Klasik Spiritüalizm Terimleri

Astral seyahat

Astral seyahat terimi Okültizm’de ve Teozofi'de kullanılan bir terim olup, kişinin uyku gibi ruh ve beden bağlarının gevşediği hallerde esîrî beden ya da astral beden (Spiritüalizm’de duble) denilen süptil maddelerden oluşan bedeniyle fiziksel bedeni dışında, bilinci yerinde olarak, başka mekanlarda dolaşmak üzere yaptığı yolculuğu ve bu bedeniyle geçirdiği deneyimleri ifade eder.


Parapsikoloji'de bu, "beden-dışı deneyim" anlamındaki "out-of-body experience" (OBE) olarak, Metapsişik'te ise "şuur projeksiyonu" olarak adlandırılır.
İrâdi olarak gerçekleştirilebilmesi ve deneyim sırasında bilinçli olunması sebebiyle diğer beden-dışı deneyimler arasında özel bir yeri vardır. Parapsikoloji laboratuarlarında yapılan deneylerde kişinin deneyim sırasında 5 duyu organı ile algılanabilecek bilgilerden daha fazlasına ulaşabildiği gözlemlenmiştir. Astral beden için duvar gibi fiziksel nesneler ve uzaklık bir engel oluşturmayacağı ileri sürülür. Yani, kişi bu bedeniyle bir anda kıtalar arası yolculuk yapabilir ve maddi engellerin içinden geçebilir. Fiziksel bedenden çıkıldığında öte-alem varlıklarının görülebileceği de ileri sürülmektedir. Uyku sırasında yapılan astral seyahat fiziksel bedene dönüldüğünde birrüya tarzında anımsanmaktadır. Astral seyahatin, okült ve teozofik kaynaklarda ve birçok araştırmacının çalışmalarında "irâdi olarak fiziksel bedenden ayrılma" şeklinde tanımlanmasına karşın (Dr.Scott ROGO, Leaving The Body, 1983), İngiliz parapsikolog Celia Gren bir ayrım yapmış ve “fiziksel beden-dışı deneyimler”den kendiliğinden (irade-dışı) oluşanları için ekzomatik deneyim (ecsomatic experience) terimini ortaya atmıştır.
Konu hakkında en fazla araştırma yapmış kişilerden biri araştırmalarını "Journeys Out of Body" adlı kitabında aktaran Robert Monroe’dur. Halen Amerika Birleşik Devletleri'nde Monroe Enstitüsü adıyla bilinen bir kurum bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir. Astral seyahat hakkında ayrıntılı bilgi, Ege Meta Yayınları'ndan çıkan Astral Seyahat Teknikleri isimli kitapta bulunabilir.
 

Materyalizasyon, sözcük anlamıyla maddeleşme anlamına gelmekte olup, spiritüalizm’de “bedenli veya bedensiz bir varlığın bedenli bir varlığa ait beden maddelerinin bir kısmını demateryalize etmesinden sonra, istediği bir biçime sokarak başka bir yerde ortaya çıkarması” olarak tanımlanır. Demateryalizasyon fenomeninin karşıtı olarak kabul edilir.

Bilinen fizik yasalarıyla açıklanamayan demateryalizasyon ve materyalizasyon fenomenlerini neo-spiritüalist görüş, kısaca, maddi partiküller arasındaki çekim-itim dengesine yapılan ruhsal müdahaleyle, maddenin genleştirilmesi ve eski haline döndürülmesi olarak açıklar. İnsan gözü, bir maddeyi ancak belirli bir hacimde belirli bir miktarda atom ve partiküle sahipse görür.

Maddileşerek beş duyu ile algılanabilir hale gelen (ortaya çıkan, beliren) şeyin herhangi bir eşya olması durumunda fenomen apor ( apport) adını alır. Apor fenomenlerine fiziksel medyumların yanı sıra mistiklerin, yogilerin ve şamanların çevresinde de rastlandığı ileri sürülür.
 

Demateryalizasyon: maddilikten çıkma, madde niteliklerinin yitirilmesi anlamına gelmekte olup, Spiritüalizm’de “ruhun etkisiyle fiziksel bir oluşumun beş duyu ile algılanamaz duruma dönüşmesi” olarak tanımlanır.
Terim spiritüalistlerce genellikle şu iki fenomeni belirtmek üzere kullanılır:
Medyumdan çıkan ektoplazmanın duyularla algılanabilir duruma gelmesinden (materyalizasyonundan) sonra, tekrar algılanamaz duruma gelmesi.
Kimi fiziksel medyumluk deneylerinde rastlanan, medyumun vücudunun tümünün veya bir bölümünün geçici olarak maddi özelliklerini kaybetmesi, ortadan kaybolması.
Ortadan kaybolan şeyin herhangi bir eşya olması durumunda fenomen aspor ( asport) adını alır. Kaybolan eşyaların kimi zaman başka yerlerde ortaya çıktıkları ileri sürülür.
 

Levitasyon insan ya da hayvan vücudunun veya özgül ağırlık olarak havadan daha ağır nesnelerin görünür herhangi bir fiziksel etkenin  yardımı olmadan havaya kaldırılması, havada asılı kalması veya havada gezinmesi fenomenlerine verilen addır. Fiziksel medyumluk deneylerinde, kimi mistiklerde, yogilerde, fakîrlerde, ve Tibet’li rahiplerde gözlemlendiği ileri sürülür. Yoga’da siddhi adı verilen psişik yetenekler arasında ancak gerçek bir yoginin gerçekleştirebileceği yeteneklerden biri olarak kabul edilir.


Parapsikoloji’de psikokinezinin bir türü olarak kabul edilen bu fenomeni Parapsikologlar, psikokinezi yeteneği güçlü medyumların deneyler sırasında eşyaları havaya kaldırabilme şeklinde gerçekleştirebildiklerini ileri sürmüşlerdir. Levitasyon fenomeni konusunda Spiritüalist literatürdeki ünlü medyum Daniel Dunglas Home, Parapsikolojik literatürdeki ünlü isimler ise, levitasyon fenomenlerini bilim insanları denetiminde gerçekleştirmiş olan Rus medyum Nina Kulagina ve Polonyalı medyum Stanislawa Tmoczyk’tir. Bu son iki medyumun başarılı levitasyon fenomenleri fotoğrafla belgelenmiştir.

Medyumluk, ruhçuluk hakkında bilgi veren sözlüklerde, "duyarlı, yani psişik bakımdan hassas yapılı veya özel yeteneklere sahip kimselerin dünyadaki bedenini terketmiş varlıklarla ruhsal irtibat kurarak, onlardan aldığı tesirleri çeşitli tezahürler halinde dünyaya yansıtması" olarak tanımlanır. Ancak herhangi bir bedensiz varlığın katkısının sözkonusu olmadığı medyumluk türleri de vardır.

Psikometri, Metapsişikte kullanılan bir terim olup, “bir nesneye dokunarak, geçmişte o nesneye dokunmuş kişi ya da kişiler hakkında bilgi edinebilme” olarak tanımlanır.

Eski Yunanca’daki “psikhe” sözcüğü ile "ölçme" anlamına gelen “metron” sözcüklerinden türetilen terim ilk kez 1840 yılında fizyoloji profesörü Joseph R. Buchanan (A.B.D.) tarafından kullanılmıştır. Psikometr ye de psikometrist adı verilen, bu yeteneğe sahip medyumların, bir kimseye ait bir eşyaya dokunarak, o kimsenin fiziksel, zihinsel, ahlaki özelliklerini saptayabildikleri ve o kimsenin gerek geçmiş bir olay sırasındaki heyecan ve imajları hakkında, gerekse karşılaşacağı olaylar hakkında bilgi verebildikleri ileri sürülür. Bu bakımdan, psikometri durugörü, postkognisyon ve prekognisyon medyumluklarının da sözkonusu olduğu bir medyumluk türü olarak ele alınır. Kimi Parapsikologlar, psikometri medyumluğunu medyumun sözkonusu eşyaya önceden dokunan kimseden eşyaya sinmiş vibrasyonları alarak, bu vibrasyonların kaynağı olan kişiyle psişik irtibat kurması şeklinde açıklar.

Psikometri deneylerinde metal eşyalar üzerinde daha verimli sonuçlar alındığı gözlemlenmiştir. Kapalı mektupları okuyabilen psikometri medyumlarına kriptoskop adı verilir.

Psikometri ile karıştırılmaması gereken Psikometrik psikoloji ise, çağdaş psikolojide kullanılan testlerin hazırlanması üzerine araştırma ve geliştirme yapan bir uzmanlık alanıdır.

Radyestezi, İnsan bedenindeki titreşim alanlarının, canlı ya da cansız nesneler hakkında bilgi sağlamak için faydalanıldığı bilim dalıdır. Bu bilgi, hedef nesnenin enerji alanlarıyla eşdeğer rezonansa girerek sağlanır. Bilginin deşifre edilebilmesi için özel kalibre edilmiş cihazlar kullanılır.

Önceleri sadece su bulma, maden arama ve kayıp nesnelerin yerini belirleme vb gibi alanlarda kullanılırken, radyestezi günümüzde tıbbi teşhisler için uygulama alanı bulmaya başlamıştır.

Telekinezi "uzaktan hareket" ya da kısaca TK, maddeler üzerinde düşünce gücüyle etki yapma olarak tanımlanır.

Telekinezi terimi Yunanca "uzak" anlamındaki "tele" sözcüğü ile "hareket" anlamındaki "kinesis" sözcüklerinden türetilmiş olup, metapsişikçilerce "fiziksel medyumluk yeteneğine sahip bir insan tarafından eşyaların el veya bilinen diğer araçların yardımı olmaksızın uzaktan hareket ettirilebilmesi paranormal olayı"nı adlandırmak üzere kullanılmaktadır. Parapsikologlar bu olayı psikokinezi kapsamında ele alırlar. Bir başka deyişle, telekinezi terimi daha çok metapsişikçiler tarafından kullanılmaktadır; parapsikologlar ise psikokinezi terimini tercih ederler.

Telekinezi deneylerinde en başarılı sonuçların alındığı isimler Rus psişik Nina Kulagina ve İsrail'li psişik Uri Geller'dir. 1968'de Moskova'da yapılan Uluslararası Parapsikoloji Konferansı Dr. Leonid L. Vasiliev'in Kulagina ile yaptığı telekinezi deneylerinin bilim çevrelerinde duyulmasını sağlamıştır. Uri Geller ile yapılan telekinezi deneyleri ise, önce Cambridge Üniversitesi uzmanları ve Dr. Andrija Puharich tarafından, daha sonra Londra'daki Birbeck Koleji Fizik Bölümü'nde,Prof. John Hasted, Prof. david Bohm ve Prof. John Taylor tarafından gerçekleştirilmiştir.
 

Telepati, düşünceler arasında doğrudan doğruya bağlantı kurulması, iki zihin veya ruh arasında imaj, fikir, sembol tarzında ortaya çıkan etki alış verişidir. Bilinen duyular, ya da herhangi bir araç kullanmaksızın, her türden düşünce ve duygunun zihinden zihine gönderilip, alınması tarzında yapılan bir haberleşmedir.

Telepatiyi, ünlü metapsişikçi ve spirit araştırmacısı J. L’homme’nun ağzından şöyle tarif edebiliriz: Kendisinde bir içgüdü, bir imaj, bir koku ve bazen de sesler halinde olan, bir fikri alma kabiliyeti. Telepati mantal seviyedeki birçok psişik ve spirit olayların, fenomenlerin esası olmasından dolayı önemlidir. Ruhsal irtibatlar, -medyomsal celse çalışmalarında olduğu gibi- derin telapatik bir birleşmedir. Telepati, evrensel bir bilgi iletişim aracıdır.

