Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli 

Skaler Tesla Dalgası ve Yeni Ufuklar

Tesla.. ! Günde yalnızca 1–2 saat uyuyan ve hiç evlenmeyen bu “büyücü”, her ne kadar yüzyılın başlarında 1915 Nobel ödül adaylığı dâhil birçok nişan ve madalyayla onurlandırılmışsa da, zamanından o kadar ilerdeydi ki, bir süre sonra düşüncelerinden dolayı çevresindeki bilim adamları tarafından istenmeyen adam ilan edildi. Oysa yaptığı çalışmalara 1943 yılındaki ölümünden sonra FBI tarafından titizlikle el konulmuş ve bunlar bugün bile yürüyen birçok fantastik projeye ışık kaynağı olmuştur. Örneğin 1900’lerin başlarında yaptığı cep büyüklüğündeki bir cihazı açık unuttuğunda bir süre sonra evinin sallandığını farkeden Tesla, cihazı kapatmak için biraz daha geç kalsa tüm mahalleyi kaplayan bir depreme sebep olmak üzere olduğunu ancak farkedecektir. Bu teknolojinin bugün ABD tarafından HAARP (High-frequency Active Aural Research Program) projesi kapsamında istenilen yer ve bölgede – özellikle kırık fay hatlarında – deprem yaratmak için kullanıldığı konusunda bir çok spekülasyon yapılmıştır. Tesla’nın “ölü ışık” tabir ettiği çalışmaları daha sonraki bildiğimiz lazer teknolojisinin temelini oluşturmuştur. Aynı şekilde Tesla “Telsiz İletişim Teknolojisinin” temellerini atmış, hatta çok büyük oranlarda enerjinin bile kablosuz olarak yerden veya hava üzerinden iletildiği teknolojiler geliştirmiştir (her ne kadar milyon voltluk enerjinin bu şekilde iletimi tehlikeli gibi görünse de tam tersine çoğu güncel uygulamadan daha güvenilir bir yöntemdir, öyle ki Tesla bu yöntemin ve alternatif akımın güvenilirliğini ispatlamak için bizzat kendi vücudundan yüzbinlerce voltluk elektrik geçirdiği gösterilerde bulunmuştur).

Tesla’yı zamanında gerçek anlamda “anlaşılamayan adam” yapan asıl çalışması ise ancak Birleşik Alan Teorisi ve Kuantum Fiziği teoremleriyle çözümlenebilen Skaler Dalga Teknolojisine dayanarak “enerji kontrolü” ve “serbest enerji” üzerinde yaptığı çalışmalardı; öyle ki bu çalışmaları klasik Maxwell uygulamalarının bile açık noktaları olduğunu ortaya koymaktaydı ki bu, o günün çoğu akademik çevreleri için kabul edilemez bir durumdu. Ayrıca serbest enerji demek, ekonominin kontrolünün, dünya siyasetini ve ekonomisini elinde bulunduran güçlerin elinden çıkması anlamına geliyordu ki; belki de bu durum kendisine ait dev laboratuarın ölümünün ardından gizemli bir şekilde yanarak yok olmasının arkasında yatan nedendi.

Skaler dalgaların oluşturduğu girişim deseninin çok ilginç bir özelliği de bu girişimlerin bir çeşit “enerji şişesi” özelliği göstermeleridir, diğer bir ifadeyle göndermeçlerin bulunduğu ortam, girişim deseninin bulunduğu ortamdan daha yüksek bir potansiyele sahipse enerji dışarı verilir (exotermic), tersiyse enerji dışarıdan alınıyor ve göndermeçlerde yeniden ortaya çıkar (endotermic). Bu özellik ise inanılmaz büyüklükte serbest enerjinin elde edilmesini mümkün kılar.

 

Eğer iki göndermeci – yerkürenin merkezi gibi – çok büyük bir eneji bölgesinde kesiştirir ve birbirine zıt kutuplarda bağlarsak, dünyanın merkezinden inanılmaz büyüklükte enerjiyi doğrudan çekmemiz mümkündür. Bir iddiaya göre Tesla teknolojisi üzerinde yıllarca deneyler yapan Sovyetler Birliği bu yöntemi kullanarak kıtalararası skaler EM silahları veya denizaltı gibi sistemleri çalıştırmak için gerekli enerjiyi elde etmiştir: Ruslar, – 12 kilo Herz farka sahip – skaler frekans çiftlerini yerkürenin merkezine göndermişler, göndermeçleri birbirine göre farklı bağlayarak büyük oranda potansiyel fark (voltaj) elde etmişler, aynı zamanda göndermeçleri zıt kutuplarda bağlayarak ergimiş yerküre merkezinden göndermeçlere skaler eş-titreşim akımının oluşmasını sağlamışlardır. İki göndermecin arasındaki “dış devrede” ise oluşan dev voltaj ve elektrik akımını da uygun tertibatla çekerek istenilen şekilde istihdam etmişlerdir. İşin en ilginç yanlarından biri de 1985 yıllarında yapılan bu deneyi hiçbir Amerikan istihbarat birimi, laboratuarı veya bilim adamı tespit edememiş ve hiçbirinin böyle bir deney yapıldığından haberi bile olmamıştır.

Aynı mantıkla herbir göndermeç, bu defa gökyüzü gibi düşük potansiyele sahip bir ortama itme (pulse) gönderir ve bu itmeler gökyüzünde exotermic şekilde kesişirse, bu noktada inanılmaz kuvvetli patlamalar olacaktır.

