Time Travel Research Center © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 - Turkey / Denizli 

ZAMANIN GÖRELİLİĞİ

Hayatımızın Geçen Süresi, Yalnızca Bir Algıdır

Dünyada geçirdiğimiz zaman için bir kıstasımız vardır. Dün yaptıklarımızı düşünür, bugüne göre plan yaparız. On sene öncesini düşünür, zamanın geçtiğine ve yaşlandığımıza inanırız. Zamanın geçtiğine dair inancımızı oluşturan şey, yalnızca bir önceki an ile şimdiki an arasında yaptığımız kıyastır.

Bu kıyas şu şekilde gerçekleşir: Şu an bu kitabı okuyorsunuz. Kitabı okumadan önce ise televizyon seyrediyordunuz. Televizyon seyrettiğiniz an ile kitap okumakta olduğunuz anı kıyaslar, bunların arasında bir süre olduğunu düşünür ve televizyon izlediğiniz zamanı "geçmiş" olarak tanımlarsınız. Bu iki eylem arasında ise bir zaman geçtiğine inanırsınız. Gerçekte ise, televizyon seyrettiğiniz an sizin hafızanızdaki bilgidir. Siz, kitap okumakta olduğunuz "şu an" ile, hafızanızdaki bilgi arasında kıyas yapar ve bunu "zaman" olarak algılarsınız. İşin gerçeğinde ise, yalnızca yaşamakta olduğunuz "şu an" vardır. Hafızanızdaki hatıralarla kıyas yapmadığınızda, zaman kavramı da kalmayacaktır.

Ünlü fizikçi Julian Barbour, zamanın tarifini şöyle yapmaktadır:

Zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka bir şey değil. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler. (1)

Dolayısıyla zaman, beyinde anı olarak var olan birtakım bilgiler, bir başka deyişle algılar arasında kıyas yapılması ile var olmaktadır.

Günlük hayatta yaşadığımız olaylar bize belli bir sıralamada gösterildiği için biz zamana geçmiş, şu an ve gelecek olarak sınırlandırmalar getiririz. Oysa zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığı düşüncesi sadece bir şartlanmadır. Eğer hafızamızdaki bilgiler bir filmin sondan başa doğru seyredilmesi gibi işliyor olsaydı bizim için geçmiş gelecek zaman, gelecek de geçmiş zaman olurdu. Bu durum bize zamanın mutlak olmadığını sadece bizim algımıza göre şekillendiğini göstermektedir.

Ünlü fizikçi Roger Penrose, konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır:

Sanırım geçecek olan zamanı algılama biçimimizde ve fiziğin tarif ettiği zaman kavramı arasında her zaman bir çelişki var. Ve bu kısmen, acaba olayların zamana ait net bir dünyevi sıralaması mı var yoksa bizler mi birçok şeyi bir araya getirerek kafamızda bir resim canlandırıyoruz sorusu... (2)

Hatırladığımız olaylar arasında kendi zihnimizde yaptığımız sıralama, bu olaylar için, geçmiş, şu an ve gelecek şeklinde bir konum meydana getirmektedir. Ancak bu, tümüyle beynimizde, bizim irademizle verilmiş olan bir karardır. Dolayısıyla tamamen izafidir. Nobel ödüllü genetik profesörü ve düşünür François Jacob, konuyla ilgili olarak şu benzetmeyi yapmaktadır:

Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini tasarlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici iş birliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. (3)

Tüm bunlar, geçmiş ve gelecek kavramlarının, bizim anılarımızı algılama biçimimizle ilgili olduğunu göstermektedir. Gerçekte ise, zamanın nasıl aktığını veya akıp akmadığını bilmemize imkan yoktur. Tıpkı karşımızdaki görüntünün aslı ile hiçbir zaman muhatap olamadığımız, dolayısıyla varlığı hakkında detaylı bilgiye sahip olamadığımız gibi, aslında tabi olduğumuz bir zaman olup olmadığını ve varsa da bunun işleyişinin nasıl olduğunu kesin olarak bilemeyiz. Çünkü zaman, yalnızca bir algı biçimidir.

Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en büyük fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu Genel Görecelik Kuramı ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, "Evren ve Einstein" adlı kitabında bu konuda şunları yazar:

Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve değişmez bir evrensel zaman kavramını da bir yana bıraktı. Görecelik Kuramı'nı çevreleyen anlaşılmazlığın büyük bölümü, insanların zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir algı biçimi olduğunu kabul etmek istemeyişinden doğuyor... Nasıl uzay maddi varlıkların muhtemel bir sırası ise, zaman da olayların muhtemel bir sırasıdır. Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez.(4)

Einstein, Barnett'in ifadeleriyle "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur." (5)

Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi, "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir." (6)

Saati hiç bilmediğimiz, Güneş'in hangi aralıklarla doğup battığını göremeyeceğimiz kapalı bir odada kaldığımızda, burada geçen zamanın hızını ve kaldığımız süreyi hiçbir zaman belirleyemeyiz. Bize dış dünyada belli bir zaman geçtiğini düşündürten şey, Güneş'in doğup batma süreci ve kolumuzdaki saatin bize belirttiği süreden başka bir şey değildir. Bunlar devreden çıktığında, geçtiğine inandığımız zaman hakkında söyleyeceklerimiz tamamen tahmini ve bize bağlı olacaktır. Örneğin sınava giren bir kişi kısıtlı vakit içinde cevapları yetiştirmeye çalışırken, onun için zaman hızlı geçecektir. Ama dışarıda onun sınavdan çıkmasını bekleyen kişi için aynı süre, oldukça uzundur. Eğer zaman mutlak bir gerçek olsaydı, bu durumda bizim algılarımıza göre belirlediğimiz değişken bir kavram şeklinde olmazdı kuşkusuz.


 

a) İkizlerden bir tanesi, ışık hızına yakın bir hızda uzaya doğru hareket ederken diğeri Dünya'da kalır.

b) Teleskoptan Dünya'daki ikizlerden biri, uzaya giden ikizin kendisinden daha genç göründüğünü gözlemler.

c) İkizlerden roketle giden, Dünya'ya döner. Dünya'daki ikizi yaşlanmıştır. Roketle giden ise daha gençtir.

Einstein'in ikiz paradoksuna göre, ikiz kardeşlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolculuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni, uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır.

Einstein'in genel görecelik teorisinin bilimsel olarak ortaya koyduğu gerçeğe göre; zamanın hızı, bir cismin hızına ve çekim merkezine olan uzaklığına göre değişmektedir. Hız arttıkça zaman kısalmakta, sıkışmakta; daha ağır daha yavaş işleyerek sanki durma noktasına yaklaşmaktadır. Bunu Einstein'ın bir örneği ile açıklayalım. Bu örneğe göre ikiz kardeşlerden biri Dünya'da kalırken, diğeri ışık hızına yakın bir hızda uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kişi, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır. Aynı örnek, ışık hızının yüzde doksan dokuzuna yakın bir süratle hareket eden roketle uzayda yolculuk yapan bir baba ve Dünya'da kalan oğlu için de düşünülebilir. Einstein'e göre, "Eğer babanın yaşı 27, oğlunun yaşı 3 olsa, 30 dünya senesi sonra baba dünyaya döndüğünde oğul 33 yaşında, baba ise 30 yaşında olacaktır."(7)

Zamanın izafi oluşu, saatlerin yavaşlaması veya hızlanmasından değil; tüm maddesel sistemin atom altı seviyesindeki parçacıklara kadar farklı hızlarda çalışmasından ileri gelir. Zamanın kısaldığı uzay gibi bir ortamda insan vücudundaki kalp atışları, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri gibi işlemler daha ağır işlemektedir. Böylelikle kişi zamanın yavaşlamasını hiç fark etmeden günlük yaşamını sürdürür.