Telepatide, alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır. Telepati esnasında düşüncesini yayan, gönderen kimseye Ajan (Agent) yani verici denir. Alıcı (Percipiant) ise telepati deneylerinde süje olarak geçer. Parapsikolojide DDA kapsamında araştırma konusu olan telepati, insan zihninin ve psişik varlığının zamanla körelmiş bir yeteneğidir. Devamlı çalışmak suretiyle bu yetenek gelişebilir.

Telepati yeteneği hemen hemen hepimizde bulunmasına rağmen, daha başarılı sonuçların alınmasında kişiler arasındaki heyecansal uyumun olumlu etkisi olduğu saptanmıştır. Birbirlerine aşık olan insanların, anne ve çocukların, çok samimi dostların, kardeşlerin veya buna benzer birbiriyle sempati bağları bulunan insanların birbirlerini, konuşmaksızın daha kolaylıkla anlaşabilmelerinin bir sebebi de budur.

Dr. I. Kogan’a göre: “Telepatik alış veriş sırasında telepatik verici, bir fikri kendi zihninden alıcının zihnine yansıtırken daha çok bu fikri içeren bir enformasyonu aktarmaktadır. Bu enformasyonlar, alıcının zihnine bir psi alanı vasıtasıyla aktarılır.” Psi alanı vasıtasıyla aktarılan enformasyon özel dalgalar halinde yayılmaktadır; telepati olayını bilimin henüz bilemediği bir güç sağlamaktadır.

Telepati zamanla ve mekanla sınırlnamaz. Telepatik tesirler zihinsel ve ruhsal güçlerin kapasiteleri oranında, uzay ve zamansızlık içinde her yere ve her yöne yönlendirilebilir. Örneğin, radyo dalgaları, televizyon dalgaları, eski çağlarda da mevcuttu. Fakat, her ikisi de keşfedilip ortaya çıkarılıncaya kadar yok gibiydiler. Kulaklarımızın algılayamadıklarının bir kısmını, örneğin telsiz ve radyo gibi araçlarla; gözlerimizin algılayamadıklarının bir kısmını da, yine örneğin televizyon gibi araçlarla algılayabiliyoruz.

Nitekim hayvanlarda algılama sınırları insanlardan farklı olduğundan, bir araca, bir gerece gerek duymadan, örneğin bir köpek, bizlerin kulaklarımızın duymadığı tiz bir düdük sesini duyup, ona uyabilir. Yine çoğu evcil hayvalarımızla, bazı diğer hayvanlar, depremlerden önce, deprem tesirlerini algılayıp, bir takım huzursuzluk belirtileri gösterebilirler. İşte bunlar gibi, beş duyumuzla algılayamadığımız ruhsal tesirlerden biri de, 'telepati'dir.

Psişik yetenekler insanla ilgili olduğuna göre, hepsinin tarihini insanlığın başlangıcına kadar indirmek mümkündür. Fakat yazılı kayıtların hepsinde, değişik değişik zamanlamalar rastlanmaktadır. Örneğin 19. yüzyıla kadar telepati için “düşünce nakli (transmisyonu), zihin okuma, zihinsel haberleşme” gibi adlar kullanılagelmiştir.

Belki de parapsikoloji terimleri içerisinde en çok tanınan, en çok bilinen fenomen telepati fenomenidir. Birçok kişi telepati hakkında şöyle veya böyle birtakım bilgilere sahiptir. Farklı alanlarda bu fenomen değişik şekillerde kavramlaşmıştır. Örneğin bu yetenek için “zihin okuma, zihinden zihne haberleşme, düşünce transmisyonu” gibi ifadelerde kullanılmaktadır. Rusya ve eski Doğu Bloğu ülkeleri de Bio Enformasyon terimini kullanmayı tercih etmişlerdir.

Telepati, düşünceler arasında doğrudan doğruya bağlantı kurulmasıdır. İki zihin veya ruh arasında imaj, fikir, sembol tarzında ortaya çıkan etki alışverişidir. Bilinen duyular, ya da herhangi bir araç kullanmaksızın, her türden düşünce ve duygunun zihinden zihne gönderilip, alınması tarzında yapılan bir haberleşmedir.

İngiliz Ruhsal Araştırmalar Derneğinin kurucularından olan F. Myers Yunanca tele (uzaktan) ve pathos (duygu, düşünce) kelimelerinden telepatiyi türetmiştir.

Ezoterik bilgilere göre telepatinin kökeni insanoğlunun başlangıcına kadar dayanır ve o zamanlar telepati bir fenomen olarak kabul edilmezdi. Bugün modern dünyanın sakinleri olan bizler, nedense aklımızın ermediği ve alışamadığımız her şeye ‘acayip’ veya ‘doğaüstü’ damgasını vuruveriyoruz. Bu fenomen bir kez etüt edildiğinde, prensiplerinin tamamen mantıksal olduğu görülür. Araştırmacılar Avusturalya’daki bazı orman kabilelerinin bir tür zihinsel iletişim metodunu kullandıklarını bildirmektedir. Bu araştırmacılardan biri olan Alexander Markey, Yeni Zelandalı Maoris’lerin günümüzde hala telepati kullanarak iletişim sağlayabildiklerini yazmış olduğu bir kitabında ifade etmektedir. Ormanda bir kabileden diğerine seyahat ederken, sözlerinin daha önce iletildiğini farketmişti. Gideceği yere varınca tüm kabilenin, kendisini beklediğini görmekteydi. Oysa bu haberin kabileye fiziksel bir vasıtayla ulaşması imkânsızdı. Mistik tecrübeleriyle tanıdığımız Hindistan halkı, telepati ve benzer psişik yeteneklere çok yabancı değildir. Buradaki fakir, yogi ve keşişlerin kendilerini tanıma yolunda keşfettikleri yeteneklerini kimi zaman insanlara da sergilediklerini biliyoruz. Bu kimseler, konsantre olma üzerine hayatları boyunca çalışmaktadırlar. Dolayısıyla birtakım fenomenleri uygulamada oldukça başarılı olmuşlardır.

Afrika'da bazı kabilelerin, DDA yeteneklerini kullanarak haberleşmelerini sürdürdükleri bilinmektedir. Büyük Sahra Çölü’ndeki vahalarda yaşayan bu kabileler, bulundukları vahaya yaklaşmakta olan kervan konvoylarını 1000 mil (yaklaşık 1600 km.) ötelerden, içindeki canlılar ve öteki ağırlıklarıyla birlikte algılayabilmektedirler. Araştırmak isteyenler için bu kabilelere örnek olarak Tabu yerlilerini örnek verebiliriz.

Yine, gizli bilimlerle uğraşanlarda (okültistlerde), teozofi ve tasavvufta ustalaşmak isteyenlerde, telepati yeteneğini geliştirip kullanmak, öteden beri yaygındır. Bu değişik ekollerin telapatları kendi bölgelerinde, “olgun ve keramet ehli” olarak değerlendirilirler.


Telepati deneylerinin yapılabilmesi için laboratuvar koşulları şart değildir; halk arasında veya aile içinde yapılan telepati deneyleri arasında en bilinen yöntem şöyle açıklanır: Dış uyaranların az olduğu (sessiz, pek ışık almayan, soğuk olmayan vs.) bir odada birkaç kişi gevşeme ve zihinsel konsantrasyona girer. Bu kişilerden biri “verici”, diğerleri “alıcı”dır. Deneyde herhangi bir aldatmaca olmaması için verici kişi deneyden önce diğerlerine aktarmak istediği şey (imaj, örneğin bir elma) neyse onu bir kağıda diğerlerinden gizli olarak yazmış olmalıdır. Beş veya on dakika süren konsantrasyon süresince verici kişi başka hiçbir şey düşünmeden aktaracağı imaja konsantre olmalı, yani hep onu düşünmeli ve onu zihninde net ve berrak bir şekilde canlandırmalıdır. Alıcılar ise, vericiden gelen tesir yayınının zihinlerinde yer edebilmesi için hiçbir şey düşünmemeye, zihinlerini tümüyle boş tutmaya azami derecede dikkat etmelidirler. Başarı, vericinin konsantrasyon derecesine bağlı olduğu kadar, alıcıların her türlü kaygı ve kişisel düşüncelerden uzak bir biçimde zihinlerini boş tutabilmelerine bağlıdır. Konsantrasyon bitiminde tüm alıcılar kendi önlerinde bulunan kağıda zihinlerinde hangi imajın belirdiğini yazarlar ve sonuçlar karşılaştırılır. Gözlemler her beş kişiden birinin iyi bir alıcı olduğunu ortaya koymuştur.

Trans, parapsikoloji sözlüklerinde “iradi hareketlerin yokluğuyla ve düşüncenin otomatizma durumuna geçmesiyle nitelenen psikolojik ayrışma hali” veya “paranormal bir fenomenin belirdiği, değişik derinlik derecelerindeki bilinçsizlik hali” olarak tanımlanır.

Bununla birlikte, şaman transında ve psikolojik ayrışma yöntemiyle edinilen transta görüldüğü gibi, bilincin kaybolmadığı trans halleri de vardır. Ruhçuluğa göre ruh ve beden ilişkisinin, dolayısıyla perispri ve beden ilişkisinin gevşemesiyle oluşan özel bir bilinç halidir. Metapsişikçiler sezgisel medyumluk yoluyla bilgi alınmasını sağladığından transı insanlığın manevi alandaki en önemli bilgi alma kaynağı olarak görürler.
 

Prekognisyon meydana gelecek olayların önceden paranormal olarak algılanması fenomenine Parapsikoloji'de verilen addır.
Prekognisyon ile premonisyon arasındaki fark, prekognisyonun özel bir olay hakkında açık bir bilgi içermesine karşılık, premonisyonda meydana gelecek olayla ilgili yalnızca belli belirsiz bir hissetmenin sözkonusu olmasıdır. Parapsikologlar geleceği bilme fenomeninin gerçek olduğunu, bu fenomenin gerçekliğinin sayısız vakalarla ortaya konmuş olduğunu kabul etmekle birlikte ve bu fenomeni laboratuvar koşullarında deneysel olarak inceleyip sonuçları sınıflandırmakla birlikte, fenomenin nasıl oluştuğu ve nedeni konusuna bir açıklama getirememektedirler. Prekognisyon fenomeni, büyük çoğunluğu geleceğin önceden düzenlenmiş olamayacağını savunan Parapsikologlar arasında geleceğin önceden düzenlenip düzenlenmemiş olması konusunda bir görüş ayrılığına neden olmuştur. Bu konu, Fatalizm’e karşı çıkan Neo-spiritüalist görüşte, geleceğin geçmişte yapılan iradi hareketlerin sonuçları olarak nedensellik kuralınca kısmen belirlenmiş ve insanın iradi hareketleriyle mukadderatını her an belirlemekte olduğu düşüncesiyle açıklanmaktadır.


Parapsikolojik araştırmalara göre, prekognisyon medyumluğunun kapsamındaki fenomenlerin oluşum biçimleri içinde, % 60’ını haberci rüyalar, % 40’ını ise uyanıkken kendiliğinden görülen vizyonlar, işitsel halüsinasyonlar, aniden zihinde çakan düşünceler, trans sırasında alınan duyumlar veya bilme duygusu biçiminde ortaya çıkan medyumluk oluşturmaktadır.


Parapsikolojik istatistikler prekognitif duyumların büyük kısmının genellikle ilk 48 saat içinde olacak olaylara ilişkin olduğunu göstermektedir. Aylar veya yıllar sonra olacak olaylara ilişkin prekognisyonların sayısı çok azdır. Yine Parapsikolojik istatistiklere göre, prekognisyon fenomenlerinin % 80’lik kısmında, fenomene konu olan kişiler ile prekognitif duyumu alan kişi arasında duygusal bir bağ (eş, aile bireyi, dost vs.) olduğu görülmüştür. Bu bağın mevcut olmadığı % 20’lik kısım ise genellikle büyük, önemli felaketlere (uçak düşmesi, deprem, önemli birine suikast girişimi vs.) ilişkin duyumlardır.

