Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli

Çetin BAL  tarafından değerlendirilen M.S. 2150'nin  yorumu

M.S.2150 Kitabını okumadan yıllar önce astral seyahatle gelecekteki dünyayı ziyaret etmiştim. Anlatılanların geleceğin yerleşim birimi ve genel portresinin bu seyahatlerimde gördüklerimle birebir eşleşmesi bende bu yazılanların doğru olduğuna dair bir kanaat uyandırmıştır. Kitaptaki diyologları anlatımları uzun uzadıya derin gecelerde ve bitmez sabahlar boyunca alacakanlık kuşağının sessizliğinde düşündün ve düşündüm.. Bir yanılgı ve sahtekarlığa dair bir ip ucu aradım. Yazım şeklini ifade tarzlarını geceler ve sabahlar boyunca tarttım. Bir gerçeği tanımlamak ve romana dönüştürmekle bir ''hayali'' romana dönüştürmekteki o ince nüanslar üstünde zihnimin derinliklerinde hassas dilbilimsel analizler ve ifadesel şablonları anlam bilimsel bir terazide tarttım durdum. Hepsi kurgumuydu yoksa gerçek biraz esnetilmiş miydi? Günlüklerden, notlardan toplanan bilgiler nasıl romana dönüştürülebilirdi. Bu dönüşümdeki incelikler nelerdir? Bir hikayenin ‘‘gerçek’le  ‘‘kurgu’’ olup olmadığı  arasındaki farkı ancak hikayedeki diyoloğlar ve finale doğru hikayenin yani anlatının  gelişimiyle biraz olsun saptayabiliriz! 

Sonunda ulaştığım kişisel kanaatim M.S.2150 kitabındaki vizyonsal yaklaşımın ve jon, Carol, Rana, Eli, Alan ve Carl’ın ve diğerlerinin ifadeleri maalesef üzülerek belirtiyorum bende gerçeğe uymayan betimlemeler sezmeme neden olmuştur. Ve olayların final noktasına doğru getirilmesi çok yapay olmuş. Finale doğru gelişen hikaye süreci ve olayların sıkıştırılması M.S.2150 kitabında betimlenen dünyanın suni yapay bir senaryosal kurgu olduğu izlenimini açıkça ele vermektedir. Yani 2150 yılına getirilen Jon, galaktik  çok önemli bir deneyin parçası! Yani bu olay  sadece dünyayı ilgilendiren bir deney değil. Ve bu şartlar altında yüzlerce durugörü'ye sahip Makro insanların gözetimi altında böyle önemli bir deneyde Jon’un Mikro adaya Carol ile gönderilmesi ve Carol’un ve Jon’un orda esir tutulması ve Carol’un bunca sistemli bir deneyin bir parçası olarak mikro ada da öldürülmesi, hikayenin gerçekliğinde bir sunilik ve film vari bir senaryo kurgusallığı  olduğuna dair ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Mesela o kadar çok hikayenin ve geleceğin teknik ve sosyal dokusuna uyuşmayan şeyler var'ki tabi bunları görmek için kitaptaki hikayeyi içselleştirmek lazım. Ben kitaptaki her şeye kendimi ön yargısız olarak açtım. Yine mikro adadaki sakinlerin gözü dönmüş cani katiller gibi davranması Makro insandan sebebsizce nefret etmeleri bana pek inandırıcı gelmedi! Gerçi böyle  toplumsal saldırganlıklar ve nefretler günümüzün ( M.S.1980-1990-2007) mikro toplumlarında da yaşanıyor. Bu nefreti ve aşağılamayı  bu tür saldırganlıkları dinler arasında ve içindeki mezhep kavgalarında da görebiliyoruz. Yada futbol sahalarında ve türübinlerde de böyle fanatik insanlar görülebiliyor. Ve yıllardır süren solcu sağcı  çatışmalarında da bu mikro tavırları görmek mümkün.  Yada Jon'un mikro adayı ziyaretinde  mikro insanların Makro toplumu iftiralarla karalamaları ve kin duymaları gibi benzer duyguları fanatik dincilerin  kendi dışındaki inanmayan zümreleri  ahlak dışı iftiralarla karalayan sözlerinde de görülebilir. Filistin'in İsrail'e karşı tutumunda da, bombalı saldırılarında da  bu nefret eğilimlerini görmek mümkün. Keza islam dininden kaynaklanan  insanlık  dışı terörizm olaylarından  müslüman toplumların  Allah adına öldürdük diyip bundan  zevk alması gibi  M.S. 2150 deki mikro ada sakinlerinin Makro toplumun üyelerine hınç ve nefretle bakmaları sanırım normal karşılanmalıdır. Demekki  M.S. 2150'deki  mikro  toplumun saldırgan  davranışlarında olağan dışı bir resim söz konusu değil. Keza  M.S.2150 deki mikro adamın yoksulluğunu, bakımsızlığını, bağnazlığını, aşırı üremesini,  baskıcı tutucu  saldırgan tavırlarını bugün müslüman toplumlarda da görebiliyoruz.( İran,  Afganistan, Türkiye,  Irak, Çeçenistan,  Arabistan, Libya, Sudan,  Pakistan.. vb)

