Time Travel Research Center
© 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 - Turkey / Denizli
Evrendeki
yerimiz
1-
Gökadamızın Portresi - Gökada Haritası (pdf)
2-
Evrendeki yerimize dair haritalar
GÜNEŞ SİSTEMİ:
EVRENDEKİ ADRESİMİZ
Universe Star Map
Öncelikle, evrendeki adresimizi kendimize hatırlatmakta yarar var: Samanyolu
gökadası, Güneş sistemi, Dünya gezegeni... Fevkalade sıradan bir konum ve
durum...
Güneşimiz (Sol), "Güneş Sistemi" nin merkezinde yer
alan sıradan bir yıldız... "Sarı Cüceler" sınıfından... Bizim Gökadamızda
MİLYARLARCA başka yıldızlar ve -- büyük olasılıkla, önemli bir bölümünün
çevresinde gezegen sistemleri -- var...
Güneş sistemimiz, Gökada -- Galaksi -- 'mizin dış mahallelerinde yer alıyor...
Biz Türkler, biliyorsunuz, Gökadamıza "Samanyolu" adını vermişiz...
Atalarımız gözlerini göklere çevirdiklerinde neler neler tahayyül etmemişler
ki?... Başlıbaşına ilginç bir konudur. Eski Mısırlılar, orada gürül gürül akan
bir nehir görürlermiş... Besbellidir ki, Nil Nehrinden bir göksel
kavramlaştırma... Eski Yunanlılar ise, gürül gürül akanın su değil -- sıkı durun
-- SÜT olduğunu düşünmüşler... Bu sözcüğün Yunanca'da karşılığı "galaktos"
tur... Nitekim, bugünkü "galaksi" sözcüğü gibi, İngilizce'deki "Milky Way"
deyişi de bu kökenden geliyor.
Evrende bizimkinden başka milyarlarca gökada (galaksi) daha yer alıyor...
Bunların bize olan uzaklığına gelince: Çıplak gözle veya güçlü teleskoplarla
görebildiğimiz minicik ışık kaynaklarından bize ulaşan ışınlar, onlarca,
yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca yıl önce yola çıkmış; saniyede 300.000
kilometre (yılda 9.5 trilyon kilometre) hızla yol almış; bize ancak
ulaşmaktadır...
Başka bir
deyişle, belli bir bölümü, belki de şu anda çoktan evrenden silinmiş, yokolmuş
dünyalardan bize şimdi ulaşıyor...
Evrende uzaklıklar Işık Yılı cinsinde ölçülür. Saniyede 300 bin kilometre yol
alan ışığın bir dünya yılı zamanda katedeceği yol... Ki, bu da, yukarda
kaydettiğim gibi, 9.5 trilyon kilometre demektir!...
Güneşimiz
bize -- sadece -- 93 milyon mil (150 milyon kilometre --daha ayruntılı
söylersek: 149,600,000 km) uzaklıktadır ve Güneşten çıkan ışınlar sekiz
dakikadan biraz fazla sürede bize ulaşıyor. Güneş sistemine en yakın yıldız olan
Proxima Centauri ise bu uzaklığın yaklaşık 270 bin katı
uzaklıktadır, ve ışığının bize ulaşması dört yılı aşkın bir süre alıyor...
Sıradan bir gökada olan Samanyolu'muzun büyüklüğü, bir ucundan bir
ucuna yaklaşık 100 000 ışık yılıdır...
Evrenin
büyüklüğüne gelince, şu kadarını söyleyeyim: Bir futbol sahasına üç adet kum
taneciği serpiştirseniz, elde edeceğiniz "kumluk" un yoğunluğu, evrendeki
gökadalar arasındaki uzaklıklara kıyasla yine de daha yoğun olurdu...
Düşününüz ki,
evrende sayamayacağımız kadar çok gökada - galaksi -- aralarındaki bu akıl almaz
uzaklıklarla, Evrenin olanaklarımız ölçüsünde saptayabildiğimiz sınırlarına
kadar uzanıyor... Bu sınırlar ise, bizler gözlem olanaklarımızı giderek
genişlettikçe, alabildiğine büyüyor...
Bugün için bilim adamlarının çoğunluğunun itibar ettiği "Büyük Patlama"
kuramının dayandırıldığı belirlemelere göre, Evren inanılmaz bir hızla
genişlemeğe, gökadalar giderek birbirlerinden hızla uzaklaşmağa devam ediyor...
Bu akıl almaz büyüklükteki Evrenin odağına kendi mütevazi gezegenimizi
yerleştirip, bütün bu âlemin, Dünya gezegenindeki biz iki ayaklı tüysüz
biyolojik tür için yaratıldığını düşünme tuhaflığımıza psikiatride ne ad
verilebilir, bilemiyorum.
Ama, mantık
açısından ne sıfatın cuk oturacağını söyleyebiliriz: Cahiliyenin daniskası...