Ekminezi, hipnoz veya psikolojik ayrışma içindeki süjede içinde bulunduğu yaşamdaki veya geçmiş yaşamlarındaki (reenkarnasyonlarındaki) izlenimlerin tekrar canlanmasına ve bunu sağlayan yönteme verilen addır. Yöntem, reenkarnasyon olgusunu kabul etmeyen kimilerine bilimsel gelmese de, günümüzde "past-life regression" adı altında psikoterapide psikoterapist hekimlerce, çeşitli üniversitelerdeki parapsikoloji kürsülerinde parapsikologlarca ve özellikle A.B.D.’nde yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. A.B.D.’li psikolog Helen Wambach bu yöntemi 1088 süje üzerinde uygulamıştır. Yöntem Fransızcada ecmnésie olarak yazılır. Terim Grekçe'deki ektos ("dışında") ve mnimi ("hafıza") sözcüklerinden türetilmiş olup ilk kez Dr. Pitre tarafından kullanılmıştır.

Duruişiti, hiçbir aygıt kullanmaksızın, algılanabilmesi olanaksız uzaklıktaki ses, konuşma ve müzikleri işitebilme ve bedensiz varlıklardan gelen tesirleri söz halinde duyabilme paranormal yeteneğine metapsişikte verilen addır. Durugörü yeteneği ile karşılaştırıldığında, aralarındaki tek fark, paranormal algılamanın birinde görme, diğerinde işitme tarzında gerçekleşmesidir.

Duruişiti fenomeninde işitilen ses, kulakla duyulan sese benzemez, içten gelen, zihinsel olarak işitilen bir sestir. Fakat ses beynin içindeymişcesine bilinen ses gibi işitilir ve kuşkuya yer bırakmaz. Bununla birlikte, fenomende ses, önceleri karışık, belli belirsiz gelen fısıltı sesleri halinde olur; gitgide kuvvetlenir ve sonunda normal ses tonuna ulaşır. Olayı betimlerken izlenimlerini aktaran duruişitirlerin belirttiklerine göre, “adeta beynin içine bir telefon aygıtı yerleştirilmiş gibidir.”

Duruişiti fenomeni hipnotik veya doğal uykuda, “uyku-uyanıklık arası” halinde ve izolman, ekstaz (vecd), trans gibi degajman halleri sırasında oluşabildiği gibi uyanıkken (dalgınlık sırasında) de oluşabilir.

Rüyalarda, tanınmayan bir sesin fısıldaması tarzındaki duruişiti hami varlıktan gelen mesaj olarak kabul edilir. Duruişitirlerden en tanınmış olanı Fransız kahramanı Jan Dark’tır (Jeanne d'Arc).
 

Durugörü (clairvoyance) canlı ve cansız nesnelerin ve olayların beş duyunun yardımı olmadan (paranormal olarak) algılanmasına verilen addır.

Durugörü kişide objektif veya sübjektif vizyonlar ya da imaj duyumları tarzında belirebilir. Durugörü fenomenine, hipnoz, doğal uyku, uyku-uyanıklık arası, izolman, vecd, trans gibi Parapsikoloji’de “değişik şuur halleri” adı altında incelenen degajman hallerinde daha sık rastlanır.

Durugörü fenomen ve yetenekleri metapsişikçiler ve parapsikologlarca çeşitli sınıflara ayrılarak incelenir.

Metapsişikçiler durugörü yeteneklerini başlıca şu sınıflara ayırırlar:

Gizligörü (lüsidite): Gözler kapalıyken çevreyi görebilme.
Kritoskopi. Saydam olmayan cisimlerin ardını görebilme
Alteroskopi (alloskopi): Kişinin başkalarının bedenlerindeki iç organları, bunların işleyişlerini, auraları görebilmesi ve bu sayede bedensel rahatsızlıkları saptayabilmesi. Bu yetenek kişinin kendi bedeni için sözkonusu olduğunda yeteneğe otoskopi adı verilir.
Teleoptik: Kişinin beş duyusuyla algılayamayacağı uzaklıktaki ya da kapalı bir ortamdaki olay, nesne ve canlıları algılayabilmesi. Bu yeteneğin bir çeşidine coğrafi ya da gezici durugörü (remote viewing) adı verilir. Gezici durugörü medyumları içinde en ünlüsü olan A.B.D.’nden Ingo Swann’ın bu yeteneğini kullanabilmesi için kendisine yerkürenin herhangi bir yerinin enlem ve boylam koordinatlarının kendisine verilmesi yeterliydi. A.B.D.’nin soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı Swann’ın bu paranormal yeteneğinden yararlanmış olduğu ileri sürülür.TürkçeSwann ve CIA-İngilizce
Zamansal durugörü (prekognitif ve postkognitif durugörü): Yeteneğin geçmiş veya gelecekteki olayları algılamaya yönelik olması.
Telepatik durugörü.

Dedublüman ruhçulukta, bedenli bir varlığın, bedenindeki maddelerin bir kısmını demateryalize edip, onları istediği bir biçime sokarak, başka yerlerde ortaya çıkarması” olarak tanımlanır. Daha açık bir deyişle kişinin, aynı anda iki ayrı yerde biri yoğun, diğeri süptil maddelerden oluşan iki bedene sahip olmasıdır.

Süptil maddelerden oluşmakla birlikte, dedublüman fenomeninde bu ikinci beden herkesçe görülebilir, hatta elle tutulabilir derecede yoğunlaşmış durumda olur. Teozofik terimle bu, astral bedenin yoğunlaşmış halde görülmesi olarak da tarif edilebilir. Klasik spiritüalizmin dedublüman fenomenini perispirinin yoğunlaşması olarak açıklamasına karşın, neo-spiritüalizm dedublüman fenomeninin perisprinin bir faaliyeti sonucunda olduğu, fakat olayda sözkonusu olan bu ikinci bedenin (dublenin) perispri olmadığı görüşündedir. Dedublüman olaylarına en sık, sufilerde rastlandığı ileri sürülür. Dedublüman bilokasyon fenomeninin bir türü olarak sınıflandırılır.


Teşevvüş, neo-spiritüalist terminolojideki bir terim olup, kısaca, bir realiteden diğerine geçilirken içine düşülen bocalama veya karışıklık hali olarak tanımlanır.

Teşevvüş terimi neo-spiritüalizm’de iki durumu belirtmek üzere kullanılır:

1- Bedenin terk edilmesiyle yaşanılan teşevvüş: Bu, kısaca, ölüm denilen olayla spatyum’a göçmüş varlığın spatyuma derhal uyum gösterememesi sonucunda yaşadığı teşevvüştür. Varlığın spatyumda olduğunu idrak edememesine, dünyevi alışkanlıklarını bırakamamış olmasına, hala dünyevi realitesine ait imaj ve sembollerin anı ve izleriyle hareket etmesine bağlı olarak içine düştüğü bocalama ve şaşkınlık hali olarak açıklanır. Bu aynı zamanda kendisine yabancı, yeni bir ortamı kavrayamayan ve bu ortama alışamayan varlığın geçirdiği doğal bir uyumsuzluk dönemidir. Varlık imajinasyonunu şuurlu olarak sevk ve idare edemediği gibi, çevresindeki olayların kendi imajinasyonunun ürünü olduğunun idrakinde de değildir. Kendiliğinden imajinasyon aşaması denilen bu aşamada, varlık kendi imajinasyonuyla yarattığı yapay dünyada, imajinasyonunun ürünü olan olayların içinde yaşar durur. (Buradaki yapay dünyadan kasıt, spatyumun süptil maddelerinin düşünceyle şekil alabilme özelliğine sahip olmasından dolayı, varlığın farkında olmadan kendi imajinasyonuyla çevresinde oluşturduklarıdır.)

2- İnsanın realite değiştirmesi sırasında yaşadığı teşevvüş: Ruhsal gelişimin sıçramalar tarzında olmayıp, tedriç ilkesine uygun olarak yavaş yavaş, derece derece gerçekleşmesinden dolayı her insan yeni realitesine birdenbire ve tümüyle uyum gösteremez, bir geçiş dönemi yaşar. Teşevvüş adı verilen bu geçiş dönemindeki insan ne yeni realitesine birdenbire ve tam anlamıyla uyum gösterebilir, ne de eski realitesini birdenbire ve tam anlamıyla terk edebilir. Teşevvüş dönemine yeni realitesine uyum göstermeye çalışan insanın uyumsuzluk dönemi de denebilir. Teşevvüşteki kişi yeni realitesinin bilgi ve prensiplerini henüz hazmedememiş ve eski realitesinin düşünme alışkanlıklarını, bakış açılarını vs. tam olarak terk edememiş durumdadır. Teşevvüş adı verilen bu bocalama, şaşkınlık ve karışıklık hali, bireyler için sözkonusu olduğu gibi, toplumlar için de sözkonusudur. Yani toplumsal gelişimde de her iki realite arasında bir teşevvüş dönemi olur ki, teşevvüşü atlatamayan toplumlar çöküş sürecine girerler.

Akışkan (Termodinamik,mühendislik),sıvıları , gazları, plazmaları ve bazı durumlarda plastik katıları (eriyik) kapsayan, maddenin hallerinin bir altkümesidir.
Akışkan (Spiritüalizm,Metapsişik) Katı,sıvı ve gaz hallerindeki maddelere oranla yoğunlukları daha az, vibrasyonel hız düzeyleri daha yüksek maddelere verilen ad.
 

Bağlı şuur ruhçu terminolojide kullanılan bir terim olup, serbest şuur haliyle kıyaslama yapmak üzere kullanılır ve bedenlenmiş ruhun dünyevi şuurunu ifade eder.

Ruhçu anlayışta serbest şuur ile bağlı şuur arasındaki fark şöyle açıklanır: Serbest şuur ruhun ancak bedensiz haldeyken ulaşabileceği şuur halidir, bağlı şuur ise bedenli halde iken sözkonusu olan şuurudur. Bağlı şuur, ruhun serbest şuurunun dünyadaki bedenlenme koşullarına bağlı olarak daralmış, kapanmış, kısıtlanmış, sınırlanmış halidir; serbest şuurun hakiki bilgilere dayalı olmasına karşılık, bağlı şuur büyük ölçüde dünyasal bilgilere dayalıdır.

Hami varlık, (protector spirit), pek çok tradisyonda, eski uygarlıklarda ve çeşitli dinlerde çeşitli adlarla sözü edilen, her insana yaşamı boyunca yardım eden, ona rüyalar, sezgiler ve olaylar yoluyla mesajlar vererek yardımlarda bulunan, görünmez koruyucu varlığa Spiritüalizm’de verilen addır.

Kimi kutsal metinlerde koruyucu melek olarak da adlandırılan hami varlık, Spiritüalist görüşe göre, her insana yeryüzünde doğumundan önce “yaşam planı”nın hazırlanmasında yardım eden, bu planın uygulanmasını kendisine görev edinen, bunun için hamisi bulunduğu insana yaşamı boyunca yardımlarda bulunan bedensiz varlıktır. Fakat hami varlık, hamisi bulunduğu insanı koruyup kollarken ilâhî ilkelerin dışına çıkmaz, çıkamaz. Hamisi bulunduğu insanın karşısına çıkacak olayların düzenlenmesinde belli ölçülerde bir rol oynar. Bu olayların o insanın yaşam planını dahilinde düzenlenmesine yardımcı olur, gerekirse o insanın karşısına çeşitli olaylar çıkarmak, yahut sezgi, rüya tarzında beliren tesirler göndermek yoluyla uyarılarda bulunur; kısaca, dünya yaşamının güçlüklerle dolu çetin yolunda yürürken ıstıraplı olaylara dayanabilmesine ve sınavları başarabilmesine çeşitli şekillerde yardım eder. Bununla birlikte hami varlık hamisi bulunduğu varlığa İlâhî İrade Yasaları'nın gereklerini aşan bir yardımda bulunamaz, o varlığın mukadderatını değiştiremez. İlâhî İrade Yasaları hiçbir varlığa ayrıcalık tanınmasına izin vermez.

