|
Klasik Spiritüalizm Terimleri
Astral seyahat
Astral seyahat terimi Okültizm’de ve Teozofi'de kullanılan bir terim
olup, kişinin uyku gibi ruh ve beden bağlarının gevşediği hallerde esîrî
beden ya da astral beden (Spiritüalizm’de duble) denilen süptil maddelerden
oluşan bedeniyle fiziksel bedeni dışında, bilinci yerinde olarak, başka
mekanlarda dolaşmak üzere yaptığı yolculuğu ve bu bedeniyle geçirdiği
deneyimleri ifade eder.
Parapsikoloji'de bu, "beden-dışı deneyim" anlamındaki "out-of-body
experience" (OBE) olarak, Metapsişik'te ise "şuur projeksiyonu" olarak
adlandırılır.
İrâdi olarak gerçekleştirilebilmesi ve deneyim sırasında bilinçli olunması
sebebiyle diğer beden-dışı deneyimler arasında özel bir yeri vardır.
Parapsikoloji laboratuarlarında yapılan deneylerde kişinin deneyim sırasında
5 duyu organı ile algılanabilecek bilgilerden daha fazlasına ulaşabildiği
gözlemlenmiştir. Astral beden için duvar gibi fiziksel nesneler ve uzaklık
bir engel oluşturmayacağı ileri sürülür. Yani, kişi bu bedeniyle bir anda
kıtalar arası yolculuk yapabilir ve maddi engellerin içinden geçebilir.
Fiziksel bedenden çıkıldığında öte-alem varlıklarının görülebileceği de
ileri sürülmektedir. Uyku sırasında yapılan astral seyahat fiziksel bedene
dönüldüğünde birrüya tarzında anımsanmaktadır. Astral seyahatin, okült ve
teozofik kaynaklarda ve birçok araştırmacının çalışmalarında "irâdi olarak
fiziksel bedenden ayrılma" şeklinde tanımlanmasına karşın (Dr.Scott ROGO,
Leaving The Body, 1983), İngiliz parapsikolog Celia Gren bir ayrım yapmış ve
“fiziksel beden-dışı deneyimler”den kendiliğinden (irade-dışı) oluşanları
için ekzomatik deneyim (ecsomatic experience) terimini ortaya atmıştır.
Konu hakkında en fazla araştırma yapmış kişilerden biri araştırmalarını "Journeys
Out of Body" adlı kitabında aktaran Robert Monroe’dur. Halen Amerika
Birleşik Devletleri'nde Monroe Enstitüsü adıyla bilinen bir kurum bu konuda
çalışmalarını sürdürmektedir. Astral seyahat hakkında ayrıntılı bilgi, Ege
Meta Yayınları'ndan çıkan Astral Seyahat Teknikleri isimli kitapta
bulunabilir.
Materyalizasyon, sözcük anlamıyla maddeleşme anlamına gelmekte olup,
spiritüalizm’de “bedenli veya bedensiz bir varlığın bedenli bir varlığa ait
beden maddelerinin bir kısmını demateryalize etmesinden sonra, istediği bir
biçime sokarak başka bir yerde ortaya çıkarması” olarak tanımlanır.
Demateryalizasyon fenomeninin karşıtı olarak kabul edilir.
Bilinen fizik yasalarıyla açıklanamayan demateryalizasyon ve materyalizasyon
fenomenlerini neo-spiritüalist görüş, kısaca, maddi partiküller arasındaki
çekim-itim dengesine yapılan ruhsal müdahaleyle, maddenin genleştirilmesi ve
eski haline döndürülmesi olarak açıklar. İnsan gözü, bir maddeyi ancak
belirli bir hacimde belirli bir miktarda atom ve partiküle sahipse görür.
Maddileşerek beş duyu ile algılanabilir hale gelen (ortaya çıkan, beliren)
şeyin herhangi bir eşya olması durumunda fenomen apor ( apport) adını alır.
Apor fenomenlerine fiziksel medyumların yanı sıra mistiklerin, yogilerin ve
şamanların çevresinde de rastlandığı ileri sürülür.
Demateryalizasyon: maddilikten çıkma, madde niteliklerinin
yitirilmesi anlamına gelmekte olup, Spiritüalizm’de “ruhun etkisiyle
fiziksel bir oluşumun beş duyu ile algılanamaz duruma dönüşmesi” olarak
tanımlanır.
Terim spiritüalistlerce genellikle şu iki fenomeni belirtmek üzere
kullanılır:
Medyumdan çıkan ektoplazmanın duyularla algılanabilir duruma gelmesinden (materyalizasyonundan)
sonra, tekrar algılanamaz duruma gelmesi.
Kimi fiziksel medyumluk deneylerinde rastlanan, medyumun vücudunun tümünün
veya bir bölümünün geçici olarak maddi özelliklerini kaybetmesi, ortadan
kaybolması.
Ortadan kaybolan şeyin herhangi bir eşya olması durumunda fenomen aspor (
asport) adını alır. Kaybolan eşyaların kimi zaman başka yerlerde ortaya
çıktıkları ileri sürülür.
Levitasyon insan ya da hayvan vücudunun veya özgül ağırlık
olarak havadan daha ağır nesnelerin görünür herhangi bir fiziksel etkenin
yardımı olmadan havaya kaldırılması, havada asılı kalması veya havada
gezinmesi fenomenlerine verilen addır. Fiziksel medyumluk deneylerinde, kimi
mistiklerde, yogilerde, fakîrlerde, ve Tibet’li rahiplerde gözlemlendiği
ileri sürülür. Yoga’da siddhi adı verilen psişik yetenekler arasında ancak
gerçek bir yoginin gerçekleştirebileceği yeteneklerden biri olarak kabul
edilir.
Parapsikoloji’de psikokinezinin bir türü olarak kabul edilen bu fenomeni
Parapsikologlar, psikokinezi yeteneği güçlü medyumların deneyler sırasında
eşyaları havaya kaldırabilme şeklinde gerçekleştirebildiklerini ileri
sürmüşlerdir. Levitasyon fenomeni konusunda Spiritüalist literatürdeki ünlü
medyum Daniel Dunglas Home, Parapsikolojik literatürdeki ünlü isimler ise,
levitasyon fenomenlerini bilim insanları denetiminde gerçekleştirmiş olan
Rus medyum Nina Kulagina ve Polonyalı medyum Stanislawa Tmoczyk’tir. Bu son
iki medyumun başarılı levitasyon fenomenleri fotoğrafla belgelenmiştir.
Medyumluk, ruhçuluk hakkında bilgi veren sözlüklerde, "duyarlı, yani
psişik bakımdan hassas yapılı veya özel yeteneklere sahip kimselerin
dünyadaki bedenini terketmiş varlıklarla ruhsal irtibat kurarak, onlardan
aldığı tesirleri çeşitli tezahürler halinde dünyaya yansıtması" olarak
tanımlanır. Ancak herhangi bir bedensiz varlığın katkısının sözkonusu
olmadığı medyumluk türleri de vardır.
Psikometri, Metapsişikte kullanılan bir terim olup, “bir nesneye
dokunarak, geçmişte o nesneye dokunmuş kişi ya da kişiler hakkında bilgi
edinebilme” olarak tanımlanır.
Eski Yunanca’daki “psikhe” sözcüğü ile "ölçme" anlamına gelen “metron”
sözcüklerinden türetilen terim ilk kez 1840 yılında fizyoloji profesörü
Joseph R. Buchanan (A.B.D.) tarafından kullanılmıştır. Psikometr ye de
psikometrist adı verilen, bu yeteneğe sahip medyumların, bir kimseye ait bir
eşyaya dokunarak, o kimsenin fiziksel, zihinsel, ahlaki özelliklerini
saptayabildikleri ve o kimsenin gerek geçmiş bir olay sırasındaki heyecan ve
imajları hakkında, gerekse karşılaşacağı olaylar hakkında bilgi
verebildikleri ileri sürülür. Bu bakımdan, psikometri durugörü,
postkognisyon ve prekognisyon medyumluklarının da sözkonusu olduğu bir
medyumluk türü olarak ele alınır. Kimi Parapsikologlar, psikometri
medyumluğunu medyumun sözkonusu eşyaya önceden dokunan kimseden eşyaya
sinmiş vibrasyonları alarak, bu vibrasyonların kaynağı olan kişiyle psişik
irtibat kurması şeklinde açıklar.
Psikometri deneylerinde metal eşyalar üzerinde daha verimli sonuçlar
alındığı gözlemlenmiştir. Kapalı mektupları okuyabilen psikometri
medyumlarına kriptoskop adı verilir.
Psikometri ile karıştırılmaması gereken Psikometrik psikoloji ise, çağdaş
psikolojide kullanılan testlerin hazırlanması üzerine araştırma ve
geliştirme yapan bir uzmanlık alanıdır.
Radyestezi, İnsan bedenindeki titreşim alanlarının, canlı ya da
cansız nesneler hakkında bilgi sağlamak için faydalanıldığı bilim dalıdır.
Bu bilgi, hedef nesnenin enerji alanlarıyla eşdeğer rezonansa girerek
sağlanır. Bilginin deşifre edilebilmesi için özel kalibre edilmiş cihazlar
kullanılır.
Önceleri sadece su bulma, maden arama ve kayıp nesnelerin yerini
belirleme vb gibi alanlarda kullanılırken, radyestezi günümüzde tıbbi
teşhisler için uygulama alanı bulmaya başlamıştır.
Telekinezi "uzaktan hareket" ya da kısaca TK, maddeler üzerinde
düşünce gücüyle etki yapma olarak tanımlanır.
Telekinezi terimi Yunanca "uzak" anlamındaki "tele" sözcüğü ile "hareket"
anlamındaki "kinesis" sözcüklerinden türetilmiş olup, metapsişikçilerce
"fiziksel medyumluk yeteneğine sahip bir insan tarafından eşyaların el veya
bilinen diğer araçların yardımı olmaksızın uzaktan hareket ettirilebilmesi
paranormal olayı"nı adlandırmak üzere kullanılmaktadır. Parapsikologlar bu
olayı psikokinezi kapsamında ele alırlar. Bir başka deyişle, telekinezi
terimi daha çok metapsişikçiler tarafından kullanılmaktadır; parapsikologlar
ise psikokinezi terimini tercih ederler.
Telekinezi deneylerinde en başarılı sonuçların alındığı isimler Rus psişik
Nina Kulagina ve İsrail'li psişik Uri Geller'dir. 1968'de Moskova'da yapılan
Uluslararası Parapsikoloji Konferansı Dr. Leonid L. Vasiliev'in Kulagina ile
yaptığı telekinezi deneylerinin bilim çevrelerinde duyulmasını sağlamıştır.
Uri Geller ile yapılan telekinezi deneyleri ise, önce Cambridge Üniversitesi
uzmanları ve Dr. Andrija Puharich tarafından, daha sonra Londra'daki Birbeck
Koleji Fizik Bölümü'nde,Prof. John Hasted, Prof. david Bohm ve Prof. John
Taylor tarafından gerçekleştirilmiştir.
Telepati, düşünceler arasında doğrudan doğruya bağlantı
kurulması, iki zihin veya ruh arasında imaj, fikir, sembol tarzında ortaya
çıkan etki alış verişidir. Bilinen duyular, ya da herhangi bir araç
kullanmaksızın, her türden düşünce ve duygunun zihinden zihine gönderilip,
alınması tarzında yapılan bir haberleşmedir.
Telepatiyi, ünlü metapsişikçi ve spirit araştırmacısı J. L’homme’nun
ağzından şöyle tarif edebiliriz: Kendisinde bir içgüdü, bir imaj, bir koku
ve bazen de sesler halinde olan, bir fikri alma kabiliyeti. Telepati mantal
seviyedeki birçok psişik ve spirit olayların, fenomenlerin esası olmasından
dolayı önemlidir. Ruhsal irtibatlar, -medyomsal celse çalışmalarında olduğu
gibi- derin telapatik bir birleşmedir. Telepati, evrensel bir bilgi iletişim
aracıdır.
Telepatide, alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır. Telepati
esnasında düşüncesini yayan, gönderen kimseye Ajan (Agent) yani verici
denir. Alıcı (Percipiant) ise telepati deneylerinde süje olarak geçer.
