GÜNEŞ SİSTEMİMİZ
Güneş Sistemi, Güneş adını vermiş olduğumuz bir yıldız , bu yıldızın
çevresindeki belirli yörüngelerde bulunan 9 gezegen ve çok sayıda küçük
gökcisminden oluşmaktadır. Güneş Sistemi'nde yer alan gezegenlerin
isimleri sırası ile Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs,
Neptün ve Plüton dur. Evrende sayısız yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
Bu yıldızlar belli galaksilerde yer alır. Güneş Sistemi de Samanyolu
Galaksisi'nin bir elemanıdır. Samanyolu Galaksisi içinde %90'ının
büyüklüğü güneş kadar olan 100 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
Bu yıldızlardan her birinin çevresinde 9 gezegen olduğunu düşünürsek (bazı
yıldız sistemlerinde çok daha fazla gezegen vardır.) sadece Samanyolu
Galaksisi'nde 1 trilyona yakın gezegen olduğu sonucuna ulaşırız. Tüm
evreni ele alırsak sayılarla ifade edemeyeceğimiz bir sonuç ortaya çıkar.
Evrende keşif bekleyen sayısız gezegen olmasına rağmen insanoğlunun henüz
Güneş Sistemi’ndeki gezegenler hakkındaki bilgileri bile çok yetersizdir.
İnsanoğlunun evren ve gezegenler hakkındaki araştırmaları çok eskilere
dayansa da ancak günümüzde bu araştırmalar bilimsel boyut kazanabilmiştir.
Son yıllarda uzaya yollanan uzay araçları ve sondalar sayesinde çok
değerli bilgiler edinilmişse de bu güne kadar uzay bilimi konusunda
yapılabilen en büyük gelişme Ay'a ayak basmak olmuştur.
Güneş sisteminde, diğer tüm galaksi ve sistemlerde de olduğu gibi belli
bir düzen vardır. Her gezegen kendisine ait yörüngesinde hiç bir sapma
yapmadan dönmektedir. Aynı zamanda yörüngesi yada ekseni etrafındaki dönme
süresi hiç değişmeden sabit kalmaktadır. Bu yörüngeler ve periyotların
hepsi matematiksel bir düzen içerisindedir. Bu düzeni ilk olarak keşfeden
kişi Kepler'dir. Kepler çalışmaları sonucunda Güneş Sistemi'ndeki tüm
gezegenlerin periyotlarının bir formüle bağlı olduğunu bulmuştur. Bu
formüldeki orantı "BodeYasası" olarak bilinir.
Her ne kadar bu yasanın adı Bode Yasası olarak bilinse de,aslında Johann
Titus adlı bir fizikçi ve matematikçi tarafından 1766 yılında
bulunmuştur.Bu yasa daha sonra,1772'de Bode tarafından yeniden ele alınmış
ve bu nedenle onun adıyla tanınmıştır.
Bode Yasası,gezegenlerin Güneş'e uzaklığının hesaplanacağı basit bir
formüle dayanır.Formülde uzaklıklar,astronomi birimiyle (ab)ifade
edilir.(Bir astronomi birimi Dünya'nın Güneş'e uzaklığıdır.Yaklaşık 150
milyon km)Bode sayısına göre 0,3,6,12,24,...,(3.2n) serisindeki sayılardan
her biri Güneş'e olan uzaklıklarına göre,bir gezegene denk gelir. Yani 0
Merkür'e,3 Venüs'e,6 Dünya'ya .... Gezegenin uzaklığını bulmak için,bu
seriden o gezegene denk gelen sayıya 4 eklenir.Bulunan sonuç 10'a
bölündüğünde gezegenin uzaklığı astronomi cinsinden bulunur.Örneğin
Merkür'ün uzaklığı (0+4)/10=0,4 , Dünya'nın uzaklığı (6+4)/10=1 astronomi
birimi olarak bulunur.(Gezegenlerin Güneş'e göre sıralanmalarına göre
0,3,6,9,... baz alınır)
Bilim adamları evrenin yaradılışını, evrenin yoktan var edildiğini kabul
eden "Big Bang" teorisi ile açıklamaktadırlar. Bu teoriye göre; "Evren,
yaklaşık 15 milyon yıl önce sıfır hacim ve sonsuz yoğunluğa sahip olan bir
yokluğun şiddetle patlaması sonucunda oluşmuştur". "Big Bang" teorisi
evrenin yaradılışı ile ilgili teoriler arsında en çok kanıtı bulunan ve en
çok kabul edilenidir. Güneş Sisteminin oluşumu hakkında ise hiç biri tam
olarak kabul görememiş bir çok teori bulunmaktadır. Güneş Sistemi'nin
oluşumuyla ilgili bilinen ilk teori Decartes'e aittir. En çok destek
toplayan teori ise, Samanyolu Galaksisi'nde yer alan büyük bir gaz toz
bulutunun bir kısmı zamanla yoğunlaşarak Güneş'i ve diğer gezegenleri
oluşturduğunu iddia etmektedir. Bu teori en mantıklı teori olarak kabul
edilse de cevaplayamadığı bir çok soru vardır.
Güneş
Sistemi
Güneş'in kütlesel çekim alanının
belirlediği bölge içinde kalan cisimlerin oluşturduğu bir sistem. Sistemi
idare eden baş cisim Güneştir. Sisteme bağlı dokuz gezegeni, asteroit
kuşağını, kuyruklu yıldızları ve meteorları belirli yörüngelerde tutan ve
onların hareketlerini belirleyen yine Güneştir.
Güneş sisteminin en önemli
özelliği, içinde yaşam barındıran bilinen tek yıldız sistemidir. Güneş
sistemine ilişkin bazı genel bilgiler tabloda gösterilmiştir.
Gezegen |
Çapı
(km) |
Yoğunluk
(g/cm³) |
Güneşe uzaklık
(milyon km) |
Dönüş süresi
(gün) |
YIL
(gün) |
Uydu Sayısı |
Merkür |
4878 |
5.42 |
57.85 |
58.65 |
87.97 |
- |
Venüs |
12104 |
5.25 |
108.1 |
243 |
224.7 |
- |
Dünya |
12756 |
5.55 |
149 |
1 |
365 |
1 |
Mars |
6796 |
3.94 |
227.8 |
1.026 |
686.98 |
2 |
Jüpiter |
142500 |
1.31 |
777.84 |
0.408 |
4328.9 |
16 |
Satürn |
120600 |
0.69 |
1426.08 |
0.425 |
10752.9 |
18 |
Uranüs |
51400 |
1.29 |
2867.41 |
0.746 |
30660 |
15 |
Plato |
2300 |
2.03 |
5909.74 |
6.39 |
90410.5 |
1 |
Neptün |
49528 |
1.64 |
4493.9 |
0.796 |
60152 |
8 |
Güneş Sistemi Nasıl Oluştu?
1.Astronomlar Güneş’in milyonlarca yıl önce dev bir gaz ve toz bulutundan
oluştuğunu düşünüyorlar. Gaz bulutu büzüldü ve sıcaklığı arttı.
2.Kütleçekimi gittikçe daha çok miktarda gaz ve toz bulutunun içine
çektiğinden bulutun içindeki basınç çok arttı.
3.Yüksek sıcaklık ve basınç, şiddetli nükleer tepkimelerin başlamasına yol
açtı ve parlak bir ışık topu yani Güneşimiz oluştu.
4.Artan madde, sonunda tümüde Güneş’in çevresinde dönen gezegenleri,
kuyrukluyıldızları ve astroidleri oluşturdu.
GÜNEŞ
Evrendeki sayısız yıldızdan sadece biri olan Güneş, Samanyolu
Galaksisi'nde yer almaktadır. Güneş, üzerinde yaşadığımız gezegenin de
içinde bulunduğu Güneş Sistemi'nin merkezini oluşturur. 4,65 milyar
yaşında olduğu tahmin edilen bu dev enerji kaynağının yarı çapı 7x105 km
yani dünya yarıçapının 100 katıdır. Ekliptik düzlem normaliyle 75° 15' açı
yapan Güneş, ekseni etrafındaki dönüşünü yaklaşık 27 günde tamamlar.
Güneşin merkez sıcaklığı 10 milyon derece, dış sıcaklığı ise 5700 K° dir.
Başlangıçta 2x1030 kg'lık kütlesinin %73 'lük kısmının hidrojenden, geri
kalan kısmını ise helyumdan oluştuğu tahmin edilmektedir.
Güneşin bu bitmez tükenmez ısıyı nasıl ürettiği sorusu, ilk zamanlar
insanların kafasını en çok meşgul eden soru olmuştur. Fakat günümüzde
güneşin bu ısı enerjisini içindeki hidrojeni çekirdek füzyonu ile helyuma
çevirerek elde ettiği anlaşılmıştır. Ve Güneş çekirdek füzyonu sayesinde
çevresine 4x1026 Watt' lık güç yaymaktadır. Başlangıçta %73 hidrojen olan
hidrojen oranının günümüzde %38'e düştüğü tahmin edilmektedir. Bu tahmine
dayanarak güneşin ömrünü yarıladığını söyleyebiliriz.
Güneş’in yüzeyinde sanki karanlık bölgeler varmış gibi gözükür. Güneş
lekeleri adı verilen bu bölgelerin sıcaklıkları çevredeki bölgelerin
sıcaklığından biraz daha düşüktür. Güneş lekeler çevrelerinde görece
parlak bölgeler bulunabilir. Bunlar Güneş yüzeyinin hemen üzerinde bulunan
ve ışıldayan gaz bulutlarıdır. Çok daha büyük gaz bulutları patlayarak
yüzeyden çok yükseklere ulaşabilir. Bunlar kuş tüyüne benzeyen kırmızı yay
biçiminde gaz bulutları, akan ve fışkıran gaz sütunları olup uzayın
derinliklerine ulaşırlar. Çok daha şiddetlilerine güneş parlaması adı
verilir.
