Sevgili Okurlarım bazı forum sayfalarında ve ziyaretçi defterlerinde yazdığım bir takım yazılarımı ilginize sunmak istiyorum. Benim fikri dünyam  hakkımda daha net bilgiler edinebilmeniz açısından faydalı olacağını düşünüyorum.

Çetin BAL' dan farklı bir çok soruya yanıtlar.....

Tarih:17.06.2006 00:39:04

...Sevgili Ali Bilgehan çok komik bir arkadaşsın Türkiyedeki nükleer silah depolarını ne yapacaksınız? yoksa depo kontrol memurumu olmak istiyorsunuz Bugün bir devletin nükleer silah sahibi olması o kadarda büyük bir üstünlük değildir.Çünkü bu silahlar bir çok terörist gurubun elinde mevcut zaten. Burda isim vermek doğru olmaz! Lakin nükleer bombanın olması uluslar arası arenada GÜÇ ten çok baş ağrıtıcı stres yaratıcı bir GÜÇ şekline dönüşmüştür.Benim nükleer silahım var demek pek aklı başında bir ülkenin yapacağı izleyeceği bir politika değildir. Nükleer ve biyolojik ve kimyasal silahlar karşılıklı bir misillemeye neden olurki bunu kimse istemez! Bence nükleerden daha çok insan zihnine yönelik toplu halisinasyonlar yaratabilecek elektromanyetik yada kimyasal benzeri silahlara yönelmek bunlar üstünde çalışmak daha iyidir. Uluslararası güç dengeleri içinde daha da kullanılabilir zararsız ama düşmanı geçici olarak başka hayal dünyalarına sürükleyen ve etkisiz bırakan savaş yöntemleri tercih edilmelidir. En azından bu kullanılabilir yöntemlerle daha caydırıcı olmak mümkündür.

Bir savaşta doğrudan insanın zihnine fiziksel beynin nörolojik tabanlı elektrokimyasal yapısına yönelik geçici tesir ve etkiler meydana getiren silahlara yönelmek daha mantıklı ve politik bir seçim olur . Çünkü bir savaşta amaç her iki karşı taraf için en az zayiyatla savaşın sonucunu belirlemektir. Eğer doğrudan zihne etkide bulunan silahlar yapılabilirse zihnin bloke olduğu yerde felce uğradığı yerde ne atom bombasının düğmesine basabilecek bir el olabilir nede uçaklara emir verebilecek bir beyin!! Gelişen savaş teknolojisinin en son noktası doğrudan zihinlere yönelmiş silahlardır. Daha ötesi için ruhsal enerjinin laboratuvara girmesi lazım...Orası ise oldukça uzun bir hikaye! Lakin ilgilenenler için diyebilirimki evrende var olan bir çok zeki ırk için savaş farklı amaçlara giden yolda bir çok nedenden ötürü arzu edilen bir şeydir. Malesef çok zeki olmak çok uysal olmayı ve insancıl ( bunu en uygun dil kalıbıyla böyle açıklayabiliyorum) olmayı beraberinde getiren bir meziyet değildir. Eğer buna meziyet dersek! Bugün İslam toplumlarında Allah adına bazı dini inanç değerleri adına adam öldürmenin normal sayıldığı anlayış biçimleri gibi evrendede bu ve benzeri sapkın inanç ve anlayış modellerine sahip bir çok zeki ırk vardır. Yani yok etmeye evrendeki diğer zeki ırkları öldürüp sömürmeye zemin hazırlayacak bir çok sapkın düşünceye ve inanca sahip uygarlıklar malesef dünyada olduğu gibi uzak yıldız sistemlerinde de mevcuttur. Oysaki evrende uygarlıklar için gelişmişliğin ölçüsü o uygarlığın diğer uygarlıklar için ne derecede ŞEFKAT ve SEVGİ beslediğiyle doğru orantılıdır. ‘Bir karıncayı ezip geçmek büyüklük değildir. Büyüklük ve gerçek GÜÇ ona yaşaması için fırsatlar sunmak kendi doğası içinde gelişip evreni anlamasına yardımcı olmaktır. Bu davranış daha büyük güçlerin bizlere olan bakış açısını etkileyebilecek evrensel karmik bir mekanizmayı harekete geçirir. Ve başkaları için biçtiğimiz değeri çok daha büyük kozmik bir etki tepki mekanizması içinde aslında kendimiz için biçmiş olduğumuz bir değere karşılık geldiğini anlayabiliriz. Ama karmaşık kaosun ardındaki devasa düzeni ve ahengi sezip algılayabilecek pek az uygarlık vardır. ZEKA sadece teknoloji geliştirmek demek değildir. Zeka AHLAK, ANLAYIŞ VE ŞEFKAT, SABIR …. çok uzun bir listeyi içeren ERDEM gibi bir çok mayayı bir arada içeren çok özel ve çok boyutlu bir GÜÇ tür! Bunun aksi Tek başına kuru bir ZEKA dır. Hakiki GÜÇ ten yoksun manasız bir şeydir. Böyle bir zeka Kördür! Önünü göremez! Ardını göremediği gibi! Büyük bir ZEKA bu sonsuz evrende küçük bir karıncaya bile ‘üstüne basmadan önce’ yaşaması için ona bir neden verebilen bir zekadır. Çünkü büyük zekalar o önemsiz gibi görünen parçanın ne denli büyük bir parca olduğunu sezebilen zekalardır. Dünyanızda bu zeka boyutuna sahip olabilen pek az varlık vardır. Hz İsa ve Hz Muhammet gibi büyük evrensel bilgi elçilerinin böyle bir yüksek ahlak ve zekaya sahip olduğunu söyleyebilirim. Ama bu büyük ruhların takipçileri adına bugün bunu söylemek çok zor!

--------------------------------------------------------------------------------------------

Tarih:23.02.2006 17:50:45

Sevgili okurlar bazı arkadaşlar uzayda ışığı yada her türlü devimsel durumu taşıyan esir adı verilen elastiki bir madde olduğunu varsayıyorlar. Oysaki gerçekte evrende ışığın içinden hareket ettiği bir esir maddesi mevcut değildir. Uzayın kendisi elektromanyetik bir havuzdur. Ve elektromanyetizma daha da temel alanlara indirgenemez bir güç alanıdır. Boş uzay vakumu diye bir şey yoktur. Uzaysal geometrinin kendisi ve boş uzay dediğimiz şey elektromanyetik bir kafestir. Bu kafesteki yatay dalgalanmalar ışık ışınları olarak algılanırken boyutsal katlara doğru dikey bir doğrultuda dalgalanmasınada biz gravitasyon dalgaları ismini veriyoruz. Şimdi ben burda ne yaptım? Burda size kuantum kütleçekimli bir kuramsal denklemler takımı içinde görünecek ve gelecek bilimin kitapları içinde yer alacak bir ifadeden bahsettim. Bunu herkes iyi düşümelidir.

Tarih:02.2006 17:33:04

Sevgili Asimetrik baryon ve benzeri düşünceleri savunan arkadaşların düşüncelerine saygı duyuyorum. Herkes düşüncelerini ifade etmekte özgürdür. Ama bu bazen kitleleri yanlış yola da sürükleyebilir. Şimdi zamanda yolculuk mümkündür ve bunun cinlerle, şeytanlarla, ve dini bir takım olaylarla ilgisi yoktur. Din ayrı bir boyuttur. Ve derinliği olan bir boyuttur. Ama bilimsel hallere dair dini mevzular bir ölçü olamaz. Yani bilimsel araştırmalara dini bir takım yorumları karıştırmak kanımca yanlış olur. Evreni ve onun bize sunduğu imkanları araştırırken peygamberimizin söylediği gibi aklımızı kullanmalı ve gözlemsel analiz ve verilerden yola çıkarak bir takım sonuçlara varmalıyız. Dini, her önüne gelenin aklı estiği gibi yorumlayıp bilim dışı neticeler çıkarması ve bilimsel bir konuya şeytanları cinleri karıştırmak bir orta çağ düşüncesidir. Din içinde insanlığa ışık tutacak bir çok gerçek vardır ama bunları şimdilik ele alacak ve inceleyecek alan- bilim dalı ilahiyat bilimidir. Zamanda yolculuk tamamen fizik ve pozitif bilimlerin dahilinde olan bir alandır. Bence tartışmalarında bu düzeyde olması hepimiz açısından daha faydalı ve mantıklı olacaktır. Dini bu şekilde kullanmaya kalkarsak kendimizi amerikanın ve diğer avrupa ülkelerinin maskarası durumuna düşürmüş oluruz. Bu açıdan islam alemi ve Türk dünyası olarak insanlık camiası içinde daha büyük anlayış ufuklarına ulaşmak için onlardan daha pozitif daha akılcı, daha mantıklı ve daha tutarlı düşünmeye çalışmalıyız. Hepimiz matematiğin ve pozitif bilimlerin bize sunduğu bilimsel dünya görüşü üstünden hareket ederek daha anlamlı sonuçlar elde edebiliriz.

--------------------------------------------------------------------------------         

Tarih:20.02.2006 19:12:13

Sevgili Hüseyin Cengiz evren sonsuz bir yer ve Allahın ilmide sonsuzdur. İnsanlığın bildikleri bilmediklerinin yanında bir hiçtir. Eğer yaşayıp bildiklerimizin ötesinde duyduklarımızı ve daha ileri boyutlarda bize kadar ulaşan söylenti ve vehimlerden bahsediyor olsaydık söylediklerimiz yeryüzü insanları için renksiz kavramsız anlamsız su şakırtısından başka bir şeye benzemezdi. Ama anlayan elbet anlardı. Bizler konuşurken anlatırken boyumuzdan daha büyük minderlerde oturup bizi aşan kelimeler sarfetmiyoruz. Bildiğimiz gördüğümüz neyse o demden öte konuşmayız. Her insana maalesef özel olarak bir inandırıcılık reçetesi yazmaya kalksaydık biz anlatacak olduklarımızı bile burda anlatamazdık. İnsanlar sözlerimizi yargılamamalı! Sadece düşünmeli ve değerlendirmelidirler. Anlayan anladığı kadarıyla yetinmeli ama anlamadığına da etiketler vurup dışlamamalıdır. Her bilginin bir alanı kavrayanı mutlaka çıkacaktır. 

---------------------------------------------------------------------------------------

Tarih:02.03.2006 17:33:41

Deniz hanım oldukça ilginç bir insansınız.. düşüncelerinize katılmamakla birlikte saygı duyduğumu ifade etmeliyim. İnsanlar düşüncelerini ifade etmede özgürdürler..Fakat genelde beni yada bir başkasını olumsuzlamak yerine sizde zamanda yolculuk karşıtı bir kampanya içeren başka bir site kurun orda içinizi dökün..ben genelde bu sitede zaman yolculuğunun olabilirliğini düşünen arkadaşların en azından birbirlerine küçükte olsa bir fikir verebilmelerini ve olumlu yönde yapıcı yönde birbirlerini eleştirmelerini arzu ederim. Tüm okurlarıma birbirlerini tenkitten çok paylaşımcı olmalarını tavsiye ediyorum. Gelelim soruna; İnsanımsı demek evrimsel düzeyin bir sonraki adımını ifade eder. Onlar da yine insan! fakat biz insan deyince bugünkü algılayışımız ölçülerinde konuşuyoruz. Mesela buz buzdur ama su olduğunda ona nasıl buz diyemezsek yada su, buhar olduğunda buhara nasıl su diyemezsek insanın evrimsel aşamasında geldiği üst noktalardaki varoluş formlarını tanımlamak için gördüğüm formları insan olarak ifade etmem doğru olmayacaktı. Bir kelebek koza halinde nasıl tırtılsa insanlarda bugün öyle tırtıllar gibiler. Ve bilinmelidir ki insan her geçen gün ruhen fiziken ve bedenen evrimleşmektedir. Robotlara gelince evet yapay zekalar ve düşünen robotlar yapılacak ama bu çok uzun bir hikaye..Ruh bir elektronik bedensel kalıplara bağlanabilir. Ama sadece elektronik olarak bilinci taşıyan ruhsuz diyebileceğin bilinçli varlıklarda yapılabilecektir. Öyle ya da böyle en derin düzeyde bilincin ve ruhsallığın kaynağı maddenin içindeki enerjiye hükmeden evrensel bir bilinçtir. Buna dini tabirle Tanrı yada Allah' ta denir.Tüm varoluş onun bilincinin bir yansımasıdır. Tüm sonsuz geçmiş ve gelecek onun hafızası içinde titreşir durur. Zaman yolculuğunun ispatlanması Allahın hafızası içindeki zaman ve mekanın sonsuz arenasındaki hologramik tekliğinin ve birliğinin bir başka açıdan ispatlanmasıdır.Zamanda yolculuk bilimsel bir mevzudur..bu konuda dini bilgileri irdeleyip metafizik yapmak istemem. Bu tamamen bilimsel ve teknik bir konudur.  

---------------------------------------------------------------------------------------------             

Tarih:24.02.2006 17:14:51

Sevgili asimetrikbaryon denklemler aslında senin bildiğin gibi değil! Aslında einstein ölmeden hemen önce Birleşik Alan Kuramı'nın tümüyle tüm evrene uyarlanan denklemlerini tamamlamıştı. Yani bir birleşik alanlar kuramına ait tam bir denklem var!! Fakat Einstein'ın çözümde takip ettiği yol bir çok sonsuz denebilecek farklı türde evren modelleri de sunduğundan ve sonsuzluklar içerdiğinden bilim dünyası tarafından henüz net bir yere oturtulamamış ve tam olarak anlaşılmaktan uzak bir şekilde raflarda durmaktadır. İfadeleriniz çok basit ve çocuksu kalmaktadır. Denklemler herşey demek değildir. Her yeri denklemle doldurmak mesele değil. Bu bir büyüklükte değil. Asıl mevzu gerçekten denklemlerden öte bunların pratik yaşamda hangi sonuçları doğurabileceği gerçeğidir. Zamanda yolculuk zaten ilke bazında ve matematiksel bazda Alman matematikçi Kurt Gödel ve yine fizikçi Frank Tipler tarafından ve yine California teknoloji üniversitesinden fizikçi Kip Thorne tarafından zaten ispatlanmıştır. Ama bunlar teknolojik olarak mühendislik olarak şu anda pratikte yapılması olası sistemler değildirler. Günümüzde sizlerin bilmediği bir çok bilim adamı tarafından zaten bir çok denklem çözümü sunuluyor. Ama henüz insanlar bunları yorumlayamıyor. Sanırım insanlık olarak biraz daha bu çözümleri anlama yolunda ve uygulama yolunda sabırla gayretle ilerlemeliyiz. Ben size gelecekten bir sürü denklem alıp önünüze koysam takoz misali bakarsınız!! Yani kimse bir şey anlamaz. Önce şuur ve bilinç ve tahayyül düzeyinde kendinizi geliştirmeniz lazım. Birde felsefe ve kavram ve dil zenginliğide bilimsel formüllerden ayrılamaz. Yani felsefi kafası olmayan insan fizik bilimi içinde adeta bir kör gibidir.Yorum ve tasarım gücü olmasaydı genel göreceliğin ilginç bulgularına ulaşılamazdı. Hatta bilim tarihi içinde dikkat çekici bir şeyde Einstein'ın bir fizikçi olması kadar bir felsefeci tarafınında olduğu gerçeğidir.Genelde dini terminoloji içinde düşünmeye alışmış bizim Türk gençliği pek bu ''felsefe''yle anlaşamıyor.Oysaki medeni milletler için felsefe çok önemli bir değer dünyasıdır.Felsefe ve bilim birbirini tamamlar.  

-------------------------------------------------------------------------------------------- 

Tarih:16.04.2006 22:25:52

Sayın Coşkun Cengiz sanırım genç bir arkadaşsın. Takyonlarla çalışan bir zaman aracı yapılabilirmi demek istiyorsunuz sanırım ...Bahsettiğiniz sorunun yanıtına EVET takyonlarla çalışan bir araç yapılabilir diyebilirim. Ama aslında bugünün bilim adamları için ‘kavramlar’ henüz çok yetersizdir. Bu konuları anlatmak biraz zor! Zaman içinde gelişen teknik buluşlar ve onlara verilecek olan yeni kavramlar - ve onlar hakkındaki yeni anlayışlar elde edilmeden bugünden bunu dünya insanlarına anlatmak eski mısır tanrıcası kleopatra’ya radyonun içindeki transistörlerden bahsetmeye benziyor bu! Ama anlaşılır dille şöyle diyelim takyon denen şey bizim bilmediğimiz çok ötede bir enerji türü değil aslında. Takyonik enerji aslında bildiğimiz ışık enerjisinin çok daha öte frekans boyları içinde yerini alan farklı titreşim skalasındaki fotonik bir enerjiden başka bir şey değildir. Bu anlamda tanımlarsak takyonlar dediğimiz daha üst boyutlara ait bu enerjiyi hayal edebiliriz. Ve kullanmayı gündeme getirebiliriz. Takyonlar aslında doğrudan kullanacağımız bir enerji değildir.Yani üst boyut bandına ait enerjilerle bizim makinemizi çalıştırmamız derin mühendislik hesapları içinde mantığı olmayan bir düşüncedir. Biz eğer üst uzaya çıkacak bir uzay gemisi yapacaksak bu uzay gemisini hareket ettirmek için kullanacağımız enerji yine kendi boyutumuza ait maddelerden ve enerjilerden elde edeceğimiz bir enerji türü olmalıdır. Yani kendi madde boyutumuzu ve maddeye bağlı zaman boyutumuzu aşmanın sırrı yine bizim boyutumuzu oluşturan enerjilerin henüz insanların düşleyemediği şekilde bir kullanma şeklini keşfederek bir kuantum sıçraması elde etmekle mümkündür. Sonuç itibariyle kendi madde boyutumuzu aşmak için yine kendi maddemizin içsel kuantumsal özelliklerinden faydalanacağız. Umarım bu anlatımım yeterli olmuştur. Takyonları doğrudan kullanmak yerine bizi oluşturan enerjiyi takyonlara çevirmeyi düşlemiş olmamız gerekir. Bu da sana küçük bir sır olsun.. Bu söylediğimi anlamaya çalış! Bu ifadelerin içinde senin zihin frekanslarına uygun bir bilgi saklı onu anlamaya çalış! Bu arada ben gündüzleri MSN kullanmıyorum. Çalıştığım şirkette iş disiplini gereği ve güvenlik gereği MSN türü internet bağlantı araçlarını kullanmıyoruz! Genelde ben akşamları 6 dan sonra bazen MSN ye giriyorum. Tüm site takipçilerine saygılarımla...

--------------------------------------------------------------------------------------------  

Tarih:03.06.2006 18:44:07

Çıkartılan notlar....

--------------------------------------------------------------------------------------------  

Tarih:13.06.2006 18:29:13

Sayın ABDİ isimli bir arkadaş aşağıdaki notu  ziyaretçi defterinden bana iletmiş...

"Yaşadığımız çağ kalblerin esir, nefislerin ise vezir edildiği bir dönem olsa bile; şu zamanda köpekler serbest bırakılıp taşlar bağlanmış olsa bile; akıllı uslu durmanın çılgınlık, 'çılgınlar gibi eğlenme'nin ise akıl kârı bilindiği bir dönemde yaşanıyor olsa bile; ahir zaman genci hakikati gene de bulabilir. Ahir zamanın şartlarını en yoğun biçimde yaşıyor olan; nefislerin en ziyade serbest olduğu ve istediğini yapabilecek maddî imkânlara en ziyade kavuştuğu Batıda şu halde bile milyonlarca gencin İslâm'ı seçmiş olması, sayıca daha da fazlasının ise gerçeği bulmak için yollara düşmesi, bize bu gerçeği haykırıyor. 'Dindar' olmanın maddî-manevî mahrumiyet ve horlanma sebebi olabildiği şu ülkede dahi, böylesi binlerce, yüzbinlerce, belki milyonlarca genç aramızda dolaşıyor. Bu ülkede, üzerine kapı kilitlense, kendisine deli muamelesi yapılsa dahi namazından vazgeçmeyen; ulaşabildiği ve ancak gizlice okuyabildiği kitaplar saklandığı yerlerden bulunup yakılsa dahi iman yolunda yolculuğunu sürdürebilen genç erkekler; üniversite kapısında binbir mihnetle yüzyüze kalabileceğini bildiği ve ailesinde tek bir mesture olmadığı halde Rabbinin rızasını gözeterek örtünebilen genç kızlar bulunuyor."www.karakalem.net'ten 

Çetin BAL:

Sevgili Abdi söylediklerine genel olarak katılmakla birlikte  şahsınızda diğer arkadaşlara şunu söylemeliyim;  lütfen bu ziyaretçi defterinde dini siyasi yada politik görüş bildirme hususunda biraz daha duyarlı olalım..Genelde dini konularda demeç ve açıklamaların verildiği bir çok site mevcut ve bir çok tartışma platformu var. Ayrıca sandığınız kadarda yalnız değilsiniz İran, Arabistan ve benzeri bir çok ülkede şeriat rejimi mevcut..Espirik bir ifadeyle ben fırsatını bulsam Londra'ya- Parise yada Newyork'ta bir yerde hayatıma yön vermek isterdim lakin batı ülkeleride baya karıştı..Artık eski güvenilir batı yok!! Batı kendi değerlerini 3 kuruşa arabistan petrollerine sattı!! Dünya küçüldükçe farklı düşünenler için alan daralmakta!! Sanırım bir uzay gemisi yapıp ya başka bir gezegene kaçacağım ki bu bir başka zaman dilimi de olabilir. Ki gülümseten bir ifadeyle bende artık nereye gideceğimi şaşırdım diyebilirim. Doğrusu bende artık dünyada bir şeylerin değişmesi gerektiği kanaatindeyin son bir alternatif varki oda madem bir yere gidemiyoruz öyleyse hayallerimizde ve içimizde uzanan şehirleri ve yüksek inanç değerlerini yeryüzünde kurmanın bir yolunu bulmaya çalışmak gerekir diyorum ..Lakin şu varki senin bahsettiğin islami rejimi afganistanda gördük arabistanda gördük İranda da bu rejimin sonuçlarını görüyoruz..Demekki ortada yanlış anlaşılan bir şeyler var. Ve ben biliyorumki ki (büyük konuştuğumu sanmıyorum) bir bilen olarak yeryüzünde şu anda cenneti yaratabilecek hiç bir dini felsefi ve ideolojik ne bir yazıt nede bir düşünce tohumu vardır. Tohum bir yerlerde ama bu dünyada olmadığı kesin...! En azından onu biliyorum. Senin anlayabileceğin modda şöyle diyebilirim. Allahın peygamberleri her demde dünyaya geldiler. Neden geldiler...! Planda bir çok peygamberin yeryüzüne gelmesi yoktu!

Ama Tanrı planı defalarca defelarca değiştirdi! İnsanlara her din manevi bir düşünce dünyası olarak insanlığa sunulur ve her din allahın ilim ve mana deryasından alınıp insanlığa sunulan bir bardak su gibidir. Allahın şuuruyla ahlakıyla ilmiyle ve nuruyla dolu bir bardak SU!! O bir ilim deryası o bir ahlak bir hoş görü bir sevgi ve aşk ve adalet deryasıdır. İnsanlık her defasında kendine sunulan bu suyu temiz tutarak içmek özümsemek ve kanaat etmek yerine geçen zaman içinde elden ele nesilden nesile geçen bu bir bardak SU artık bulanık bir zift haline gelmiştir. Artık içilmez bir su haline gelmiştir içenide terör vahşet ve insanlık dışı her türlü yola yönlendirebilecek bir çok manevi hastalığa sebebiyet vererek anormal düşünen maneviyatını yitirmiş kitlelerin doğmasına sebebiyet vermektedir. Şimdi artık insanlık kendisiyle bu büyük sınavda başbaşadır. Artık o SU size bir bardakla verilmeyecektir artık şehirlerinizin tepesinden aşağıya dökülüp bu sefer allahın küçük bir plan değişikliği olarak sizlere sunulacaktır. Bir musibet bin nasihatten iyiymiş derler. Belkide doğrudur. Evet bu yine allahın görevlileri tarafından yapılacaktır. Artık sözlerin vicdanlarda yankılanmaktan çok yaldızlı kağıtlar üstünde unutulmuş hoş desenler olduğu bir dönemdeyiz. Diğer yandan insanlığı kurtuluşa götüreceğini söyleyen ve elinde bir bardak sözde temiz suyla ortaya çıkan o kadar çok sahtekar insan varki toplumun geri kalanıda artık neye ve kime inanacağınıda şaşırmış durumdadır. Arayış içinde olan herkes gördüğü ulaşabildiği ilk bardağa uzanıp susuzluğunu gidermek adına düşünmeden onu içiyor. Lakin tüm bu suları sunan o insanların kendi egolarından doğan maddi ve manevi çıkarlar zehiri o sulara karışmıştır. İnsanlar bunu bilmeden içiyorlar. Ve sonuç malüm!! Örnekmi? Mesela başörtüsünün dini bir sembol ve gereklilik olarak algılatılmaya çalışılması gibi.Vb. gibi. Dinde ritüele şekle önem verip ahlak boyutunu hiçe saymak gibi.

