|
ESİR HİPOTEZİ
GÜNDÜZLERİ GÖKYÜZÜNDEKİ MAVİLİK NEREDEN GELİR ?
KARANLIK MAVİLİĞE HAKİM GELDİĞİNDE ETRAFI AYDINLATAN O ŞEYLER DE NEYİNNESİ ?
PEKİ YA ONLAR NASIL OLUYOR DA BOŞLUKTA TEPEMİZE DÜŞMEDEN DURABİLİYORLAR ?
YOKSA YUKARILARDA BOŞLUĞU DOLDURAN BİR ŞEYLER Mİ VAR?
İnsanoğlu varolduğundan bu yana içinde yaşadığı doğaya hayrandır. Doğanın
kusursuz işleyişi insanda merak uyandırır. Meraklı gözlerle etrafını
seyreder ve çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışır. Hele başını .şöyle
bir kaldırdığında, gündüzleri gökyüzünün o büyüleyici maviliği, geceleri
karanlığı aydınlatan gökteki esrarengiz cisimlerin o güzelim duruşları
insanı her zaman hoşnut etmiştir. İlk insanlar gökyüzünü hayretle
seyrederken düşünmeye başlamışlardı. Gündüzleri gökyüzündeki mavilik nereden
gelir? Karanlık maviliğe hakim geldiğinde etrafı aydınlatan o şeyler de
neyin nesi? Peki ya onlar nasıl oluyor da boşlukta tepemize düşmeden
durabiliyorlar? Yoksa yukarılarda boşluğu dolduran bir şeyler mi var?
Bizlerdeki bu araştırma merakı beraberinde öğrenme ve bilme arzusunu
getirir. Bunun sonucunda ise bilgi ortaya çıkar. Tarih boyunca insanlık
bilgisini sürekli artırdı ve arttırmaktır. Bu artış kimi zaman yavaş, kimi
zaman hızlı oldu. Özellikle bilimsel yöntemin oluşturulması, Galileo ve
Newton'un tabiat olaylarına getirdikleri belirleyici yorumlar bilim
tarihinin dönüm noktalarından birisidir. Newton mekaniğinin bütün haşmetiyle
belirdiği yüzyılda bilimsel bilgiye giden yolun temel tasları da belirlenmiş
oldu. Bunlar: akılcılık, deneycilik ve nedenselliktir. Bilim adamları bu
taşlara basarak evrenin sırlarını çözmeye çalışıyor.
Madde ve Esir
Çözülen sırların, daha doğrusu tahmin edici açıklamaları yapılan
olayların yanında kurulan sistemde giderilemeyen eksiklikler de vardı.
Bunlardan biri de kainatta madde ile boşluk arasında aklen olması savunulan
bir özün bulunmasıydı. Gerçekten de maddeler dünyası olarak bildiğimiz
kainat içinde mükemmel bir boşluk olabileceği pek akla yatkın bir düşünce
değildir.
Modern felsefenin kurucusu sayılan Descartes, evrende olabilecek vakumu
(boşluk) reddediyor, bunu maddenin ve mekanın manasına ters buluyordu. Ona
göre madde olması için uzanım (yer kaplama) şarttır. Diğer yandan, yer
kaplayan bir madde olmadan da uzanım, mekanda olamaz. Bu nedenle evrende en
küçük bir boşluk yoktur, her yer su gibi düşünülebilecek bir maddeyle
kaplıdır.
Newton 1687'de belirlediği hareket kanunlarıyla dünya ve gökyüzündeki tüm
cisimlerin hareketlerini de açıklamış oldu. Fakat bu hareketler mutlak
manada nasıl tespit edilebilirdi? Bir hareketi kesin bir şekilde açıklamak
için sabit bir referans noktasına ihtiyaç vardır. Uzaydaki bütün gök
cisimleri ise hareket halindedir. Bu sebeple uzayda referans noktası olarak
alınabilecek bir nokta yoktur. Uzayda sabit bir nokta bulamayan Newton,
referans olarak uzayın kendisini seçti. Yani hareketin arka planında durağan
bir uzayın bulunduğunu benimsedi. Buna zamanı da ekleyerek mutlak zaman ve
mekan görüşüyle kendi sistemini tamamlamış oldu. Daha sonraları Newton'un
referans uzayı, takipçileri tarafından ışık dalgalarının kaynağı olduğu
savunulan maddeyle doldurulacaktı.
Evreni doldurduğu düşünülen bu maddeye "Esir" (Ether) dendi. "Ether veya
aether kelimesi Grekçe göğün maviliği anlamındadır; Ortaçağ dönemlerinde ise
Aristo'nun göksel cisimleri maddileş-tirdigini söylediği, element cevher öz
ile aynı manada kullanılmaya başlandı."(1)
Esirin bilimsel araştırmalarda gündeme gelmesi ışığın doğasının
açıklanmaya başlamasıyla olmuştur.
