu çiçekleri hatırlarım."

  Tüm ruhsal bilgelik ve ruhsal öğreti okulları veya başka bir deyimle inisiyasyonları, elde ettikleri ruhsal tebliğleri ve bilgileri mitoslar, semboller, şiirsel anlatımlar ya da karşıtlıklar kullanarak açıkladıklarında bu soyut kavramların sözcüklere sığdırılmasının ne kadar zor olduğunu çok iyi fark etmişler ve o kişinin bilgiye ancak içsel bir yolla ulaşabileceğini, bilgiye ulaşabilmek için bir değişime uğramak, kendini tanıma ve hatırlama çalışmaları yapmak, şuurda bir genişleme ve aydınlanma yaratmak gerektiğini binlerce yıldan beri bizlere anlatmaya çalışmışlardır.
  Aslında bir bakıma çağdaş fiziksel model ve kuramlar, doğu mitoslarında kullanılan simge ve şiirlerin batıdaki karşılıklarıdır. W. Heisenberg bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor,
"Anlatım dilinin sorunları çok önemlidir. Örneğin atomların yapıları hakkında konuşmak ve açıklama yapmak isteriz. Ama bu konuda alışılagelmiş konuşma dilimiz yardımıyla fikir yürütmek ve atomları bu dille açıklamaya çalışmak tamamen imkansızdır."  D.T. Suzuki ise aynı konuyla ilgili görüşlerini belirtirken benzer sözcükler kullanıyor. "Alışageldiğimiz düşünceleri alt üst eden karşıtlıkların temelinde içsel deneyimlerimizi normal konuşma diliyle anlatmak zorluğu yatmaktadır. Oysa içsel deneyimlerimiz, konuşma dilini çok aşan yaşayışlardır."

  Bir bilim adamı ile bir doğu bilgesinin aynı kavşakta buluşmaları, Bilimle-Kadim Bilgeliğin önümüzdeki yıllarda ortak bir dili paylaşacaklarını işaret ediyor ve hepimizin yüreğinin derinliklerinde arzuladığı şeyin (Bilgeliğin günlük yaşamdaki izlerinin) oluşabileceği umudunu taşıyor. Hiçbir şeye bağlanmadan huzura kavuşmak daha doğrusu içimizdeki huzuru dışlaştırmak, ikiyi bir etmek hepimizin en derin isteği değil mi? Budist bir Türk Şairi der ki:

  Birbirine bağlı duran kat kat dağlarda
  Sakin ve tenha Aranyadan’da,
  Ardıç ağaçları altında,
  Akar sular boyunda,
  Sevinç içinde uçuşan kuşçukların toplandıkları yerde,
  Hiçbir şeye bağlanmadan, huzura kavuşmak işte öyle yerlerde.

  İç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlarda, Eski Aranyadan’da
  Yüksek, yekpare kayalıkların altında tüm bir sessizlik içinde,
  İmirt, çoğurt, söğüt ağaçları arasında
  İncecik suların kıyısında;
  Hiç bir şeye ilinmeden, akyana’ya dalmayı işte öyle yerlerde.

  Derin dağların köşesinde, eteğinde, sevimli Aranyadan’da,
  Ipıssız bir tenhalıkta,
  Sekiz türlü yel ile kımıldanmadan,
  Orada sükun içinde,
  Sabırla, yalnızca töre huzurunu tatmalı işte öyle yerlerde.

  Göğenip duran güzel dağlarda,
  Gönlün hoşlandığı tenha yerlerde,
  Sık söğütler içinde,
  Kaynayıp köpüren göller arasında
  Başta göz olmak üzere, bütün  hasselerden ayrılıp,
  Her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde,
  Hiçbir arzu beslemeden, huzur tatmalı işte öyle yerlerde!

KOZMİK ŞUUR

Gövde bilgelik ağacıdır,
Zihinse parlak bir ayna,
 Onu hep temiz tutmalıdır
    Ta ki!.. üzeri toz tutmaya…

                          Shen-hsiu

  Doğu bilgelik ekollerinde ortaya çıkan dünya görüşünün esası, evrendeki tüm nesnelerin ve fenomenlerin özünde saklı olan Tekliği, Bütünselliği ve karşılıklı etkileşimleri kavrayabilmiş olmalarıdır. Bilimin ortaya koyduğu Holografik Evren Anlayışı ise kendi bilimsel sınırları içinde, her şeyin sonsuza dek birbiriyle bağlantılı olduğu bir evrende tüm şuurların birbirleriyle bağlantılı olduğunu ispata çalışmaktadır. Holografik anlayışta görünümlerimiz ne olursa olsun bizler sınırları olmayan varlıklarız. Ve şuurunun derinliklerinde insanoğlu tektir. Yani dünyada gördüğümüz bütün fenomenler, bu temel tekliğin parçasal dışa vurumlarından başka bir şey değildir.

                                                                    
  Evrenin temel tekliği yalnızca mistik deneyimlerin en can alıcı unsuru değil, Yeni Fiziğin ve Holografik Evren Anlayışının gün ışığına çıkardığı en önemli olgulardan biridir. Bu teklik ilk olarak atom düzeyinde karşımıza çıkmaktadır. Maddenin derinliklerine inildikçe, yani atom altı parçacıkların hüküm sürdüğü dünyaya dalındıkça, söz konusu teklik daha da belirginleşmektedir.
  Modern atom Fiziğinin ortaya attığı birbirine bağlı evrensel ağ modeli, doğuda sıkça kullanılan ve doğanın mistik deneyiminin açıklanmasına yarayan yaygın bir benzetmedir. Yirminci yüzyılda atom altı dünyanın araştırılması ile yeni evren modellerinin temeli atılmış oldu. Bu araştırmalar maddenin içsel dinamizmini ortaya çıkarttı.
Böylece atomları oluşturan parçacıklar olan atom altı parçacıkların, yalıtılmış varlıklar olarak var olamadıkları, dinamik bir kalıbı oluşturdukları ve ayrıca ayrılamaz, bütünsel etkileşimler ağının bölümleri oldukları ortaya çıktı. Söz konusu etkileşimler, kendilerini parçacık alış-verişi biçiminde belirginleştiren sonsuz bir enerji akışını kapsamaktadır. Bu ise, parçacıkların sonsuza dek yaratılıp, yok oldukları dinamik bir etkileşim ağıdır. Parçacıklar arasındaki etkileşim ise maddesel dünyayı oluşturan sağlam yapıların meydana gelmesine imkan tanımıştır. Ancak bu yapılar durağan değil, tam aksine ritmik bir hareketler topluluğudur. Yani evrenin tümü, sonsuz hareket ve faaliyet içinde sürekli dönüşümler yaşamaktadır.Tıpkı onun mini parçası olan bizler gibi…