Hami varlık onun iradi hareketlerine engel olmaktan ziyade, uyarılarda bulunur. Bu uyarıların büyük bir kısmı insanın karşısına çıkarılan olayların içerdiği mesajdır. Bu yüzden insanın uyanık bulunup yapacağı tarafsız gözlemlerle “olayların dili"nden anlamaya çalışması büyük bir önem taşımaktadır.

Hami varlığın vazifesi, hamisi bulunduğu varlığın ölüm olayı ile bedenin terk etmesine kadar sürer. Bununla birlikte Spiritüalistler, hami varlığın bu yetiştirme fonksiyonunun bazen birkaç reenkarnasyon boyunca sürebileceğini belirtirler. Ruhsal tebliğlere göre, vazifeli varlıkların hamisi bağlı bulunduğu bir Ruhsal Plan olabilir ve bireyler gibi toplumların da hami varlık grupları ya da kümeleri vardır. Bunlara, eski Romalılar'da Genius adı verilmiştir.
 

----------------

Tanım ve Tarihçe
Hipnotizma, hipnoz halinin manyetizma (hayvansal manyetizma) yöntemlerinin dışındaki yöntemlerle oluşturulması olayına ve hipnotik hipnozun uygulamalı, bilimsel etüdüne verilen addır. Terim ilk kez 1840’larda İskoç hekim S. James Braid tarafından kullanılmıştır. İlk zamanlar sihirbazlık ya da büyücülüğün bir dalı gibi görülen hipnotizma bilim çevrelerince önceleri mesmerist bir uygulama sanılarak aşağılanmışsa da, 19.yy.’ın sonlarında kimi psikoloji çevrelerinin, özellikle Salpetrier ve Nancy ekollerinin reddetmek yerine fenomene bilimsel araştırıcılıkla yaklaşıp, fenomeni bilimsel deneylerle sistemli bir şekilde incelemesi sonucunda, hipnotizma bilim alanındaki yerini almıştır.


 Hipnotizma'nın iki temel yöntemi
Günümüze dek çok çeşitli hipnotizma teknikleri geliştirilmişse de telkin ve konsantrasyon bu tekniklerin hepsinde bulunan ortak yöntemlerdir. Hipnotize edilen kimse doğal uykudaki halde değildir. Örneğin kendiliğinden rüya görmez. Zihni hipnotizörle bağlantı halindedir ve imajinasyonunu hipnotizörün telkinlerine bırakmış bir durumda bulunur. Telkin psikoloji sözlüklerinde “tartışma ve zorlama gibi çabalar sözkonusu olmadan birine bir şeyi yalnızca sözle benimsetme” olarak tanımlanır. Telkinle süjenin halüsinasyon görmesi ve hipnoz halinden çıktıktan sonra herhangi bir şeyi yapması sağlanabilir (posthipnotik telkin).


 Telkinin rolü ve imajinasyonun gücü
Bazı deneylerde süjeye “elin şu anda yanıyor” telkiniyle elinde yanık izleri bile oluşturulmuştur. Bu veriye dayanan kimi araştırmacılar, esas rolü oynayan etkenin hipnotizörün telkinin değil, süjenin “kendiliğinden imajinasyon”u olduğu sonucuna varmışlardır. Yani hipnotizörün yaptığı yalnızca, telkiniyle süjenin imajinasyonunu harekete geçirmek ve yönlendirmektir. Fakat hipnotize edilmiş kişiye vicdanına ya da vicdani iradesine uymayan eylemler yaptırılamaz. Örneğin hipnotizma yoluyla süjeye cinayet işlettirilemez.Araştırma ve deneyler herkesin hipnotize edilemeyeceğini, fakat kişinin psikolojik durumu gibi kimi etkenlerin hipnotize edilebilirliği arttırıcı olarak rol oynadığını saptamışlardır.


 Hipnotize edilebilirliği kolaylaştıran etkenler

Pierre Janet (1859-1947) deneyleri sonucunda, süjenin hipnotize edilmesini kolaylaştırıcı etkenlerden bazılarını şöyle sıralamıştır:

Geçmişte ruhsal bir çöküntü, kriz geçirmiş olma.
Doğal uyurgezer olma.
Zihinsel yorgunluk, yani devamlı dikkatten doğan yorgunluk.
Aşırı heyecan hallerinde kendini kolayca kaybediyor olma.
Hipnotizöre bağlılık eğilimi duyma.


Hipnotizmanın uygulanımı
Psikoterapide ve ameliyatlarda da kullanılan hipnotizmanın uygulanma alanları giderek genişlemektedir. Hipnotizmanın tedavi amaçlı uygulamalarından en tanınanları hipnoterapi, biyoterapi ve sofroloji adıyla bilinir. Metapsişikçiler yeterince bilgi, görgü ve deneyime sahip olunmadan hipnoz deneylerine kalkışılmamasını, aksi takdirde tehlikeli ve zararlı sonuçlarla karşılaşmanın çok muhtemel olduğunu belirtmektedirler.Metapsişik araştırmacılar manyetizmanın hipnotizmadan daha sağlıklı olduğu görüşündedir.
----------------------

Hipnoz Tanım
Hipnoz Psikoloji'ye göre, telkine yatkınlık gösteren bir tür yapay uyku veya uyku-uyanıklık arası haldir. Terimi ilk kullanan, Yunan mitolojisindeki uyku ilahının adından (Hupnos)esinlenen İskoç hekim S. James Braid'dir (1795-1860). Hipnoz, ruh ve beden ilişkisinin (sonuçta perispri ve beden ilişkisinin) gevşemesi sonucunda oluşan bir degajman halidir.


Metapsişikte ve Spiritüalizmde Hipnoz
Metapsişikteki Hipnoz Yöntemleri


Hipnoz hali iki yolla sağlanır: Manyetizma yoluyla (manyetik uyku) ve hipnotizma teknikleriyle (hipnotik uyku). Manyetizma yöntemlerini süjeler üzerinde bilinen anlamda ilk uygulayan ve bu etkiye "hayvansal manyetizma" adını veren kişi, canlılar üzerindeki manyetizmanın kâşifi sayılan, Franz Anton Mesmer'dir (1734-1815). Manyetik hipnoz, hipnotik hipnoza kıyasla hem daha derin ve doğal bir degajman halidir, hem de ruhsal incelemeler için, daha yararlı, bol ve verimli olanaklar sunar. Manyetik hipnozda ayrıca hipnotik hipnozda görülen zarar ve tehlike olasılıkları pek bulunmaz. Manyetik hipnoz hali telkinle oluşmaz ve telkinle ortadan kalkmaz. Hipnoz altındaki kişi yalan söyleyemez. Hipnoz altındaki kişiye vicdanına ya da vicdani iradesine uymayan eylemler yaptırılamaz. Metapsişikçiler yeterince bilgi, görgü ve deneyime sahip olunmadan hipnoz deneylerine kalkışılmamasını, aksi takdirde tehlikeli ve zararlı sonuçlarla karşılaşmanın çok muhtemel olduğunu belirtmektedirler.

Hipnozun üç temel hali

Hipnozun derinlik derecelerine ve özelliklerine göre farklı çeşitleri vardır. Başlıca üç hipnoz hali vardır:

Letarji (şarm, telkin, inangaçlık hali): Neo-spiritüalizm, hipnozun bu aşamasını “kendiliğinden imajinasyon” aşaması olarak görür. Hipnozun bu halinin en belirgin özelliği süjenin telkine şuursuzca yatkınlık özelliğidir. Bu haldeki süjede telkin yoluyla, beş duyuyu ilgilendiren hipnotik halüsinasyonlar yaratılabilir.
Katalepsi (donma hali): Süjenin gözleri açık olmakla birlikte, kasları donma denilen derecede uzun süre sabit kalır. Organlarını bırakıldığı konumda tutar. Çevredeki gürültüleri duymamakla birlikte, müzikten etkilendiği saptanmıştır. Telkin alma yeteneği azaldığından, emirler sonuçsuz kalır.


Somnambülizm (uyurgezerlik hali): Süje kendisi üzerindeki kontrol yeteneklerini biraz daha bilinçli ve kapsamlı olarak tekrar kullanmaya başlar. Telkin doğrudan doğruya olanaklı değildir, ancak ikna yoluyla olanaklıdır. Süjede olağan halde görülmeyen bir zeka ve muhakeme yeteneği belirir. Bu şuur hali 'superconscience' olarak adlandırılmıştır. Somnambülizm hali de belirtilerine ve derinlik derecelerine göre kendi içinde sınıflara ayrılır. Hipnozdaki bu yapay somnambülizm (somnambulisme provoqué) hali "doğal uyurgezer" denilen insanlarda kendiliğinden oluşmaktadır ki, doğal uyurgezerler bu haldeyken, zeka gerektiren karmaşık faaliyetlerde bulunabilirler, fakat uyandıktan sonra, yapmış oldukları bu faaliyetlerin hiçbirini hatırlamazlar.


Hipnozun Kullanım Alanları

Günümüzde spiritüalizmde ve parapsikolojide kullanılmasının yanı sıra, psikoterapide, kriminolojide ve sancısız doğum, sancısız diş çekme (-A.B.D.’deki dişçilerin yaklaşık dörtte birinin uyguladığı belirlenmiştir-), yabancı dili çabuk öğrenme gibi çeşitli amaçlarla birçok alanda kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca uluslararası istihbaratta da kullanıldığı ileri sürülmektedir. Manyetik hipnozla yapılan tedavi sistemine ve uzmanlık alanına kimi ülkelerde biyoterapi adı verilmektedir. Bir başka uyku türüne ilaçla (enjeksiyonla) uyku denilmektedir, fakat bu uyku yöntemi metapsişikçilerce, bilinen hipnoz yöntemleri kapsamında ele alınmadığı gibi, bu uyku hali de hipnoz olarak ele alınmaz..

Fantom Hayalet
Fantom (phantom), halk deyişiyle “hayalet” olarak bilinen bazı fenomenlere metapsişik alanda verilen addır.

Ruhçu görüşe göre, fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda oluşmakla birlikte, ne ruhtur ne de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri Spiritüalizm’de esas olarak 3 grupta ele alınır:

Fiziksel medyumluk deneylerinde oluşan ektoplazmik fantomlar: Neo-spiritüalist görüşe göre, bunlar, materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini kullanan medyumun, ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek oluşturduğu fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile irtibata geçilmiş olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin sözkonusu olduğu durumlarda da medyum, bedensiz varlıktan aldığı tesir ve imajları peripri-akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu yine kendisi oluşturur.
Perisprinin etkisi altında, süptil maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble ve seyyal ikiz adıyla bilinen fantomlar.
Tekinsizyer fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı normal-dışı ölüm koşullarında can çekişen kişinin bıraktığı imaj yüklü vibrasyonların o mekana gelen hassas kişilerce paranormal olarak algılanması sonucunda hassas kişinin fantom algılaması.

Kendiliğinden imajinasyon

Kendiliğinden imajinasyon, spiritüalist terminolojide kullanılan bir terim olup, neo-spiritüalizm’de “varlığın, iradesi dışında cereyan ettiği izlenimi veren imajinatif faaliyeti” olarak tanımlanır.

Kendiliğinden imajinasyon Neo-spiritüalist görüşte varlığın bedenli veya bedensiz oluşu bakımından iki grupta ele alınarak açıklanır:

1- Fiziksel bedensiz bir ruh, yani ölüm olayı ile spatyuma geçmiş bir varlık için:

Maddi bağların baskısından kurtulmuş vicdanın varlığın iradesini etki altına alıp, şuuraltı imajlarıyla varlığın çevresinde objektif olaylarla dolu bir dünya yaratması. Klasik spiritüalizm (spiritizm) bu imajinatif dünyanın teşevvüş halindeki varlığın kendi imajinasyonuyla, fakat iradesi dışında yaratıldığı görüşüyle bunu “irade-dışı imajinatif kreasyon” olarak adlandırmıştır. İradesiz imajinasyonun olamayacağı görüşünden yola çıkan Neo-spiritüalizm’de ise buna “kendiliğinden imajinasyon” adı verilmiştir.