Yine aynı temele dayanan bir sistemle Tesla’nın “büyük göz” dediği skaler dalga radarları geliştirmek mümkündür. Tom Bearden’ın iddiasına göre Sovyetler Birliği yine bu teknolojiyi denizaltı sistemlerinde kullanmış, örneğin 10 Nisan 1963’de Skylark isimli Amerikan denizaltısını önce skaler dalga radarıyla tespit etmiş ve ardından skaler EMP (Electro-Magnetic Pulse) silahı kullanarak hedef denizaltıyı anında imha etmiştir.

Unutmamalı ki, EM kuvvet alanları deniz altı iletişiminde çok zayıftırlar. Oysa skaler dalgalarla deniz altında istediğiniz veri yoğunluğunda iletişim kurmanız mümkündür. Ayrıca deniz altındaki mayınları temizlemede de bu teknik çok etkindir. Skaler radarlar deniz altındaki her türlü mayını çok kısa sürede tespit edebilirler. Ardından bilgisayar yardımıyla mayını imha etmek için gerekli skaler girişim vurumu (pulse) hesaplanır ve kullanıcının vurumu ateşlemesiyle mayın imha edilir. Üstelik bir nesnenin mayın olup olmadığından emin değilseniz bile çok önemli değildir, çünkü hedef nesne mayınsa patlayacak, mayın değilse ve kaya gibi bir şeyse hiçbir şey olmayacaktır.

Tesla dalgalarıyla kurulabilecek en ilginç teknolojilerden biri de “Tesla Kalkanı” da denen enerji kalkanı teknolojisidir. Yüzlerce millik yarı-çap mesafesini kaplayabilecek böyle bir enerji kubbesini oluşturmak için gerekli enerji, yukarıda arz edildiği gibi yerkürenin merkezinden sağlanmaktadır. Çoklu frekanslı göndermeçler (multiple frequency transmitters) ve kırpılmış Fourier Serileri genişlemeleri (truncated Fourier series expansions) kullanılarak yaratılan iki yarı-küre daha sonra içiçe geçirilerek elektro-manyetik enerjiden örülü bir kubbe oluştururlar. Kubbenin içini parıldayan bir plazma kaplamaktadır.

Tesla kalkanı kritik bölgeden içeri sızmak isteyen herhangi bir uçağa karşı çok etkin bir koruma sağlamaktadır. İçerdeki yoğun EMP alanı nedeniyle içeri giren herhangi bir uçak veya bomba tüm elektrik tertibatıyla birlikte anında etkisiz hale gelecektir. Bu koruma nükleer başlıklı füzelerden, stratejik bombalara ve savaş başlıklı füzelere kadar her türlü teknolojiyi kapsamaktadır. Ayrıca NASA tarafından önümüzdeki onyıllarda öngörülen dev güneş patlamalarından kaynaklanan yoğun gama radyasyonuna karşı bu enerji kalkanı insanlığın yakın gelecekteki son çaresi olabilir.

Skaler dalga çiftlerini yer yüzeyinin herhangi bir yerinde kesiştirip bu akımı belli bir süre beslemek, o bölgede yer sarsıntıları ve depremlerin meydana gelmesine yol açacaktır. Günümüzün dünyasında muhtemeldir ki, düşmanına zarar vermek isteyen bir ülkenin takip edebileceği en sinsi yol, “doğal afet” veya “hastalık” görünümlü saldırılarda bulunmaktır.

Skaler dalga teknolojisi aynı zamanda iletişim teknolojisinde de fantastik ufuklar açmıştır. Örneğin tek bir taşıyıcı sinyal üzerinde istediğiniz gibi bir “sıfır referans noktası” belirleyebilir, ardından dilediğiniz kadar bağımsız taşıyıcı sinyali bunun içine gömebilir ve normal dedektörlerden saklayabilirsiniz. Bunu yapmak ise oldukça basittir: İstediğiniz kadar karmaşık bir sinyali alıp sıfırdan çıkarın. Bu size orijinal sinyali sıfırlayabilen “tamamlayıcı” sinyali, yani ihtiyacınız olan sıfır referans noktasını verecektir. Düşman sizin iletişim hattınıza elektronik karıştırma yapmaya çalışsa bile başarılı olamayacaktır. Böyle bir dalgayı ancak skaler bir dedektörle bileşenlerine ayırabilirsiniz. Ayrıca bir ülkenin tüm telefon konuşmalarını bu tarz tek bir taşıyıcı dalgaya yerleştirseniz bile tümünü tertemiz ve güvenli birşekilde iletmeniz mümkündür.

Bu teknolojiyle çok ölümcül hafif silah tasarımı yapmak da mümkündür. Silahı “yüksek yoğunluklu vurum moduna” aldıktan sonra ateşlediğinizde hedef personelin tümünün sinir sistemini anında imha etmeniz mümkündür. Üstelik kullandığınız silah, bunu gerçekleştirmek için çok fazla pile de gereksinim duymaz. Eğer silahı “düşük yoğunluğa” alırsanız bu defa bayıltıcı ve bilinç kaybettirici bir etki gösterecektir.

İnanılmaz gelebilir ama skaler EM radar girişim sistemiyle taktik misiller, hava araçları, kruvaze misilleri, hatta topçu ve havan atışlarına karşı bile önlem almak mümkündür. Aslında bu da oldukça basit bir tekniğe dayanır: Tüm topçu ve havan atışlarını çok-yakın-mesafeli vurumlarla süpürmek (bir çeşit makineli tüfek gibi). Eğer vurumların doruk gücü yeterince güçlü olursa, tüm patlayıcılar hedefe ulaşmadan etkisiz hale getirilirler.

Örneğin bir tankı hedef aldığınızı düşünün:

Skaler bir vurumla, tank içindeki personel anında ölecektir. Tüm elektronik sistemler anında imha olacaktır. Tüm mühimmat patlayacak ve yok olacaktır. Tankın içindeki yağ ateşlenecek ve patlayacaktır. En modern tank bile bu teknolojiye karşı savunmasızdır. Aynı senaryoyu bir uçak için de rahatlıkla uyarlayabilirsiniz.