  KOZMİK DANS
  Evren sürekli bir kozmik enerji dansı yaratır. Bu kozmik enerji dansı Hinduizm de Tanrı Şiva ile anlatılır. Tanrı Şiva'nın kozmik dansıyla Kuantum Alan Kuramının bazı öğeleri çok benzer. Şiva'nın dansı da, sonsuz devirlerle meydana gelen ebedi yaşam-ölüm ritmini temsil etmektedir.
  Ananda Coomaraswany'e göre;
"Brahman’ın karanlığında doğa içseldir ve Şiva kendi dalgınlığından uyanır ve onun dansı da maddenin içindeki uyanışın ritmik seslerini ortaya çıkarır. Artık madde de dans etmeye başlar ve Şiva'nın çevresinde bir nur halkası görünümünü alır. Şiva dans ederek sonsuz fenomenleri oluşturur. Zamanı dolduğu anda ise, yine dans ederek tüm biçim ve isimleri büyük bir ateşle yok eder ve onlara yeni bir durgunluk verir. Bu aslında bir şiir olmasına rağmen yine de bilimdir."

  FİZİK BİLİMİ TÜMÜYLE DEĞİŞİYOR
  Yüzyılımızın ilk otuz yılında yaşanan hızlı olaylar, fizik bilimini tümüyle değiştirdi. İlk önce birbirinden bağımsız olan iki gelişme yani Rölativite teorisinin ortaya atılışı ve atom fiziğindeki yeni bulgular, Newton'cu dünya görüşünün dayandığı bütün kavram ve görüşleri tamamen parçaladı. Artık ne mutlak uzay ve zamandan söz etmek, ne temel sert parçacıklardan konuşmak, ne fiziksel fenomenlerin kesin olarak belirli doğalarından bahsetmek mümkün değildi. Bu kavram ve kalıpların hiç biri, çağdaş fiziğin yükseldiği yeni boyutlara ulaşamıyorlardı.
  Modern fiziğin başlangıcında tek bir insanın olağanüstü düşünsel başarısı var. Bu insan Albert Einstein'den başkası değildir. Einstein atom fiziğinin yeni gerçekleri ile yüz yüze geldiğinde bir tür şok yaşamıştı. Yazmış olduğu otobiyografide şöyle diyordu:
"Fiziğin kuramsal temellerini söz konusu yeni olgulara uydurabilme çabalarımın tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sanki üstünde durduğumuz temeller birdenbire çökmüş gibiydi. Ayrıca bu yeni yapıyı kurabileceğimiz başka bir temel de görünürlerde yoktu. "

  Einstein izafiyet (rölativite) Kuramıyla bizim beş duyuyla algıladığımız üç boyutu aşan bir dördüncü boyutun varlığından söz etti. Zaman ve uzayın aslında birbirinden ayrılamayacağını ve bazen de birbirine dönüştüklerini teorisiyle ispatlarken, maddenin aslında bir enerji biçimi olduğunu kanıtlıyordu.
  Kuantum Fiziği atom altı dünyaya  inerek atom altı parçacıkların kimi zaman parçacık, kimi zaman dalga halinde ortaya çıkan soyut birimler olduğunu gösterdi.
  Hologram Teorisiyse bütün var edilmişlerin aynı bütünün parçaları olduğunu lazer ışığı kullanarak üç boyutlu görüntü kaydetme tekniğiyle ispatlıyordu. Bu tekniğe göre hologram plakası resmin bütün görüntüsünü kendinde barındırıyor. Bütün hakkındaki bilgiyi elde etmek istiyorsanız, minik bir parça hakkındaki bilgiyi elde etmeniz yeterlidir.

  HOLOGRAFİK ŞUUR
  Parça ile bütün arasındaki birliği kurmak, kozmik şuur demektir. Bunu bilim bize hologram teorisiyle tam zamanında izah etmiştir.
  Farkında olmak, sürekli bir kozmik araştırma, geliştirme içerisinde kendi varlığını tutmak demektir. Eğer insan bu araştırmayı belli bir seviyeye çıkarırsa, yaşarken bile kozmik bir yapıya, anlayışa, bir farkındalığa ulaşabilir. Buna modern ismiyle 'holografik şuur seviyesi' deniyor.
  Hologram fiziki bir keşiftir ama felsefi yönü çok kuvvetlidir, ayrıca psişik yönü çok kuvvetli olan bilgiler ihtiva etmektedir. Bilim adamları, insanların yaşarken de kozmik şuura sahip olabileceklerini, hologramla insanlara bir kez daha anlattılar.

  KENDİNİ BİLEN TANRI’YI BİLİR
  İnsan kendini tanır ve bilirse, kendi ruhsal bedeninde olan kanunları ve ilkeleri tanırsa evreni de tanır. Onun için Sokrat'tan beri, kendini bilen tanrısını bilir, evreni bilir denmektedir.
  Ben sen değil, biz meselesi vardır. Biz hepimiz büyük bir hologramın minik parçalarıyız. Kendimizde o büyükle alakalı nitelikler, özellikler mevcut. Şuursal boyutta evrenin her noktasına uzanabilecek derecede güce sahibiz, yeter ki önce isteyelim sonra yasaları doğru kullanmayı; hem kendimize hem başkalarına zarar vermemeyi öğrenelim.
  Holografik Evren anlayışı bizlere katılımcı bir evrenle karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor. Aslında evrenimizin kendisi de dev ve akışkan bir hologramdan başka bir şey değil!...