Zaman yolculuğu,  astral seyahatler, yapay zekaya sahip bilgisayarlar, auraları gösteren tünikler falan, telepati yeteneği ve kendini düşünce gücüyle ışınlayan onuncu bilinç düzeyindeki Eli’nin durumu  tamam hepsi kabülüm. Ama yaaa arkadaşlar  yinede hikaye bazında bir tutarsızlık var. Çok yapay ve kurgu gelen  noktalar var. Bunlar iyi bir sentezde göze hemen takılıyor.  Mesela Lea  Jon’u  Merkez Danışmanın olduğu binaya çağırıyor telepati ile ve çok çabuk oraya yetişmek için Carol  Jon’u alıp yerin altında inşa edilmiş minik bir metro tüneline götürüyor ve baloncuğa mantara benzeyen mermi gibi bir araca bindirip sanki bir tüp içinde hızla basınçla gider gibi merkeze doğru bu araçla gidiyorlar. Yani  bilmeyenler ''ya ne var bunda'' diyecekler. Gayet inandırıcı dicekler. Bence çok tutarsızlık  var burda!  Yani bu yer altı  tüp sistemi ile seyahat 1976 lara ait  ''geleceğe dair  oluşturulmuş'' bir kurgusal hava veriyor. Yani galaksiler arası bir yolculuk yapılan ve hava araçlarının gezegenler arası ışıktan hızlı  gittiği bir teknoloji düzeyinde Jon’la Carol’un  acele edeceğiz diye  iki aptal  gibi (tabirimde kusuruma bakmayın) yeraltına inip oraya doğru koşup  bu araca langur lungur binip  tranvay usulü M.D binasına gitmeleri komik bence! Argo tabirle  ''Lan yeşil çimenler üstünde hiç mi bir hava aracı yok!''  Hiç mi yerden antiçekim alanları üstünde yükselip doğruca merkez binasına gidebilecek bir hava aracı yok orda! Hiç mi bir ışınlama kabini yok orda! Bugünün mikro dünyasında bile acil bir durumda yeraltı metrosundan çok helikopter akla gelir hemen! Yani..!   Kendi bedenlerini ışınlayabilen insanlar arasında o tekniği bilen bir yerde- bir toplumda  hiç mi ışınlama sistemleri yok! Ve 1976 dan  Lea’nın düşünce gücü ile getirilen Jon’un M.S.2150 de  sonsuza dek kalması nasıl sağlanamaz! Bu 3 aylık süreç  tam bir sahte kurgusal bir hava veriyor. Yazar bazı şeyleri anlatabilmek ve hikayeyi ele alış biçimiyle sanki bu 3 aylık sınırlamayı özellikle koymuş gibi. Bana kalırsa bu üç aylık süreye Jon'dan  daha çok yazarın hikayeyi dar alanda çevirebilmesi için ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. Aynen bir saat'e yakın Star Trek dizisi yapımcılarının kısa bir zamana bir çok olayı sığdırmak için  gezegenlere gidiş geliş sürecini kısa tutmak için hayali ''Işınlama kabinleri'' ni uydurmuş olmaları gibi. Yani ''ışınlama'' bile hikayenin akışını hızlandırmak için hemen diziye dahil edilmiş bir kavram. Hikayeyi anlatmak için zorunluluktan dolayı diziye dahil olan  "Işınla Beni Scotty" repliği! 