Parapsikolojide DDA kapsamında araştırma konusu olan telepati, insan
zihninin ve psişik varlığının zamanla körelmiş bir yeteneğidir. Devamlı
çalışmak suretiyle bu yetenek gelişebilir.
Telepati yeteneği hemen hemen hepimizde bulunmasına rağmen, daha başarılı
sonuçların alınmasında kişiler arasındaki heyecansal uyumun olumlu etkisi
olduğu saptanmıştır. Birbirlerine aşık olan insanların, anne ve çocukların,
çok samimi dostların, kardeşlerin veya buna benzer birbiriyle sempati
bağları bulunan insanların birbirlerini, konuşmaksızın daha kolaylıkla
anlaşabilmelerinin bir sebebi de budur.
Dr. I. Kogan’a göre: “Telepatik alış veriş sırasında telepatik verici, bir
fikri kendi zihninden alıcının zihnine yansıtırken daha çok bu fikri içeren
bir enformasyonu aktarmaktadır. Bu enformasyonlar, alıcının zihnine bir psi
alanı vasıtasıyla aktarılır.” Psi alanı vasıtasıyla aktarılan enformasyon
özel dalgalar halinde yayılmaktadır; telepati olayını bilimin henüz
bilemediği bir güç sağlamaktadır.
Telepati zamanla ve mekanla sınırlnamaz. Telepatik tesirler zihinsel ve
ruhsal güçlerin kapasiteleri oranında, uzay ve zamansızlık içinde her yere
ve her yöne yönlendirilebilir. Örneğin, radyo dalgaları, televizyon
dalgaları, eski çağlarda da mevcuttu. Fakat, her ikisi de keşfedilip ortaya
çıkarılıncaya kadar yok gibiydiler. Kulaklarımızın algılayamadıklarının bir
kısmını, örneğin telsiz ve radyo gibi araçlarla; gözlerimizin
algılayamadıklarının bir kısmını da, yine örneğin televizyon gibi araçlarla
algılayabiliyoruz.
Nitekim hayvanlarda algılama sınırları insanlardan farklı olduğundan, bir
araca, bir gerece gerek duymadan, örneğin bir köpek, bizlerin kulaklarımızın
duymadığı tiz bir düdük sesini duyup, ona uyabilir. Yine çoğu evcil
hayvalarımızla, bazı diğer hayvanlar, depremlerden önce, deprem tesirlerini
algılayıp, bir takım huzursuzluk belirtileri gösterebilirler. İşte bunlar
gibi, beş duyumuzla algılayamadığımız ruhsal tesirlerden biri de,
'telepati'dir.
Psişik yetenekler insanla ilgili olduğuna göre, hepsinin tarihini insanlığın
başlangıcına kadar indirmek mümkündür. Fakat yazılı kayıtların hepsinde,
değişik değişik zamanlamalar rastlanmaktadır. Örneğin 19. yüzyıla kadar
telepati için “düşünce nakli (transmisyonu), zihin okuma, zihinsel
haberleşme” gibi adlar kullanılagelmiştir.
Belki de parapsikoloji terimleri içerisinde en çok tanınan, en çok bilinen
fenomen telepati fenomenidir. Birçok kişi telepati hakkında şöyle veya böyle
birtakım bilgilere sahiptir. Farklı alanlarda bu fenomen değişik şekillerde
kavramlaşmıştır. Örneğin bu yetenek için “zihin okuma, zihinden zihne
haberleşme, düşünce transmisyonu” gibi ifadelerde kullanılmaktadır. Rusya ve
eski Doğu Bloğu ülkeleri de Bio Enformasyon terimini kullanmayı tercih
etmişlerdir.
Telepati, düşünceler arasında doğrudan doğruya bağlantı kurulmasıdır. İki
zihin veya ruh arasında imaj, fikir, sembol tarzında ortaya çıkan etki
alışverişidir. Bilinen duyular, ya da herhangi bir araç kullanmaksızın, her
türden düşünce ve duygunun zihinden zihne gönderilip, alınması tarzında
yapılan bir haberleşmedir.
İngiliz Ruhsal Araştırmalar Derneğinin kurucularından olan F. Myers Yunanca
tele (uzaktan) ve pathos (duygu, düşünce) kelimelerinden telepatiyi
türetmiştir.
Ezoterik bilgilere göre telepatinin kökeni insanoğlunun başlangıcına kadar
dayanır ve o zamanlar telepati bir fenomen olarak kabul edilmezdi. Bugün
modern dünyanın sakinleri olan bizler, nedense aklımızın ermediği ve
alışamadığımız her şeye ‘acayip’ veya ‘doğaüstü’ damgasını vuruveriyoruz. Bu
fenomen bir kez etüt edildiğinde, prensiplerinin tamamen mantıksal olduğu
görülür. Araştırmacılar Avusturalya’daki bazı orman kabilelerinin bir tür
zihinsel iletişim metodunu kullandıklarını bildirmektedir. Bu
araştırmacılardan biri olan Alexander Markey, Yeni Zelandalı Maoris’lerin
günümüzde hala telepati kullanarak iletişim sağlayabildiklerini yazmış
olduğu bir kitabında ifade etmektedir. Ormanda bir kabileden diğerine
seyahat ederken, sözlerinin daha önce iletildiğini farketmişti. Gideceği
yere varınca tüm kabilenin, kendisini beklediğini görmekteydi. Oysa bu
haberin kabileye fiziksel bir vasıtayla ulaşması imkânsızdı. Mistik
tecrübeleriyle tanıdığımız Hindistan halkı, telepati ve benzer psişik
yeteneklere çok yabancı değildir. Buradaki fakir, yogi ve keşişlerin
kendilerini tanıma yolunda keşfettikleri yeteneklerini kimi zaman insanlara
da sergilediklerini biliyoruz. Bu kimseler, konsantre olma üzerine hayatları
boyunca çalışmaktadırlar. Dolayısıyla birtakım fenomenleri uygulamada
oldukça başarılı olmuşlardır.
Afrika'da bazı kabilelerin, DDA yeteneklerini kullanarak haberleşmelerini
sürdürdükleri bilinmektedir. Büyük Sahra Çölü’ndeki vahalarda yaşayan bu
kabileler, bulundukları vahaya yaklaşmakta olan kervan konvoylarını 1000 mil
(yaklaşık 1600 km.) ötelerden, içindeki canlılar ve öteki ağırlıklarıyla
birlikte algılayabilmektedirler. Araştırmak isteyenler için bu kabilelere
örnek olarak Tabu yerlilerini örnek verebiliriz.
Yine, gizli bilimlerle uğraşanlarda (okültistlerde), teozofi ve tasavvufta
ustalaşmak isteyenlerde, telepati yeteneğini geliştirip kullanmak, öteden
beri yaygındır. Bu değişik ekollerin telapatları kendi bölgelerinde, “olgun
ve keramet ehli” olarak değerlendirilirler.
Telepati deneylerinin yapılabilmesi için laboratuvar koşulları şart
değildir; halk arasında veya aile içinde yapılan telepati deneyleri arasında
en bilinen yöntem şöyle açıklanır: Dış uyaranların az olduğu (sessiz, pek
ışık almayan, soğuk olmayan vs.) bir odada birkaç kişi gevşeme ve zihinsel
konsantrasyona girer. Bu kişilerden biri “verici”, diğerleri “alıcı”dır.
Deneyde herhangi bir aldatmaca olmaması için verici kişi deneyden önce
diğerlerine aktarmak istediği şey (imaj, örneğin bir elma) neyse onu bir
kağıda diğerlerinden gizli olarak yazmış olmalıdır. Beş veya on dakika süren
konsantrasyon süresince verici kişi başka hiçbir şey düşünmeden aktaracağı
imaja konsantre olmalı, yani hep onu düşünmeli ve onu zihninde net ve berrak
bir şekilde canlandırmalıdır. Alıcılar ise, vericiden gelen tesir yayınının
zihinlerinde yer edebilmesi için hiçbir şey düşünmemeye, zihinlerini tümüyle
boş tutmaya azami derecede dikkat etmelidirler. Başarı, vericinin
konsantrasyon derecesine bağlı olduğu kadar, alıcıların her türlü kaygı ve
kişisel düşüncelerden uzak bir biçimde zihinlerini boş tutabilmelerine
bağlıdır. Konsantrasyon bitiminde tüm alıcılar kendi önlerinde bulunan
kağıda zihinlerinde hangi imajın belirdiğini yazarlar ve sonuçlar
karşılaştırılır. Gözlemler her beş kişiden birinin iyi bir alıcı olduğunu
ortaya koymuştur.
Trans, parapsikoloji sözlüklerinde “iradi
hareketlerin yokluğuyla ve düşüncenin otomatizma durumuna geçmesiyle
nitelenen psikolojik ayrışma hali” veya “paranormal bir fenomenin belirdiği,
değişik derinlik derecelerindeki bilinçsizlik hali” olarak tanımlanır.
Bununla birlikte, şaman transında ve psikolojik ayrışma yöntemiyle edinilen
transta görüldüğü gibi, bilincin kaybolmadığı trans halleri de vardır.
Ruhçuluğa göre ruh ve beden ilişkisinin, dolayısıyla perispri ve beden
ilişkisinin gevşemesiyle oluşan özel bir bilinç halidir. Metapsişikçiler
sezgisel medyumluk yoluyla bilgi alınmasını sağladığından transı insanlığın
manevi alandaki en önemli bilgi alma kaynağı olarak görürler.
Prekognisyon meydana gelecek olayların önceden paranormal olarak
algılanması fenomenine Parapsikoloji'de verilen addır.
Prekognisyon ile premonisyon arasındaki fark, prekognisyonun özel bir olay
hakkında açık bir bilgi içermesine karşılık, premonisyonda meydana gelecek
olayla ilgili yalnızca belli belirsiz bir hissetmenin sözkonusu olmasıdır.
Parapsikologlar geleceği bilme fenomeninin gerçek olduğunu, bu fenomenin
gerçekliğinin sayısız vakalarla ortaya konmuş olduğunu kabul etmekle
birlikte ve bu fenomeni laboratuvar koşullarında deneysel olarak inceleyip
sonuçları sınıflandırmakla birlikte, fenomenin nasıl oluştuğu ve nedeni
konusuna bir açıklama getirememektedirler. Prekognisyon fenomeni, büyük
çoğunluğu geleceğin önceden düzenlenmiş olamayacağını savunan
Parapsikologlar arasında geleceğin önceden düzenlenip düzenlenmemiş olması
konusunda bir görüş ayrılığına neden olmuştur. Bu konu, Fatalizm’e karşı
çıkan Neo-spiritüalist görüşte, geleceğin geçmişte yapılan iradi
hareketlerin sonuçları olarak nedensellik kuralınca kısmen belirlenmiş ve
insanın iradi hareketleriyle mukadderatını her an belirlemekte olduğu
düşüncesiyle açıklanmaktadır.
Parapsikolojik araştırmalara göre, prekognisyon medyumluğunun kapsamındaki
fenomenlerin oluşum biçimleri içinde, % 60’ını haberci rüyalar, % 40’ını ise
uyanıkken kendiliğinden görülen vizyonlar, işitsel halüsinasyonlar, aniden
zihinde çakan düşünceler, trans sırasında alınan duyumlar veya bilme duygusu
biçiminde ortaya çıkan medyumluk oluşturmaktadır.
Parapsikolojik istatistikler prekognitif duyumların büyük kısmının
genellikle ilk 48 saat içinde olacak olaylara ilişkin olduğunu
göstermektedir. Aylar veya yıllar sonra olacak olaylara ilişkin
prekognisyonların sayısı çok azdır. Yine Parapsikolojik istatistiklere göre,
prekognisyon fenomenlerinin % 80’lik kısmında, fenomene konu olan kişiler
ile prekognitif duyumu alan kişi arasında duygusal bir bağ (eş, aile bireyi,
dost vs.) olduğu görülmüştür. Bu bağın mevcut olmadığı % 20’lik kısım ise
genellikle büyük, önemli felaketlere (uçak düşmesi, deprem, önemli birine
suikast girişimi vs.) ilişkin duyumlardır.