 

Cennetin anahtarı içteki ahlak ve erdemdedir. Namaz onun peşinden zaten gelir. Ahlak bir okyanus değerliliğindeyse kıldığınız namaz ve gittiğiniz hac yada okuduğunuz dualar tüm o ayetler bu okyanustan iki damladır. Çok derine burda inmek pek mümkün değil lakin kurtuluşa giden bir yol varki o da batıda bile tam olarak yeterince hazmedilmemiş ve anlaşılmamış rönesans hareketlerinin benzeri uluslararası ortak bir harekete ve anlaşma zeminine ihtiyaç olduğu gerçeğidir. Küreselleşen ve küçülen bu dünyada artık tüm farklı dinler ve toplumsal kültürler bir aile içinde fertlerin farklı durumları gibi bir noktaya gelmiştir. Öyleyse hepimiz bu sonsuz uzay boşluğundaki uzak yıldız aileleri içinde küçük bir aile olarak birbirini seven destekleyen birbirine yardımcı olan ve birbirinin iyiliğini isteyen her konuda eşit paylaşıma sahip bir yıldız ailesi olmalıyız. Yıldızlar arası uzayda Dünya aslında sadece bir kaç odası olan küçük kırmızı panjurlu minik bir evdir! Nihayetinde mavi gökyüzü bu evin perdeleridir. Güneşinizi ise bu evi ısıtan odunla olmasada küçük nükleer patlamalarla bu işi yapan bir şömine gibi ocak gibi düşünebilirsiniz bunu. Lakin diğer yıldız ailelerinin evinizin kapısını çalması için daha vakit vardır. Aslında bana kalırsa insanoğlu zor akıllanır! Ben olsam galaktik federasyon içinde dünya insanlarının zincire vurulup evrenin en uç noktasında en kötü taş ocaklarında köle olarak kullanılması taraftarıyım. Dünya insanı dünyayı bu hale getirmek için baya zeka kullanmış olmalı! Aslında dünyanın gelişimine şöyle bir bakıyorumda bunca zamandır insan ırkı uzayın boşluğunda dolanıp duran bu taştan küre üstünde tembel tembel oturmuş diyebilirim. Gerçi tembel demekte biraz zor çünkü her devirde birbirleri ile savaşıp birbirlerini öldürmek için yarışmışlar. Bu enerjilerini bilime ve sanata harcasalardı dünya bugün çok farklı olurdu. .. İnsanlık bu yarattığı kaotik sömürgecil çıkarcı bencil yaşamından daha meleksi daha uygar bir yaşama yükselirse bende tüm evrenin en başındaki galaktik yöneticisi olurum diyebilirim. Bu gülümseten espiriylede yazıma burda son vermek istiyorum. ..Biraz aşırıya kaçmışsam bunu lütfen soğuk algınlığıma verin ..şu aralar biraz hasta olduğumu söylemeliyim.  Belki hala bir şans vardır insanlık için! Not: bulan bana haber versin..Gerçi galaksinin diğer tarafında bu şansı kaybeden olduğunu hiç söyleyen olmadı ama..! 

--------------------------------------------------------------------------------------------  

Tarih:20.02.2006 19:12:13

Sevgili Hüseyin Cengiz evren sonsuz bir yer ve allahın ilmide sonsuzdur. İnsanlığın bildikleri bilmediklerinin yanında bir hiçtir. Eğer yaşayıp bildiklerimizin ötesinde duyduklarımızı ve daha ileri boyutlarda bize kadar ulaşan söylenti ve vehimlerden bahsediyor olsaydık söylediklerimiz yeryüzü insanları için renksiz kavramsız anlamsız su şakırtısından başka bir şeye benzemezdi. Ama anlayan elbet anlardı. Bizler konuşurken anlatırken boyumuzdan daha büyük minderlerde oturup bizi aşan kelimeler sarfetmiyoruz. Bildiğimiz gördüğümüz neyse o demden öte konuşmayız. Her insana malesef özel olarak bir inandırıcılık recetesi yazmaya kalksaydık biz anlatacak olduklarımızı bile burda anlatamazdık. İnsanlar sözlerimizi yargılamamalı sadece düşünmeli ve değerlendirmelidirler.Anlayan anladığı kadarıyla yetinmeli ama anlamadığınada etiketler vurup dışlamamalıdır.Her bilginin bir alanı kavrayanı mutlaka çıkacaktır. 

-------------------------------------------------------------------------------------------- 

Tarih:25.02.2006 00:16:41

Sayın Deniz hanım öncelikle lütfedip yazılarımı okuduğunuz için teşekürler.Lakin neyi nasıl anladığınız yada neyi nasıl okuyup ondan ne anladığınız size özel bir durum. Şimdi kendi anladığınız kadarıyla beni tenkit etmeniz oldukça ilginç. Benim bir prensibim vardır..Öncelikle dini konularda mümkün olduğunca karşılıklı tartışmaya girmem. Siyasi, milli, politik, ideolojik tartışmalara girmem. Ülkemizde her kesimden farklı fraksiyonlarda düşünen insanlar oldukları için ifadelerime oldukça özen gösterip daha çok genel hitap boyutunda konuşurum. Dini -inançsal konuları fazla irdelememem inançlı olmadığımı göstermediği gibi öz eleştirel yaklaşımlara girmemde o düşünceyi dışladığım anlamına gelmez.Ülkemizde malesef tartışma; kavga gibi yada saflaşma- kaplaşma bir taraf tutma şeklinde algılanıyor.

Kimse tarafsız aydınlatıcı herkesin bir şeyler paylaştığı herkesin birbirini anlamaya çalıştığı doyurucu anlamlı sohbet etmeyi bilmiyor. Bizde iletişim kültürü pek gelişmiş değil. Düşüncelerimin belkide milyonda birini ifade etmeme rağmen bu birin içindeki bazı ifadeleri bile kendi algıları içinde renklendirip süsleyip olmayan anlamlar çıkarıp insanları karalamak-kötülemek malesef bizde çok olağan bir şey! Bunu deniz hanıma yada bir başkasına karşı söylüyor değilim. Bunu genele söylüyorum. Bir düşüncede eksikleri yanlışları aramaya bulmaya çalışmaktan ziyade ya da bana uymuyor diye benim anlayışıma zıt diye tenkit vari yaklaşımlarda bulunmak yerine olanı anlamaya çalışmak en doğrusudur.İnsan anlamaya çalıştıkça değerlerine değer katarak büyür. Anlamıyorsanız es geçin gitsin. Yani benim inancıma ters diye bir kitabı yırtıp yakmaya kalkan bir zihinsel yapıya sahibiz malesef! oysaki biraz geniş sineli olmak gönül zenginliğinin, aklı kül olmanın ön şartıdır.

Dünyadaki tüm inanç sistemleri tüm farklı düşünce biçimleri bir kırdaki sayısız renkli çiçekler gibidir. Her bir çiçekten bir öz alıp kendi rengimizi özümüzü dahada zenginleştireceğimize biz tek bir kırmızı güle doğru koşarak diğer çiçekleri ezip heba eden insanlara benziyoruz. Bilimsel anlamda da tartışma ve eleştiriler negatif bir eğilimle değilde pozitif bir yapıcılık içinde konuşulup değerlendirilmelidir. Ben bundan ne anlayabilirim ne kadar anlayabilirim diye yaklaşmak lazım. Sohbetlerde bu yönde olmalı. Gerçi zamanla ben şunu anladım gönül genişliğinin ve anlayış ufkunun doğrudan kişilikle yetişme tarzıyla bağlantısı var. Yani arap ülkelerinde türkiyede, meksikada vb. ülkelerde  ve latin amerika ülkelerinde genel nufusun dünyayı algılayışı çok lokalize ve dar bir alanda bir dizi ön kabüllerden oluşmaktadır. Bu da sanırım elitsel ve evrensel kültür birikiminin bu ülkelerde halk tabanına kadar yansıtılamadığını ortaya koymaktadır. Bu da zihinsel denge ve akli gelişimi sınırlıyor tabi..böyle oluncada kişide tartışma, sohbet bilgi işleme yetisi zayıf kalıyor.

-------------------------------------------------------------------------------------------     

Tarih:19.03.2006 10:40:12

Sayın Tamer Çoban herkes düşüncelerini ifade etmekte özgürdür. Burası Özgür bir platformdur. İster ateist ister fanatik dinci olun önemli değil! fikirler ifade edilmeli ve dinlenmelidir. Bugünkü yaşama biçimi ve anlayışı ile dinler ilk çıkış orijinlerinden çok farklı anlamlara ve yönlere doğru çekilmişlerdir. Buna mukabil tüm inanan insanların tüm inançlarının saçma saban olduğunu iddia etmek oldukça düşündürücü ve bilgiden uzak bir düşüncenin diyelim ..algılamasıdır. İnsanları bu şekilde tenkit etmek oldukça üzücü bir durumdur. İnancın görüntüsü zamanla çarpıtılmış olsada içsel anlamda ruha ve evreni içine alan ilahi değerlere ruhsal değerlere inanmak temelde gerek hristiyan, yahudi, Budist gerekse müslüman alemi içinde olsa bu değerler hepimizin ortak değerleridir. Bir insan hiç inanmasa bile içinde daima kozmik bir bütünlüğün anlayamadığı ve her şeyi birbirine bağlayan duyular ötesi bir varlığın gücünü hisseder. İsmini koyamasada!! İnsanların dini değerleri algılaması belki yanlış ve abartılı olabilir ama insanların kalblerindeki samimi inanca saygı duymak ve bunu taktir etmek gerekir. Evet Allah vardır ve her zerrede onun ilahi bilinci hüküm sürer.

Evrenimizi vareden her bir foton ve bir kuantum birimi Tanrı'nın ilahi düşüncesinden bize yansıyan kıvılcımlara benzerler. Ve tüm evren bu kıvılcımların bir araya gelmiş halidir. Siz insanoğulları henüz insanın yada daha evrensel bir dille BİLİNÇ'in diyelim içsel sırlarına vakıf olmuş bir noktada değilsiniz gerek materyalist çizgide düşünenler gerekse dini çizgide düşünenler için gelecek günlerde bir çok süpriz vardır..Gezegeniniz henüz gelişmekte olan milyonlarca gezegenden sadece bir tanesidir.Siz diğerlerinden daha özel değilsiniz.Gelecekten bakıldığında geçmişteki bu tartışmalar oldukça komik kimi zaman ise trajik hikayeler olarak anılacaktırlar. Tüm bu ifadelerim içinde dinin kesinlikle siyasi politik düzlemden uzak tutulması kanaatindeyim. Çünkü insanlar manevi olarak henüz tam anlamıyla gelişmiş değilllerdir. Yani Tarihten bu yana peygamberlerin getirdiği dinler bir çok noktada çarpıtıldı..! Dini değerleri siyasi oluşumlar içinde kullanmak bir noktadan bakıldığında doğru olması gereken bir düşüncedir. Fakat bu durum gelecekte bir çok ak niyetli insanların suistimaline zemin hazırlayacağından dinin hayrı için dini değerlerin korunması adına dini mümkün olduğunca dünyevi siyasi ve politik alanın çok dışında özel bir yerde yani kalplerimizin vicdanlarımızın maddesel değerlerden uzak en temiz yerlerinde bir yere koymamız gerekir. Çok ilerde bir zamanda bu değerler ruhsal siyasi ve politik değerler olarak tümüyle dünya üstüne indirilecektir ama bunun için insanoğlunun biraz daha bilinç olarak gelişmesi gerekir. Son olarak ilerde bir peygamber gelmeyecek İSA da gelmeyecek ama peygamber niteliğine haiz onun yetenek ve bilinç atmosferine haiz görevliler gelecektirler.

Yani buna şöyle diyelim peygamberler gelecektir ama peygamber sıfatıyla gelmeyektirler diyelim. Çünkü Peygamberlik müessesesi artık kapanmıştır. Bu tartışmalara açık bir ifade olacağından bu konuda fazla söze girmek istemiyorum. Son olarak din alanında bir çok şey söylenebilir fakat her halükarda şu an itibariyle insanlığın en büyük kurtarıcısı aydınlatıcısı BİLİM dir. Bilimsel ve teknolojik gelişim ahlaki gelişimle eğer uyumlu kılınabilirse bu insanlığın kurtuluşuna giden yolda tek ışık ve yol gösterici kılavuzdur. Eğer bir peygamber gelseydi onun söyliyeceğide ''BİLİM'i takip edin'' olacaktır. Mustafa Kemal Atatürk'ün ifadeleriyle ; Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir.Bunun dışında bir yol aramak cehalettir ve gaflettir!! Diyerek sözlerime burda son vermek istiyorum. Ayrıca Peygamberimiz Hz Muhammet’in bir diğer ifadesiyle ‘İlim Çinde bile olsa gidin alın’ demiştir.Yani bunun bugün ki açılımı ilim en uzak yıldızlarda bile saklı olsa orlara gidecek yollar ve yöntemler geliştirin ve o ilmi ordan alın demektedir. Objektif ve pozitif ilmin/bilimin bizi götürdüğü yol doğru olan yoldur. Görünmeyen ilmin yolu görünür ilimdir. Madde ve Mana bir madalyonun iki yüzü gibidir. Madde mana’nın biraz daha yoğunlaşmış ve terkip edilmiş halinden başka bir şey değildir. Tanrının ilahi yasaları IŞIK' ın yasalarıdır. Yani bilimsel bir dille söylersek; Tüm evrenin Birleşik Alan Kuramına giden tüm denklemler takımı sadece elektromanyetik alan denklemlerinden yola çıkılarak türetilebilir.

Son olarak Sayın Taner bey benim zencilere karşı olduğumu falanda nerden çıkardınız benim idealize ettiğim Makro Toplum bir ırk ayrımcılığına dayalı toplum modeli değildir. Ama ben Makro bilim adamlarının genetik mühendisliğinden yola çıkarak daha zeki insanlar yaratmasından söz ediyorum. Birde sarışım mavi gözlü uzun boylu özel bir genetik prototip oluşturmaktan bahsettim bu benim görüşüm. Ama kendi cüzzi gücümlede olsa kurmayı arzu ettiğim-hayal ettiğim- makro toplumdaki insanların böyle bir görüntüye sahip olmasını arzu ediyorum ama bunu Makro bilim adamlarının kararına bırakıyorum yani ben bir diktatör değilim. Zenci, Hintli, uzak doğulu, Arab ve diğer milletlerinde içinde yer aldığı bir yuvarlak masada toplanan tüm Makro genetik bilimcilerin benim söylediğim sarışın, hatta beyaz saçlara sahip, beyaz tenli, uzun boylu yüksel zekaya sahip bir fizik beden’in Makro Toplum için ideal seçim olacağını düşeneceklerini umuyorum. Bundan öte zorlayıcı ırkçı bir düşüncem yok.. Bu sadece bir seçim!! ……

-------------------------------------------------------------------------------------------   

Tarih:20.04.2006 19:57:58

Sayın İpek hanım öncelikle daha geniş yanıt için fazla vaktimin olmadığını söylemeliyim.Ama çok kısa ve özet olarak şöyle söylemek isterim: Öncelikle ne kadar fazla anlatırsak anlatalım insanların belirli bir zeka ve kavrama gücüne sahip olduğunu daha yeni yeni anlamaya başlıyorum. Çocukluğumdan beri herşeyin hep bir espiri olduğunu sanıyordum ama zaman içinde insanların gerçekten zihinsel gözlerinin kör olduğunu ve zeka yapısı olarak istenilen noktada olmadığını anladım diyebilirim. Bunu kabüllenmeye meçbur kaldım. Ben bir çok yerde bir çok kelimelerle bir çok gerçeği ifade etmeme rağmen hep aynı sorular tekrar edip durmakta ve anlattığımız şeyler bir türlü kavranılamamakta. Ben defalarca bahsettiğiniz olayı ifade ettim yine ifade edelim. Sanırım bir çok soru soran arkadaşlar yazdıklarımızı okumuyorlar. Diyorsunuzki << elektromanyetik dalgaların varolması için ortam sağlayan etherin.... >> Bu kurduğunuz cümlenin hiç bir bilimsel değeri yok! Öncelikle elektromanyetik dalgalar varolmak ve yayılmak için ether dediğiniz bir ortama ihtiyaç duymazlar. Daha anlaşılır bir dille ETHER diye bir şey yoktur.Ve fazladan boyutlar gerçeği ile kendi dünyamızdaki fizik kanunlarını açıklamaya çalışmak büyük bir aptallıktır. Evet yerçekimsel kuvveti tanımlamak için üçüncü boyuta ek olarak fazladan bir boyutun varlığını hesaba katmamız gerekir yada uzay/zamanda bir eğrilmeden bahsetmek için üçüncü boyutun ya bir şekilde kısalıp daralması yada tam tersi uzayıp genişlemesi gerekir (Hyper uzay). Boyutsal bir derinlik kazanımı! Zaten Einstein bu olguyu bir dördüncü boyut dediğimiz üst uzay eklemesiyle izah ediyor.

Ve Einstein - Rosen denen uzay/zaman tünellerinide üçüncü boyuta eklenen bir dördüncü boyut çatısı içinden yol bularak ortaya atıyor.En azından bu yönde bir olasılık gündeme getiriliyor.Ve imalarda bulunuluyor.Keza Kip Thor'unda hesaplamaları bu yönde bir olasılık sumakta! Neyse konuyu dağıtmadan devam edecek olursak bahsettiğiniz yazı amerikalı meraklı bir arkadaşın yazdığı yazılar! O arkadaşta mevzuyu tam anlamamış görünüyor. Ama ben renkliliği ve farklı fikirlerin gündeme gelmesini sevdiğim için o yazıyı web sitemde yayınladım. Ama kendi teorik fizik çalışmalarımda defalarca ifade ettiğim gibi evreni üç boyutun dışında ekstra boyutlarla anlatmaya çalışmak aptallıktır demiştim. Bilim adamları fazladan boyutlar gerçeğini anlatmak istiyorlarsa buna bir lafım yok. Ama kendi boyutumuz içindeki alan etkileşimlerini bu fazladan boyutlar gerçeğine dayandırarak anlatmaya ve matematiksel olarak bu yönde ispat geliştirmeye çalışmak bilimsel bir hatadır.

Bu arada benim evrenin 5 boyutlu olduğunu söylediğimide nerden çıkardınız! Ben tüm yazılarımda hani kolaylık olsun diye zaman ve uzayı anlamak için 6 boyutlu bir evren tasviri sunulabilir dedim sadece. Ama 6 boyutlu evren diye bir şeyde yok aslında! Evren üç boyutlu bir komplekstir. Ama matemetiğin 6 boyutlu tasviri içinde zaman ve uzayın yapısı sembolik 6 boyutlu fonksiyonlarla ve tensör hesapları ile kısmen ifade edilebilir. Ama bu bu uzay zamanın gerçek yapsısı böyledir demek değildir!! Gerçekte uzay dediğimiz şey sonsuz boyutludur. Boyutsal katlar sonsuzdur.3 boyut 4 boyut 5 boyut...11 boyut 12 boyut....yani boyutlar sonsuzdur.Bu arada uzayın 11 boyutlu olduğunu nerden çıkardınız.Böyle fikirler dünyanın sayılı akademik salonlarından geçmiş sayılı bir kaç bilim elitinin kendi düş dünyasında uydurduğu şeyler. Çok yakında o öyle değilmiş aslında böyle olabilirmiş diye yeni bir kuramla ortaya çıkarlar. Lakin biz zamanın çok ötesinden gelen bir bilim tarihi seyircisi olarak gerçeği burda ifade ediyoruz.Yada buna daha anlaşılır dile daha üst düzey sezgilerimizle en doğru olanın nasıl olması gerektiğini burda ifade ediyoruz diyelim. Sonuç itibarıyla eleştirel yaklaşımınızı saygıyla karşılıyorum. Umarım kendi düşüncemi doğru ifade edebilmişimdir.

--------------------------------------------------------------------------------------------

Tarih:18.05.2006 19:06:18

Sayın İsmail Kanber karadelikler ve zamanda yolculuk bağlantısı gerçek dışı bir fikirdir. Einstein ve John Wheeler'i takip eden batıdaki modern bilimin büyük beyinleri karadeliklerden yola çıkarak bu şekilde zaman ve uzay sapması noktalarında zaman ve uzayın boyutları arasında bir tüp geçitsel koridor oluşturabileceklerini varsaymışlardır.Ama bunlar gerçek dışı düşüncelerdir. Karadeliğin uzay/zaman mühendisliği daha ileride oluşacak olan bu wormhole yolculuk rüyasına giden yolda bize ilk elden temel mühendislik bilgilerini sunacaktır. Fakat şu anki insanlığın ve modern biliminizin sahip olduğu bilgi birikimi böyle bir yolculuğu bilinçli bir şekilde ve denetlenebilir bir biçimde gerçekleştirmeye müsait değil. Yani karadelikler böyle bir anlık yolcululuk için yardımcı olamazlar. Bunlar daha çok çıkışı olmayan yoğun madde birikintileridir. Lakin bu konuda daha üst anlayış ufuklarına ulaşmak için bu karadelik ve solucan delikleri kavramları bize gerekli bilimsel verileri sunabilirler.

Ama dikkat edin daha fazlası değil! Eğer daha fazlasına ulaşmak istiyorsanız vakum enerji fiziği ve vakum mühensiliği dalında ilerlemeniz lazım. Zaman yolculuğunun anahtarı boşluktaki dalgalanan serbest elektromanyetik enerji denizine hükmetmekten geçer. Orası sonsuz ve bedava enerjinin gizli olduğu bir yer! Boşluğun enerji potansiyeli uyarılabilirse bu bize zaman ve uzayda bir tür tüp geçitsel denebilecek zaman ve uzayda yerdeğiştirmeye yarayacak olanakların kapılarını açabilir. Zaman ve uzaydaki yolculuk yada yerdeğiştirme olayını bilim adamlarınız tam anlatamıyorlar. Bu yerdeğiştirim tüp geçitsel bir koridordan geçmekten daha çok dalga frekanslarının bir titreşim boyundan diğerine yani dalga boylarının değişimi şeklinde bir geçiş biçimidir. Tünele geçme etkisi gökkuşağındaki bir renk tayfından bir diğerine doğru bir skala değiştirmek gibidir. Yoksa bir delikten yada tünelden çekilip gitme diye bir şey söz konusu değil. Şunu geleceğin bilimcilerine rahatlıkla söyleyebilirimki Antigravitasyonun ve boşluktan enerji elde etmenin, ışıktan hızlı gitmenin, görünmezliğin yada boyut değiştirmenin, zamanda yolculuğun ..vb işte tüm bu ilginç fenomenlerin kontrol edilmesinin tek sırrı elektromanyetizmayı (ışık) gerçekten iyi anlayabilmekten geçer. Tüm bu fenomenler sadece evrendeki bir arada uyum içinde titreşen enerji alanlarındaki dengeyi geçici olarak bir süreliğine kasten bozarak amaç doğrultusunda bu dengesizliği kullanabilmekten ibarettir. Tüm sır budur.

-------------------------------------------------------------------------------------------- 

Tarih:03.06.2006 22:33:14

Sayın Coşkun Cengiz zamanda yolculuğun temel ön şartı ışık hızından daha hızlı titreşen bir kinetik enerjinin gerekliliğidir. Artık bindiğin arabayımı hızlandıracan arabanın atom içi enerjisinimi hızlandıracaksın ama bir şekilde ışık hızından daha hızlı hareket eden bir enerji sistemine dahil olman lazım. O far olayını herkes soruyor. Işık hızında giden bir araba farlarını yaksa fardan çıkan ışığın hızı yine ışık hızındadır.Ve arabanın farları ve farın ışığı aynı çizgisel hat boyunca hep bir arada ışık hızında yol alırlar. Einstein rölativite kuramındaki hızların toplanması kanununa görede ışık hızının daima sabit bir hız olduğu gerçeğinide göz önünde bulundurmalıyız. Yani Newton 'un hareketli sistemlerindeki hızların toplamı kuralını rölativistik sistemlere uygulayamayız yani saatte 200 km hızla giden bir trenin üstüne oturup trenden ileri doğru satte 10 km lik bir hızla bir taş attığımızda attığımız taşın hızın bulmak için trenin hızı ve bizim taşı attığımız hızı toplayarak hızların bileşkesel bir tablosunu öngörebiliriz yani 210 Km !! Ama taş yerine trenin üstünden fener yakıp fenerden ileri doğru uzanan ışığın hızıyla trenin hızını toplayıp farazi 200 km + 300.000km/sn ' diye bir toplamayla fenerin hızının ışık hızını aştığını söyleyemeyiz. Çünkü ışık hızı evrensel bir sabittir. Zaten bu sabitten dolayı tüm rölativistik formüllerin ön gördüğü zamanın genişlemesi ve ışık hızında cisimlerin boylarının hareket yönünde kısalması hatta bunla ilişkili olarak kütlenin ışık hızında sonsuza yaklaşması gibi çıkarımlar söz konusudur. Sonuç itibarıyla ışık hızında giderken farları yakman bi işe yaramaz çünkü ışıkla aynı hızda yol alıyorsundur. Gelelim şu beynin hızı mevzusuna; Beynin düşünme hızıda elektriksel sinyallerin bir nöronik sinir ağınından diğerine doğru yol alan elektronların akışı ile olmaktadır bu hız ise ışık hızına yakın bir hızdır.Ama orda başka durumlar ve hiper uzaya açılan sıvı kristal kanalcıklar var o konu şu an için seni aşar.Yani bilinen anlamnda senin sandığın gibi düşünme anında ışık hızından daha hızlı bir şeyler oluyor değildir.

