Nazi UFO Teknolojisi - Elektromanyetik sevkle çalışan Nazi uçandaireleri...

Alman UFO'su Mars Gezegenine Gitti Mi?

 Almanya’nın geleceği tehlikeye düşünce Hanuebu-3 modeli Uçan Daire’yi ürettiler. Bu gemi Mars yolculuğuna çıktı. Bu yolculuk 20 Nisan 1945 tarihinde başladığına dair deliller vardır. Bu uçandaire Vril Projesi kapsamında Almanların 68 ışık yılı uzaktaki Aldebaranlı’lar ile ortaklık kurdukları ve bunun için de Mars gezegeninde üs kurmak üzere yola çıktığı SS kayıtları Amerikan askerlerinin eline geçince bu gemiyi ve yolculuğu öğrendiler.

Amerikan askerlerinin ele geçirilmiş Andromeda Geraet adlı dev geminin belgelerden biridir.

Andromeda Geraet denilen 139 metre uzunluğunda ve silindir şeklindeki “Ana Uzay Gemisi” Aralık 1944’e kadar plan ve eskizler halinde idi. Geraet, bir Haunebu, iki Vril ve iki tane de Vril-2 uçandairesi taşıyacak şekilde planlanmıştı. Bu silindir veya puro şeklindeki uzay gemileri SS’lerin sorumluluğu altında geliştiriliyordu. İşgalde bunlar ele geçirildi ve varlıkları ortaya çıktı.

Aradan yıllar geçti. ABD Viking-1 uydusunu Mars’a gönderdi. 24 Temmuz 1976’da Mars’a inmesi ile dünyaya ilginç resimler göndermeye başladı. Bunlar arasında Cydonia bölgesinde bulunan ünlü “İnsan Yüzü” Mısır’daki Sfenks’in başına benzetilmektedir. Ve bunun 15 km uzağında bulunan piramitler, devasa şehir yıkıntıları çok dikkati çekmişti. Ayrıca Mars’ın güney kutbunda esrarengiz dikdörtgen ve kare şeklinde duvara benzer buluntular görülmüştü ki, NASA bunlara İNKA ŞEHRİ adını vermişti.


Haunebu-3 uzay gemisi 19 test uçuşundan sonra Nisan 1945’in sonunda kutuptaki üs’ten Neuschwabenland’dan havalanarak Mars’a doğru yola çıkmıştı. Geminin 70 kişilik bir mürettebatı vardı. Bunlar arasında kadınlar da bulunuyordu. Mars yüzeyinde bulunan Mars medeniyetine ait anıtlar, bu mürettebatın işlerinden mi acaba?


Yalnız Mars’da değil, Ay üzerinde de “R” ve “S” harflerine rastlanıldı. Örneğin kare gibi geometrik şekillere rastlanmaktadır. İlginçtir ki Viking-1’in Mars’tan gönderdiği resimler arasında kayaların üzerine işlenmiş “B”-“G” veya “8” şeklinde yorumlanabilecek yapay şekiller görülmektedir. Bu suni yapılar, Sovyetlerin ve ABD’nin insanlı ve insansız uzay sonda ve kapsülleri tarafından çekilen bütün fotoğraflarda görülmektedir.

Büyük bir çan’a benzeyen uzay gemisi Haunebu-3 Mars’a doğru yola çıkmış ve problemsiz bir şekilde gezegene inmişti. Mürettebatı milyonlarca yıldır orada bulunan Mars yüzeyinin altındaki tesislere gitmişlerdi.

1950’li yılların başlarında Ay üzerinde birçok UFO görülmeye başlanmıştı. 1952 yılında çekilen Ay yüzeyinin teleskopik bir fotoğrafında, dış görünümü ve Haunebu-3’e benzeyen bir UFO tespit edilmişti. Bu UFO muhtemelen, Mars, Ay ve Güney Kutbundaki Neuschwabenland-Alman Üssü arasında mekik seferi yapan bir araçtı. 1951 yılında çekilen başka bir fotoğrafta ise Dünya ile Ay arasında Puro şeklinde uzay gemisi görülmüştü. 1945’ten sonra kutuptaki gizli üste bu puro biçimli geminin aynısı yapılmış olabilir.