MERKÜR
Merkür güneş sistemindeki en küçük ikinci gezegendir ve güneşe en yakın
olan gezegen olma unvanını taşır. Güneşe olan ortalama uzaklığı 57.9
milyon kilometredir. Çapı çok küçük olmasına rağmen(4878 km), çapına göre
büyük bir çekirdeği vardır. Bu çekirdeğin %65'i demirden oluşmuştur. Fakat
çekim gücü çok yüksek değildir, oluşturduğu manyetik alan yaklaşık olarak
dünyadakinin 100/1'i kadardır. Güneşe en yakın gezegen olmasından dolayı
gündüz sıcaklığı 427 C° 'ye kadar ulaşır. Bir atmosferi olmadığı için bu
sıcaklığı tutamaz ve geceleri sıcaklığı -173 C° 'ye kadar iner. Merkür
güneşe yakın olduğu için gün doğumunda ve gün batımında çıplak gözle
güneşin yanında parlak bir yıldız gibi gözlenebilir. Merkür ilk olarak
1974 yılında Mariner 10 adlı uzay sondası ile incelenmiştir. Yapılan
incelemeler sonucunda Merkür ile ilgili kesin olmasa da büyük bulgular
elde edilmiştir. Bu inceleme sayesinde Merkür gezegeninde su ve hayat
olmadığı kesin olarak tespit edilmiştir.
Merkür'ün yüzeyi derin kraterlerle kaplıdır. Bunun nedeni bir atmosferinin
olmayışıdır. Ay'da da olduğu gibi atmosferi olmayan Merkür yüzeyine
sayısız meteor çarpmış ve irili ufaklı derin kraterler oluşmasına neden
olmuştur. Merkür yüzeyinin teleskoplarla net bir şekilde incelenmesi
zordur. Fakat Mariner 10 uzay sondasının göndermiş olduğu resimler
sayesinde yüzeyi hakkında bilgi edinilmiş ve buna bağlı olarak iç yapısı
hakkında tahminlerde bulunulmuştur. Çoğunlukla çarpma ve volkan
kraterlerinden oluşmuş yüzeyde büyük ve geniş ovalar da yer almaktadır.
Özellikleri :
Güneşe Olan Uzaklığı 57.900.000 km
Yarı Çapı 2438 km
Kütlesi 0.33 x 10 24 kg
Yoğunluğu 5427 kg/m3
Atmosferik Basınç yok
Sıcaklığı +423 C° , -183 C°
Görünür Parlaklığı -1.2 m
Güneş Etrafında Dönme Süresi 88 gün
Kendi Ekseninde Dönme Süresi 59 gün
Dönme Hızı 47.87 km/sn
VENÜS
Venüs, Merkür'den sonra güneşe en yakın 2. gezegendir. Kütlece dünyaya
yakın bir büyüklüktedir. Ve kendisine ait bir atmosfere sahiptir. Gün
doğumunda ve gün batımında güneşe yakın olarak, dünyadan çıplak gözle
rahatlıkla görülebilir (Halk tarafından Çoban Yıldızı olarak ta bilinir).
Güneş ve aydan sonraki en parlak gök cismidir. Venüs'ün diğer
gezegenlerden farklı ve ilginç yanları vardır, bunlardan en ilginci 1
yılının 1 gününden daha uzun olmasıdır. Yani güneş etrafındaki dönme hızı
kendi ekseni etrafındaki dönme hızından daha fazladır. Güneş etrafındaki
dönme süresi 224 gün, kendi ekseni etrafında dönme süresi ise 243 gündür.
Ayrıca Venüs diğer gezegenlerin tam tersi yönde dönmektedir. Diğer
gezegenlerin hepsi saat yönünde dönerken Venüs saatin tersi yönünde ve çok
yavaş bir şekilde dönmektedir. Bu farklılıkların nedeni hala
anlaşılabilmiş değildir. Çıplak gözle çok rahat görüle bildiği halde en
iyi teleskopla bile yüzeyi incelenemez. Bunun nedeni çok yoğun bir
atmosfere sahip olmasıdır. %93 oranında CO2 (karbon di oksit) ve %2
oranında N2 (azot) ile az miktarda değişik gazlardan oluşmuş olan atmosfer
güneşten gelen ışınları bir ayna gibi geri yansıtır. Bu olay gezegene
müthiş bir parlaklık kazandırırken, yüzeyinin incelenmesini zorlaştırır.
Venüs'ün yoğun atmosferi nedeni ile basıncıda çok yüksektir. Yaklaşık
olarak dünyadakinden 100 kat daha fazla basınca sahiptir. Atmosfer
yoğunluğu ise dünyadakinin 70 katı kadardır. Ayrıca atmosferinde azda olsa
yer alan H2SO4 ve HCL gibi asitler yağmur şeklinde gezegen üzerine
yağmaktadır. Bu nedenle dünya üzerindeki hiçbir canlının bu gezegende
yaşayabilmesi mümkün değildir. Venüs güneşe yakınlık açısından Merkür'den
daha uzak olmasına rağmen sıcaklığı daha yüksektir. Bunun nedeni
atmosferinin olmasıdır. Bu yoğun atmosfer güneşten gelen ışınların büyük
bir bölümünü geri yansıtsa da küçük bir kısmını içeri alır ve dışarı
çıkmasına izin vermez bu da sera etkisi yaparak gezegenin günden güne
ısınmasına neden olmaktadır. Gezegenin şu anki sıcaklığının 325 C° 'nin
üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Venüs yüzeyi hakkında Amerikan Mariner ve Rus Venera sondaları inceleme
amaçlı kullanılmış ve kızıl ötesi de olsa yüzey resimleri çekilmiştir. Bu
resimlerden Venüs yüzeyinin düz ovalar, vadiler ve derin olmayan
kraterlerle kaplı olduğu anlaşılmıştır. Gezegen üzerinde Ishtar Terra ve
Aphrodite Terra adını taşıyan iki yüksek plato gezegenin %11' ini
kaplamaktadır. Kraterlerin derin olmamasının nedeni gezegenin ,yoğun
atmosferi sayesinde kendisine çarpacak olan meteorların hızını kesebilmiş
olmasıdır.
DÜNYA
Üzerinde yaşadığımız gezegen, dünyanın yarıçapı 6400 km ve yoğunluğu 5,52
kg/m3'dür. Güneşe yakınlık bakımından üçüncü sırada yer alan dünya ile
güneş arasındaki uzaklık 1.5 x 10 8 km'dir. Ve bu uzaklık 1 AB.
(Astronomik Birim) olarak kabul edilmiştir. Güneş sistemindeki diğer gök
cisimleri arasındaki mesafeler de genellikle bu birim kullanılarak
belirtilir. Yapay uyduların kullanılmaya başlaması ile dünyanın tam şekli
belirlenmiş ve bu şekle Geoit adı verilmiştir. Dünyanın konumu, atmosferi
ve iç yapısı üzerinde yaşam barındırabilmesi için en uygun şekildedir.
Güneş sisteminde ve bilinen tüm gezegenler arasında yaşama el verişli tek
gezegen dünyadır. Koruyucu bir kılıf görevi gören atmosferi sayesinde
meteor çarpmalarına ve güneşin yaydığı zararlı ışınlara karşı gezegen
korunur.
Dünyanın iç yapısı üç katmandan oluşmaktadır. Bu katmanlardan en dışta
bulunan ve yaşamaya elveriş olana kabuk adı verilmektedir. Tüm canlı
yaşamını üzerinde bulunduran, o bu katmanın ortalama kalınlığı 30 km
kadardır. Kabuğun hemen altından başlayıp çekirdeğe kadar devam eden
tabakaya manto adı verilir. 5100 km derinliğe kadar inen manto tabakasının
kabuğa yakın olan bölümü kırılgan kayalardan oluşmaktadır.
Dünyanın merkezindeki ısı 5000 C° civarında olduğundan mantonun çekirdeğe
yakın bölümü erimiş kayalardan oluşmaktadır. Manto tabakasındaki basınç
nedeni ile erime noktaları yükselen demir ve magnezyum katı halde
bulunurlar. Dünyanın merkezini oluşturan çekirdek ise %90 oranında sıvı
demirden oluşmaktadır. Bunun nedeni çekirdekte tahminen 3 milyon Atm olan
basınç altında demirin erime noktasının 8000 C°'yi bulan çekirdek
ısısından düşük olması olarak açıklayabiliriz.
Çekirdekte bulunan sıvı demirin konveksiyon akımları ile ortaya çıkardığı
dinamo etkisi, Dünyanın manyetik alanını oluşturur. Dünya yüzeyini 100km
yukarısından başlayan manyetik alan yaklaşık 6500km yüksekliğe kadar
uzanır. Son yıllarda elde edilen veriler ile bu manyetik alanın bir zırh
gibi dünya yüzeyini ısı ve benzeri tehlikelerden koruduğu anlaşılmıştır.
Dünyamızın Uydusu AY :
Yarıçapı 1738 km olan ayın kütlesi xxx'dir. Dünyanın tek uydusu olan ay
dünya çevresindeki yörüngesini sabit bir yıldıza göre ortalama 27.32166
günde tamamlar. Buna sideral periyot adı verilir. Dünyadaki her hangi bir
noktaya göre ayın güneşle aynı hizaya iki kez gelişi arasında 29,53059 gün
vardır buna ise sinodal periyot denir. Ay takvimi sinodal peryoda göre
düzenlenmiştir. Ayın safhaları yaklaşık 19 yılda bir aynı güne denk gelir.
Ayın oluşumu henüz tam bir cevap bulamamıştır. Güneş sistemi ve dünyanın
oluşumu hakkında birçok teori öne sürülmüş olmasına rağmen ayın oluşumu
ile ilgili gerçekçi bir teori yoktur. İleri sürülen üç değişik teori
bulunmaktadır. Bunlardan ilki George H. Darwin'e aittir. Bu teoriye göre
Ay, dünya üzerinde oluşan merkez kaç kuvvetleri ve güneşin oluşturduğu
çekim kuvvetin den kaynaklanan rezonans sonucu dünyadan kopmuştur. Bu
teoriye parçalanma teorisi denir. Fakat Roche Limiti gereğince dünyadan
kopan bir parçanın ayın bulunduğu noktaya gelmeden parçalanması
gerekmektedir. Bu nedenle parçalanma teorisi geçerliliğini yitirmiştir.