Bence bu üç aylık süre Makro toplumun sınırlarından ve güçsüzlüğünden çok   M.S.2150’yi yazan yazarın kendi aklından uydurduğu bir durum bu!  Kitaptaki felsefe % 100 doğru ve bu felsefe çevresinde konunun ve hikayenin ele alınması  kitabı bence asıl sürükleyici yapan şey! Yazar klasik bir felsefe yazarı olarak bu fikirleri yazsaydı bu kadar çok insanı derinden etkileyemezdi Makro felsefe!  Yani Jon’un astral bedeni bir kez zaman atladığı zaman tekrar zoraki geçmişe gitmesi diye bir şey söz konusu olmaz. Zamanda yerdeğiştiren bir astral beden  orda istediği kadar kalabilir. [ belki kısmen Jon’un bunu yapabilmesinde ‘‘yetersiz Makro farkındalığı’’ buna engel oluyor olabilir. Şartlanmış  zihin geçmişteki bedene dönme eğilimi gösterebilir. Bu noktada astral bedenin gelecekte kalabilmesi için Lea’nın gücüne ihtiyaç duyabilir. ]  Hele Jon’un yaşadığı 1976 dan 2150 ye astral olarak gitme tecrübesinin bir hayal olup olmadığını yani  2150 deki yaşadıklarının gerçekliğini sınamak için 1976’da Makro güçlerini cisimleri hareket ettirerek kullanmaya çalışması çok çocuksudur. Pekala gerçekten böyle bir tecrübe yaşansaydı yada  kendinizi bir anlığına Jon’un yerine koyun. Böyle düşünürseniz Jon’un tüm yaptıkları bir film yada tiyatro  kurgusu içinde  diyologları ve davranışları sanki senaryoyu sürüklemek için uydurulmuş yapay peyklere benzeyecektir. Jon’un bu ‘‘düşün (rüyanın)’’ gerçek olup olmadığını sınamasının çok kolay ve basit bir yolu vardı. Ama kitap senaryo ya işte  okuyucu biraz eğlensin diye yazar bu çok önemli noktayı gözden kaçırıyor. Bu önemli noktayı ise şöyle ifade edeyim; Şimdi Jon astral olarak geleceğe gittiğinde M.D (Merkez Danışma) bilgisayarına Time Dergisinin yada o zamanın (1976 nın)  geleceğinde önemli bir olayın bilgisini verip Jon’un bu geleceğin bilgisini alıp kendi zamanına döndüğünde bir kahin edası ile (kahinlik yaparak)  hem kendine hem Carl’a 2150 nin gerçek olduğunu ispat edebilirdi. Yani Madem 2150 ye gidiyorsun o zaman geçmişte ne olacağını ve yaşanacak olan önemli olayları M.D nin söylemesi lazımdı. Kitapta   en vurucu darbe ise  Jon’un astral bedende çıplak halde çimenlerin üstünde yattığında çevredeki ağaç dallarının rüzgarda salındığından bahsederken kendi bedenindeki tüylerinde hafifçe bunu duyumsaması oldukça büyük bir senaryo hatasıdır.

Hey Jon sen astral bedendesin. Rüzgarın hışırtısını nasıl duyarsın? Çevrendeki insanların sesini duymazken! Yani sahtekarlık espirisini çaktınız mı? Keşke bu kadar zeki olmasaydım!  Ama buna rağmen ben Makro Toplum düşüne dair umudumu ve inancımı yitirmiyorum. Bence en güzel şey bu  düşsel enerjiye ve hayale sahip olabilmektir. En büyük güç yüreğimizdeki umut ve sınır tanımaz düşüncelerimizdir. Ben böyle bir toplumu yaratabileceğimizi iddia ediyorum ve bu amaç uğruna ne gerekiyorsa yaşamımı bu hayal için feda edebilirim. İnsan umut ettikçe vardır! Kitap, hikaye bütünlüğü incelenirse yakayı ele vermektedir. Bu kitap bir hayal ürünü!  Üzücü ama gerçek bu! Uzun zamandan beridir zaman yolculuğuna dair teknik ve bilim yönden incelemelerde bulunmam bu kitaptaki zamanda yolculuk kuramının öne sürdüğü temel önermelerin benim bulgularımla benzerlik göstermesi yine beni bir kez yada içten içe bu bilgileri doğrular nitelikte bir kanaate sürüklemiştir. Beni bu kitabı eleştirirken dünyanın diğer geri kalan insanlarından farklı kılan şey çok eskilerden beridir gelen zaman yolculuğuna ve teknolojisine  dair çok derin kapsamlı araştırmalara sahip olmamdır. Bu açıdan Zaman yolculuğu kavramına aşina olan benim gibi  bir zihin için M.S.2150 nin anlattıkları bana oldukça ilginç geldi  diyebilirim. Bununla birlikte  ne ilginç tesadüftür ki ruhsal konular içinde derinlemesine araştırmalarda bulunurken aklımda dünyada yeni bir spritüel toplum olarak ATLANTİSİ tekrardan kurma fikri vardı. Kafamdaki Atlantis'in yönetim biçimi ve devlet yapısının genel şablonlarının Makro Toplum şablonları ile uyuşması bende oldukça düşündürücü çıkarımlara neden olmuştur. Bu kadar rastlantıya hadi tesadüf diyelim. Ama geleceğin olası realitesi üç aşağı beş yukarı Makro Felsefi bir yaşam anlayışının çok dışında olmamak mecburiyetinde.Çünkü insan eninde sonunda doğasına uygun bir toplumsal düzeni kurgulamak zorundadır. The Alexander kendi hayal ürününü harekete geçirerek bu kitabı yazmış olsada insanın nasıl ve ne şekilde bir yaşam sistemi kurgulaması gerektiğine dair gerçeğe en yakın isabetli  bir betimleme diyebilirim buna! Ya The Alexander bir kahin yada çok isabetli gelecek senaryosu yazan bir gelecek bilimcisi. Ama ifadeleri tamamen insancıl ve insana ait tümüyle!