Şimdi, dilerseniz, önce kendi mütevazi çevremizle biraz ilgilenelim...
"DÜNYA"
VE UYDUSU "AY"
Eskiler neden Dünya'nın düz olduğunu düşünürlermiş ki? Ay tutulması sırasında,
Dünyanın Aya düşen gölgesinin çember şeklinde olması bile Dünyanın yuvarlak
olduğunu göstermeğe yeterdi...
Ama,
tabiatıyla bunu düşünebilmek için, önce merkezinde Güneşin, onun çevresinde
gezegenlerin, gezegenlerin çevresinde ise kendi uydularının döndüğü bir "Güneş
sistemini" kavramlaştırabilmek ve "Ay tutulmasını" cinlerle perilerle değil bir
"doğa olayı" olarak açıklayabilmek gerekiyordu.
Dünya gezegeni (Terra), Güneş sisteminin içten dışa doğru üçüncü
gezegenidir. 4.5 milyar yıl (4.5x109) kadar önce oluştuğu hesaplanıyor. Güneş
sisteminde varlığını saptadığımız tek biyolojik yaşam yuvasıdır.
Hayallerimizde, kendimizi uzayın derinliklerine yol alan bir uzay gemisinde,
fantastik serüvenlerin kahramanları olarak canlandırırız. Gerçekte, bizler
hepimiz birer uzay yolcusuyuz. Gemimizin adı, Dünya Gezegeni... Uzayda, saatte
108 000 km (67 000 mil) hızla yol alıyoruz.
Ne var ki bu yolculuğu, çevremizdeki gök cisimlerinden bağımsız, kendi
seçtiğimiz yönlerde değil; dev bir uçak içinde biteviye dönen bir sinek gibi,
Güneş ve Gökada sistemimiz ile birlikte gerçekleştiriyoruz. Daha kendi
gezegenimizin çekim alanından bile kurtulup bağımsız bir rota çizebilmemiz için,
11.18 km/sn'lik (ekvatorda) bir kaçış hızı üretebilmemiz gerekiyor.
Gezegenimizin
hızla dönmesi ve erimiş nikel-demir çekirdeği sayesinde oluşturduğu manyetik
alan, ve yoğun atmosferimiz de eklendiğinde, bizleri Güneş ve diğer yıldızlardan
gelen zararlı ışınlardan koruyor. Uzayda serseri gezen göktaşlarına karşı da
koruyor; bunların büyük çoğunluğu, hava tabakaları ile sürtünmeden dolayı,
yüzeye düşemeden yanıp buhar oluyor... Burası bizim uzay gemimiz ve bildiğimiz
tek yaşam yuvası...
Ve düşününüz ki, yol açtığımız çevre sorunları ve kaynaklarınımızı hesapsız
harcamamız sonucunda, kendi yaşam yuvasını yok eden farelerden farkımız yok...
Gezegenimiz, Kuzey ve Güney kutuplarını birleştiren eksen çevresinde 23 saat 56
dakika 4.09 saniyede döner... Güneşin çevresinde, saniyede ortalama yaklaşık 30
kilometre (tam olarak, 29.79 km/sn) hızla, turunu 365.2564 günde tamamlar...
Dünya gezegeninin doğal tek uydusu Ay'dır. Ay, Dünyanın çevresindeki bir turunu
271/3
günde tamamlar. Kuzey kutbundan bakıldığında, Dünyanın ve Ayın kendi eksenleri
çevresindeki dönüşü saatin ters yönündedir.
Dünyanın ekseni, Güneş çevresindeki yörüngesine göre 23.5 (tam olarak: 23.45)
derece eğiktir. Mevsimler bu sayede oluşur...
Dünya-Ay
düzlemi de, Dünya-Güneş düzlemine göre yaklaşık 5 derece eğiktir; öyle olmasaydı
her ay mutlaka bir kez ay tutulması oluşurdu...
Dünya gezegeninin yarıçapı ekvatorda 6,378.14 kilometre; kitlesi 5.976e+24 kg,
ortalama yoğunluğu 5.515 g/cm3 olup, böylece Güneş sistemi üyeleri arasındaki en
yüksek yoğunluğa sahiptir. En düşük yoğunlukta olan gezegen ise Satürn'dür.
(0.69 g/cm3). [Referans için, sıvı suyun 1 g/cm3 kabul edilen değerini düşünün.]
Gezegenimizin
ortalama yoğunluk olarak dev Satürn veya Jüpiter'in üstünde olması çok doğal:
Biz ayağımızı sağlam kayalara basıyor, gemilerimiz denizler üstünde yol alıyor
iken, o dev gezegenler ise büyük ölçüde gaz bulutlarından oluşuyor...
Unutmayalım: Evrende bildiğimiz tür teknolojik uygarlıkların oluşması için ilk
koşul, birilerinin sağlam bir zemin üzerinde "ayakları" üstünde doğrulup,
"ellerinin" serbest kalabilmesi...