Skaler dalga silahlarına karşı tahkimat anlamsız kalır; skaler dalga vurumu yerçekiminin gittiği heryere gidebilir, tankların çeliklerinden, yeraltı sığınaklarından ve her türlü korumadan rahatlıkla sızabilir. Yapmanız gereken tek şey hedef alanı skaler EM ateşiyle tarayıp süpürmek. Gerçek hedefler kendiliğinden ayırdedilecek ve imha edileceklerdir.

Veya tamamıyla egzotik bir yol da seçebilirsiniz; EMP silahını endotermik moda alarak hedef bölgenin ısı enerjisini çekebilir ve bölgeyi ve bölgedeki hedef kitleyi – yüzmillerce genişlikte bir alanı kapsayacak şekilde – dondurabilirsiniz.

Görüldüğü gibi “Birleşik Alan Teorisine” dayalı bir yaklaşımla ortaya çıkan skaler dalga teknolojisiyle hem inanılmaz var edici, hem inanılmaz yok edici sistemler kurmak mümkündür. İnsanlık tarihi boyunca gerçekleşen savaşların çoğu yaşamak için gerekli daha iyi enerji kaynaklarını elde etmek kaygısıyla olmuştur. Aynı şekilde bugün su, petrol, doğalgaz gibi enerji kaynakları toplumların şekillenmesinde çok önemli bir paya sahiptir. Oysa sonsuz bir enerji kaynağı keşfedilmeyi beklemekte…

Skaler Tesla Dalgasının Özellikleri


Skaler EM dalgaları normalde yörüngedeki elektronlarla devreye girmezler ve elektron kabuğunu delerek doğrudan atom çekirdeğine girerler. Atom çekirdeğindeki nükleonları birbirine bağlayan yüklü sanal parçacık akışının aşırı karmaşıklığı (non-linearity), skaler dalga çözünmesi ve dolayısıyla EM vektör dalgalarının ortaya çıkmasını sağlar. Çözünen bu dalga tekrar çekirdek içindeki dalgalarla örtüşerek çekirdeğin hafiften yüklenmesini sağlar. Eğer aynı skaler dalga deseni güçlü ve sürekli olarak atom çekirdeğine tutulursa yüklenen atom bir süre sonra değişime uğrayacak ve izotoplarına ayrışacaktır. Bu yöntem Louis Kervran isimli bir bilimadamının da ifade ettiği gibi yaşayan biyolojik organizmaların bir besin elementini başka bir elemente nasıl dönüştürebildiklerini de açıklar (L. Kervran bu buluşuyla 1977 Nobel ödülüne aday gösterilmiştir).

                                                        

Böylece vakum plazmasından kaynaklanan EM skaler dalgaları sürekli olarak evrendeki tüm atom çekirdekleri tarafından değiş-tokuş edilir. Aslında bir atom çekirdeğinin kütle ve eylemsizlik değerlerini sahip olduğu skaler dalga yoğunluğu belirler. Kısacası nasıl ki örneğimizde denizin içinde dönen girdaplar ada halkının gözle görebileceği hortumların oluşmasına neden oluyorsa, madde dediğimiz olgu da, dönen partiküllerin etkisiyle yoğunlaşmış yerel skaler eş-titreşimden ibarettir. Skaler dalgadaki artan gerilim, artan kütle ve eylemsizlik demektir, azalan gerilim ise azalan kütle ve eylemsizlik anlamına gelir.

 

                                               

Peki o zaman çekim kuvveti nedir? Kabaca ifade etmek gerekirse uzay-zamanı büken herşey çekim kuvvetini oluşturur. Şimdi örneğimizdeki denizin derinliklerine geri dönelim ve hayal gücümüzü kullanarak orada bulunan iki adet birbirine yakın girdabın karşılıklı etkisini gözlemleyelim. Girdaplar dönmenin etkisiyle çevrelerinde kendilerine doğru bir çekim oluşturacaklar, çevrelerinde bulunan herşeyi kendilerine doğru çekeceklerdir. Aynı zamanda bu, girdapların bulunduğu ortamın akım yoğunluğunu artıracak ve yukarıda deniz yüzeyinde içe doğru bir çökme oluşturacaktır. Eğer girdaplar aynı yönde dönüyorlarsa bunlar birleşerek daha büyük bir girdabı oluşturacaklardır. Ama eğer zıt yönde dönüyorlarsa bunlar birbirlerine yaklaştıkça birbirinin önünü tıkayacak, bu ise yüzeyde doğrusal bir girişim deseni oluşturacaktır (doğrusal elektrik alan gibi); aynı zamanda girişim desenine rağmen girdaplardan biri diğerinden daha kuvvetli olduğu için yüzeydeki oluşan dalgaların bir kısmı dönme özelliğini devam ettirecektir (dairesel manyetik alan gibi); diğer yandan alttaki dalgaların çarpışması bu dalgaların çekim özelliğini kaybetmesi anlamına gelir ki bu yüzeyde enerjiyi dağıtan halkalanmalara neden olacaktır (çekim dalgaları gibi). Kısacası tüm EM (elektromanyetik) ve G (çekim) dalgaları aslında 5 boyutlu Kaluza G-Alanı’nın bizim uzay-zamanımıza yansımasından ibarettir.