Bilimsel gelişmeler sonunda bir çeşit hipnoz yöntemi ile zihnin derinliklerine girildiğinde orda kişilerin geçmiş ve gelecek yaşamlarına dair vizyonlar keşfedilecektir. İnsanın evrensel bir enerji ile bağlantılı olduğunu ve bu enerji dahilinde farklı bedenlerde yeniden bedenlenebildiğini  keşfedecekler. Dünyanın yuvarlak  olduğunun keşfi ve uzaydan dünyamıza ait çekilen resimler nasıl yaşam felsefemiz üstünde derin etkiler bıraktıysa ''zihnin'' keşfide, reankarnasyonun keşfide toplumsal yaşam biçimimizi derinden etkileyecek ve bizleri değişime zorlayacaktır. Makro toplumu kurmak prensipte zor değil. Ama öncelikle materyalist felsefe gibi ruhsal bir felsefeyi yani mistik ve metafizik kültürü özetleyip bir Makro Felsefe anlayışı oluşturmalıyız. Fakat anahtar kelime İSTEMEK'tir. Dünya nufusunun ne kadarı böyle bir Makro Toplum idealinin altında buluşmayı kabül eder? Dünya genelinde böyle bir makro eğilim ortaya çıktıktan sonra halledilmesi gereken öncelikli sorun kapitalist üretim mekanizmasını  kominal bir üretim ağına dönüştürmektir. Yani bireysel mal-mülk edinimi ve para kavramı  ortadan kaldırılmalı  ve üretim sistemleri tek bir Makro Üretim Ağı  altında bir araya getirilmelidir. Herkes ortak üretim ağı içinden ihtiyacı olduğu kadar gereksinmelerini karşılayabilmeli. Fakat işci sınıfı ve burjuva sınıfı gibi sınıfsal ayrımlar ortadan kaldırılıp tüm sanayi  üretiminin  YAPAY ZEKA'lara devredildiği bir üretim mekanizması ağı kurulmalıdır. Üretimin hiç bir aşamasında insan faktörü kullanılmamalıdır. Bu arada Makro Toplumun oluşturulabilmesi için genetik yapısı hastalıklardan arındırılmış sağlıkllı - zeki  yeni nesiller yaratmalıyız.Yani GENETİK KONTROL şart! Gen teknolojisi ve Yapay zeka teknolojisi! Eğitim ve öğretim dahil sosyal yapılaşma mikro düzeyli değilde Makro düzeyli bir şekle dönüştürülmelidir. Eğitimde  Budist manastırlardaki rahiplerin  yada eski islam tasavvufu okullarındaki  öğrenci öğretmen ilişkisini içeren bir eğitim ve öğretim sistemini anımsatan  şekli  bir yapıda olmalıdır. Bu eğitim öncelikli gaye  olarak ''bilinç düzeyleri'' ni  yükseltip  buna bağlı  makro güçleri  geliştirmeyi hedef almalıdır. Belirli bir gelişim  döneminden sonra kişiler Makro toplum içindeki kimya, fizik, elektronik, madencilik, tarım, matematik, uzay, mimarlık, genetik.. vb  alanlardaki mühendislik dallarından birini seçerek  kendilerini bu alanlarda  geliştirip uzmanlaştırırlar. Eğitimdeki temel amaç kişilerin manevi seviyelerini  ruhsal düzeylerini yükseltmek olmalıdır.