Bu UFO’ların Mars yolculuğu ve Haunebu-2, Vril-1 ve Andromeda Geraet ana gemisinin 2’nci Dünya Savaşı’nın bitimine az bir zaman kala Ay’da konuşlandırılmalarının sebebi, Reich Almanyası’nın yönetiminin umduğu gibi, her iki gezegenin Ay ve Mars’ın yüzeyinin altında bulunan sağlam tesisleri yeniden harekete geçirmek ve 68 ışık yılı uzaklıktaki güneş sisteminden yani Aldebaran’dan gelecek olan dünya-dışı insanların oluşturduğu “Kurtarıcı Uzay Filosu”nun gelişi için üsleri hazır vaziyette tutmaktı.

ABD’nin 1972 yılında sürdürdüğü NASA insanlı Apollo programını Ay’a inişten sonra aniden kesmesi ve oraya bir daha hiç astronot göndermemesi, ayrıca Viking Mars projesinin başarısızlığa uğraması tesadüf değildir. Sovyetlerin 1989 yılında Mars’a gönderdiği “Phobos-2” adlı uydusu da Mars’ın yörüngesinde iken dünya ile bağlantısı kesilmişti.

Aynı şekilde 24 Ağustos 1993’de Amerikan Mars uydusu “Observer” da Mars üstünde iken dünya ile bütün bağlantıları kesilmişti. Ay ve Mars’da meskun “Zekâlar” Reich Almanyası uzay gemisi mürettebatı ve Amerikalıların Ay’da ve Mars’da karşılaştıkları Aldebaranlılar, hem Amerikalıları hem de Sovyetleri bu iki gezegende de istemiyorlardı.

Mars ve Ay’daki birleşik Reich Almanyası ve Aldeberanlılar gücü, ABD ve Sovyetlere, gayet açık ve net olarak buralarda istenmedikleri mesajını vermişlerdi. Daha sonra iki müttefik, insansız Mars denemelerinden sonra, insanlı Apollo uçuşları gibi, Mars’a da insanlı bir keşif gezisi düzenlemek istemişlerse de Aldebaranlı “Marslılar” ve Reich Almanları, Amerikan Viking teşebbüsünü ve Rusların Mars uydusunu tamamen etkisiz duruma getirmişlerdir.

Yorumlamaya gelelim: Benim uzun zamandır iddia ettiğim Amerika’nın korkudan Ay’a neden gidemediği ve orada Üs kurma projesinden neden vazgeçtiğini düşünüyorum, sonuçta oradaki üslerde yaşayan uzaylıların Amerikalıları burada istemedikleri ortaya çıkıyor. 1972 yılından beri Ay’a gidemeyen ABD’nin Apollo uçuşları sonunda düşüncesi 2000’li yıllarda Ay’a üs kurmaktı. Oradan yola çıkacak uzay gemileri, güneş sistemini keşfe çıkacaktı. Bu gerçekleşmedi.

Şimdi ne yapılıyor: Dünyanın çevresinde büyük bir uzay istasyonu yapılıyor. Oraya durmadan malzeme taşınıyor. Gelecekte o büyük istasyondan Mars’a veya başka bir gezegene yola çıkacak uzay gemisi yapılacaktır.

Bir diğer ilginç konu da şudur. Amerika dünya milletlerine düşüncesini Hollywood sinemasıyla sunar. Hollywood’un yaptığı filmlerde dünyaya uzaylılar saldırır ve Amerika da ortaya çıkardığı gizli silahlarıyla bu savaşı kazanır. Uzaylıları yener ve dünyayı kurtarır. Acaba bu mesaj Güney Kutbunda, Ay’da ve Mars’da bulunan Reich Almanyası ve Aldebaranlı müttefiklere gönderilen bir mesaj mıdır. Bir yandan uzaylılar ile temasa geçmek için 3 milyar dolar para ayıran Amerikan Devleti, diğer yandan da uzay çalışmaları için milyarlarca dolar harcamaktadır.