                                                                     

Yine örneğimizin de işaret ettiği gibi sıfır değere sahip iki adet skaler dalga aslında saf potansiyelden ibarettir, dolayısıyla bu dalgaların istenilen bir yere gönderilmesi herhangi bir kuvvet alanına neden olmadan ansız ve enerji kayıpsız olur. Ancak bu potansiyeller bir yerde kesişip girişim deseni oluşturursa bu bölgede gözlemlenebilir EM dalgaları oluşur. Üstelik bu EM dalgalarının büyüklüğünü ve yönünü belirlemek yani girişim deseninin şeklini oluşturmak tamamen bizim elimizdedir. Kısacası daha önce de belirttiğimiz gibi enerjinin ansız olarak hiç bir kayıp olmadan istenilen mesafeye iletimi mümkündür ve Tesla bunu başarmıştır.


Skaler Dalga Teorisi




Geçen yüzyıla girerken Nikola Tesla, yeni bir tür elektrik dalgası keşfettiğini ilan etmişti. Keşfettiği bu dalgalar Herz tabanlı olmayan, diğer bir ifadeyle, frekans tabanlı dalgalar gibi uzaklığın karesiyle sönümlenmeyen dalgalardı ve yönlendirildiği hedefe ışık hızından bağımsız bir şekilde ansız olarak ulaşmaktaydı.

Tesla’nın bu buluşu açık bir şekilde o kadar önemliydi – aynı zamanda insanlığa serbest enerjiyi bedava bir şekilde sağlama amacı o kadar açıktı – ki bu, onun maalesef kasıtlı bir şekilde mali zorluklara itilmesine, bilim akademisinden soyutlanmasına, patent haklarının başkalarına atfedilmesine ve tarih kitaplarından adının yavaşça silinmesine sebep olmuştu (petrol ve enerji devlerinin kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri ülkelerde savaş veya darbe bile gerçekleştirebildiklerini göz önünde bulundaracak olursak, bu durum pek de şaşırtıcı görünmemektedir) .

Tesla 1915’lerden itibaren bilim çevrelerinden soyutlanmaya başlanmasına rağmen – gerçi Amerika Deniz Kuvvetleri ömrünün sonlarına doğru kendisini çok önemli projelerde istihdam etmiştir – çalışmalarına titizlikle devam etmiş ve inanılmaz bir serbest enerji kaynağından yararlanma, enerjinin telsiz olarak çok uzak mesafelere kayıba uğramadan iletilmesi, millerce uzaktaki ordu ve uçakları yok edecek yetenekteki ateş toplarının üretimi, ve silah ve bombaları etkisiz hale getiren geçilmez bir enerji kalkanı teknolojisi gibi teknolojilerin varlığını dünyaya duyurmaya devam etmişti; ancak artık yaptığı çalışmaları çalınmasınlar diye gizlemeye başlayarak.
Peki, Tesla’nın keşfettiği bu yeni elektrik dalgasının sırrı neydi? Skaler dalga konusunda kitaplar okurken, bu olguyu gözümde canlandırmak için kendi kendime bir senaryo kurgulamıştım. Teşbihte hata olmaz diyerek öncelikle kurguladığım bu analojiyi paylaşmak istiyorum:


“Okyanusun ortasında içinde çok güzel şelaleler bulunan bir ada, adanın merkezinde hala aktif halde bulunan dev bir yanardağ vardı. Yanardağdaki binlerce yıldır devam eden patlamalardan dolayı ada çevresindeki okyanus tabanında dev çukurlar-tepeler, dev girinti ve çıkıntılar vardı; tabi deniz dibinin bu kadar girift olması çok yoğun ve şiddetli akıntıların ve girdapların oluşmasına sebep oluyordu. Denizin altındaki görünmeyen bu girdaplar yer yer gökyüzüne kadar uzanan hortumların oluşmasına, girdapların denizin derinliklerinde birbiriyle çarpışmaları ise yüzeyde dev dalgaların oluşmasına sebep oluyordu. Dalgaların sürekli yol açtığı sel baskınlarından muzdarip olan ada halkı ise haliyle bu dalgalara durmadan dönen küre şeklinde bir dünya yüzeyindeki okyanusun dibinde döngüsel momentin etkisiyle meydana gelen akıntı ve girdapların birbirleriyle çarpışmalarının kaynaklık edeceğini düşünmüyordu; onlara göre tüm dünya adadan ve çevresindeki denizden ibaret bir tepsiydi ve denizin dibi çarşaf gibi düz ve sakindi. Ada halkının bir kısmı bu dalgalara olsa olsa uzakta görünmeyen bir yerde dev şelalelerin sebep olabileceğini (çünkü su yüzeyinde dalgaların oluşmasına bir tek bu durumda şahit oluyorlardı), diğer bir kısmı ise yer altında meydana gelen deprem ve patlamaların kaynaklık edebileceğini düşünüyorlardı. Tabi ki onlar için gökyüzüne kadar uzanan hortumla denizin derinlikleri birbirinden tamamen bağımsız şeylerdi.”