2- Bedenli bir varlık ya da hipnoz halindeki bir denek için:

Hipnoz halindeki deneğin imajinasyonunun operatörce (hipnotizör) sevk ve idare edilme durumu. Denek, operatörün telkin ettiği imajlara inanır ve o imajları yaşar. İmajinasyonu yönlendirilen deneğin durumu, spatyumda teşevvüş halinde bulunan varlığın durumuna benzer. Aradaki tek fark, imajinasyonun bu kez, vicdanın etkisi altında olma yerine bir başka iradenin (operatörün iradesi) etkisi altında olmasıdır
 

Metafizik

Metafizik” terimiyle karıştırılmaması gereken “metapsişik” terimi, “insanın olağan ruhsal fenomenlerini aşan, henüz yeterince açıklanamayan, insanın birtakım bilinmeyen yetenekleriyle oluşturduğu tüm paranormal olayları konu alan araştırma alanı” olarak tanımlanır. “`Bedene bağlı ruh`a ait” anlamındaki “psişik” sözcüğü ile “ötesinde” anlamındaki “meta” sözcüklerinden türetilen metapsişik terimi ilk kez 1905’te Paris Tıp Fakültesi fizyoloji profesörü Charles Richet tarafından kullanılmıştır. Terim hem isim hem sıfat olarak kullanılmaktadır. Metapsişik, günümüzde parapsikolojinin kapsamı alanına giren konuları parapsikoloji terimi ortaya atılmadan önce ele almış olduğundan, parapsikolojinin öncüsü olarak da kabul edilir. Fakat parapsikologların çoğunun paranormal fenomenlerde ruhun varlığının sözkonusu olmadığını ileri sürmelerine karşın, metapsişikçilerin hepsi de bu fenomenlerde kaynağın bedenli veya bedensiz bir ruh olduğunu kabul etmişlerdir. Bu yüzden kimileri parapsikoloji terimi yerine parapsişik ya da metapsişik terimini kullanmayı tercih ederler.

 

Takıntı (Obsesyon)

Takıntı (Obsesyon), ruhçulukta (spiritüalizm) ve ruhbilimde (psikoloji) farklı olarak tanımlanır ve farklı kavramları ifade etmek üzere kullanılır. Psikiyatri sözlüklerinde kısaca “yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan atamadığımız, mantık ve muhakeme ile uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen saplantı halindeki fikirler” olarak tanımlanır. Ruhçulukta ise, “bir bedensiz ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması” olarak tanımlanır. Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, birinde obsede edici etken bir fikir olarak kabul edilir, diğerinde ise bu etken bir fikir değil, bu tür fikirleri obsedeye (obsesyon olayına maruz kalana) aşılayan canlı bir varlıktır. Obsesyon (obsession) sözcüğü Latince’de “rahatsız etme” anlamında kullanılan “ obsideratum” ya da “obsidere” sözcüğünden türetilmiştir.

Ruhçulukta obsesyonun oluşmasını hazırlayan ve ilerleten başlıca koşullar

A- Psişik hallerle ilgili olanlar:

1- Hipnoz

2- İbadet veya meditasyon, konsantrasyon, izolman gibi birtakım mistik deneyimler sırasında kişinin kendisini çevreden yalıtması.

3- Üzüntü, sevinç gibi heyecan hallerinde aşırılık ve bu heyecanlara kapılarak kendini kaybetmek

4- Dalgınlık ve aşırı yorgunluk.

5- Hastalık komaları

B- Karakter özellikleriyle ilgili olanlar:

1- Bilgisizlik

a- Obsesyon hakkında bilimsel yazıları okumamaktan kaynaklanan bilgisizlik.

b- Ruhsal irtibat seansında bedensiz varlıkça verilen bilgilerin kontrolüne ve eleştirilmesine olanak veren bilgilerden yoksun olma.

c- Obsedör tarafından kullanılabilecek manevi (din,tasavvuf vs.) konulardaki bilgisizlik

2- Kişinin akıl ve muhakeme yeteneklerini gerektiği gibi kullanamaması

3- Temiz, saf kimselerin obsedör tarafından kullanılabilecek din, kutsallık duyguları, mistik eğilimleri ve karşısındakini yüceltme eğilimi.

4- İnangaçlık. Muhakeme etmeden akla her gelene veya her söylenilene inanmak.

5- Bağnaz (dogmatik) ve sabit fikirli olmak.

6- Cesaretsizlik. Obsedöre karşı gelecek cesareti gösterememe, her şeyine boyun eğme.

C- Ruhsal irtibat seansıyla ilgili olanlar:

1- Medyumun bilgi, görgü ve deneyim eksikliği.

2- Operatörün bilgi, görgü ve deneyim eksikliği.


Kimilerine göre, obsesyon olayının oluşması için bir bedensiz varlığın olması şart değildir. Yani insanlar arasında da oluşabilir. Obsedör varlıklar bedenlendiklerinde de saf, temiz insanları kandırarak çevrelerine bir sürü mürit toplarlar. Bu duruma örnek gösterilebilecek sayısız tarikat ve benzeri oluşumlar mevcuttur.

Psikoloji'de Takıntı
Takıntı (obsesyon) ya da saplantı psikiyatri sözlüklerinde “yanlış olduğunu bildiğimiz halde kafamızdan atamadığımız, mantık ve muhakeme ile uzaklaştırılamayan, arzu edilmeyen saplantı halindeki fikirler” ya da “bilince takılarak korku ve bunalım yaratan, kişinin istemli çabalarına karşın kurtulamadığı ısrarla tekrar eden düşünce, hayal ya da tepiler olarak” tanımlanır.

Mikrop kapma düşüncesi, aykırı cinsel düşünceler ve küfürlü dinsel düşünceler takıntılara örnek olarak gösterilebilir.

Bu düşünceleri etkisizleştirmek için yapılan hareketlere ise kompülsiyon adı verilir. Mikrop kapma takıntısını gidermek üzere aşırı temizlik, küfürlü dinsel düşüncelere karşı dualar etme, birtakım kelimeleri sessizce tekrar edip durma veya içinden sayı sayma kompülsiyonlara örnek olarak gösterilebilir. Takıntılar kişinin anksiyetesini (kaygı) arttırırlar; kişi de anksiyetesinden kurtulmak için kompülsiyonlara yönelir.
 

Obsedör obsesyon olayında obsede denilen kişiyi etki altına almış olan bedensiz varlığa klasik spiritüalizmde verilen addır. Fakat günümüzde obsedörlere özgü yöntemlerle çevresine saf, iyiniyetli insanları toplayan kimseler için de kullanılmaktadır.


 Obsedörlerin Taktikleri
Obsedörler avlarını ele geçirmek için her yola başvururlar ve çeşitli taktikler kullanırlar. Bu taktiklerden bazıları şöyle açıklanır:

Kendilerini iyi, güzel, erdemli, bilgin gibi göstermeye çalışırlar.
Avlarının huylarına göre ifadeler kullanarak telkinlerde bulunurlar.
Laf kalabalığı yaparak ve her bilim dalından yalan yanlış söz ederek kendilerini bilgili, deneyimli, uzman olarak kabul ettirmeye çalışırlar.
Yüksek sırlardan söz ediyormuş gibi poz yaparak birçok mucizevi olay (levitasyon, fantom, doğrudan ses vb. gibi metapsişik fenomenler) meydana getireceğini vaat ederler.
Bilinmeyen veya gelecekteki bazı olayları bildirerek avlarının güvenini kazanmaya çalışırlar.
Sorularla sıkıştırıldıklarında daha sonra yanıtlayacaklarını ya da yanıtların bilinmesinin soran için hayırlı olmayacağını söyler veya bu tür kaçamak yollara başvururlar.
Karşılarındakileri bilgisizlikle nitelendirerek, her söylediğini rahatlıkla empoze etmeye çalışırlar.
Din, tasavvuf, mistisizm ve kutsallıkla ilgili konulara yapışarak, kendilerine çeşitli payeler biçerler (örneğin geçmiş reenkarnasyonunda ünlü veya önemli biri olduğunu bildirme).



 Obsedörlerin Karakterleri
Obsedörlerin genel nitelikleri ise şunlardır:

Bağnazlık: Görüşlerini değiştirmekten nefret ederler, görüşlerini, inanç sistemlerini sarsacak herhangi bir düşünceye dayanamazlar, böyle düşüncelerden son derece ürkerler. Bu kararlı halleri de kimi deneyimsiz insanlar üzerinde daha etkili olmalarına neden olur.
Sevkedicilik: Herkesi kendi yollarına sürükleme ve kendilerini diğerlerine bir lider gibi gösterme hırsları vardır. Bu amaç uğrunda, öğüt, rica, maddi veya manevi çıkar vaatlerinde bulunur, çevrelerindekilere manevi payeler dağıtırlar, ısrar ederler ve gerekirse tehdit gibi her yola başvururlar.
Hükmedicilik: Hükmetme, yönetme, emretme ve kendini üstün gösterme özellikleri vardır.
Kurbanı bilgi kaynaklarından uzaklaştırıcılık: Kurbanlarını, uyanmalarını sağlayabilecek her türlü bilgi, fikir ve yayınlardan uzak tutmaya çaba gösterirler. Bunun için bu tür bilgi, fikir ve yayınların değersiz, hatta onlara zararlı olduklarını telkin ederler. Böylece, çevrelerinden yalıttıkları, kendi alemine çekilen obsede ya da obsedeler üzerindeki hakimiyetleri artar. Çünkü obsede, artık yalnızca obsedöründen aldıklarını doğru ve mutlak hakikat olarak kabul etmeye başlayacaktır.
Eleştiriden kaçmak: Eleştiriye hiç dayanamazlar. Çünkü kurdukları sistemi sarsabilecek bir öğedir. Eleştiri kavramını kurbanları olan obsedelerde de yok etmek isterler ve bunun için insanın akıl, muhakeme, düşünme, yaratıcı imajinasyon yeteneklerini köreltmeye, yok etmeye büyük çaba gösterirler. Kimi obsedörler bu amaçla müritlerine “ben sizleri hakikatlere akıl yolu ile değil, kalp yolu ile ulaştıracağım, akıl yolu şeytani, kalp yolu rahmanidir” türünden fikirler telkin ederler.
Bilgilerinin sınırlı ve belirli oluşu: Obsedörlerin bilgilerinin çok eksik ve sınırlı olmalarına karşılık, bu küçük bilgilerine sıkı sıkıya bağlı olmaları, yapışmaları deneyimsiz kişilerin gözünde o bilgilerin abartılmasını sağlar. Eleştiri de sözkonusu olmayınca obsedörün her saçmalaması eleştirilmemesi gereken büyük hakikatler ve hikmetler olarak kabul edilir. Oysa hakikati gören deneyimli bir kimse o varlığın tüm sözlerini bir araya toplasa, orada herkesin bulup söyleyebileceği basit bir iki fikrin veya dünyada belirli formüllere saplanıp kalmış bazı tarikat talimatının yüzlerce kez tekrarından başka bir değer bulamayacaktır.
Araştırmacı sorulardan kaçıcılık: Kişi obsedörün söylediklerinden biraz daha fazla hakikati öğrenmek ister ve söylediklerini biraz kurcalamaya kalkıştığı takdirde, söylediklerinin altında çelişkilerin, garip fikirlerin, anlamsız, hatta tehlikeli telkinlerin bulunduğunu görebilecektir. Obsedör varlıklar böyle sorularla, yani kurcalayıcı, çelişkileri ortaya koyucu sorularla karşılaştıklarında şaşırır, kızar, hatta tehditlerde bulunabilirler. Sonunda müritlerine bu tür sorular sormayı, daha ilerisini araştırmayı men edebilirler.
 