  Mistikler yüzyıllardan beri hep aynı doğruyu söylüyorlar. Gerçeklik bir maya ve hayaldir? Maddenin atom altı öğeleri, ikili bir görünüme sahip soyut varlıklara benzerler. Onlara nasıl bakarsak bize öyle görünürler. Temel parçacıklar birisinin onlara bakıp bakmadığına ya da bakan kişinin ne aradığına bağlı olarak dalga veya parçacık şeklinde görünüyorlar. Ve bu parçacıklar kendi başlarına bir anlam ifade etmiyorlar. Ölçümler arasındaki karşılıklı ilişki onlara özellik kazandırıyor.
  Demek ki kuantum kuramı da bize evrenin holografik birliğini ve tekliğini laboratuarda göstermektedir. Maddenin derinliklerine inildikçe karşımıza temel yapı taşları değil bütün parçalar arasında varolan karmaşık ilişkiler bütünü çıkmaktadır. Burada gözlemci gözlemlenen olayın bir parçasıdır. Descartes'in "Ben" ve "Dünya" ayrımı, atom altı parçacıkların dünyasına inildiğinde geçersiz kalmaktadır. Atom altı dünyasının bu şaşırtıcı soyut gerçekliği ise bilim adamlarını giderek kadim bilgileri araştırmaya yöneltmektedir. Holografik Evren anlayışı da hem bir bilim adamının laboratuar çalışmalarını hem de kadim bilgileri ve spiritüel (ruhsal) öğretinin temel bilgilerini bir arada ele almakta, her ikisine de açıklık getirmektedir.
  Holografik evren anlayışına göre bizler, tınlayan engin bir dalga boyları senfonisi içinde ancak bizim duyumlarımıza ulaştıktan sonra bildiğimiz dünyaya dönüşen bir frekanslar ülkesinde yaşıyoruz.

EVREN VE KUANTUM POTANSİYELİ

  Gerçeğin şaşırtıcı ve yeni bir görünümüne ulaşmak isteyen herkes I. H. Huxley'in şu sözlerine kulak vermelidir: "Olgunun karşısına ufak bir çocuk gibi oturun ve daha önce edinmiş olduğunuz tüm kavramları unutmaya çalışın. Doğa sizi hangi uçuruma, her nereye yöneltirse yöneltsin, onu alçakgönüllülükle izleyin, yoksa hiçbir şey öğrenemezsiniz."

  Kuantum fiziği parçaların davranışlarının gerçekte bütün tarafından örgütlenmekte olduğuna işaret ediyor. Kuantum potansiyelinin daha da şaşırtıcı başka bir özelliği, yer kaplama kavramı konusunda düşündürdükleridir. Günlük yaşam düzeyimizde nesnelerin belirgin yerleri vardır, ancak kuantum altı düzeyde yer kaplama olgusu ortadan kalkmaktadır.
  Uzaydaki herhangi bir nokta, diğer noktaların tümüyle eşitlenmektedir. Bu yüzden de herhangi bir şeyin diğer bir şeyden ayrı olduğunu söylemenin bir anlamı yoktur. Fizikçiler bu özelliğe mekansızlık adını veriyorlar. Doğrusu bu noktada bir araştırmacı olarak okült bilgilerin "Zamanın ve Mekanın Efendileri" adını verdikleri varlıkların, kuantum potansiyelini doğru kullanmayı bilen varlıklar olup olmadıklarıyla ilgili bir soru geliveriyor insanın aklına…

  Kuantum potansiyeli uzayın her yanını kapsar ve tüm parçacıklar birbirleriyle mekansızlık içinde karşılıklı bağlantı içindedir. David Bohm'un geliştirmekte oluğu gerçeklik imgesi, uzay boşluğunda hareket eden birbirlerinden ayrı atom altı parçacıklardan oluşmuyordu, tam tersine her şey bölünmez bir ağın parçalarıydı ve içinde hareket eden madde kadar gerçek ve zengin süreçlerle dolu bir uzay tarafından içerilmekteydi.
  Maddenin içine dalındıkça, düzen kavramının içinde de farklı dereceler bulunulduğu fark edildi. Bazı şeyler diğerlerinden daha düzenliydi, bu da evrendeki düzen hiyerarşisinin bir sonu olmaması yüzündendi. Belki onlarınki öylesine "sonsuz yükseklikte" bir düzendi ki, bize rasgele gibi görünüyordu. Bu tip bilgilerle ilgilenirken evren hakkındaki bilgilerimizi yeniden gözden geçirmekte yarar vardır. Sözcük olarak yan yana kullanılması çok kolay  bu beş harfin içerdiği derinlik ve anlam iyi bir araştırmacıya haddini bildirmek için her zaman yeterlidir.

  Evrenin Tanımı
  Sözlük anlamında Evren, sonsuz uzamda bulunan tüm madde enerji biçimlerini içeren bütünün adıdır. Yani "evren" astronominin, astrofiziğin konu edindiği şeylerin tümüdür. İçinde "her şey" olan bu dev kozmik çorba, sonsuzluk veya hiçlik olarak tanımlanabilecek uzayın içinde yer alır. Daha doğrusu, uzaya fon olan siyah hiçliğin içindeki her şeydir evren.
  Dolayısıyla aslında sonsuz uzayın-hiçliğin içinde de değildir. Zira "hiçliğin" içi olmaz. Fakat olmayan şeylere de (sıfır gibi) onlardan bahsedebilmek ve düşüncelerimizde kullanabilmek için bir isim vermek zorunda olduğumuzdan evreni çevreleyen bu "hiçliğe" uzay-uzam gibi isimler veririz.
  Bilime göre evren bir gaz topunun sıkışıp patlamasıyla oluştu.
(Gerçek oluşumu hakkında henüz yeterli bilgi bulunmamakta ve çeşitli teorilerle açıklamalar getirilmeye çalışılmaktadır.) Uzun yıllar boyunca gazlar evrende bir dolaşım içindeydi. Bu gazlar birleşerek galaksileri(gök adaları)oluşturdu. Bazı gök adalarda birleşti.
  Galaksiler içinde Güneş Sistemi,Gezegenler,Asteroitler ve gök taşları bulunan büyük gaz boşluklarıdır.Bir galaksiden diğerine 57k yılda ulaşılmaktadır. Evrende 200 milyar galaksi ve 10.000.000.000.000.000.000 güneş olduğu bilinmektedir.
  Bakış açısına göre evren, aslında "tek" şeydir. Zira bilinen en büyük bütündür. Fakat sadece "evren" kavramını kullanarak düşünüp konuşamayacağımız için onu farklı ve daha küçük parçalara ayırır ve sınıflandırırız. Böylece "dil" ortaya çıkar. Dili kullanan insanlar bir süre sonra kavramların aslında gerçekliklerinin olmadığını sadece fonksiyonları olduğunu unutur ve kendi yarattıkları kavramların mutlaka bir gerçekliğe işaret ettiğine inanmaya başlar. Evren oluşmuş veya oluşturulmuş sistemler bütünüdür.