Diğer bir teoriye göre ise dünyayı oluşturan gaz bulutundan ayrılan bir
halka daha sonra da ayı oluşturmuştur. Bu teori ise Roche'ye aittir ve
kardeş hipotezi olarak adlandırılmaktadır. Bu teorilere göre daha mantıklı
temellere dayanan ve T.J.J See tarafından 1909'da ileri sürülen diğer bir
teoriye göre ise ay daha önce başka bir gezegenin uydusuyken,
yörüngesinden sapmış ve dünya yakınlarından geçerken dünyanın çekin
alanına kapılmıştır. Bu teorinin doğruluğunun kanıtlanması için dünya ve
Ay'ın kimyasal özelliklerinin farklı olması gerekmektedir. Fakat 1969
yılında aydan alınan ilk örneklerin incelenmesi ile yakalanma teorisi
zayıflamıştır. Ay'ın oluşumu ile ilgili günümüzde de geçerliliğini koruyan
bir hipotez yoktur.
MARS
Mars güneşe yakınlık bakımından dördüncü gezegendir ortalama güneş mars
uzaklığı 227.4 milyon kilometredir. Gök yüzünde kırmızı renkte görünür ve
kendisine ait bir atmosferi vardır. Büyüklük olarak yaklaşık dünyanın
yarısı kadardır (yarı çapı 3200 km). Gündüz ekvator sıcaklığı 10 C°
civarlarına ulaşır, fakat atmosferi bu sıcaklığı tutabilmesi için yeterli
olmadığından, geceleri sıcaklığı -75 C° 'ye kadar düşer.
Kutuplarındaki sıcaklık ise -120 C° kadardır. Marstaki atmosfer basıncı
altında bu sıcaklık CO2 'nin donma sıcaklığı olduğundan kutuplarda CO2
buzları bulunmaktadır. Mars günü dünya gününden yalnızca yarım saat daha
fazladır fakat dünyaya göre güneşe daha uzak olduğu için bir yılı 687
gündür. Marsı atmosferinde dünyadakine benzer olarak H, O, CO ve CO2
belirlendiği halde dünyada bol olarak bulunan Ni bulunmamaktadır. 1877
yılında marsın iki uydusu bulunmuştur. Bunlar ancak çok iyi teleskoplarla
gözlenebilen Phobos ve Deimos tur.
Bilindiği gibi yıllarca Marsta yaşam olduğu düşünülmüştü, bu teori için
gerçekten geçerli sebepler vardı. Marsta da dünyadaki gibi eksen eğikliği
olduğundan mevsimler oluşur. Değişik mevsimlerde yer kabuğunun değişik
renkler alması yıllarca astronomların marsta bitkisel yaşam olduğuna
inanmalarına neden olmuştur. Ayrıca mars yüzeyinde yer alan geniş
kanalların marslı yaratıklar tarafından kutuplardan ekvatora su götürmek
için yapıldığı sanılmaktaydı. Fakat ilki 1965'de olmak üzere yollanan bir
çok uzay sondası sayesinde marstaki bu kanalların tamamen kendiliğinden
var olduğu anlaşılmıştır.
Mars yüzeyi de ay yüzeyi gibi volkanik ve çarpma kraterleriyle doludur.
1965'den başlayarak yollanan uzay sondaları sayesinde elde edilen yüzey
şekillerine isimler verildi. Tharsis bölgesinde artık etkinlik göstermeyen
Olympus Mons, Ascraeus Mons, Pavonis Mons ve Arsia Mouns volkanları marsın
en dikkat çekici yüzey şekilleridir. Bu volkanların çevresinde meteorların
açtığı kraterlere rastlanmaz. Çünkü buradaki kraterler zamanla lav ile
dolmuştur. Ayrıca ekvator bölgesinden başlayarak 3000 km doğuya doğru
uzanan bir vadi, sonra kuzeye kıvrılarak Chryse'ye varır. Bu vadi bazı
yerlerde 100 km genişliğe ve 6 km derinliğe sahiptir. Bu denli bir vadinin
yalnızca akarsular tarafından oyulabileceği düşünülmektedir. Bu da daha
önce Mars yüzeyinde suyun var olduğuna inanılmasını sağlamıştır.
JÜPİTER
Jüpiter, 71370 km ekvator yarı çapı ile Güneş Sistemindeki en büyük
gezegendir ve Güneş'e yakınlık bakımından 5. sırada yer alır. Kütlesi
yaklaşık olarak dünya kütlesinin 318 katıdır. Bu dev gezegen Güneş
çevresindeki turunu 11.86 yılda tamamlar. Çok büyük bir gezegen olduğu
için küçük bir teleskopla bile ekvatora paralel olarak uzanan farklı
renkteki kuşakları seçilebilir. Jüpiter hakkında ne yazık ki halen kesin
bilgiler bulunmamaktadır. Yüzeyi atmosferi ve uyduları hakkında sadece
tahminlerde bulunulmaktadır. Bu tahminlere göre çok yoğun bir atmosferi ve
de küçük bir çekirdeği bulunmaktadır. Gezegenin içi hakkında yapılan
tahminlere göre saf hidrojen veya %1-2 helyum içeren hidrojen ve %1-2
oranında diğer elemanlardan oluşmuştur. Jüpiter güneşten aldığı enerjini
yaklaşık olarak 2.5 katını çevresine yaymaktadır bunun nedenini
gezegendeki gravitasyonel çökmenin hala sürmesi olarak tahmin
edilmektedir. Jüpiter'in çevresinde 6500 km genişliğinde ve bir kaç km
kalınlığında bir halkası bulunmaktadır.
Bu dev gezegen çok büyük bir manyetik alana sahiptir. Bu alan sayesinde
bilinen 16 uydusu bulunmaktadır. Fakat gezegenin uydularının 16 ile
sınırlı olmadığı ve başka uydularının da bulunduğu tahmin edilmektedir.
Jüpiter hakkındaki ilk bilgiler Nasa'nın 70'li yıllarda gönderdiği
Pioneer10 ve Pioneer11 uzay sondaları tarafından elde edilmiştir. Fakat
Jüpiter hakkındaki en önemli bilgiler 1995 yılında Jüpiter'e ulaşan
Galileo uzay sondasından alınmıştır. Galileo'nun gönderdiği bilgiler
sayesinde Jüpiter'in 4 büyük uydusu (Io, Europa, Ganymede ve Callisto)
bulunmuş ve bunlara Galileo uyduları adı verilmiştir. Bu 4 Uydu gezegen
ile aynı yönde dönmektedir. Fakat daha sonra bulunan küçük ve gezegene
daha yakın olan uydular gezegene zıt yönde dönmektedir. Bu uydular içinde
en ilginci Europa uydusudur. Dünyadan yapılan incelemelerle bu uydunun
yüzeyinin su buzlarıyla kaplı olduğu ve hiç bir çarpma kraterinin
bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu uydunu üzerinde yer alan ve değişik yönlerde
düzgün olrak uzanan çatlaklar, yüzeydeki buzların attaki sıcak bir deniz
üzerinde yüzdüğünün sanılmasına neden olmuştur. Bu da bu uydu üzerinde
canlı olabilme olasılığını artırmaktadır.
Özellikleri :
Güneşe Olan Uzaklığı 778.000.000 km
Yarı Çapı 71370 km
Kütlesi 1898 x 10 24 kg
Yoğunluğu 1326 kg/m3
Atmosferik Basınç ----
Sıcaklığı 110 K°
Görünür Parlaklığı -2.0 m
Güneş Etrafında Dönme Süresi 11.86 gün
Kendi Ekseninde Dönme Süresi 9.9250 saat
Dönme Hızı 13.07 km/sn
SATÜRN
Güneş Sisteminin ikinci büyük gezegeni olan Satürn'ün yarı çapı 60400 km
dir ve 1.433.000.000 km lik mesafe ile güneşe yakınlıkta 6. sıradadır.
Gezegen teleskopla incelendiğinde yeşilimsi bir renkte görünür ve çıplak
gözle görülebilen en uzak gezegendir. Neredeyse tümü gazlardan oluşan bu
gezegenin yoğunluğu çok küçüktür. Ortalama 700 kg/m3 yoğunluğu ile Güneş
Sistemi'nde en küçük yoğunluğa sahip olan gezegendir. Güneşe olan uzaklığı
nedeni ile yüzey sıcaklığı yaklaşık olarak -150 Cº dir. Vogayer aracından
alınan kızılötesi bilgilere dayanılarak gezegendeki hidrojen/helyum oranı
9/1 olarak saplanmıştır. Satürn'ün çevresine yaydığı ısı enerjisi güneşten
aldığı ısı enerjisinden daha fazladır.
Gezegenin çevresindeki halkalar yıllarca bir sır olarak kalmış ve gezegene
insanların büyük ilgi göstermesine neden olmuştur. Bu halkalar ilk olarak
Galileo uzay aracı tarafından gözlenmiştir fakat ne olduğu ancak Huygens
tarafından 1655'te açıklanmıştır. Gezegen çevresinde araştırma yapan
sondalar. Halkaların yapısı ve içeriği hakkında bize bazı bilgiler verdi.
Bu bilgilere dayanılarak en dıştaki halkadan en iç teki halkaya doğru
sırası ile A, B, C, E, F ve G isimleri verilmiştir. Bu araştırmalarda
halkaların sanıldığından daha karmaşık bir yapıya sahip olduğu ve çok
sayıda çemberden oluştuğu anlaşıldı. Halkaların arkasındaki yıldızların
parlaklığı görülebildiği için halkaların genişliğinin yalnızca 20 km kadar
olabileceği tahmin edilmektedir. Ayrıca halkaların oluşumu hakkında,
evrende daha önceleri başıboş dolaşan ufak meteor ve buz parçaları gibi
değişik cisimlerin Satürn'ün çekim alanına yakalanmaları sonucu oluştuğu
tahmini kabul edilmektedir.