Ekminezi, hipnoz veya psikolojik ayrışma içindeki
süjede içinde bulunduğu yaşamdaki veya geçmiş yaşamlarındaki
(reenkarnasyonlarındaki) izlenimlerin tekrar canlanmasına ve bunu sağlayan
yönteme verilen addır. Yöntem, reenkarnasyon olgusunu kabul etmeyen
kimilerine bilimsel gelmese de, günümüzde "past-life regression" adı altında
psikoterapide psikoterapist hekimlerce, çeşitli üniversitelerdeki
parapsikoloji kürsülerinde parapsikologlarca ve özellikle A.B.D.’nde yaygın
bir biçimde kullanılmaktadır. A.B.D.’li psikolog Helen Wambach bu yöntemi
1088 süje üzerinde uygulamıştır. Yöntem Fransızcada ecmnésie olarak yazılır.
Terim Grekçe'deki ektos ("dışında") ve mnimi ("hafıza") sözcüklerinden
türetilmiş olup ilk kez Dr. Pitre tarafından kullanılmıştır.
Duruişiti, hiçbir aygıt kullanmaksızın,
algılanabilmesi olanaksız uzaklıktaki ses, konuşma ve müzikleri işitebilme
ve bedensiz varlıklardan gelen tesirleri söz halinde duyabilme paranormal
yeteneğine metapsişikte verilen addır. Durugörü yeteneği ile
karşılaştırıldığında, aralarındaki tek fark, paranormal algılamanın birinde
görme, diğerinde işitme tarzında gerçekleşmesidir.
Duruişiti fenomeninde işitilen ses, kulakla duyulan sese benzemez, içten
gelen, zihinsel olarak işitilen bir sestir. Fakat ses beynin
içindeymişcesine bilinen ses gibi işitilir ve kuşkuya yer bırakmaz. Bununla
birlikte, fenomende ses, önceleri karışık, belli belirsiz gelen fısıltı
sesleri halinde olur; gitgide kuvvetlenir ve sonunda normal ses tonuna
ulaşır. Olayı betimlerken izlenimlerini aktaran duruişitirlerin
belirttiklerine göre, “adeta beynin içine bir telefon aygıtı yerleştirilmiş
gibidir.”
Duruişiti fenomeni hipnotik veya doğal uykuda, “uyku-uyanıklık arası”
halinde ve izolman, ekstaz (vecd), trans gibi degajman halleri sırasında
oluşabildiği gibi uyanıkken (dalgınlık sırasında) de oluşabilir.
Rüyalarda, tanınmayan bir sesin fısıldaması tarzındaki duruişiti hami
varlıktan gelen mesaj olarak kabul edilir. Duruişitirlerden en tanınmış
olanı Fransız kahramanı Jan Dark’tır (Jeanne d'Arc).
Durugörü (clairvoyance) canlı ve cansız
nesnelerin ve olayların beş duyunun yardımı olmadan (paranormal olarak)
algılanmasına verilen addır.
Durugörü kişide objektif veya sübjektif vizyonlar ya da imaj duyumları
tarzında belirebilir. Durugörü fenomenine, hipnoz, doğal uyku,
uyku-uyanıklık arası, izolman, vecd, trans gibi Parapsikoloji’de “değişik
şuur halleri” adı altında incelenen degajman hallerinde daha sık rastlanır.
Durugörü fenomen ve yetenekleri metapsişikçiler ve parapsikologlarca çeşitli
sınıflara ayrılarak incelenir.
Metapsişikçiler durugörü yeteneklerini başlıca şu sınıflara ayırırlar:
Gizligörü (lüsidite): Gözler kapalıyken çevreyi görebilme.
Kritoskopi. Saydam olmayan cisimlerin ardını görebilme
Alteroskopi (alloskopi): Kişinin başkalarının bedenlerindeki iç organları,
bunların işleyişlerini, auraları görebilmesi ve bu sayede bedensel
rahatsızlıkları saptayabilmesi. Bu yetenek kişinin kendi bedeni için
sözkonusu olduğunda yeteneğe otoskopi adı verilir.
Teleoptik: Kişinin beş duyusuyla algılayamayacağı uzaklıktaki ya da kapalı
bir ortamdaki olay, nesne ve canlıları algılayabilmesi. Bu yeteneğin bir
çeşidine coğrafi ya da gezici durugörü (remote viewing) adı verilir. Gezici
durugörü medyumları içinde en ünlüsü olan A.B.D.’nden Ingo Swann’ın bu
yeteneğini kullanabilmesi için kendisine yerkürenin herhangi bir yerinin
enlem ve boylam koordinatlarının kendisine verilmesi yeterliydi. A.B.D.’nin
soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı Swann’ın bu paranormal
yeteneğinden yararlanmış olduğu ileri sürülür.TürkçeSwann ve CIA-İngilizce
Zamansal durugörü (prekognitif ve postkognitif durugörü): Yeteneğin geçmiş
veya gelecekteki olayları algılamaya yönelik olması.
Telepatik durugörü.
Dedublüman ruhçulukta, bedenli bir varlığın,
bedenindeki maddelerin bir kısmını demateryalize edip, onları istediği bir
biçime sokarak, başka yerlerde ortaya çıkarması” olarak tanımlanır. Daha
açık bir deyişle kişinin, aynı anda iki ayrı yerde biri yoğun, diğeri süptil
maddelerden oluşan iki bedene sahip olmasıdır.
Süptil maddelerden oluşmakla birlikte, dedublüman fenomeninde bu ikinci
beden herkesçe görülebilir, hatta elle tutulabilir derecede yoğunlaşmış
durumda olur. Teozofik terimle bu, astral bedenin yoğunlaşmış halde
görülmesi olarak da tarif edilebilir. Klasik spiritüalizmin dedublüman
fenomenini perispirinin yoğunlaşması olarak açıklamasına karşın, neo-spiritüalizm
dedublüman fenomeninin perisprinin bir faaliyeti sonucunda olduğu, fakat
olayda sözkonusu olan bu ikinci bedenin (dublenin) perispri olmadığı
görüşündedir. Dedublüman olaylarına en sık, sufilerde rastlandığı ileri
sürülür. Dedublüman bilokasyon fenomeninin bir türü olarak sınıflandırılır.
Teşevvüş, neo-spiritüalist terminolojideki bir terim
olup, kısaca, bir realiteden diğerine geçilirken içine düşülen bocalama veya
karışıklık hali olarak tanımlanır.
Teşevvüş terimi neo-spiritüalizm’de iki durumu belirtmek üzere kullanılır:
1- Bedenin terk edilmesiyle yaşanılan teşevvüş: Bu, kısaca, ölüm denilen
olayla spatyum’a göçmüş varlığın spatyuma derhal uyum gösterememesi
sonucunda yaşadığı teşevvüştür. Varlığın spatyumda olduğunu idrak
edememesine, dünyevi alışkanlıklarını bırakamamış olmasına, hala dünyevi
realitesine ait imaj ve sembollerin anı ve izleriyle hareket etmesine bağlı
olarak içine düştüğü bocalama ve şaşkınlık hali olarak açıklanır. Bu aynı
zamanda kendisine yabancı, yeni bir ortamı kavrayamayan ve bu ortama
alışamayan varlığın geçirdiği doğal bir uyumsuzluk dönemidir. Varlık
imajinasyonunu şuurlu olarak sevk ve idare edemediği gibi, çevresindeki
olayların kendi imajinasyonunun ürünü olduğunun idrakinde de değildir.
Kendiliğinden imajinasyon aşaması denilen bu aşamada, varlık kendi
imajinasyonuyla yarattığı yapay dünyada, imajinasyonunun ürünü olan
olayların içinde yaşar durur. (Buradaki yapay dünyadan kasıt, spatyumun
süptil maddelerinin düşünceyle şekil alabilme özelliğine sahip olmasından
dolayı, varlığın farkında olmadan kendi imajinasyonuyla çevresinde
oluşturduklarıdır.)
2- İnsanın realite değiştirmesi sırasında yaşadığı teşevvüş: Ruhsal
gelişimin sıçramalar tarzında olmayıp, tedriç ilkesine uygun olarak yavaş
yavaş, derece derece gerçekleşmesinden dolayı her insan yeni realitesine
birdenbire ve tümüyle uyum gösteremez, bir geçiş dönemi yaşar. Teşevvüş adı
verilen bu geçiş dönemindeki insan ne yeni realitesine birdenbire ve tam
anlamıyla uyum gösterebilir, ne de eski realitesini birdenbire ve tam
anlamıyla terk edebilir. Teşevvüş dönemine yeni realitesine uyum göstermeye
çalışan insanın uyumsuzluk dönemi de denebilir. Teşevvüşteki kişi yeni
realitesinin bilgi ve prensiplerini henüz hazmedememiş ve eski realitesinin
düşünme alışkanlıklarını, bakış açılarını vs. tam olarak terk edememiş
durumdadır. Teşevvüş adı verilen bu bocalama, şaşkınlık ve karışıklık hali,
bireyler için sözkonusu olduğu gibi, toplumlar için de sözkonusudur. Yani
toplumsal gelişimde de her iki realite arasında bir teşevvüş dönemi olur ki,
teşevvüşü atlatamayan toplumlar çöküş sürecine girerler.
Akışkan (Termodinamik,mühendislik),sıvıları , gazları, plazmaları ve
bazı durumlarda plastik katıları (eriyik) kapsayan, maddenin hallerinin bir
altkümesidir.
Akışkan (Spiritüalizm,Metapsişik) Katı,sıvı ve gaz hallerindeki maddelere
oranla yoğunlukları daha az, vibrasyonel hız düzeyleri daha yüksek maddelere
verilen ad.
Bağlı şuur ruhçu terminolojide kullanılan bir terim
olup, serbest şuur haliyle kıyaslama yapmak üzere kullanılır ve bedenlenmiş
ruhun dünyevi şuurunu ifade eder.
Ruhçu anlayışta serbest şuur ile bağlı şuur arasındaki fark şöyle açıklanır:
Serbest şuur ruhun ancak bedensiz haldeyken ulaşabileceği şuur halidir,
bağlı şuur ise bedenli halde iken sözkonusu olan şuurudur. Bağlı şuur, ruhun
serbest şuurunun dünyadaki bedenlenme koşullarına bağlı olarak daralmış,
kapanmış, kısıtlanmış, sınırlanmış halidir; serbest şuurun hakiki bilgilere
dayalı olmasına karşılık, bağlı şuur büyük ölçüde dünyasal bilgilere
dayalıdır.
Hami varlık, (protector spirit), pek çok
tradisyonda, eski uygarlıklarda ve çeşitli dinlerde çeşitli adlarla sözü
edilen, her insana yaşamı boyunca yardım eden, ona rüyalar, sezgiler ve
olaylar yoluyla mesajlar vererek yardımlarda bulunan, görünmez koruyucu
varlığa Spiritüalizm’de verilen addır.
Kimi kutsal metinlerde koruyucu melek olarak da adlandırılan hami varlık,
Spiritüalist görüşe göre, her insana yeryüzünde doğumundan önce “yaşam
planı”nın hazırlanmasında yardım eden, bu planın uygulanmasını kendisine
görev edinen, bunun için hamisi bulunduğu insana yaşamı boyunca yardımlarda
bulunan bedensiz varlıktır. Fakat hami varlık, hamisi bulunduğu insanı
koruyup kollarken ilâhî ilkelerin dışına çıkmaz, çıkamaz. Hamisi bulunduğu
insanın karşısına çıkacak olayların düzenlenmesinde belli ölçülerde bir rol
oynar. Bu olayların o insanın yaşam planını dahilinde düzenlenmesine
yardımcı olur, gerekirse o insanın karşısına çeşitli olaylar çıkarmak, yahut
sezgi, rüya tarzında beliren tesirler göndermek yoluyla uyarılarda bulunur;
kısaca, dünya yaşamının güçlüklerle dolu çetin yolunda yürürken ıstıraplı
olaylara dayanabilmesine ve sınavları başarabilmesine çeşitli şekillerde
yardım eder. Bununla birlikte hami varlık hamisi bulunduğu varlığa İlâhî
İrade Yasaları'nın gereklerini aşan bir yardımda bulunamaz, o varlığın
mukadderatını değiştiremez. İlâhî İrade Yasaları hiçbir varlığa ayrıcalık
tanınmasına izin vermez.