Bende The Alexander’in bu güzel düşüne tümüyle en içten dileklerimle katıldığımı ifade ediyorum. Hepimiz nasıl bir geleceği diliyor, düşlüyor ve bekliyorsak onu bulacağımızdan şüphem yok. Çünkü gelecek denen uzay- zaman resmini bizim düşüncelerimizden oluşan bir kalem ucu çizip renklendirip önümüze çıkaracaktır. Düşünceler enerjidir. Neyi umut edersek neye odaklanırsak düşünceler oraya akarak bize o resmi yaparlar. Yaşamak istediğimiz, umut ettiğimiz dünyanın resmini...!   Hayallerimiz, umutlarımız, düşüncelerimiz geleceğimizin resmidirler.

Unutmayın dostlarım hayallerde kurulan şehirler ve mekanlarda biz onlara inana kadar yaşarlar ve nefes alırlar. Ama düşüncelerimizi onlardan çektiğimizde onlar karanlık boşluğa çekilirler. Hepimiz temelde bir Jon, bir Carol, yada bir Rana’ yız. Hepimiz ister geçici bir süreliğine hayallerde yaratılan bir kişilik ve karekter olalım isterse burada enerjinin maddeleşip ete ve kemiğe büründüğü bu uzay –zaman çerçevesinde büyük Makrokozmik  hikayenin yaşayan nefes alan bir parçası olalım bu fark etmez. Sonuçta ister çizgi roman sayfalarında bir karekter olsun ister yaşayan bedenlerde bir karekter olsun hepimiz bir şekilde titreşen enerjilerden başka bir şey değiliz. Sonuçta gerçek yada gerçek olmayanlar arasındaki ayrımlar her şeyin devasa bir zihin olduğu Makrokozmik birliktelik içinde bir ve aynı olmaktadır. Hepimiz Rana’yız hepimiz Jon ve hepimiz birer Carol’uz. Hepimiz zihinlerimizin derinliklerinde biriz! Kimliklerimiz ve kişiliklerimiz evrensel zihin okyanusu içinde sadece bir dalgadan ibarettir. Asıl olan okyanusun kendisidir. Jon  Lake yada Carol yada Çetin BAL  temelde aynı enerjinin farklı vechelerinden başka bir şey değildir.

Reankarnasyon (yeniden doğuş, bilinç düzeyleri ve insanı çevreleyen  aura renklerinin uyumu, İnsan  bedenindeki şakra merkezleri, Makro Bağlantı, Makrokozmik zihin (evrensel zihin) yada Üst benlik diğer adı Tanrı ve insan düşüncesinin  dış dünya üstündeki derin tesiri (Psikokinezi) bunlar Spiritüel, Tasavvufi,  mistik ve metafizik öğretiler içinde anlatılmış, hikaye edilmiş ve deneyimlenmiş gerçekliklerdir.

Ben astral seyahatlere zaman yolculuklarına inanıyorum. İnanmaktan öte bunları bir şekilde tecrübe etmiş bir insanım. Fakat şöyle bir gerçek varki  kitaptaki tüm diyoloğların teknik manzaranın hepsi doğrudur. Makro felsefe öğretisi tamamen evrensel gerçeklere dayanmaktadır. Fakat hikaye bazında düşündüğümde  Makro Felsefe Kitabının  yaşanmış bir gerçek hikaye  olabileceğini sanmıyorum. Bu Makro Felsefe kitabındaki Makro dünyanın yaratılması imkansız  ütopik bir hayal olduğu için değil  ama bahsi geçen hikayenin akışında terslikler olduğu içindir.

Jon'un ve Carol'un M.S.2150'nin mikro adasında  mikro toplum tarafından öldürülmesine gerekçe olarak her ne kadar da tekamül süreci ve karma felsefesi uyarınca yazar bir gerekçe bulsa da bana bu pek inandırıcı gelmedi doğrusu! Neden derseniz karmanın temizlenmesinin çok daha farklı yolları olabilir. İlimle sevgiyle ve anlayışla insan kendini geliştirerek varlığındaki eksik yanları tamamlayabilir. Makro toplum her ne kadar  ölümü bir son değilde bir tekamül ve daha üst düzey ruhsal anlayışlara doğru bir geçiş kapısı gibi görsede ve her ne kadar herkes karmasındaki negatifliği temizlemekle yükümlü olsada kişiler kendi hayatlarını mikro dünyanın mikro değer yargıları içine hapsederek ilerleme yolunu seçmemeliler bence. Mikro bakış açısında ölüm bir son ve acı- hüzün anlamına gelirken  makro bakış açısında ölüm sevgiyle kabüllenilebilir bir ayrılıktır. Çünkü Makro adama göre ölüm ve ayrılık sadece uzay ve zaman illüzyonunun bize gösterdiği bir aldatmacadır. Hepimiz zihinlerimizin derinliklerinde  biriz!  Ve makro bakış açısına göre kişiler her ne kadar mikro eylemlerde bulunurlarsa bulunsunlar onları ve olmakta olanı sevgiyle kabüllenmemiz yönünde bir anlayışa sahip olmalıyız!