Amerika Mars’a gidebilecek mi? Bunu zaman gösterecek ama bu konuda Başkan Bush kararlı ve 600 milyar ile 1 trilyon dolar tutan projeye start verdi. Süre ise 2025 olarak belirlendi. Yaşarsak göreceğiz. Şurası gerçek ki Amerika 2’nci Dünya Savaşı bittiğinden beri tüm gücünü uzay çalışmalarına verdi. Ve bu çalışmalar gizli olarak yapılmaktadır.

Reich Almanlarının kutuplarda yaşayan müttefikleri olan Arianniler’in veya Aldebaran Yıldız Sisteminden gelenlerin Amerikan Başkanı Eisenhower ile görüştükleri iddiası da vardır. UFO’ları ile ABD’ye 20 Şubat 1954 Edward AFB Amerikan Hava Kuvvetleri üssünde iken, 5 UFO inmiş ve uzaylıların aynı bizim gibi insan oldukları ve bizim atmosferde nefes alabildikleri görülmüştü. Uzaylılar Amerikan Başkanından Nükleer silahlanmaya son vermesini istemişlerdi. Uzaylılar Eisenhower ve yanındaki yetkililerin gözleri önünde hem kendilerini, hem de gemilerini görünmez bir duruma getirmeyi başararak onlara teknolojik üstünlüklerini göstermişlerdi.

Eisenhower’in bu konuşmayı pek önemsemediği sonraki yıllarda Amerikan Ordusunun nükleer füzeleri geliştirmesi bunun somut örneğidir. 1980’lere gelindiğinde ABD ve Rusya nükleer silahları sınırlandırmışlardı. Bugün de iki tarafın elinde önemli derecede nükleer silah bulunmaktadır.

Çetin BAL: Almanların Nazi UFO teknolojileri konusu aynen Amerikalıların Philadelphia Deneyinde olduğu gibi bir sis perdesi ile örtülüdür.Belli bir zaman süreci sonucunda sizlerinde yukarıda okuduğunuz hikaye gibi  ''gerçekle- kurgu''  birbirine karışmakta ve bu bilimsel teknolojilere dair üretilen spekülasyonlar oldukça fantastik bir hale bürünmektedir.Nazi bilim adamlarının uzaylılarla bir şekilde irtibat kurması mümkün. Ama sadece ışıktan hızlı yolculuk teknolojilerine dair kuramsal bilgiler almış olabilirler. Bu çerçevede elektromanyetik sevk denebilecek bir bir hareket sistemi ve itme gücü üstünde Nazi bilim adamları çalışmış olabilirler. Bir kaç başarılı deneysel prototip ile test uçuşları  yapmış olabilirler. Ama o dönemin teknolojisi bilgisayar teknolojisine hakim bir teknoloji değildi. Yani sadece güç ve itme sistemi üstünde başarılı olmak demek bu araçlarla yıldızlar arası yada uzaya doğru bir yolculuk yapabiliriz anlamına gelmez.Buna mukabil bu araçların daha mekanik yarı otomatik kontrolü ile yakın gezegenlere yolculuk çokta akla uzak imkansız bir şey gibi gelmiyor.