Diğer sorun sanırım daha anlaşılır bir dille şöyle: <<Abi zaman yolcuları niye bizim eve de uğrayıp bir kahve içmiyorlar. Yada niye bir iki hata yapıp salak gibi kendilerini belli etmiyorlar. Yada geçmişe gelmişken niye bir Tv kanalına uğramıyorlar>> diyosun. Şimdi sen kendinin bir zaman yolcusu olduğunu düşün o zaman onları anlardın. Ama şu anki dar şuurunla ortalığı birbirine katacağın kesin!! Ama o zaman ötesi abilerin zeka ve bilinç seviyeleri seninkinden hayli ötede bir noktada. Yani bir iki güzel genç kızla çıkmak adına burda yatırımlar yapıp ceplerini dolarla doldurma peşinde olmayacaklardır. Bu tür zaman yolcululukları gelecekte büyük yetkin yöneticilerin gözetiminde diğer uzaylı ırkalarla birlikte kolektif olarak bilimsel keişfler ve insan ırkının geleceğini ilgilendiren bilimsel bir takım deneyler adına kullanılacaktır. Hem belkide her gün görüyosun onları! Bunu daha ciddi bir düzlemde söylersek zaman yolcuları hakkında mutlaka bazı kanıtlar olmalı ama o kanıtları belkide her gün görüyorsun izliyorsun medayada ama anlamıyorsun.

Mesela UFO lar, cinler ve ormanlık alanlarda elinde parlak ışıklarla dolaşan cinler ve ışıklar saçan periler sözde hayaleti andıran hologramik görüntüler. Tüm bunlar zaman yolcularının izleride olabilirler. Ki bir çoğu öyle! ama bunlar sıradan halk tarafından dinsel ve mistik semboller olarak algılanıyorlar. Aziz kişiler, cinler, şeytanlar, periler, deniz kızları, hayaletler ve bilinmeyen uçan ışıklı objeler olarak bunlar fotoğraf makinelerimize ve kameralarımıza her zaman takılıyorlar. Mesela ben zaman yolcusu olsam geçmişe bir grup uzay gemisi kolonisiyle gelsem en iyi saklanma ve üs kurma yeri olarak kuzey kutbunu ve dünyanın binlerce mil altındaki okyanus tabanlarını seçerdim. Bu da size küçük bir sır olsun. İlk zamanlarda ayın karanlık yüzünü seçerdim.. Yada uzayda yakın bir noktayı. Ayrıca boyut değiştirebilen bu araçların bizim uydu ve radar sistemlerimizle algılanabilmeside mümkün değildir. Ayrıca geçmişimize baktığımızda geleceğimize bir çok işaretler veren kahinlerde doğrudan değil ama dolaylı yönden zaman yolcuları ile bir şekilde karşılaşmış şanslı insanlardan birileri olabilirler. Hikayelerimizde anlatılan sihirli aynalar uzakları gösteren sihirli yüzükler ( uzaktan algılama cihazları tv gibi) uçan halılar (antigravitasyon teknolojisi) balığın karnında okyanusları kat eden yunus peygamber ( bir tür su altı UFO) sonra devasa ölçülerde büyüyen fasulyeler ( geleceğin biyo teknolojisi) hep geçmişe doğru yol alan zaman yolcularına dair ip uçlarını gizleyen hikayeler masallar ve efsaneler veya mitler olabilirler. Daha bu gibi bir çok örnek verilebilir.Yani birazda görmesini bilmek ve görmeyi istemek lazım. En azından daha duyarlı bir gözlem gerekir.Her şeyi halis ağanın ekin tarlalarını izler gibi dağa taşa bakar gibi bakıp izlersek pek birşey görmeyiz tabi bir şeyler anlamak ve görmek için yaşadığımız olaylara biraz daha sorgulayıcı zihinle yaklaşmak biraz daha arka plana dikkati vermemiz ve görülen manzaradaki detaylara biraz daha yakından bakmasını bilmemiz gerekir. Sorgulayıcı bir zihin sanırım bazı şeyleri daha net görmemizi sağlayabilir. 

--------------------------------------------------------------------------------------------

Tarih:19.02.2005 18:53:28

Sevgili arkadaşlar bazı arkadaşlar milliyetçi ve ideolojik kavramları gündeme getirerek kendince bazı eleştirel sayıklamalarda bulunuyorlar. Efendiler bilmelisinizki bizler, insanlık ailesi içindeki her toplumun daha ileriye, daha güzele, daha özgür ve daha iyi yaşam koşullarına doğru yükseldiğini görmek isteriz.Bizim milliyetçiliğimiz yerel bir bölgeye sıkıştırılmış bir miliyetçilik değildir.Tüm dünyanın birliğe bütünlüğe ve beraberliğe doğru adım attığı bir milliyetçiliktir.İnsanlar önce kendi ükelerinde daha iyiyi daha güzeli ve ulusal düşünsel birlikteliği sağlama yolunda bir adım atarak daha geniş birliktelikler için bir adım atmalı-bir başlangıç yapmalıdır.Bizim milliyetçiliğimiz zerreden kürreye doğru açılan bir mücadeleyi içermektedir. Ki kaldıki ben belli bir siyasi yada politik düşüncenin taraftarıda değilim.Bu yüzden beni belli bir ideolojik camianın üyesi gibi algılayanlar sanırım bundan sonra daha doğru bir eleştirel yaklaşım takınacaklardır.Unutmamalıki hepimiz aynı gezegenin çocuklarıyız! Aynı dünyanın insanlarıyız.Atatürk'ün çok güzel ve anlamlı bir sözü vardır.''Yurtta sulh cihanda sulh!!'' Elbetteki birleşik bir dünyanın temellerinden biri fertlerin ulusal bütünlüğe ve ulusal değerlere verdikleri önemdir.Efendiler bilinmelidir'ki ancak Güçlü ve Özgür uluslar, uluslararası birliktelikleri düşleyebilirler...! Bu kesinlikle unutulmamalıdır! Bu anlamda etnik kökenimiz ne olursa olsun hepimiz, Türkiyede yaşayan her birey Türkiye Cumhuriyetini yüceltmeli ve dünyadaki laik olduğu yüksek noktaya taşımak için gayret etmelidir.Eğer bir millet yükselirse o millete mensup olan her ferdin yaşam standartıda o ölçüde yükselir. 

--------------------------------------------------------------------------------------------    

Soru: ...Gücünü gerçekten kullanabiliyormusun çok merak ediyorum hep gerçek dışı örnekler verdin filimler gibi, sen bunları yaşadığın bu hayatta yapabilirmisin?

Çetin BAL: Sevgili  arkadaşım İsa ölüleri diriltebiliyordu, suyun üstünde yürüyebiliyordu ve daha bir çok doğa üstü gibi görünen haller segileyebiliyordu.Peki bu güçlere haiz biri neden çarmaha gerilmeden kendini roma askerlerinin karanlık zindanlarından dünyanın diğer yanındaki cennet köşesi havai adalarına ışınlamadı? Sınırlı bir zihin olaya bu açıdan bakar! Oysaki mesele GÜÇ'ün kullanımındaki proplemlerden ziyade yeryüzü denen bu kozmik yaşam alanında sizlerin bilmediği anlamadığı klasik mantığınızın görüp kavrayamadığı iç içe sebebler ve nedenlerin sözkonusu olmasıdır. Bir şeyi yapmamız yada yapmamamızda mutlaka gözlemlediğiniz dünyayı aşan çok daha görkemli ve ahlaki nitelikte olan nedenler vardır.Ama bilmeniz gereken şey hiç bir şeyin Tanrının krallığında imkansız olmadığı gerçeğidir. Ki artık manevi değerlerin maddi değerler altında yerde sürüklenmeye başlandığı günümüzde yapacağımız mucizeler hoşa gitmeyen kitlesel etkilerle karşınıza gelecektir. Belki yakın zamanda gökyüzünden gelen suların tüm kentlerinizi silip süpürdüğünü görebileceksiniz. Doğudan, Orta asyadan arabistan yarım adasına ve ordan afrikaya ve .... doğru büyük acı keder sesleri yükselecek....umarım bu görüntüler sadece bir olasılık olarak kalır ve hiç gerçekleşmezler.  Ve biz bunun için gayret ediyoruz.

Not: Hz İsa'nın çarmaha gerilip gerilmediği çok tartışmalı bir konudur.  Bu konuda sizlere kesin bir yanıt vermem ''inanan büyük kitlelerin inançlarına'' belli bir noktada saygısızlık olabilir.Ama şunu söylemeliyim Hz İsa Kudüs'te fikirlerini ve inanç değerlerini halka her yerde anlatıp  konuşmalar yapıyordu. Ve bunu kendisini arayan ve çarmaha germek isteyen Romalı yönetime karşı korkmadan yapıyordu. Her yerde vaazlar veriyordu. İnsanları evrensel doğrular adına aydınlatmaktan çekinmiyordu.Bu noktadan bakıldığında Hz İsa'nın bir benzerinin çarmaha gerildiğini söylesek bile bu İsa'nın manevi değerini küçültmez.O zaten bunu göze almış bir insandı.Ama tarih sayfalarını arkeolojik ve metinsel yazıtlar bazında derinlemesine incelediğimizde Hz İsa'nın çarmaha gerilmediğini söylememiz durumunda bu büyük evrensel bilgi elçisinin bu olaydan  ve dönemden sonraki tüm kayıtları sanki birden silinmektedir. Buna dair hiçbir karşı ciddi belge ve anlatımda yoktur.Bu da bizi Hz İsa'nın çarmaha gerilmiş olabileceği gibi bir düşünceye götürmektedir.Ama diğer yandan  İslam dini kaynaklarında Hz İsa' nın bir benzerinin çarmaha gerildiği ifade edilmektedir.O dönemlere doğru baktığımızda öğretileri olan ve insanları çevresinde toplayan bir Hz İsa karekteri vardır.Ve bu gerçek bir kişiliktir.

Lakin Hz İsa'nın çarmaha gerilmediğini varsaymamız durumunda neden belli bir dönem içinde Hz İsa sanki birden ortadan kaybolmuşcasına  yaşamının diğer dönemlerine dair hiç bir kanıt bulamıyoruz. Ne bir rivayet ne de herhangi bir hikaye!  Sanki çölde takip edilen ayak izlerinin çölün ortasında birden kaybolması gibi bir şey bu! Sanki çölün ortasına kadar gelen birinin birden buharlaşıp gökyüzüne yükselmesi gibi bir şey bu! Tarih belli bir döneminde İsa'nın öğretilerini yaydığını ve  kısa bir süre sonra bu gizemli kişiliğin birden ortadan kaybolduğunu gösteriyor. Sanki geçici bir süreliğine uzaklardan gelmiş dünya dışı bir varlık yada sanki uzak zamanlardan gelmiş bir zaman yolcusu gibi tarihsel süreç içinde ''Hz İsa'nın izini'' göründüğü dönem içinde birden kaybediyoruz. Binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen  Hintli bilge BUDA nın yaşamına dair çok detaylı anlatımlar kayıtlar varken ve günümüze kadar gelirken  Hz İsa gibi yakın dönem içinde yaşamış birine ait kayıtların bu denli belirsiz olması bana çok ilginç geliyor doğrusu. Sonuçta ne olursa olsun Hz İsa  saygı duyulması gereken  büyük bir ruhsal özdür. Kendi tutkuları adına kendi değerlerinden ve inançlarından taviz vermemiş büyük bir özgürlük savaşcısıdır O! Hz İsa hem koca roma imparatorluğu askerlerini hem de kendisinden olan Yahudi hahamlarını büyük yahudi din adamlarını karşısına almış bir insandı. Sonuç itibariyla tüm bu oldu bittilerden daha çok büyük DİNleri sizlere getiren büyük ruhsal özlerin yüksek ahlak ve yüksek bilinç atmosferlerine dikkati vermek ve dini bu yönde algılayıp yaşamak gerekir. Zamanın ve mekanın gelip geçici söylevlerinden daha çok  tüm söylenen sözlerdeki saklı bilince yönelmek ve tüm söylenen sözler üstünde allahın birlik bilincine doğru yönelen artezyen kuyuları açmak ve sözlerin içrek manasını elde etmek gerekir. İsa'nın çarmaha gerilmesinden daha çok onun öğretilerinin evrenselliği üstünde durmak gerekir.

--------------------------------------------------------------------------------------------    Tarih:30.06.2006 00:55:02

Çıkartılan Notlar:

---------------------------------------------------------------------------------        

Tarih:03.06.2006 22:33:14

Sayın Coşkun Cengiz zamanda yolculuğun temel ön şartı ışık hızından daha hızlı titreşen bir kinetik enerjinin gerekliliğidir. Artık bindiğin arabayımı hızlandıracan arabanın atom içi enerjisinimi hızlandıracaksın ama bir şekilde ışık hızından daha hızlı hareket eden bir enerji sistemine dahil olman lazım. O far olayını herkes soruyor. Işık hızında giden bir araba farlarını yaksa fardan çıkan ışığın hızı yine ışık hızındadır.Ve arabanın farları ve farın ışığı aynı çizgisel hat boyunca hep bir arada ışık hızında yol alırlar. Einstein rölativite kuramındaki hızların toplanması kanununa görede ışık hızının daima sabit bir hız olduğu gerçeğinide göz önünde bulundurmalıyız. Yani Newton 'un hareketli sistemlerideki hızların toplamı kuralını rölativistik sistemlere uygulayamayız yani saatte 200 km hızla giden bir trenin üstüne oturup trenden ileri doğru satte 10 km lik bir hızla bir taş attığımızda attığımız taşın hızın bulmak için trenin hızı ve bizim taşı attığımız hızı toplayarak hızların bileşkesel bir tablosunu öngörebiliriz yani 210 Km !! Ama taş yerine trenin üstünden fener yakıp fenerden ileri doğru uzanan ışığın hızıyla trenin hızını toplayıp farazi 200 km + 300.000km/sn ' diye bir toplamayla fenerin hızının ışık hızını aştığını söyleyemeyiz.

Çünkü ışık hızı evrensel bir sabittir. Zaten bu sabitten dolayı tüm rölativistik formüllerin ön gördüğü zamanın genişlemesi ve ışık hızında cisimlerin boylarının hareket yönünde kısalması hatta bunla ilişkili olarak kütlenin ışık hızında sonsuza yaklaşması gibi çıkarımlar söz konusudur. Sonuç itibarıyla ışık hızında giderken farları yakman bi işe yaramaz çünkü ışıkla aynı hızda yol alıyorsundur. Gelelim şu beynin hızı mevzusuna: Beynin düşünme hızıda elektriksel sinyallerin bir nöronik sinir ağınından diğerine doğru yol alan elektronların akışı ile olmaktadır bu hız ise ışık hızına yakın bir hızdır. Ama orda başka durumlar ve hiper uzaya açılan sıvı kristal kanalcıklar var o konu şu an için seni aşar.Yani bilinen anlamnda senin sandığın gibi düşünme anında ışık hızından daha hızlı bir şeyler oluyor değildir. Diğer sorun sanırım daha anlaşılır bir dille şöyle: Abi zaman yolcuları niye bizim evede uğrayıp bir kahve içmiyorlar. Yada niye bir iki hata yapıp salak gibi kendilerini belli etmiyorlar. Yada geçmişe gelmişken niye bir haber kanalına uğramıyorlar diyosun. Şimdi sen kendinin bir zaman yolcusu olduğunu düşün o zaman onları anlardır. Ama şu anki dar şuurunla ortalığı birbirine katacağın kesin!! Ama o zaman ötesi abilerin zeka ve bilinç seviyeleri seninkinden hayli ötede bir noktada. Yani bir iki güzel genç kızla çıkmak adına burda yatırımlar yapıp ceplerini dolarla doldurma peşinde olmayacaklardır. Bu tür zaman yolcululukları gelecekte büyük yetkin yöneticilerin gözetiminde diğer uzaylı ırkalarla birlikte kolektif olarak bilimsel keşifler ve insan ırkının geleceğini ilgilendiren bilimsel bir takım deneyler adına kullanılacaktır. Hem belkide her gün görüyosun onları! Bunu daha ciddi bir düzlemde söylersek zaman yolcuları hakkında mutlaka bazı kanıtlar olmalı ama o kanıtları belkide her gün görüyorsun izliyorsun medyada ama anlamıyorsun. Mesela UFO lar, cinler ve ormanlık alanlarda elinde parlak ışıklarla dolaşan cinler ve ışıklar saçan periler sözde hayaleti andıran hologramik görüntüler.

Tüm bunlar zaman yolcularının izleride olabilirler ki bir çoğu öyle ama bunlar sıradan halk tarafından dinsel ve mistik semboller olarak algılanıyorlar. Aziz kişiler, cinler, şeytanlar, periler, deniz kızları, hayaletler ve bilinmeyen uçan ışıklı objeler olarak bunlar fotoğraf makinelerimize ve kameralarımıza her zaman takılıyorlar. Mesela ben zaman yolcusu olsam geçmişe bir grup uzay gemisi kolonisiyle gelsem en iyi saklanma ve üs kurma yeri olarak kuzey kutbunu ve dünyanın binlerce mil altındaki okyanus tabanlarını seçerdim. Bu da size küçük bir sır olsun. İlk zamanlarda ayın karanlık yüzünü seçerdim.. Yada uzayda yakın bir noktayı. Ayrıca boyut değiştirebilen bu araçların bizim uydu ve radar sistemlerimizle algılanabilmeside mümkün değildir. Ayrıca geçmişimize baktığımızda geleceğimize bir çok işaretler veren kahinlerde doğrudan değil ama dolaylı yönden zaman yolcuları ile bir şekilde karşılaşmış şanslı insanlardan birileri olabilirler. Hikayelerimizde anlatılan sihirli aynalar uzakları gösteren sihirli yüzükler (uzaktan algılama cihazları tv gibi) uçan halılar (antigravitasyon teknolojisi) balığın karnında okyanusları kat eden yunus peygamber ( bir tür su altı UFO) sonra devasa ölçülerde büyüyen fasulyeler ( geleceğin biyo teknolojisi) hep geçmişe doğru yol alan zaman yolcularına dair ip uçlarını gizleyen hikayeler masallar ve efsaneler veya mitler olabilirler. Daha bu gibi bir çok örnek verilebilir.Yani birazda görmesini bilmek ve görmeyi istemek lazım. En azından daha duyarlı bir gözlem gerekir.Her şeyi halis ağanın ekin tarlalarını izler gibi dağa taşa bakar gibi bakıp izlersek pek birşey görmeyiz tabi! Bir şeyler anlamak ve görmek için yaşadığımız olaylara biraz daha sorgulayıcı zihinle yaklaşmak biraz daha arka plana dikkati vermemiz ve görülen manzaradaki detaylara biraz daha yakından bakmasını bilmemiz gerekir. Sorgulayıcı bir zihin sanırım bazı şeyleri daha net görmemizi sağlayabilir. 

-----------------------------------------------------------------------------     

Aug 2005 Kelebek Etkisi

Sevgili okurlarım inanın kendime ayıracak vakit bulmakta bile güçlük çekiyorum...İnternet güçlü bir iletişim aracı lakin abartıldığında gerçekten insanın tüm vaktini alan bir buluş..Tüm dünyayla bir anda iletişim halindesin!! Bu gerçekten güzel ama düşünen ve araştıran insanlar için sadece bir iletişim aracı boyutunda kalmalı sanırım..Çünkü her forum sayfasındaki her mailldeki yada her MSN deki arkadaşa yada arkadaşlara yanıt vermek oldukça güç!! Keşke tüm aklımdaki yanıtları dağıtan gerekli yerlere gönderen sihirli bir değnek olsaydıı..Bir çok arkadaş bir çok soru soruyor ama herkEse yetişmem oldukça güç..zamanım inanın çok kısıtlı..Zaten yaşam temposu o kadar çok hızlandıki insanlar gerçekten bir araya gelip özlü ve hakiki bir sohbet bile yapamaz hale geldi...Kimine göre bir açıdan internet o kadar çok bilgi yığınına dönüştüki bunları okumaktan sanırım bir çoğumuz düşünmeye fırsat bulamıyoruz!! Kendi sentezimizi oluşturmaya zaman/fırsat bırakmayan bir bilgi bombardımanı içindeyiz.

Sanırım önceki zamanlara göre fazlalaşan alternetifler karşısında artan seçimlerle ve kararlarla başbaşayız. Zamanı değerlendirme sanatı bugün çok daha önemli bir konu haline geliyor...Doğru bilgiye ulaşmak doğru kararlar vermek ve doğru seçimlerde bulunabilmek biraz daha güçleşiyor günümüzde...! Benim fazla zamanım olmasada arada forum sayfalarına şöyle bir bakarım ..Çok kısaca bazı arkadaşlara bir iki yanıt vermek isterim ..saygı gereği tabi..

Neyse bir arkadaşımız kelebek etkisinden bahsetmiş..şimdi kelebek etkisi kuramını genelde herkes bilir. Afrikadaki bir kelebeğin kanat çırpışı Çinde heryeri kasıp kavuran bir fırtınaya neden olabilirmi? Yada geçmişe gidip bir kelebeği ezdiğimizde ve geleceğe geri döndüğümüzde zamanı ne derecede değiştirmiş oluruz? Evet bilimkurgu filimlerinde bu konular çok fazlasıyla işlenir. Evet geçmişteki her olayın geleceğe bir etkisi vardır yada şu andaki bir olayın ektisi çok daha ötelerdeki bir başka olayı belli bir süreç sonununda elbette etkileyebilir.

Evrende herşey birbirini etkileyebilir. Fakat doğrudan diyebilirimki bu etkilerin derecesi konusunda biraz abartı söz konusu..! Yani kelebek kanat çırpışıyla binlerce mil ötede bir fırtına oluşturabilecek etkiyi yaratabilme olasılığına sahiptir..Ama dikkat edin bir olasılık dedim..işte bu olasılığın gerçekleşme ihtimali milyonda yada milyarda bir bir olasılıktır! Nasılki evimizdeki odayı dolduran havadaki tüm oksijenin odanın bir kenarına gidip orda yoğunlaşması teoriksel olarak mümkün ama bu olasılığı hiç yaşamlarımızda göremiyorsak bu gibi bir kelebeğin kanat çırpışıyla binlerce mil ötede bir fırtınayı tetikleyen etkiler zincirini harekete geçirme ihtimalide o derecede düşüktür.

Aynı şey geçmişe gidip yanlışlıkla bir karıncayı ezmek ve bunun sonucunun geleceğe yapacağı tesir içinde söz konusudur! Yani olay yada etki ne kadar küçük ve yerelse bunun zamanda ve uzayda yapacığı tesirsel açılımda o derecede küçüktür...Ama bunu sosyal alana uyarladığımızda durum biraz değişir aslında temel ilke yine bozulmaz yani kendisi küçük ama farklı yönlerden değer yargılarımız içinde etkileri büyük birimlerde sözkonusudur. Yani insanlar. yöneticiler vb gibi .

Örneğin Hz İsa çok küçücük sınırlı yaşamı içinde insanlığı yüzyıllarca etkileyip dönüşüme uğratabilecek küçük bir kelebekti onun kanat çırpışı onun sözleri ve inandığı değerler bütününü ifade eder. Onun mesajları tüm insanlığı sosyolojik çapta ve bunla bağlantılı tüm boyutlarda nasıl etkilediyse bir kelebeğinde farklı bir açıdan çok daha büyük dinamikleri harekete geçirebilecek etkileşimin tetikleyicisi olabilmesi muhtemeldir..Ama bu uzakk bir olasılık! Örneğin Karl Marks'ın ütopik sosyalist düşüncesi tüm dünyayı etkileyen bir doğu bloku ve kominizm dalgası yarattı! Nedense bazı kelebeklerin bulundukları yer zaman ve sosyal zeminde bu tesirlerin nasıl ve ne şekilde etkileyeceğini gelişeceğini belirleyen kaotik zemin arzetmektedir.