Işığın Doğası
Işık, bilimadamlarını her zaman cezbetti. Eskilerde filozof, ışığı doğru
bir şekilde tanımlayabilmek için çok uğraşmışlardır. Çünkü dünyadaki hayatın
temel unsurlarından biri de ışıktır. Yasam herşeyiyle ışığa bağımlıdır.
Bilimsel olarak açıklanmaya başlanmadan önce, kaynaktan çok küçük
parçacıklar halinde çıkarak gözlemcinin gözüne ulaşan ve göze çarpma sonucu
meydana getirdiği uyarıyla nesne ve olayların algılanmasını sağlayan bir
ışık düşüncesi hakimdi. Newton temelde yukarıdakiyle aynı olan ışık
tanecikleriyle ışığın yansıması ve kırılmasını açıkladı ve ışığın parçacık
modelini geliştirdi. 1678'de Christan Huygens, yansıma ve kırılma olaylarını
ışık dalgalarıyla açıklamayı basardı. Böylece parçacık teorisinin karşısına
dalga modeli ortaya çıktı. Fakat dalga modelinde bazı zorluklar vardı.
Bunların başında maddi bir ortam şarttır. Örneğin su dalgaları suyun
bulunduğu bir yerde oluşabilir, ses dalgaları ise havanın bulunduğu bir
ortamda yayılabilir vb. Durum böyle olunca ışığında bir ortama olan ihtiyacı
mantıken beliriyordu. Fakat Güneş'ten bize gelen ışınlar boş uzayı kat
ederek dünyamıza ulaşmaktadır. Bu durum ise dalgalarla açıklanamazdı.
Huygens teorisinden vazgeçemedi, sistemindeki zorluğu da ışık esiriyle
giderdi. Bütün evreni dolduran, saydam bir ortam olarak esirin varlığını
kabul ediyor ve ışık ışınlarının esirde: dalgalanmalar olduğunu savunuyordu.
Bu varsayımla dalga modelinin en büyük sorunu, zihinse. olarak giderilmiş
oldu. Fakat Newton'lu tanecik modelinin karsısında dalga teorisi pek
taraftar toplayamadı. Çünkü bilim, Newton'la özdeşleştirildiğinden
fizikçiler parçacık teorisinden şüphe etmiyorlardı.
Newton esiri tümüyle reddetmiyordu. Boş olarak düşünülen uzayda gök
cisimlerinin hareketlerini kısıtlamayacak kadar az yoğunluğa sahip
maddecikler olabileceğin, ihtimal dahilinde görüyordu. Ama ışık için
parçacık teorisine inancı tamdı.
19. yüzyılın başında durun: tersine döndü.Homas Young, girişim olayının
dalga modeliyle uygunluğunu gösterdi. Fakat parçacık modeli girişim olayını
açıklayamıyordu. Girişim ve kırınımı dalga teorisiyle ayrıntılı bir şekilde
açıklayan ise Fransız fizikçi Augustin Fresnel oldu. 1850'de Jean Fouceult
ışığın sıvılardaki hızının havadakinden az olduğunu gösterdi. Bu olay dalga
modeliyle doğru bir şekilde açıklanabilirken tanecik teorisine göre ışığın
hızının artması gerekiyordu. Bu gelişmeler neticesinde ışığın doğası
dalgalarla açıklanmaya başladı.
Mekanikte büyük başarılar elde eden fizikçiler 1750 yılıyla birlikte
elektrik ve mağnetizma konularına yöneldiler. İlk defa Benjamin Franklin yük
ve yük etkileşimlerin tanımladı. Yükler arasındaki bu etkileşmeyi
mekanikteki kütle-çekim formülüne bire bir eşleşebilen bir ifadeyle
kanunlaştıran Charles Coulomb olmuştur. Coulomb'u Gauss, Volta Amper, Lo-rentz,
Bio, Savart, Faraday ve Maxwell takip etti. Elektriksel olaylarla birlikte
manyetik olaylar da açıklandı ve aralarındaki ilişki formülleştirildi. 19.
yüzyılın, son yarısında. Maxwell'in optik ve elektrik kanunlarını
birleştiren elektromanyetik dalgalar teorisi. ışığın aslında elektromanyetik
salınımlar olduğunu ortaya koydu.
Maxwell esiri elektromanyetik ışık teorisinin içine yerleştirmeyi ihmal
etmedi. O zaman için, esirsiz magnetizma. hele ışık dalgaları düşünülemezdi.
Ama esir eski konumunu yitirmeye başladı. Çünkü esirsiz bir Maxwell teorisi
de ışığın davranışlarını açıklamaya yetiyordu.