Hami varlık onun iradi hareketlerine engel olmaktan ziyade, uyarılarda
bulunur. Bu uyarıların büyük bir kısmı insanın karşısına çıkarılan olayların
içerdiği mesajdır. Bu yüzden insanın uyanık bulunup yapacağı tarafsız
gözlemlerle “olayların dili"nden anlamaya çalışması büyük bir önem
taşımaktadır.
Hami varlığın vazifesi, hamisi bulunduğu varlığın ölüm olayı ile bedenin
terk etmesine kadar sürer. Bununla birlikte Spiritüalistler, hami varlığın
bu yetiştirme fonksiyonunun bazen birkaç reenkarnasyon boyunca
sürebileceğini belirtirler. Ruhsal tebliğlere göre, vazifeli varlıkların
hamisi bağlı bulunduğu bir Ruhsal Plan olabilir ve bireyler gibi toplumların
da hami varlık grupları ya da kümeleri vardır. Bunlara, eski Romalılar'da
Genius adı verilmiştir.
----------------
Tanım ve Tarihçe
Hipnotizma, hipnoz halinin manyetizma (hayvansal manyetizma) yöntemlerinin
dışındaki yöntemlerle oluşturulması olayına ve hipnotik hipnozun uygulamalı,
bilimsel etüdüne verilen addır. Terim ilk kez 1840’larda İskoç hekim S.
James Braid tarafından kullanılmıştır. İlk zamanlar sihirbazlık ya da
büyücülüğün bir dalı gibi görülen hipnotizma bilim çevrelerince önceleri
mesmerist bir uygulama sanılarak aşağılanmışsa da, 19.yy.’ın sonlarında kimi
psikoloji çevrelerinin, özellikle Salpetrier ve Nancy ekollerinin reddetmek
yerine fenomene bilimsel araştırıcılıkla yaklaşıp, fenomeni bilimsel
deneylerle sistemli bir şekilde incelemesi sonucunda, hipnotizma bilim
alanındaki yerini almıştır.
Hipnotizma'nın iki temel yöntemi
Günümüze dek çok çeşitli hipnotizma teknikleri geliştirilmişse de telkin ve
konsantrasyon bu tekniklerin hepsinde bulunan ortak yöntemlerdir. Hipnotize
edilen kimse doğal uykudaki halde değildir. Örneğin kendiliğinden rüya
görmez. Zihni hipnotizörle bağlantı halindedir ve imajinasyonunu
hipnotizörün telkinlerine bırakmış bir durumda bulunur. Telkin psikoloji
sözlüklerinde “tartışma ve zorlama gibi çabalar sözkonusu olmadan birine bir
şeyi yalnızca sözle benimsetme” olarak tanımlanır. Telkinle süjenin
halüsinasyon görmesi ve hipnoz halinden çıktıktan sonra herhangi bir şeyi
yapması sağlanabilir (posthipnotik telkin).
Telkinin rolü ve imajinasyonun gücü
Bazı deneylerde süjeye “elin şu anda yanıyor” telkiniyle elinde yanık izleri
bile oluşturulmuştur. Bu veriye dayanan kimi araştırmacılar, esas rolü
oynayan etkenin hipnotizörün telkinin değil, süjenin “kendiliğinden
imajinasyon”u olduğu sonucuna varmışlardır. Yani hipnotizörün yaptığı
yalnızca, telkiniyle süjenin imajinasyonunu harekete geçirmek ve
yönlendirmektir. Fakat hipnotize edilmiş kişiye vicdanına ya da vicdani
iradesine uymayan eylemler yaptırılamaz. Örneğin hipnotizma yoluyla süjeye
cinayet işlettirilemez.Araştırma ve deneyler herkesin hipnotize
edilemeyeceğini, fakat kişinin psikolojik durumu gibi kimi etkenlerin
hipnotize edilebilirliği arttırıcı olarak rol oynadığını saptamışlardır.
Hipnotize edilebilirliği kolaylaştıran etkenler
Pierre Janet (1859-1947) deneyleri sonucunda, süjenin hipnotize edilmesini
kolaylaştırıcı etkenlerden bazılarını şöyle sıralamıştır:
Geçmişte ruhsal bir çöküntü, kriz geçirmiş olma.
Doğal uyurgezer olma.
Zihinsel yorgunluk, yani devamlı dikkatten doğan yorgunluk.
Aşırı heyecan hallerinde kendini kolayca kaybediyor olma.
Hipnotizöre bağlılık eğilimi duyma.
Hipnotizmanın uygulanımı
Psikoterapide ve ameliyatlarda da kullanılan hipnotizmanın uygulanma
alanları giderek genişlemektedir. Hipnotizmanın tedavi amaçlı
uygulamalarından en tanınanları hipnoterapi, biyoterapi ve sofroloji adıyla
bilinir. Metapsişikçiler yeterince bilgi, görgü ve deneyime sahip olunmadan
hipnoz deneylerine kalkışılmamasını, aksi takdirde tehlikeli ve zararlı
sonuçlarla karşılaşmanın çok muhtemel olduğunu belirtmektedirler.Metapsişik
araştırmacılar manyetizmanın hipnotizmadan daha sağlıklı olduğu
görüşündedir.
----------------------
Hipnoz Tanım
Hipnoz Psikoloji'ye göre, telkine yatkınlık gösteren bir tür yapay uyku veya
uyku-uyanıklık arası haldir. Terimi ilk kullanan, Yunan mitolojisindeki uyku
ilahının adından (Hupnos)esinlenen İskoç hekim S. James Braid'dir
(1795-1860). Hipnoz, ruh ve beden ilişkisinin (sonuçta perispri ve beden
ilişkisinin) gevşemesi sonucunda oluşan bir degajman halidir.
Metapsişikte ve Spiritüalizmde Hipnoz
Metapsişikteki Hipnoz Yöntemleri
Hipnoz hali iki yolla sağlanır: Manyetizma yoluyla (manyetik uyku) ve
hipnotizma teknikleriyle (hipnotik uyku). Manyetizma yöntemlerini süjeler
üzerinde bilinen anlamda ilk uygulayan ve bu etkiye "hayvansal manyetizma"
adını veren kişi, canlılar üzerindeki manyetizmanın kâşifi sayılan, Franz
Anton Mesmer'dir (1734-1815). Manyetik hipnoz, hipnotik hipnoza kıyasla hem
daha derin ve doğal bir degajman halidir, hem de ruhsal incelemeler için,
daha yararlı, bol ve verimli olanaklar sunar. Manyetik hipnozda ayrıca
hipnotik hipnozda görülen zarar ve tehlike olasılıkları pek bulunmaz.
Manyetik hipnoz hali telkinle oluşmaz ve telkinle ortadan kalkmaz. Hipnoz
altındaki kişi yalan söyleyemez. Hipnoz altındaki kişiye vicdanına ya da
vicdani iradesine uymayan eylemler yaptırılamaz. Metapsişikçiler yeterince
bilgi, görgü ve deneyime sahip olunmadan hipnoz deneylerine
kalkışılmamasını, aksi takdirde tehlikeli ve zararlı sonuçlarla
karşılaşmanın çok muhtemel olduğunu belirtmektedirler.
Hipnozun üç temel hali
Hipnozun derinlik derecelerine ve özelliklerine göre farklı çeşitleri
vardır. Başlıca üç hipnoz hali vardır:
Letarji (şarm, telkin, inangaçlık hali): Neo-spiritüalizm, hipnozun bu
aşamasını “kendiliğinden imajinasyon” aşaması olarak görür. Hipnozun bu
halinin en belirgin özelliği süjenin telkine şuursuzca yatkınlık
özelliğidir. Bu haldeki süjede telkin yoluyla, beş duyuyu ilgilendiren
hipnotik halüsinasyonlar yaratılabilir.
Katalepsi (donma hali): Süjenin gözleri açık olmakla birlikte, kasları donma
denilen derecede uzun süre sabit kalır. Organlarını bırakıldığı konumda
tutar. Çevredeki gürültüleri duymamakla birlikte, müzikten etkilendiği
saptanmıştır. Telkin alma yeteneği azaldığından, emirler sonuçsuz kalır.
Somnambülizm (uyurgezerlik hali): Süje kendisi üzerindeki kontrol
yeteneklerini biraz daha bilinçli ve kapsamlı olarak tekrar kullanmaya
başlar. Telkin doğrudan doğruya olanaklı değildir, ancak ikna yoluyla
olanaklıdır. Süjede olağan halde görülmeyen bir zeka ve muhakeme yeteneği
belirir. Bu şuur hali 'superconscience' olarak adlandırılmıştır.
Somnambülizm hali de belirtilerine ve derinlik derecelerine göre kendi
içinde sınıflara ayrılır. Hipnozdaki bu yapay somnambülizm (somnambulisme
provoqué) hali "doğal uyurgezer" denilen insanlarda kendiliğinden
oluşmaktadır ki, doğal uyurgezerler bu haldeyken, zeka gerektiren karmaşık
faaliyetlerde bulunabilirler, fakat uyandıktan sonra, yapmış oldukları bu
faaliyetlerin hiçbirini hatırlamazlar.
Hipnozun Kullanım Alanları
Günümüzde spiritüalizmde ve parapsikolojide kullanılmasının yanı sıra,
psikoterapide, kriminolojide ve sancısız doğum, sancısız diş çekme
(-A.B.D.’deki dişçilerin yaklaşık dörtte birinin uyguladığı
belirlenmiştir-), yabancı dili çabuk öğrenme gibi çeşitli amaçlarla birçok
alanda kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca uluslararası istihbaratta da
kullanıldığı ileri sürülmektedir. Manyetik hipnozla yapılan tedavi sistemine
ve uzmanlık alanına kimi ülkelerde biyoterapi adı verilmektedir. Bir başka
uyku türüne ilaçla (enjeksiyonla) uyku denilmektedir, fakat bu uyku yöntemi
metapsişikçilerce, bilinen hipnoz yöntemleri kapsamında ele alınmadığı gibi,
bu uyku hali de hipnoz olarak ele alınmaz..
Fantom Hayalet
Fantom (phantom), halk deyişiyle “hayalet” olarak bilinen bazı fenomenlere
metapsişik alanda verilen addır.
Ruhçu görüşe göre, fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda oluşmakla
birlikte, ne ruhtur ne de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri
Spiritüalizm’de esas olarak 3 grupta ele alınır:
Fiziksel medyumluk deneylerinde oluşan ektoplazmik fantomlar: Neo-spiritüalist
görüşe göre, bunlar, materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini
kullanan medyumun, ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek
oluşturduğu fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile
irtibata geçilmiş olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin
sözkonusu olduğu durumlarda da medyum, bedensiz varlıktan aldığı tesir ve
imajları peripri-akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu yine
kendisi oluşturur.
Perisprinin etkisi altında, süptil maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble
ve seyyal ikiz adıyla bilinen fantomlar.
Tekinsizyer fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı normal-dışı ölüm
koşullarında can çekişen kişinin bıraktığı imaj yüklü vibrasyonların o
mekana gelen hassas kişilerce paranormal olarak algılanması sonucunda hassas
kişinin fantom algılaması.
Kendiliğinden imajinasyon
Kendiliğinden imajinasyon, spiritüalist terminolojide kullanılan bir
terim olup, neo-spiritüalizm’de “varlığın, iradesi dışında cereyan ettiği
izlenimi veren imajinatif faaliyeti” olarak tanımlanır.
Kendiliğinden imajinasyon Neo-spiritüalist görüşte varlığın bedenli veya
bedensiz oluşu bakımından iki grupta ele alınarak açıklanır:
1- Fiziksel bedensiz bir ruh, yani ölüm olayı ile spatyuma geçmiş bir varlık
için:
Maddi bağların baskısından kurtulmuş vicdanın varlığın iradesini etki altına
alıp, şuuraltı imajlarıyla varlığın çevresinde objektif olaylarla dolu bir
dünya yaratması. Klasik spiritüalizm (spiritizm) bu imajinatif dünyanın
teşevvüş halindeki varlığın kendi imajinasyonuyla, fakat iradesi dışında
yaratıldığı görüşüyle bunu “irade-dışı imajinatif kreasyon” olarak
adlandırmıştır. İradesiz imajinasyonun olamayacağı görüşünden yola çıkan Neo-spiritüalizm’de
ise buna “kendiliğinden imajinasyon” adı verilmiştir.