  Etimolojik Açıdan ise Evren sözcüğü "eviren", "çeviren" anlamına gelir. Eski Türkler ve Çinliler de gök çarkının/çarklarının döndüğü kabul edilmekte ve gök kubbenin en alttaki çemberini bir çift gök ejderinin çevirdiğine inanılmaktaydı. Ejder gök çarkını ve buna bağlı olarak da "yaşam çarkı"nı çevirmekteydi. Böylece Eski Türklerde "ejder" de evren olarak adlandırılmıştır. (Wikipedia-sözlük)

  200 yıla yakın bir zamandır dünyanın hemen hemen her bölgesine akmakta olan tüm ruhsal akışlar, bu saklı düzeni evrendeki hiyerarşiyi direkt yoldan anlatmaya çalışmaktadır. Günümüz insanlığı için en önemli mesajsa ruhsal akışlarla, modern fizik teorilerinin aynı dili kullanmasıdır. Evrende oluşmuş tüm biçimler fizikçiler için saklı düzenden açığa çıkmış düzene akmaktadır. Spiritüalistler içinse her şey ruhsal dünyadan fizik dünyaya bir saçaklanma ya da bir şuur konsantrasyonu halindedir. Evrende oluşmuş şeyler bu iki düzen ya da ruhsal ve fiziksel alemler arasındaki sayısız gizlenmelerin ve ortaya çıkmaların sonuçlarıdır.
  Örneğin Bohm, bir elektronun tek bir birim olmayıp, uzayın tümü içinde gizlenmiş bir toplam ya da topluluk olduğuna inanıyordu. Başka bir deyişle, elektronlar ve diğer parçacıklar, bir pınardan fışkıran su kaynağının aldığı biçimlerden daha bağımsız ve sürekli değildi. Onlar saklı düzenden gelen sürekli bir akışla desteklenmekteydi. Ve parçacık ortadan kalktığında yok olmuş olmuyordu. Yalnızca içinden fışkırmış olduğu daha derinlerdeki bir düzene geri dönüp saklanıyordu.
  Bir holografik film parçası ve oluşturduğu imge de saklı ve belirgin düzenlerin bir örneğidir. Film saklı düzen, filmden yansıtılan hologramsa belirgin düzen olarak ele alınır.

  Saklı düzen ve açığa çıkmış gerçeklikler
  İki düzen arasındaki bu süreli ve akıcı alışveriş, parçacıkların nasıl biçim değiştirdiğini de anlatmaktadır. Bu aynı zamanda bir kuantumun nasıl bazen parçacık, bazen de bir dalga biçiminde ortaya çıktığını açıklar.
  David Bohm'a göre her iki görünüm de her zaman, bir kuantum topluluğu içine gizlenmiş durumdadır. Ancak hangi görünümün ortaya çıkıp, hangisinin gizlenmiş durumda kalacağını gözlemcinin kuantum topluluğuyla olan karşılıklı etkileşim biçimi belirlemektedir. Böylece, bir gözlemcinin bir kuantum biçimini kararlaştırmaktaki rolü, bir kuyumcunun değerli bir taşı değerlendirmesi, hangi yüzünün açıkta kalacağı, hangisinin gizleneceği konusunda karar vermesi kadar gizemlidir.

HOLO EYLEM ve MEKANSIZLIK NEDİR?

  David Bohm'a göre hologram terimi genellikle evrenimizi her an yeniden yaratan sayısız gizleniş ve ortaya çıkışların sonsuza dek dinamik ve hareketli olan doğasına uymayan durağan bir imgeyi çağrıştırabiliyor. Bu yüzden ünlü bilim adamı evreni bir hologram değil de bir "holo eylem" olarak tanımlıyor.
  Derin düzenin varlığı, gerçeklik duyumunun atom altı düzeyde niçin mekansızlık görünümünde olduğunu gayet iyi açıklıyor. Bir şey holografik olarak oluşturulduğu zaman, mekan kavramına ilişkin tüm özellikleri de çözülüp gidiyor.
Bir holografik filmin her bir parçasının bütünün kapsadığı tüm bilgiyi içerdiğini söylemek, bilginin herhangi bir yere bağlı olmaksızın bütünün içine dağılmış olduğunu söylemenin başka bir biçimidir.

  Dikişsiz Holografik Kumaş
  Kozmosta her şey saklı düzenin dikişsiz holografik kumaşından yapılmış olduğu için, evreni "parçalar"dan oluşmuş bir şey diye kabul etmek, tıpkı bir pınardaki farklı su kaynaklarının içinde akmakta oldukları suyun bütününden ayrı düşünülmesi gibidir.

 

  Elektron "temel parçacık" değildir. O, holo eylemin belirli bir görünümüne verilmiş bir addır yalnızca. Süslü bir kilimin üzerindeki farklı motifler birbirlerinden ne kadar ayrıysa, atom altı parçacıklar ve evrendeki diğer her şey birbirlerinden ancak o kadar ayrıdır.
  Einstein,
"bölünmez uzay-zaman sürekliliği" adını verdiği bir bütünden söz ediyordu. Bohm bu görüşü, dev bir adım daha ileriye götürdü. Ve evrendeki her şeyin bir sürekliliğin parçası olduğunu söyledi.