Halkaların Özellikleri;
Halka İç ve dış yarıçap (km)
A 119.800 - 136.600
B 90.500 - 117.100
C 74.600
D Belirsiz
E 210.000 - 294.600
F 139.200
G 168.00
Gezegenin bilinen 17 tane uydusu vardır. Keşfedilen ilk uydusu 1655
yılında bulunan Titan dır. Titan aynı zamanda Satürn'ün en büyük
uydusudur. Titan, yoğun ve portakal renkli bir atmosfere sahiptir. Yüzey
basıncının 1,5 atmosferden daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.
Atmosferin yapısında azot, metan ve %12 oranında argonla az miktarda
moleküler hidrojen içerir. Gezegenin tüm uydularının yüzeyleri çarpışma
izleri ile doludur. Titanın ile birlikte 8 uydunun keşfinden sonra Voyager
sondası ile 8 yeni uydu daha keşfedildi. Yeni keşfedilen küçük uyduların
şekillerinin ve yörünge hareketlerinin daha düzensiz olduğu anlaşılmıştır.
Özellikleri :
Güneşe Olan Uzaklığı 1.433.000.000 km
Yarı Çapı 60400 km
Kütlesi 568.46 x 10 24 kg
Yoğunluğu 687 kg/m3
Atmosferik Basınç ----
Sıcaklığı -150 Cº
Görünür Parlaklığı -2.0 m
Güneş Etrafında Dönme Süresi 29.44 yıl
Kendi Ekseninde Dönme Süresi 10.656 saat
Dönme Hızı 9.69 km/sn
URANÜS
Uranüs, 2.872.460.000 km lik mesafe ile güneşe yakınlık sırasında 7.
gezegendir. 1781 yılında Sir W. Herschel tarafından gözlenmiştir. Çapı
yaklaşık olarak 25600 km kadardır. 17 saat civarında tamamladığı eksen
periyodunu yuvarlanarak yapar. Bu nedenle kutuplardaki basıklığı
yüksektir. Güneşe olan uzaklığı nedeni ile hakkında pek fazla bilgi
bulunmamaktır. Gezegenin yapısı ve atmosferi hakkındaki bilgiler
çoğunlukla tahminlere ve 1986 yılında gezegenin yakınlarından geçen
Voyager 2 sondasından alınan bilgilere dayanmaktadır. Bu bilgiler
ışığında; gezegenin, hidrojen bakımından zengin, metan ve helyum içeren
çok yoğun bir atmosfere sahip olduğu, yüzey sıcaklığının -221 Cº
civarlarında olduğu, dünyanınkinden daha büyük bir mağnetik alana sahip
olduğu ve kayalık bir çekirdeğinin bulunduğu gibi tahminler ileri
sürülmektedir.
Uranüs'ün şu ana kadar gözlene bilinmiş 17 uydusu bulunmaktadır. Bu
uydulardan ikisi olan Titana ve Oberon gezegeni ilk gözlemleme ünvanına da
sahip olan Sir W. Herschel tarafından gözlenmiştir. 1948 yılına kadar beş
büyük ana uydusu gözlenile bilinmişti. Fakat 1986'da Voyager 2 sondası bu
uydulara ek olarak 10 küçük uydu daha bulmuştur. 31 Ekim 1997'de ise yarı
çapları 160 ve 80 km olan iki uydu daha gözlenmiştir.
Gezegenin çevresinde 9 ince halka bulunmaktadır. Bu halkalar 10 Mart 1997
yılında bir yıldızın gezegenin arkasında kalması sonucunda yapılan
gözlemler ile keşfedilmiştir. Halkalar gezegenin merkezinden 42000 km
sonra başlamaktadır ve en genişi bile kalınlığı bile 10 Km'den fazla
değildir. En içten dışa doğru halkalara 6, 5, 4, α, β, γ, δ, ε isimleri
verilmiştir. Sırası ile bu halkaların gezegenin merkezine olan uzaklıkları
41980, 42360, 42663, 44844, 45799, 47323, 47746, 48423 ve 51000 km dir. En
dıştaki halka olan ε halkası elips şeklindedir ve her iki ucunda
yarıçapları 40-50 km olan iki uydu yer almaktadır.
NEPTÜN
Neptün güneşe Plüton'dan sonraki en uzak gezegendir. Neptün'ün yörüngesi
Plüton gezegenin yörüngesi ile kesiştiği için güneş etrafındaki turunun
bir bölümünde Plüton gezegeninin arkasında kalarak güneşe en uzak gezegen
olur. Fakat Plüton'a göre daha kısa süre arkada kaldığı için, Güneşe en
uzak ikinci gezegen olarak kabul edilir. Gezegenin bulunması tamamen
matematiksel hesaplamalara dayanmaktadır. Uranüs gezegeninin yörüngesinde
ki düzensizlikleri inceleyen Le Verriner, 1845 yılında Uranüs gezegeninin
yörüngesindeki düzensizliklerin daha dışarıdaki bir gezegenden
kaynaklandığını buldu ve yaptığı hesaplamalar sonucunda elde ettiği
koordinatları Galle adındaki astronoma bildirdi. Galle elindeki verilere
dayanarak yaptığı çalışmalar sonucunda 1846 yılında Neptün gezegenini
gözlemlemeyi başardı. Güneşe olan uzaklığından dolayı Neptün gezegeni
hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Fakat gezegenin yakınlarından
geçen Voyager 2 uzay sondasından alınan bilgilere göre, gezegen 22300 km
lik yarı çapa sahiptir ve kendi ekseni etrafındaki dönüşünü 17.24 saatte
tamamlamaktadır.
Neptün gezegeninin bilinen iki uydusu bulunmaktadır. Bunlardan 2000 km
yarı çaplı Tirion 1846'da Lassel tarafından bulunmuştur. Gezegenin ikinci
uydusu olan Nereid ise 1949 yılında Kuiper tarafından keşfedilmiştir.
Nereid güneş sistemindeki en büyük dış merkezliliğe sahip olan uydudur. Bu
neden uydunun Neptün'den uzaklığı 1.3x10 6 km ile 9.8x10 6 km arasında
değişmektedir. Tüm büyük gezegenlerde olduğu gibi Neptün gezegeninin de
çevresinde halkalar bulunmaktadır. Bu halkalar tam olarak ilk kez Voyager
2 uzay sondası ile gözlenmiştir. Le Verrier, Adams, Galle gibi halkaların
isimleri gezegen hakkında çalışma yapmış olan kişilerin adlarından
alınmıştır. En dıştaki halka olan Adams halkası dört halkanın sicim gibi
burulmasından oluşmuştur. Yoğunluğu yüksek olan bu halkanın genişliği 1000
km kadardı.
PLÜTON
Güneş'e en uzak gezegen olan Plüton gezegeni aynı zamanda, güneş
sisteminin en küçük ve hakkında en az bilgi bulunan gezegeni olma
özelliklerini de taşımaktadır. Plüton gezegeninin keşfi matematiksel
hesaplamalara dayanmaktadır. Uranüs'ün yörüngesindeki düzensizlikler
hakkında yapılan araştırmalar sonucunda Neptün gezegeni bulunmuştur fakat
yapılan hesaplar bu gezegenin tek başına Uranüs'ün yörüngesindeki
düzensizlikleri açıklayamayacağı anlaşılmıştır. Daha da derinleştirilen
araştırmalar Plüton gezegeninin varlığını kanıtlamıştır fakat gezegen
ancak 1930 yılında Tombaugh tarafından gözlene bilinmiştir. Neptün'ün
yörüngesi ile kesişen yörüngesi nedeni ile güneş etrafındaki turunun küçük
bir bölümünde Neptün gezegenin önüne geçerek onu güneşe en uzak gezegen
yapar.
Gezegenin boyutlarına göre çok büyük bir uydusu bulunmaktadır. 1978
yılında keşfedilen ve Charon adı verilen bu uydunun büyüklüğü hemen hemen
Plüton gezegenin kendisi kadardır bu nedenle gezegen ve uydusuna ikili
gezegende denilmektedir. Uydusunun bulunması ile birlikte kütlesi hakkında
tahmin yapılma imkanı bulunan gezegenin kütlesi 0.0125 x 10 24 kg olarak
belirlenmiştir. Yaklaşık 50K° olan atmosferinde donmuş metan gazı
bulunduğu tahmin edilmektedir.
Özellikleri :
Güneşe Olan Uzaklığı 5,869,660,000 km
Yarı Çapı 1195 km
Kütlesi 0.0125 x 10 24 kg
Yoğunluğu 1.750 kg/m3
Atmosferik Basınç ----
Sıcaklığı 50 K°
Görünür Parlaklığı 13.7 m
Güneş Etrafında Dönme Süresi 247.6 yıl
Kendi Ekseninde Dönme Süresi 153.29 saat
Dönme Hızı 4.72 km/sn
Güneş
sisteminin oluşumu üstüne
Güneş yaklaşık beş milyar yıl yaşında ve ikinci ya da üçüncü kuşak
yıldızlardandır. Süpernova patlamalarının uzay boşluğuna püskürttüğü
maddelerden oluşmuştur. Yapısı %71 hidrojen ve %26.5 helyum ve yaklaşık%
3.5 diğer elementlerden oluşmuştur. Güneş ve benzeri yıldızlerın sadece
hidrojen ve helyumdan oluştukları gözlemsel olarak da bilinmektedir.Ayrıca
gezegenlerdeki ağır elementlerin güneş sistemi içinde sadece binde üç’lük
bir paya sahip olması, sistemin süpernova kalıntılarından oluştuğu
düşüncesini desteklemektedir.
Güneş sistemi merkezde “sıradan” bir yıldız olan güneş, bunun çevresinde
dönen sekiz gezegen, cüce gezegenler(Pluton dahil),asteroidler,
kuyrukluyıldızlar, gaz ve toz bulutları ile yaklaşık 12 milyar km. çapında
dönen bir disk oluşturmaktadır. Bu disk, bunun dşında kalan Kuiper kuşağı
ve Oort bulutu ile birlikte dinamik bir yapı halindedir. Bu dinamik yapı
da Kepler ve Newton kanunlarıyla açıklanabilmektedir. Güneşin etrafından
dönen gök cisimleri, güneşin ekvator düzleminde ve eliptik bir yörünge
içinde hareket etmektedirler.