Parçacık fizikçisi Dr. Jim al-Khalili'nin bir radyo programında yaptığı açıklamalar şöyledir:

Einstein'ın görecelik teorilerinin her ikisi de geleceğe yolculuğa olanak sağlamaktadır. Aslında bunu deneysel olarak da ispat etmiş durumdayız. Bunun bir yolu çok hızlı seyahat etmektir; bir rokete biner, ışık hızına yakın bir hızda gider ve sonra geri gelirsiniz. Çok hızlı gittiğiniz için saatiniz daha yavaş çalışacaktır. Roketteki saatinize göre eğer bir yıl ilerlerseniz, bu dünya saatine göre belki de 10 yıldır. Böylece aslında 9 yıl ileriye gitmişsinizdir. Geleceğe yolculuğun diğer bir yolu da çok büyük bir yıldızın yörüngesinde ilerlemektir. Eğer bir yıl boyunca bunu yaparsanız, yine, Dünya'ya geri dönebilir ve Dünya'da 10 yıl geçtiğini görebilirsiniz. Böylece her iki şekilde de geleceğe doğru yapılan zaman yolculuğu mümkündür.(8)

Al-Khalili, zaman kavramını ise şu şekilde açıklar:

Bu; geçmiş, şimdiki zaman ve geleceğin hepsinin aynı anda mevcut olduğu anlamına da gelir. Geçmişi gelecekten ayıran bir şimdiki an yoktur. Tüm zamanlar aynı anda mevcuttur, yalnızca tek bir zaman vardır. Dolayısıyla gelecek de yaşanmıştır. Bunu anlamanın tek yolu üç boyutlu uzayın tek boyutlu zamanla birleştirilmesi ve dört boyutlu uzay-zaman olarak bilinen kavramın ortaya çıkmasıdır.(9)

Zamanın geçmesi, bizim için yaratılmış bir histir yalnızca. Bunu bu şekilde algıladığımız için yaptıklarımızın bir zaman süreci içinde gerçekleştiğini düşünürüz. Oysa daima bu "an"da yaşamaktayız. Geçen zaman kavramı hayalidir.

Söz konusu radyo programında sunucunun yorumuna karşılık algı üzerine çalışmaları ile sayısız ödül almış olan Oxford Üniversitesi matematik fizikçisi Roger Penrose'un cevabı şu şekildedir:

Sunucu: Zamanın geçtiğine dair subjektif bir his duyuyoruz. Ancak fizikçiler bunun sadece bir illüzyon olduğunu ileri sürüyorlar.

Roger Penrose: Evet, sanırım fizikçiler zamanın akış hissinin yalnızca bir illüzyon, yani gerçek olmayan bir şey olduğu konusunda hemfikirler. Bu, bizim algılarımızla ilgili bir şey. (10)

Böylesine önemli bir gerçeğin, nasıl bizim zihinlerimizde bir algı olarak gerçekleştiği ve nasıl tüm zamanların tek bir zaman kavramı içinde var olduğu, kuşkusuz bizim anlayışımızın dışındadır. Kuşkusuz, zamanı bir algı olarak yaratmak, aslında var olmayan bir kavram içinde geçmiş, şimdiki zaman ve geleceği meydana getirmek, beynin kimyasal süreçleri için çok kolaydır. Bizim geçmiş veya gelecek olarak algıladığımız tüm olaylar, evrenin sonsuz hafızasında zaten mevcuttur. Bunların tümü tek bir anda mevcut olmaktadır. Dolayısıyla, gelecekteki tüm olaylar aslında aynı an içinde yaratılmışlardır ve şu anda da vardırlar. Ancak biz, zamana tabi olduğumuz için onları henüz göremeyiz.

Geçmiş olarak algıladığımız tüm olaylar, bir insanın okulda karne alışı, ilk araba kullanışı maddeye ait dördüncü boyut bandının  sonsuz hafızasında saklı olduğu gibi, gelecekte yolda ilerlerken ayağımızın takılacağı küçük bir taş parçası bile  zamanın kozmik  hafızasında belirlidir. Çünkü tüm olaylar iç içe tek bir kozmik an dahilinde mevcutturlar.