Soluduğumuz havanın yaklaşık %21'i oksijen, %78'i azot olup, diğer gazların
toplamı geri kalan %1'i oluşturur... (Kimi kaynaklarda, son iki değer, yaklaşık
%77 ve %2 olarak verilmektedir.) Oksijenin hemen tamamı canlı organizmaların
ürünüdür.
Dünyanın "Hill"
alanı 1.5 Gm (930 bin mil) yarıçapındadır ve uydusu Ayın yörüngesi tabiatıyla bu
alan içindedir. Hill alanı, bir gök cisminin, çevresinde döndüğü daha ağır bir
gökcisminin etkisine rağmen -- burada Güneş -- egemen olduğu yerçekim alanıdır.
Ay, Dünya'dan yaklaşık 234 bin mil (376 bin kilometre) uzaklıktadır. Ayın
yerçekimi Dünyanın altıda biri kadardır. Dolayısıyla, Dünyada 95 kilo
ağırlığında olan bendeniz, Ay yüzeyinde 18 kiloya düşer, panterler gibi
sıçrayabilir, ceylanlar gibi zıplayabilirdim...
Ayın kütlesi, Dünyanın seksende biri kadardır... Dünya ve Ay'ın birbirleri
üzerinde yerçekimi etkileri vardır. Tabiatıyla, Ayın Dünyanın kendisine bakan
yakın yüzündeki çekim etkisi, o sırada arkada kalan yüzüne göre daha fazladır.
Bu çekim karalar üzerinde farkedilebilir pek bir etki göstermez; ama okyanuslar
ve denizler Aya doğru yaklaşık 60-65 santimetre "uzarlar"... Sonuçta günde iki
kez oluşan gelgit hareketleri meydana gelir...
Ay Dünyanın çevresinde saniyede yaklaşık 800 kilometre hızla dönmektedir. Bu hız
giderek yavaşlamakta ve uydumuz giderek bizden uzaklaşmaktadır. Ay, Dünyaya her
yıl yaklaşık 3 cm daha uzaktadır...
Gerek kendi ekseni çevresindeki dönüşünü, gerekse Dünya çevresindeki yörüngesini
-- her ikisini de -- 27.3 günde tamamladığı için, Ayın Dünyamıza daima aynı yüzü
dönüktür...
Ayı, Güneşten yansıttığı ışık dolayısıyla görebiliyoruz. Dolayısıyla hilalden
dolunaya ve yeniden hilale değişimler, Ay'ın Güneş ve Dünyaya göre olan
konumundan kaynaklanmaktadır...
Bir takvim ayı içinde iki kez dolunay durumu kabaca 23/4
yılda bir ortaya çıkar.
GÜNEŞ
Bir yıldız olarak, Güneşimiz, kütle, büyüklük, ısı, vb. açısından, gökadamızda
ortalama ve sıradan bir yıldızdır. Bu grup yıldızlar "sarı cüceler" sınıfında
yer alır.
Yaşının 4.6
milyar yıl olduğu, bir aksilikle süpernova haline filan dönüşmezse bir beş
milyar yıl kadar daha parlamağa devam edeceği hesaplanmaktadır!...
Çekirdek
ısısının 15 milyon derece santigrad olduğu düşünülmektedir!! Burada hidrojen
füzyonu ile helyum oluşurken, sürecin oluşturduğu enerji, atomaltı parçacıklarla
çarpışa çarpışa çetin bir yolculuktan sonra yüzeye ulaşır ve bu cehennem
fırınını sonunda terkeder; çevreye ısı ve ışık şeklinde yayılır.
Güneşimiz, Güneş sistemi toplam kütlesinin %99.86'ını oluşturur. Başka bir
deyişle, dev gezegen Jüpiter dahil, gezegenler, astroidler, vb. hep birlikte
sistemdeki toplam kütlenin yalnızca %0.14'ünü oluşturuyor.
Güneş'ten bize ulaşan enerji, aslında binlerce yıl öncesinden bu yıldızın
çekirdek bölgesinden yola çıkmış olan enerjidir. Bu sürenin tamamına yakınını,
Güneşi oluşturan yoğun atomların arasından geçerken harcamış, Güneş'i
terkettikten sonra yalnızca sekiz dakika içinde bize ulaşmıştır...
Güneş lekelerinin koyu renkli görülmesinin nedeni, çevrelerindeki alanlara göre
ısının daha düşük olmasıdır. Güneş ortalaması olan 5800 santigrad ısıya
karşılık, güneş lekelerindeki ısı 3800 santigrad derecededir... Güneş lekeleri
11 yıl döngülük bir enerji salınım örüntüsü izlerler.
Güneşin, Pluto gezegeninden, Dünyadakine kıyasla 1600 kez daha sönük görüneceği
hesaplanmaktadır.
