Time Travel Research Center © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkey / Denizli 

 

Bu sistemin bir ekseni, döndüğü varsayılan Yerin dönme ekseni, diğer iki ekseni de Yerin merkezinden uzak iki yıldıza yönlendirilmiş eksenlerdi.
Topacın salınımına ilişkin problem, Newton yasasına dayanılarak, ikinci koordinat sisteminde formüle edilip çözülüyor, sonra da koordinatların dönüşüm formülleri gözönüne alınarak kliseye bağlı sisteme çevriliyordu.
Yerin dönme hızı ile Paris’in enlem açısının da yer aldığı bu son ifadeler gözlenen sonuçlarla çok iyi uyum sağlıyor ve, böylece, Yerin bir eksen etrafında dönmekte olduğunu açıkça gözler önüne seriyordu.
Bu, benim kanımca, bir yandan insanoğlunun entellektüel çabalarının başarısının, diğer yandan da teorik bilimlerin gücünün çok parlak örneklerinden biridir. Ilk öğrenenlere önemsizmiş gibi görünen atalet referans sistemi kavramının ne denli önemli olduğu bu olayla çok iyi anlaşılmaktadır.
Ikinci Tartisma
Tartışılan ikinci konu, yani Dünya’nın Güneş etrafında dönüyor olup olmadığı konusu geçen yüzyılın başlarında, Foucault sarkacı’ndan esinlenilmiş izlenimi veren bir biçimde yeniden ortaya atıldı: Yeryüzünde yapılacak olan gözlemlerle Dünya’nın evrendeki hareketi (mutlak hareketi)
açığa çıkarılamaz mıydı?
Foucault sarkacı’ndaki ve çok sayıdaki diğer uygulamalardaki başarılarıyla herkesin hayranlığını çekmiş bulunan Newton yasası düzgün doğrusal hareketlerin açığa çıkarılabilmesine olanak tanımıyordu.
Alternatif bir çare olarak akla hemen ışık olayı geldi. O günlerde, hemen hemen bütün bilim adamlarının benimsemiş oldukları bir kanıya göre uzay eter adı verilen bir madde ile dolu idi. Bütün cisimler, örneğin yıldızlar ve Dünya bu eter’in içinde yüzüyordu. Işık da eterin titreşimlerinden ibaretti. Ses nasıl havanın titreşimleri şeklinde yayılıyorsa, ışık da eter’in titreşimleri şeklinde, belirli bir hızla yayılarak uzak yıldızlardan bize doğru geliyordu.
Bu nedenle, Güneş’ten bize doğru gelen ışığın yeryüzünde yapılan deneylerle ölçülen hızı, eter içindeki kendi hızı ile Dünya’nın hızının bir bileşkesiydi. Bu hızı yeryüzünde farklı iki yönde ölçerek Dünya’nın eterdeki hareketine (mutlak hareket) ilişkin hızı, eğer sıfır değilse, hesaplayabilirdik.
... Ve kaos
Bu düşünceden hareket edenlerin bir kısmı, örneğin Lorentz ve Poincaré, teorik hesaplar yaparak bir takım formüller ürettiler ve buldukları sonuçları onbeş yirmi yıl kadar önce Michelson (1881) ile Morley (1887)’in çok hassas ölçmeler yaparak bulmuş oldukları deneysel sonuçlarla karşılaştırdılar. Bu karşılaştırma sözü edilen hızın bulunmasını sağlayacaktı ama sonuçlar hiç de umulanı vermedi. Işığın hızı, farklı yönlerde hareket etmekte olan gözlemcilere göre farklı değildi; hep aynı değerdeydi.