2- Bedenli bir varlık ya da hipnoz halindeki bir denek için:
Hipnoz halindeki deneğin imajinasyonunun operatörce (hipnotizör) sevk ve
idare edilme durumu. Denek, operatörün telkin ettiği imajlara inanır ve o
imajları yaşar. İmajinasyonu yönlendirilen deneğin durumu, spatyumda
teşevvüş halinde bulunan varlığın durumuna benzer. Aradaki tek fark,
imajinasyonun bu kez, vicdanın etkisi altında olma yerine bir başka iradenin
(operatörün iradesi) etkisi altında olmasıdır
Metafizik
Metafizik” terimiyle karıştırılmaması gereken “metapsişik” terimi,
“insanın olağan ruhsal fenomenlerini aşan, henüz yeterince açıklanamayan,
insanın birtakım bilinmeyen yetenekleriyle oluşturduğu tüm paranormal
olayları konu alan araştırma alanı” olarak tanımlanır. “`Bedene bağlı ruh`a
ait” anlamındaki “psişik” sözcüğü ile “ötesinde” anlamındaki “meta”
sözcüklerinden türetilen metapsişik terimi ilk kez 1905’te Paris Tıp
Fakültesi fizyoloji profesörü Charles Richet tarafından kullanılmıştır.
Terim hem isim hem sıfat olarak kullanılmaktadır. Metapsişik, günümüzde
parapsikolojinin kapsamı alanına giren konuları parapsikoloji terimi ortaya
atılmadan önce ele almış olduğundan, parapsikolojinin öncüsü olarak da kabul
edilir. Fakat parapsikologların çoğunun paranormal fenomenlerde ruhun
varlığının sözkonusu olmadığını ileri sürmelerine karşın, metapsişikçilerin
hepsi de bu fenomenlerde kaynağın bedenli veya bedensiz bir ruh olduğunu
kabul etmişlerdir. Bu yüzden kimileri parapsikoloji terimi yerine parapsişik
ya da metapsişik terimini kullanmayı tercih ederler.
Takıntı (Obsesyon)
Takıntı (Obsesyon), ruhçulukta (spiritüalizm) ve ruhbilimde (psikoloji)
farklı olarak tanımlanır ve farklı kavramları ifade etmek üzere kullanılır.
Psikiyatri sözlüklerinde kısaca “yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan
atamadığımız, mantık ve muhakeme ile uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen
saplantı halindeki fikirler” olarak tanımlanır. Ruhçulukta ise, “bir
bedensiz ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına
alması” olarak tanımlanır. Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, birinde
obsede edici etken bir fikir olarak kabul edilir, diğerinde ise bu etken bir
fikir değil, bu tür fikirleri obsedeye (obsesyon olayına maruz kalana)
aşılayan canlı bir varlıktır. Obsesyon (obsession) sözcüğü Latince’de
“rahatsız etme” anlamında kullanılan “ obsideratum” ya da “obsidere”
sözcüğünden türetilmiştir.
Ruhçulukta obsesyonun oluşmasını hazırlayan ve ilerleten
başlıca koşullar
A- Psişik hallerle ilgili olanlar:
1- Hipnoz
2- İbadet veya meditasyon, konsantrasyon, izolman gibi birtakım mistik
deneyimler sırasında kişinin kendisini çevreden yalıtması.
3- Üzüntü, sevinç gibi heyecan hallerinde aşırılık ve bu heyecanlara
kapılarak kendini kaybetmek
4- Dalgınlık ve aşırı yorgunluk.
5- Hastalık komaları
B- Karakter özellikleriyle ilgili olanlar:
1- Bilgisizlik
a- Obsesyon hakkında bilimsel yazıları okumamaktan kaynaklanan bilgisizlik.
b- Ruhsal irtibat seansında bedensiz varlıkça verilen bilgilerin kontrolüne
ve eleştirilmesine olanak veren bilgilerden yoksun olma.
c- Obsedör tarafından kullanılabilecek manevi (din,tasavvuf vs.) konulardaki
bilgisizlik
2- Kişinin akıl ve muhakeme yeteneklerini gerektiği gibi kullanamaması
3- Temiz, saf kimselerin obsedör tarafından kullanılabilecek din, kutsallık
duyguları, mistik eğilimleri ve karşısındakini yüceltme eğilimi.
4- İnangaçlık. Muhakeme etmeden akla her gelene veya her söylenilene
inanmak.
5- Bağnaz (dogmatik) ve sabit fikirli olmak.
6- Cesaretsizlik. Obsedöre karşı gelecek cesareti gösterememe, her şeyine
boyun eğme.
C- Ruhsal irtibat seansıyla ilgili olanlar:
1- Medyumun bilgi, görgü ve deneyim eksikliği.
2- Operatörün bilgi, görgü ve deneyim eksikliği.
Kimilerine göre, obsesyon olayının oluşması için bir bedensiz varlığın
olması şart değildir. Yani insanlar arasında da oluşabilir. Obsedör
varlıklar bedenlendiklerinde de saf, temiz insanları kandırarak çevrelerine
bir sürü mürit toplarlar. Bu duruma örnek gösterilebilecek sayısız tarikat
ve benzeri oluşumlar mevcuttur.
Psikoloji'de Takıntı
Takıntı (obsesyon) ya da saplantı psikiyatri sözlüklerinde “yanlış olduğunu
bildiğimiz halde kafamızdan atamadığımız, mantık ve muhakeme ile
uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen saplantı halindeki fikirler” ya da
“bilince takılarak korku ve bunalım yaratan, kişinin istemli çabalarına
karşın kurtulamadığı ısrarla tekrar eden düşünce, hayal ya da tepiler
olarak” tanımlanır.
Mikrop kapma düşüncesi, aykırı cinsel düşünceler ve küfürlü dinsel
düşünceler takıntılara örnek olarak gösterilebilir.
Bu düşünceleri etkisizleştirmek için yapılan hareketlere ise kompülsiyon adı
verilir. Mikrop kapma takıntısını gidermek üzere aşırı temizlik, küfürlü
dinsel düşüncelere karşı dualar etme, birtakım kelimeleri sessizce tekrar
edip durma veya içinden sayı sayma kompülsiyonlara örnek olarak
gösterilebilir. Takıntılar kişinin anksiyetesini (kaygı) arttırırlar; kişi
de anksiyetesinden kurtulmak için kompülsiyonlara yönelir.
Obsedör obsesyon olayında obsede denilen kişiyi etki altına almış olan
bedensiz varlığa klasik spiritüalizmde verilen addır. Fakat günümüzde
obsedörlere özgü yöntemlerle çevresine saf, iyiniyetli insanları toplayan
kimseler için de kullanılmaktadır.
Obsedörlerin Taktikleri
Obsedörler avlarını ele geçirmek için her yola başvururlar ve çeşitli
taktikler kullanırlar. Bu taktiklerden bazıları şöyle açıklanır:
Kendilerini iyi, güzel, erdemli, bilgin gibi göstermeye çalışırlar.
Avlarının huylarına göre ifadeler kullanarak telkinlerde bulunurlar.
Laf kalabalığı yaparak ve her bilim dalından yalan yanlış söz ederek
kendilerini bilgili, deneyimli, uzman olarak kabul ettirmeye çalışırlar.
Yüksek sırlardan söz ediyormuş gibi poz yaparak birçok mucizevi olay (levitasyon,
fantom, doğrudan ses vb. gibi metapsişik fenomenler) meydana getireceğini
vaat ederler.
Bilinmeyen veya gelecekteki bazı olayları bildirerek avlarının güvenini
kazanmaya çalışırlar.
Sorularla sıkıştırıldıklarında daha sonra yanıtlayacaklarını ya da
yanıtların bilinmesinin soran için hayırlı olmayacağını söyler veya bu tür
kaçamak yollara başvururlar.
Karşılarındakileri bilgisizlikle nitelendirerek, her söylediğini rahatlıkla
empoze etmeye çalışırlar.
Din, tasavvuf, mistisizm ve kutsallıkla ilgili konulara yapışarak,
kendilerine çeşitli payeler biçerler (örneğin geçmiş reenkarnasyonunda ünlü
veya önemli biri olduğunu bildirme).
Obsedörlerin Karakterleri
Obsedörlerin genel nitelikleri ise şunlardır:
Bağnazlık: Görüşlerini değiştirmekten nefret ederler, görüşlerini,
inanç sistemlerini sarsacak herhangi bir düşünceye dayanamazlar, böyle
düşüncelerden son derece ürkerler. Bu kararlı halleri de kimi deneyimsiz
insanlar üzerinde daha etkili olmalarına neden olur.
Sevkedicilik: Herkesi kendi yollarına sürükleme ve kendilerini
diğerlerine bir lider gibi gösterme hırsları vardır. Bu amaç uğrunda, öğüt,
rica, maddi veya manevi çıkar vaatlerinde bulunur, çevrelerindekilere manevi
payeler dağıtırlar, ısrar ederler ve gerekirse tehdit gibi her yola
başvururlar.
Hükmedicilik: Hükmetme, yönetme, emretme ve kendini üstün gösterme
özellikleri vardır.
Kurbanı bilgi kaynaklarından uzaklaştırıcılık: Kurbanlarını, uyanmalarını
sağlayabilecek her türlü bilgi, fikir ve yayınlardan uzak tutmaya çaba
gösterirler. Bunun için bu tür bilgi, fikir ve yayınların değersiz, hatta
onlara zararlı olduklarını telkin ederler. Böylece, çevrelerinden
yalıttıkları, kendi alemine çekilen obsede ya da obsedeler üzerindeki
hakimiyetleri artar. Çünkü obsede, artık yalnızca obsedöründen aldıklarını
doğru ve mutlak hakikat olarak kabul etmeye başlayacaktır.
Eleştiriden kaçmak: Eleştiriye hiç dayanamazlar. Çünkü kurdukları
sistemi sarsabilecek bir öğedir. Eleştiri kavramını kurbanları olan
obsedelerde de yok etmek isterler ve bunun için insanın akıl, muhakeme,
düşünme, yaratıcı imajinasyon yeteneklerini köreltmeye, yok etmeye büyük
çaba gösterirler. Kimi obsedörler bu amaçla müritlerine “ben sizleri
hakikatlere akıl yolu ile değil, kalp yolu ile ulaştıracağım, akıl yolu
şeytani, kalp yolu rahmanidir” türünden fikirler telkin ederler.
Bilgilerinin sınırlı ve belirli oluşu: Obsedörlerin bilgilerinin çok
eksik ve sınırlı olmalarına karşılık, bu küçük bilgilerine sıkı sıkıya bağlı
olmaları, yapışmaları deneyimsiz kişilerin gözünde o bilgilerin
abartılmasını sağlar. Eleştiri de sözkonusu olmayınca obsedörün her
saçmalaması eleştirilmemesi gereken büyük hakikatler ve hikmetler olarak
kabul edilir. Oysa hakikati gören deneyimli bir kimse o varlığın tüm
sözlerini bir araya toplasa, orada herkesin bulup söyleyebileceği basit bir
iki fikrin veya dünyada belirli formüllere saplanıp kalmış bazı tarikat
talimatının yüzlerce kez tekrarından başka bir değer bulamayacaktır.
Araştırmacı sorulardan kaçıcılık: Kişi obsedörün söylediklerinden
biraz daha fazla hakikati öğrenmek ister ve söylediklerini biraz kurcalamaya
kalkıştığı takdirde, söylediklerinin altında çelişkilerin, garip fikirlerin,
anlamsız, hatta tehlikeli telkinlerin bulunduğunu görebilecektir. Obsedör
varlıklar böyle sorularla, yani kurcalayıcı, çelişkileri ortaya koyucu
sorularla karşılaştıklarında şaşırır, kızar, hatta tehditlerde
bulunabilirler. Sonunda müritlerine bu tür sorular sormayı, daha ilerisini
araştırmayı men edebilirler.