Çoğu eski
uygarlıklarda insanlar Güneşe Tanrı olarak tapmış; güneş tutulmasını Tanrının
öfkesi olarak yorumlamışlardır. Bu öfkeden sakınmak amacıyla da dua ve kurban
verme ritüellerine yönelmişlerdir.
Bugün bile,
bizim ülkemizde halk arasında, ay tutulmasının öteki milletlere, güneş
tutulmasının ise Türklere uğursuzluk getireceği inancı yaygındır...
MERKÜR
Merkür,
Güneşe en yakın gezegendir. Dünyamızın yaklaşık üçte biri iriliktedir ve --
Pluto dışında -- sistemin en küçük gezegen üyesidir.
Rotasyonu ve yüksek derecede eliptik yörüngesinden dolayı, Merkür'de olsanız,
sabah Güneşin kısaca doğup sonra battığını, sonra yeniden doğduğunu; akşam
öncesi ise bir kez batıp, sonra kısaca yeniden doğduğu ve nihayet battığını
görürdünüz...
Merkür'ün helyum ve sodyumdan oluşan çok ince bir atmosferi vardır. Güneşte 427
dereceye ulaşan yüzey ısısı, geceleri ise -183 dereceye kadar düşer. Yakın
yıllarda elde edilen kimi bulgulara göre, Merkür kutuplarındaki kraterlerin
diplerinde buz halinde su bulunabileceği varsayımı ortaya atılmıştır. Çünkü, bu
gezegen Güneşe en yakın ve yüzey ısısı fevkalade yüksek olmakla birlikte, krater
tabanlarının sürekli gölgede kaldığı düşünülmektedir.
VENÜS
Bu gezegenin adı gibi, üzerinde bulunan bellibaşlı bölgeler de tarihteki ünlü
kadınlar ve mitolojideki kadın isimlerinden alınmıştır.
Venüs, Güneş ve Aydan sonra, göklerdeki en parlak cisimdir. Bilinen en parlak
yıldız olan Siriüs'ün onbeş katına ulaşan parlaklıklarda görülebilir...
Gezegenin yüzeyi kalın bulut tabakalarından dolayı, görülebilir, ultraviole veya
enfraruj ışın dalga boylarında görüntü vermez. Bu nedenle, gezegene gönderilen
Pioneer ve Magellan uzay araçları vasıtasıyla, gezegen yüzeyi radar kullanılarak
görüntülenmiştir.
Venüs gezegeni yüzeyindeki hava basıncı, yaklaşık olarak Dünyadaki bir okyanusun
1 km derinliğindeki basınca eşittir. Yani, Dünyanın yüzeyindeki hava basıncının
yaklaşık 90 katıdır...
Bu gezegen kendi ekseni çevresinde fevkalade yavaş hızda döner ve turunu
yaklaşık 243 Dünya gününde tamamlar.
MARS
Güneş
sistemindeki en yüksek dağın Mars gezegeninde olduğunu biliyor muydunuz?
Olympos Mons volkanik yapıda olup 27 kilometre yüksekliğindedir.
Kısacası, bizim 8.5 km'lik Everest tepemiz bunun yanında cüce kalır...
Güneş sistemindeki en derin ve uzun kanyon da Mars'tadır. Valles Marineris
adı verilen bu kanyon 5 kilomeyre derinliğinde ve 5 bin kilometre
uzunluğundadır. Genişliği de yer yer 300 kilometreyi geçer.
Günümüz itibariyle Mars'ta sıvı su bulunmamaktadır. Nedeni de düşük ısı ve düşük
atmosfer basıncıdır. Ne var ki, Mars'ta görülen "kanal" ların,
daha yüksek ısılar ve daha kalın bir atmosferin var olduğu uzak bir geçmişte
gürül gürül akmış akarsu yatakları olduğu görüşü yaygındır.
Mars Dünyaya kıyasla daha küçük bir gezegen olmakla birlikte, yüzey alanı,
yaklaşık olarak Dünyadaki karaların yüzey alanına eşittir. Yüzeydeki yerçekimi
gücü, Dünya yüzeyindekinin yaklaşık üçte biri kadardır.
Yani, Dünya
gezegeninde 95, uydusu üzerine 18 kilo gelen bendeniz, Mars gezegeninde ise 31
kilo çekerdim!..
Mars gezegeni, bize en yakın olduğu konumda, çıplak gözle bir tenis topunun 2.5
kilometreden görülebileceği irilikte görülür.
İnce bir atmosferi vardır ve başlıca karbon dioksitten oluşur. Kışın da
özellikle kutup bölgelerinde yüzeyde fiilen buz halini alır.
Yüzey yapısı, kraterleriyle, kanyonlarıyla, toz fırtınaları ile, "kanalları" ile
ve meteor çukurlarıyla gerçekten karmaşık bir yapı gösterir.