Çetin Bal: Bazıları şöyle sorarlar; Dördüncü boyut, gerçekten de, maddenin dışındamıdır? Aslında üçüncü boyutu temsil eden madde yani mekan olgusu ile dördüncü boyut olan zaman arasında dalgaların kaynaşmasını içeren bir elektromanyetik bileşkesellik söz konusudur. İki farklı zaman boyutu denen iki titreşim dalgası arasında elektromanyetik bir bağlantı vardır.Yani aynı elektromanyetik bir dalga kalıbı içinde tüm zamanlar kendi titreşim kalıpları ile bir arada varolurlar.

Zaman Gibi Mekan da Bir Algıdır

Einstein, teorisini ortaya atarken, ışık hızının evrensel bir sabit olduğunu bir gerçek olarak kabul etti. Ne kadar hızlı giderseniz gidin, ışık hızı her zaman sabitti ve %99 ışık hızına yakın bir hızla gitseniz bile ışık sizden saniyede 186,282 mil (299,791 km) hızlı gidiyor olacaktı. Bu hıza ulaşmak imkansızdı. Einstein'ın hesaplamalarına göre, gözlemcinin hızı arttığında zaman yavaşlamakta ve mekan (hareketin yönüne göre) büzülmekteydi. Işık hızına göre değişim gösteren bu kavramlar, kişiye göre farklılık göstererek mutlak olmadıklarını kanıtlamışlardı.

Peter Russell, bu durumu şu şekilde tanımlar:

... Siz ne kadar hızlı hareket ederseniz edin, her zaman ışığın hızını saniyede 186,282 mil olarak ölçeceksiniz – tıpkı Michealson ve Morley'in bulduğu gibi. Hatta saniyede 186,281 mil hızla gidiyor olsanız da, ışık sadece saniyede 1 mil hızla sizi geçmiş olmayacak, hala 186,282 mil hızla gidiyor olacak. Işığın hızına küçük bir miktar dahi yetişememiş olacaksınız.

Bu tamamen sağduyuya aykırıdır. Ama bu örnekte, burada yanlış olan sağduyudur. Bizim zihinsel gerçeklik modellerimiz, hızları, ışık hızından çok daha düşük olan günlük deneyimlerimizden oluşmaktadır. Işık hızına yakın bir hızda, gerçeklik oldukça farklıdır.(11)


Gözlemcinin hızı artarken, zaman yavaşlamakta, mekan da hareketin yönüne göre büzülmektedir. Einstein, uzay ve zaman olarak kabul ettiğimiz şeylerin zaman-mekan bütününün bir parçası olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla zaman ve mekan, doğrudan algıya bağlı olarak yaratılmaktadır.

Einstein, uzay ve zaman olarak kabul ettiğimiz şeylerin zaman-mekan bütününün bir parçası olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla zaman ve mekan, doğrudan algıya bağlı olarak yaratılmaktadır. Böylece, göreceli yaşanan bir dünyanın parçası haline gelirler. Dünyanın zihindeki görüntüsünü oluşturabilmek için zaman ve mekan algısı gereklidir. Ama bunların asıl gerçekliği ifade ettiğini iddia ettiğimizde yanılırız. Çünkü dışarıdaki gerçek mekan kavramı ile hiçbir zaman muhatap olmayız.

Fred Alan Wolf, bunu şu şekilde açıklar:

Einstein'in genel rölativite kuramına göre, madde zaman ve mekandan bağımsız olamaz. Eğer bunlardan herhangi biri – madde, mekan veya zaman – eksikse, tümü eksiktir. Maddenin var olması için mekanın varlığı gereklidir, zamanın varlığı için maddenin varlığı gereklidir ve mekanın varlığı için de zamanın varlığı gereklidir. Bunların tümü birbirine bağımlıdır.