Aslında bir kelebeğin sanırım nerde ve tam olarak hangi noktada kanat çırptığı daha önemli olsa gerek!! Kapalı bir mağaranın içinde etki mağaranın duvarlarına kadardır!! Belki bir dağın zirvesinde bu daha başka bir sonuç doğrurabilir. Benim bugünkü düşündüğüm bir çok şeyi bugün daha ünlü olan ve akademik konsept içinde belli bir kariyeri olan bazı bilim adamları söylemiş olsalar bu konuda araştırma ve geliştirme için bazı çevreleri ikna etme ve bu küçük mütevazı fikirlerin dünyayı değiştirme şansı daha fazla olurdu..Bu açıdan baktığımızda Sanırım Denizlideki bir garip Çetin BAL' ın sözleri gökkubbe altında hoş bir seda olmaktan daha öte bir anlam taşımayacak insanlık için!! Bir forum sayfasında insanlığı ne derece etkileyebilir! Bu ilginç bir kelebek etkisi benzetmesi! Sözlerin değeri ve anlam içeriğinin büyüklüğümü yoksa söylenen zemin mi daha önemlidir? Bence hepsi bir araya gelince! Uygun sözler uygun şartlar hikayesi yani! Belkide uygun denklemler!

Dedim ya yer zaman ve konum kelebeğin etki gücünü belirleyen kaotik girdiler toplamını ifade eder! Bu lineer olmayan bir denklemler bütünü ile ancaksın ifade edilebilir.

Gelelim diğer arkadaşların zamanda yolculukla ilgili sözlerine... Şimdi arkadaşlar bu entropi mentrobi hikayesi çok başka konular yani zaman akışının doğrudan entropik bir oluşumla ilgisi yok...evrenin kendine özgü değişim ve dönüşüm dinamiği sözkonusudur. Zamanda geriye yolculukla yere düşen bir bardağın kırılıp dağılan parçalarının geriye doğru toplanıp birleşip masanın üstünde bir araya gelmesi arasında doğrudan bir ilişki yoktur.

Zamanın geçişini ileri ve geri alınışını titreşen enerji alanları dinamiği içinde düşünmek lazım. Hem zamanda yolculuk demek zamanı bir bant gibi ileri geri almak demek değildir yani biz asla suyun akışını geri döndürmek yada akışı daha ileri almak gibi bir güce sahip değiliz..Ama eğer bu doğal akıştan kurtulabilirsek ki amacımızda odur..akıntıya karşı kürek çekmek değil !! sadece bir anlığına akıntının etki alanından çıkıp suda sıçrayan bir balık gibi akıntının ileri ve geri evreleri içerisine geçmekten ibarettir. Bu balıklar belkide ışıktan hızlı takyonlar olabilir...!! Eğer böyle bir balık bulabilirsek ve tutabilirsek zamanda yolculuk neden olmasın!! Ama olay teknik yönden bilimsel yönden bu kadar basit değil tabii..Aslında bu akıntıdan çıkış yolu bir kuantum enerji sıçraması tekniğidir. Ve bir takyonu arayıp bulmak bir hayaldir!! Bu çölün ortasında soğuk gazoz satan bir açık büfe bulmaya benzer!! )) Mesele bir takyon parçacığı bulmak değil mesele bilinen enerjiyi takyonik bir enerji haline nasıl getirebiliriz sorusudur!! Ve bu büyük bir sorudur!! Asıl sırda burdadır.

Acaba hergün bizimle olan içli dışlı olduğumuz bu fotonları takyonlara dönüştürebilirmiyiz?? Bir takyonu kendi boyutlarımız içinde yakalayıp sırtına binemeyiz ama bir ışık ışının üstüne binip ona olduğundan daha fazla hız yaptırıp zamanda kuantum sıçraması gerçekleştirebiliriz!! Işığa nasıl bineriz nasıl ona hız yaptırabiliriz ben ne demek istiyorum??

Yani bu şöyle bir şey; ben yüzyıllar önceden bir şömine ateşini andıran bir çöl ateşi çevresinde toplanan insanlara, ''ilerde insanlar şu karşınızda yanan şömine ateşinin kızgın ateşleri üstüne binip ateşin göge yükselişi gibi kendilerini havaya yükseltecekler'' desem kimse birşey anlamazdı..Ama bunun günümüz versiyonu tepkimeli jet motorlarıdır!! Peki ışığın üstüne yada takyonların üstüne binmek ne demektir dumansız alevin sütüne binmek! ne demektir! ışıktan gemiler? Daha açık bir dille uzay/zamanı eğip bükebilecek elektromanyetik alan motorlarına sahip ışık gemileri! Evet gerisini size bırakıyorum...bunlar yoruma açık sözlerdir...Yani zamanda yolculuk bir şekilde mümkündür uzayda yada boşlukta  x,y.z koordinatları arasında değilde bir ''t'' koordinat dizgesinide aşan bir süreçte yani üst zaman/uzay anı içinde kendi zamanımızın ileri ve geri evreleri içinde bir yerdeğiştirim mümkündür.

Sevgili Forum takipçileri inanın fazla yazı yazmaya vaktim olmuyor eğer burlarda beni göremezseniz bilinki işlerim çok yoğundur..Ben yinede arada takip ediyorum ..sizler kendi aranızda güzel tartışmalar yapabilirsiniz bende ayda yılda bir belki katılabilirim...Hepinize saygı ve sevgilerimle ..

------------------------------------------------------------------------------     

 Tarih:16.07.2006 17:00:44  

Sevgili arkadaşlar ‘Zaman Yolculuğunu Araştırma ve Uygulama Merkezi’ ni kurmak ve bu yönde bir şeyler yapmaya gayret eden bir bilim insanı olarak insanların dinlerine olan bağlılıklarını anlayışla karşılıyorum. İnsanlar dinlerini öğrenmeli yaşamalı ve anlamaya gayret etmelidirler. Yani insanlar dindar ve inançlı olabilirler. Yada herhangi bir başka inanca sahip olabilirler. Fakat inançlarımızla bilimsel dünya anlayışımızı birbirine karıştırmak son derece yanlıştır. Genç arkadaşlara bunu önemle belirtmek isterim. Dini inanç bazında gereğinden fazla abartıya ve sapkınlığa kaçmak insanlığa, insanlığın gelişimine ve insanlık değerlerine zarar verir. Din tamamıyla insan ahlaki ve ruhaniyetiyle ilgili bir alandır. Bu sorun maalesef Amerika ve avrupa gibi ülkelerde de çok büyük tartışmalara neden olmaktadır. Mesela pozitif bilim dünyası insanlığın tek hücreli canlılardan evrimsel dönüşümle çok hücreli bir organizmaya dönüşmüş bir canlı olduğunu bulgularla kanıtlamaktadır.

 Şimdi bir bilim insanı olarak İncildeki, Kuran’daki ve diğer din kitaplarındaki Adem ve Havadan gelen yaratılış kuramına mı inanacağız?

 Dindar biri çok klasik tipik bir şartlanmayla hemen evrim kuramına karşı çıkacaktır. Oysaki büyük ve engin bir bakış açısında ben derimki bir insan dindar biri olabilir ama bu evrim teorisine karşı çıkmasını gerektirmez. Zira Tanrı’nın insanı yaratmak için hangi yolu izlediğini hiç birimiz bilmiyoruz. Evrim dediğimiz şey Allah’ın yaratılışta takip ettiği çok daha farklı bir yol olabilir. Yani demek istediğim şey illede adem ile havayı cenneten dünyaya ışınlanmış gibi düşünmek doğru olmayabilir! Ve bu doğru da değil! Allahın elinde bir ışınlama makinesi yoktur! Yada Allah insanı doğru yola sokmak için elinde sopaylada dolaşmaz! Allahın varlığını onun alemlerdeki tesir ve yönlendirici kudretini kuantum köpüğünden ve insan DNA sına ordan galaksinin devasa sarmallarına ve insan düşüncelerine ve sinir ağlarına doğru uzanan tümleşik bir mikro ve makro boyutlardaki tesirler ağı içinde ele alıp değerlendirmek gerekir.

 Yani illede dindar olmak evrim teorisine karşı çıkmayı gerektirecek bir durum arzetmemelidir. Dindar olmak salak yada gerizekalı olmak ta demek değildir! Maalesef bazıları kıt zekasıyla dindar kesim adına Kuran ve İncil ..vb gibi kitaplar adına kendi kıt akıl ve zekası ile kendi sınırlı görüş güçlerine dayanarak tüm dindar insanlara bu yanlış bakış açılarını maletmeye ve empoze etmeye çalışıyorlar. Oysaki gerçekten inançlı insanlar evrensel düzlemde düşünüp çok daha geniş gönüllü bir anlayış ufku içinde diğer insanlara da örnek olmalıdırlar . Lakin ne gariptirki din adına müslümanlık adına evrim teorisine karşı çıkan ve paneller düzenleyen zeka özürlü bir sürü sözde aklı başında insanlar görüyorum. Bu çok yanlış! Kimse kendi dar görüşlerini İslama ve Kuran’a dayandırarak zımbalayarak görüşlerini lanse etmemelidir. Mutlaka bu tür çıkışlarda KİŞİSEL YORUM ve BEN BÖYLE ANLIYORUM ibarisinin altı kesinlikle çizilmelidir. Aksi taktirde yüksek alem ve boyutların ilmine sahip olmayan günümüz insanı her demde kendi dinlerini rencide edecek düzeyde bir sürü sözde bilimsel yakıştırmalar yapmaktadırlar. Kimse maalesef bildiği kadarının üstünde oturmuyor ..bildiği kadarıyla konuşmuyor.

En büyük proplemlerden biriside artık inançlı olmanın suyunu çıkarır nitelikte bazı insanların her türlü teknik bilimsel bulguyu dinsel kitaplara dayandırma arayışı. Yav kardeşim mesela Kuran’ı Kerim bir teknik kitap değil ki. Güya bazıları kendince her şey kuran’da var havasından girip dinini yüceltme peşinde! Oysaki böyle gereksiz çıkış ve iddialar uzun vadede bakıldığında o dinin inançlarına ve inananların değerlerine zarar verir. Kimse işin bu yönünü düşünmüyor. Bazıları Stephan Hawking’in geçici değişebilir bilimsel bulgularını Kuran’da böyle diyor diye dayanak yapıyorlar. Bu çok yanlış bir şey! Ben kendi adıma Stephan Hawking’in bir çok bulgularının yanlış olduğunu söyleyebilirim ve bunlar zaten ortaya çıkıyor ve bilgi her zaman değişiyor ve her gün yeni bir bilgiye ve bilinmeyen yeni bulgulara rastlanıyor. E şimdi beee sözde dindar adam sen bu bulguları olduğu gibi Kuran’a yapıştırırsan yamarsan yarın değişen bulgular karşısında de diyeceksin! Benim dindar insanlardan ricam dininizi lütfen her önüne gelenin yorumuna bırakmayın mahalle arası ( Tv kanalları arasındaki ) ağız ve laflara göre yorumlamayın.

DİN ancak yüksek zeka ve anlayış sahibi geniş gönüllü insanların yorumlayabileceği tartışabileceği insanlık değerlerinin ötesinde bir bilgiyi içeren insan maneviyatına yönelik bulgu ve tetkikleri içeren bir fikri -düşünce dünyasıdır. Din’e daha çok ahlak zaviyesinden bakmak lazım.Yani bir takım gizli kodlu şifreler zaviyesinden bakmak olur olmaz her şeyi orda aramak son derece hatalı bakış açılarıdır. Ha öylede bakarsın incelersin ve yorumlarsın ama bunu doğrudan Kuran’a yada hristiyansanız İncile yada yahudiyseniz Tevrat’a .. gibi din kitaplarına öyleymiş gibi maletmek son derece olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir yaklaşım tarzıdır. Din kitaplarınızda insanlığa yada bilimsel araştırmalarımıza yön gösterebilecek olan bir çok açıklama elbette mevcuttur. Ama bu ‘doğru – yanlış’ bir sulandırma içinde saptırılıp çok yanlış noktalara götürülebilmektedir. Ki maalesef genç beyinlerde bilimsel laboratuar ilimlerini bırakıp bir takım mitsel dinsel yada hayali vehimsel ifadeler havuzu içinde boş şeylerin peşine takılmaktadır. DİN bu açıdan insanlığı hem çok ilerilere götürebilir hem de hiç olmadığı kadar gerilere karanlık çağlara götürebilir.

Yani DİN yerine göre beyinleri düşünmeden akılcılıktan alıkoyan tehlikeli bir yorumsal çarpıtmayada uğrayabilir ve maalesef Dünyada özellikle de İslam ülkelerinde ve hele Türkiyemizde bu neğatif bir bir tesir boyutunda hayatlarımıza girmiştir….. Oysaki din insanlığa daha geniş bir ufuk ve gönül zenginliği sunması gereken evrensel bir gözlük olması gerekirken durum çok daha trajik bir hal almıştır. Keşke bunları böyle değilde daha olumlu daha güzel kelimelerle daha övücü sözlere yer vererek burada söz konusu yapabilseydik! Oysaki Hz Muhammetin getirdiği din büyük bir hoş görü ve genişlik dinidir Hz Muhammetin Camilerinde o yaşamış olsaydı muhakkak bir kütüpane bulunurdu! Ve bu Cami kitaplığında İncil, Tevrat, Kuran hatta Darvin’in Evrim görüşünü içeren kitaplardan Karl Marks’ın materyalist dünya görüşünü savunan kapital adlı eserlerine dek tüm bu kitaplar yan yana dururlardı.Hz Muhammetin kurduğu camilerde bir budist’te gidip bir köşede derin meditasyona girebilirdi.Ve bunu kimsede yadırgamazdı! Hz Muhammet olsaydı Camilerin girişinde Mevlananın o büyük engin hoş görü kokan dünyanın en güzel çiçeklerinden daha güzel kokan o ''KİM OLURSAN OL YİNEDE GEL'' sözü yazılı olurdu!

 Hz Muhammet olsaydı camiler kapalı beton duvarlardan ibaret bir yer olmazdı daha işlevsel daha saydam daha  sosyal bir yer olurdu.Her türlü toplumsal tartışmaya sohbete açık konferans alanları ile daha çok genişlik ihtiva eden her türlü sosyal yardıma imkan tanıyan çok işlevli yerler olabilirdi.Ama tabi dini anlayışımız dar olduğu için yaptığımız camilerde dar işlevli oluyor maalesef! Hz Muhammet olsaydı her ülkede en azından kendi dilinde haftanın bir günü dahi olsa saygı gereği ezanın o dilde okunmasını arzu ederdi! Ezan arabça okunmuştur ilk kez! ona hürmeten haftanın 6 günü arabça ama hiç olmazsa bir günü her ülke kendi dilinde dinlenebilmeli! Neyse ben dindarları savunan biri değilim yada dini savunan öyle günümüz konseptine uygun dindar biride değilim. Ama ortada yanlış giden bir şey varsa onada öz eleştirel bir yaklaşım getirmek zorundayız. Hangi kesimden ve düşünceden olursak olalım her insanın yada topluluğun inançlarını en doğru şekilde yaşaması gerektiği düşünenlerdenim.

Ben aslında bunları hiç yazmak istemezdim başka bilimsel işlerim dururken dini politik siyasi konulara hiç girmek istemem ama tenkitler, insan manzaraları ve yapılan açıklamalar öyleki buna mecbur kalıyor bazen insan! Kısaca ve her zamanki gibi tekrarladığım şekilde ‘biz zamanda yolculuk konusunda teknik mevzularda araştırma yapıyoruz.’ Biraz herkesin geniş düşünmesini ve dini alanı bilimsel çalışmalardan ayırmak gerektiği kanaatindeyim! Din vicdani bir alandır! Ama buna rağmen herkes bu sayfalarda istediği düşünceyi yazmakta serbesttir. Ama maalesef ziyaretçi defterimizin cami hocasının günlük defterine dönüştüğünü görüyorum. Bu da genç insanlara yanlış telkinler verebilir.)) Burada perilerden, cinlerden, şeytanlardan, ruhlardan ve bir dizi dini hikayelerinden , işallahlardan maşallahlardan, metafizikten, tasavvuftan, uzaylılardan, 7 uyurlardan 7 uyumazlardan, Hz Hızır hikayelerinden Nazar hikayelerinden girersek elimiz boş kalır! Tüm bu olayları ve bu durumları küçümsemiyorum ama bizler maalesef vur diyince öldüren bir toplumuz. Bir şeyi dozunda almasını meselenin özüne inebilme hassasiyetini gösteremiyoruz. Uçan halı hikayeleri ve her dileğini yerine getiren sihirli lamba cinleri ile bir yerlere varamayız. Ancak kıssadan hisse bir ana fikir edinebiliriz.

 Mesela Hz Süleyman’ın sarayına Sebe Melikesi'nin ( Sebe halkının kadın hükümdarı) tahtının bir anda getirilmesi olayı sadece madde naklinin olası olduğununa dair ilginç bir anlatımdır. Ama daha ötesi değil. Ordaki manevi hikmetler haller bizim konumuz dışıdır. O manevi durumlar ilahiyat hocalarının konusu! Bizler bilim insanlarıyız ve teknik olarak bu işlere bakıyoruz . Bunun içinde Allahın verdiği aklı kullanıp gece gündüz laboratuarda çalışmalı ve kuantum fiziğinden genel göreceliğe ve Birleşik alanlar kuramına dek tüm akademik çalışmaları incelemeli ve bu yönde düşünmeliyiz. Cinlerden çok elektromanyetik alanları, hikayelerden çok diferansiyel denklemleri ve uçan halıdan daha çok bir antiçekimi oluşturacak uzay/zamanın topolojik yapısını eğrilik denklemlerini ve enerji alanlarının verdiği tepkiyi test edip gece gündüz deneyler yapmak gerekir. Evet her şeyi yapacak bir CİN vardır ama bu cin lambada saklı değildir. İnsan kafasının içinde saklıdır! Bu CİN bizde saklıdır.Bu CİN bedende saklıdır!  Bu cin insan AKLI dır. AKIL en büyük cindir! : )

Ama şeref ve hasiyetten yoksun birileri bu milleti uyutmak için sanki kuran’ı açıp bakarak her şeyin kendiliğinden geleceği ve olacağı gibi bir yoz anlayışla gençlere ‘dini’ bir afyon ve uyuşturucu gibi vermeye çalışıyorlar. Benzer durum kısmı olarak şu ‘sırlar kapısı’ gibi dizlerde de kendini göstermektedir. Lafım doğrudan bu dizilere değil..hatta bu dizilerin çoğu noktada insanları aydınlatıcı yönleride var. Lakin verilen ana mesaja her zaman özen göstermek gerekir! Doğru telkinler vermeye çalışılmalıdır. Birileri DİN’i saf eroine dönüştürme ve bunu kendi keyfi inançları doğrultusunda insanlara zerketme peşinde! Bu çok yanlış bir durum. Tüm İNANANLAR bu duruma dikkat etmelidirler. Sonuç olarak elmayla armutu, üzümün çöpüyle sapını karıştırmakta doğru değildir. İnsanların bu noktada daha zeki daha duyarlı daha öz eleştirel yaklaşımlarla kendi dünyalarına bakması ve inançlarını sorgulaması gerekir. Eminimki huyu ve ahlakı güzel Peygamberimiz Hz Muhammmet’te burada olsaydı bende böyle düşünüyorum derdi. Onun evet diyen sesini kulaklarımda duyar gibiyim. Evet Çetin bunları yaz diyen sözleri…..  Bir hristiyanın dilinde de DOĞRU doğrudur. Bir Yahudinin dilinde de DOĞRU doğrudur. Bir Budistin bahçesindeki gülde kırmızıdır. Ve aynı gül bir Müslümanın bahçesinde de kırmızı açar. Kırmızı bir gülü ne kadar boyarsan boya yine de özünde kırmızıdır. Doğru daima doğrudur. Hangi kaba katarsan kat DOĞRU asla değişmez! Tabi gülümseten bir ifadeyle felsefecilerimizin tartışması içinde gül her rengi alır ) birde GÜL’ ü nükleer radyasyona maruz bırakmadıktan sonra renk aynıdır ) Bazende küçük espiriler yapmak gerekir..ama ana fikir değişmez !

-----------------------------------------------------------------------------             

Tarih:16.07.2006 17:09:53

Sevgili okurlarım yukarıdaki yazımda Evrim teorisi konusunda bu teoriye karşı çıkanlar için bize yakışmayacak ‘zeka özürlü’ yada ‘salak’ yada ‘kıt zekalı’ gibi sert ifadeler kullanmamı lütfen maruz görün. Zira bu konuya dair bir çok zaman ve emek vermiş İslam düşünürü yazar vardır. Tüm o arkadaşları dostları bu noktada tenzih ederim. Elbette sonuç tartışma ve eleştiriler çok daha düzeyli olmalıdır. Ama benim bu uç çıkışım biraz gençliğime verilmelidir. Yaşımız otuz gerçi bu ünlü şair Cahit Sıtkıtarancının dediği gibi yolun yarısı eder ). Neyse benim burada ifade etmeye çalıştığım şey insanlar ne kadar dindar olurlarsa olsunlar tam olarak bilemeyecekleri konularda kesin tavırlı kabüllerden özenle sakınmalıdırlar. Ben niye böyle konuşuyorum. Zaman ve mekanı aşan ruhsal hallerin içinde olan insanlardan biri olarak acizane olarak kendi kısmı deneyimlerimizden evrimsel gelişim sürecinin doğru olduğunu söylemek zorundayım. Bu yüzden yaratılış ve benzeri konularda yapılan dini yorumların o dine zarar vermesini istemem Hz Muhammet bizim öte alemlerdeki sevgili gönül dostlarımızdandır diyelim…O büyük zatın şefaatini almaya niyet etmiş inanan samimi insanlarında bu karmaşa içinde DOĞRU yu bulması zor! Ben ‘bay doğru’ da değilim. Ama bildiğimiz ölçüde bize verilen ölçüde de insanları uyarmak benim görevim.Umarım şimdide bilim insanlarının tenkitleri ile karşılaşmayız! Lakin evrenin oluşumu ve yaratılış gibi konularda bilimsel bakış açıları ile dini bakış açıları arasında çok kesin sınırlar çizmeyelim. Uzay ve zamanın sırrını bilmeyen insanlık için henüz bu yönde kesin fikirler arzetmek her kesim açısından çok yanlıştır.Bu yüzden farklı dünya görüşlerine olabildiğince açık olmak ve devamlı bilgiye açık olmak gerekir. Bir dini yoruma sahip olabilirsiniz. Bu yönde bir inancınız olabilir. Ama o yorum ve inancınızın daha üst açılımlarının olabileceğinide her daimde bilmelisiniz. Evrende kat-i ve kesin bir duruş yoktur. Zamanın ve uzayın bile göreli olduğu bir noktada da kesin fikirlerden bahsetmek ne derecede doğru olur bilinmez! Dini bir kabül olsada yada bilimsel bir kabül….! bunları şu izafi dünyada % 100 böyle diye şartlanmak yanlıştır.Aynı şekilde dindar olmakla evrim teorisine karşı çıkmakta sanki aynı şeylermiş gibi gösterilmemelidir. Ben dini bir görevli değilim heryerde bu sohbetleri vaazlarıda verecek değilim. Ama tek diyeceğim gerek dini boyutta gerekse bilimsel boyutta olsun her zaman için samimi Salih bir anlayışın kabülü içinde olmak ama bu kabülde saplanıp kalmamak lazım. Anlayışlar şuurlar ve bilimsel tetkikler –bulgular geliştikçe hem bilimsel dünya görüşümüz hem de dini algılama boyumuz hep birlikte daha da gelişecektir. Bunları birbiriyle çatıştırmak yada seninki yanlış, benimki doğru kutuplaşma sına girmek son derece yanlıştır. Benim dindar çevrelere tavsiyem inanmasanızda kabül etmesenizde Evrim teorisine yada Reankarnayon olayına peşin hükümlerle bakılmaması gerektiğidir. Bunları yok saymak, saçmadır demek yerine düşünülmesi araştırılması gereken fikri bir alan olarak görmek çok daha hayırlı olur. Kabül edilmesi muhtemel olan incelenmesi gereken açık bir alan!