Mars gezegeninin iki küçük uydusu vardır: Phobos (= korku) ve
Deimos (= panik)... Bu isimler, Savaş Tanrısı Ares'in (Roma
kozmolojisindeki karşılığı "Mars") savaş arabasını çeken iki atın adlarından
alınmıştır.
Bu iki uydu, dış astroid kuşağında yer alan astroidlere benzer yapıdadır;
dolayısıyla kimi gökbilimciler bunların Mars'ın yerçekimine sonradan yakalanmış
iki iri astroid olduğunu düşünüyorlar.
ASTROİD KUŞAĞI
Astroid: Güneş sistemi'nde, çoğunlukla Mars ve Jüpiter arasındaki
astroid kuşağında bulunan, ama bazıları (örneğin Apollo
astroidleri) Dünya'nın yörüngesiyle kesişen yörüngelerde ilerleyen, kaya
parçaları...
"Astroid"
denilince, birkaç yüz metreden birkaç yüz kilometre genişliğe kadar olabilen
kayal gök cisimleri anlaşılır. Bunların, Güneş Sisteminin oluşumundan arda
kalmış döküntüler olduğu düşünülmektedir. Büyük bölümü, Mars ve Jüpiter arasında
yer alıyor.
Bir başka
teoriye göre ise, bunlar bir zamanlar Mars ve Jüpiter arasında yer alırken, bir
kuyruklu yıldızla çarpışarak dağılmış bir gezegenden kalan parçalardır.
Ancak ilginç
olan nokta, bu astroid kuşağının, güneşin çevresinde belli ölçüde eliptik bir
yörünge izlemesidir. Turlarını 3-6 dünya yılı içinde çeşitli sürelerde
tamamlarlar.
İşte bu
nedenle, astroidler seyahatleri sırasında yaklaştıkları gezegenlerin çekim
etkisiyle yörüngelerinden çıkabilir ve bu durum iki şeye yol açabilir: O
gezegenin çevresinde yeni bir yörüngeye oturarak onun uydusu haline
gelebilirler, veya gezegen yüzeyine düşerek büyük bir enrji patlamasına ve
meteor krateri oluşumuna yol açabilirler.
Birincisi
için örnek, çoğu gökbilimcinin düşüncesine göre, Mars gezegeninin iki uydusu
Phobos ve Deimos'un tarihçesini yansıtır.
İkincisi için
örnek ise, günümüzden yetmiş milyon yıl önce, Meksika körfezindeki bugünkü
Yukatan Yarımadası yöresine düşen dev göktaşının başlattığı olaylar dizisinde, o
zamanki pekçok canlı türünün -- ve bu arada sevgili dinozorların -- tüm dünyada
hızla değişen iklim koşullarına ayak uyduramayarak yeryüzünden silinmiş
olmalarıdır...
Bilim
adamları, astroid kuşağının ötesindeki dev Jüpiter'in çekim etkisine
şükrediyorlar... Bu dizginleyici etki olmasaydı, Güneş sisteminin iç gezegenleri
-- Dünyamız Terra dahil -- hergün binlerce büyük göktaşının
saldırısına uğrardık...
Bir konuya
daha değinelim: Astroid kuşağında yer alan binlerce bilinen göktaşlarının toplam
kütlesi, Dünyanın uydusu Ay'ın kütlesinin topu topu onda biri kadardır...
"YILDIZ KAYMASI"
Dünyanın çekimine kapılarak, atmosferimize giren her boyuttan gök cismi (ister
bir toz zerreciği, ister metalik veya kayal bir göktaşı) yanarak yok olurken,
arkasında bıraktığı ışıklı iz için "yıldız kaydı" deyimini yakıştırırız!...
Aslında
İngilizce terimlerde bile belli bir kavram kargaşası vardır. Genel çizgileriyle:
Meteoroid: Toz zerreciklerinden astroidlere değin, yeryüzünün çekim
alanına kapılan hertürlü gök cismi...
Meteorite: Bu "meteoroid" lerden, atmosferde tamamen yanıp yok
olmaksızın yeryüzüne kadar ulaşabilen kaya veya metal kütlesi... "Meteor
taşı"...
Meteor:
Dünyanın atmosferinde hızla yol alan bir "meteoroid" in tamamen yanıp yok olarak
ışıklı bir iz bırakması şeklinde ortaya çıkan olay... Halk dilinde "yıldız
kayması" deyimi ile bilinen ve çoğunlukla toz zerreciklerinin yanması ile oluşan
olaylar bu grupta yer alır.
Günbegün,
yaklaşık 3000 metrik ton toz zerreciği halinde uzay maddesi Dünya gezegeninin
çekimine yakalanır.
Çoğu çakıl
taşı iriliğindeki, kayal veya metalik yapıda meteoroid'ler,
Güneşin çevresinde çeşitli yörüngelerde çeşitli hızlarda dönerler. Bu hızın
saniyede yaklaşık 42 kilometreye ulaşabildiği bilinmektedir.