Perispri
Perispri, klasik ruhçuluk anlayışına göre, ruh ve beden bağlantısını
sağlayan yarı maddî bir bağdır, ruhun normal koşullarda göremediğimiz esîrî
bedenidir. Madde-dışı bir varlık olan ruh madde evreninde icraatte
bulunabilmek için doğal olarak bir araca gereksinim duyar ki, bu araca
perispri adı verilir. Bu, ruhun bir bakıma mantosu, örtüsü ve dışa ait,
maddi uygulama aracıdır. Fiziksel beden, perispri kalıbı üzerine kuruludur;
insan bedeninin ruhtan beslenmesini sağlayan ve insan bedenini ayakta tutan
perispridir. Ölümden sonra yok olmaz, ruha bağlı kalmaya devam eder.
Perispriyi teozoflar astral, mantal, kozal bedenler şeklinde kısımlara
ayırırlar.
Psişik yetenek
Psişik yetenek Metapsişiğin ve Parapsikoloji’nin araştırma
alanında bulunan, insanın paranormal (normal dışı, normal ötesi) denilen,
bilinen fizikokimyasal yasalarla açıklanamayan psişik fenomenlerde sözkonusu
olan yeteneklerini ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir. Paranormal
yetenek terimiyle eşanlamlıdır.
Parapsikologlar bu yetenekleri ESP (Duyular-dışı algılama) ve PK (Psikokinezi)
paranormal yetenekleri adı altında, Metapsişikçiler ise zihinsel medyumluk
ve fiziksel medyumluk yetenekleri adı altında iki grupta ele alırlar.
Psişik yeteneklerden başlıcaları Metapsişikteki adlarıyla şunlardır:
Durugörü, duruişiti, telekinezi, psikometri, telepatlık, düşünce okuma,
prekognisyon (prekognititif duyarlık), postkognisyon (postkognitif
duyarlık), kriptoskopi, duyarlığın dışarılaşması, ideoplasti, dermooptik.
Reenkarnasyon nedir?
Reenkarnasyon ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanan
spiritüalistlerin bu olaya verdiği addır. Terim 19.yy.’da ortaya atılmıştır.
Ruh göçü inancının kökeni bir hayli eski olmakla birlikte kimi inanışlardaki
ruh göçü (metempsychosis, transmigration) kavramının spiritüalistlerin
reenkarnasyon kavramı ile aynı olmadığı görülmektedir.
Ruh göçü kavramına inanmış topluluklar
Bilinen Batı tarihinde ilk kez Pisagor ve Platon gibi bazı eski Yunan bilgin
ve filozofları tarafından dile getirilmiş olan ruh göçü kavramı, aslında çok
eski çağlardan beri, eski Mısır, Kelt, Maya ve İnka uygarlıkları gibi birçok
uygarlıkta bilinen ve kabul görmüş olan bir kavramdır. İskandinav
mitolojisinde de ruh göçüne ilişkin öğeler bulunmaktadır. Platon ruh göçü
fikrine özellikle "le Phedon", "le Banquet" ve "Er’in Öyküsü" eserlerinde
değinmiştir. Antik çağın Yunanistan’ından sonra Gnostiklerce de kabul
edilmiş ve Roma Uygarlığı’nda özellikle Mitraizm misterlerinde benimsenmiş
bu kavrama Kabbala’da (gilgulim) ve belirgin ifadelerde bulunan sufilerin (
Ferideddin Attar,Bahram Elahi) sayısı az olmakla birlikte Tasavvufta da
rastlanır. Günümüzde de ruh göçü kavramını kabul eden birçok inanç sistemi,
tarikat ve felsefi akım bulunmaktadır. Ruh göçü fikrini kabul etmiş eski ve
yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular, Budistler, Katharlar
(Cathares), Eseniler(Esseniens), Caynacılar, Sihistler, Umbanda'cılar (Makumba,
Brezilya),Yezidiler, Nusayriler, Dürziler ve Anadolu Kızılbaşları
sayılabilir. Bu kavram Asya’nın Şamanist toplumlarının birçoğunda ve birçok
Kızılderili kabilesinde de mevcuttur. Hint'te "samsara" adıyla bilinen bu
kavram, Budist Türkler'de "sansar" adını almıştır.
Mevlana ve Yunus Emre'nin dizelerinde reenkarnasyon
Mevlana Celaleddin Rumi'nin ve Yunus Emre'nin kaynakça kısmında kaynakları
belirtilen şu sözlerinde reenkarnasyonun ima edildiği ileri sürülmektedir:
“Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken
öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan
oldum; öyleyse ölmekten korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım
görüldü mü?” (Mevlana Celaleddin Rumi)
"Ete kemiğe büründüm,Yunus olarak göründüm (…) Her dem yeni doğarız,bizden
kim usanası."(Yunus Emre)
Ruh göçü kavramının sistematize edilişi ve adlandırılışı
Ruh göçü ya da sürekli olarak tekrar doğmak kavramı ilk kez Fransız fizikçi
ve yazar Allan Kardec (1804-1869) tarafından sistemli bir hale getirilmiş ve
adına “tekrar ete girme” anlamında reenkarnasyon denilmiştir. Fakat
reenkarnasyon kavramı Hinduizmdeki “tenasüh” adı verilen kavramla aynı şey
değildir. Spiritüalizme göre varlık sürekli ruhsal tekamül içinde
olduğundan, bir insan ruhu tekrar bir hayvan bedeninde doğmaz. Ayrıca
evrende bir ruhun cezalandırılması diye bir şey sözkonusu olamaz. Kimi
spiritüalistlere göre tenasüh inanışı, eski inisiyelerin ezoterik
bilgilerine sahip olmayan Hint rahip sınıfının sembolleri yanlış
yorumlamasından kaynaklanmıştır.
Çağımızda reenkarnasyonu ilke olarak kabul eden örgütlü topluluklar
GünümüzdeYeni Çağ (New Age) oluşumlarının da ilgi gösterdiği reenkarnasyon
kavramını kabul eden örgütlü topluluklardan başlıcaları Spiritüalistler,
Teozoflar ve Antropozoflar adlarıyla bilinirler. Ayrıca, A.B.D.’nde de ruh
göçü kavramları spiritüalizmdeki reenkarnasyon kavramına yakın olmakla
birlikte, bu terimi kullanmayan ve kullanan çeşitli topluluklar ve dernekler
bulunmaktadır.
Spiritüalistlerin reenkarnasyona inanmayanlara karşı tutumları
Spiritüalistler reenkarnasyon ilkesini kabul etmese de tüm inanç
sistemlerine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünürler ve inanç ve
fikirlerin farklı farklı olmasını doğal karşılarlar. Çünkü spiritüalistlere
göre herkesin gelişim gereksinmeleri bir değildir, dolayısıyla herkesin
yürüyeceği yollar farklıdır; zaten dünyadaki insanların hepsi aynı
fikirde,aynı görüşte olsaydı ve hiçbir anlaşmazlık olmasaydı ne ruhsal
gelişim olanağı olurdu ne de yaşamın tadı kalırdı; herkes robotlardan
farksız olurdu. Bu nedenle Neo-spiritüalistler kimseye "kendi yolunuzu
bırakın, bizim yolumuza gelin" diye çağrıda bulunmaz..
Reenkarnasyon araştırmalarının özellikleri
Vakaların ve verilerin ulaştığı miktarın çokluğundan, reenkarnasyon
taraftarları için teorinin doğru olduğu kesin sayılır
Araştırmaların büyük bölümü Üniversiteler tarafından gerçekleştirildi
Madde ve metodlar açıkça ortaya konulmuştur
Uzman dergilerinde bilmsel tartışmalar olmuştur
4 Üniversite tarafından tekrarlanan deneylerin benzer neticeler gösterdigi
bilinir
Araştırmalar dinlerden bağımsız gerçekleşmiştir
Araştırmalarda maddi çıkarlar gözetilmemiştir
Araştırma tekniklerindeki titizlik eleştiriciler tarafından da kabul
edilmiştir. Tartışma konusu sadece verilerin yorumu üzerinedir.
20. Yüzyılda A.B.D.’nden Prof. Ian Stevenson önceki hayatını hatırladığını
söyleyen yaklaşık 1000 çocuğun vakasını araştırdı. Ian Stevenson tarafından
çeşitli ülkelerde incelenen vakaların sayısı 2002 yılında 2006'yı bulmuştur.
İncelemelerinin bir kısmı Charlottesville Üniversitesi tarafından İngilizce
olarak yayımlanmıştır.
Sembolizm'de reenkarnasyon
Eski uygarlıklarda ve çeşitli tradisyonlarda ruh göçünün simgelenmesinde şu
sembol ve sembolizmlerin kullanıldıkları ileri sürülür: Kuyruğunu ısıran
yılan, ağaca dolanmış yılan, kelebek, spiral, feniks, mumya üzerine konulan
ankh, kemik, daire, bilgi ağacının ya da hakikat ağacının meyvesinin
yenilmesi, yaşam çarkı (Budizm), geyik (Şamanizm), ırmağın karşı kıyısına
geçen ak koyunun kara koyuna dönüşmesi (Gal), suyun bir vazodan ötekine
aktarılması (eski Yunan). Fakat bu semboller tekanlamlı olmadıklarından,
yalnızca ruh göçünü simgelemek üzere kullanılmadıkları, çokanlamlı bu
sembollerin farklı bağlamlarda farklı anlamlarda kullanıldıkları belirtilir.
Spiritüalist anlayıştaki ruh kavramı
Ruhun varlığını ruhçu (spiritüalist) görüşlerin hepsi de kabul etmekle
birlikte, bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu, bir kısmı da
tekrar bedenlenmesinin bir yasa olduğunu kabul etmez. Ruh’un çeşitli
tanımları şunlardır:
Maddeciliğe göre: Ruh yoktur ya da maddenin bir ürünü olabilir.
Felsefi spiritüalizme göre: Ruh, maddeye biçim veren, maddi mekanda yer
işgal etmeyen, parçalara ayrılmayan, soyut, etki gücü olan bir varlıktır.
Neo-spiritüalizm’e göre: Ruhlar, İlahi irade yasaları’nın gerekleri
kapsamında, görgü ve deneyimlerini arttırmak üzere madde kainatında
bedenlenen, amaç ve etki sahibi, şuurlu ve madde-dışı varlıklardır. Ruhlar
madde-dışı varlıklar olmakla birlikte, hiçbir ruh madde kainatında asla
maddeden soyutlanmış bir durumda bulunamaz. Bu bakımdan ruh ve madde
ayrılığından değil, ruh ve maddenin birliğinden söz edilmelidir.
--------------------------------------------------------------------------------
İslami anlayıştaki ruh kavramı
Ruh, çoğu felsefi ve dini düşünceye göre maddesel olmayan, elle tutulamayan,
gözle görülemeyen fakat varlığına inanılan; ayrıca yaşayan her varlığın
içinde ve temelinde olduğuna inanılan olgudur.
Ruh genel olarak sonsuz ve ölümsüz kabul edilir. Ruh düşüncesi veya inancı
ölüm sonrası hayat veya ahiret inancıyla yakından ilgilidir. Fakat bu konuda
düşünceler çok geniş olarak değişir hatta aynı dinde bile ölümden sonra ruha
ne olacağı tartışma konusu olabilir. Dinlerin çoğunluğu ruhu madde dışı
görür ancak bir bölüm de ruhun madde olduğunu savunur. Ruhun ağırlığını
ölçmeye kalkan bilim adamları da vardır. Müslümanlar arasında "ruh" kavramı,
tasavvuf ekollerinin etkisiyle, "nefs"in karşılığı bir olgu olarak algılanır
olmuştur. Buna göre, "nefs/nefis" insanın şeytana açık olumsuz yanıdır ve
onu kötülüklere/günahlara sürükler. Ruhu bu etkiler altında bulunan insanın
kurtuluşa erebilmesi mümkün değildir, çünkü beden hapsine tutuklanmıştr. Bu
tutuklanmadan kurtulup kurtuluşa ermesi, teknik deyimiyle
"fenafillah/tanrıda yok olmak" ve böylece "bekabillah/tanrıyla kalıcılaşmak"
için kesinlikle ruhun arındırılması gerekir. Bunun için de adına seyrüsluk
denilen ve bir mürşidin yönlendirmesiyle/denetiminde gerçekleştirilen
süreçte zikir ve riyazet yöntemlerine baş vurulur. Buysa, insan ruhunun
küllî/tanrısal ruhtan ayrıldığı ve tekrar ona kavuşmakla huzur bulabileceği
savı üzerine kurgulanmış "gelenek" diye anılan ve ucu ta animizme dek varan
bir inanıştan kaynaklanan bir anlayıştır. Kızılderili, kelt ve benzeri
topluluklar da dahil olmak üzere hemen tüm eski dinlerde görülen bu inanç,
günümüzde belirgin bir biçimde Hinduizm'de olmak üzere gerek yahudi, gerek
hıristiyan ve gerek islâm tasavvuf kolları arasında halen yaşamaktadır.