Yeni Geometri: Uzay-zamanın eğriliği problemi Einstein'i 1912-1915'e kadar meşgul etmişti
Örneğin, çıkardıkları formüllerde, zamanı gösteren t parametresinin yanı sıra t’ ile gösterilen ve zaman boyutunda olan bir parametre daha tanımlamışlardı. Bu parametre aynen bugün Lorentz’in adıyla anılan ve özel rölativite teorisinin temelini oluşturan formüllerde yer aldığı gibi bir konuma sahipti. Fakat Lorentz, o günlerde, bunun gerçek zaman olmadığını, sadece bir matematiksel tanım olduğunu düşünmüş ve bu inancını açık
açık yazmıştı. Bu görüş hem olayın açıklanmasını ve kavranmasını güçleştiriyor hem de eter’e yeni özellikler yükleyerek fiziği karmaşık hale getiriyordu.
Bu nedenle, Lorentz ve Poincaré’nin çabaları, aslında çok şeyi ortaya çıkarmış gibi görünmelerine rağmen, fizik dünyasında büyük ilgi görmedi ve bugün yapıldığı gibi yorumlanamadı.
CESARET IS BASINDA
Einstein’ın yaklaşımı, bugün Lorentz formülleri olarak bilinen temel formülleri Lorentz ve Poincaré’nin çıkardıkları biçimde veriyor olmasına karşın, temelde, Lorentz ve Poincaré’ninkinden
çok farklı oldu. O, yüzyıllar hatta bin yıllar boyunca bilincimize yerleşmiş bulunan bazı kavramları temelden değiştirmemiz gerektiğini söyleyerek, kimsenin göze alamayacağı bir cesaretle işe koyuldu.
Örneğin, O’na göre, zaman ve uzunluk herkes için aynı sayısal değere sahip mutlak kavramlar değildi.
Daha da önemlisi, birbirine göre hareket halinde bulunan gözlemcilerin ölçtüğü geometrik koordinatlar, ancak zaman parametresi de göz önüne alınırsa birbirine dönüştürülebilirdi. Benzer durum, tersine, zamanın dönüşümü için de söz konusu idi. Yani, başka bir deyişle, fizik bakımından uzay dört boyutlu idi. Aynı şekilde, eter denen şey de gerçek değildi; ışık ( ve elektromagnetik alan) boşlukta, hiç bir maddi desteğe ihtiyaç duymadan yayılabilirdi.
Bu görüşlerle yola çıkan Einstein, ışığın hızının her gözlemciye aynı değerde gözükebilmesi için dört boyutlu uzay-zaman koordinatlarının bir koordiant sisteminden diğerine (öncekine göre sabit bir hızla hareket edene) nasıl değişmesi gerektiğini araştırdı.
Vardığı sonuçlar çok ilginçti. Çünkü, eterin basıncı ile boyutların kısalması varsayımıyla Lorentz ve Poincaré’nin bulmuş olduğu formüllerin aynını bulmuştu. Fakat yorumları farklı idi. Örneğin, biraz önce sözünü etmiş olduğumuz t parametresi bir koordinat sisteminde, t’ parametresi de diğerinde gerçek zamanı göstermekteydi.

 

 

Sonraki Sayfa

Eter içindeki hareketlere ilişkin bu teorik ve deneysel sonuçların birbiriyle bağdaştırılması yeni bir problem olarak ortaya çıktı ve büyük bir kaosun başlangıcı oldu. Artık Yer’in mutlak hareketi unutulmuş; ışığın eter içinde hareket eden değişik gözlemciler tarafından ölçülen hızının neden hep aynı olduğu problemi ortaya çıkmıştı.
Tartışılan aslında ışık ve Yer değil, o günlerden geriye ikiyüzelli yıl kadar önce, Newton’un parçacıklardan oluşan ışık teorisine bir alternatif ışık teorisi (dalga teorisi) geliştirmek amacıyla Huygens tarafından düşünülmüş ve Maxwell, Faraday, Arago, Fresnel, Fourier , Ampère, Lorentz ve Poincaré de dahil olmak üzere çok sayıda bilim adamlarınca benimsenmiş bulunan eter’in kaderiydi.
Sonuç oldukça hazin oldu: Eter kavramı ikiyüzelli yıllık çalkantılı yaşamını tümden yitirip bilim tarihinin sayfaları arasına gömüldü.
Einstein devrede
Teori ile deneyin uyuşmazlığının tartışıldığı o günlerde, yani 1904-1905 yıllarında, konuya çok ilgi gösterenlerin ve herkesin önünde tartışanların başında Lorentz ( Amsterdam’da) ve Henri Poincaré (Paris’de) yer alıyordu.
Ortada görünmediği halde konuya aşırı ilgi duyanlardan biri de Albert Einstein (Zürich’de) idi. Lorentz ve Poincaré, uyuşmazlığı ortadan kaldırmayı eter’e yeni bir nitelik yükleyerek başarmaya çalıştılar. Karşılaşılan her güçlüğü yenmek için eter’e yeni bir nitelik atfetmek oldukça sık tekrarlanan ve eter’i hergün daha karmaşık hale sokan bir alışkanlıktı.
Bu amaçla Lorentz ve Poincaré’nin benimsediği yeni varsayıma göre, eter, içinde hareket eden cisimlerin üzerine basınç yapmakta ve, bunun sonucu olarak da, hareket yönündeki boyutların kısılmasına neden olmaktaydı. Bu kısalma öyledir ki; biraz önce sözü edilen deneye ilişkin teorik
sonuçlar deneyle bulunanlarla uyuşum içinde olmaktadır.
Lorentz ve Poincaré’nin bu görüşle yapmış oldukları hesaplar, bugün Einstein’ın adıyla anılan ve özel rölativite teorisi adı altında toparlanan sonuçların önemli bir kısmını ortaya çıkarmıştı. Fakat çok geniş ve derin düşünme yeteneğine sahip bu bilim adamları kendilerini Newton’un etkisinden ve eter kavramından kopartamadıkları, daha doğrusu kopartmayı akıllarına getiremedikleri için vardıkları bazı sonuçları bugün bizim yaptığımız gibi yorumlayamadılar.

Ana Sayfa / index / Roket bilimi / Kuantum Fizigi /Astronomy