Perispri

Perispri, klasik ruhçuluk anlayışına göre, ruh ve beden bağlantısını sağlayan yarı maddî bir bağdır, ruhun normal koşullarda göremediğimiz esîrî bedenidir. Madde-dışı bir varlık olan ruh madde evreninde icraatte bulunabilmek için doğal olarak bir araca gereksinim duyar ki, bu araca perispri adı verilir. Bu, ruhun bir bakıma mantosu, örtüsü ve dışa ait, maddi uygulama aracıdır. Fiziksel beden, perispri kalıbı üzerine kuruludur; insan bedeninin ruhtan beslenmesini sağlayan ve insan bedenini ayakta tutan perispridir. Ölümden sonra yok olmaz, ruha bağlı kalmaya devam eder. Perispriyi teozoflar astral, mantal, kozal bedenler şeklinde kısımlara ayırırlar.

Psişik yetenek

Psişik yetenek Metapsişiğin ve Parapsikoloji’nin araştırma alanında bulunan, insanın paranormal (normal dışı, normal ötesi) denilen, bilinen fizikokimyasal yasalarla açıklanamayan psişik fenomenlerde sözkonusu olan yeteneklerini ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir. Paranormal yetenek terimiyle eşanlamlıdır.
Parapsikologlar bu yetenekleri ESP (Duyular-dışı algılama) ve PK (Psikokinezi) paranormal yetenekleri adı altında, Metapsişikçiler ise zihinsel medyumluk ve fiziksel medyumluk yetenekleri adı altında iki grupta ele alırlar.


Psişik yeteneklerden başlıcaları Metapsişikteki adlarıyla şunlardır: Durugörü, duruişiti, telekinezi, psikometri, telepatlık, düşünce okuma, prekognisyon (prekognititif duyarlık), postkognisyon (postkognitif duyarlık), kriptoskopi, duyarlığın dışarılaşması, ideoplasti, dermooptik.
 

Reenkarnasyon nedir?
Reenkarnasyon ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine inanan spiritüalistlerin bu olaya verdiği addır. Terim 19.yy.’da ortaya atılmıştır. Ruh göçü inancının kökeni bir hayli eski olmakla birlikte kimi inanışlardaki ruh göçü (metempsychosis, transmigration) kavramının spiritüalistlerin reenkarnasyon kavramı ile aynı olmadığı görülmektedir.


 Ruh göçü kavramına inanmış topluluklar
Bilinen Batı tarihinde ilk kez Pisagor ve Platon gibi bazı eski Yunan bilgin ve filozofları tarafından dile getirilmiş olan ruh göçü kavramı, aslında çok eski çağlardan beri, eski Mısır, Kelt, Maya ve İnka uygarlıkları gibi birçok uygarlıkta bilinen ve kabul görmüş olan bir kavramdır. İskandinav mitolojisinde de ruh göçüne ilişkin öğeler bulunmaktadır. Platon ruh göçü fikrine özellikle "le Phedon", "le Banquet" ve "Er’in Öyküsü" eserlerinde değinmiştir. Antik çağın Yunanistan’ından sonra Gnostiklerce de kabul edilmiş ve Roma Uygarlığı’nda özellikle Mitraizm misterlerinde benimsenmiş bu kavrama Kabbala’da (gilgulim) ve belirgin ifadelerde bulunan sufilerin ( Ferideddin Attar,Bahram Elahi) sayısı az olmakla birlikte Tasavvufta da rastlanır. Günümüzde de ruh göçü kavramını kabul eden birçok inanç sistemi, tarikat ve felsefi akım bulunmaktadır. Ruh göçü fikrini kabul etmiş eski ve yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular, Budistler, Katharlar (Cathares), Eseniler(Esseniens), Caynacılar, Sihistler, Umbanda'cılar (Makumba, Brezilya),Yezidiler, Nusayriler, Dürziler ve Anadolu Kızılbaşları sayılabilir. Bu kavram Asya’nın Şamanist toplumlarının birçoğunda ve birçok Kızılderili kabilesinde de mevcuttur. Hint'te "samsara" adıyla bilinen bu kavram, Budist Türkler'de "sansar" adını almıştır.


Mevlana ve Yunus Emre'nin dizelerinde reenkarnasyon
Mevlana Celaleddin Rumi'nin ve Yunus Emre'nin kaynakça kısmında kaynakları belirtilen şu sözlerinde reenkarnasyonun ima edildiği ileri sürülmektedir:

“Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum; öyleyse ölmekten korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü?” (Mevlana Celaleddin Rumi)
"Ete kemiğe büründüm,Yunus olarak göründüm (…) Her dem yeni doğarız,bizden kim usanası."(Yunus Emre)

Ruh göçü kavramının sistematize edilişi ve adlandırılışı
Ruh göçü ya da sürekli olarak tekrar doğmak kavramı ilk kez Fransız fizikçi ve yazar Allan Kardec (1804-1869) tarafından sistemli bir hale getirilmiş ve adına “tekrar ete girme” anlamında reenkarnasyon denilmiştir. Fakat reenkarnasyon kavramı Hinduizmdeki “tenasüh” adı verilen kavramla aynı şey değildir. Spiritüalizme göre varlık sürekli ruhsal tekamül içinde olduğundan, bir insan ruhu tekrar bir hayvan bedeninde doğmaz. Ayrıca evrende bir ruhun cezalandırılması diye bir şey sözkonusu olamaz. Kimi spiritüalistlere göre tenasüh inanışı, eski inisiyelerin ezoterik bilgilerine sahip olmayan Hint rahip sınıfının sembolleri yanlış yorumlamasından kaynaklanmıştır.


 Çağımızda reenkarnasyonu ilke olarak kabul eden örgütlü topluluklar
GünümüzdeYeni Çağ (New Age) oluşumlarının da ilgi gösterdiği reenkarnasyon kavramını kabul eden örgütlü topluluklardan başlıcaları Spiritüalistler, Teozoflar ve Antropozoflar adlarıyla bilinirler. Ayrıca, A.B.D.’nde de ruh göçü kavramları spiritüalizmdeki reenkarnasyon kavramına yakın olmakla birlikte, bu terimi kullanmayan ve kullanan çeşitli topluluklar ve dernekler bulunmaktadır.


 Spiritüalistlerin reenkarnasyona inanmayanlara karşı tutumları
Spiritüalistler reenkarnasyon ilkesini kabul etmese de tüm inanç sistemlerine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünürler ve inanç ve fikirlerin farklı farklı olmasını doğal karşılarlar. Çünkü spiritüalistlere göre herkesin gelişim gereksinmeleri bir değildir, dolayısıyla herkesin yürüyeceği yollar farklıdır; zaten dünyadaki insanların hepsi aynı fikirde,aynı görüşte olsaydı ve hiçbir anlaşmazlık olmasaydı ne ruhsal gelişim olanağı olurdu ne de yaşamın tadı kalırdı; herkes robotlardan farksız olurdu. Bu nedenle Neo-spiritüalistler kimseye "kendi yolunuzu bırakın, bizim yolumuza gelin" diye çağrıda bulunmaz..


Reenkarnasyon araştırmalarının özellikleri
Vakaların ve verilerin ulaştığı miktarın çokluğundan, reenkarnasyon taraftarları için teorinin doğru olduğu kesin sayılır
Araştırmaların büyük bölümü Üniversiteler tarafından gerçekleştirildi
Madde ve metodlar açıkça ortaya konulmuştur
Uzman dergilerinde bilmsel tartışmalar olmuştur
4 Üniversite tarafından tekrarlanan deneylerin benzer neticeler gösterdigi bilinir
Araştırmalar dinlerden bağımsız gerçekleşmiştir
Araştırmalarda maddi çıkarlar gözetilmemiştir
Araştırma tekniklerindeki titizlik eleştiriciler tarafından da kabul edilmiştir. Tartışma konusu sadece verilerin yorumu üzerinedir.
20. Yüzyılda A.B.D.’nden Prof. Ian Stevenson önceki hayatını hatırladığını söyleyen yaklaşık 1000 çocuğun vakasını araştırdı. Ian Stevenson tarafından çeşitli ülkelerde incelenen vakaların sayısı 2002 yılında 2006'yı bulmuştur. İncelemelerinin bir kısmı Charlottesville Üniversitesi tarafından İngilizce olarak yayımlanmıştır.


 Sembolizm'de reenkarnasyon
Eski uygarlıklarda ve çeşitli tradisyonlarda ruh göçünün simgelenmesinde şu sembol ve sembolizmlerin kullanıldıkları ileri sürülür: Kuyruğunu ısıran yılan, ağaca dolanmış yılan, kelebek, spiral, feniks, mumya üzerine konulan ankh, kemik, daire, bilgi ağacının ya da hakikat ağacının meyvesinin yenilmesi, yaşam çarkı (Budizm), geyik (Şamanizm), ırmağın karşı kıyısına geçen ak koyunun kara koyuna dönüşmesi (Gal), suyun bir vazodan ötekine aktarılması (eski Yunan). Fakat bu semboller tekanlamlı olmadıklarından, yalnızca ruh göçünü simgelemek üzere kullanılmadıkları, çokanlamlı bu sembollerin farklı bağlamlarda farklı anlamlarda kullanıldıkları belirtilir.
 

Spiritüalist anlayıştaki ruh kavramı
Ruhun varlığını ruhçu (spiritüalist) görüşlerin hepsi de kabul etmekle birlikte, bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu, bir kısmı da tekrar bedenlenmesinin bir yasa olduğunu kabul etmez. Ruh’un çeşitli tanımları şunlardır:

Maddeciliğe göre: Ruh yoktur ya da maddenin bir ürünü olabilir.
Felsefi spiritüalizme göre: Ruh, maddeye biçim veren, maddi mekanda yer işgal etmeyen, parçalara ayrılmayan, soyut, etki gücü olan bir varlıktır.
Neo-spiritüalizm’e göre: Ruhlar, İlahi irade yasaları’nın gerekleri kapsamında, görgü ve deneyimlerini arttırmak üzere madde kainatında bedenlenen, amaç ve etki sahibi, şuurlu ve madde-dışı varlıklardır. Ruhlar madde-dışı varlıklar olmakla birlikte, hiçbir ruh madde kainatında asla maddeden soyutlanmış bir durumda bulunamaz. Bu bakımdan ruh ve madde ayrılığından değil, ruh ve maddenin birliğinden söz edilmelidir.

--------------------------------------------------------------------------------


 İslami anlayıştaki ruh kavramı
Ruh, çoğu felsefi ve dini düşünceye göre maddesel olmayan, elle tutulamayan, gözle görülemeyen fakat varlığına inanılan; ayrıca yaşayan her varlığın içinde ve temelinde olduğuna inanılan olgudur.