O halde, eğer zaman, pek çok filozofun iddia ettikleri gibi sadece bir hayal, bir illüzyon ise, bu durumda madde ve mekan da aynı şekilde hayaldir. Kuantum fiziğinin Kopenhag yorumuna göre, maddeyi izleyen olmadığı sürece madde var olamaz. (12) (Vurgu orijinaline aittir)

Maddenin yalnızca duyu organlarımız aracılığıyla algılanabilir olması, yani gölge bir varlık olması, yine maddesel bir varlığı olan mekan kavramını da ortadan kaldırmaktadır. Mekanı biz dışarıda olarak algılarız, oysa geçmişte var olan bir yeri hayal ettiğimiz zaman mekan tümüyle beynimizin içindedir. Aslında dışarıda olduğunu farz ettiğimiz bir yere bakarken de, bunu düşünürken de mekan kavramı yalnızca beynin içinde oluşmaktadır. Karşımızda durduğunu farz ettiğimiz oda, beynimizde oluşan bir illüzyon, bir hayaldir.

Peter Russell, bu algı biçimini şu şekilde özetlemektedir:

Einstein'in çalışmaları aynı zamanda zaman ve mekanın mutlak olmadığını gösterdi. Bunlar, izleyicinin hareketine göre değişim gösterirler. Eğer siz, bana göre daha hızlı yürürseniz ve ikimiz de iki olay arasındaki mesafeyi ve zamanı ölçersek, - örneğin caddenin bir başından diğer başına doğru ilerleyen bir arabayı – siz aracı, benim gözlemlediğimden daha az mesafede ve daha az zamanda ilerliyor olarak gözlemlersiniz. Tam tersine, sizin bakış açınıza göre eğer ben sizden daha hızlı yürürsem, sizin referans aralığınıza göre, ben sizden daha az mekan ve zaman gözlemlerim. Garip değil mi? Evet. Bizim anlayabilmemiz neredeyse imkansız. Ama sayısız deney bunun gerçek olduğunu gösterdi. Yanlış olan, bizim genel zaman ve mekan kavramlarımız. Yine, bunlar da zihnimizde meydana geliyor ve dışarıda olanların mükemmel bir modelini oluşturmuyorlar. (13)

Einstein, bu açıklamalarının sonrasında daha da ileri giderek maddenin bir enerji şekli olarak var olduğunu gösterdi. Bunun matematiksel formülü ise, ünlü E=mc2 eşitlemesi oldu.Kütlesi olan varlık, yalnızca bir enerji şekli olarak belirmekteydi. Peter Russell konuyla ilgili olarak şu açıklamaları yapmıştır:

Kütle fikri bile tartışmalıdır. Genel görecelik teorisine göre, Einstein kütlenin ve hızın ayırt edilemez olduğunu gösterdi. Asansörün içindeki bir insan, asansörün hızı aşağı doğru artınca, kendisini daha hafif hisseder. Durmak üzere hız kestiğinde ise daha ağır hisseder. Bu bir illüzyon değildir, tartılar bile ağırlığınızın değiştiğini gösterecektir. Bizim kütle olarak tecrübe ettiğimiz şey ayağımızın altındaki yerin meydana getirdiği basınçtır... Einstein'a göre, bizler sürekli olarak yavaşlamaktayız ve bunu kütle olarak hissederiz. Yörüngedeki bir astronot, uzay mekiğinin camına çarpıp da geçici bir yavaşlama yaşamadıkça, kütleyi hissetmez.(14)

Bazı dinsel metinlerde zaman kavramı

Tarafsız ve bağımsız bir araştırmacı olarak bu bilgilerinde bir bilim insanı gözüyle  okuyucunun ilgisine sunulması gerektiğini düşünüyorum.