Güneş sisteminin oluşumuna ilişkin kuramlar:Güneş sisteminin oluşumuna ait
ilk bilimsel kuram Laplace Markisi Fransız Pierre Simon tarafından 1796
yılında atılmıştır. “Bulutsu Varsayımı” olarak adlandırılan bu kuram pek
çok yönüyle kendisinden önce İngiliz Thomas Wright ve Alman İmmanuel
Kant’ın öne sürdüğü düşüncelerden ayrılan ve gerçek olma olasılığı daha
yüksek olan bir kuramdır. Laplace’a göre, önce yavaşça dönen dairesel
biçimli bir gaz kütlesi geçirdiği bir dizi evrimsel süreç sonunda merkezde
güneşin bulunduğu ve çevresinde gezegenlerin ve uyduların dolaştığı bir
yapıya dönüşmüştü. Laplace, kuramında, gaz bulutunun soğurken sıcaklığını
uzaya dağıtarak sıkıştığını ve dönme hızının, kenardaki merkezkaç kuvveti
kütleçekimiyle dengelenene kadar arttığını varsayıyor ve bu aşamada ana
kütleden koparak ayrılan parçaların gezegenlere dönüştüğünü ileri
sürüyordu. Bu duruma göre uzak gezegenler ilk kopmayı oluşturmuşlardı ve
bunun sonucunda Merkür en genç gezegendi.Daha sonra yapılan matematiksel
hesaplamalar, ilk bakışta oldukça tutarlı görülen ve uzun yıllar bilim
çevrelerinde kabul gören bu kuramı çürütmüştü. Sıkışma sırasında kopan
parçaların gezegen oluşturamadan dağılacağı düşüncesi aşağı yukarı
kesinlik kazanıyordu. Ayrıca bulutsu kuramı, gezegenlerin güneşin ekvator
düzleminde bulunmasını anlaşılır kılmakla birlikte gezegenlerin ekvatoral
düzleme göre eğikliğini açıklayamıyordu. Açısal momentuma göre böyle bir
olayın gerçekleşebilmesi için güneşin dönüş hızının diğer uydularından çok
daha fazla olması beklenir. Ama gerçekte güneş yavaş denebilecek bir hızla
dönmektedir.
Bulutsu kuramlarının terkedilmesinden sonra güneş sisteminin oluşumu
“gel-git” kuramlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.1900 yılında ABD’li
bilimadamları Chamberlin ve Moulton, 1919 yılında Sir Jeans güneş
sisteminin yakınından geçen bir başka yıldızın güneşle arasında muazzam
bir kütleçekim oluşturduğuna ve bu kütleçekiminin güneşten çok büyük bir
parça kopararak gezegenleri oluşturduğunu iddia ettiler. Güneşten kopan
maddeler önce bir gaz bulutu ve daha sonra yoğunlaşarak küçük gök
cisimlerini (gezegenimsileri) oluşturdular. Bu gezegenimsiler de zamanla
çekim gücünün etkisiyle birleşerek daha büyük gezegenleri meydana
getirmişler ve böylelikle bugün bildiğimiz güneş sistemi ortaya çıkmıştır.
Bu kuramlarda da yanlışlık vardı: Matematiksel bulgular bir gezgenimsinin
ancak çapı 150 km.’yi bulduğunda kendi çekim gücüyle etraftan madde
toplayacak bir duruma gelebilirdi. Güneşten kopan maddelerin aşırı sıcak
oluşları gazların yoğunlaşmasına fırsat vermeden dağılmalarına neden
olacaktır. Sir Jeans bu sorunu farkettiğinde kendi geliştirdiği bir başka
gel-git kuramını ortaya atmıştır. Buna göre güneşin yakınından geçen
yıldız güneşten “puro” biçimli bir kütle kopartmış ve bu kütlenin
yoğunlaşması sonucu da sistem oluşmuştur. Bu kuram, büyük gezegenler olan
Jüpiter ve Satürn’ün neden güneş sisteminin ortasında bulunduğu sorusuna
bir yanıt veriyordu. Ama yıldızların özellikle güneşimizin bulunduğu Orion
kolunda bu kadar yakından geçemeyeceği ve güneşten kütleçekim nedeniyle
kopan maddenin uzayda dağılabileceği ortaya çıktığında Sir Jeans bu kez de
yıldızın güneşle çarpışmış olabileceği iddiasında bulundu ama bu iddia da
kuramı kurtarmaya yetmedi.
Bu konuda bir başka kuram 1940′lı yıllarda Kuiper tarafından ortaya
atıldı. Bu kurama göre güneşimiz tam olarak gerçekleşememiş ikili bir
yıldız sistemi halindeydi. İkinci yıldız oluşamadan dağılmış ve önce
gezegenimsileri da ha sonra “eklenti” yöntemiyle gezegenleri oluşturmuştu.
Ancak bu kuram da gezegenlerin bir düzlem içinde olmasını ve aynı yönde
hareketlerini açıklamakta yetersiz kalıyordu.Bugünün bilim dünyası gel-git
yada çarpma kuramlarını açıklayıcı bulmamaktadır. Samanyolu galaksisi
sarmal bir gökadadır. Galaksinin dönerken yaptığı hareket basınç dalgaları
yaratmakta, bu basınç dalgalarının da gakasinin sarmal kollar
oluşturmasına yol açtığı bilinmektedir. Güneş sistemi bu basınç dalgasının
etkisi altında kalan bir bölgede bulunmaktadır. Bu iki bilgiyi
örtüştürdüğümüzde basınç dalgası yüzünden oluşan basınç şoklarının bu
bölgede sıkıştırdığı gaz bulutlarının parçalanmasına neden olduğu
söylenebilir. İşte güneşin bu parçalanmalar sonucu oluştuğu tahmin
edilmektedir. İlk ortaya çıktığında, ilk kopuş an’ında sıcaklığı bir
yıldız oluşturacak derecede değildi. O bir bulutsu-nebula-ydı.
Yoğunlaşmanın ve sıkışmanın artmasıyla,sıcaklığı zaman içinde yükseldi.Ve
yassı olan gaz bulutu iki ayrı parçaya ayrıldı. İçte, merkezde yoğunluğun
daha fazla olduğu bölümde “iç güneş” dışta ise daha seyrek yapılı bir
kısım. Zaman içinde sıkışmanın iyice artması, iç sıcaklığın 10.000.000
dereceye kadar yükselmesi çekirdek tepkimelerine neden oldu. Çekirdek
tepkimelerinin başlaması güneşin parlamaya ve bir yıldıza dönüşmesine
neden olmuştu. Nebula’nın yıldıza dönüşmesi yaklaşık yüz milyon yıl
almıştı.Güneşin etrafında bulunan gaz ve toz yığınları (bulutlar) da
sıkışmış ve küçük gezegenimsileri oluşturmuşlar ve bunlar daha sonra artan
çekimgüçleriyle daha da büyüyerek bugünün gezegenlerini meydana
getirmişlerdi. Güneşin yakınlarında bulunanlar, yüksek sıcaklık nedeniyle
gaz haline dönüşen maddeler nedeniyle kayaç halinde kalırken, güneşten
uzakta bulunan gezegenlerde sıcaklığın daha düşük olması kayaç
kısımlarının çevresinin buharlaşamayan gaz kütlesiyle (bulutuyla) kaplı
olmasına yol açmış ve Jüpiter, Satürn, Üranüs ve Neptün adlı dört devasa
gezegeni oluşturmuşlardır.
Hiç kuşkusuz hiç bir kuram gerçeğin bütününü tam olarak yansıtmaz. Ama en
azından bu kuram günümüz Güneş sisteminin pek çok özelliklerini
açıklayabilmektedir. Nebulanın disk biçiminde olması, gezegenlerin neden
aynı düzlem üzerinde hareket ettiklerini açıklayabilmektedir. İç
gezegenlerin dev gezegenlerden neden bu kadar farklı olduklarını da bu
kuram açığa kavuşturmuştur. Yine bu kuramla kuyrukluyıldızların
varlıklarının nedenini yanıtlayabilmekteyiz.
Gezegenlerin oluşum aşamasında geçip gitmekte olan bir yıldızın varlığı
etken olabilseydi, güneş sistemi bugün düzensiz bir yapıya sahip olurdu.
Ayrıca yıldızlar galaksilerde öylesine düzensiz bir dağılım göstermektedir
ki, iki yıldızın birbirine çarpma olasılığı son derece düşüktür. Bugünkü
güneş sistemini oluşturan gezegenler daha sonraları güneşten gelen ışınım
etkisi, çarpışmalar ve kendi iç dinamikleri sonucu bugünkü hallerini
almışlardır.
Kaynak:
Patriçk Moore; Gezegenler Kılavuzu; Tübitak Yay.
Yard.Dç.Dr.Metin Altan;Kozmik Adresimizi Tanımlayabilmek; Bilim ve Gelecek
derg.
Güneş Sistemi-1 (pdf)
Samanyolu (Pdf)
Güneş Sistemi-2 (pdf)
Sarmal Galaksiler(pdf)
Gökadalar-Galaksiler (pdf)
Bigbang Kuramı - uzayın yapısı
Uzayda Yaşam Olasılığı
Evrendeki Yerimiz-2
Güneş sistemi merkezde bir
yıldız (güneş) ile etrafında dönen gök cisimlerinden oluşur. Bu
gökcisimleri, dokuz gezegen ve onların bilinen 61 uydusu ile astereoidler,
kuyruklu yıldızlar ve meteoroidlerdir.
Güneş sisteminde ayrıca gezegenler arası gaz ve toz
da vardır.Plüton dışında gezegenler iki gruba ayrılır: Güneş'e yakın olan
küçük ve kayalık gezegenler (Merkür, Venüs, Dünya ve Mars)ve daha
dışarıdaki gaz devleri (Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün) Plüton bu iki
grubada girmez; çok küçüktür, yoğundur ve buzla kaplıdır.Neptün'ün
yörüngesini keserek ondan daha yakın konuma geçtiği kısa zaman dışında, en
uzaktaki gezegen odur.