 

  Biz hepimiz özde tek ve bölünmez bir şeyiz. Sayısız kollarını ve eklentilerini tüm görülebilir nesnelerin, atomların, dalgalı okyanusların, kozmosta göz kırpan yıldızların içine uzatmış görkemli bir şey, ama şeyler aynı zamanda hem bölünmez bir bütünün parçaları olabilir hem de kendi özgün niteliklerine sahip olmayı sürdürebilir.
  Holo eylem, bütünü, şeyler olarak bölmekten, ayırmaktan, parçalanmaktan yana değil.
Dünyayı parçalara bölmek ve her şeyin nasıl bir dinamik ilintiyle birbiriyle bağıntılı olduğunu görmezden gelmek konusunda bilimsel, bireysel ve toplumsal yaşamımızda pek çok sorunla karşılaşıyoruz.

  Holografik Evren Anlayışında Şuur ve Madde
  Her şey, bütün olup bitmekte olanlar holografik bir evren anlayışında her an yeniden var olan sayısız holo eylemin görünümleri olduğuna göre Bohm'a göre şuur ve madde arasındaki bir ilişkiden de söz edemeyiz. Bir bağlamda, gözlemci ile gözlenen aynı şeydir. Gözlemci aynı zamanda ölçümü yapan aygıt, deney sonuçları, laboratuar ve laboratuarın dışında esen rüzgardır. Aslında Bohm şuurun, maddenin daha süptil bir biçimi olduğuna inanır. Tüm maddelerin çeşitli gizlenme evrelerinde şuurluluk vardır.
  Belki de onun için plazma, canlıların bazı özelliklerine sahiptir. Bohm'un öne sürdüğü gibi, eylemi biçimlendirme yeteneği zihnin en tipik özelliğidir ve daha şimdiden elektronun zihnimsi bir şeyler olduğunu görüyoruz.
  Holografik evren anlayışında, evreni canlılar ve cansızlar diye ayırmak mümkün değil. Canlı ve cansız nesneler ayrılmaz biçimde birbirinin içine girmiştir ve yaşamın kendisi de tüm evrenin içine gizlenmiş durumdadır.

 

Yaşam ve zeka yalnızca maddenin değil, "enerjinin", "uzayın", "zamanın", "tüm evreni oluşturan kumaşın" ve bizim holo eylemden soyutladığımız yanılgıya düşerek ayrı şeyler gibi gördüğümüz her şeyin içindedir. Evrenin her parçası tümünü içerir. Nasıl ulaşacağımızı bilirsek Andromeda Galaksisi'ni sol elimizin baş parmağının tırnağında da bulabiliriz. Aynı zamanda da tanık olabiliriz. Çünkü ilke olarak tüm geçmiş ve geleceğin imaları uzay ve zamanın en ufak bölümüne varıncaya dek her yere yayılmış durumdadır.

  Holografik evren anlayışının, tüm evrenin canlılığı, yaşamın evrendeki saklı düzenin içinde varolduğu bilgisi, Silver Birch ruhsal tebliğlerinde şöyle izah ediliyor:
  “Yaşam planı çok basittir. Ruhtan gelirsiniz, ihtiyaç duyduğunuz deneyleri yaşamak için maddeye bedenlenirsiniz. Sizler kendisini tezahür ettirmeye çalışan, saklı bir mükemmelliğe sahip eksik nitelikte varlıklarsınız. Madde Dünyası yaşamınızın sadece küçük bir bölümüdür. Sizin ebedi yuvanız değildir. Çoğunuz, şuursuz olarak, her zaman sorunların ortaya çıktığı bir madde dünyasında yaşamakta olduğunuzu düşünüyorsunuzdur. Sizle ben aynı evrende bulunuyoruz. Bu evren, her görüntünün birbirine karışıp uyumlu hale dönüştüğü ve birbiri içinde kaybolduğu bir evrendir. Sizler ölmekle şuurunuzun sadece öbür görüntüsünü tezahür ettiriyor ve fizik beden içindeki varlığınızı sona erdiriyorsunuz.”

Lao-Tzu ise şöyle diyor: Bir nesneyi büzüştürmek için, onu ilk önce germek gerekir. Yani zayıflatmak için önce güçlendirmeli, yıkmak için önce desteklemeli ve almak için önce vermelidir insan. işte buna 'gizli bilgi' denir.

Eğil, böylece dik kalırsın,
Bilgini boşalt, böylece dolu kalırsın,
Eski, böylece yeni kalırsın.

 

SAKLI DÜZEN

   Şimdi bilim adamlarımız hepimize haklı bir soru yöneltiyorlar; "Eğer evrenimiz daha derinlerdeki bir düzenin, yani ruhsal düzenin, Platon'un 'ideler' olarak tanımladığı düzenin yalnızca soluk bir gölgesiyse, kendi gerçekliğimizin karışık dokusu acaba daha başka neleri saklamaktadır? Saklı Düzenin sırlarına ulaşmanın yolu nedir?
  Bütün bu sorular haklı, gerekli, çağa uygun sorulardır ama
Saklı Düzen binlerce yıldır bizden bilgisini hiç esirgememiştir ki!... O bazen bir ilhamdır, bir notadır, bir sezgidir, bir rüyadır, bir algılamadır, vizyondur, akıştır, vahiydir. Saklı Düzen’in Senfoni Orkestrası ilahi notalarını, yağmur damlaları gibi tüm dünyanın üzerine yağdırmaya devam etmekte, bizi insan olmanın özünü kavramaya çağırmaktadır.

  Xuetang dedi ki:" Konunun özü, doğru ve ılımlı olmakta, pratiğin gitgide daha da düzelmesinde, azmin sağlam ve kesin olmasında, gelişimin tamamen saf olmasında yatar. Ancak bundan sonra kendine ve başkalarına yararlı olmak olanaklıdır." - Doğu Gölü Vakayinameleri

  David Bohm da saklı düzeni, sonsuz bir enerji denizini de doğuran olarak kabul ediyor. Ve diyor ki;
  "Görünürdeki maddeselliğine ve dar boyutuna karşın evren, kendi içinde ve dışında var olmayıp, daha geniş ve daha tanımlanamaz bir şeyin üvey çocuğudur. Daha da ötesi evren, bu daha geniş bir şeyin başlıca ürünü değildir, o yalnızca gelip geçen bir gölge, daha büyük bir tablodaki yer olan bir hıçkırıktır yalnızca.”
  Mevlana ise Mesnevi’de alemsel hareketlilik ve bütünsellik kavramını şu sözlerle dile getiriyor:
 
Dışsal olarak bir ağacın dalı, bir meyvenin kaynağıdır.
  Ancak içsel olarak dal, meyvenin oluşumunu sağlamaktadır.
  Meyve için hiç bir ümit olmasaydı Bahçıvan ağacı eker miydi?
  Bundan dolayı, gerçekte ağaç meyveden doğar.
  Tersi gözükse bile.