Lenin ve Stalin materyalist felsefenin öğretileri çerçevesinde Karl Marx'ın komünist ideolojisini Rusya'da uygulayabilecek potansiyele  sahip olduysa ve Küba halkı Fidel Castro liderliğinde  Amerikanın kapitalist sömürüsüne baş kaldırabildiyse  bizlerde İsa, Buda gibi büyük mistik şahsiyetlerin evrensel felsefelerine dayalı spiritüel bilgiler bütününü esas alan yeni bir toplumsal hareketi ve yeni bir Makro Toplum modelini bu dünyada kurabiliriz. Yoldaş Lenin ve Castro'nun ve Che'nin inançları ve umutları bu dünyada yeşerebiliyorsa bizlerde neden her biri birer Makro Filozof olabilecek birer İSA  birer BUDA  birer MEVLANA   olabilecek  böyle ruhsal özleri yetiştirebilecek bir toplum modeli kuramayalım. Gelişmiş ruhların egemen olduğu bir toplum! Mikro düşüncelerden  arınmış Makro düşüncelere sahip bir insanlık!

Ama dostlarım tüm bunları yazdıktan sonra  içeri duş almaya gittim. Ve garip bir şey fark ettim  içim tuhaf bir hisle doldu çocukluğumdan beridir hatırıma gelen  bir düşüm bir  rüyam hatırıma geldi  ama bu o bilindik rüyalardan değildi! Çocukluğumun ilkokul devrelerinde Lea  gibi güzel sarışın mavi gözlü bir bayan ve Jon gibi mavi gözlü atletik vucut hatlarına sahip  bir adam beni ellerimden tutup bir uzay  gemisine bindirdiler. Kadın ellerimi  sıkıca  tutuyordu. Gemi gökyüzünün bulutları arasında kayboldu.Bunu geminin penceresinden fark edebiliyordum. Çok kısa süre içinde geminin kapısı açıldı ve kadın beni asla unutmayacağım daha önce hiç görmediğim  masmavi bir gökyüzünün altında alabildiğinde  yemyeşil çimenlerin olduğu bir dünyaya  getirdi!  Şeffaf duvarları olan doğayla iç içe olan düz ayak  bir binaya girdik. Burası bir tıpbi laboratuvardı ve çocukların oynaması için oyuncaklar vardı. Değişik renkli küplerle oynamam için kadın beni odaya bıraktı sonra benden bir kan örneği aldılar bir tür aşı yaptılar ve kadınla adam aralarında bir şey konuştular ama ne ilginçtirki konuştuklarını hissediyordum ama dudakları oynamıyordu. Beni alıp götürmeye geldiklerinde bile onları anlıyordum ama  dudakları hiç kıpırdamıyordu. Ama her nasılsa onları anlıyordum. Kimse nereye getirildiğimi söylemedi ama geleceğe götürüldüğüme dair güçlü bir hisle doldum. Geleceğe gitmiştim ama hangi zamana bilemiyorum. Ve neden beni götürdüler amaçları neydi  o konuda da bir fikrim yok! Sonra beni tekrar beni 1980 lerde uyuduğum odaya  getirdiler ve aldıkları yere bıraktılar. Bu ziyaretlerin uzunca bir süre  sürdüğünü hatırlıyorum ama zamanla görüntüler hafızamdan silindiler sadece bu size bahsettiğim görüntü kırıntıları kaldı anılarımda. Sanki görüntülerden arınmış güçlü silinemez duygular kaldı içimde.  Bunları şunun için anlattım ne ilginçtirki M.S. 2150 kitabını okuduğumda Jon’un yürüdüğü  ve baktığı yeşil çimenlerin ve mavi gökyüzünün kitabı  okurken bana verdiği o enerji imzasının bir kopyasıydı sanki çocukluğumda  seyrettiğim o masmavi ve bembeyaz bulutlarla dolu gökyüzü.

Sanırım bir yerlerde hala Makro dünyanın sadece bir boyut farkı ile varolabileceği  ihtimalini kabül etmek zorundayız.