En parlak
"kayan yıldız" olayları ise "ateş topu" adıyla bilinir ve bir şimşeğin ardından
gök gürlemesi niteliğindeki bir ses patlaması eşliğinde oluşur.
Gezegenimiz,
dağılmış bir kuyruklu yıldızın döküntülerinin içinden geçerken, meteor ("kayan
yıldız") olaylarında büyük bir artış olur ve bu fenomen "yıldız yağmuru" adıyla
bilinir...
JÜPITER
Bu dev gezegen kendi ekseni çevresindeki turunu sadece 10 dünya saatinde
tamamlar. Yani bir Jüpiter günü, bizim ölçülerimizle sadece 10 saattir... Bu
müthiş hızından dolayı kutuplarda basık, ekvatorda ise şişkindir.
Güneşten
aldığı ısının iki katını kendisi çevresine yayar, ki bu da kendi iç ısısı
olduğunun göstergesidir. Çekirdek ısısının 20 bin derece santigrad dolayında
olduğu hesaplanmaktadır.
Atmosferi hidrojen, helyum, sülfür ve azottan oluşuyor. Çekirdeğinde ise başlıca
metalik hidrojen bulunduğu düşünülüyor. Atmosferindeki kuşaklar doğudan batıya
ve batıdan doğuya ardarda yön değiştirerek hareket ederler. Bu atmosfer içinde,
Dünya'da oluşan örneklerine göre çok daha güçlü şimşek olaylarının yer aldığı
bilinmektedir.
Jüpiter atmosferinde çembersel rüzgarlara işaret eden oval yapıda görünümler de
vardır. Bunların en ünlüsü ise, 1600'lü yıllarda teleskobun icadından hemen
sonra keşfedilmiş olan güney yarıküredeki Büyük Kırmızı Leke'dir.
Bunun tayfun boyutlarında bir fırtına olduğu sanılmaktadır. Dünya gezegeninin
iki kere sığacağı büyüklüktedir.
Jüpiterin en az onaltı uydusu vardır. Uyduların sayısı 28'in üzerinde olabilir.
Örneğin Amalthea uydusu üzerinde olsaydık, Jüpiterin gökyüzünün
yarısını kaplayacak derecede yakınımızda olduğunu görürdük. Diğer bir uydu,
Ganymede ise Güneş sistemindeki en büyük uydu olup, gerek Merkür
gerekse Pluto gezegenlerinden bile daha büyüktür. Callisto,
İo, ve Europa, Pluto'dan büyük, fakat Merkür gezegeninden
küçüktürler.
Europa ise çoğunlukla su bazlı buzlarla kaplıdır ve Güneş
sisteminde bilinen en pürüzsüz yüzeye sahiptir. 1 km'yi aşacak hiçbir yükseltiye
rastlanmamıştır. Ancak buzlarla kaplı yüzeyinde boydan boya çizikler halinde
çatlaklar görülür. Buz tabakasının altında sıvı halde sudan oluşan bir okyanus
bulunduğunu düşünenler vardır.
Dünyamızın yaklaşık üçte biri büyüklüğündeki İo uydusuna gelince,
kesinlikle Güneş sisteminde bilinen en aktif volkanik yapıya sahiptir. Aktif
haldeki yanardağların varlığı, Voyager uzay aracı ile saptanmıştır. Dünyadan
küçük olmasına karşın, çevresine Dünyanın iki katı ısı yayar. Bunun nedeni ise,
Jüpiter'in çok büyük olan yerçekimi gücünün İo'da oluşturduğu
sürekli "büzüşme" ve "genişleme" etkisi ile oluşan ısıdan kaynaklandığı
düşünülmektedir. Volkanik aktivite bu ısı salınımının bir göstergesi olsa
gerektir.
SATÜRN
Güneş sistemindeki dört büyük gezegenin (Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün)
çevrelerinde kuşak sistemleri vardır. Ancak Satürn'ün kuşakları bunların en
büyüğüdür, ve 1980'lere kadar diğerlerini çevreleyen kuşaklar henüz
saptanmamıştı bile.
Öte yandan, Satürn'ün Güneş sistemindeki en düşük yoğunluğa sahip gezegen
olduğunu daha önce not etmiştik. Kısacası, 0.69 g/cm3 yoğunluğu ile Satürn
gezegenini suya batırmağa çalışsanız, batıramazdınız. Batmamakta direnir, suyun
üzerinde mutlu mutlu yüzerdi...
Atmosferi hidrojen ve helyumdan oluşur. Gezegen, tıpkı Jüpiter gibi kendi ekseni
çevresinde büyük bir hızla dönerken, atmosferindeki rüzgarlar saatte 1800
kilometre hızlara yükselir. Ve tabii ayrıca kutuplarda yassılaşma ve ekvatorda
ise şişkinlik de vardır.