--------------------------------------------------------------------------               

Tarih:10.07.2006 20:46:25

Sayın Derya Taşkıran öncelikle Star tv de yada başka bir kanalda çıkmanız düşüncelerinizin doğru olduğunu göstermez. Sizi saadettin Teksoy proğramında izlemiştim hatta ordaki sözde uzaylılarca verilen tüm çizim ve projelerinizi bilgisayar destekli bir sistemde büyütüp bunları ayrıntıları ile inceledik ve araştırma grubumuz içinde tartışıp diğer sözde gereken parçaları tahmini olarak oluşturmaya çalıştık. Yalnız kendi zihin gücümüzle yaşadığıdız geçmiş dönemlere konsantre olduğumuzda yaşadıklarınızı gördüğümüzü söylemeliyim.

Bir çok insan söylediğiniz olaylara inanmasada sizin bu deneyimi yaşadığınızı biliyoruz. Lakin sizinle görüşen o uzaylı grupla bizde birebir kontak kurduk ve böyle bir iletişimi neden kurduklarını sorduk. Kendileri sizi, insanların duygu ve düşünce yapılarını inceleyip bilgi almak amacıyla uzun süredir denek olarak gemilerine alıp incelediklerini söylediler. Siz sadece bazı görüşmeleri hatırlıyorsunuz. Ve sizin gibi bir çok insanı gemilerine ara ara alıp beyinleri duygu yapıları üstünde araştırma yaptıklarını biliyoruz. Fakat onların bu araştırması diğer uzaylı grupların oluşturduğu birleşmiş evrensel yönetim konseyinin koyduğu yasalara uygun olmayan bir araştırma.Bu konuda yetkili olup olmadıklarını sorduk. Kendileri bu araştırmayı kendini kolonileri adına bağımsız olarak yaptıklarını söylediler. Açıkcası bu durum beni rahatsız etti diyebilirim. Umarım yetki dışı bu araştırmalar o denekler üstünde olumsuz etkiler bırakmaz! Sizin durumunuzda beni açıkcası şüphelendirdi diyebilirim. Sizin zihninizi taradığımızda bize obsesif bir etki olduğunu söylediler. Yani istemsiz bilinç dışı yönlendirmelerle size bir çok şeyi yaptırabiliyorlar. Bu da hoş bir durum değil. Biz bir süre daha zihinsel olarak karmaşıklık yaşama ihtimaliniz olduğunu görüyoruz. Bu obsesyonik durum bir takım anlamsız şekiller ve çizimler olarak kendini dışa vurabilir. Bu gıriler dediğimiz uzaylı gruplar bir çok kere sizi gemilerine almışlar. Kendileri Orion takım yıldızından geldiklerini ifade ettiler. Neyse biz çizimlerinizin doğru olup olmadığını sorduk. Bu bilgileri sayın Derya Taş kırana sizmi verdiniz diye sorduk.

 Kendileri bunların ''biz bahsettiğiniz arkadaşın üstünde psişik testler yaparken ona gönderdiğimiz bilinç altı bir uyaranın onun beyninde yarattığı'' rastgele telkinlerden kaynaklanmış bir takım anlamsız çizimler olduklarını söylediler. Zaten bizimde çizimlerinize ilk baktığımızda bu çizimlerin belli bir mühendislik mantığını içeren kodlanmış bir dizi çizgileri ifade edemeyecek kadar kopuk bağlantılar içerdiğini gördük. Bu yüzden inançlarınıza saygı duymakla birlikte bir bilim insanı olarak sahip olduğunuz bilgilerin tutarlı olmadıklarını söylemek malesef üzücüde olsa bizim kendi görüşümüzdür. Yok eğer durum söylediğiniz gibi değil diyorsanız bize konu hakkında daha bilimsel yazılar ve anlatımlar gönderebilirseniz bunları tekrardan değerlendirmek isteriz.

Fakat şu aşamada ben kesinlikle uzaylı olaylarını bu araştırmalara karıştırmak istemiyorum.. Yani biz araştırmalarımızı dini olgulardan , cin olaylarından, yada uzaylı hikayelerinden yada parapsikolojik, metafizik olaylardan uzak tutarak mümkün olduğunca bilimsel ve her insanın anlayabileceği deneysel mantık ve akıl boyutundan olaylara bakmak istiyorum! Tüm soru bir maddeyi nasıl ışık hızından daha hızlı bir şekilde hareket ettirebiliriz? İşte tüm sorun bu! Ve bu soruna maddesel önermelerden yola çıkıpta bir çözüm bulma arayışındayız. Ama uzaylı hikayelerden çok uzaylı teknolojilerine her zaman için açık olduğumuzuda söylemeliyim. Teknoloji önümüze gelirse inceleriz. Aksi durumda boş nutuklar peşinde koşmayız. Bizim elimizdeki bilgiler de UFO lara ait yüzlerce LOGO parçası niteliğinde! henüz bu parçaları tam olarak bir araya getirebilmiş değiliz. Belki sizin elinizdeki farklı zaviyelerden alınmış bilgi bu yap boz oyununda bizim işimize yarayabilir.

---------------------------------------------------------------------------------          

Tarih:11.07.2006 18:26:32
 

Sevgili arkadaşlar sayın Derya Taşkıran'a verdiğimiz yanıtta sanırım ifade edilmemesi gereken kişiye özel kalacak noktalarda konu dışı açıklamalar bazı sözde ciddi düşünen kesimlerce yanlış anlaşılmıştır. Öncelikle medyumatik irtibatlar ve uzaylı bağlantıları mümkün olan durumlardır. Fakat bu konuları gereğinden fazla abartmak ve söz konusu etmenin gereği yoktur. Eğer bu konulara girersek bilim adamları hadi gelsinlerde inceleyelim derler, çok aykırı istekler karşısında biz yalancı konumuna düşeriz daha sonra dini kesimden hocalar yeşil uzaylılar varsa bizede gösterde onlarıda islama davet edelim diyeklerdir. Hristiyan kliseleride kendilerini hristiyanlığa davet için bize müracaat edeceklerdir.Turizm meraklılarıda kapımızı çalıp bizide gezegenlerine götürsünler hadi ispatla diye ver yansın edecektirler. Yani her kesim kendine göre yorumlar ve beklentiler içine girecektir.Oysaki onların durumu biz insanların dar akli kalıpları içinde anlaşılacak bir şey değildir. Her kafadan mutlaka bir çok soruya hedef olacağız. Herkes kendi mantığının aldığı ölçüler içinde bir ispat bekleyecektir.Oysaki biz dünyada yer alan uzaylılarla irtibat görevlileri değiliz. Kimseye bir şey iddia etmek ve ispatlamak için burda değiliz. Mesele herkezin sandığı kadar düz mantıkla anlaşılacak bir şey değildir. Mesela en basitinden deniyorki madem uzaylılarla görüşüyorsunuz niye direkte bir antigravitasyonel makine istemiyorsunuz? Yada doğrudan bir UFO isteyin deniyor..Herkes kendine göre düşünmekte yargılara varmakta ve hediyeler istemekte özgürdür. Kimsenin düşüncelerine gem vuramayız. Lakin tüm bu sorular havada kalan sorulardır.

Tüm bunların neden ve sebebleri elbette vardır.Bu iletişimler bu olaylar kimsenin sandığı kadar düz ayak sıradan gelişi güzel iletişimler değildir. Karşı taraf bizim asker arkadaşımızda değildir. Yada rüşvet vereceğimiz mahalle arkadaşımızda değildir.Ya Alirıza abi diğer uzaylı arkadaşların görmeden şu UFO mühendislik kitabını veriver diyecek bir durumumuz yok! Ama çok merak edenler için diyebilirimki bize bir çok şey anlatıldı fakat doğrusu bu benim için bir anlamsız onca şema ve çizimlerden başka bir şey değildi! Neyse sonuç itibarıyla bizde yerine göre direkt UFO modelleri istedik ama vermediler. Başka arkadaşlar bu tür girişimlerde bulunmak istediler ama devlet düzeyinde konuyla ilgilenebilecek finansman sağlayabilecek konuyu ciddiye alabilecek muhataplar bulunamadığı için ve bir çok akedemisyeni bir araya getirip böyle bir çalışmaya yöneltebilecek merkezi bir çalışma alanı oluşturulamadığı için malesef bu konuda uzaylılarla ciddi bir bilgi alış verişi içine girmek mümkün olmadı. Heralde << eski bir UFO’ nuzu arka bahçemize bırakıp gidin bizde elimizde tornavida ve sıradan ölçü aletleri ile bunu inceleyeceğiz>> diyecek halimiz yok!! Bizim böyle bir istekte bulunmamız bir çocuğun savaş oyunu oynamak için büyük abilerinden nükleer başlıklı füzeler istemesine benzer.

Böyle bir ciddi istek ancak devletler düzeyinde ülkeler düzeyinde büyük bilimsel konseptler ve araştırma merkezleri adına istenebilir. Fakat bu konuları burada kapatıyorum. Dediğimiz gibi gerekli gereksiz bir sürü SORULARLA dar zekaya sahip insanlara bura da bir takım şeyleri anlatmaya çalışmakla vakit geçirmek istemiyorum. Biz sonuç itibarıyla kendi aklımızla düşüncemizle sınırlı imkanlarımızla bahsi geçen teknolojiyi kağıt üstünde ve mümkünse PRATİKTE anlamak ve uygulamak istiyoruz. Bunun içinde bilimsel ve oldukça somut araştırma ve gayretler içindeyiz. Bu uzaylı irtibatlarını kişiselleştimeyelim dünyada bir çok buna benzer irtibatlar var!! Mesele pratik sonuçları olan bilgiler elde etmektir. Yani uzaylı varmış UFO varmış hikayeleri ile uğraşmıyorum. Ben inanıyorum- inanmıyorum yada ‘hadi banada ispatla’ oyunuyla da vakit geçirmek istemiyorum. Bizim derdimiz ışık hızını geçmek ve şu fizik bedenimizi bu hızın ötesindeki hız seviyelerinde hareket ettirebilmektir. Ve asıl sorun şu: Bu yüksek hız limitlerine nasıl çıkılabilir? Gerisi laf! UFO lar vardır yada yoktur demekte bu açıdan anlamsız. Yani ben küçük yeşil adamlardan daha çok onların olması muhtemel teknolojileri ile ilgileniyorum….! Uzaylıların var olması benim derdimi çözmez! Benim derdim o teknolojiye sahip olmaktır. Eğer bu sonsuz uzayda bizden başka hiçbir canlı yaşam olmadığını varsaysakta bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren tek şey IŞIK HIZINI AŞACAK BİR İTKİ TEKNOLOJİSİ GELİŞTİRMEK! VE TABİ ‘ZAMANDA YOLCULUK’ !

----------------------------------------------------------------------------------          

Tarih:09.09.2006 21:27:36

Sayın NAPCAN nikli arkadaş DNA ve yaşlanma konusundaki bilgilerin bilimsel makalelerden alınmış kısmen doğru olan bilgiler ama yaşalanma mekanizması henüz tam olarak bilimsel anlamda çözümlenebilmiş bir konu değildir.Bir takım gözlemler ve veriler mevcut ama bu konunun senin ifade ettiğin gibi düz mantık bir yaklaşımla çözülemeyeceği bir gerçektir.İşte insan bebektir yaşlanır ve yaşlanırkende karşılaşılan hücre içi oluşumlar protein zincir yapısındaki değişimler ve hücre içi serbest radikallerin artışı gibi bir çok durum görülür. Öncelikle temel varsayımınız bu sisteme dışardan bakarak birini engellediğimizde başka bir unsur bundan etkilenir mantığı var! Ama bu mantık yanlıştır. Tüm yaşlanma etkileri zincirleme meydana gelen olaylardır. Eğer DNA düzeyinde en baştan bir değişim meydana getirebilirsek ölümsüz nesiller yaratabiliriz.

Bunun dışında ölümsüzlüğün bir çok yolları vardır. Bu daha sonradan da geliştirilecek ilaçlarla insana enjekte edilen kimyasalların etkisiyle sağlanabilecek hücre içi bir ölümsüzlük olabilir. Tabi gerçekten ölümsüzlük üstüne ve bunun yolları hakkında çok şey söyleyebilmek için biyolojik yapılar ve kimyasal moleküllerin davranışları hakkında net bilgiler elde edilmelidir. Senin söylediğin şekilde şöyle olursa böyle olur düz mantığı ile hareket edersek ölümsüzlük noktasındaki çalışmalara tümüyle saçma gözüyle bakmak gerekir ki bu da bilimsel çalışma etiğine aykırıdır. Yani bundan yüzlerce sene önce uçak şundan dolayı uçamaz diyenlerin sözleri bu konuda yeterli bir kanıt olsaydı kimse uçak yapmak için uğraşmazdı! Demekki bilimsel araştırmalara güvenmek gerekir .Evet ölümsüzlük mümkündür! Fakat bunun ben tek bir yolu olduğunu düşünmüyorum. Ölümsüzlüğün ve hücrede bu yönde bir değişimin DNA nın karmaşık yapısı tanındıkça insan biyolojisine ait kimyasal çorbanın tam bir haritası çıkarıldığında bu kompleks yapının yaşlanmadaki rolü net olarak anlaşıldığında bu kompleks yapıdaki yaşlanmaya neden olan kimyasal unsurların sadece doğrudan kesilerek değil tam tersi vucut içinde bunların yaşlanmaya neden olan dolaşımlarındaki tesirleri ve genetik düzeyde buna neden olan kodlarda değişikliğe gidilerek onun yerine onu daha zararsız hale getirecek ama aynı akıştaki tepkimel etkileşim içinde senin bahsettiğin o serbest radikaller yerine zararsız radikaller üretilmesi sağlanabilir.

Ama dediğim gibi bu konuda bir çok yol bulunabilir.Yani bilim yaşlanmaya neden olan süreci inceleyip -komple bir sistemi inceleyip- buradaki yaşlanmaya neden olan bir unsuru değiştirip kapatıp engellediğinde diğer taraftan bir aksaklık yaratırız demek tam olarak doğru değildir.Öyle görünebilir ama sisteme müdahalenin bir çok yöntemi mevcuttur. DNA daki kodlar ve onun arkasındaki emir verici elektiriksel kuantumsal yasalar bile elektromanyetik bir alan içinde yeniden düzenlenip DNA ya farklı bir program yüklenebilir.  Yani yazılım değiştirilebilir. Dediğim gibi bir şeyi yapmanın bir çok yolu vardır. Ama önce o sistemin iyice tanınması ve bilinmesi lazım.Yani mesela İstanbul trafiğinin akışını değiştirmeyi düşünmeden önce tüm istanbulun trafik akışının bir planının elimizde olması lazım.Çünkü planı tam olarak bilmeden trafiğe müdahale edecek olursak seninde dediğin gibi trafiği başka bir noktada tıkama riskimiz büyüktür! Yani bir yerden kapı açarken diğer yerdeki kapıyı kapama riskimiz büyüktür! Ama planı tam olarak bilebilirsek bunu sıfır riskle değiştirme şansımızda o kadar fazla olur. Yani bu su böyle akıyor bunun böyle akması Allahın hikmeti diye o şeyi öyle kabül etmek ve dışardan bir şey yapmadan seyretmek bilimsel düşünceye aykırı bir tavırdır. Denemek bakmak araştırmak ve doğaya müdahale etmek gerekir. İnsanoğlu Tanrıya ait tüm yeteneklerin küçük birer kopyası ile donatılmıştır.İnsan bir gün ölümsüz olmanın yolunu bulacaktır. O gün bir gün gelecektir.

Senin olayı izah şeklin tam bir Arabistanlı, İranlı, Afganistanlı molla kafası! Yani nerdeyse DNA araştırmaları günah diceksin! Sevgili dostum için rahat etsin bilimin ölümsüzlüğü bulması demek, yada uzayda farklı gezegenlerde dini kitabı olmayan bizden üstün ve uygar medeniyetlerin bulunması, düşünen yapay zekaların yapılması, bilinçli makineler yapılması bizim inançlarımızı küçültmemesi yada yıkmaması lazım tam tersine inanç dünyamızın daha da genişlemesi daha hümanistik bir hale gelmesi lazım.

Şimdi diyelimki uzaylılar dev uzay gemileri ile geldi ve dünyanın kenarında durdular. Ve küçük öncü uzay gemileri ile bir grup temsilciyi yeryüzüne gönderdiler. Bir süre CNN ve BBC kameraları önünde poz verip açıklamalar yaptılar diyelim. Tüm Müslüman alemi ve hristiyan alemi kendilerinden medeniyetçe üstün bu varlıklara baktıklarında bunların ne camiye gidip namaz kıldıklarını nede kliseye gidip dua ettiklerini görecekler. Sanki Sovyet rusyanın çok daha gelişmiş bir versiyonu gibi kominal yönetim biçimine sahip bir uzay ırkı görecekler karşılarında! Peki bu durumda insanlar kendilerini sorgulayacaklar. Adamlar cenneti uzay gemilerinin içinde yaratmışlar zaten!

Lan bu adamlar ne Hz İSA yı nede Hz Muhammeti tanımıyorlar bilmiyorlar. Hani İspanyolların Amerika kıtasındaki yerlilerle ilk tanıştıkları misal! Uzaylılarda bizleri ilkel yerliler gibi görecekler! Bu durumda tepkimiz ne olurdu! Bence ya Allah diyip uzaylıları cinler geldi diye bir grup Müslüman taşlamaya kalkacaktır. Bir grup insan korkusundan yaa Allah diyip uzaylıların önünde secdeye kapanacaktır. Hristiyanlar onların geldiği günü şeytanın geldiği gün ilan edip bir grup hristiyan uzaylıların gemilerine saldıracaktırlar.Yani Biz filimlerde hep onların bize saldırdıklarını görüyoruz ama uzaylılar geldiğinde insanların onlara saldırdıklarını göreceğiz! Sihirli küremde bunları gördükçe insanoğlundan midem bulanıyor desem yeridir. Ben uzaylıların yerinde olsam tüm insanların şehirlerini bir gecede dümdüz ederdim. Bir tane bile canlı insan bırakmazdım dünyada! Ama onlar benim kadar acımasız değiller tabi! Uzaylılar geldiğinde insanoğlunun sorduğu bir çok büyük bilmecelerin yanıtları verilecektir. Onlar sizlere kendi uzay haritalarında üzerlerinde canlı yaşam olan başka medeniyetlerin bilgilerinide getireceklerdir. Sizlere kim olduğunuzu açıklayacaklardır. Onlar canlılığın gezegen yüzeylerinde nasıl evrimleşerek geliştiğinide sanal hologramik cihazlarında bilim adamlarımıza anlatacaklardır.

----------------------------------------------------------------------------------          

Tarih:09.09.2006 22:00:31

Sevgili dostlarım Tanrı nedir? Peygamber gerçekten Tanrının elçisimidir? Bir cennet ve cehennem varmıdır? Yaratılışın kökeni Ademle Havva mıdır? Evrenin bir sonu varmıdır? Yada Evrenin zaman ve uzay içinde bir başlangıcı yada sonu varmıdır? Uzayda bizden başka canlı zeka sahibi varlıklar varmıdır? Başka boyutlar varmıdır? Evren ne kadar büyüktür? Biz gerçekte bu devasa karanlık boşlukta nerdeyiz? Uzay denen bu garip boşluk nedir? Bilinç ne anlama gelir? Bilincin farklı düzeyleri varmıdır? Farklı gerçeklik katları varmıdır? İnsan yaratılışının kökenleri nedir? İnsan evrimin sonu varmıdır? Varolmak gerçekten ne anlama gelir? Gelişen teknoloji bizi nerelere kadar götürebilir? Işıktan hızlı yolculuklar mümkün müdür? İnsanlar uzayda koloniler kurabilcekmi? Ölümsüzlük mümkünmüdür? İnsan uygarlığının sonu gelecekmi? İnsan bilinci elektronik olarak taklit edilebilecekmi? Gerçekten dini tabirle bir kıyametten bahsedilebilir mi? Gerçekten cennet ve cehennem denen bir dünya varmı? Ölümden sonra yaşam varmıdır? İnsanda bir ruh varmıdır? Peygamberlerin bize söylemedikleri bizden sakladıkları bir gerçek varmıydı? Zamanda yolculuk mümkünmüdür? Zaman yolcuları aramızdamı? ……. Ve daha bu sorular listesine bir sürü soru eklenebilir. Tüm bu sorulara bir gün yanıt verilebilecek mi? Yada aramızda bu soruların yanıtları ile gezen zamansızlar denen büyük bilgeler varmı? Eşya yada madde dediğimiz enerji dediğimiz bu şeyin esası nedir?

-----------------------------------------------------------------------------              

Dert:

Dostum yazılarını baştan sona okudum şımdi bi yorum yapmam gerekirse ki bunu söylemeden kendimi iyi hissetmicem. Senın her türlü düşüncene saygı duyorum. Bana göre burda yazdıkların tamamen saçmalık. Bozulma sakın sadece eleştiriyorum ama dediğim gibi saygı duyuyorum görüşüne neyse her şeyi anlarım her düşüncene saygım var ama bir tek kabüllenemediğim şey Mevlana hz. bu saçmalığa dahil etmen. İnsanları kendi sapık görüşlerine inandırmak için başka dinlerin başka inançların unlu, sevilen ve inanılan insanlarını bu mevzunun içine sokmanı kabüllenemiyorum. Senden tek ricam lütfen bu yazıda Mevlana ile ilgili bölümleri çıkarman! saygılar.. 

Tarih:01.08.2006 00:27:08

Sayın DERT nikli arkadaş düşüncelerini eleştirel bir yaklaşım olarak saygıyla karşılıyorum. Lakin çapı dar olan bir sahiplenme duygusu içinde evrensel manevi fikir ve düşünce dünyasına sahip insanlığa mal olmuş bu büyük fikir insanlarını bu şekilde sahiplenmek oldukça yanlıştır. Yada islam gibi büyük manevi değerler sistemini terörizmle savunmaya çalışmak o değerlere karşı işlenen çok büyük bir suç ve tam tersi oldukça tezat bir durumdur. Allah gökte bekleyen ve müslümanları kendi adamı gibi gören bir kozmik bekçi değildir. Yada Hz Muhammet den Budist bilgelere dek Mevlanaya kadar ....vb gibi tüm bu büyük ruhsal önderlerde tüm insanlığa IŞIK olarak gelmişlerdir. İsteyen her ulus her millet her insan sevgi temelinde insanlık birliği temelinde bu değerli insanların işaret ettikleri evrensel birliği, bilgiyi ve sevgiyi bu zatların manevi kişilikleri dahilinde örnek alabilir ve benzeri evrensel duyguların ifadesi adına tarihten bugüne gelen manevi üstadları kendilerine önder olarak görebilirler. Geçenlerde bir belgesel izlemiştim. Mevlanayla ilgili. Belgeseli izlediğimde gözlerime inanamadım. Hele sözde mevlananın torunu olacak onun ceddinden gelen insanında mevlana yorumunu dinlediğimde şaştım kaldım dejenerasyonun ve çarpıtmanın bu kadırı da pes doğrusu dedim. Hayatımda ‘O haaa yanii’ dediğim ender belgesellerden biriydi.

Belgeselde sözde kendi alanında uzman sözde mevlananın dünyaca bilinip tanınmasında danışılabilecek İslam dini temsilcilerinden hocalarımızdan b azılarının ve konyadaki resmi makamlarda yer alan konu hakkında uzman kişilerin sözlerine yer verilmiş. Ben izledim şaştım kaldım! İnsan Mevlanayı bu kadarmı sığ anlatır bu kadarmı Sünni mezhepsel bir yorum içine hapseder! Plak dönüp dolaşıp Müslümanlığa Sünni şova İslami shovenizme dönüşüyor nerdeyse bir çeşit mikro milliyetçi tarzında mikro bir Mevlana örneklemesi yapılıyordu.Ve birde ahadaa Mevlana bu…! sizde gelin böyle olun ahada şu tespihi alın şu camide sıraya geçin tipinde bir belgeseldi! Yani Mevlananın eserlerinin evrensel kişiliğinin tüm dünyada tanındığı ve okunduğu bir zamanda tüm dinlerde yorumların çıkarıldığı derslerin alındığı bir dünyada daha ne diyebilirimki! Ben daha bişey demiyorum sadece bizim konyadaki adamlar mevzuyu aşmış demekten başka diyecek bir şey yok!! Allah akıl fikir versin. Millet Mevlanayı okuyarak kuyudan çıkar karanlıklardan çıkar bizimkiler daha da nasıl insanları daraltırız nasıl mevlanayı abartıya kaçan bir bizdenciliğe büründürürüz diye elinden geleni yapmışlar.Yine birde Yunus Emrenin sesli şiirlerinin olduğu bir CD almıştım. Yine ordada benzer sığ görüntüler..Yani kamera ha bire kabenin çevresinde dönüyor ha bire klasik cami manzaraları fokuslanıyor ..ha bire baş örtülü kadınlar fokuslanmışş… Görüntülerde başka bir şey yok .. Yani yine İslamı belli klasik shovenist denebilecek bir kalıbın içine sokmuş. Şimdi bunları okuyanlar hemen ulen ahada din düşmanı şuna bak şerefsiz nası konuşuyo dicekler bazıları ) Ama aslında biraz derin düşünürseniz Müslüman alemi olarak kendimize gerçekten öz eleştiriler yaklaşımlar getirmemiz lazım.