İslam dininin kitabı olan Kuran'da ki  ayetlerde ise, farklı boyutlarda zamanın daha farklı bir hızla aktığı haber verilmektedir. Örneğin Allah'ın Katındaki bir günün insanların bin yılına eşit olduğu belirtilmektedir. (Hac Suresi, 47) Bu konu ile ilgili diğer ayetler şöyledir:

Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 4)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)

Allah Kuran'da bahsedilen mümin bir topluluk olan Kehf ehlini 300 yılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra uyandırdığında ise bu kişiler, zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını düşünmüşler, uyudukları süreyi tahmin edememişlerdir:

Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık. (Kehf Suresi, 11-12)

Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir..." (Kehf Suresi, 19)

Bu ayetler, zamanın izafi olduğunu, mutlak olmadığını açıkça bildirmektedir. Yani zaman, algıya ve algılayana göre değişmektedir ve bu gerçek 14 asır öncesinden Kuran'da haber verilmiştir.

Keza dinsel metinler içinde geçen bir ifadeye göre ''bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, Allah Katında tek "bir an"dır. Bizim için gelecekte oluşacak bir şey, Allah Katında olup bitmiştir. Biz geleceği, algıladığımız zaman kavramı dahilinde seyrederiz. Oysa, bizim görmek için beklememiz gereken bir olay, Allah Katında zaten vardır. İleride gerçekleşecek dediğimiz olayların tümü, zamansızlık boyutunda zaten olup bitmiştir.''

Çetin BAL: Ben bilimsel konulara dinsel bakış açısının karıştırılmasını doğru bulmuyorum ama dinsel metinlerde zamanın nasıl tarif edildiğine dair de bilgi sahibi olunmasının ilginç olabileceğini düşünüyorum. Dinler sonuçta insanlık kültürünün bir parçası olduğundan olaya bilimsel olarak bakıldığında ordaki bir çok ifadenin geçmişimize ve geleceğimize dair bize bir ışık tutabileceği kanaatindeyim.

BBC radyoda yayınlanan bir programda Dr. Jim Al-Khalili bu gerçeği şu şekilde açıklar:

Eğer bu dört boyutlu uzay/zamanı gerçek anlamında alırsanız, bu durumda özgür iradenizi terk etmeniz gerekir. Bu, yalnızca geleceğin önceden takdir edilmiş olduğunu değil, aynı zamanda geleceğin hazır bir şekilde orda olduğunu, olup bittiğini söylemektedir. Karar vermenin bir anlamı yoktur; ne yaparsanız yapın, o zaten çoktan olup bitmiştir. Eğer göle bir taş atmak istersem, bunu kendi özgür irademle yaptığımı düşünüyorum. Fakat elbette dört boyutlu uzay zamanda, o taşı göle atmaktan başka bir seçeneğim yok; suyun gelecekteki sesi zaten orada ve bizler özgür irademizi kaybetmiş durumdayız. (15)

Çetin BAL: Ben Dr. Jim Al-Khalili'nin dördüncü boyuta atfedilen zaman kavramını tam anlamadığını düşünüyorum. Dördüncü boyutta tüm zamanların iç içe varolması demek insanın geleceğinin ipotek altına alınarak önceden belirlenmiş bir yazılmış bir kader çizgisine sahip olması demek değildir. Aslında ben dindar biri değilim ama ilginç olan şu ki kaderede inan biriyim ama bu kader biz insanların kendi özgür seçimlerimizle şekillendirdiğimiz kendi geleceğimizin şimdiden belirlenmiş olduğu bir kaderdir.Geçmiş denen zaman çizgisinde yaşanan herşey nasıl özgür eylemlerle doldurulmuş bir zaman kavramını ifade ediyorsa aynen  bu gibi ''gelecek''te henüz bizim tarafımızdan görülüp dokunulamayan bir boyutta özgürce yaşanmış seçimlerimizle - eylemlerimizle doldurulmuş bir boyutsal çizğiyi ifade etmektedir.Kaderi bu anlamda ele almanın daha doğru olduğu kanaatindeyim. Keza Allah kavramına karşılık gelebilecek evrensel bir bilincin yada zekanın sınırsız hafızası içinde geçmişin ve geleceğin şimdiden kayıtlı olduğunu düşünüyorum.Buna daha materyalisttik bir dille maddenin farklı görüntüleri diyebiliriz. ''Zaman ve farklı boyutlar'' gerçeği  maddenin biz insanlar tarafından doğrudan ölçümlenip duyumlarımızla algılayamadığımız nitelikleridir. Keza ''yerçekimi'' içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Newton yerçekimini dinsel bir bakış açısı içinde Tanrıdan kaynaklanan bir güç olarak düşünürken Albert Einstein bu güç'ün uzay ve zaman içine giren maddelerin kendi kütleleri ile çevrelerindeki uzay/zamanı  hafifçe bükmesinin bir sonucu olarak öngörüyordu.