Bundan sonra fizikçiler esirin mekanik tesirlerini tespit etmek için
çeşitli deneylere giriştiler. Ama bir türlü deneylerle esire destek
bulamıyorlardı. En son teknoloji ile oluşturulan vakum tüplerinde bile ışık
ilerleyebiliyordu. Fizikçiler bu deneylerden esirin yokluğundan çok başka
bir şekilde olabileceği sonucunu çıkardılar. Bunlardan biri de esirin
elastiki olabileceği fikriydi. Ama bu seferde gök cisimlerinin bu manadaki
bir esir içindeki hareketi tam manasıyla açıklanamıyordu. Başka bir öneri
ise düşünülenin aksine esirin maddesel değil maddenin esir bağlamında bir
yapıya sahip olabileceğiydi. Bu ve benzeri spekülasyonlar bilimsel olmaktan
çok metafizikseldi.
Bu konuda İngiliz astronom Sir James Jeans şöyle diyor "Bir mıknatısın
bir çelik çubuğu çekmesi ya da arzın düşen elmayı çekmesi gibi mekanik
etkiyi taşıyacak materyal bulunmadığı takdirde, her tarafı istila eden bir
esir fikrine saplanmaktan başka çare kalmaz ve esir iptilası ilmi istila
etmiştir denilebilir.”(2)
Michelson-Morley Deneyi
Bilimadamları bütün uzayı dolduran esirin hareketsiz olduğunu
düşünüyorlardı. Dünyamız evreni kaplayan esir içinde sanki su dolu bir
kavanozdaki bir bilyeye benzetilebilir. Bilyemizi hareket ettirdiğimiz zaman
suda bir dalgalanma olur. Aynı şekilde gök cisimlerinin hareketlerinden
dolayı esirde dalgalanmalar olması gerekir. Bu dalgalanmalar yüzünden ışığın
hızında değişmeler meydana gelmelidir. Fakat yapılan deneylerde ışığın hızı,
daha önceleri bulunan hızla (300.000 km/s) aynı çıkıyor.
Esirin varlığını deneysel olarak ispatlamak için yapılan deneylerin en
çok ses getireni Michelson-Morley deneyi oldu. Albert Michelson ve Edward
Morley 1887 yılında esirin varlığını ispatlamak için deneylerini
gerçekleştirdiler. Düşünceleri ise şuydu: Denizde giden bir gemide elimizi
denize soksak bir akıntı, direnç hissederiz. Aynı şekilde Güneş etrafındaki
yörüngesinde ilerleyen dünyamız hareketsiz esirde bir akıma sebep olacaktır.
Bu akımda dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığı geciktirecektir. Bu
gecikmenin tespit edilmesiyle esirin varlığı deneysel olarak kanıtlanmış
olacaktı.
Interferometre adlı bir aygıtla gerçekleştirdikleri deneyde ışık
kaynağından çıkan ışınlar,45 derecelik açıyla duran yarı gümüşlenmiş ayna
tarafından ikiye ayrılıyor. Bu iki ışının biri dünyanın hareketi yönünde,
diğeri bu doğrultuya dik bir yönde ilerliyor. Daha sonra bu iki ışın yarı
gümüşlenmiş aynadan eşit uzaklıktaki Özdeş aynalardan yansıyarak geri
dönüyorlar. Dünyamız güneş etrafında ortalama 30 km/s hızla yol aldığı için
dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığın hızı (300.000-30) 299.970 km/s
olarak ölçülmesi gerekiyordu. Dik doğrultuda gönderilen ışın ise esir
akımından etkilenmez. Sonuçta iki ışık ışınlarının hızlan arasında çok az
bile olsa bir farkın olması gerekir. Fakat deney sonunda beklenen olmadı.
Çok hassas aietler kullanıldığı halde bir fark tespit edilemedi. Deney
tekrarlandı. Günün değişik saatlerinde, yılın farklı mevsimlerinde dahi
sonuç değişmedi. Işık hızında en ufak bir sapma gözlenemedi.
Deneyin sonucuna göre: esirin varlığında şüphe edilmediğinde ya dünya
hareket etmiyordu ya da esir dünya ile birlikte aynı hareketi yapıyordu.
Tabiki dünyanın hareketinden şüphe edilemezdi. Esirin, belirli bir gezegenin
hareketini izlediğine inanmak da pek tatminkar değildi. Michelson esiri
tespit etmek için araştırmalarını uzun yıllar sürdürdü.
Michelson -Morley deneyinin beklenmeyen sonucu bilim adamlarını harekete
geçirdi. Lorentz ve Fitzgerald, hareketli cisimlerin hızlarıyla doğru
orantılı bir şekilde boylarının kısaldığını matematiksel olarak gösterdiler.
Buna göre interferometre aygıtında dünyanın hareket yönünde ilerleyen ışığın
aldığı yolun da kısalması gerekir. Bu kısalma hesaba katıldığında ise
hızların birbirine eşit çıktığı görüldü. Böylece esir varolmamaktan
kurtuldu. Ama bu seferde deneysel olarak ortaya konması imkansız hale geldi.