 Ya kardeşim madem Mevlana belgeseli çekecen tüm dünyaya hitap edecek bir kamera ve görüntü kültürünü önce bir genişlet! Çağır tüm dünyadan bilim adamlarını yada sen ayaklarına git tüm dünyayı kez Amerikaya git - gez prof.larla konuş ..hatta Mısıra git ordaki prof. ların görüşlerini al. Sıradan Amerikan ve Avrupa halkının içine gir mevlanayı sor nası görüyosunuz de! Sonra ilahiyat fakültesine gel bizimkilerin görüşlerini kıyasla! Bırak yorum CD yi izleyen seyirciye kalsın sen yorum yapma! Sonra tamam Kutsal kabemizin görüntülerinede yer ver Mevlana türbesine ve ordanda Himalaya dağlarına, Arabistan çöllerine orta asyaya Budist manastırlarına da yer ver! Yani Mevlanayı bir CD de anlatmak zaten mümkün değil ama hiç olmazsa tüm dünya felsefelerinden dinlerinden bir renkli motif çiz! Tüm bu görüntüler biribiri ardına gelsin.. Camilerimizin içsel evrensel desenlerinden Kliselerin yükselen katetrallerine dek evrensel bir tablo oluştur..Tüm insanlık değerlerini içine alan görsel bir tema oluştur..! Mevlanayı anlat..! ve ordaki rahiplerin düşünsel felsefesinide Mevlanayla buluşan yanlarınıda al ve belgeselin içine katarak o görüntüler eşliğindede görsel, bilimsel, dini, mistik, felsefi bir belgesel bir sinema şöleni ortaya çıkar. Sürükleyici eşsiz bir baş yapıt olsun. Her dinden her kültürden her ulustan insan izlesin! Yani orijinal bir şey yap! Yani İslamı kapalı bir kutu gibi gösterme! Aç onu herkese.. göster..! herkes orda kendini bulsun! 

Haa illede istiyosan gel yine Mevlanayı bu evrensel gönül adamının içinden çıktığı esinlendiği onu evrensel insan olmaya iten evrensel insancıl İslam düşüncesini o noktada anlatarak büyük bir bitiş finali yap! Valla böyle İslama bin kez daha hayrın dokunur… Ama yokk adam alışmış softa İslam tablosuna..İşte belli kısır döngü halindeki klasik görüntülere .. illede bön, kısır tarafçı bir yan olmalı sanki.. sanki adam Mevlanayı futbol takımı tutuyor gibi anlatıyor..Bu takımım adına da İslam diyor! Bu yanlış bir bakış açısı…..Bu bence İslamı rencide eder incitir! Sözde konuşmacı olarak gelmiş profesörlerimize ne demeli..Arkadaş ben lise mezunuyum .Argo ifadeyle; Lan kamerayı bana verseler islamı gel anlat Mevlanayı sen anlat deseler…valla gülümseten bir espiriyle ertesi gün tüm dünya akılında İSLAM nasıl bir dindir! Düşüncesiyle uyanırdı. Madem bir şey yapacaksınız adam gibi yapın bi işe yarasın! Burada ben çok derine inen İslami düşünce proplemlerinden birine hem de çok önemli bir soruna eğildim. Burda ifade ettiğim ÖZ ELEŞTİREL YAKLAŞIM’ı İslam dünyası öz eleştirel bir yaklaşım olarak ele alıp biz nerde hata yapıyoruz diyerekten ifadelerimi anlamaya çalışırlarsa ve bunu gerçekten doğru şekilde analiz edip anlarlarsa İslam dini farzı mahal 500 yıl sürecekse Onbin yıl daha ömrü uzar! Bu ‘öz eleştirel tablodan’ bin kitaplık bir fikri derya çıkartabilir ve eserler verebilirsiniz. Ben işin NOKTA sına değimdim. Siz çizgisini getirin…! 

Bakın öz eleştiri derken İslam dininin hemen hemen temeldeki örf anale ve geleneksel tutum ve tutumlarımızın kendisi dünyadaki tüm geleneksel ve ahlaki bir çok değerden çok daha üstündür. Ne kadarda evrensellik babı altında bir çok dinsel motifide ele alsak ve bundan bahsetsemde İslamın yaşam kültürü boyutundaki yüksek ahlaki değerler sistemi benimde savunduğum arzu ettiğim değerler sitemidir. Tüm dünyayı gezin görün..Sonuçta İslam dininin içerdiği değerler en güzel değerlerden biridir demeliyim. Ama işte malesef bu değerler bazılarının softa ve tabucu ve zorlamacı yaklaşımları içinde hep yanlış anlaşılmıştır. Tarih boyunca kişilerin ve bir takım grupların yansıttığı olumsuz tablolar maalesef İslam dininin yüksek manevi değerler siteminin üstünü örtmüş ve zorbacı yobaz bir tabloyu gözler önüne çıkarmıştır.

Bir dinde şekiller olabilir kalıplarda olabilir ama sadece islamı bu kalıp ve şablonlardan ibaret bir din olarak görmek çok yanlış olur. Ben burada İslam dininide savunuyor değilim.. Ben sadece doğruya doğru, eğriye eğri, yanlışa yanlış diyen tarafsızlardanım. Biz hiçbir zaman için Üç Kuruşluk hesaplar kitaplar a dına gördüğümüz doğrulara yanlış diyenlerden olmadık.. ve olmayızda! Ve Allahtan başkasına da minnet etmeyiz. Bundan dolayıda susmak bizim için daha hayırlıdır. Çünkü herkesin bir köşede kendi hesabını yaptığı bir dönemde bir kuru ekmek yerim ama doğruya yanlış demem! Lakin ne kadarda yanlış olsa hakaret ve rencide eder düzeylere varmamak kaydıyla her yanlışa karşı öz eleştirel görüşümüzüde belirtiriz. Tabi gerektiği noktada..Gayemiz yermek rencide etmek değildir ..Gayemiz, bir kelimede olsa ağzımızdan çıkan insanlığın daha iyi noktalara doğru ilerlemesidir..Tüm dünya ulusları benim kardeşlerim, annelerim, babalarımdır..tüm dünyanın çocukları benim çocuklarımdır.. tüm dünya bir aile gibidir..Tüm insanlığın üzüntüsü benim üzüntümdür. Tüm insanlığın sevinci benim ve bizlerin yani tüm Allah dostlarının sevincidir.

İşte bu yüzden yeryüzünde toplam 9 köy varsa biz bu köylerden hiç birinde oturmuyoruz diyebiliriz! Bizler yeryüzünde olmayan Allahın katındaki bir köyden buralara kadar gelip eleştirimizi yapıyoruz diyelim. Ben ne kadarda bu sözleri söylemekten el etek çeksem illede bir vesile beni açacak! Yani… Ben daha çok bu konularda İslamın kendi içinde büyük profesörlerin ilahiyat mezunu arkadaşların konuşmasını öz eleştiriler getirip yüksek düzeyli fikri hareketlerin olmasını dilerim… Kendi kurallarımın dışına çıkıyorsam bu da Hz Muhammet'e dolayısıyla onun nazarında onun ümmetine karşın olan sevgimin ve onun yüksek manevi hatırasının bir zorlayıcılığı ile bu ifadeleri burda sarfediyorum..Hz Muhammet tarihsel kişilikler içinde yüksek ahlakına kişiliğine ruhaniyetine aşık olduğum özel insanlardan birisidir. Ben onu bir peygamberden daha çok bir sevgili yani önce bir gönül dostu olarak görüyorum. O evrensel bir bilgi elçisidir benim için.

Bizim gibi ruhlar için sonsuz zaman ve mekanın mesefeleri gönül bahçemiz içinde hiçbir anlam ifade etmez. Hepimiz diride olsak ölüde aynı bahçede sonsuzluk deminde her daimde ‘hem –dem’ eder ..selamlaşır, sohbetlere dalar farklı zaman –mekan bölmelerinde görevlerimize devam eder dururuz. Haller her ne kadarda türlü türlü olsada! Bir odadan çıkar diğerine geçeriz. Bu dünya kozmik tiyatral bir sahnedir. Hiçbir şey sanıldığı ve görüldüğü gibi değildir. Zamanlar ne kadarda iç içe ve başka başka olsada bizim gibi gönül dostları için zamanın ve meseafelerin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Eğerki bu sonsuzluk sohbetleri içine girersek bu sayfalarda bize yetmez. Sonuç itibarı ile konuyu toparlayacak olursak benim mevzum ilgim bu sosyolojik-psikolojik-toplumsal-kültürsel-dinsel mevzulardan daha çok Zaman yolculuğuna dair teknik hususlardır. Bana eleştiri getirirkende bunun göz önünde bulundurulmasını dilerim.

--------------------------------------------------------------------------        

       

Tarih:28.07.2006 00:55:33

Sevgili arkadaşlarım dünya toplumlarını oluşturan büyük kitleler dünya dediğiniz bu küçük gezegenin dışına çıkıp henüz dünyanıza dıştan bakmayı deneyimlemekten oldukça uzak bir bir yüzyılda kapalı bir kutuda yaşar gibi yaşıyorlar! Eğer insanlar uzaydan dünyanızı yada daha ötelerden sadece küçük bir ışık noktası gibi görünen güneş sisteminizi yada çok daha ötelerden uzayın daha derinlerinden devasa boyutlardaki samanyolu galaksisini izleyebilselerdi, büyük kitleler, içinde yaşadıkları sistemleri bu perspektiflerden görme şansına sahip olsalardı bu sanki bir insanın kendi bedeni dışına ruhsal olarak çıkıp kendi fizik yapısını dışardan görmesi gibi çok tuhaf bir deneyim olurdu ve aynı oranda bu deneyim çok garip hislere neden olurdu. Bu hisler neler mi? Daha çok sevgi daha çok şefkat ve daha az bağnazlık! Daha çok hayal gücü ve devasa boyutlarda alışılmadık bir tevazu! Bildiğimiz her şeyin çok daha başka perspektiflerden bakıldığında çok daha farklı anlamlar kazanabileceği gerçeği! Ve hepimizi birbirimize bağlayan çok daha gizemli bir gücün bizim zekamızın ötelerine uzanan çok daha büyük bir zekanın varlığını daha çok sezinlemeye başlardık.Ve aynı zamanda en küçükten daha küçükken en büyükten daha büyük olan insan aklının ve gönlünün yüceliğini sezinleyebilirdik.

İşte kozmik seyahatimizden dünya denen o küçücük evimize ve fizik bedenimiz dediğimiz o küçücük narin insan bedenine döndüğümüzde ‘‘hayal gücümüzün’’ uzak yıldızların toz ve gaz bulutları arasından ışıktan daha hızlı bir şekilde bir filmi geriye çevirir gibi dünyaya doğru gerisin geriye geldiğini ve evimiz dediğimiz mavi küremizin giderek karşımızda büyüdüğünü görmek ve bir süre sonra sarsıcı hava akımları arasından geçerek koyulaşan bir sis perdesi içinden aşağılara doğru kayarak düşüp adeta yerçekimine kendimizi bırakmışçasına beyaz bulutların içinden süzülüp geçerek doğruca minik bedenimize doğru gerisin geriye tekrardan çekiliriz.Ve gözlerimizi açtığımızda daha gözlerimizi kapamadan önceki en son hatırladığımız karşı komşumuzun bahçesindeki ağacın dalından düşmekte olan yaprağın daha yeni yolunu yarılamakta olduğunu gözlemlerdik. Sevgili dostlarım evren çok devasa bir yer! Sizlerin tüm dinlerinizin ve sahip olduğunuz tüm kültürlerinizin geçerlilik arzetmediği bambaşka mekanlar ve zamanlar ve boyutlar vardır. Yada bambaşka dünyalar diyelim. Şimdi bunu düşünmek bilmek sizler için çok uzak bir gerçeklik! Bu nasıl bir bilgi ve nasıl bir dünyadırki buradaki tüm bilgimiz orlarda hiçbir mana arzetmesin! Bunu bu küçük bedenleriniz ve mavi küreniz içinde sınırlı bilimsel anlayışınızla anlamak çok zor elbette! En zoruda bizim bunları nerden bildiğimiz sorusuda bizi oldukça çıkmaza sokacak sorulardan biridir. Anlatmakta zor tabi! Bunu anlatmaya çalışmak bizi içinde bulunduğumuz toplumda çok zor durumlarda bırakır.Çok acımasız çok düşük yersiz eleştirilere ve ithamlara maruz kalırız bunu biliyoruz! Ve bir çok ifadelerimizi kendimize saklıyoruz.

Bir çok soru soran arkadaşımızın UFO lar konusunda tartıştıklarını görüyorum. UFO lar konusuna bu kadar takılmanızı istemem.UFO lardan çok kendimizi elimizdeki bilimsel bilgileri araştırmaya vermeliyiz ve vaktimizide bu yönde harcamalıyız. Boş bir kafayla UFO lar varmı diye sormak anlamsızdır. Bir bilim insanı olarak konuyu başka mecralara taşımakta anlamsızdır. Ne kadar bir çok deneyimden halden geçsede insan hatta uzaylılarlada tanışmış olsanız bilim camiası içinde kanıtsal gerçekleri gösteremeyeceğiniz konularda susmak ve insanlığın arzu edilen uygarlık seviyesine gelmesi için insanlığı birazcık olsun etkileyebilecek, yükseltebilecek ve bilimin gelişimine çok küçük bir itki gücü olarak katılan görünmez bir basamak olmak ve bu büyük bilim havuzuna katılan bir damla olmak bile hepimizin arzulayacağı şey olmalı!

Belki ben dahil bir çok araştırmacı düşünürün ve bilim insanının ismi tarih sayfalarında görünmeyecek ve hiç birimiz isim olarak anılmayacağız. Bir çoğumuz sadece insanlık bilim tarihi içinde bilimsel ilerlemeyi bir adım daha yükseltip öne götüren görünmez sutunlardan başka bir şey olmayacağız! Lakin gerçek bir bilim insanı bilimsel bilgi kadar insanlığa ait yüksek ahlak değerlerininde taşıyıcısı olmalıdır! Bu zaviyeden dünyaya baktığımızda mesele ve nihai hedef insanlığın evrende hatırı sayılır bir gelişmişlik düzeyine ulaşması yönünde bir enerji ve efor sarfetmektir. Bu hepimizin görevidir. İnsanlığın yarınları için çalışmak ve bir şeyler yapmak esas gaye olmalıdır! Bizden sonra gelecek olanlara bir şeyler bırakmalıyız! Bu küçük bir kitap küçük bir iki söz yada kendisi küçük ama taşıdığı değerler bakımından büyük eylemlerde olabilir. Sözler kadar eylemlerde büyük bir dönüştürücü güce ve enerjiye sahiptir. Bilincin engin gücü sözlerle yada eylemlerle dünyaya yansıtılabilir. Bir gün bir İngiliz gazeteci Hindistanın bağımsızlığı için mücadele eden Gandi ye sorar; << Efendim dünyaya bir mesajınız var mı? >> tabi Gandi çok yorgundur … manalı gözlerle gazetecinin gözlerinin içine doğru bir süre bakar ve tek bir yanıt verir. ‘‘Mesajım yaşamımdır!’’ Hepimizin amacı insanlık ailesinin gelişmesi evrenler boyunca genişlemesi ve ilerlemesini sağlamaktır. Eninde sonunda bu büyük boşlukta insanoğlu yalnız olmadığını keşfedip evren denen bu sonsuzluğu onunla paylaşan diğer zeki uygarlıklarında mevcut olduğunu fark edecektir.Ama o zamana dek bu gerçek bizim gibi evrensel bilgiye ulaşabilen zihinlerde saklı kalmalı!

Lakin bilim insanları olarak kitleler bazında dünya dışı yaşamın ‘bilimin bulguladığı fizik ve kimyasal şartların’ uygun olduğu yada bu şartlara yakın ortamlarda farklı şekillerde düzenlenmiş terkip edilmiş DNA konbinasyonlarına sahip farklı zeki yaşamlar olabileceğini bilmemiz lazım.Olasılıkların her zaman sonsuz olduğunu bilmekte yarar vardır. Bugün için maddi düzlemde bilimsel olarak kanıtlayamasakta fizik yasaları bakımından kimya yasaları bakımından yaşam kendine uygun sistemlerde kimyasal bir kompozisyon olarak kendiliğinden ortaya çıkabilir.Hatta sadece tüm dünya atmosferi içindeki yaşamın fizik ve kimyasal konbinasyon olasılıklarını bir bilgisayar kodları haline getirip yapay zekaya sahip bir bilgisayar içinde 0000 ve 11111 lerden kurulu kendine göre evrimleşip gelişen ve dünyayı bizim bilgisayar programının onlara gösterdiği gibi gören gerçekte bir elektron akımının devreler içindeki sinaptik akışından başka bir şey olmayan bir çeşit sanal dünya yaratabiliriz.Ama gerçekten içinde yaşadığımız evrenin tam bir kopyasını bir ‘‘bilgisayar kartı’’ içinde yaratmak istiyorsak bunun ilk adımı bilgisayar kartı içinde insan bilincini taklit edebilecek yazılımın yada proğramın nasıl bir yazılım ve proğram olduğunu anlamamız lazım.

[ Aslında içinde yaşadığımız evrende bir çeşit yazılım proğramı! Ama bizi içine alan var eden bu enerji yada tüm zamanı uzayı ve mesafeleri içine alan tüm kimyasal yasalara olmaları için neden veren KAYNAK yada yaşamın kaynağı olan bu devre kartı diyelim temelde yazılımıda kendi içinde taşıyan elektromanyetik bir dalga enerjisidir! Bu hologramik bir yazılımdır.Hiç bir yerde olmayan aynı zamanda hiçbir yerde olan! Hiçlikte! Kendi varlığı kadar kendi yokluğunuda yazılıma dahil eden kozmik bir program. İnsan neden en büyük varlıktır? Çünkü evrenin yazılım kodlarını yazan o büyük programcının kaldığı kozmik otele giden tek yol insan bilincidir! Ve tüm bu dünyamız tüm sonsuzluk o otel müşterisinin bir gecelik rüyasının içinde kısa bir süreliğine belirmiş bir sabun köpüğü kadar anlam taşıyan bir gerçekliktir. Kısa bir düş. Ama bizim için sonsuzluk! Bizler tüm varlığımızla hem yazılımcıyız hem proğramcı hem yazanız hemen yazılan kağıt! Hem düş göreniz hemde kendi düşümüz içinde başka bir düş daha görebilecek kadar zengin hayal gücüne sahip KAYNAK’ın kendisiyiz! ]

Bunun içinde insan beynindeki elektrobiyokimyasal süreci net olarak anlamamız lazım.Ve evrim denen sihirli bir el tarafından maddenin içindeki zeka ( bu sihirli elin kendisi ) kendini sınırlıda olsa bu biyolojik yapılar içinde gösterebilecek düzeye dek evrimsel bir süreç sergileyebilir. Tanrının göklerden inişi beklide kuantum boşluğunun engin okyanusunda gizlenen bu evrensel zekanın kimyasal bir dizi tepkime içinden geçerek - devasa ölçekli bir dizi süreçten geçerek kendi ruhundan bir ruh verdiği biyolojik bedenler içinde açığa çıkması olarak özetlenebilir! Holografik bir evren içinde bu gayet anlamlı bir çıkarsamadır.Ve bunun nereye vardığını ancak büyük zihinler sezebilir! Zamandan Mekandan ve bedensel gerçekliklerden önce sadece bir DÜŞ vardı! ‘‘OL’’ sesinin kendi aksi içinde yankılanıp durduğu kozmik bir DÜŞ! …… OLMAK Tanrının hiçlik aynasında kendi varlığını izlemesinden başka bir şey değildir...! Aslında ne bilimsel kelimeler nede romanlar nede metafizik ifadeler ne de bilimkurguda kullandığınız hiçbir tanımlama burada anlatmaya çalıştığım HALİ anlatmakta çok ama çok yetersiz çok kuru kalmakta ve yetmemektedir…..bu kelimelerle ifade etmek isterken anlattığımdanda çok uzaklara düştüğümü hissediyorum…Ancak kelimeler o anlama ulaşmak için bir sıçrama tahtası gibi görev görebilirler. Bilincin gerçeğe nüfus edebilmesi için kelimelerden kurtulması lazım. Benim size en derim gerçeği anlatmam için susmam ve gözlerinizin içine bakmam beklide sadece elinize dokunmam lazım. Yada sadece aura alanıma girip beynimden yayılan sonsuzluk dalgalarını telepatik olarak hissetmeniz lazım. Ama bunu yaparken içinizi tümüyle arındırmanız hiçbir şey düşünmemeniz lazım! Neyse UFO lardan fazla uzaklaşıp mistizme ve felsefeye, tasavvufa doğru kaydık…..Bir bilim insanından bir budist rahibe dönüştük! Herkesden özür dilerim…..

Sonuç itibarı ile sonsuzlukta o kadar çok durum hal vardırki hepsini tabi bir bir görmek tartmak, ispatlamak, ölçmek mümkün değildir. Yada bunları her insanın görmesi için bir tür müzeye yada her bilim adamının ölçüp biçmesi için deneyler yapması için bir bilim laboratuarlarına koymak mümkün değildir.Geleceğin bilimini ve kavramlarınıda bugünden görebilsek bile bunu bugüne getirmek mantıksal olarak anlamı olmayan bir şeydir. Ancak bize yakın olan kavramlar renkler ve deneyimler üstünden bir şeyler anlatabiliriz ve yakın geleceğin olası senaryolarından bahsedebiliriz.Yada büyük Nostradamus gibi üstü kapalı ibarelerde kullanabiliriz.Evet zihnin alabildiğine sonsuz ve sınırsız olması gerekir.Her bilim insanı böyle bakmalıdır dünyaya ama herkes bilmelidirki olasılılarla ve vehimlerle yada yada sonsuzluğun ucu bucağı olmayan bilgisi içinde öngörülerle görüntülerle dolu bir beyin bile bir noktadan sonra gerçek dünyayı içinde yaşadığımız bu dünyayı değiştirmek için yüksek aklının – hayallerinin doğrultusunda çalışmak, denemek ve sayısız testler yapıp maddesel dünyayı gözlemlemesi gerekir. İçsel dünyayı bir noktaya dek anlayabilmek için dış dünyanın teknik düzlemde analiz edilmesi gerekir. En son noktada taki makinelerimizin hiçbir şey ifade etmediği bir çizğiye gelene kadar…!

Konuyu dağıtmadan toparlayacak olursak UFOlara inanmak yada UFO fanatiği olmak hiçbir şey ifade etmez. Boş iş yani. UFO var demeninde doğrudan bize faydası yok! Yok demeninde ! Bir sürü UFO resmininde kanıt düzeyinde elle tutulur anlamda bize bir katkısı olmayacaktır! Karşı dağda suyun aktığını görsenizde o suyu alıp kullanamadıktan içemedikten ve size bir faydası olmadıktan sonra o suya aval aval bakıp keşke demenin bir anlamı yok! O suyu konuşup tartışmaktan çok ve onun hakkında konuşmaktan ziyade yere(toprağa) bir artezyen vurup kendi suyumuzu çıkarmanın bir yolunu düşünüp çalışmalıyız! Çünkü karşı dağda su varsa büyük olasılıkla bizim bulunduğumuz alan içindede bu suyu bir şekilde elde etme olasılığımız vardır!.

Sonuç itibarı ile UFO olayında ‘vur diyip öldür cinsinden bir anlayışa’ girmeyelim. Bir BİLİM İNSANI her olası ihtimale açık olmalı ama vehimlerle yaşamamalı! UFOlar olabilir.Yani mantıksal olarak bizden farklı gezegenlerde teknolojinin çok daha üst sınırlarına ulaşmış zeki varlıklar olabilir ve bizi ziyaret ediyor olabilirler! Ama kişisel ve özel deneyimler ciddi bir kanıt olmadıktan sonra UFO ların varlığına dair bir kanıt olamazlar tabi. Bu gerçeğide gözden kaçırmamak lazım. Çok daha genel bir düzeyde belirli bir bilimsel bakış açısını koruyarak UFO ların varolabileceğini varsaymanın bilimsel bilgimize bir zararı yok böyle bir ihtimali düşünmek böyle bir kişisel kanaate sahip olmak hayal gücümüzü zenginleştiren ufkumuzu genişleten bir kanıdır!