 Işık hızını aşmaya olanak sağlayan bir güç ve itme sistemi tek başına bize bir yarar sağlamaz. Böyle bir aracın henüz insanların bilmediği bir çok yan cihazlara( ek donanımlara) ve teknolojilere ihtiyaç duyacağı kesindir.Örneğin ışıktan hızlı şekilde  yıldızlar arası yola çıkacak bir aracın yapıldığı materyal kalıp bilinen gibi olmamalı. Bizim sıradan radar teknolojimizin dışında farklı algılama yöntemlerine sahip  uzun mesafelerde kullanılabilen gelişmiş üç boyutlu  radar gözlem ve tespit cihazlarının geliştirilmesi lazım. Bu gelişmiş radar dünyadayken  ay'daki bir toplu iğnenin yerini koordinatlarını tespit edebilmelidir. Hatta ordaki iğnenin üç boyutlu görüntüsünü ekrana verebilmelidir. Sanki bu radar durugörü medyumu gibi zaman ve uzayda yer ve koordinat tespiti yapabilmelidir. Belki bunun için evrenin holografik doğası kullanılabilir. Yıldız haritalarını üç boyutlu ve dört boyutlu hologramik haritalara  döküp buna göre bir rotasyon ayarını bilgisayar kendisi çıkarabilmeli!  ''Yön ve hız kontrol tertibatını'' yönlendiren analiz eden verileri işleyen bir bilgisayar zekasına ihtiyacımız olacağı muhakkaktır. Sistemin elektriki gücünü üreten devasa güçteki  minyatür elektrik güç kaynaklarınında yapılabilmesi lazım.Yani hatırı sayılır  bir elektiriki gücü 10 yada 15 metre çaplı bir uzay gemisi içinde sürekli  üretecek özel güç ünitelerine ihtiyaç vardır.

Gerçekçi olmak gerekirse eski batık kıta Atlantis hikayeleri Mu kıtası hikayeleri ve Hint kültürü içinde mahabarata destanlarında geçen nükleer savaş felaketleri gökten inen tanrı figürleri ( ki bunlara uzaylılar diyebiliriz) ve eski mısır'ın yada insan atalarımızın  uzaylılar tarafından ziyaret edildiği düşüncesi doğru olmayabilir!  Sanırım Atlantis, Mu, Hiperbora v.b gibi  tüm bunlar speküle edildiği gibi üstün teknoloji ile bağlantılı  uygarlıklar  olmayabilirler! Neden derseniz gerçekten böyle bir tarihten uygarlıklar süreci içinden geliyor olsaydık  en azından ay'da  ve Mars gibi yakın gezegenlerde ciddi uygarlık kalıntılarına koloni izlerine rastlamamız gerekirdi.Ve dünyanın değişik arkeolojik kazı alanlarında bol miktarda yüksek teknolojiye dair materyal izlerinin bulunması lazımdı?

Benim  kendi kanımca teknoloji dediğimiz şey ve onu takiben gerçek anlamda teknik ve bilimsel bir uygarlık evrene yayılmış zekaların doğadaki en temel güç kaynağını yani elektrik ve manyetizmayı tanıyıp - keşfedip -  kullanmaya başladıkları anda ortaya çıkar. Biz dünya insanlığı elektromanyetizma konusunda yaklaşık 2.dünya savaşından bu yana daha yeni yeni kayda değer kullanım alanları  elde ettik diyebilirim.Yani uygarlığımızın elektrik enerjisi ile tanışması ve onu çok yönlü kullanabilmesi henüz başlangıç aşamasındadır. Eğer dünya insanlığı olarak  yıldızlar arası uzaya hakim bir ırk olmak istiyorsak ortada ışık hızı gibi aşılması geren önemli bir proplem vardır. Böyle bir hız duvarını ise tepkimel jet ve roket teknolojisini ifade eden yanmış sıcak gazların mekanik bir tepkisine dayalı bir hareket sistemi ile aşamayız! Bu kabül edilmesi gereken bir gerçektir. Evrende Işık hızıyla gidebilmek için bir uzay gemisinin kendisini içine alan yerel uzay/zaman dokumasına müdahalede bulunarak bu dokuyu sıkıştırıp açarak yada bu dokuya istediği yönde kavis vererek karadeliksel bir yerçekimsel  potansiyel altında kendisini hareket ettirmeyi düşünmesi lazımdır.Işık hızını aşamanın anahtarıda ''farklı boyutların'' bilgisine sahip olabilmektir. Işık hızını  aşmak mevzu bahis konusu olduğunda uzaya bağlı zaman boyutunun açılıp genişletilip daraltılabilmesi imkanının gündeme gelmesi gerekir. Zaman çerçevesindeki bu hafif değişim bizi üst bir uzayın zaman süreklisi içine dahil edebilmelidir.Bu üst uzay/zaman süreklisi içinde aracın ''en küçük bir ışık hızı adımı mesafesi '' bir alt uzay/zaman süreklisi içindeki ışık hızı adımına göre iki kat daha fazla olacaktır. Boyutlar yükseldikçe ve buna paralel olarak (buna bağlı olarak) zaman genişledikçe en küçük ışık hızı adımlarıda genişler.