İslâm'ın temel inançlarını belirlemiş olan Kur'an-ı Kerim'e göre ise, böyle
bir ruh telakkisi yoktur. Nitekim, orada "sana 'ruh'tan soruyorlar; de ki:
o, Allah'ın emrindendir; onun hakkında size çok az şey bildirimiştir"
denilerek, "ruh"un bir "şey/fenomen" değil, bir "iş", "yetki", "buyruk"
olduğu vurgulanmıştır. Gerçekten de Kur'an-ı Kerim'de "ruh"un "isim"
formunda kullanıldığı tek kavram "ruh-ul-kudus"tur. Bu da Cebrail adlı
meleğe ait bir isim olarak anılmaktadır. "Ruh"un geçtiği bütün ayetlerde
kelime/kavram hep "vahy/vahiy", emr/buyruk, söz ve bir yere kadar da yetki
anlamlarını taşımaktadır.
Ruhsal eşler
Ruhsal eşler ya da eş ruhlar (soul-mate) Spiritüalizm kaynaklı bir terim
olup, reenkarnasyonist New Age grupları aracılığıyla yaygınlık ve popülerlik
kazanmış ve günümüzde Spiritüalist olmayanlarca da kullanılır hale gelmiş
bulunmaktadır.
Fakat Spiritüalist görüşe vakıf olmayanlarca kullanımı, terimin içerdiği
anlamlarından yalnızca biriyle anlaşılmasına ve yalnızca bu anlamda ele
alınmasına neden olmuştur.
Spiritüalist görüşte ruhsal eş, ruhsal tekamül gereksinimleri gereği birçok
reenkarnasyonunda birlikte olan ruhlara verilen addır. Fakat ruhsal eşlerin
bu birlikteliğinin her reenkarnasyonlarında karı-koca biçiminde
gerçekleşmesi şart değildir; bu birliktelik, ana-oğul, baba-kız, akrabalık,
dostluk, arkadaşlık vs. biçimlerde de kendini gösterebilir. Sonuç olarak
ruhsal eş kavramında, bu iki varlığın birkaç reenkarnasyon süresince bir
şekilde yakın ilişki içerisinde bulunması ve yaşam planı denilen planlarının
bu birlikteliği sağlayacak biçimde düzenlenmesi sözkonusudur.
Elizabeth Clare Prophet’e göre, ruhsal eşlerin birlikteliğindeki üç ana
neden ya da etken, yakınlık veya ortaklık, sevgisel çekim ve salt karmik
nedendir.
Spiritüalist görüşe göre, ruhsal eş birlikteliği asla sonsuza dek sürmez,
bununla birlikte, tekamüllerine ayrı yollarda devam eden ruhsal eşler,
yolları aynı yola kavuşursa, gerektiğinde tekrar birleşebilirler.
“Uyuyan peygamber” lakabıyla ün yapmış, A.B.D.'nden Edgar Cayce ruhsal
eşlerin vibrasyonel olarak büyük bir yakınlık ve ortaklık içinde olduklarını
belirtir.
Ruhsal irtibat
Ruhsal irtibat Spiritüalist terminolojide “zihinsel medyumluk” yoluyla
bedensiz ruhlarla kurulan ilişkiye verilen addır.
Bu ilişkinin kurulduğu deneysel amaçlı toplantıya ise ruhsal irtibat celsesi
veya seansı adı verilir.
Spiritüalizmde ruhsal irtibatlar, nitelik bakımından üç kategoride ele
alınırlar:
Abes irtibatlar: Genellikle boş, saçma, değersiz konuşmalardan ibaret olan
bu irtibatlar şu iki nedenden kaynaklanır:
1- Maddi çıkar sağlamak, gelecek hakkında bilgi edinmek veya sadece eğlenip
vakit geçirmek için kalitesiz soruların sorulması.
2- Medyumun ve seansta bulunanların görgü ve deneyim eksikliğinden
yararlanan obsedör varlıkların kendi dar ve sakat görüşlerini sözde felsefi
ya da fikri bir havada yüksek tebligatmış gibi sunması. Bu irtibatlarda
obsesyon olasılığı yüksektir.
Kaba irtibatlar: Seansta bulunanları sarsacak ölçüde kaba irtibatlardır. Bu
kategorideki vakalarda ağır teşevvüş halindeki bir bedensiz ruh sözkonusu
olabileceği gibi, medyumun kendisinden gelen bir röfulman deşarjı (şuuraltı
boşalması) da sözkonusu olabilir. Kaba irtibat vakalarında en hafifinden en
ağırına kadar her türlü kaba sözler, küfürler, şehvet duygularını tahrik
edici konuşmalar, çevredekileri kırıcı ve aşağılayıcı sözlerle
karşılaşılabilir. Seanslara devam edilmesi durumunda abes irtibatlardakine
kıyasla daha zararlı sonuçlar ve daha tehlikeli obsesyonlar meydana
gelebilir.
Sezgisel (entüvitif) irtibatlar: Neo-spiritüalizm’de aşkın (müteal)
irtibatlar denilen bu tür ruhsal irtibatlar, ruhsal tekamül düzeyi yüksek
varlıklarla irtibatın kurulduğu, tebliğlerin (insanlığın tekamülüne yardımcı
olacak yükseltici bilgiler içeren mesajlar) alındığı, ancak gerekli liyakat
oluştuğunda nadiren meydana gelen irtibatlardır. Fakat görgü ve deneyimi
eksik olan medyum ve operatörlerin sık sık obsedör varlıkların tuzağına ve
abes irtibatla verilmiş uydurma bilgileri tebliğ sanma yanılgılarına
düştükleri görülmektedir.
---------------------
Neden ve kaynaklarına göre rüya çeşitleri
Rüya, uyku esnasında yaşanan görsel, işitsel vb. algısal tecrübeler.Spiritüalistler
tarafından yapılan bir tanıma göre rüya, "insanın uyku halindeyken gerek
bilinçaltından kaynaklanan, gerekse çeşitli kaynaklardan aldığı tesirlerin
imajlara bürünmesiyle oluşan algıları"dır.
Rüya laboratuvarlarında sürdürülen psikolojik ve metapsişik araştırma ve
gözlemlerin sonuçları birleştirildiklerinde rüyaların neden ve kaynaklarının
büyük bir çeşitlilik gösterdiği ortaya çıkmaktadır.
Rüyalar,metapsişik arastırmacılarca neden ve kaynakları bakımından şu
şekilde sınıflandırılır:
1- Psikofizyolojik Kaynaklı Rüyalar (alelade rüyalar):
A-Psikolojik kaynaklı rüyalar: Psikolojide kabul edilen bilinçaltından
kaynaklanan rüyalardır.Bunlar, genellikle heyecanlar, sıkıntılar,korkular,
bastırılmış duygular.vs’den kaynaklanan rüyalardır. Ruhu ya da zihni
fazlasıyla meşgul eden maddi veya manevi bir sorun,uyumadan önce konuşulan
bir konu ya da görülen bir film de bu tür rüyaların görülmesine neden
olabilir; ayrıca sözkonusu soruna ait bazı fikir ve imajlar, görülmekte olan
diğer türden rüyaların içine zaman zaman parazit olarak kayabilirler.
B- Fizikoşimik (fiziksel/kimyasal) kaynaklı rüyalar:
a- Fiziksel kaynaklı rüyalar: Bunlar fiziksel ortamdan gelen, bedensel ağrı
ve rahatsızlıklardan ve ses,ışık,koku gibi beş duyuyu ilgilendiren
uyaranlardan kaynaklanan rüyalardır.Bir rüya deneyinde, uyuyan kimsenin
burnu ve dudakları bir tüy parçasıyla rahatsız edilmiş ve akabinde, uyuyan
kimse, yüzüne işkence edilerek derisinin yüzüldüğüne ilşkin bir rüya
görmüştür.Bir başka deneyde uyuyan kimsenin kulağı yakınlarında iki çelik
bıçak birbirine sürtülünce,denek,rüyasında tarihi bir olay sırasında kentin
bütün çanlarının çaldığını görmüştür.
b-Kimyasal kaynaklı rüyalar: Bunlar,uyuşturucular ve ilaçlar gibi,
alınmaları halinde vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısında belirli
değişiklikler yaratan etkenlerden doğan rüyalardır.
2-Metapsişik Kaynaklı Rüyalar:
A-Parapsikolojik ya da psişik kaynaklı rüyalar: Bunlar paranormal
yeteneklerin uyku sırasında kullanımıyla ilgili rüyalardır; bunları üç ana
grupta ele almak mümkündür:
a- Telepatik rüyalar:Bunlar uyuyan kimsenin uyanık bir insanın düşünce ve
imajlarını telepatik yolla almasıyla ya da uyuyan bir başka insanın rüyasını
telepatik yolla almasıyla oluşan rüyalardır.Telepatik rüyalar, Brooklyn’da
(New York)kurulan Maimonides Tıp Merkezi’ndeki, elektroansefalograf
aygıtlarıyla çalışan Maimonides Rüya Laboratuvarı’nda keşfedilmiştir.
b- Durugörü (clairvoyance) yeteneğiyle ilgili rüyalar: Parapsikolojik
araştırma ve incelemeler uykudaki bir kimsenin,bazen, durugörü medyumları
gibi, o anda kendisinden uzakta olan olay ve nesneleri algılayabildiğini
ortaya koymuştur.Kuşkusuz kişi, uyandığında gördüklerini bir rüya olarak
hatırlayacaktır.
c- Şuur projeksiyonu (astral seyahat) ile ilgili rüyalar: İnsanın
spiritüalizmde duble ( okültizm ve teozofideki adıyla astral beden) denilen
süptil bedeninin uyku sırasındaki faaliyetlerinin ve gezintilerinin rüya
tarzında hatırlanması.
B-Haberci rüyalar:Bunlar,”yüksek” bir kaynaktan gönderilen, bir mesaj
taşıyan, amaçlı, düzenlenmiş, sembolizm içeren rüyalardır, ruhta derin izler
bıraktıklarından kolay kolay unutulmazlar:
a-Uyarıcı rüyalar:Bunlar kişiye, ya önemli sonuçlar doğuracak hatalı bir
harekette bulunmasını,yanlış bir yola sapmasını vs’yi önlemek üzere önceden
gösterilen ya da sapılmış bulunan yanlış yolda ilerlemekten vs’den
vazgeçirtmek üzere sonradan gösterilebilir.Ayrıca, uyarıcı nitelikli haberci
rüya kişinin kendisi için olmayabilir de; yani kişinin hatalı bir harekette
bulunabilecek, yanlış bir yola girebilecek eşini, dostunu, bir akrabasını,
bir yakınını uyarması için de olabilir.Uyarıcı rüyaların kaynağı,
spiritüalistlere göre, genellikle kişinin hami varlığı, bazen de kişinin
kendi ruhu,”öz”ü ya da bir başka deyişle ”yüksek benliği”dir.
b- Prekognitif rüyalar: Bunlar bir mesaj taşımaktan ziyade, gelecekte olacak
olayların önceden görülmesiyle ilgili rüyalardır.
c- Yalnızca bilgilendirme amacı taşıyan rüyalar: Çok nadiren görülen bu
rüyalar, uyarıcı veya geleceğe yönelik bir nitelik taşımayıp, kişiyi
bilmediği bir konuda bilgilendirme amacını taşır: Örneğin dünyanın geçmiş
devirleri,bir başka kimsenin geçmiş reenkarnasyonları,bir başka gezegendeki
yaşam hakkında bilgi verici rüyalar bu gruba girer.