Artık skaler dalga olgusunu betimlediğimiz bu senaryo ışığında inceleyebiliriz:
Bu konuya girmeden öncelikle vurgulamamız gereken çok önemli bir husus var: Nasıl ki örneğimizdeki ada halkı için bir anlamda tüm deniz iki boyutlu bir yüzeyden ibaret ve denizin dibi düz bir çarşaf gibi durgun ve sakin ise, günümüzde bizim kurduğumuz klasik elektromanyetik ve elektrodinamik teorilerine ait tüm denklemler de (18. yüzyıldan itibaren Newton uzayına göre geliştirildiği için) üç boyutlu gerçekliği esas alarak kurulmuş durumda. Buna göre zaman ve çekim bizim üç boyutumuzdan tamamen bağımsız unsurlardır. Vakum dediğimiz uzay boşluğu ise tamamen sıfır enerji ortamından ibarettir. Oysa günümüzün modern teorik fiziğine göre durum çok farklı. Einstein’ın “Görelilik Kuramı” zamanın da mekanla bütünleşik 4ncü bir boyut olduğunu göstermiştir. 1921 yılında Theodor Kaluza’nın yayımladığı “Birleşik Alan Teorisi” ise elektro-manyetizma ve çekimi de ayrı bir boyutun unsurları olarak ele almış ve 5 boyutlu uzay-zamanı ortaya koymuştur. Diğer taraftan Dirac kuantum mekaniği açısından vakum boşluğunun elektron-pozitron çiftlerinin akışımından oluşan sanal bir deniz olduğunu ortaya çıkarmış; J.A. Wheeler ise “kuantum köpüğü” olarak tabir edilen bu sanal denizin, (kendisinin “kurtçuk deliği” dediği) mini-karadelik ve mini-akdeliklerin akışımından oluştuğunu ve bunların 5-boyutlu hiper-uzay kanallarından elektrik geçişini sağladığını belirtmiştir. Sıfır derece Kelvin’de (-273 oC) bile 1093 gram/cm3 gibi bir enerji yoğunluğunu barındıran ve sürekli olarak maddeyle ve elementer partiküllerle etkileşim halinde bulunan bu enerjiye “sıfır noktası enerjisi” adı verilmiştir. Kısacası örneğimizdeki deniz iki boyutlu yüzeyden ibaret değil, derinliğinde sayısız akıntı ve girdapları barındıran bir denizdir.

Dalgalar skaler ve vektörel olmak üzere ikiye ayrılırlar. Skaler değer bir değişkene bağlı tek bir değerdir, örneğin hava basıncı deniz seviyesinden yükseldikçe artar, aynı şekilde bir şelale ne kadar yüksekten akarsa aşağıda o kadar şiddetli dalgalar oluşturur, bir kapasitörün levhaları arasındaki açıklık ne kadar fazla olursa oluşacak gerilim de o kadar fazla olur. Görüldüğü gibi skaler dalga “potansiyel değeri” ifade eder ve eksenel/doğrusal bir şekle sahiptir. Vektörel değer ise “yöne bağımlı” kuvvet birimlerini ölçmeye yarar; bildiğimiz itme kuvveti, şelaleden düşen suyun hızı, düşen suyun etkisiyle oluşan su dalgaları veya kapasitörün levhaları arasındaki elektrik alanı buna örnek olarak gösterilebilir.

Bildiğimiz gibi denizin altındaki güçlü bir akıntı veya girdabın kendine ait özel bir çekim gücü vardır, çevresindeki herşeyi kendine doğru çeker; her bir akıntı veya girdabın kendine ait bağımsız bir akış hızı ve yoğunluğu vardır. Aynı şekilde 5-boyutlu hiperuzaya ait sanal plazma denizine ait parçacıkların da akışımı kendi bölgelerindeki uzay-zamanı bükerek, çekim gücünün ve zaman akış hızının değişmesine sebep olur. Bu olguyu “Lokal Genel Görelilik Kuramı” olarak isimlendirebiliriz (Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı, yıldızlar gibi çok yoğun kütleye ait cisimlerin çevrelerindeki uzay-zamanı bükerek o bölgeden geçen ışığın rotasını kaydırdığını öngörür). Kısacası genel olarak “potansiyel enerjiyi” vakum plazma denizindeki basınç değişimi olarak nitelendirebiliriz.



Vakum plazmasındaki “çekim potansiyelini” içinde barındırdığı “sanal parçacık” tipi belirler; örneğin “elektrik yükü” denen olgunun gerçekleşmesini sağlayan sanal foton akışımını “elektrik statik potansiyel” olarak isimlendiririz. Bir alt seviyeye inerek (yani su damlasından H2O molekülüne veya hidrojen ve oksijen atomlarına inerek) atom çekirdeğini oluşturan “kuark” denen atom-altı parçacıklar açısından bakacak olursak ”quark statik potansiyelinden”; veya nötrino denen hayalet atom-altı parçacıklar açısından bakacak olursak “nötrino statik potansiyelinden” bahsetmiş oluruz . Aynı şekilde örneğin yüklü parçacıkların akışımından “elektromanyetik potansiyel” oluşur. Sonuç olarak çekim (gravitational) potansiyeli, çeşit çeşit basınç ve desene sahip olan bir çok parçacık tipinin bileşkesinden oluşan bir karışımdan ibarettir ve tüm elektromanyetik (EM) dalgalar 5-boyutlu bu çekim potansiyelinin açığa çıkmasından kaynaklanır.



Yalnızca deniz yüzeyini görebilen ve alttaki akıntı ve girdaplardan habersiz yaşayan örnekteki ada sakinleri gibi bizler de vakum plazmasındaki sanal kuvvet alanlarını tespit etmekten çok uzağız. Ancak nasıl ki alttaki güçlü bir akıntı başka bir akıntıyla çarpışınca deniz yüzeyinde zayıf olan tarafa doğru dalgalanmalara neden olursa; aynı şekilde yüksek potansiyele sahip sanal bir elektrik alanı da başka bir sanal elektrik alanıyla örtüşünce düşük potansiyel yönünde ve bizim cihazlarımızla da gözlemleyebildiğimiz bir elektrik alanı ortaya çıkar. (Konuya klasik elektromanyetik teori açısından bakıldığında, E. T. Whittaker 1903 yılında yayımladığı bir yazısıyla – elektrik veya manyetik – vektörel bir alanın skaler iki alanın matematiksel olarak eşdeğeri olduğunu ispat etmiştir.) Kısacası EM kuvvet alanları, çekim potansiyelinin gözlemlenebilir akım alanları yoluyla açığa çıkmasından başka birşey değildir.