Çünkü büzülme, bir sigorta görevi yapar gibi ışık hızının değişmesine izin
vermiyor, sanki evren esirin belirlenmesini istemiyordu.
Bu son gelişmelerle fizikçiler kaçınılmaz olarak ihtilafa düştüler.
Kimileri esirin varlığını savunurken kimileri de hiç bir fayda sağlamayan bu
hipotezin terk edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Ama fiziğin o günkü
yapısıyla esir hakkında doğruyu bulmak pek mümkün gözükmüyordu.
Modern Fizik ve Esir
Lorentz dönüşümleri fizikte yeni bir şeylerin habercisiydi. Yıl 1905'e
geldiğinde hiç beklenmeyen biri fiziğin temellerini sarsmaya başladı. Bu
kişi Albert Einstein'dı. İlk önce "Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği
Üzerine" ve daha sonra da "Özel ve Gene! Görelilik Teorisi" ile bilim
tarihinde bir devrim gerçekleştirdi. Klasik fiziğin mutlak uzay ve mutlak
zaman fikri artık tarihe karıştı. Çünkü Einstein, mutlak zaman ve mutlak
uzay olmayacağını açıkça gösterdi. Cismin hızına bağlı olarak bir mekan ve
zamanı yaşadığı düşüncesini ortaya koydu. Buna göre; evrende hiçbir
ayrıcalıklı hareket yoktur, her cisim kendi hızına bağlı bir mekanda ve
zamanda hayat sürmektedir. Bunların bir sonucu olarak da mutlak referans
çerçevesi, mutlak durağanlık ve mutlak hareket kavramlarının yersiz olduğunu
belirtti. Ayrıca esir kavramının da lüzumsuz olduğunu söyledi. Esir yoktur
demiyordu. Sadece tespit edilebilir hiç bir sonucu olmayan esirin
gereksizliğini vurguluyordu.
Einstein ile değişen zaman ve mekan anlayışı, esire duyulan gereksinimi
ortadan kaldırdı. Çünkü Einstein'ın sisteminde böyle bir hipoteze gerek
yoktur. Zaten yapılan deneyler de bunu doğrulamıştır.
Bilim ve Metod
Başlangıçta bir dalga olmanın gereği olarak ışığında maddesel ortama olan
ihtiyacını görmek ve bunu araştırmak bilimseldir. Ama yapılan onca çalışma
sonucunda bir türlü tespit edilemeyen bir tezin varlığını savunmak bilimin
metoduna ters düşmektedir.
Çünkü fizikte doğrulanamayar. hipotezlere yer yoktur. Bu durumda
yapılması gereken uzayın dalgalan ileten bir özelliği olduğunu kabul etmek
ve bundan sonraki düşüncelerimizi bu kabul üzerine bina etmektir.
Einstein'ın deyimiyle fiziksel tözler ailesinin haşarı çocuğu,
gereksizliğini koruduğu sürece ilgimizin uzağında kalacaktır. Uzayda dolaşan
çeşitli ışınlar olabilir w bunların bazılarının varlığı kanıtlanmıştır. Ama
bunlar maddesel etkileşmelerde rol almadıkları sürece esir tanımından çok
uzaktadırlar.
Işığın serüveni bununla bitmedi Fotoelektrik olayla birlikte genişlemiş
bir parçacık teorisi kadar gündeme geldi. Bu ve bundan sonraki gelişmelerle
artık ışığı iki teoriden biriyle tam olarak açıklayabilmek imkansızlaştı.
Çünkü ışık bazen tanecik bazen de dalga Özelliği gösteriyordu. Bu durumda
fizikçiler en uygun kabulü yaptılar. "Işık hem tanecik hem de dalga
özelliğine sahiptir."dediler. Işığın bu ikili doğası, fizikçileri
mikroskobik aleme taşıyacaktı.
18.yüzyılın ikinci yarısıyla başlayan fizikteki evrim, bilimin metodunda
bir genişleme meydana getirdi. Ayrıca fizik, sabit bir sistem anlayışından
ve gereksiz hipotezlerden kurtuldu. Bilim, bu yeni metodun rehberliğinde
makroskobik ve mikroskobik evrenlerin derinliklerinde kendisiyle olan
yarışını sürdürmektedir.
Bekir BAYRAK
Fizik Öğrt.
ANKARA-1997
Kaynakça:
1.Fizik ve Metafizik Jennİfer Trus-ted Cev. Seval Yılmaz.
2. Esrarlı Kainat Sir James Jeans Çev. Murat Uzdilek.
Bu yazı Popüler Bilim Dergisi’nin Nisan 1997 sayısında yayınlanmıştır.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye / Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)
/
Astronomy
|
|