Çevresindeki kuşakların buz halinde su ve toz zerreciklerinden oluştukları ve
birbirinden ayrı binlerce kuşak bulunduğu anlaşılıyor. Bu kuşakların
herbirisinin kalınlığı 10 ila 100 metre arasında değişir, parlaklıkları da
birbirinden farklıdır.
Saturn'ün uydusu Titan, Jüpiter'in Ganymede'sinden
daha küçük olmakla beraber, yine de gerek Pluto gerekse Merkür gezegeninden daha
büyüktür.
URANÜS
Uranüs 1781 yılında ünlü İngiliz astronom William Herschell tarafından
keşfedilmişti. Herschell önceleri ona o zamanki kral III. George onuruna,
"George" adını vermeyi düşünmüş... Bu adla anılan bir gezegene sahip
olmak herhalde ilginç olurdu...
Tıpkı Jüpiter ve Satürn gibi, Uranüs ve Neptün'ün de atmosferleri başlıca
hidrojen ve helyumdan oluşur. Ancak bu iki gezegendeki metan gazı içeriği
ilavesi ile bunlar mavimsi bir ışık yayarlar. (Çünkü metan gazı kırmızı ışığı
emer.)
Uranüs'ün en büyük özelliği ise, dönüş ekseninin yörüngesine 98 derece eğik
olmasıdır. Öyle ki, dünyadan bakıldığında "yanlamasına" dönüyormuş görüntüsü
verir ve hatta bazen, yörüngesindeki konumuna göre kutuplarından biri veya
ötekisi dünyadan görülebilir.
Uranüsün 20'nin üzerinde uydusu saptanmıştır.
NEPTÜN
Neptün'ün keşfi, Uranüs yörüngesinin beklenen çizgide olmadığının farkedilmesi
ve bir başka gök cisminin çekim gücü etkisinden şüphe edilmesi ile
gerçekleşmiştir.
Neptün de, tıpkı kendisinden önceki üç büyük gezegen gibi, Güneşten aldığının
iki katı enerjiyi çevresine yayar. Bu da kendi iç ısı kaynağı bulunduğunun
kanıtıdır.
En az sekiz uydusu vardır. En büyükleri Triton olup, Pluto'dan
büyük, fakat Merkür'den küçüktür. Triton'un yüzeyi kaya ve
buzlarla kaplıdır ve yüzey ısısı -245 derece olarak ölçülmüştür. Azot ve
metandan oluşan çok ince bir atmosferi vardır.
PLUTO
Ortalama
olarak, Pluto'nun Güneşe olan uzaklığı Dünya-Güneş mesafesinin 40 katıdır. Başka
bir deyişle, bir model kuracak olsaydık, Güneşi İzmir'e yerleştirirsek, Dünyamız
yüz küsur kilometre uzaklıkta Salihli'yi biraz geçince yer alacak; Pluto'ya
ulaşmak için ise o doğrultuda herhalde Dış Moğolistan'a filan gitmek zorunda
kalacaktık...
Pluto'nun ekseni yörüngesine 122.5 derece eğik, Güneş çevresindeki yörüngesi ise
ileri derecede elips şeklindedir. Yörüngesinin bu şeklinden dolayı, her 248
dünya yılı sürede bir 20 yıl süreyle Neptün'ün yörüngesi içine kayar!...
Pluto'nun uydusu Charon, kendisinin yarısı iriliğindedir. Bu
yüzden kimi gökbilimciler bunu bir gezegen ve uydu ilişkisi saymaz; ikisini
birlikte bir "ikili gezegen" oluşumu olarak görürler.
Spektroskopi çalışmaları, Pluto üzerinde donmuş metan, Charon üzerinde ise
donmuş su varlığı göstermiştir. Tıpkı Neptün'ün uydusu Triton gibi, Pluto'un
atmosferi de azot ve metandan oluşur. Daha da ilginci, bu atmosfer Charon'u da
içine alacak genişliktedir. Yani, bu iki gök cismi aynı atmosferi paylaşıyorlar
demektir. Ancak, Pluto yörüngesi üzerinde Güneş'ten uzaklaştıkça, bu atmosfer
yoğunlaşır ve donarak yüzeye yapışır...
KUYRUKLU YILDIZLAR
Türkçe'de "Kuyruklu yıldız" adını verdiğimiz ilginç gök cisimlerinin
uluslararası terminolojideki karşılığı olan "comet / komet" sözcüğü, Latince "cometa"
dan gelir: "uzun saçlı" anlamındadır... İnsanların gökyüzüne baktıklarında
farklı farklı şeyler gördüklerine daha önce de değinmiştik...
İlk
öğrenmemiz gereken şey, tabiatıyla, "kuyruklu yıldız" ların birer "yıldız"
olmadıklarıdır. Bizim gördüklerimiz, Güneş sisteminde uzun eliptik yörüngeler
üzerinde dönen gök cisimleridir. Kendi ışıkları yoktur. Güneşten yansıttıkları
ışınlar sayesinde görülürler.