  Bu sonsuz enerji denizi, Saklı Düzen içinde gizlenen tek şey değildir. Saklı Düzen, evrenimizdeki her şeyi doğuran temel olduğuna, en azından var olan ya da var olacak olan her atom altı parçacığını da kapsadığına göre; maddenin, enerjinin, yaşamın her oluşumunu, kuasarlardan Shakspeare'in beynine, çift sarmaldan galaksilerin büyüklük ve biçimini kontrol eden güçlere kadar mümkün olan her şuurlu hareketi de kapsar. Ve hepsi bu kadar da olmayabilir. Bohm, Saklı Düzenin, nesneler evreninin sonu olduğuna inanmak için hiçbir neden bulunmadığını da kabul ediyor. Bu düzenin ötesinde akla sığmayacak başka düzenler de, daha ileri aşamaların sonsuz basamaklarına uzanmakta olabilir.

  Choan dedi ki:
 
“Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, üzerinde bambu demetleri ve uçurum sıraları vardır; okyanus ne kadar derin olursa olsun, içinde akımlar ve meraklılar vardır. Büyük Yol’u araştırmak istiyorsan, bunun özü, derinlikleri ve yükseklikleri incelemektir. Bundan sonra çapraşık incelikleri aydınlatabilir ve sınır tanımadan hevesle benimseyebilirsin.” Bir Zen büyüğüne mektup’tan

  Evrenin bütünselliği ve sonsuzluğunu mistik deneylerle algılama düzeyine ulaşmış olan büyük mistiklerden Yunus Emre, alemlerdeki bu olağanüstü bütünlüğün ve düzenin onu dünyanın kısıtlı realitesinden kurtarıp, ruhunu özgür kıldığını ve İlahi Olan'a yönelttiğini bizlere şu dizelerle ifade ediyor:
  Bilmişim dünya halini,
  Terk ettim kil-ü halini,
  Baş açık ayak yalın,
  çağırayım Mevlam seni.

  Saklı Düzen teorisinde beyin ve hologram
  Nörofizyoloji profesörü Dr. Karl Pribram, fizik profesörü David Bohm, Paris Üniversitesi'nden Bernard d'Espagnat, 1973 Nobel Fizik Ödülü alan Camridge'den Brian Josephson gibi ünlü bilim adamları Saklı Düzen teorisinin bir gün Tanrı'yı ya da Zihni bilimin sınırları içine almaya yönelteceğine inanmaktadırlar. Bir arada düşünüldüğünde Bohm ve Priabram kuramları, yeni ve son derece anlamlı bir dünya tasarımı yaratmaktadır.

  Beyinlerimiz temelde başka boyutlardan, uzay ve zamanın ötesindeki daha derin bir varoluş düzeninden yansıyan frekansları yorumlamak suretiyle nesnel gerçekliği matematiksel olarak oluşturmaktadır. Beyin,  holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır. Bizim ötemizde yalnızca engin bir dalgalar ve frekanslar okyanusu vardır ve gerçekliğin bize böyle somut görünmesinin nedeni yalnızca beyinlerimizin bu holografik karmaşayı alıp, onu dünyamızı oluşturan diğer tanıdık objelere dönüştürme yeteneğine sahip olmasıdır. Bizim gerçekliğimizin iki farklı görünümü var. Biz kendimizi uzayın içinde hareket eden fiziksel bedenler ya da kozmik hologramın içerdiği girişim desenleri olarak görebiliriz. Biz de o hologramın parçasıyız.
  David Bohm kişisel araştırmalarıyla daha da parlak bir düşünceyle bizim uzay ve zamanı bile oluşturmakta olduğumuz sonucuna varmaktadır.

  Zihin ve Beden Yapısını Anlama ve Farkındalıkla Deneyleme
  Psişik yetenekleri geliştirme, zihin-beden yapısının dengesi ile ilgili pratik metotları öğrenme ve uygulama sırasında spiritüel farkındalığımızın, bireysel gelişmede etkili faktör olduğunu hatırlamak önemlidir.
  Spiritüel olarak uyanık olduğumuzda, kendiliğinden olumlu yaşamaya,kendimiz ve başkaları için en yararlı şeyleri yapmaya meylederiz. Spiritüel farkındalığın noksanlığı; entelektüel hatalar, zihinsel karmaşa, mantıksız düşünme, karamsarlık, çabuk heyecana kapılma ve doğal olmayan düzensiz bir yaşamla sonuçlanır.
  Farkındalığımız bulanık olduğunda, zihnimiz kuruntu, illüzyon, obsesyon, acı ve başarısızlık hatıraları ve yaşamın kıymetini arttırmak yerine baskı yaratan davranışlarla şartlanmış olduğundan, ruhsal ve fiziksel anlamda sağlıksızlık söz konusudur ve o kişide yaygın olan psikolojik durum ve davranışların biri veya tümü mevcut olabilir. Bu yolunda gitmeyen halleri ve davranışları önce tespit edip sonra kabullenmeli son aşamada da değiştirmek için elinden gelen her çabayı ve sağaltıcı metodu hiç çekinmeden, utanıp sıkılmadan kullanmalıdır. Çünkü herkes aynı yoldan geçmektedir. Kapı dar ve yol tektir!...