Arzu etmediğiniz bir dünyada korku ve endişe ve karamsarlık ile karanlığın içinde bir tutsak olarak yaşamaktansa umut ederek yaşamak en iyisidir. Mikro dünyadan kurtulmanın tek yolu umut etmektir. Hepimiz Makro Toplum düşünü umut ettikçe Makro farkındalığın özgür dünyasına bir adım daha yaklaşmış oluruz.

Dostlarım kendi aklınızla kendinizi hapsettiğiniz bu mikro dünyanın sınırlılıklarından kopup sizleri Makro dünyanın farkındalığına yükselmeye davet ediyorum.

Ben bir Makro Toplum hayali kuruyorum ve bu hayale inanıyorum… Ve bana inanan tüm dünyanın insanlarını bu hayali gerçekleştirmeye davet ediyorum.

Lütfen siteme girin :

http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/makrofelsefex.htm

Çetin BAL- Denizli - 12 Haziran 2007

  

 NOT:   Evet İnsanın düşündüğü gerçek olur. Ama bu evrenin çok daha derin düzeylerine dokunan bir yasadır. Düşünceler enerjidir neyi düşünürsek o realiteyi yaratırız. Fakat gerek astral bedende gerekse fiziksel yada daha başka yoğun beden formları içinde ‘‘düşünce’’ doğrudan hemencecik aktif hale geçen bir enerji mahiyeti taşımaz! Asansöre bindiğinizde bazen düymeye bastığınızı sanırsınız ama asansör olduğu yerde durur! Sonra fark edersiniz ki düymeye basmamışsınızdır. Bu bir çoğunuzun başına gelmiştir. Evet bastığına dair inanç ve güçlü bir kanı düşünce enerjisini harekete geçirebilir. Ama beyindeki nörolojik bağlantılar düzeyinde duyulan bir takım sanrılar ve öyle kabül etmeler ile düşünce gücü hemen harekete geçmez. Öyle olsaydı kendini kral sanan yada havada yürüdüğünü iddia eden ve öyle inanan akıl hastaları buna inandıkları için düşüncelerinin derhal öyle bir gerçeği projekte etmesi gerekirdi. Ama bu doğa üstü durumları akıl hastanelerinde göremiyoruz malesef. Yani demek istediğim şey nörolojik aktivite düzeyinde basit yanılsamalar içinden düşünce gücünü harekete geçiremezsiniz. İnsanın psişik yapısı muazzam karmaşıklıkta bir enerji ağına yani bir bağlantılar şebekesine sahiptir.Teknik ve oldukça bilimsel açılımlara girersek bir hücrenin içinde yer aldığı uzay/ zaman alanına ( boşluğuna)  ait vakum enerjisi ile olan irtibatını ve hücrenin çevresindeki aura enerjisini ve astral hücrelerin fizik boyuttaki (alt boyuttaki hücrelerle) olan boyutlar arası bağlantılarını ve geçiş noktalarını ele aldığımızda  karşımıza fizik boyutla sınırlı olmayan bir hücre realitesi ortaya çıkar. Bu hücre kendisini saran elektronik enerji alanları ile bir ağacın köklerinin toprağa kök salıp kendisini besleyip varetmesi  gibi  uzay /zaman denen sonsuz bir kuantum enerji denizine bağlanır. Tam bu hücre ve kuantum enerji denizinin holografik yapısı içinde titreşen enerji alanları ilişkisi içinde hücreye ait zihin evrensel zihne bağlanır. Hücre denen şeyde aslında elektronik bir enerji kasırgasından başka bir şey değildir. Hücre içi  moleküllere atomlara atom içi alanlara kadar indiğimizde karşımıza iç içe geçmiş muazzam bir enerji alanları şebekesi çıkar. Evren enerji alanlarından örülü bir ağ gibidir. Bu ağa bağlanan bir beyin ve bir zihin için hemen hemen herşey mümkündür. Reankarnasyon ve ''karma'' denen gerçekte bu ağla bağlantılı olarak ortaya çıkar. Hücreki canlılık olgusu bu evrensel enerji ağından ileri gelir.Yani burda RUH denen şey ortaya çıkar. Madde ve Ruh denen şey ÖZSEL (evrensel)  enerjinin değişik görüntülerinden başka bir şey değildir.   İnsanda  adeta sonsuz karmaşıklıkta bağlantıları içeren duygusal- düşünsel bir kaotik frekans dalgalanması mevcuttur. İnsan zihni dalgalanıp duran, çalkalanan, titreşen pikseller çizen muazzam bir sonsuz duygular denizi gibidir. Doğru tuşlara basmak doğru duyguları oluşturmak ve evrenin o derin düzeyinde saklı evrensel bilinçle (evrensel frekansla aynı doğrultuda uyumlanmak) bağlantıya geçmek ancak sağlıklı ve denge içindeki bir psişik enerji için söz konusu olabilir. Ancak böyle bir olağan üstü bağlantı ile zihnimiz dış dünyadaki nesneler üstünde tasavvur (kontrol) sahibi olabilir. İnsan bedene  sahip bir zihindir. Zihin hastalandığında bedende hastalanır. Beden zihnin yada ruhun  daha alt boyutta yer alan bir  gölgesi gibidir. ''Zihin''  suyun üstünde yürüyebileceğine inandığında beden suyun üstünde yürür. Zihnin inançları, beklentileri, değer yargıları  bizim fiziksel gerçekliğimizi çizen renkli kalem uçları gibidir. Ateşin yakması, güneşin dünyayı  çekmesi soğuk havanın dondurucu etkisi, elektronların çekirdek çevresinde dönmesi vb. gibi  bir çok fiziksel kimyasal yasalar...   tüm bunların temelde moleküler olarak yada  enerji fiziği düzeyinde  bilimsel  açıklamaları vardır. Yani şu şuna etkir bu da buna etkir ve bu şey açığa çıkar. İyi ama sadece bu kadar mı? Bir mıknatıs şöyle çeker böyle çeker demek ne kadar tatmin edici bir yanıt içerir.  Bir nedeni ve sebebi ararken tavşan deliğinde  ne kadar derine inebiliriz? Sonuçta  en dibe doğru bilimsel keşiflerimizi derinleştirdiğimizde tüm bunların aslında en temelde sebebinin yani deliğin öteki ucunda herşeyin  bizim zihnimizden kaynaklandığı gerçeği ortaya çıkar. Yani tüm kaidelerin ve oluşumların görüntülerin en altındaki yaratıcı unsur  projekte edici şey doğrudan  zihnin kendisidir.