Bilim
adamları, kuyruklu yıldızların, Güneş sisteminin oluşumuna kucak açan anasal
nebula'nın (bulutsu, izleyen sayfadaki bilgilere bknz.) yoğunlaşması
sırasında ortaya çıkan döküntüler oldukları inancındadır.
Çoğunun,
Güneş sistemimizi çevrelediği ve en yakın yıldız olan Alpha Centauri'ye
olan uzaklığın yarısına kadar ulaştığına inanılan dev Oort Bulutu'ndan
kaynaklandığı düşünülmektedir. Yaklaşık 100 milyona ulaşan sayıda "kuyruklu
yıldız" ın, Güneşimizin çevresinde döndüğü varsayılmaktadır...
Genel kanıya
göre, bir kuyruklu yıldız yapısında çekirdek donmuş su ve çeşitli gazlar ile toz
zerrecikleri ve kayal maddelerden oluşur. Bu çekirdeğin çevresinde "coma / koma"
adı verilen bulanık bir bulut yer alır. Çekirdek ve koma birlikte kuyruklu
yıldızın "kafa" kısmını oluşturur.
Kometler
arasında, Güneşin çevresinde eliptik bir yörüngede dönenler, Güneşe yaklaştıkça,
ısının etkisiyle "kafa" kısmındaki toz ve gazlar çözülmeğe, koma kısmı büyümeğe
başlar. Güneş rüzgarlarının etkisiyle, toz ve gazlar savrulmağa başlayarak
"kuyruk" kısmını oluştururlar. Sonuçta, Güneşe yaklaşıldığı ölçüde kuyruk da
uzadıkça uzar... Böyle bir "kuyruk" un 150 milyon kilometre uzunluğa
erişebildiği biliniyor!...
(Güneş
rüzgarı adı verilen fenomen, Güneşten gelen yüklü parçacıklar ve radyasyonun
baskısı anlamındadır.)
Bir başka
deyişle, Güneş sisteminin dış mekanlarında efendi efendi dönüp duran, yani iç
mekanları merak edip yaklaşmayan "kuyruklu yıldız" ların kuyruğu muyruğu
yoktur...
İlginç olan
nokta, bir kuyruklu yıldızın Güneşe her yaklaşımında, kendisini oluşturan
maddenin bir bölümünü kaybetmesidir. Sevgili Halley kuyruklu
yıldızımız da dahil olmak üzere, eliptik yörünge çizerek Güneşe yaklaşmak
cesareti gösteren bütün kuyruklu yıldızlar zaman içinde giderek eriyip yok
olmağa mahkûmdurlar, demektir!...
Bir başka
ilginç nokta ise şudur: Bir kuyruklu yıldızın kuyruğu daima Güneşe bakan yüzünün
tersi yönde uzanır. Dolayısıyla, kuyruğunu arkasına alarak Güneşe yaklaşan bir
kuyruklu yıldızda, Güneşten uzaklamağa başlayıca, bu kez kuyruk kafanın önünde
gitmeğe başlar!...
Evrendeki Yerimiz
Welcher ist der allernächste Stern?
Der allernächste Stern ist Proxima
Centauri (4,2 Lichtjahre) im südlichen Sternbild Centaur. Ungeachtet seiner
großen Nähe handelt es sich bei ihm um einen sehr schwachen und unbedeutenden
Stern. Seine scheinbare Helligkeit ist mit 10,5 viel zu gering, als dass wir
ihn mit dem bloßen Auge sehen könnten. Dazu brauchen wir schon ein
10-cm-Teleskop. Seine so dürftige Helligkeit resultiert daraus, dass Proxima
Centauri als sehr kleiner roter Stern viel weniger Licht abgibt als ein
normaler Stern wie die Sonne.
Nur 1/10 Lichtjahr weiter weg finden
wir den glänzenden gelblichen Stern Alpha Centauri, den dritthellsten Stern am
Himmel, dessen Entfernung als erster Henderson bestimmt hat. Alpha Centauri
ist ein Doppelstern.
Bis zu einer Entfernung von 10
Lichtjahren gibt es ungefähr 11 Sterne, von denen die meisten sehr schwach
leuchten. Mit bloßem Auge können wir überhaupt nur zwei sehen, nämlich Alpha
Centauri (4,3 Lichtjahre) und Sirius (8,7 Lichtjahre), den hellsten Stern am
Firmament. Alle übrigen sind schwache rote oder orangefarbene Sterne.
1: Alpha Centauri 2: Proxima Centauri 3:
Epsilon Indi 4: Cordoba Vh. 243 5: Lalande 8760
6: Sirius 7: Procyon 8: Epsilon Eridani 9:
B.D.-51°658 10: Groombridge 34 11: Ross 248
12: Krüger 60 13: O.A.(N) 17415 14:
S 2398 15: 61 Cygni 16: B.D.-12°4523
17: Munich 15040
Sayfa başına dön
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları
Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/Astronomy
|