Dar kapıdan geçen, dar kapıdan geçmekte olanın halini iyi bilir…

  Bizler birer algılayıcıyız. Bizler birer farkındalığız, biz nesne değiliz. Bizim hiçbir somut, üç boyutlu nesnelliğimiz yoktur. Biz sınırsız varlıklarız. Üç boyutlu katı nesnelerden oluşan dünya, bizim somutluğa geçişimizi sağlayan bir kolaylıktır. Bunu mutluluğumuz için kendi bütünselliğimizi, yaşamımız boyunca pek ender ayrılabildiğimiz bir kısır döngüde tutsak etmiş bulunuruz.
  Eğer evren dev bir hologramsa, fizik yasalarından galaksilerin varlığına kadar birlikte deneyimlenen dev bir rüyanın sahne donanımları ya da gerçeklik alanları neden olmasın? Sürekliliğe sahipmiş gibi görünen her şey birer yanılsama olarak görülebilir, yalnızca şuur canlı evrenin şuuru sonsuz olabilir.
  Holografik bir evrende şuur her şeye sinmiştir. Ve tüm bilgiler saklı düzende içe katlanmış şekilde mevcuttur. Biz asıl gerçekliğin kendisiyle ilişkiye geçebilir ve bilgi alabiliriz.

  Bütün metapsişik çalışmaların özünde, evrendeki şuurluluk bilgisi vardır. Psişik fenomenler yaşayan insanlar bu iç içe geçmiş şekilde mevcut bilgilerle, bir tür bilgi bankasıyla, bir şekilde rezonans haline geçmeyi beceren insanlardır. Ama asla unutulmamalıdır ki; bilgi bankası ile gerçek rezonansa geçenler kendi benliklerinden, şan, şöhret, unvan, para, mevki peşinde koşmaktan yani nefis ve egolarından vazgeçenlerdir…

  Ocak ateşsiz, çanta boş.
  Kar yılın sonunda düşen kayısı tomurcukları gibi.
  Üzerimde yamalı cübbe, odun kıymıkları yanıyor,
  Huzurlu sakinlikte bedenimin farkında değilim.
  Günlük yaşamda kendi başıma Yol’a devam ediyorum.
  Ün ve ihtişam peşinde koşmadan.
 
(Jiantang Kutsal Lu Dağı’ndaki Yuantong manastırındaki usta öğretmene giderken)

SAKLI DÜZENDE MUCİZE

  David Bohm, anlamın her yerde hazır ve nazır olma niteliği, telepati ve uzaktan görme fenomenlerine olası bir açıklama getirdiği inancındadır. O her iki fenomenin de aslında yalnızca psikokinezinin farklı biçimleri olduğunu düşünür.
  Tıpkı Psikokinezi gibi bir zihinden bir nesneye iletilen bir anlam rezonansı söz konusudur. Anlam uyumu ya da rezonansı bir kez sağlandı mı, aksiyon her iki yönde de başlar. Böylece uzaktaki sistemin anlamı gözlemcinin içinde harekete geçerek bir tür tersine psikokinezi üretir ve sonuç olarak o sistemin imgesini o kişiye geçirir.

  Saklı düzende farklı süptilitede bir çok düzey vardır. Zihnimiz bu süptil düzeylere ulaşabilecek yeteneğe sahipse, o zaman bu, olağan olarak gördüklerimizden çok daha fazlasını görebileceğimiz anlamına gelir.
  Buradaki olgu bir tür mekan dışı karşılıklı bağlantı biçiminin sonucudur. Bu daha derin bir mekan dışılık olgusu, bir tür süper mekan dışılık olgusuyla açıklanabilir.

  Mucizeler
  Holografik evren anlayışında mucizelerin açıklanması oldukça spiritüel bir görünüm arz ediyor. Plotinos'un anlattığı "Sudur Silsileleri" spiritüalizmin birlik ve teklik halinde varoluşunu kendi deyimleri ile anlatıyor. Ve şuurlu kozmik enerinin bir amaç ve maksat etrafında saçaklanmalar ve şuur anlamları yaratarak fiziğe ve maddeye yansımasından söz ediyor. Kadim ve doğu bilgelik ekollerinin varoluş açıklamalarının hemen hemen hepsi şimdi de bilim adamları tarafından benzer cümlelerle holografik olarak anlatılıyor. Ama dikkatli bir gözlemci için arada hiç fark yok.

  Kadim Bilgelik diyor ki: “Evrenin aslı ruhtur, ruh enerjisidir. Her şey ruhtan sadır olur. Önce metafizik sonra fizik vardır. Evren sonsuz fizik ve ruhsal mekanlardan oluşmuştur. Her mekanın kendine has şartları ve belli bir zaman yoğunluğu vardır. Özdeki birlik, uygulamada farklı görünümler ve roller, farklı ortak alanlar ve planlaşmalar şeklinde karşımıza çıkar.”

  Çağımızın en önemli olgularından biri de küreselleşme. Her kavramın küresel olarak ele alınması bilim -fizik doğu bilgeliği ve spiritüalizmi aynı platformda buluşturuyor, ama asla ihmal edilmemesi gereken önemli gerçek ilahiliğin ve Ruhsal Alanın (Saklı Düzenin) varolmuş olan her şeyi kapsaması, sarıp sarmalaması ve her şeyin O'ndan ötürü var olmasıdır.
  Fizikçi Tiller'in evren modeli de oldukça kapsamlı ve spiritüel ağırlıklı. Onun görüşüne göre,
Tanrı evreni ilahi bir düşünce modeli olarak yaratmış olabilir. Bu ilahi model, kozmik enerji alanının giderek daha az süptil düzeylerini bir dizi hologram sırası boyunca etkilemiş ve sonuçta fiziksel bir evreni holograma dönüştürmüş olabilir.”