Daha geniş bir  tablodan bakıldığında tüm uygarlığımız içinde üretilen mitlerin efsanelerin, dinlerin, masalların, hikayelerin ve yakın zamanlı tüm modern spekülatif ifadelerin, kurguların  ötesinde insana, evrene ve geleceğimize dair gerçek bir takım bulgulara ve doğru denebilecek bir takım yaklaşımlara sahip olabilmek için  aklımızın mantığımızın ve yüksek şuurumuzun eleğinde kendimize özel bağımsız, özgür ve tarafsız bir eleştirel  bakış açısına sahip olmamız gerekir. Sorun şu ki kimse gerçeği bulma konusunda kendisine karşı samimi değil!! Basit insanlar ve kitleler tarih boyunca  şu küçücük dünyalarında gerçeği bilme isteminden daha çok kendisini öyle yada böyle tatmin edip hoşlarına gidecek kendilerine geçicide olsa narkoz etkisi yapacak kendilerini rahatlatacak, zevke getirecek, yada derinlikli sorular sormasına mani olacak,  ruhlarını teselli eden, kendilerini mutlu eden,  fikirlerin, tarikatların, ideolojilerin felsefelerin ve dinlerin peşinden gitmeyi tercih etmişlerdir. Yani kimsenin derdi GERÇEĞİ BİLMEK ve bulmak  değil.  Sadece bu akıl erdirilemez görünen varoluş sonsuzluğu içinde  kendilerini mutlu edebilecek, derinlikli soruların üstüne kilit vuracak bir inanç ve  bir hayal dünyasına sahip olmaktan ibarettir. Dinler sanki gizliden şu mesajı telkin ediyorlar gibiler: Cehalet erdemdir! Hiç birşey bilmemek herşeyi bilmekten yeğdir!

İnsanlık alemi, odası oyuncaklarla dolu küçük bir çocuğa benzemektedir. Sahip olduğumuz tüm kültür ve düşünce tarihimiz o odanın duvarları içinde olanlarla sınırlıdır. Çocuğun  tüm evreni o odadan ibaret sanması gibi tüm hayal dünyasının sınırlarıda  o odanın duvarlarında son buluyor. Oysaki  o küçük çocuk (insanlık alemi) o duvarların ardında başka duvarlar ve o duvarlar içinde yaşayan kendisi gibi sayısız çocuğun ve sayısız evin ve daha başka  odaların binaların olduğunu bilmiyor. Hatta bu başka odaların binaların evlerin bir araya gelerek bir mahalleyi bir şehri bir ülkeyi ve devasa bir kıtayı meydana getirdiğini dahi hayal etmekten oldukça uzaktır. Bu gerçek onun havsalasına ve küçücük dünyasına sığdıramayacağı kadar korkutucu bir büyüklüğü ifade eder. Kimse maalesef bu kadar sonsuz ve uçsuz bucaksız dünyalar gerçeğini hayal etmeye, görmeye ve kabüllenebilme  olgunluğuna henüz  sahip değil! Bugün inanç sistemleri asıl orijininden uzaklaşarak ''düşünmek istemeyen belli kabüller içinde uyuyan'' kitle modelleri yaratmıştır. Evrim süreci bu çocuğun büyümesini destekleyerek bir süre sonra zamanla  ona alışması ve kabüllenebilme olgunluğuna erişmesi için gereken zihinsel, bilimsel teknolojik ve biyolojik alt yapıyı devreye sokacaktır.