Kayalık gezegenlerle gaz devlerinin arasında Güneş'in
etrafında dönen binlerce kaya parçasının oluşturduğu asteroid kuşağı yer
alır.
Güneş sistemindeki cisimlerin çoğu, Güneş'in ekvator
düzleminde eliptik yörüngelerde döner.Tüm gezegenler güneş etrafında aynı
yönde (yukarıdan bakıldığında saat yönünün tersi yönde) döner.Venüs,
Uranüs ile Plüton dışında hepsi kendi eksenleri etrafında da bu yönde
döner.Uydularda gezegenleri etrafında dönerken aynı zamanda kendi
eksenleri etrafında da dönerler.Güneş sisteminin bütünü de, bizim
galaksimiz olan Samanyolu'nun merkezi etrafında döner.
NÖTRON YILDIZLAR VE KARADELİKLER
Nötron yıldızları ve karadelikler, süpernova patlamalarından
sonra kalan yıldız çekirdeklerinden oluşurlar.Kalan çekirdeğin kütlesi
Güneş'in kütlesinin bir buçuk ile üç katı arasındaysa çekirdek büzülür ve
bir nötron yıldızı oluşur.Eğer çekirdeğin kütlesi Güneş'in kütlesinin üç
katından fazlaysa çekirdek büzüşür ve bir karadelik oluşur.
Nötron yıldızlarının çapları genellikle 10 km
civarındadır.Bu yıldızlar neredeyse bütünüyle, adına nötron denilen
atomaltı parçacıklarından oluşur.Böyle yıldızlar o kadar yoğundur ki, bir
çay kaşığı yıldız maddesi neredeyse bir milyar ton ağırlındadır.
Nötron yıldızları pulsar olarak gözlemlenir.Bu ad onlara,
hızla kendi etrafında dönerken kısa aralıklı kalp atışına benzer şekilde
algılanan iki radyo dalgası demeti yaymaları nedeniyle verilmiştr.Karadeliklerin
en ayırt edici özellikleri çok büyük kütle çekimleridir.Işık bile bu
çekimden kurtulamadığından karadelikleri görmek olanaksızdır.Ne var ki,
kendilerine yakın bir yoldaş yıldızları varsa yerleri saptanabilir.Karadelik
kütle çekimiyle bu yıldızdan gaz çekerek bir kütle aktarım diski
oluşturur.Sarmal bir biçimde karadeliğe hızla yaklaşan kütle aktarım diski
ısınır ve ışınım yayar.Sonunda madde, sarmal oluşturacak şekilde dönerek
olay ufkundan (karadeliğin sınırından) geçer ve böylece görülebilir
evrenden kaybolur.
SÜPERNOVA ÖZELLİKLERİ
1-Fırlatılmış madde (ejekta-yıldızın patlamayla dağılan dış
katmanları) uzayda saniyede 10.000 km'ye kadar ulaşan hızlarla yol alır.
2-Patlamayla uzaya ağır kimyasal elementler dağılır.
3-Patlama sırasında 1 milyar Güneş'e denk ışık enerjisi
çıkar.
4-Merkezindeki sıcaklık 10 milyar santigrad dereceden
fazladır.
5-Tersine şok dalgası içe doğru yönelerek fışkıran maddeyi
ısıtır ve ışımasına yol açar.
6-Şok dalgası çekirdekten, saniyede 30.000 km'ye
kadar ulaşan hızlarda uzaklaşır.
7-Patlamadan sonra geriye çoğunluğu nötron olan büzüşen
çekirdek kalır.
BÜYÜK KÜTLELİ YILDIZLAR
Büyük kütleli yıldızlar, Güneş'in kütlesinin en az üç katı, hatta
bazıları yaklaşık 50 katı kütleye sahiptir.Bir büyük kütleli yıldız,
anakol aşamasına kadar küçük bir yıldızın geçirdiği aşamalardan geçer.Anakol
aşamasındaki bir yıldız, çekirdeğindeki hidrojenin kaynaşarak helyum
oluşturmasına kadar durmaksızın ışır.Bu süreç küçük bir yıldızdan
milyarlarca yıl, büyük kütleli bir yıldızda ise sadece milyonlarca yıl
sürer.Bundan sonra büyük kütleli yıldız bir süperdeve dönüşür; başlangıçta
helyumdan oluşan bir çekirdek ile çekirdeği saran soğuyan ve genleşen gaz
katmanları vardır.
Bundan sonraki birkaç milyon yıl süresince bir dizi çekirdeksel
tepkimeyle, demir çekirdeğin etrafındaki kabuklarda farklı elementler
meydana gelir.Sonunda çekirdek bir saniyeden kısa bir süre içinde kendi
içine çökünce adına süpernova patlaması denilen muazzam bir patlama olur;
oluşan şok dalgasıyla yıldızın dış katmanları parçalanır.Süpernovalar,
kısa bir süre için bütün galaksiden daha fazla parlar.
Bazen çekirdek süpernova patlamasına dayanır.Böyle bir durumda
kütlesi Güneş'inkinin 1,5 katı ile 3 katı arasındaysa büzülerek küçülür ve
yoğun bir nötron yıldızı oluşturur.Çekirdeğin kütlesi Güneş'inkinin üç
katından epeyce fazla ise büzülen çekirdek bir karadelik haline gelir.
KÜÇÜK YILDIZLAR
Küçük yıldızların kütleleri, Güneş'inkinin yaklaşık bir buçuk
katına kadar çıkabilir.Bu yıldızlar, bir bulutsu içerisindeki yoğun bir
bölgenin kendi kütle çekiminin etkisiyle, büzülen gaz ve tozdan oluşan çok
büyük küreler halinde yoğunlaşmasıyla oluşmaya başlar.Kürenin içinde,
maddenin yoğunlaştırdığı bölgeler ısınarak ışık saçmaya başlar ve ilk
yıldızlar (proto yıldızlar) oluşur.Bir ilk yıldızda yeterli madde
toplandığında merkez sıcaklığı yaklaşık 15 milyon santigrad dereceyi
bulur.Bu sıcaklıkta hidrojenin kaynaşma yoluyla helyuma dönüştüğü
çekirdeksel tepkimeler başlayabilir.Bu sayede açığa çıkan enerji yıldızın
daha fazla büyümesini önlediği gibi yıldızın parlamasınıda sağlar.İşte bu
yıldız artık bir anakol yıldızıdır.
Kütlesi Güneş'inki kadar olan bir yıldız yaklaşık 10
milyar yıl süreyle, içindeki tüm hidrojen helyuma dönüşünceye kadar,
anakolda kalır.Bundan sonra helyum çekirdek yaniden büzülür ve çekirdeksel
tepkimeler bu çekirdeğin etrafındaki kabuk içerisinde sürer.Bu çekirdek,
helyumun kaynaşarak karbon oluşturabileceği kadar ısınırken, yıldızın dış
katmanları genleşip soğuyarak parlaklığını yitirir.Genleşen yıldız kırmızı
dev olarak adlandırılır.
Çekirdekteki helyum tükendiğinde yıldızın dış katmanları
dışa doğru genişleyen gazdan bir kabuk haline gelir.Bu kabuk gezegenimsi
bulutsu adını alır.
Geriye kalan çekirdek (başlangıçtaki yıldızın %80'i kadar)
artık son dönemlerindedir.Önce zamanla soğuyan ve sönen bir beyaz cüce
olur.Sonunda tamamen sönünce, ölü yıldız bir kara cüceye dönüşür
KIRMIZI DEVİN YAPISI
1-Soğuyan ve genleşen dış katman kırmızı ışık yayar.
2-Yüzey sıcaklığı 3500 derecedir.
3-Dış bölgenin çoğunluğu hidrojenden oluşur.
4-Dış bölgenin bir alt katmanında hidrojen kaynaşarak helyum
oluşturur.
5-Ara katmanın çoğunluğu helyumdan oluşur.
6-Ara katmanın bir alt katmanında helyum kanaşarak karbon
oluşturur.
7-Çekirdek sıcaklığı 100 milyon derecedir ve karbondur.
YILDIZLAR
Yıldızlar, bulutsularda doğan sıcak ve parlar gaz
kütleleridir.Büyüklük, kütle ve sıcaklık bakımından çok farklıdırlar:
Çapları, Güneş'in çapının 450'de biri ile 1000 katı arasında; kütleleri,
Güneş'in kütlesinin 20'de biri ile 50 katı arasında; yüzey sıcaklıklarıda
yaklaşık 3000 derece ile 50.000 derece arasında değişir.
Bir yıldızın rengi sıcaklığı tarafından belirlenir; En sıcak
yıldızlar mavi, en soğuklarda kırmızıdır.Güneş 5500 derecelik yüzey
sıcaklığı ile bu iki uç arasında yer alır ve sarı renkte görünür.Parlayan
bu yıldızın yaydığı enerji, yıldızın çekirdeğinde oluşan çekirdeksel
kaynaşma (füzyon) tarafından üretilir.Bir yıldızın parlaklığı parlaklık
derecesi cinsinden ölçülür.Yıldızın parlaklığı arttıkça parlaklık derecesi
(kadir) azalır.
İki tür parlaklık derecesi vardır:görünen parlaklık (Dünya'dan
görünen parlaklık) ve mutlak parlaklık (10 parsek yani 32,6 ışık yılı
uzaktan bakıldığında görüneceğini düşündüğümüz parlaklık).
Bir yıldızın yaydığı ışık, bir dizi koyu çizgi (soğurma
çizgileri) içeren bir tayf oluşturacak şekilde ayrılabilir.Bu çizgilerin
dağılımı ve sıralanışları belirli kimyasal elementlerin varlığını gösterir
ve astronomların o yıldızın atmosfer bileşimini saptamasına olanak verir.