Aynı programa konuk olan Roger Penrose ise verilen bu bilgileri şu şekilde sonuçlandırır:

Öyleyse bir bakıma, gelecek ve geçmiş oralarda bir yerlerdedir. Bu aynı zamanda bizlere deterministik bir dünya görüşü de kazandırmaktadır. Gelecekte olacaklar üzerinde bizim hiçbir şekilde bir kontrolümüz yoktur, çünkü hepsi bir plana göre çoktan belirlenmiştir.(16)

İnsan, yaşamı boyunca kendisi için belirlenmiş olan kadere tanık olur. Bugüne kadar yaşamış ve bugünden sonra yaşayacak olan tüm insanların hayatları, her anları ile dördüncü bir boyutsal katta hazır ve yaşanmış olarak bulunmaktadır.

Fred Alan Wolf insanın geçmiş ve geleceğinin çoktan belirlenmiş olduğunu şu sözlerle ifade etmektedir:

Bir tarih, bir başlangıç bir de bitiş olayına bağımlı olmasına rağmen, tarihi, o gerçekleşirken sanki farkındaymışız gibi hatırlarız.

Bir başka deyişle, tarih gerçekleşirken, bunu yaşıyor gibi görünürüz. Bunu "canlı" bir hikaye haline dönüştürürüz. Kaynağının (geçmişimiz) ve bizim önümüzdeki son durağının (geleceğimiz) çoktan var olduğu bir nehir içinde yaşıyoruz.

İnsanların bir kısmı, geleceğin belirlenmiş olduğu gerçeğini  kabul etmek istemezler.  Profesör Roger Penrose, bu insanları şöyle tanımlar:

''Sanırım insanların bu fikre karşı gelmelerinin nedeni geleceğin bir dereceye kadar kendi kontrollerinde olduğunu zannetmeleridir. Ama buna göre eğer gelecek belirlenmişse, kontrolünüz altında değil demektir.'' (17)

Çetin BAL: Burada üstad Roger Penrose kendi görüşlerini ifade etmiş ama bu görüşlere katılmadığımı ifade etmeliyim. Yani geleceğin belirlenmiş olması yahut geleceğin bugünden bizim zaman kavramımız içinde farklı bir boyut farkı ile varolduğunu söylememiz  biz insanların zaman içinde önceden yazılmış bir senaryoyu oynayan kuklalar olduğunu göstermez! Diğer yazılarımda belirttiğim gibi geçmiş neyse gelecekte  odur! İnsan algısı aynı anda yaşanan bir çok zaman gerçeğini anlamakta ve kurgulamakta zorlanmaktadır. Üç boyutlu bir düşünce biçimi içinde dördüncü boyutu düşünmek bir takım algısal paradokslarıda bereberinde getirecektir.Bu paradoksları aşmanın en güzel şekli tüm zamanı bir video band gibi düşünmektir. Tüm filim rulosu yada bandı içindeki resimsel figürler özgürce yaşanmış olaylar dizisini temsil etmektedir.Geçmiş, şimdi ve gelecek kavramı tamamen şuurun hangi zaman kesiti içinden zamana baktığına göre değişkenlik arzeder.Zaman ve uzay olayların sahnelendiği - yeraldığı ve varolduğu bir kayıt alanıdır. Herşeyin zaman ve uzayla kayıtlı olmasıda bu gerçekten ileri gelir.