Konuyu toparlayacak olursak Nazi almanyasının şöyle yapmış olması Atlantislilerin böyle yapmış olması Amerikalıların  öbür türlü yapmış olması yahut UFOların hergün arka bahçeme inip beni gözetleyip kaçıyor olmaları yahut büyük annemin ruhunun hergün evin içinde eşyaların yerlerini değiştirip durması benim için çokta önemli  hususlar değil!  Daha bir çok tüm bu bilimsellik havası katılmış yahut söylentiler şeklinde yayılagelmiş  hikayelerin içindeki  anafikre bakmak lazım. Renklendirilmiş resimlendirilmiş ve sonradan üstü boyanmış bir takım  olası gerçeklerin neler olabileceğini görebilmek lazım. Gerçek nedir? ( Burda biraz kendimi Gizli dosyalar dizisindeki  ajan Murdak 'a benzettim.)  Bizim konularımız içinde Nazilerin Mars'a gidip gitmedikleri hususundan çok yada UFOların dünyamıza gelip gizlice aramızdan birileri ile konuşup hızlıca kaçtıklarını varsaymaktan çok dikkati daha işe yarar pozitif bilgilere vermek gerektiği kanaatindeyim. Aradığımız şeyi bilirsek tüm bu spekülatif bilgiler içindende doğru yanları seçebilir ve kısmende olsa bilimsel anlamda araştırmalarımıza katkı sağlayabiliriz. Böyle bir bilgiye dair  Philadelphia deneyinden (philadelphia Experiment)  sonra devam eden Montauk Projesi dahilindeki sözde hikayeyi örnek gösterebiliriz. Hikaye içindeki isimlerden biri olan Alfred Bielek bu deneylere bir şekilde dahil olduğunu iddia eden bir yalancı yada doğruyu söyleyen bir tanıkta olabilir.( Bob Lazar'ın 51.area hikayesindeki uzay gemisi (alien ship)  gibi)  Ama bu adamın anlattığı Montauk Projesi dahilinde geçen en işe yarar ve dikkat çekici tek bilgi hikaye dahilinde geçen zamanın bir dalga olduğu gerçeğinin (Time Wave) vurgulanmış olmasıdır! Zaman boyutlarını zaman çizgisi denen ekseni dalga çarpıntılarından yapılma bir tür frekans bandı gibi ele almak bence oldukça ilginç ve gerçeğe çok yakın bir düşünce.Bu speküle bilgiler içinde derin mühendislik bilgileri bulmayı beklemek aptallık olur. Zaten bahsi geçen olaylara dahil olanlarda sadece tanık oldukları  hikayenin resimsel kısmını anlatabiliyorlar. Bob Lazar gibi, George Adamski gibi, Daniel Fry gibi, Al bielek gibi Ufo temascıları yada gizli deneylere katılanlar ancak duydukları ve gördükleri yada kendilerine verildiği oranda bir bilgiyi kendi dağarcıkları ölçüsünde bizlere nakledebiliyorlar.Bu speküle bilgiler içinde en ilginç olanı bir bilim adamı olan Nikola Tesla'ya dair olan bilgilerdir.Nikola Tesla'da serbest enerji (Free Enegy) ile  bir şekilde bu bahsi geçen gizemli olayların sis perdesi altında belli belirsiz görülen bir isim!  Gizemler perdesine daha dikkatli baktığımızda Ufolar,  yıldızlara yolculuk, antigravitasyon, ışınlanma, zamanda yolculuk derken Albert Einstein' da Birleşik Alan Kuramları ile bu sis perdesi altındaki  gizemli dünyaya dahil olmaktadır.

                          

  

 

                        

 

 

 

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy) /Astronomy