C- Bedensiz varliklarla kurulan irtibatlardan kaynaklanan rüyalar: Bunlar,
genellikle kişinin önceden tanıdığı, ölüm olayı ile bedenini terkederek öte
aleme göçmüş varlıklar ile uyku sırasında iletişim kurmasından kaynaklanan
rüyalardır. Yapılan görüşme,uyanınca rüya tarzında hatırlanır. Fakat rüyada
ölmüş bir kimsenin bulunması rüyanın muhakkak bu gruba girmesini
gerektirmez; yani muhakkak bedeninden ayrılmış o kimseyle bir görüşme
yapılmış olduğunu göstermez; bu, psikofizyolojik kaynaklı alelade bir rüya
da olabilir, haberci bir rüya da olabilir.
D- “Serbest hafıza” kayıtları ile ilgili rüyalar: Bunlar, kişinin, “serbest
hafıza”sında yer alan geçmiş reenkarnasyonlarına ait anılarıyla ilgili
rüyalardır. (Kişinin geçmiş reenkarnasyonlarında yaşadığı ve algıladığı her
şeyin kayıtlı olduğu hafızaya “serbest hafıza” adı verilir.) Bu tür rüyalar
kimi zaman defalarca, aynı ayrıntılarıyla, yeniden görülürler.
E- “Serbest şuur”un faaliyetleri ile ilgili rüyalar: Bunlar, Neo-spiritüalist
terminolojide serbest şuur adı verilen,hakiki bilgilere
sahip,idrakli,”yüksek şuur”unun, gün boyunca yapılan hareketlerin
muhasebesini yapmak gibi çeşitli faaliyetlerinin dünyasal şuur olan “bağlı
şuur”a sızan yansımalarından oluşan rüyalardır.
Serbest şuur
Serbest şuur, ruhçu terminolojide kullanılan bir terim olup, ruhun
bedensel bağların etkisinde olmayan, teşevvüşten uzak, özgür, önceki
reenkarnasyonlarını bilen, tekamül yolunu seçebilecek, hakiki bilgilere
sahip şuuru olarak tanımlanır.
Ruhçu anlayışa göre, serbest şuur haline ulaşabilmek ancak, ölüm denilen
olayla fiziksel bedenin terk edilmesinden ve teşevvüş denilen halin
atlatılmasından sonra mümkün olmakla birlikte, ancak belli bir tekamül
düzeyine gelmiş varlıklar bu şuur haline ulaşabilirler. Yani ölüm olayı ile
fiziksel bedenini terk eden varlıklardan tekamül düzeyi ileri olmayanları bu
şuur haline ulaşamadan tekrar reenkarne olurlar.
Spatyum
Spatyuma, tam anlamıyla karşılamasa da, çeşitli tradisyonlarda öte-alem
olarak ifade edilen ölüm-sonrası ortamın spiritizmdeki ya da deneysel
spiritüalizmdeki karşılığı denebilir. Ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı
varlık olduklarından spatyumda 'perispri'leri ile bulunurlar. Bu bakımdan
spiritüalistler spatyumu ruhlar alemi olarak değil, ölüm-ötesi alem olarak
nitelendirirler.
Oluşumu
Ruhçuluğa göre, spatyumun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı ,sıvı
ve gaz) daha farklı hallerde olup, bilinen fiziksel maddelere oranla çok
daha akıcı, çok daha az yoğunlukta ve atomik vibrasyonları çok daha hızlı,
süptil maddelerdir. Eski Yunan tradisyonunda bu maddeler için aether terimi
kullanılmıştır. Bu süptil maddelerin düşünceyle, imajinasyon yeteneğiyle
şekil alabileceği kabul edilir.
Öleni bekleyen ilk aşama
Ruhçuluğa göre ölen her insan ruhu önce, ölmüş olduğunu, daha doğrusu
fiziksel bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaz, bir bocalama, kargaşa
dönemi geçirir. Bu aşamaya spiritler “kendiliğinden imajinasyon” aşaması
adını vermişlerdir. İşte ruhçulara göre, cennet ve cehennem sembolleriyle
simgelenen, aslında, bu aşamadaki varlığın kendi imajinasyon yeteneğiyle
bilmeden kendisinin oluşturduğu huzur verici ya da huzursuz edici
sahnelerden ibarettir. Ölüm olayı ile fiziksel bedenini terk etmiş her insan
ruhunu spatyumda vicdani bir hesaplaşma bekler. Fakat burada kendi
kendisiyle bir hesaplaşma sözkonusudur,herhangi bir cezalandırma sözkonusu
değildir.
Üst aşama ve ortamlar
Varlığın tekamül düzeyi elverdiği takdirde ulaşabileceği diğer aşamalar
sırasıyla, "geçiş aşaması", "şuurlu ve idrakli imajinasyon aşaması" ve
nihayet tekamül düzeyi çok yüksek ruhlara özgü olan "kozalite aşaması"
olarak bilinir. Bu son aşamanın sözkonusu olduğu kozalite planına (ortamına)
yükselebilmiş bir varlık üç boyutlu alemdeki olayların neden sonuç zincirini
çözebilecek, daha doğrusu, bu olayların akışındaki neden-sonuç ilişkilerini
açıkça görebilecek durumdadır. Fakat klasik spiritüalizmdeki öte-alem
anlayışı, öte-alem tasarımı kozalite planında son bulur,yani daha ötedeki
bir ortam kavramı klasik spiritüalizmde mevcut değildir. Neo-spiritüalist
görüşün getirdiği yeni bir kavram, işte bu kozalite planının da ötesinde
bulunduğu varsayılan dört boyutlu alem kavramıdır.
Teozofideki öte-alem tasarımı
Teozoflar fiziksel alem ile ruhsal alem arasındaki aracı-süptil alem için
spatyum terimini kullanmazlar, bu aracı alemi astral, mantal, kozal plan
gibi çeşitli tabakalar halinde düşünürler. Genel teozofik kabule göre
fiziksel dünya ile ruhsal alem arasındaki bu derecelenme 7 tabakadan oluşur.
-------
Spiritizm
Spiritizm, Hermetistler’in ve Platon ve Pisagor gibi filozofların
döneminden 19.yy.’a dek sistemsiz bir şekilde dalgalanan, reenkarnasyonu
kabul eden ruhçuluğun, Fransa’da Allan Kardec tarafından kurulan ilk
sistemli biçimidir. Kardec’in sistemli hale getirdiği spiritizm adıyla
bilinen deneysel spiritüalizmin belli başlı ilkeleri şöyle özetlenebilir:
1- İnsan üç bölümden oluşur: Ruh, ‘perispri’ ve fiziksel beden. Perispri,
ruh ve fiziksel beden arasında irtibatı sağlar, yarı-maddi bir yapısı
vardır.
2- Can dediğimiz, ölüm olayı ile bedeni terk ettiğinde “ruhlar âlemi”nde
doğar. Dünyada iken yaptığı iyilik ve kötülükler orada, hafızasında
canlanır. Bir süre sonra, tekrar dünyada bedenlenir. Sınavlar geçireceği
dünyada defalarca doğmasının amacı tekâmül etmektir. Fakat insan ruhu hiçbir
zaman yeniden hayvan bedeninde doğmaz. Çünkü tekâmülde gerileme sözkonusu
değildir.
3- Bütün ruhlar eşit yaratılmıştır denebilir. Fakat tekâmül dereceleri aynı
kalmadığından aralarında, tekâmül farklarından kaynaklanan bir ruhsal
hiyerarşi oluşmuştur.
4- Ruhlar yalnız Dünya’da değil, evrenin diğer dünyalarında da bedenlenirler.
5- Ruhlar âlemindeki bedensiz varlıklar, dünyadaki bedenlilerle gerek maddi
gerekse manevi etkileşim içindedir. Ayrıca ‘medyum’lar aracılığıyla,
bedensiz varlıklarla sesli veya yazılı iletişim kurulabilir.
6- Kaliteli, ciddi ruhsal irtibat seanslarında tekâmül düzeyi yüksek
ruhlarla, düzeysiz (nefsani, çıkarcı, gelecekle ilgili) soruların sorulduğu
seanslarda ise tekâmül düzeyi geri ruhlarla irtibat kurulur. Bu geri düzeyli
ruhlar, yalan söyler, kötü şakalar yapar, insanları hataya sürüklemeye
çalışır ve seanstakileri etki altına almak için genellikle ünlü kişilerin
isimlerini kullanırlar.
Spiritizm günümüzde Latin Amerika ülkelerinde Kardesizm adıyla
bilinmektedir. Türk spiritüalistler ise spiritizm ya da deneysel
spiritüalizm olarak bilinen bu ruhçuluğu klasik spiritüalizm olarak
adlandırmışlardır. Çünkü onlara göre ruhçuluğa son şeklini Bedri Ruhselman
vermiş ve kurduğu ruhçuluğa neo-spiritüalizm adını vermiştir.
----------------------
Tekâmül
Tekâmül, sözlük anlamı "olgunlaşma", "gelişim" ve "evrim" [1] olan bir
terimdir. İslam dini başta olmak üzere, çeşitli ezoterik öğretilerde, mistik
ve Sufi grupların inançlarında tekâmül daha ruhani bir anlamda
kullanılmaktadır. Bu açıdan, bir dini terim olarak tekâmül çoğunlukla ruhun
belirli evrelerde yükselmesi, gelişmesini tanımlar.
Ruhçulukta tekamül
Tekamül sözcük anlamıyla gelişme, olgunlaşma, evrim anlamına gelmekte olup,
farklı alanlarda farklı ve özelleşmiş anlamlarda kullanılan bir
terimdir.Maneviyatı ilgilendiren alanlarda biyolojik evrim ya da maddi evrim
anlamında kullanılmaz. Deneysel spiritüalizmin temel ilkelerinden biri olan
tekamül ya da ruhsal tekamül, bu alanda ruhsal gelişim anlamında
kullanılmaktadır. Kısaca ruhların madde evrenindeki görgü ve deneyimini
arttırması olarak tanımlanır. Spiritüalist görüşe göre reenkarnasyonlar
sırasındaki deneyimler sonucunda edinilen tekamül sürecinde zaman zaman
duraklamalar olabilse de gerilemek sözkonusu olamaz.
Dünya gezegenini bir tür okul olarak gören Neo-spiritüalist görüşe, insan
ruhunun dünya okulundan mezun olabilmesinde, edinmesi gereken en önemli
nitelikler, esas olarak sevgi, şefkat, merhamet, fedakarlık gibi ruhsal
yeteneklerini geliştirmiş olmak, vicdan kanalını tam anlamıyla açmış olmak,
diğerkam olmak (kendisi kadar başkalarını da düşünmek), kısaca kendisine ve
diğer canlılara karşı vazifelerini hakkıyla yerine getirmeyi öğrenmektir.
Ruhsal tekamül her alandaki ruhsal gelişimi içeren bir kavram olmakla
birlikte, ruhsal tekamülün pek ileri olduğu söylenemeyecek bu gezegendeki ve
bu devredeki asıl anlamı budur. Kişinin alt etmesi gereken en önemli iki
düşmanı bencillik ve onu da kapsayan nefsaniyettir. Bu mücadelesinde en
önemli silahları ya da yardımcıları özeleştiri (nefis denetlemesi)yapması,
kendisine karşı dürüst olması ve vicdanının sesine her zaman kulak
vermesidir.
------------------
Yaşam planı
Yaşam planı, ruhçu terminolojide kullanılan bir terimdir. Spatyum'daki
varlığın, reenkarne olmadan önce, geçmiş yaşamlarındaki iradi hareketlerine
ve gelişim gereksinmelerine uygun olarak yeni yaşamı için hazırladığı veya
hazırlanan, doğacağı zaman, ortam, genel yaşam süresi, sosyal koşullar,
yürüyeceği manevi yollar, karşılaşacağı manevi sınavlar vs. ile ilgili
planını belirtmek üzere kullanılır. Teozoflar aynı anlamda, “karmik plan”
terimini kullanırlar.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)
|
|