EM potansiyellerini genel olarak doğal ve yapay olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Doğal EM potansiyelinde sanal parçacıklar deniz altındaki karmaşık akıntılar gibi rasgele akışırlar ve herhangi kasıtlı bir düzen göstermezler. Yapay EM potansiyelinde ise tüm sanal parçacıklar polarize edilmişlerdir, girdap şeklindeki bir akıntıdaki gibi kendi aralarında tutarlı bir düzene sahiptirler. Ancak partiküllerin yönlerinin toplamının mutlak değeri yine de sıfırdır, yani dışarıdan EM dalgaları ölçmeye yarayan herhangi bir cihazla tespit edilemezler. Yapay EM potansiyeli, tutarlılığından ötürü insanlığa teknolojik olarak yepyeni ufuklar açabilecek yetenektedir çünkü bir uzaklık fonksiyonu olarak tutarlılık makroskobik düzende inanılmaz –hatta milyonlarca km- uzaklıklara bile (bir üst boyuttaki plazma kümesinin tüm altyapı bileşenlerinin tutarlı bir “sıfır” grubu olarak anlık iletimiyle) hiç bozulmadan anında aktarılır. Tesla’nın enerjiyi çok uzaklara hiç bozulmadan aktarabilmesinde skaler potansiyelin bu yeteneği yatmaktadır.





Not: Bu kısımdaki bilgilerin ve şekillerin büyük bir bölümü Tom Bearden isimli araştırmacıya ait Fer De Lance ve Moray B. King’e ait Tapping The Zero-Point Energy isimli eserlerden alınmıştır

Sıfır Nokta Enerjisi yada bedava enerji - Free Energy - Konusundaki çalışmalar

Daha önce de belirttiğim gibi sıfır noktası enerjisi, uzay örgüsünün tamamını kaplayan bir enerji formudur ve sıfır derece Kelvin’de bile bu enerji akışımı devam eder. T. H. Boyer kuantum mekaniğine ait etkilerin aslında maddenin sıfır noktası enerjisiyle etkileşiminden ibaret olduğunu göstermiştir. Peki, tabiatı gereği tutarsız ve yönsüz yani non-lineer olan bu enerji akışımını tutarlı hale getirip yararlanmanın bir yolu yok mudur? Ilya Prigogine 1977 yılında kendisine Nobel ödülü kazandıran çalışmasıyla, hangi sistemlerin kaotik ve çalkantılı bir ortamdan düzenli bir ortama dönüştüğünü ortaya çıkarmıştır. Böyle bir sistem non-lineer, dengeden uzak olmalı ve üzerinde sürekli bir enerji akışı olmalıdır. Sıfır noktası enerjisi bu özellikleri sağlamaktadır; yani bilimsel olarak doğası gereği tutarsız olan bu enerjiyi tutarlı ve yararlanılabilir hale getirmek mümkündür (bunun en somut örnekleri doğada çok sık rastlanan ateş topu (ball lightning) fenomeni ve non-lineer bir plazma ortamından tutarlı bir plazmoid yapısı elde edebilen plazma fiziğidir). Yukarıda arz ettiğim zıt yöndeki iki EM dalgasını örtüştürerek skaler dalga eş-titreşimi elde etmek, bu tekniklerden biridir. Diğer bir yöntem ise bir plazma veya elektrolit içindeki büyük miktardaki iyonları (yüklü parçacıkları) tutarlı bir şekilde salınıma tabi tutmak ve ortaya çıkan sinerjik etki ile vakum kutuplaşması sağlayarak tutarlı sıfır noktası enerji akışı elde etmektir ki bu yönteme ion-acoustic yaklaşım denmektedir.

Bir plazma tüpünü, yılanlı-asa (caduceus) şeklindeki bir bobinin merkezine yerleştirerek, merkezdeki elektromanyetik zıtlaşma vasıtasıyla ion-acoustic bir salınıma maruz bırakabiliriz. Üçgensel dalga formları üreten değişken bir osilatör, tüpteki ion-acoustic salınımını tetikler. Plazma tüpü, yılanlı-asa bobini ile bağlamak ion-acoustic eş-titreşimin bobine atlamasını ve orada oluşan eş-titreşimin tekrar tüple etkileşime geçmesini sağlar ki bu da gittikçe artan bir şekilde vakum kutuplaşmasına ve çekimsel, enerjik ve zamansal aykırılıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Cihazın ağırlığındaki dramatik değişme somut bir sıfır noktası enerji tutarlığının göstergesidir. Tesla’nın elektrostatik jeneratörü ve T.H. Moray’in 1930’larda bulduğu plazma tüpleri ve valflerden oluşan detektörü bu temel üzerine çalışmaktadır; her iki mucit de bu cihazlarla çevreden inanılmaz miktarda parlak enerji elde ettiklerini ifade etmişler ve sıfır noktası enerji tutarlılığını somut bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Bu çalışmaların yanında tanıtmak istediğim diğer bir çalışma, John C. Bedini’ye ait serbest enerji jenerotörü. Bir motoru 12 Volt’luk bir pille çalıştırabilme gayesiyle yola çıkan Bedini, aynı şekilde ion-acoustic temele dayanan bir yaklaşımla önce depolanmış yüklü iyonları osilasyonla şoklayabileceği bir yöntem araştırmış ve bunu kapasitansı yüksek ve bol miktarda iyon içeren bir pille yapabileceğini, ve lead-acid yapıdaki pillerin, 1–6 MHz arasında değişen iyonik tınlaşım (rezonans) frekanslarıyla bu özelliği sağladıklarını keşfetmiştir. Bu mantıkla elektrolitteki iyonları tınlaşım frekanslarında şoklayıp osile ederek “elektrostatik skaler potansiyel” elde etmiş ve uygun bir tetikleme mekanizmasıyla bu potansiyeli elektrik akımına kanalize etmiştir. Sadece potansiyel enerjinin aktarımına dayalı olan bu sistemle “serbest elektrik enerjisi” elde etmeyi başarmıştır. Yaptığı işlemi kısaca bir su değirmeninin akıntıdan aldığı dönü enerjisini başka bir işleme kanalize etmesine benzetebiliriz.