Jon sonuçta astral bedende ve astral yasaları olan bir yüksek titreşimli bir fizik ortamda bulunuyor. Jon un astral alemde bulunduğunu söylerken bu aslında bilinen gibi bir boyut değildir. Bu astral kat madde dünyasına bağlı bir ara titreşim boyunda yer almaktadır. İnsanlar buraya astral ortam diyorlar. Ancak bu ara boyut bizim evrenimize ait bir çeşit görüntüsel bir alandır. Yani fizik maddeyi çevreleyen aura enerji alanlarının birleşmesinden meydana gelmiş bir frekans ortamıdır. Biz buraya astral ortam diyoruz. Uzun lafın kısası demek istediğim şey astral ortamda hemencicik her düşündüğünüzü gerçek sanmanız diye bir şey sözkonusu değildir. Bu açıdan jon’un da çimenler üstünde yatarken teninde ağaçları sallayan rüzgarın akışını hissetmesi kanımca bir çelişki içermektedir. Lakin bunu belki Jon’un orijinal günlüklerinden çeviri ve aktarım yapan kişiler tarafından yanlış anlaşılıp çevrilmiş bir bilgi olarakta ele alabiliriz. Sonuçta bu tartışmalarda  çok anlamlı değil. Eleştirel olurken daha çok genele ve ana temaya bakmak lazım.. Yani ben M.S 2150 eleştirimde tek bir faktörden yola çıkıp bir yorum yapmış değilim. Ayrıntılarda çok takılmak istemem. Ama yine de Einstein’ın bir sözü vardır; ‘‘Küçük ayrıntılarda güvenilir olmayanlara büyük işlerde nasıl güvenebiliriz.’’ Sonuçta çok azda olsa Jon'un günlüklerindeki hikayenin gerçek olma ihtimali hala bir yerlerde olasılık olarak durmaktadır.  Çetin BAL -Denizli - 12 Ağustos - 2007

          

     Makro Felsefe ve Atlantis

Evrensel Bilgiye Açılan Kapılar    Makro Felsefe      2150 A.D. (M.S.2150)     M.S. 2150    

 M.S. 2150 Farklı görüşler

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

 Ana Sayfa / İndexZiyaretçi Defteri /  E-MailKuantum FiziğiQuantum Teleportation-2

 Time Travel Technology /  Kuantum Teleportation / DuyuruUFO Technology 

 Roket bilimi / CetinBAL /Astronomy