Ruh genel olarak sonsuz ve ölümsüz kabul edilir. Ruh düşüncesi veya inancı ölüm sonrası hayat veya ahiret inancıyla yakından ilgilidir. Fakat bu konuda düşünceler çok geniş olarak değişir hatta aynı dinde bile ölümden sonra ruha ne olacağı tartışma konusu olabilir. Dinlerin çoğunluğu ruhu madde dışı görür ancak bir bölüm de ruhun madde olduğunu savunur. Ruhun ağırlığını ölçmeye kalkan bilim adamları da vardır. Müslümanlar arasında "ruh" kavramı, tasavvuf ekollerinin etkisiyle, "nefs"in karşılığı bir olgu olarak algılanır olmuştur. Buna göre, "nefs/nefis" insanın şeytana açık olumsuz yanıdır ve onu kötülüklere/günahlara sürükler. Ruhu bu etkiler altında bulunan insanın kurtuluşa erebilmesi mümkün değildir, çünkü beden hapsine tutuklanmıştr. Bu tutuklanmadan kurtulup kurtuluşa ermesi, teknik deyimiyle "fenafillah/tanrıda yok olmak" ve böylece "bekabillah/tanrıyla kalıcılaşmak" için kesinlikle ruhun arındırılması gerekir. Bunun için de adına seyrüsluk denilen ve bir mürşidin yönlendirmesiyle/denetiminde gerçekleştirilen süreçte zikir ve riyazet yöntemlerine baş vurulur. Buysa, insan ruhunun küllî/tanrısal ruhtan ayrıldığı ve tekrar ona kavuşmakla huzur bulabileceği savı üzerine kurgulanmış "gelenek" diye anılan ve ucu ta animizme dek varan bir inanıştan kaynaklanan bir anlayıştır. Kızılderili, kelt ve benzeri topluluklar da dahil olmak üzere hemen tüm eski dinlerde görülen bu inanç, günümüzde belirgin bir biçimde Hinduizm'de olmak üzere gerek yahudi, gerek hıristiyan ve gerek islâm tasavvuf kolları arasında halen yaşamaktadır. İslâm'ın temel inançlarını belirlemiş olan Kur'an-ı Kerim'e göre ise, böyle bir ruh telakkisi yoktur. Nitekim, orada "sana 'ruh'tan soruyorlar; de ki: o, Allah'ın emrindendir; onun hakkında size çok az şey bildirimiştir" denilerek, "ruh"un bir "şey/fenomen" değil, bir "iş", "yetki", "buyruk" olduğu vurgulanmıştır. Gerçekten de Kur'an-ı Kerim'de "ruh"un "isim" formunda kullanıldığı tek kavram "ruh-ul-kudus"tur. Bu da Cebrail adlı meleğe ait bir isim olarak anılmaktadır. "Ruh"un geçtiği bütün ayetlerde kelime/kavram hep "vahy/vahiy", emr/buyruk, söz ve bir yere kadar da yetki anlamlarını taşımaktadır.
 

Ruhsal eşler

Ruhsal eşler ya da eş ruhlar (soul-mate) Spiritüalizm kaynaklı bir terim olup, reenkarnasyonist New Age grupları aracılığıyla yaygınlık ve popülerlik kazanmış ve günümüzde Spiritüalist olmayanlarca da kullanılır hale gelmiş bulunmaktadır.

Fakat Spiritüalist görüşe vakıf olmayanlarca kullanımı, terimin içerdiği anlamlarından yalnızca biriyle anlaşılmasına ve yalnızca bu anlamda ele alınmasına neden olmuştur.

Spiritüalist görüşte ruhsal eş, ruhsal tekamül gereksinimleri gereği birçok reenkarnasyonunda birlikte olan ruhlara verilen addır. Fakat ruhsal eşlerin bu birlikteliğinin her reenkarnasyonlarında karı-koca biçiminde gerçekleşmesi şart değildir; bu birliktelik, ana-oğul, baba-kız, akrabalık, dostluk, arkadaşlık vs. biçimlerde de kendini gösterebilir. Sonuç olarak ruhsal eş kavramında, bu iki varlığın birkaç reenkarnasyon süresince bir şekilde yakın ilişki içerisinde bulunması ve yaşam planı denilen planlarının bu birlikteliği sağlayacak biçimde düzenlenmesi sözkonusudur.

Elizabeth Clare Prophet’e göre, ruhsal eşlerin birlikteliğindeki üç ana neden ya da etken, yakınlık veya ortaklık, sevgisel çekim ve salt karmik nedendir.

Spiritüalist görüşe göre, ruhsal eş birlikteliği asla sonsuza dek sürmez, bununla birlikte, tekamüllerine ayrı yollarda devam eden ruhsal eşler, yolları aynı yola kavuşursa, gerektiğinde tekrar birleşebilirler.

“Uyuyan peygamber” lakabıyla ün yapmış, A.B.D.'nden Edgar Cayce ruhsal eşlerin vibrasyonel olarak büyük bir yakınlık ve ortaklık içinde olduklarını belirtir.
 

Ruhsal irtibat
Ruhsal irtibat Spiritüalist terminolojide “zihinsel medyumluk” yoluyla bedensiz ruhlarla kurulan ilişkiye verilen addır.
Bu ilişkinin kurulduğu deneysel amaçlı toplantıya ise ruhsal irtibat celsesi veya seansı adı verilir.
Spiritüalizmde ruhsal irtibatlar, nitelik bakımından üç kategoride ele alınırlar:
Abes irtibatlar: Genellikle boş, saçma, değersiz konuşmalardan ibaret olan bu irtibatlar şu iki nedenden kaynaklanır:
1- Maddi çıkar sağlamak, gelecek hakkında bilgi edinmek veya sadece eğlenip vakit geçirmek için kalitesiz soruların sorulması.
2- Medyumun ve seansta bulunanların görgü ve deneyim eksikliğinden yararlanan obsedör varlıkların kendi dar ve sakat görüşlerini sözde felsefi ya da fikri bir havada yüksek tebligatmış gibi sunması. Bu irtibatlarda obsesyon olasılığı yüksektir.
Kaba irtibatlar: Seansta bulunanları sarsacak ölçüde kaba irtibatlardır. Bu kategorideki vakalarda ağır teşevvüş halindeki bir bedensiz ruh sözkonusu olabileceği gibi, medyumun kendisinden gelen bir röfulman deşarjı (şuuraltı boşalması) da sözkonusu olabilir. Kaba irtibat vakalarında en hafifinden en ağırına kadar her türlü kaba sözler, küfürler, şehvet duygularını tahrik edici konuşmalar, çevredekileri kırıcı ve aşağılayıcı sözlerle karşılaşılabilir. Seanslara devam edilmesi durumunda abes irtibatlardakine kıyasla daha zararlı sonuçlar ve daha tehlikeli obsesyonlar meydana gelebilir.
Sezgisel (entüvitif) irtibatlar: Neo-spiritüalizm’de aşkın (müteal) irtibatlar denilen bu tür ruhsal irtibatlar, ruhsal tekamül düzeyi yüksek varlıklarla irtibatın kurulduğu, tebliğlerin (insanlığın tekamülüne yardımcı olacak yükseltici bilgiler içeren mesajlar) alındığı, ancak gerekli liyakat oluştuğunda nadiren meydana gelen irtibatlardır. Fakat görgü ve deneyimi eksik olan medyum ve operatörlerin sık sık obsedör varlıkların tuzağına ve abes irtibatla verilmiş uydurma bilgileri tebliğ sanma yanılgılarına düştükleri görülmektedir.
---------------------

Neden ve kaynaklarına göre rüya çeşitleri

Rüya, uyku esnasında yaşanan görsel, işitsel vb. algısal tecrübeler.Spiritüalistler tarafından yapılan bir tanıma göre rüya, "insanın uyku halindeyken gerek bilinçaltından kaynaklanan, gerekse çeşitli kaynaklardan aldığı tesirlerin imajlara bürünmesiyle oluşan algıları"dır.

Rüya laboratuvarlarında sürdürülen psikolojik ve metapsişik araştırma ve gözlemlerin sonuçları birleştirildiklerinde rüyaların neden ve kaynaklarının büyük bir çeşitlilik gösterdiği ortaya çıkmaktadır.


Rüyalar,metapsişik arastırmacılarca neden ve kaynakları bakımından şu şekilde sınıflandırılır:

1- Psikofizyolojik Kaynaklı Rüyalar (alelade rüyalar):
A-Psikolojik kaynaklı rüyalar: Psikolojide kabul edilen bilinçaltından kaynaklanan rüyalardır.Bunlar, genellikle heyecanlar, sıkıntılar,korkular, bastırılmış duygular.vs’den kaynaklanan rüyalardır. Ruhu ya da zihni fazlasıyla meşgul eden maddi veya manevi bir sorun,uyumadan önce konuşulan bir konu ya da görülen bir film de bu tür rüyaların görülmesine neden olabilir; ayrıca sözkonusu soruna ait bazı fikir ve imajlar, görülmekte olan diğer türden rüyaların içine zaman zaman parazit olarak kayabilirler.
B- Fizikoşimik (fiziksel/kimyasal) kaynaklı rüyalar:
a- Fiziksel kaynaklı rüyalar: Bunlar fiziksel ortamdan gelen, bedensel ağrı ve rahatsızlıklardan ve ses,ışık,koku gibi beş duyuyu ilgilendiren uyaranlardan kaynaklanan rüyalardır.Bir rüya deneyinde, uyuyan kimsenin burnu ve dudakları bir tüy parçasıyla rahatsız edilmiş ve akabinde, uyuyan kimse, yüzüne işkence edilerek derisinin yüzüldüğüne ilşkin bir rüya görmüştür.Bir başka deneyde uyuyan kimsenin kulağı yakınlarında iki çelik bıçak birbirine sürtülünce,denek,rüyasında tarihi bir olay sırasında kentin bütün çanlarının çaldığını görmüştür.
b-Kimyasal kaynaklı rüyalar: Bunlar,uyuşturucular ve ilaçlar gibi, alınmaları halinde vücudun nörofizyolojik ve kimyasal yapısında belirli değişiklikler yaratan etkenlerden doğan rüyalardır.
2-Metapsişik Kaynaklı Rüyalar:

A-Parapsikolojik ya da psişik kaynaklı rüyalar: Bunlar paranormal yeteneklerin uyku sırasında kullanımıyla ilgili rüyalardır; bunları üç ana grupta ele almak mümkündür:
a- Telepatik rüyalar:Bunlar uyuyan kimsenin uyanık bir insanın düşünce ve imajlarını telepatik yolla almasıyla ya da uyuyan bir başka insanın rüyasını telepatik yolla almasıyla oluşan rüyalardır.Telepatik rüyalar, Brooklyn’da (New York)kurulan Maimonides Tıp Merkezi’ndeki, elektroansefalograf aygıtlarıyla çalışan Maimonides Rüya Laboratuvarı’nda keşfedilmiştir.
b- Durugörü (clairvoyance) yeteneğiyle ilgili rüyalar: Parapsikolojik araştırma ve incelemeler uykudaki bir kimsenin,bazen, durugörü medyumları gibi, o anda kendisinden uzakta olan olay ve nesneleri algılayabildiğini ortaya koymuştur.Kuşkusuz kişi, uyandığında gördüklerini bir rüya olarak hatırlayacaktır.
c- Şuur projeksiyonu (astral seyahat) ile ilgili rüyalar: İnsanın spiritüalizmde duble ( okültizm ve teozofideki adıyla astral beden) denilen süptil bedeninin uyku sırasındaki faaliyetlerinin ve gezintilerinin rüya tarzında hatırlanması.
B-Haberci rüyalar:Bunlar,”yüksek” bir kaynaktan gönderilen, bir mesaj taşıyan, amaçlı, düzenlenmiş, sembolizm içeren rüyalardır, ruhta derin izler bıraktıklarından kolay kolay unutulmazlar:
a-Uyarıcı rüyalar:Bunlar kişiye, ya önemli sonuçlar doğuracak hatalı bir harekette bulunmasını,yanlış bir yola sapmasını vs’yi önlemek üzere önceden gösterilen ya da sapılmış bulunan yanlış yolda ilerlemekten vs’den vazgeçirtmek üzere sonradan gösterilebilir.Ayrıca, uyarıcı nitelikli haberci rüya kişinin kendisi için olmayabilir de; yani kişinin hatalı bir harekette bulunabilecek, yanlış bir yola girebilecek eşini, dostunu, bir akrabasını, bir yakınını uyarması için de olabilir.Uyarıcı rüyaların kaynağı, spiritüalistlere göre, genellikle kişinin hami varlığı, bazen de kişinin kendi ruhu,”öz”ü ya da bir başka deyişle ”yüksek benliği”dir.
b- Prekognitif rüyalar: Bunlar bir mesaj taşımaktan ziyade, gelecekte olacak olayların önceden görülmesiyle ilgili rüyalardır.
c- Yalnızca bilgilendirme amacı taşıyan rüyalar: Çok nadiren görülen bu rüyalar, uyarıcı veya geleceğe yönelik bir nitelik taşımayıp, kişiyi bilmediği bir konuda bilgilendirme amacını taşır: Örneğin dünyanın geçmiş devirleri,bir başka kimsenin geçmiş reenkarnasyonları,bir başka gezegendeki yaşam hakkında bilgi verici rüyalar bu gruba girer.
C- Bedensiz varliklarla kurulan irtibatlardan kaynaklanan rüyalar: Bunlar, genellikle kişinin önceden tanıdığı, ölüm olayı ile bedenini terkederek öte aleme göçmüş varlıklar ile uyku sırasında iletişim kurmasından kaynaklanan rüyalardır. Yapılan görüşme,uyanınca rüya tarzında hatırlanır. Fakat rüyada ölmüş bir kimsenin bulunması rüyanın muhakkak bu gruba girmesini gerektirmez; yani muhakkak bedeninden ayrılmış o kimseyle bir görüşme yapılmış olduğunu göstermez; bu, psikofizyolojik kaynaklı alelade bir rüya da olabilir, haberci bir rüya da olabilir.
D- “Serbest hafıza” kayıtları ile ilgili rüyalar: Bunlar, kişinin, “serbest hafıza”sında yer alan geçmiş reenkarnasyonlarına ait anılarıyla ilgili rüyalardır. (Kişinin geçmiş reenkarnasyonlarında yaşadığı ve algıladığı her şeyin kayıtlı olduğu hafızaya “serbest hafıza” adı verilir.) Bu tür rüyalar kimi zaman defalarca, aynı ayrıntılarıyla, yeniden görülürler.
E- “Serbest şuur”un faaliyetleri ile ilgili rüyalar: Bunlar, Neo-spiritüalist terminolojide serbest şuur adı verilen,hakiki bilgilere sahip,idrakli,”yüksek şuur”unun, gün boyunca yapılan hareketlerin muhasebesini yapmak gibi çeşitli faaliyetlerinin dünyasal şuur olan “bağlı şuur”a sızan yansımalarından oluşan rüyalardır.