Tanıtmak istediğim diğer bir çalışma ise Tom Bearden isimli mucide ait. Bearden’ın yaklaşımı da yine Bedini’nin yaklaşımına yakın, “elektrostatik statik potansiyeli” daha elektrik akımına dönüşmeden depolayıp kullanarak bu şekilde sınırsızca akan bu enerjiden yararlanmak.
Unutmamalıyız ki denizin yüzeyinde gördüğümüz dalgalar, aslında denizin dibindeki sonsuz sayıdaki akıntı ve girdabın girişimlerinin oluşturduğu yansımalardan ibaret, yani gerçekte herşey denizin altında gerçekleşiyor. Bu çalışmasında Tom Bearden da basit bir direnç devresi oluşturulduğunda, bilginin en başta saf EM enerjisi şeklinde bir skaler-akım olarak aktarıldığını, elektrik akımının ise, ancak bu potansiyel değişiminden sonra ve iletkenin “gevşeme süresi içerisinde” gerçekleştiğini ileri sürerek yola çıkmıştır (gevşeme süresi devre anahtarının kapanmasıyla iletkenin üzerinden elektrik akımının akması arasında geçen zamana denir ki, bu iletken içindeki serbest elektronların atom kafesiyle çarpışma ve zig-zag yapmalarından kaynaklanır). Bu durumu teknesini kaldıran bir kamyonun teknenin kalkmasıyla içindeki kumun dökülmesi arasında geçen kısacık zaman farkına benzetebiliriz. Gevşeme süresi bakır için 1.5 x 10-19 olacak kadar kısadır. Bearden’ın çalışması kısaca gevşeme süresi içerisinde skaler potansiyeli bir “kolektör” üzerinde toplamak ve (%98 alüminyüm ve %2 demirden oluşan ve 1 ms gibi yavaş bir gevşeme süresine sahip) bu kolektörü başka bir direnç devresine kanalize etmek üzerine odaklanmıştır. Dolayısıyla Bearden’ın kurduğu bu devre, sınırsızca akan skaler potansiyeli düzenli bir elektrik akımına dönüştürmeyi başarmıştır.


 

Alttaki resimde yine Tom Bearden’a ait Motionless Electromagnetic Generator (MEG) isimli cihaz görülmektedir. 26 Mart 2002 tarihiyle patentlenmiş olan bu ürün, girdiden 100 kat daha fazla enerji üretebilmektedir.

                           

Bu bölümde tanıttığım tüm bu çalışmalardan, skaler dalga yaklaşımının henüz olgunlaşmamış ve bireysel mucitlerin hobilerini süsleyen bir uğraşı izlenimini elde etmiş olabilirsiniz. Ancak son yıllarda Hartmurt Mueller isimli Alman bir bilim adamının çalışmaları, tekillik ve süper iletkenlere dayalı skaler ve soliton fiziğinin geleceğin teknolojisinin bel kemiğini oluşturacağını açıkça göstermektedir. Mueller, Ekim 2001 tarihinde Almanya’dan Rusya’ya ses dalgalarını, skaler çekim dalgalarının evrendeki anlık salınımı yoluyla, herhangi bir taşıyıcı dalgaya ihtiyaç duymadan (dolayısıyla atmosferi elektro-manyetik kirlenmeye maruz bırakmadan) iletmeyi başarmıştır. Mueller ve ekibi, Global Scaling Theory ismini verdikleri yaklaşımla, Şubat 2004 tarihinde Berlin’de herhangi bir kablo veya bilinen bir elektromanyetik iletişim yöntemi kullanmadan çok uzak mesafelerdeki bilgisayarlar arasında bir ağ ortamı kurmayı başarmışlardır. Mueller, bu teknolojinin iletişim, enerji, karşıt çekim, biyo-teknoloji ve tıp alanlarında çığır açacağını belirtmektedir.
 

Skaler Dalga Yaklaşımı ve Süperiletken Disk
Elektrik, manyetik ve gravitasyonel (çekim) alanların tümünü birleştiren skaler (ölçeksel) dalga yaklaşımıyla sıfır derece Kelvin’de bulunan sınırsız enerjiyi tutarlı hale getirmenin mümkün olduğunu ve çekim kuvveti olarak tanımladığımız olgunun aslında elektromanyetik dalganın sadece başka bir açılımından ibaret olduğunu önceki bölümde gördük. Buradan elektromanyetik dalgalara ne oranda hükmedebilirsek, skaler dalga yaklaşımından da o oranda verim alacağımız sonucunu çıkarabiliriz. Bu noktada akla gelen ilk teknoloji ise, elektriğin sıfır dirençle iletimini mümkün kılan ve birçok fantastik elektromanyetik özelliğe sahip olan süperiletkenlik teknolojisidir.