Yıldızların parlaklıkları ile tayf türleri (renkleri)
arasındaki bağıntı, adına Hertzsprung-Russell diyagramı denilen diyagram
üzerinde gösterilir.Bu diyagramda yıldızların belirgin bazı gruplara
ayrıla bileceği görülür.Başlıca gruplar, ana kol yıldızları (hidrojen
kaynaşmasıyla helyum oluşturanlar), devler süperdevler ve beyaz
cücelerdir.
BULUTSULAR VE YILDIZ KÜMELERİ
Bulutsular bir galaksinin içindeki toz ve gaz
yığınıdır.Bulutsular, içlerindeki gaz parladığında ya da yıldızlardan
gelen ışığı yansıttıklarında ve ya daha uzaktaki neslerin ışığını
engellediklerinde görünür hale gelebilirler.Salma bulutsular parlar, çünkü
içlerindeki gaz sıcak genç yıldızlarınışınımınca uyarıldığında ışık yanar.
Yansıtıcı bulutsularda, tozlar bulutsu içindeki ya da çevresindeki
yıldızların ışığını yansıttıkları için parlar.Karanlık bulutsular gölge
görüntüler olarak görünürler, çünkü gerilerindeki parlayan bulutsulardan
ya da yıldızlardan gelen ışığı engellerler.
Bir de ölen yıldızlara bağlı olan iki bulutsu türü vardır:
Gezegenimsi bulutsular ve süpernova kalıntıları.Her ikiside bir zamanlar
bir yıldızın dış katmanı olan, genişleyen gazdan kabuklardır.Gezegenimsi
bulutsu, ölmekte olan bir yıldız çekirdeğinden uzaklaşan bir gaz
kabuğudur.Süpernova kalıntısı ise, adına süpernova denilen çok
şiddetli bir patlama sonrasında yıldız çekirdeğinden büyük hızla uzaklaşan
bir gaz kabuktur.
Yıldızlar çoğu zaman küme denilen topluluklar halinde
bulunur.Açık kümeler, aynı bulutta doğmuş ve birbirinden uzaklaşan bir kaç
bin genç yıldızdan oluşan gevşek gruplardır.Küresel kümeler ise, birbirine
yakın yüzbinlerce yaşlı yıldızdan oluşan kabaca küre şeklindeki
gruplardır.
Kim ne yazmış? (0) :: Sen de birşey yaz! :: Bağlantı
SAMANYOLU
Geceleyin gökyüzünde boydan boya uzanan soluk ışık şeridine
Samanyolu adını vermekteyiz.Bu ışık, Samanyolu galaksisi yada kısaca
Samanyolu adını verdiğimiz galaksimizdeki yıldız ve bulutsulardan
gelmektedir.Galaksimiz sarmal şeklindedir;merkezde yoğun bir şişkinlik ile
dışarıya doğru merkezi çevreleyecek şekilde uzanan 4 sarmal koldan ve
merkezi çevreleyen daha az yoğun bir haleden meydana gelmektedir.
Güneş sistemimiz, bu sarmal kollardan biri olan Avcı
Kolu'nda(diğer bir adla Yerel Kol) yer aldığı için biz galaksimizin sarmal
biçimde olduğunu göremeyiz.Toz bulutları bulunduğumuz konumdan
galaksimizin merkezini görmemizi engellediğinden optik haritalar bize
Samanyolu'nun ancak sınırlı bir görüntüsünü verebilir.Ne var ki radyo
dalgalarının, kızıl ötesi ve ışınımların incelenmesiyle daha ayrıntılı
bilgiler elde edilebilir.
Samanyolu'nun merkezindeki şişkinliği, görece küçük ve yoğun
bir küredir ve içinde esas olarak daha yaşlı kırmızı ve sarı yıldızları
barındırır.Hale ise daha az yoğun bir bölgedir ve en yaşlı yıldızları
içerir; bu yıldızlardan bazıları galaksimizin kendisi kadar yaşlıdır(büyük
olasılıkla 15 milyar yıl kadar).Sarmal kollar daha çok sıcak, genç mavi
yıldızlar ile bulutsular (içinde yıldızların doğduğu toz ve gaz bulutları)
içerir.
Samanyolu çok büyüktür, boydan boya ölçüldüğünde yaklaşık
100.000 ışık yılı (bir ışık yılı yaklaşık 9,46 trilyon kilometre)
genişliğindedir.Bir karşılaştırma yapacak olursak,Güneş sisteminin ne
kadar küçük olduğu anlaşılır;Güneş sistemimizin genişliği yaklaşık 12 ışık
saati (yaklaşık 13 milyar kilometre) kadardır.
Samanyolu uzayda dönerken merkeze yakın yıldızlar, merkeze uzak
yıldızlardan daha hızlı hareket ederler.Merkezden üçte iki oranında
dışarıda olan Güneş, galaksi merkezinin etrafındaki bir turunu yaklaşık
220 milyon yılda tamamlar.
GALAKSİLER
Galaksiler çok sayıda yıldız, bulutsu ve yıldızlar arası
maddeden oluşur.En büyük galaksiler 3 trilyon kadar yıldız içerirken en
küçükleri yaklaşık 100.000 yıldız içerir.
Galaksiler biçimlerine göre 3 e ayrılır;eliptik yani oval
şekilli olanlar,merkezden dışa doğru açılan kolları olanlar, belirgin bir
şekli olmayan düzensiz galaksiler.
Bir galaksinin şekli bazen başka bir galaksiye çarpışma
sonucunda bozulur.Kuazarların galaksi çekirdekleri olduğu düşünülmekle
birlikte,çok uzakta olduklarından gerçek doğaları halen tam
anlaşılmamıştır.Kuazarlar bilinen evrenin en uzak köşelerinde bulunan
yoğun ve çok parlak nesnelerdir.Örneğin,bilinen en uzaktaki "sıradan"
galaksiler bizden yaklaşık 10 milyar ışık yılı uzaktayken,bilinen en
uzaktaki kuazar yaklaşık 15 milyar ışık yılı uzaktadır.
SARMAL GALAKSİ OVAL ŞEKİLLİ GALAKSİ
DÜZENSİZ GALAKSİ
EVREN
Evren var olan herşeyi içine alır; en küçük atomaltı parçacıktan
bilinen en büyük yapı olan galaktik süperkümelere kadar.Kimse evrenin ne
kadar büyük olduğunu bilmiyor;ama astronomlar,her biri ortalama 100 milyar
yıldızdan oluşan yaklaşık 100 milyar galaksi içerdiğini tahmin ediyorlar.
Evrenin oluşumuna ilişkin en yaygın kabul gören kuram olan Büyük
Patlama Kuramı,evrenin 10 ila 20 milyar yıl önceki mütiş bir patlama-Büyük
Patlama- ile meydana geldiğini ileri sürmektedir.
Başlangıçta evren, genişledikçe soğuyan, gazdan oluşan,çok sıcak
ve yoğun bir ateş küresiydi.Yaklaşık 1 milyon yıl sonra bu gaz büyük
olasılıkla ilkel galaksi adı vaerilen yerel düğümler haline geldi.Bunu
izleyen 5 milyar yıl boyunca bu ilkel galaksiler yoğunlaşmaya devam
ederek, içinde yıldızların doğduğu galaksileri oluşturdu.
Milyarlarca yıl sonra, günümüzde, cisimlerin kütle çekimi
tarafından bir arada tutulduğu bölgeler varsada(örneğin galaksilerin bir
çoğu kümeler halinde bulunur.)evren, bir bütün olarak hala genişlemesini
sürdürmektedir.
Milyarlarca
gökadanın üzüm salkımı gibi bağlandığı büyük çekim merkezini bir Amerikan
gökbilimcileri grubu buldu. Samanyolu gibi gökadaların uzaydaki yolları
iki parametrenin fonksiyonudur : Büyük patlama denen başlangıç
patlamasının sonuçu olan ve uzay - zamanı şişmekte olan bir balon gibi
geren evrenin genişlemesi ve kütle çekim
Bu öyle büyük bir kütle olmalıydı ki , bütün
galaksileri kendine doğru çekiyordu. Peki bu
karadelik
neredeydi. Samanyolunun da içinde bulunduğu Yerel Grup nereye doğru
sürükleniyordu? Hesaplamalar ve araştırmalar devam ederken Dressler ve
çalışma arkadaşları en yakın küme olan Virgo Kümesi'nden şüphelendiler.
Patrick tüm hesaplamalarını bitirdikten sonra.
-Arkadaşlar. Dedi,
- Bin kadar galaksinin bir araya gelmesinden oluşan Virgo Kümesi yalnızca
60 milyon ışık yılı uzağımızda bulunuyor. Yaptığım hesaplara göre, eğer
bizim Yerel Grup Virgo'ya doğru çekiliyor olsaydı beklenen öz hız yalnızca
250 km/s olabilirdi. Oysa bütün hesaplar Yerel Grubun öz hızını 600 km/s
gösteriyor.Yani bu çekimden Virgo sorumlu olamaz.
Dressler:
-Hesapları tekrar kontrol edelim. Dedi
Hesaplar tekrar yapıldı. Evren fotoğraflarında, sadece gökadaların
görünmesi için, tüm yakın yıldızlar elektronik yöntemle silindi. Bütün
çalışmalar bittikten sonra, artık Virgo'nun çekimden sorumlu olmadığına
iyice kanaat getirmişlerdi.
Alan
Dressler çalışma arkadaşlarına:
- Bu
çekim merkezinin Hydre-Centaure olmasından şüpheleniyorum. Bunu
araştıralım.
Dedi. Patrick:
- Bu
iş kolay olmayacak. Dedi.
- Çünkü, birkaç yüz milyon ışık yıllık bir Evren hacmi içinde yer almış
olan birkaç yüz gökadanın uzaklığını ve öz hızını ölçmemiz çok zaman
alacak.
Dressler:
-
Doğru. Dedi
- Dünya'nın muhtelif yerlerindeki en iyi teleskopları kullanmamız
gerekiyor.
Çalışma Grubu birkaç yıl çabaladı. Ama sonunda gerçekten çok şaşırtıcı bir
sonuçla karşılaştılar. A.Dressler bir toplantı yaparak arkadaşlarına en
son bulguları açıklarken, gerçekten çok heyecanlıydı.