Ama akademik düzeyde çok daha bilimsel düzlemde devasa uzay gemileri şehirlerimizin üstüne ürkütücü gürürültüler eşliğinde gelip göklerimizi karartmadıkça toplumsal bir temas olmadıkça toplu olarak yabancı uzay araçları dünyamıza inmedikçe UFOlardan bahsetmek vardır demek bilimsel kanıt anlayışımız açısından yersiz ve gülünç bir iddia olmaktan öteye geçmez! Bir zamanlar Christopher Colombus öncesindeki yerli Amerikan halklarına İspanyollar devasa gemileri ile deniz taşıtları ile sizin kıtanıza topraklarınıza gelip ayak basacak deseydik…tüm yerli halkalar bize gülerdi..Onlarda kanıt isterlerdi! Hem kendi topraklarından başka denizlerin ötesinde bir başka toprak parçasında onlar gibi yerli halklar olabileceğini kabül etmekte zorlanırlardı. Bunu da dip not olarak belirteyim….Umarım iyi niyetli küçük yeşil adamlar gelir! Yoksa İndependence Day ( Kurtuluş günü) filimindeki gibi bir bilgisayar virüsü ile bu gemilerden kurtulmanız çok zor ..O filimlerde olur maalesef.. benden söylemesi ..geldiklerinde… demedi demeyin. Teknolojilerini düşündüğümüzde Dünya çapında bir Yıkım 5-10 dakkayı geçmez ….  Eğer evrende her şey sadece maddesel teknoloji demek olsaydı..böyle uzaylı ırkları durdurabilecek hiçbir mazeret ve engel kalmazdı…Yüksel ruhsal güçlere sahip özlerin durumu sanırım bu dengeleri değiştirmektedir. Ama nereye kadar …! Manevi değerlerin maddesel değerler karşısında ayaklar altına alındığı bir dünyada size tükürerek üzerinizden geçip giden kardeşinizi nereye kadar koruyabilirsiniz..! Bu sözün içrek manası bence iredelenmeli! Maalesef sözlerimiz duyulmuyor. Aslında küçük yeşil adamlar bir tarafa insanlık uzaya gereken değeri vermemekle dünya içinden ve dışından gelebilecek bir çok doğal felaketlerde milyonlarca insanın yeryüzünden silinmesine bir açık kapı bırakmaktadır…Bununda önemle düşünülmesini isterim.

Uzay teknolojisin gelişmesi insanlık birliğinin sağlanması demektir..böyle bir birlik şuurların gönüllerin gelişmesi demektir…artan şuur insanlık değerlerinin artması ve dünyada eşit adalet demektir….ve tüm insanlığın bir ailenin fertleri gibi birbirini görmesi demektir…İçi sevgi dolu olan gönüller…sevgiyle düşünen bilim insanları demek daha yüksek düzeyli daha işlevsel teknolojiler geliştirmek demektir. İçi sevgi dolu olan ruhlar daha geniş ve daha büyük düşünürler. Daha büyük düşünen medeniyetler, evrenle daha uyumlu düşünen akıllar evrendeki bir çok engel gibi görünen şeyleri mesela mesafeleri aşmanında en kolay şekilde en az enerjiyle nasıl başarılabileceğine dair teknolojik öngörüler edinebilme farkındalığınada sahip olurlar. Evrenle uyumlu olan zekalara evrende kendi kapılarını -sırlarını ve gizlerini açar!.

Evrensel birliği ve bütünlüğü gönül olarak yakalayabilmiş ruhlar, büyük özler bilinen evrene ait fiziğide kendi amaçları doğrultusunda hafifçe sağa ve sola kaydırarak gerçekliğin plastiksi düzleminde ilginç oyunlar oynamanında sırrına vakıf olabilirler. Ama içinde sevgiden çok korku taşıyan korkuyla düşünen egoist ruhların yaptıkları araçlarda kendi gönül ve zihinleri gibi sınırlı bir işlevselliğe sahip olmaya mahkum olacaktır.! İnsanoğlunun yaptığı tüm makineler kendi iç dünyaları gibi karmaşık ve kırılgan ve sınırlı…!

---------------------------------------------------------------------            

Tarih:24.07.2006 01:11:26

Sevgili Fatih aslında ziyaretçi defterinden doğrudan karşılık vermem aslında pek uygun olmasa da sanırım burası artık bir forum sayfasına döndü. Madem öyle senin sorunuda yanıtlayalım. Sinek(The Fly) filmi bildiğin gibi teleportasyonu yani madde naklini konu alan bir film. Aslında film bir teleportasyon hatası sonucu hırslı bir bilim adamınının (Jeff Goldblum) sineğe dönüşümünü konu alan bilimkurgu ve korku karşımı bir film.Bence işin bilimkurgusal yanı daha fazla işlenseydi daha güzel olurdu. Korku malzemesi senaryoda daha da düşük tutulabilirdi.Ama korku faktörü senaryado çok daha fazla ön plana çıkarılmış. Neyse sonuçta sinema görsel bir ziyafet! Gelelim gerçekten bilimsel olarak bu iş doğrumu? Öncelikle yakın zamanda hepimiz insanlık olarak bu madde naklini ileri yüzyılarda belki bu yüzyıl bitmeden görebileceğiz. Kuramsal olarak madde nakli mümkündür! Filimde ‘‘madde nakli’’ ışınlanacak madenin atomlarına ve olasılıkla daha alt partiküllerine ayrıştırılarak hatta daha ileri düzeyde enerjiye dönüştürülüp ayrışması (farklı bir forma dönüştürülüp(çözündürülüp) bir başka noktaya transfer edilmesi mantığını temel almaktadır. Yani film prensipte ışınlanmaya bu bilimsel temelden yaklaşıyor.

Aslında salt matematiksel olarak bu bir hayal değil… bilimsel olarak bu mümkün bir senaryodur(kurgudur). Bilimsel anlamda burda konuşulacak çok şey var ama bu sınırlı alanda bunu tartışmak istemiyorum. Hadi var sayalımki tamam sihirli makinelerimiz sayesinde maddeyi moleküllerine -atomlarına – bir anda ayrıştırıp çözüp diğer kabine bunu bir şekilde aktarıyoruz yada bu moleküler kimyasal tüm üç boyutlu atomik iskeletin (kimyasal yapının) tüm bilgisini alıp diğer kabine aktarıyoruz diyelim orda da bu kimyasal bilgilere göre elektronik cihazlarımız yardımıyla bir faks makinesi gibi bu bilgilerin aynen üç boyutlu bir kopyasını yaratıyoruz diyelim.Bu amacını aşan bir teknolojik buluş olsada böyle olduğunu kabül edelim. Aslında buna ışınlama makinesinden çok ‘‘kopya gerçelik yaratımı makinesi’’ demek daha doğru olur. Neyse hadi biz bu makineyle bir şekilde kendimizi ışınlıyoruz diyelim. Öyle kabül edelim.

Böyle bir durumda ışınlanacak bir eşyanın yada bir insanın tüm atomik moleküler kimyasal bileşeninin üç boyutlu matrikssel bilgisininin bilgisayar belleğindeki verilere göre üç boyutlu bir faks makinesi gibi bir kabin içinde birbirini kesen trilyonlarca manyetik şeritli ışın yolları içinde yada bir çeşit yönlendirilmiş birbirini kesen milyonlarca elektiriksel akım alanları yolu içinde milyarlarca atomların boşlukta top gibi yuvarlanarak üç boyutlu manyetik ağ içinde havada bir araya gelerek birleşerek sanki hologramik bir görüntünün taranması gibi cismin maddesel görüntüsünün yukardan aşağıya doğru manyetik kabin içinde cisimleşmeye başladığını(yaratıldığını) düşünün. Şimdi böyle bir durumda bilgisayardaki üç boyutlu kimya örgüsünün analizine göre yapılan bu konumlandırma işlemini düşündüğümüzde bizim çılgın bilim adamımızın ışınlanma kabinine girmesi durumunda bilgisayarın yada cihazlarımızın yanlışlıkla kabine giren bir sineğin DNA koduna ait moleküler kompozisyonu alıp sanki tüm insanın DNA yapısına özellikle dağıtıp yamarcasına bir ‘‘Sinek ve İnsan bileşimi bir yeni DNA yapısı’’ oluşturması mümkün değildir.

Bu sözde filimdeki cihazların çalışma mantığına aykırıdır! Maalesef senaristler bunu düşünmemişler! Çünkü bilgisayar ışınlama yapmadan önce kabin içindeki ve insanın DNA yapısına dek tüm moleküler kompozisyonu okuyor. Kabin içinde bir sinek bile olsa o da ayrı belli bir uzay hacmi içinde ayrı bir yapısal bileşim kompozisyonu olarak okunacağından diğer kabinde de sinekte insanda ayrı ayrı noktalarda tekrar taranıp maddeleştirileceklerdir. Filimdeki senaryo zaten çok mantıksız ( ama eğlenceli ve teleportasyonun olabileceğine dair bir ön sezi veren güzel bir film) Neden dersek..şöyle bir örnek verelim.Zaten bırakın sineği insanın ter damlacağında, tükürüğünde saç tellerinde, diş kovuklarında ve derisinde bile gözle görülmeyen elektron mikroskobu ile görülebilecek bir sürü bakteriyel denebilecek kurtcuklar canlılar yaşamaktadır.

Yani bu ışınlamayı yöneten bilgisayar kendi kendine lan şu adamın DNA sını alayımda şu böcüğün DNA sı ile birleştireyim ..dur bakem ortaya nasıl bir şey çıkacak )) bende merak ediyom lan ) diye özel bir işlem ortaya koymaz! Böyle bir veri taraması otomatik yapılır..ve bilgisayar tarayıcıları için tüm insan sadece üç boyutlu simülasyon olarak taranmış bir atomik bilardo toplarının belli bir şekilde bir araya toplanmış/gelmiş halidir. Bilgisayar Aha bu DNA… bu da şu kimyasal kompozit diye düşünmez. Bilgisayar boşluktaki her bir atomik konumlanışı iki boyutlu beyaz kağıt üstündeki siyah noktaların bu beyaz kağıt üstündeki dağılımını tarayan faks makinesinin optik okuyucusu gibi üç boyutlu matriksteki tüm atomik koordinatların dizinlenmesini olduğu gibi belleğine kodlar.Daha sonra bilgisayar karşı taraftaki faks makinesinde ortaya çıkan ‘belgedeki’ gibi beyaz kağıtta yer alan en sondaki yazılardan ayrı olarak görünen imza ve ismi diğer üstteki yazılarla karıştırmadığı gibi ışınlama makinesi de kabin içindeki sinek ve yolcunun tüm diğer eşyalarınıda hatta insanın saç telindeki canlının kendisini bile kanımızdaki virüsleri bile ayrı ayrı aradaki boşluklarıda bir tür 0000 ve 1111 lerden oluşan tarama misali yine bu boşluğu ve farklılığı betimleyerek tüm boşluğun bilgisini olduğu gibi karşı tarafa yansıtır. Ama bana sorarsanız ışınlamayı bu şekilde kuantum bilgisinin nakli ile yapmaya çalışmak ünlü bilgin Arşimetin bir kaldıraçla dünyayı kaldırmak istemesine benziyor! Hani şu meşhur söz: ‘Bana bir dayanak noktası verin dünyayı yerinden oynatayım (Archimedes M.Ö 308)’

-----------------------------------------------------------------------                 

 

Öncelikle şunu doğru bir şekilde ifade etmek gerekir’ki bir çok insanın  düşünce  dünyası ve  inanç yapısı birbirinden oldukça farklı ! Gerek islami gerek farklı dinlerden olsun aynı inanç yapısı içinde bile mezhepler şeklinde, tarikatler, ekoller  şeklinde bir çok yorumsal farklılık ve  bir çok fikirsel ayrılık söz konusudur. Katolik-Ortadoks yada Sünni-Şii, Alevi yada Nurcular, Fethullacılar,  Süleymancılar, Acizmendiler, kadiriler..vb  gibi. Genelde bir çok farklı inançtan gelen ve  belli bir  inanç şekline, yorum şekline  sahip her insan benimle konuşurken kendi inancının ve görüşünün  bir tescilini yani onaylanmasını duymak adına iletişim kuruyor! Yani kimse gerçekten bir şeyi bilmediğini kabül edip öğrenmek ve işin aslına vakıf olmak adına soru sormuyor yada bu yönde iletişim kurmuyor. Adam bana soru sormak için geliyor.Ben şöyle bir bilinçaltına baktığımda zaten adam o sorunun yanıtını kendi içinde vermiş. Bendende bir benzerini duymak pohpovlanmak ve kendi dar düşüncesininin bir benzerini benden duymak için geliyor. Kardeşim ne bana geliyorsun? Git cami hocasına sana kafandakinin aynısını söylesin!( Bu noktada canı gönülden mesleğini icra eden tüm cami hocalarımızı tenzih ederim. Niyetim burda bir eksiklik beyan etmek değildir.Sözüm anlayanadır.)Sana kendi çeşmesinden su versin!  Adam şişe kadarlık aklıyla bana gelip benden tüm okyanusun suyunu bu şişeye doldurmamı istiyor!Hadi doldur diyor! Anlatıyosun bu seferde işine gelmiyor! Çünkü aklında kendi bildiği inanmayı seçtiği bir anlayış var zaten! Diğer türlüsünü adam duyduğu zaman sapıtıyor! Zihin frekansları allak bullak oluyor! Demekki bilgiyi hazmetme kapasitesi önemli!Aynen bir bilgisayar gibi insanlarında bilgiyi kaldırıp kabüllenebileceği belli işleme limitleri vardır.  Bizim gibi ruhlar bilgelik okyanusununun başını tutarlar.Göllerin ve çeşmelerin başında bekleyen allahın sevgili kulları varken bu insanların bize kaldıramayacakları, hazmedemeyecekleri  sırlar ilmini  öğrenmek için gelmeleri uygun değildir. Bizler peygamberlerin içlerindeki o ilim şehrinin o ilmi sırlara açılan kapının bekçileriyiz. Bizler mütevazi bir sessizlik  içinde bu dünyadan çekip gidecek olan ruhlardanız! Anlayabilecekleri ölçüde bilgi insanlığa zaten verilecektir.Hakikate dair tefekkürünüz ne kadar derinse o kuyudan o oranda  suyu yani mana ilmini çekip zihin düzeyine yükseltebilirsiniz. Herkes hakettiği bilginin sahibi olacaktır, daha fazlası değil! Bu hristiyan papaz, rahip ve rahibe içinde aynıdır müslüman hoca yada imam içinde aynıdır. Bir budist rahip içinde aynıdır.Yada bir Yahudi haham başı içinde aynıdır. Bir hristiyan, klisenin duvarları ardında salih samimi ve açık yürekli bir şekilde Allah ilminin sırlarını öğrenmek adına  tefekküre girebilirse Allah o kuluna bu sırları açar! İnsan, aklını gönlünü açıp genişletebildiği oranda bu ilimlere sahip olabilir.Keza bir budist rahipte kendi manastırının dört duvarı arasında salih bir akılla derin tefekküre dalabilirse doğanın ve  varlığın özündeki içsel bilgiye ulaşarak  gerçeği bulabilir ve aydınlanabilir. Aydınlanmak bir insanın kendi izafi varlığından soyunup mutlak varlığa dönüşmesidir.Bu ''bilinç düzeyinde'' gelişen bir farkındalık halidir!

 

Bizler evrenin sonsuz mesafeleri içinde yer alan bu küçük mavi gezeniniz içindeki herhangi bir dinsel, ideolojik,  ekolsel yapı içine düşüncelerimizi varlığımızı sıkıştıracak kadar dar kablar içinde düşünen varlıklar değiliz. Sonsuz evrenler boyunca sonsuz sayıda  gezegenler, yaşamlar, farklı kültür ve inanç türleri vardır.Bizim gibi ruhlar, sonsuzluk denen bu varoluş kabının her noktasında farklı bedenler içine girerek Allahın evrensel birliğini ve onun mutlak varlığı hakkındaki bilgiyi her varlığa anlatmak ve bu evrensel gerçekleri öğretmekle vazifelidir. Bizim gibi ruhlar maddeden soyundukları ve mana aleminde gözlerini açıp nefes aldıkları için tüm dünyanın çocukları bizim çocuklarımız, tüm dünyanın anneleri bizim annemiz, tüm dünyanın babaları bizim babamız, tüm dünyanın ve sonsuz boyutların tüm varlıkları, bizim kardeşimizdir.Bu sonsuzluk denen ve bizim için bir inci tanesinden daha fazla yer kaplamayan bu sonsuz boyutlu varlık okyanusu ise bizim daimi evimizdir.Ölüm denen şey bizim için bu evin bir odasından diğerine geçmekten başka bir şey değildir. Maddeyi aşan bir zihin için teleskoplarınızla gördüğünüz uzak yıldızların arasındaki en uzak mesafe bir insanın baş parmağı ile serçe parmağı arasındaki mesafeden daha uzak değildir. Zaman ve uzayın yapısına bağlı olarak elinize aldığınız bir kum tanesinin çapı sizin için çok küçük bir mesafeyi ifade ederken  atom içine indikçe yahut zaman ve uzay çerçevesini değiştirdikçe yakın dediğiniz mesafeler sonsuzluklar içermeye başlar keza yine aynı şekilde sonsuz dediğiniz mesafelerde bir kum tanesinin çapından daha küçük aralıklara dönüşebilir.

 

İşte bu ne demek? Zamanın, mekanın ve boyutların bakana göre değiştiği, hareketin niteliğine göre  değiştiği, uzayıp, kısalabildiği değişken zaman ve mekan özelliklerinin bulunabileceği anlamına gelir.

 

Genelde gel sende bana katıl, benim inandığıma inan tarzında bir yaklaşımla insanlar benimle iletişim kurmaya çalışıyorlar.Diyorlarki gel sende bizim boyamıza boyan sende bu kaba gir! Ben açıkcası insanları Sünni, Şii, Alevi, Şafi, Hanefi, yada daha genel düzeyde Yahudi, Hristiyan, Müslünan Budist diye damgalayıp bölmek istemem. İnsana önce insan olarak bakmak öyle görmek lazım. Lakin bunu böyle söyleyerek gülümseten bir ifadeyle bir Çetinizm yada Çetiniler  diye ayrı bir ekol yada tarikat yada farklı bir mezhepte kurma niyetinde değilim. Zaten benim derdim bu ayrılıkları sıfırlayarak Allahın nuru ve şuuru içinde tüm dünya dinlerini ve tüm insanlığı birbirinden ayıran bu kavramları bu ayrılıkları ortadan kaldırmak ve tek bir dünya devleti tek bir evrensel inanç adı altında tüm insanlığı birleştirmek! Bunu yapamasam bile burda bunu ifade etmek insanların gönlünde böyle bir fikri oluşturmak bile büyük bir değerdir!

 

Tabi her insanın farkı bir bakış açısı  var! Kendine göre bir doğrusu var ….ve bu doğrularının bir benzerini işitmek için ordan oraya koşuşturuyorlar! Bu elbette o insanların  kendi seçimleri. Bu noktada tüm bu  insanları eleştirmek anlamsız olur. Zira herkesin kabül edebileceği bir dünya görüşü vardır. Herkes kendi aklının ve gönlünün genişliği nispetinde bir anlayışa sahiptir. İşte bu yüzden herkes dünyevi bir ego içinde kendi kabüllendiği gerçek sandığı şeyleri bana gösterip benden onun tescilini istemeye kalkmasından dolayı ben genelde pek dinsel konularda insanlarla sohbete uzak duruyorum. Ben hiç bir inanç modeline karşı hiçbir zaman  olumlu yada olumsuz bir düşünce beslemiş değilim yada birini karalayıp diğerine aferin diyecek kadarda taraflı bir görüntü vermek istemem. Herkesin düşüncelerine saygım var. Bunun böyle bilinmesini isterim. Eğer bir insan bir şeye inanıyorsa muhakkak kendi duygu ve düşüncelerinin o gerçeği alabilecek yapıda olmasından dolayı o inanca sahip olmuştur. Her tohum kendi ortamında yetişir, yeşerir ve kendi çevresinin yansıttığı nispette o ortamın rengini, şeklini alarak büyür.

 

İslami çevrelerden bir çok insan kılıç sallayan bir asker gibi benim dediğim doğru tavırları ile bana gelerek  benden tavsiye almak istiyorlar.Ben bu şartlar altında ne diyebilirim? Herkesin bir tarzı - hali var.Ama bu tavır hal başkalarının özgürlük alanını ihlal eder niteliğe ulaşmadıktan sonra kabül edilebilirdir.Tersi durumda bu negatif hal  medeniyetler çatışması dediğimiz şeyi doğurur. Günümüzdeki inançlı kitleler malesef manevi dengelerini insanlık değerlerini yitirmiş gözü dönmüş katil yada terörist potansiyeline sahip tipler olarak karşımıza çıkmaktadırlar.Bu gerçekte çok büyük bir eleştirel alana giren çok önemli bir konudur.İslamdaki yada dinlerdeki şiddet ve hoşgörü konusu! Bu sorunun kaynağı uluslar arası düzeyde dinler arası diyolog süreci içinde konunun uzmanlarınca tartışılmalı ve bir çözüme kavuşturulmalıdır. Tabi bu çok yönlü çok politik bir çok iç ve dış çıkar gruplarının dünya üstündeki kapitalist ticari pastadaki paylarına ve bu alandaki küresel ilişkilerine göre şekillenen devasa bir sorunlar yumağıdır. Buz dağının altına indiğinizde  karşınızda görünenden tamamıyla başka bir realiteyle karşılaşacağınız aşikardır. Bundan sonraki ifadeler beni zor durumda bırakacağından yorumu siz okuyucularıma bırakıyorum. Zira yıllardır süren İsrail ve Filistin sorunu bile temelde bir gecede çözümlenebilecek bir sorundur! Ama herkesin elinin bir diğerinin cebinde olduğu ve karşılıklı  uzun vadeli çıkar hesaplarının yapıldığı kapital bir dünyada malesef kimse israilde yada filistinde atılan bombalar altında ölen minik bedenlerin  acısını duyumsamayacak ve görmeyecektir.İşte bunun için hangi dinden yada düşünceden hangi ideolojik etiket altında olursa olsun inanan yada inanmayan tüm insanlar evrensel insanlık değerleri  altında birleşip buluşarak kapitalist dünya değerlerini ortadan kaldırarak yeni bir dünya düzeni kurmak için bir araya gelmelidirler.

 

 Sevgili okurlarım aynı düşünen insanların  anlaşabilmesi 'bir değer yada bir meziyet' ihtiva etmez. Bir insanın sahip olduğu inanç ve fikri sisteminin büyüklüğü kendi gibi düşünmediği diğer insanlara karşı olan tavır ve halleri ile ortaya çıkar. 

 

Ben  kendi engin bilgimle bir takım taraflı ve sınırlı düşünen insanların sırtını sıvazlayıp haa sizin dediğiniz gibi haa öyle   tamam  aferin bende öyle düşünüyorum da diyebilirdim. Ama maalesef iş olsun diye ‘‘dediğiniz doğrudur, yada bir takım gruplardan taraflardan onur payeleri almak adına  bende öyle düşünüyorum’’ diyecek kadar kavisli ve dönek  bir düşünce yapısına sahip değilim. İnsanları idare etmek konusunda yeryüzünde hemen hemen benden daha meziyetli insan yok desem yeridir.Yani ayrımcı taraflı düşünen ve dar kablar içinde yaşayan insanlarla da  bir şekilde anlaşır giderdim.

 

Herkes bir gözünü kapıyorsa bende bir gözümü  kapar karışırdım yalan  sofrasına! Birileri bana ağam, paşam, üstadım, hocam, mürşidim, haşmetlim, şeyhim yada ulema, alim desin diye, pirim, şahım  desin diye lafı güzarda insanların önünde bir kuruşluk paye alayım diye hakikati çarpıtıp eksiltip herkesin duymak istediği gibi kulağa hoş gelen  bir şekilde sözü eğriltip  söyleyecek kadar şerefsiz, karektersiz, onursuz, kişiliksiz bir insan olmadığımı söylemeliyim.Yada büyük üstadlarımızın gerçekleri sembolizmalara dökerek halka anlatmaya çalışması yönünde bir misyonuda yüklenmek bir noktadan bakıldığında halkı aydınlatmanın bir başka yolu gibi görülsede ben bu yönde sessiz kalmayı yeğleyenlerdenim.