Zamanda yolculuk fikri gündeme geldiğinde bir maddenin başka bir zaman noktasına transfer edilebilmesi için maddenin kendisini içine alan bu zaman- uzay kaydından (boyutlarından) yada çerçevesinden (bandından) dışarı çıkması lazım. Aslında bu zaman ve uzaydan tam bir kopuş olmayıp ( daha doğrusu maddesel alandan dışarı çıkma diye bir şey yok) zaman ve uzayın daha üst boyutsal kalıplarını kullanarak  geçici zaman ve uzay bükülmeleri ile zaman uzaysal bir atlama yaratmaktan başka bir şey değildir. Zamanda yolculuk kısaca böyle bir atlamayı ifade eder.Aslında zamanda yolculuk çok daha derin bir uzay/zaman mühendisliğinin teknik nitelikli bakış açısı içerisinde ışık frekansları arasında titreşimsel bir yerdeğiştirimden  başka bir şey değildir. Bir foton ( ışık kuantumu)  nasıl kendisini uzaya bağlı zaman boyutunu kullanarak mekan içinde öteleyebiliyor ve  üç boyutlu alanda yerdeğiştirebiliyorsa aynen bu gibi bir foton birimi zaman boyutları arasında anlık bir atlama yapabilmek için kendi mekanı içindeki hız ve enerji faktörünü değiştirerek içinde bulunduğu mekan çatısını farklılaştırarak kendi dahil olduğu yerel zaman kavisini değiştirebilme imkanına sahiptir.Bu anlamda bir fizik mühendisi gözü ile aslında sıradan bir madde kütleside ( yani bir uzay gemisi yada zaman makinesi) kapana kısılmış bir foton kümesinden başka bir şey değildir.Yani madde dediğimiz şey fotonların sistematik hale getirilmiş ve uzay/zaman içinde geometrik kafes hatları verilmiş - düzenlenmiş bir halinden başka bir şey değildir.

Evrendeki herşey özünde ışık kuantumlarından yapılmadır.İşte vakumda türeyen tüm parçaçıklar atomlar moleküller bu ışık kuantumlarının belli bir evrensel zekanın dürtüsü ile bir araya gelerek   kuarklardan,  elektronlara atomlara, moleküllere ve yıldız sistemlerine galaksilere, gezegenlere kadar olan devasa bir sistemi bir araya getirerek örgütler.Bu varlığın özüne ait evrensel zeka  belli koşullar altında gezegenler üstündeki kimyasal bir çorbada tek hücreli canlı varlıklara ait DNA yapılanmasını örgütleyerek evrimin itekleyici gücününde kaynağı durumundadır.İşte bu evrensel zeka madde dediğimiz şeye tinsellik, ruhsallık katan bir özdür. Bu öz  fiziksel dünyada kendine insan beyninin karmaşık labirentleri arasında bir yer yaratmıştır. Bir açıdan herşeyin kaynağını anlamanın  yolu insanın kendisini anlamasından geçer diyebiliriz. Sistemin oluşum amacı insanda kendini tamamlar. Böylece varlık dairesi tamamlanmış olur. Yani bu alem bir ağaçsa bu ağacın meyveside insandır diyebiliriz.

  1. Tim Folger, "Buradan Sonsuzluğa", Discover, Aralık 2000, s. 54

  2. BBC World, Uzay ve Zaman: Zamanın Akışı Belgeseli, 21 Mayıs 2005

  3. François Jacob, Mümkünlerin Oyunu, Kesit Yayınları, 1996, s. 111

  4. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, s. 52-53

  5. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, s. 17

  6. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, s. 58

  7. Paul Strathern, Einstein ve Görelilik Kuramı, Gendaş Yayınları, 1997, s. 57

  8. ...............

  9. ..........

  10. ...............

  11. Peter Russell, From Science to God "A physicist's Journey into the Mystery of Consciousness", New World Library, 2002, s. 61

  12. Fred Alan Wolf, Mind into matter "A New Alchemy of Science and Spirit", Moment Point Press, 2001, s. 104

  13. ....................

  14. ..........

Alıntı: Resimler ve kaynakça olarak Harun Yahyanın sitesinden faydalanılmıştır.

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy) / Astronomy