Serbest şuur

Serbest şuur, ruhçu terminolojide kullanılan bir terim olup, ruhun bedensel bağların etkisinde olmayan, teşevvüşten uzak, özgür, önceki reenkarnasyonlarını bilen, tekamül yolunu seçebilecek, hakiki bilgilere sahip şuuru olarak tanımlanır.

Ruhçu anlayışa göre, serbest şuur haline ulaşabilmek ancak, ölüm denilen olayla fiziksel bedenin terk edilmesinden ve teşevvüş denilen halin atlatılmasından sonra mümkün olmakla birlikte, ancak belli bir tekamül düzeyine gelmiş varlıklar bu şuur haline ulaşabilirler. Yani ölüm olayı ile fiziksel bedenini terk eden varlıklardan tekamül düzeyi ileri olmayanları bu şuur haline ulaşamadan tekrar reenkarne olurlar.

Spatyum

Spatyuma, tam anlamıyla karşılamasa da, çeşitli tradisyonlarda öte-alem olarak ifade edilen ölüm-sonrası ortamın spiritizmdeki ya da deneysel spiritüalizmdeki karşılığı denebilir. Ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı varlık olduklarından spatyumda 'perispri'leri ile bulunurlar. Bu bakımdan spiritüalistler spatyumu ruhlar alemi olarak değil, ölüm-ötesi alem olarak nitelendirirler.


Oluşumu
Ruhçuluğa göre, spatyumun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı ,sıvı ve gaz) daha farklı hallerde olup, bilinen fiziksel maddelere oranla çok daha akıcı, çok daha az yoğunlukta ve atomik vibrasyonları çok daha hızlı, süptil maddelerdir. Eski Yunan tradisyonunda bu maddeler için aether terimi kullanılmıştır. Bu süptil maddelerin düşünceyle, imajinasyon yeteneğiyle şekil alabileceği kabul edilir.



 Öleni bekleyen ilk aşama
Ruhçuluğa göre ölen her insan ruhu önce, ölmüş olduğunu, daha doğrusu fiziksel bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaz, bir bocalama, kargaşa dönemi geçirir. Bu aşamaya spiritler “kendiliğinden imajinasyon” aşaması adını vermişlerdir. İşte ruhçulara göre, cennet ve cehennem sembolleriyle simgelenen, aslında, bu aşamadaki varlığın kendi imajinasyon yeteneğiyle bilmeden kendisinin oluşturduğu huzur verici ya da huzursuz edici sahnelerden ibarettir. Ölüm olayı ile fiziksel bedenini terk etmiş her insan ruhunu spatyumda vicdani bir hesaplaşma bekler. Fakat burada kendi kendisiyle bir hesaplaşma sözkonusudur,herhangi bir cezalandırma sözkonusu değildir.


 Üst aşama ve ortamlar
Varlığın tekamül düzeyi elverdiği takdirde ulaşabileceği diğer aşamalar sırasıyla, "geçiş aşaması", "şuurlu ve idrakli imajinasyon aşaması" ve nihayet tekamül düzeyi çok yüksek ruhlara özgü olan "kozalite aşaması" olarak bilinir. Bu son aşamanın sözkonusu olduğu kozalite planına (ortamına) yükselebilmiş bir varlık üç boyutlu alemdeki olayların neden sonuç zincirini çözebilecek, daha doğrusu, bu olayların akışındaki neden-sonuç ilişkilerini açıkça görebilecek durumdadır. Fakat klasik spiritüalizmdeki öte-alem anlayışı, öte-alem tasarımı kozalite planında son bulur,yani daha ötedeki bir ortam kavramı klasik spiritüalizmde mevcut değildir. Neo-spiritüalist görüşün getirdiği yeni bir kavram, işte bu kozalite planının da ötesinde bulunduğu varsayılan dört boyutlu alem kavramıdır.


 Teozofideki öte-alem tasarımı
Teozoflar fiziksel alem ile ruhsal alem arasındaki aracı-süptil alem için spatyum terimini kullanmazlar, bu aracı alemi astral, mantal, kozal plan gibi çeşitli tabakalar halinde düşünürler. Genel teozofik kabule göre fiziksel dünya ile ruhsal alem arasındaki bu derecelenme 7 tabakadan oluşur.

-------

Spiritizm

Spiritizm, Hermetistler’in ve Platon ve Pisagor gibi filozofların döneminden 19.yy.’a dek sistemsiz bir şekilde dalgalanan, reenkarnasyonu kabul eden ruhçuluğun, Fransa’da Allan Kardec tarafından kurulan ilk sistemli biçimidir. Kardec’in sistemli hale getirdiği spiritizm adıyla bilinen deneysel spiritüalizmin belli başlı ilkeleri şöyle özetlenebilir:

1- İnsan üç bölümden oluşur: Ruh, ‘perispri’ ve fiziksel beden. Perispri, ruh ve fiziksel beden arasında irtibatı sağlar, yarı-maddi bir yapısı vardır.

2- Can dediğimiz, ölüm olayı ile bedeni terk ettiğinde “ruhlar âlemi”nde doğar. Dünyada iken yaptığı iyilik ve kötülükler orada, hafızasında canlanır. Bir süre sonra, tekrar dünyada bedenlenir. Sınavlar geçireceği dünyada defalarca doğmasının amacı tekâmül etmektir. Fakat insan ruhu hiçbir zaman yeniden hayvan bedeninde doğmaz. Çünkü tekâmülde gerileme sözkonusu değildir.

3- Bütün ruhlar eşit yaratılmıştır denebilir. Fakat tekâmül dereceleri aynı kalmadığından aralarında, tekâmül farklarından kaynaklanan bir ruhsal hiyerarşi oluşmuştur.

4- Ruhlar yalnız Dünya’da değil, evrenin diğer dünyalarında da bedenlenirler.

5- Ruhlar âlemindeki bedensiz varlıklar, dünyadaki bedenlilerle gerek maddi gerekse manevi etkileşim içindedir. Ayrıca ‘medyum’lar aracılığıyla, bedensiz varlıklarla sesli veya yazılı iletişim kurulabilir.

6- Kaliteli, ciddi ruhsal irtibat seanslarında tekâmül düzeyi yüksek ruhlarla, düzeysiz (nefsani, çıkarcı, gelecekle ilgili) soruların sorulduğu seanslarda ise tekâmül düzeyi geri ruhlarla irtibat kurulur. Bu geri düzeyli ruhlar, yalan söyler, kötü şakalar yapar, insanları hataya sürüklemeye çalışır ve seanstakileri etki altına almak için genellikle ünlü kişilerin isimlerini kullanırlar.

Spiritizm günümüzde Latin Amerika ülkelerinde Kardesizm adıyla bilinmektedir. Türk spiritüalistler ise spiritizm ya da deneysel spiritüalizm olarak bilinen bu ruhçuluğu klasik spiritüalizm olarak adlandırmışlardır. Çünkü onlara göre ruhçuluğa son şeklini Bedri Ruhselman vermiş ve kurduğu ruhçuluğa neo-spiritüalizm adını vermiştir.

----------------------

Tekâmül
Tekâmül, sözlük anlamı "olgunlaşma", "gelişim" ve "evrim" [1] olan bir terimdir. İslam dini başta olmak üzere, çeşitli ezoterik öğretilerde, mistik ve Sufi grupların inançlarında tekâmül daha ruhani bir anlamda kullanılmaktadır. Bu açıdan, bir dini terim olarak tekâmül çoğunlukla ruhun belirli evrelerde yükselmesi, gelişmesini tanımlar.


 Ruhçulukta tekamül
Tekamül sözcük anlamıyla gelişme, olgunlaşma, evrim anlamına gelmekte olup, farklı alanlarda farklı ve özelleşmiş anlamlarda kullanılan bir terimdir.Maneviyatı ilgilendiren alanlarda biyolojik evrim ya da maddi evrim anlamında kullanılmaz. Deneysel spiritüalizmin temel ilkelerinden biri olan tekamül ya da ruhsal tekamül, bu alanda ruhsal gelişim anlamında kullanılmaktadır. Kısaca ruhların madde evrenindeki görgü ve deneyimini arttırması olarak tanımlanır. Spiritüalist görüşe göre reenkarnasyonlar sırasındaki deneyimler sonucunda edinilen tekamül sürecinde zaman zaman duraklamalar olabilse de gerilemek sözkonusu olamaz.

Dünya gezegenini bir tür okul olarak gören Neo-spiritüalist görüşe, insan ruhunun dünya okulundan mezun olabilmesinde, edinmesi gereken en önemli nitelikler, esas olarak sevgi, şefkat, merhamet, fedakarlık gibi ruhsal yeteneklerini geliştirmiş olmak, vicdan kanalını tam anlamıyla açmış olmak, diğerkam olmak (kendisi kadar başkalarını da düşünmek), kısaca kendisine ve diğer canlılara karşı vazifelerini hakkıyla yerine getirmeyi öğrenmektir. Ruhsal tekamül her alandaki ruhsal gelişimi içeren bir kavram olmakla birlikte, ruhsal tekamülün pek ileri olduğu söylenemeyecek bu gezegendeki ve bu devredeki asıl anlamı budur. Kişinin alt etmesi gereken en önemli iki düşmanı bencillik ve onu da kapsayan nefsaniyettir. Bu mücadelesinde en önemli silahları ya da yardımcıları özeleştiri (nefis denetlemesi)yapması, kendisine karşı dürüst olması ve vicdanının sesine her zaman kulak vermesidir.
------------------

Yaşam planı

Yaşam planı, ruhçu terminolojide kullanılan bir terimdir. Spatyum'daki varlığın, reenkarne olmadan önce, geçmiş yaşamlarındaki iradi hareketlerine ve gelişim gereksinmelerine uygun olarak yeni yaşamı için hazırladığı veya hazırlanan, doğacağı zaman, ortam, genel yaşam süresi, sosyal koşullar, yürüyeceği manevi yollar, karşılaşacağı manevi sınavlar vs. ile ilgili planını belirtmek üzere kullanılır. Teozoflar aynı anlamda, “karmik plan” terimini kullanırlar.

 

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkiye / Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)