Kuantum alan teorisi açısından bakıldığında, tüm mekanik alan kuvvetleri sanal fotonların soğurulması ve yayımlanmasından ibarettir. Bu açıdan bakıldığında, bir mıknatısın kuzey kutbundan güney kutbuna olan manyetik alan, “sanal foton akışı” olarak görülebilir. Manyetik kuzey kutbu yani pozitif manyetik yük, vakum sanal foton akışımındaki kırık simetriyi temsil eder ki, manyetik alanın içine enerjiyi kanalize eden de bu asimetridir. Aynı şekilde, manyetik güney kutbu yani negatif manyetik yük de – ki manyetik kuzey kutbun ters-zamanlı halinden ibarettir – vakumdaki bir sanal foton akışım asimetrisidir ve sanal antifoton akışımının kaynağıdır, böylece bir antifoton akışımı manyetik güney kutbundan kuzey kutba doğru akar. Diğer bir ifadeyle , bir mıknatısın kutupları çift-kutup (dipole) özelliği gösterirler ve herbir kutup diğerine göre ters-zamanlıdır. Kısacası bir mıknatısta tek değil iki adet enerji akımı vardır ve bu akımların herbirinin kuvvet alanı içiçe geçmiştir.

1996-97 yılında Johnstone Stoney bir skaler potansiyelin – bir mıknatısın iki kutbundaki magnetostatik skaler potansiyeli kapsayacak şekilde – bir seri çift-yönlü (bidirectional) dalga çiftlerine ayrıştırılabileceğini göstermiştir, ki bunun anlamı: “Mıknatıstaki çif-yönlü saklı foton/antifoton akımları, birbirinin karşılıklı fazında bulunan kopyalarından ibarettir. Foton ve antifotonlar birbirinin içinden geçerken, sürekli olarak foton/antifoton çifti oluşturur ve ayrılırlar.” Bu olgunun en ilginç yanı, söz konusu foton/antifoton çiftleri 2 dönü (spin) değerine sahiptiler, bu ise “graviton” yani çekim taneciklerinin özelliğinden başka birşey değildir.

Bütün bunlar ne anlama gelir? Kısacası foton/antifoton çifti ile çekim gücü arasında bir bağlantı kurmak mümkündür. Sıfır noktası bölgesindeki vakum boşluğunda bulunan “sanal anti-fotonlar” “skaler potansiyel girişimi” yoluyla dağınık anti-foton parçacıkları yani negatif enerji olarak çekilirler. Özetle bu işlemi gerçekleştiren nesne – sağladığı yoğun manyetik alanı ile disk şeklindeki süperiletken mıknatıs – negatif enerji yayımlar. Ancak 3-boyutlu uzay foton/antiproton oranı eşit olmadığından dolayı uzay bükülecektir. Foton oranı anti-fotondan fazla olan disk, uzayı pozitif yönde bükerken; büyük kütle yani yeryüzü, negatif bir uzaysal büküme sahip olacak, bu ise bu iki cismin birbirini ters yönde itmesini yani süperiletken diskin havalanmasını sağlayacaktır.


 


 Skaler Tesla Dalgası


Peki tutarlı bir yapay EM potansiyelini elde etmenin yolu nedir? Yapay bir potensiyel, elektrik alan ve/veya manyetik alanın vektörel olarak sıfır değeri oluşturacak şekilde ters bindirilmesiyle oluşan deterministik yapıda bir uzay-zaman basıncıdır.
Aşağıdaki şekilde üstüste bindirilmiş aynı yönde ama 180 derece faz farkına sahip iki adet EM sinüs eğrisinin oluşturduğu elektrik alanı grafiği gözükmektedir. Grafikten de görülebildiği gibi E (elektrik alanı) ve B (manyetik akı yoğunluğu) değerleri her hangi bir nokta için daima sıfırdır. Oysa bu dalga deseninin vakum plazmasında oluşturduğu basınç ayrı bir sinüs eğrisi oluşturmaktadır. İşte bu dalga örnek bir “skaler EM dalgası”, “Tesla dalgası”, “elektrogravitasyonel dalga”, “saf potansiyel dalgası”, “elektrostatik-manyetostatik dalga” veya “sıfır-vektör dalgası” diyebileceğimiz “eksensel bir EM dalgasıdır”. Fazlama (phasing), ışınlama (beaming), frekans (frequency), üstüste bindirme (superposition), girişim (interference), eş-titreşim (resonance) ve Fourier genişlemesi (Fourier expansion) kavramları skaler EM mühendisliğinin kilit kavramlarını oluşturmaktadırlar.



Daha somut bir örnek vermek gerekirse caduceus (yılanlı asa) veya bifilar (ikili-sarmal) şeklinde olan bir bobin üzerinde salınım yapan bir manyetik alan, bobinin üzerinden skaler akım geçmesine sebep olur; tabi ki geçen skaler akım sanaldır, çünkü söz konusu akım tel üzerinde elektron akışı şeklinde değil, tel dışında vakum sıfır-noktası enerjisindeki yer-kaydırımı tarzında oluşan bir akımdır.
 

Yılanlı-asa veya ikili-sarmal şeklinde olan bir bobin üzerinde manyetik alan salınımı yaptırmanın birçok yolu vardır. Aşağıdaki örnekte bobin, dinamo fırçası ve halka kullanılarak zıt kutuplu iki mıknatıs arasındaki hava boşluğunda hareket ettirilmekte ve skaler akım açığa çıkarmaktadır. Bedini isimli bir mucit “yer-çekimi alanı jeneratörü” isimli çalışmasında (U.S. Patent #3,374,376) bu tarz bir yaklaşım kullanmış ve yalnızca “soğuk akım” (skaler dalga sıfır dirence sahip olduğundan tellerde hiç ısınma olmaz) elde etmediğini ayrıca aletin “ağırlığında” da bir değişim elde ettiğini bildirmiştir. Kısacası uzay-zamandaki potansiyelin değişimi ortaya elektrogravitasyonel dalgaların çıkmasına sebep olmakta ve bu da karşıt-çekim (anti-gravity) teknolojilerine kapı açmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Philadelphia Deneyi ( Philadelphia Expriment )

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)/Astronomy