  "Eğer bu doğruysa...", diyor Tiller, "... insan bedeninin holografik nitelikte olduğu konusunda bir diğer gösterge sayılabilir. Çünkü her birimiz gerçekten de küçücük birer evren olabiliriz. Dahası eğer düşüncelerimiz gerçekliğin daha süptil yapıdaki enerji alanlarında hayaletimsi holografik imgelerin biçimlenmesine neden olabiliyorsa, bu görüş insan zihninin mucizeleri nasıl oluşturabildiğini de açıklamış olacaktır.” Ama mucize oluşturmak isteyen zihinlerin önce doğruluğu ve dürüstlüğü öğrenmesi sonra da uygulaması koşuluyla tabii ki; aksi takdirde bilmedikleri yasaları ihlal ettiklerinden bir sürü sıkıntı, dert ve karmik borçla karşılaşmaları kaçınılmaz hale gelebilir…

  Foijan dedi ki: Şimdi ölmüş olan öğretmenim Wuzu, öğretmeni Baiyun’un her zaman açık ve net olduğunu, hiçbir savunma görüntüsü olmadığını söyledi. Ne zaman yapılması gereken bir görev olduğunu görse, atılıp yolu gösterirdi. Akıllı ve yetenekliyi ortaya çıkarmaktan hoşlanır, fırsatçı bir tutumla insanlara kırılıp sonra terk edenlerden hoşlanmazdı. Hiçbir şeyden etkilenmeden bütün gün tek bir iskemlede dimdik otururdu.
  Bir keresinde bir öğrenciye şöyle dedi: “Yol’u korumak, yoksullukta rahat olmak, yamalı giysi giyenlerin temel yazgısıdır. Başarı ya da yoksunluk, kazanma ya da kaybetme yüzünden yönlerini değiştirenler, Yol
konusunda konuşmaya layık olmayan insanlardır.”

  Hatta eşzamanlılığı ya da psişemizin en içsel derinliklerindeki süreç ve imgelerin dış gerçeklikleri nasıl biçimlenmekte olduğunu da açıklayabilir. Bu noktada enerjilerin ve iradenin yerli yerinde kullanımı çok büyük önem kazanmaktadır.

  Xuetang dedi ki: Öğrencilerin enerjileri iradelerinden daha fazlaysa, küçük, ufak insanlar haline gelirler. İradeleri enerjilerine egemense, yüce, dürüst, insanlar olurlar.
  Bazı insanlar nasihate karşı inatçı bir düşmanlık duyarlar ve bu konuda hiçbir yol göstericiliği kabul etmezler. Onları böyle davranmaya zorlayan enerjileridir. Yüce ve dürüst insanlar, iyi olmayan bir şeyi yapmaya çok zorlansalar bile, ölümüne bölünmemiş ve tutarlı kalırlar. Onları böyle davranmaya zorlayan iradeleridir.

  Eşzamanlılık
  Eşzamanlılık konusunu çok ciddiye alan bir başka fizikçi de F. David Peat'dır.
  Peat, Jung tipi eş zamanlılıkların yalnızca gerçek olmakla kalmayıp bunların saklı düzenle ilgili başka bir kanıtı daha sunmakta olduğunu söylemektedir. Eğer her şeyin kaynağı olan temelde ya da saklı düzende zihin ve madde arasında bir bölünme yoksa, ortaya çıkan gerçekliğin bu derin bağlantının izlerini taşımakta olmasında şaşıracak bir şey yoktur. Peat eşzamanlılığın, fiziksel dünyayla içsel psikolojik gerçekliğimiz arasında hiçbir ayrılık bulunmadığını açıklamakta olduğu düşüncesindedir.

  Bir eşzamanlılığı deneyimlediğimiz zaman, aslında deneyimlemekte olduğumuz şey, "insan zihninin bir an için gerçek düzeninde çalışması, toplumun ve doğanın içine yayılarak, giderek incelen düzeyler boyunca ilerleyerek, zihnin ve maddenin kaynağından geçip yaratıcılığın içine dalmasıdır."

Bir akışta yaratıcılık için şunlar söyleniyor: “Yüce Ruh Yasadır. Yasanın ardındaki düşüncedir, sayısız tezahürlerdeki hayatların, o olmaksızın fonksiyon göremeyeceği sonsuz evrenin sebebi olan kudrettir. Ruhsal varlıklar olduğunuz için sizlerde Yüce Ruh'a ait bütün saklı kudret bulunmaktadır. Hepiniz Yüce Ruh'un sonsuz kudretine katkıda bulunuyorsunuz. Yeryüzüne doğuş olayı, Yüce Ruh'un bir parçasının madde içinde bedenlenmesidir. Bu parçada potansiyel olarak Yüce Ruh'un tüm tanrısallığı mevcuttur. Bu ise sonsuz olanaklara sahip olarak açan çiçeğin tohumudur.”

                 SONUÇ
  Evrenin ve insan varlığının böylesine kapsamlı şekilde izah edilmesi bizleri biraz tedirgin edebilir ve bize "bu büyüklük karşısında ne yapabiliriz ki..." sorusunu sordurabilir. Bu soruya bir Zen hikayesiyle cevap vermek mümkündür:
 
Bir keşiş Joşu'ya şöyle seslenmiş;
-Daha manastıra yeni geldim. Lütfen bana her şeyi öğret.
Joşu ona şu soruyu yöneltmiş;
-Bugün pirinç lapanı yedin mi?
-Evet yedim.
-O zaman sen ilk önce git ve tabağını yıka.

  Şu anda yaşamakta olan ve tüm dikkatini günlük olaylara yöneltmiş olan birisi bir gün bir aydınlanma (şuurlanma-satori) deneyi yaşadığında insan varlığının her davranışının ardındaki gizli vazifeyi ve bütünsel yaşamın mucizesini hiçbir şeyin birbirinden ayırt edilemeyeceğini fark edecek ve şöyle diyecektir;

   Ne kadar mucizevi, ne kadar mistik!

                 Odun taşıyorum, su getiriyorum.

  Bir Zen deyişi, ruhsal öğretilerde uygulama yapacak kişiler için şunları söylüyor; Zen'e başlamadan önce dağlar dağ ve ırmaklar da ırmaktır. Zen'i uygularken dağlar artık dağ ve ırmaklar da ırmak olmaktan çıkar. Ancak insan bir kez aydınlandın mı, dağlar yine dağ ve ırmaklar yine ırmak olacaktır.
 
Foijan, Shun Fodeng’e dedi ki: En kusursuz insanlar ünü ve refah içinde olmayı düşünmezler ve gerçeğe ulaşanlar baskı ya da yıkımdan korkmazlar. Kazanılacak bir yarar görüldüğü zaman gücünü uygulamak, ya da karlı olduğu görüldüğü zaman hizmetini önermek, sıradan ve küçük insanların davranışıdır.

             Bilen söylemez,

                           Söyleyen Bilmez. .

                                    Lao-Tzu

 

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/ Astronomy