-
Arkadaşlar, hepinize , yaptığınız uzun ve yorucu çalışmalar için teşekkür
ediyorum.Yılmadan gece gündüz çalıştığımız için bilim çevreleri bize 7
Samuray adını taktı. Gerçekten çok haklılar.Değerli arkadaşlarım,bu
çalışmalarımızın sonunda Hydre-Centaure nin de çekimden sorumlu olmadığını
anlamış bulunuyoruz. Aksine Bu Yerel Grup da gizemli Büyük Çekim Merkezine
doğru çekiliyor. Ayrıca, Dünya'dan Hydre-Centaure kadar uzakta bulunan ve
benzer biçimde haritasını çıkardığımız Pavo kümesi'nin de aynı merkeze
doğru çekiliyor olması, Büyük Çekim Merkezinin sanılandan daha uzakta
olmasını gerektiriyor. Biraz daha çalışarak bu çekim merkezini bulmamız
lazım.
Yedi
Samuray adı verilen ekip yılmadı ve titiz çalışmalarını bir müddet daha
sürdürdüler.Sonunda 1990 ın başında, Dressler bilim çevrelerine şunu ilan
etti:
-
Evrendeki en büyük balığı yakaladık. Evrenin Büyük Çekim Merkezini bulduk.
Rakamlar düş gücümüzü bile zorluyor. Samanyolu'ndan 150 milyon ışık yılı
uzaklıkta yer almış olan hiperküme(hyperamas), çapı yaklaşık 250 milyon
ışıkyılı olan küresel bir bölgeyi doldurmakta. Samanyolumuzun çapı ise
sadece 100000 ışık yılı kadardır. Büyük Çekim Merkezinin kütlesinin hemen
hemen 30 milyon kere milyar Güneş kütlesi kadar olduğunu zannediyoruz.
Evren'deki bu devin kütle çekim etkisi o kadar büyüktür ki, Evren'in
genişlemesindeki kusursuz düzenliliği alt üst etmelidir. Öyleyse,
kozmolojik senaryolar tekrar gözden geçirilmelidir.
GALAKSİLER
Yıldızların tek başına bulunması çok enderdir.
Çoğunlukla galaksileri oluşturan kümeler ve gevşek gruplar halinde
bulunurlar. Galaksilerin kendileri de çoğunluğu sarmal ya da elips
biçiminde olan değişik şekillerde olurlar. Sarmal galaksiler evrendeki
çoğu yıldızın doğum yerleridir.
Sarmal galaksiler, içlerindeki yıldızlar
farkedilmeyip yalnızca bulanık ışık lekeleri olarak görüldüklerinden,
önceleri bulutsu olarak biliniyorlardı. Yüzyılımızın başında Edwin Hubble
en yakın sarmal galaksilerin bile bizden çok uzakta olduğu sonucuna
vardı.En yakın sarmal galaksi Walde Baade'nİn 750 kiloparsek ya da iki
milyon ışık yılı uzakta olduğunu hesaplayabildigi Andromeda Galaksisi'dir.
Sarmal galaksilerin "ada evrenler", boyutları Samanyolu ile
karşılaştırılabilecek yıldız sistemleri olduğu açık bir biçimde anlaşıldı.
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde galaksilerin
biçimlerine göre sınıflandırılabileceği ortaya çıktı. Bazıları sarmal bir
yapı gösterirken diğerleri görünüş olarak belirgin bir biçim sergilemekten
uzaktı. Hubble galaksilerin yapılarını temel alan ve günümüzde hala
kullanılan bir sınıflandırma yontemi geliştirdi. Tümü de sarmal kollara
sahip olan sarmal galaksiler, kolların görünüşüne merkezdeki çekirdeğin
büyüklüğüne göre sınıflandırılır. Sa türünün çekirdeği büyük olup kollar
çekirdeğe sıkıca sarılmış gibidir. Sb türünün kolları daha gevşek,
çekirdeği daha küçüktür. Sc türünün kolları çok daha gevşek ve çekirdeği
çok küçüktür. Sa türünden Sc türüne doğru gidildiğinde daha fazla
miktarlarda yıldızlar arası gaz ve toz bulunur, bu nedenle de yıldız
oluşumu daha yoğundur. Parlak galaksilerin çoğunluğu sarmaldır.
Samanyolu'nun da Andromeda gibi Sb türü olduğu düşünülüyor. Her ikisinin
de ısıma güçlerı yaklasık olarak 10 milyar Güneşe eşittir.
Birçok sarmal galaksinin, uçları kollarının
başladığı yere rastlayan çubuk biçiminde çekirdekleri vardır. Bu
galaksinin de sarmal kolların sıklığına ve çekirdeklerinin büyüklüğüne
göre a, b ve c sınıflarına ayrılırlar ve çubuklu galaksi olduklarının
görülebilmesi için SBa, SBb ve Sbc biçimde gösterilirler. Bütün
sarmalların dönmekte olduğu saptanmıştır.
Elips biçimdeki galaksilerin ise ne sarmal
kolları ne de disk biçimli yapıları vardır.Bu galaksilerde önemli miktarda
yıldızlararası gaz ve toz da bulunmaz. Bu galaksiler biçimlerine göre
sınıflandırılırlar. E0 türü galaksilerin dairesel bir görünüşü var dır.
E1'den E6'ya gidildikçe bu galaksilerın yalnızca kütlesi Güneş'inkine
yakın ya da ondan küçük olan yaşlı yıldızlardan oluştuğu bulunmuştur.
Bilinen en büyük galaksiler elips biçiminde
olanlardır.Messier 87 gibi dev elips galaksilerin hem kütleleri hem de
ışıma güçleri Samanyolu'ndan yaklaşık 10 kat fazladır.Çoğu galaksi cüce
sınıfına girer.Bu cücelerin çoğunluğu ise elips biçimindeki galak
sidir.Işıma güçleri Güneşin yalnızca 10000000veya 100000000 katı kadar
olan en yakın komşu galaksimiz de bu türün örneklerindir.Yüksek ışıma
yapan elips biçimindeki galaksilerin önemli miktarlarda dönmedikleri
bulunmuştur. büyük elips galasilerın çoğu,zen gin galaksi kümelerinin
merkez bölgesinde yer alırlar.
Mercek biçimli de denilen S0 türü
galaksiler,çekirdeği ve diski olan ama yıldızlararası gaz ve toz
barındırmayan ara bir türün örnekleridir.Sonuç olarak S0 turu galaksilerde
genç yıldızlar ve sarmal kollar bulunmaz.Yıldız sınıflandırmalarına gore
elips biçimli galaksilerle özdeşleşirler,S0 türü galaksiler çoğunlukla
galaksi kümelerinde bulunurlar.
Düzensız galaksiler ise elips biçimli,sarmal ya
da S0 türü olarak sınıflandırılmayan her şeyi kapsar.Bu galaksilerde tipik
olarak oldukça önemli miktarlarda gaz ve toz bulunduğu gibi şiddetle
süregelen bir yıldız oluşum süreci de yer alır.Büyük ve Küçü k Magellan
Bulutları,yakınımızda bulunan düzensiz galaksi örnekleridir.Düzensiz
galaksilerin ışıma güçleri düşük olup tipik olarak Samanyolu'nun onda biri
ölçüsündedir.Düzensiz galaksiler toplam galaksilerin birkaçını
oluştururlar.Sarmal,elips biçimli yad a düzensiz olarak sınıflandırılmayan
galaksiler ise olağandışı bir görünümleri ya da değisik herhangi bir
özellikleri varsa kendilerine özgü olarak sınıflandırılırlar.Böyle
galaksilerde halka biçiminde sistemler, birden fazla sayıda çekirdek, yer
fıstığı biçiminde sistemler veya çok parlak yıldıza benzer çekirdekler ve
kuyruklar bulunabilir.
Fiziksel Özellikler:
Optik ve radyoastronomik yöntemlerle, özellikle
yansız hidrojenin 21 cm'lik tayf çizgileriyle yapılan, gökadaların içerik
çözümlenmeleri biçim bilimsel tip diziliminin genç yıldızların ve gazların
oranına bağlı fiziksel bir anlam taşıdığını gösterdi. Eliptik gökadalarda
ne gençyıldız ne de toz vardır, yalnızca çok az gaz bulunur. Sa
gökadalarında da bu oran düşüktür, bu oran düzensiz gökadalara gidildikçe
düzenli biçimde artar. Bu düzensiz gökadalar genç yıldızlar ve II H
bölgesi bakımında çok zengindir, kütlelerinin önemli bir bölümünü gazlar
oluşturur.
-Devinimleri: Bir gökadanın çeşitli noktalarda
optik ve radyo dalgalarıyla gözlenen tayf çizgilerindeki kaymaların ölçümü
bu gökada sisteminin toplu devinimlerini belirlemeye olanak verir. Sarmal
gökadalarda gözlenen tipte dönme görülür; ama maksimum dönü devinimi çok
yavaş (saniyede 10 km.) olur.
Evrim:
Gökada evriminin ana hatlarını,yıldızlar ve
gazların uğradığı karşılıklı dönüşümler düzenler.Başlangıçta bir
gökada,dönme halindeki dev bir gaz bulutundan oluşur ve kendisini
oluşturan daha küçük bulutlar arasındaki çarpışmaların etkisiyle
enerjisini yitirerek büzülür.Bu çarpışmalar boyunca yeni yıldızlar
doğar.Bu arada başlangıç bulutu dönme eksenine dik doğrultuda yassılaşır.
Yıldızların evrimleri boyunca gökadaların
yıldızlararası ortamına başlangıç gazlarının bir bölümünü verir,ama bu
küçük bölüm yıldızların ürettiği ağır elemetlerle zenginleşmiş bir
kimyasal bileşim taşır.Böylece,bir galaksinin evrimi,toplam gazların yıl
dızlar yararına azalması ve yıldızlararası kalıntı ortamının kimyasal
bileşiminin ağır öğelerle zenginleşmesi biçiminde gelişir.