 

Gelmiş geçmiş tüm peygamberleriniz, büyük mistik ve bilgeleriniz, evliya ve aziz diye kabül ettiğiniz herkes siz insanlara yalan söylediler! Çünkü buna mecburdular.Geri kalanlarda bu sembolik yada sınırlandırılmış bilgiyi nakilci olarak  diğer nesillere aktarmaktan ve kendi dar alanlı  yorumlarını yazıp çizmekten başka bir şey yapmamışlardır. Onlarada alimler diyorsunuz! Siz insanlar öyle ilginç varlıklarsınızki henüz gerçeğin ne olduğunu bizden duyabilecek kadar ve duyduğunuzu anlayabilecek kadar gönül ve ruh olgunluğuna sahip değilsiniz! Gerçeği size anlatabilecek ve kendini dinletebilecek tek bir öğretmen vardır evrende o öğretmen  ZAMAN dır!

 

Bu zaviyeden bakıldığında veli ve evliya mertebesindeki zatlarıda bu noktada tenzih ederim.Zira bazı sırların doğrudan açılması kimi zaman için uygun olmayabilir! Sonuç itibarı ile günümüz dergahlar,  tarikatler   konsepti içinde  bende cebime bir kaç kuruş katar susardım. Fakat  ben her zaman için üç kuruşluk beklentiler adına ..laf olsun torba dolsun maksat geyik olsun  cinsinden bir davranışa hiçbir zaman girmedim girmem de! Benim ışıktan yoksun olan, hakkın tecelli etmediği, derinliği olmayan  kuru sohbetlerde ve sofralarda  işim olmaz!  Hayatımda üç kuruşluk çıkar için ne kimsenin sırtını sıvazlarım ne de kendi sırtımı sıvazlatırım nede yanlış olana doğru derim. Bir kuru ekmek yerim ama her zaman için ‘ilmi alanda - fikri alanda’  eğriye doğru demem, doğruya da eğri demem!. Bir Müslüman Türk Genci olarak eğer benim milletim benim dinimin insanları yanlış yolda ise ben adaletin kılıcını taşıyan biri olarak eleştirimi taraf tutmadan adam gayırmadan yaparım! Hakkın karşısında ''O bizden, öbürü bizden değil'' ayrımına gitmem. O yüzden Allahın nuru şuuru içinde kendi zamansızlık ve mekansızlık kabımda bu sonsuzluk deminde bu tarafsızlık deminde Allahtan başka kimseye minnet etmem!  Bir kuru ekmek yerim kendi sessizliğimde kendi hak bildiğim yolda  son nefesimi verir çeker  giderim bu dünyadan! Başka türlüsü beni ben yapan yüksek değerlerime yüksek ahlakıma ihanettir! Kendimi yok saymamdır!

 

Benim değerlerim var..inançlarım var.. ben ahlakımla kişiliğimle varım etimle kemiğimle kendimi var kabül etmiyorum! Aksi bir durum beni küçültür değerlerimi yitirmeme neden olur. İnsan değerleri ile vardır! Bu değerlerim yüzünden ben her alanda çok şey kaybettim!  Ama sonuçta ben kendimle barışığım ...sonuçta ne kadarda çok şey kaybetmiş gibi görünsemde aslında  çok daha farklı boyutlardan kazanan daima ben oldum! Dünyaya yeniden gelsem bile yine aynı değerlerle yaşamak isterdim.Ne olursa olsun doğru daima doğrudur. Bizim gibilere  değil dünyanın cennetin bile  en güzel ırmakları, tepeleri dağları  dar gelir. Bizim gibi ruhlar için en büyük armağan en büyük  en güzel cennet mekanı Allahın gönlünde yer etmek ve  onun sevgisini kazanmaktan başka bir şey değildir.

 

 Sonuçta hangi dünyevi bakış açısı içinde olursa olsun hiç kimseye ve hiç bir inanca  karşı herhangi bir olumsuz yargım yok! Herkesin yanlışı doğrusu kendine! Eğer ki bana inançlı bir insan olarak nasıl yaşamamız gerektiğine ve hangi temel değerlere dikkat etmemiz gerektiği hususunda soru soracak olursanız sizlere şunu söyleyebilirim: Kim neye inanıyorsa o inancın o kişiler için en doğru kabül olduğuna kani olun derim.Kimseyi kendi inancınıza dahil etmek için maddi yada psikolojik baskı altında bırakmayın. Herkese kendi dinini inancını fikrini yaşaması için fırsatlar sunun. Bu konuda sıkıntı varsa hakikat üstünde olan inançlı insanlar bu engel ve sıkıntıları oradan kaldırmalıdırlar.

 

Biz müslümanlar arasında hep yanlış bilinen bir şey vardır.O şey de insanları müslümanlığa davet etme çağrısıdır.Sevgili dostlarım başkalarının değerlerine yanlış diyerek kendi değerlerinizi yüceltemezsiniz! Tam aksine değerleriniz küçültürsünüz. Ama bir müslüman olarak başka bakış açılarının başka doğrularında olabileceğini kabül edip hoş görü içinde başkalarının inançlarına saygı gösterdiğinizde o zaman islamın eylem boyutundaki bu genişliği ve hoşgörüsü  üzerine müslümanlığı kabül etmeyelenlerde bu değerlerin zenginliğinden ve gönül genişliğinden ötürü zaten müslümanlığı kabül edecektirler.Yoksa insanları islama çağırarak, zorlayarak baskı altına alarak, başkalarına böcü gibi yan gözle bakarak, en  doğru din bizimki diyerek böyle bir derinliği olmayan bir politikayla hareket ederek insanları islam dininin yüksek manevi değerleri altında toplayamayız. Budizmi, Yahudiliği, Hristiyanlığı kötüleyen  provakatif (yargılayan)  bir dille insanları İslam dinine çekemeyiz!

 

Hakiki bir inancın klisesi camisi tapınağı tüm gökyüzüdür! Ve tüm gökyüzünün altında dünyanın tüm inançları birlik ve beraberlik içinde uyum içinde sevgi ve hoşgörünün hakim olduğu bir dünyada bir araya gelmiş olmalıdırlar.Bir aile düşününki çocuklardan birisi müslüman birisi hristiyan birisi yahudi  birisi Budist  olsun işte bu gibi aynı dünyanın çocukları olarak hepimiz farklılıklarımızı bir ayrılık bir uyumsuzluk bir karşıtlık ve kamplaşma unsuru olarak görmekten çok bir zenginlik bir renklilik ve evreni algılamada, doğayı ve dünyayı algılamada farklı zaviyeler ve farklı algılama çerçeveleri olarak bu farklılığı hoş görü ile kabül etmek ve birbirimizi sevgiyle kucaklamamız gerekir. Fakat bir takım dünyasal çıkar ve menfaatler adına birileri bu çeşitliliği bu renkliliği kendi çıkarları adına kullanmaktan ve insanları birbirine çatıştırıp vuruşturmaktan ve dünyayı kapitalist bir kaos içinde parçalara bölmekten zevk almaktadırlar.Dünyanın bu lezzetlerini eşit olarak paylaşmaktansa birileri bu dünyevi pastadan daha çok pay alma adına gözlerini karartan ego ve ihtiras ve karşı konulmaz hırslar adına kendi maddi tutkuları adına kendi yanındaki yitip giden kardeşinin kanına göz yummakta ve virüsler gibi kendi ortamınıda yok ederek kendini topyekün helaka ve kaosa sürüklemektedir.

 

 

Bu büyük küresel çıkar guruplarının tekelinde olan medyalara baktığınızda  dünyanın şurasında 10 tane sünni öldü burasında 5 tane Hristiyan öldü diğer yerinde 7 tane Şii öldü ortadoğuda 8 Filistinli öldü, roket saldırısında 3 israilli öldürüldü. Şurada 5 kominist asıldı, ve uçakla atılan kimyasal silahlarla 10 kürt öldürüldü, camiden çıkan sünni müslümanlar 8 alevi katletti, Amerikalı asker camiye sığınmış yaralı bir sünni müslümanı silahıyla öldürdü  gibi bir çok haber duyarsınız. Yani sonuçta hepimiz o kadar çok etiketlere ve isimlere kendimizi kaptırmışızki o ölenlerin  yok olanların  yakılanların İNSAN olduğunu unutuyoruz. Yani doğuda güvenlik güçleri 10 kürt  öldürdü yada karşı haber gruplarında doğuda 9 tane Türk güvenlik güçleri  vuruldu gibi benzeri yüzlerce haber ordan oraya dolaşır.Ama hepimiz bir şeyi unutuyoruz bizler hepimiz Türk, Kürt, Amerikalı, İsrailli, Filistinli, Ermeni, Rum, Çingen, Arap yada inanç boyutunda Şii, Sünni, Alevi, Süryani, Musevi, Yahudi, Budist,  Hristiyan (katolik, ortadoks..vb) etiketler altında birbirimizi damgalasakta hepimiz önce İNSANız. Bir an için tüm dünyadaki zamanı durdurup insanların ne yaptıklarına nereye gittiklerine şöyle bir bakmalarını ve kendilerini sorgulamalarını isterdim.Bizler kimiz, ne yapıyoruz, nerden geldik ve nereye gidiyoruz? Ve en önemliside şimdi tam olarak bu anda ne yapmalıyız!

 

Dünyanın tüm çocukları güzeldirler.Dünyanın tüm çocukları bir anneye sahiptirler. Dünyanın tüm çocukları mavi gökyüzü altında yeşil çimenler üstünde koşmak oynamak ve cebindeki şekerlemelerin tadına varmak isterler.Dünyanın tüm çocukları anne sevgisini şefkatini ve bir yuvanın sıcaklığını duyumsamak isterler.Dünyanın tüm çocukları ağladığında gözlerinden damlayan yaşların kimyası bir diğerinden daha farklı değildir.Ama maalesef birileri bir fark yaratma peşinde ve birileri bu dünya pastasından daha büyük pay almak adına yada kendi sapkın inanç sistemleri adına hayali cennetlerde dolaşmak adına kendinden olmayan herkesin günahkar olduğunu iddia etme peşinde! Bu gruplar ''olmayan farklılıkları'' yaratma peşinde ve özellikle bu farklılıkları pekiştirip arayıp bulmanın gayreti içindeler.Müslümanlar  yada Hristiyanlar kendinden olmayanı gavur ve düşman ve cehennemlik olarak görüyorlar.Şimdi diyeceklerki olurmu öyle şey bunu Allahtan başka kimse bilmez. Ama malesef  içinde yaşadığım dini sistem olan ve sözde ''yaşanan islam'' kitaptaki islam değil. Yaşanan islam birilerinin uzun zaman önce hurafeleri ve her türlü siyasi politik yanlı taraflı tutumlarını içine zerkettiği bir islam! Maalesef normal halk düzeyinde yaşanan islam tutucu islamdır.

 

Taraflı yanlı politik bir islamdır.Malesef yaşanan islam ayrımcılığı körükleyen ve insanların birbirine önce insan olarak değilde bir  öcü yada böcük olarak baktığı bir islamdır. Malesef yaşanan islam herkesin birbirine etiketler vurarak birinin diğerinden üstün olduğunu vurgulayan bir islamdır. Aynı eleştirilerim dünyanın diğer inanç sistemleri içinde geçerlidir.Öyleyse düşünmek lazım bugünkü dini inanç modellerimiz insanlığın kurtuluşu adına bir çözüm getirebilirler mi? Bunu sorgulamak lazım!

 

Bugünkü yaşanan islamda herkes kendine müslüman!  Bir müslümana göre gavurun karısına kızına tecavüz etmek, malını, mülkünü çalmak  sevaptır zihniyeti hakim maalesef. Diceyeceklerki olurmu öyle şey! Ama gündelik hayatta genel müslüman zihniyetine tarafsız öz eleştirel bir bakışla bakarsak bunun böyle olduğunu görürüz. Demekki bir yerlerde bir eğitim eksikliği ve algılama sorunu var! Sadece Filistindeki müslüman çocuklar söz konusu olunca ağlayan yada ağlamaya çalışan bir müslüman kitlesi var karşımızda. Ama eski Irak lideri Saddam Hüseyin kuzey ıraklı binlerce müslüman  kürt ve Türkmen çocuklarını kimyasal silahlarla katlettiğinde kimse ses çıkarmadı! Herkes bıyık altından gülümsedi. Aynı durum israilli çocukların terör saldırılarında yaşamlarını yitirmesi konusunda da söz konusu olmuştur. Yine aynı şey Sivas ve Maraştaki Türk ve Kürt kökenli Alevilerin sünni Türk  müslümanlarca katledilip öldürülmesi yakılması olaylarındada yaşandı. Hiç bir müslüman gurup çıkıpta bu olaylar yanlış bu dine aykırıdır diye tepki göstermedi.Tam tersine oh hakettiler diyen bir sessizliğe büründüler. Ama Amerikalı asker kuzey ırakta sünni müslümanı yüksek kalibreli silahıyla öldürürken malesef bu sessiz kitle birden  müslümanlık değerlerini insanlık değerlerini hatırlayıveriyor.Hemen olurmu öyle şey diye kamu oyu ayağa kalkıyor. Demekki oluyormuş böyle şeyler dünyada! Keza 11 eylül olaylarında binlerce insanın yaşamlarını yitirdiği bir insanlık dramında tüm Filistin halkı sevinç nidaları atıyordu. Yani demek istediğim herkes bu devirde kendine müslüman. Herkes birbirini insan olarak değilde bir sürü etiketler ideolojiler altında sadece bir grubun bir parçası olarak görüyor. Birçok noktada müslüman aleminine haklılık payesi versekte malesef  müslümanlar olarak kendimizede bu  öz eleştirel yaklaşımları en acımasız şekilde taraf tutmadan sergilememiz lazım.İşte burda yazılanları tüm dünya kamu oyuna aksettirdiğimizde bir çok konuda bir müslüman olarak tamamıyla objektif olabildiğimizi insanlık alemine sergilemiş oluruz.Bizden olan birilerinin  yaptığı yanlışa doğru demek bir müslümanın yüksek erdem ve ahlak değerleri ile bağdaşmaz. Eğer bir hristiyanın, Yahudinin yada etnik ırk bazında bir israillinin yaptığı doğru ise etiketinden dolayı ona yanlış demek eğri demek evrensel ahlak değerlerine terstir.

 

Bir taraf 11 eylül olaylarındaki gibi cennette  dolaşmak adına  kendinden olmayanı katledip öldürmeyi sevap sayarken diğeri dünyanın siyasi ekonomik çarkı içinden pastadan kendi adına daha büyük bir payı almak adına her türlü farkılılığı her türlü değeri çıkarlarına göre kullanma peşinde.Yani maalesef kimse sütten çıkan ak kaşık değil! Diğeri aynı konumda olsa oda aynısını yapar. Din bu işin kılıfı! Herkes çıkarlarına kendine göre bir kılıf buluyor. Birisi özgürlük adına diğeri başka şey adına bu cinayetleri işliyor.Bence arada bir fark yok! Ben sadece arada kalan ve şekerlemelerinin tadına bakamadan ölen ve bir daha da yeşil çimenler üstünde özgürce koşamayacak olan  tüm dünya çocukları  için üzülüyorum ve göz yaşı döküyorum. Ben tek başıma bu dünya dramını bu ilüzyonu ortadan kaldıramam! Tanrının krallığında herşey mümkündür lakin anlayarak kavrayarak sevgi ve bilimle, şefkat, hoşgörü duygularını harekete geçirerek hep birlikte değişmeye çalışmak yerine uzayın karanlık boşluğunda mavi bir inci gibi parlayan bu dünyanın karanlık ruhları üstüne sihirli bir peri değneği ile dokunarak tüm dünyanın bir gecede, bir anda düzelmesini ummak varolmanın esas gaye ve espirisine aykırı bir düşüncedir.Uygarlık ve gelişim bir tarihsel serüven içinde elde edilen kazanımlar üstüne kuruludur. Maddi ve manevi gelişim anlamında bu, evrende daima böyle oldu ve böyle olacaktır.   Ben tek başıma o çocukların açısını dindiremem. Bir kaç çocuk için yada zamanın tüm çocukları için  mucizeler yaratmakta gelecek adına çözüm değil. İsa ölüleri diriltti, körlerin görmesini sağladı, felçlileri ayağa kaldırdı. Ama onun öğretisindeki ana beklenti  herkesin bir İsa olduğu ve kendi içlerindeki gücü keşfettikleri bir dünyanın kurulması idi. Ama maalesef böyle olmadı. İsa'nın bir havarisi onu Romalı askerlere üç kuruşa sattı. Ve koca hristiyanlık alemide onun değerlerini kendi politik dünyevi amaçları içinde bir kılıf haline soktu. Mavi küreniz hala uzayın boşluğunda öylece dönüyor ve aradan onca zaman geçmesine rağmen ve yeni evrensel değerlerin yeniden kazanılması adına kuantum boşluğunda gizli bir krallıktan emirlerle gelen  Hz Muhammet gibi yeni evrensel bilgi elçilerine rağmen Buda'dan ve İsa'dan bu yana insanlık kendi içinde  olması gereken evrensel birliği ve kardeşliği sağlayabilmiş, tesis edebilmiş  değil.

 

Son olarak tüm insanlık camiasına ifade etmek istediğim bir şey varki o da dünyadaki bu kaotik karmaşadan sorumlu olarak  sadece bir takım belli büyük ekonomik çıkar guruplarını ve enerji kaynaklarını kontrol etmek isteyen  bir takım gizli güçleri görmek kendi sorumluluğumuzdan kaçmanın bir başka kılıfıdır.

 

Ve komplo teorilerince uydurulan  illüminati benzeri en tepede duran- oturan ve herşeyin sorumlusu olarak görülebilecek  şeytani bir güçte mevcut değildir! Dünyadaki tüm proplemlerin kaynağında insan olarak tek tek hepimizin sorumluluğu vardır. Yani Müslüman gruplar gibi yanımızdaki kardeşimize, komşumuza yan gözle bakıp onu öldürüp sonrada  tüm kendi yanlış ve hatalarımızı sadece İsrail ve Amerikanın üstüne yıkarak kendimizi sütten çıkan ak kaşık gibi göstermeye çalışmak bir çözüm değildir. Bu kendimizi aldatmaktır. Bu gibi çifte standartlı tipik ortadoğu paronayalarıda insanlık aleminin huzura barışa ve kardeşliğe çıkışı adına bir çözüm değildir. Hepimiz dünyadaki tüm bu olup biten olaylardan sorumluyuz. Hepimiz tüm insanlık alemi olarak hep birlikte kendi gerçekliğimizi yaratıyoruz. Herbirimizin kollektif  düşünce ve eylemleri  birleşerek dünya dediğimiz bu mavi küreyi ve evren dediğimiz bu sonsuz boşluğu kendi bilinçlerimizde yani maddesel gerçeğin açığa çıktığı kuantum dünyasının köpüğü içinde yaratıyoruz. Bilincin ve kuantum köpüğü boşluğunun kesiştiği noktada biz kendi realitemizi beklentilerimiz daha doğrusu özgür seçimlerimiz  doğrultusunda hep birlikte yaratıyoruz. Eğer tüm dünyadaki insanlar  içlerinde sevgiyi huzuru ve barışı niyet etselerdi dünya cennet olurdu!

Sevgili dostlarım unutmayınki yeryüzünde tüm bu yaşadıklarımızdan sorumlu tutulabilecek özel bir güç özel bir çıkar grubu söz konusu değildir. İsrail yada Amerika dediğiniz çıkar gruplarının güçleri bile bir yere kadardır.Ve tek bir insanın bilinçli niyetinin gücü tüm bu bahsi geçen askeri ve siyasi güçlerden çok daha devasa bir enerjiye ve yaptırım gücüne sahiptir. Hepimiz insan olarak bu gücümüzü keşfetmeli ve bir İsa bir Buda gibi aydınlanmaya giden yolda bir adım atmalıyız. ''Aydınlanmak'' tek kelimeyle  kendi gerçeğimizi kendimizin yarattığının farkına varmak demektir.Bu ifadenin gerisi ve ötesindeki ifadeler sadece reklamlar kısmına girer!

Tüm  dünya insanlarına sesleniyorum sahip olduğunuz aklınız, bilinciniz <<sizi saran içine alan kendi inanç değerlerinizin ve ön kabüllerinizin ve size bugüne dek öğretilmiş tüm bilgi birikimlerinizin kırıntılarından  yapılmış>> bir koza bir  hapishane içinde uyumaktadır. Aklınızı ve bilincinizi özgürleştirmek için bu kozayı bu DNA kodlarınıza ve biyo kimyasal kalıplarınıza kadar  işlemiş tüm bu ön kabül ve şartlanmalarınızı kırıp zihninizi bağlayan bu  ön kabüller zincirinden kurtulmalısınız.Dünya dediğiniz yer sizin sandığınız gibi bir yer değildir. Bildiğinizi sandığınız hiç bir şey öyle değildir.Sizlere bugüne kadar öğretilen tüm bilgiler yanlış! Uyuyan tüm insanlığa sesleniyorum uyanın..!

 

     ...Şimdi tam olarak bu anda UYANIN! Gerçek güç kendi gerçeğinizi bilinçli niyetleriniz ile kendinizin yaratabileceğinize  dair bir  bilgiye vakıf olmaktır. Göklerde sizi bekleyen ve sizi yargılayacak ve cezalandıracak olan  sizin dışınızda bir güç yoktur. Tanrının gücü şu anda ve burdadır.Tanrının gücü sizin içinizdedir. İyi ve kötü dediğiniz şeyler size göre olan izafiyetteki göreli hallerin toplamından başka bir şey değildir. Sonsuzlukta olan şey sadece içimizdeki Tanrının kendi özgür seçimleri sonucunda karşılaştıkları bir dizi olaylar ve hallerden başka bir şey değildir.Herkes bir gün  beklediğini aradığını ve düşündüğü gerçeği karşısında bulacaktır.Mavi periyi arayan mavi periyi bulacaktır. Bilinç altının derinliklerinde ne gizliyse! Ne ekerseniz onu biçerseniz nasıl düşünürseniz öyle yaşarsınız! Ama bu gelecek olan ''bir günün'' ne kadar kısa yada uzun olacağı sizin bilinçli niyetinizin gücüyle doğru orantılıdır.Bu evrende mutlaka her insan düşüncelerinin ve  eylemlerinin sonuçları ile karşılaşacaktır.İşte bu nokta büyük dinlerdeki cennet ve cehennem kavramlarının ifade etmeye çalıştığı noktadır. Budizm'de buna ''karmik bağ'' (karma) deniyor Elbette tüm bunları bize sunan bir yaratıcı enerji bir Tanrı vardır.Allah vardır.Lakin onun kudreti ve ilmi hakkında insanlar çok az şey biliyorlar.Büyük dinlerimizin bize öğrettiği şekilde bir Tanrı Modeli yoktur. Sudaki balıkları  insanlara benzetirsek suyuda Tanrıya benzetebiliriz.Balıkların içinde yaşadıları  su hakkında  ne kadar haberi ve bilgisi  varsa bizlerinde Tanrı hakkında o oranda haberimiz ve bilgimiz vardır.Daha ötesi değil!

 

Son olarak söylemek istediğim bir husus varki burda söylediğimiz tüm sözler malesef  Türkiye gibi Mısır yada Pakistan, Afganistan, İran gibi üçüncü dünya ülkelerinin şartlanmacı dar düşünce yapısı içinde anlaşılamıyor. Bu söylediğimiz şeylerin heba olmaması ve burlarda kaybolup gitmemesi için ingilizceye çevrilip Amerika ve  Avrupadaki  özgür beyinlere ulaşması gerekir. Zira dünyayı değiştirecek güneş son birkez olarak batıdan doğacaktır.Ve tüm bu bilgiler ve bunların devamı niteliğinde olan diğer görevlilerin ifade ettiği bilgiler yeni dünya üstünde kurulacak olan yeni bir Atlantis devleti ve bir dinden daha çok yeni bir yaşam felsefesi olan bir Makro Felsefe altında toplanarak 'yeni dünya dini bir bilim olarak bir evrensel yaşam felsefesi olarak' şuurlu bir inanç modeli çevresinde insanlığın büyük bir bölümünü  bir araya getirecektir.

                                                                     Çetin BAL -Denizli -18/08/2006

--------------------------------------------------------------------------------------

 

Sayın Mehmet Alkan E-Mail trafiğim çok yoğun olduğu için bazı arkadaşlara burdan kısaca yanıt vermek istiyorum.Öncelikle makroskopik düzeydeki  foton davranışlarından yola çıkarak paralel gerçeklikler ve alternatif dünyalar anlayışına ulaşamayız. Ben bu konuda bir çok yazı yazdım ve bilim adamlarının bahsedegeldiği fotonların davranışlarına dair kuantum  felsefesi konulu bazı açıklamalar yaptım. Maalesef  günümüz bilim konsepti içinde bu kavramlar daha yeni! Ve bu nokta  insanlık için çok karanlık bir alan. Bir fotonun dünyası  keşfedilmeyi bekleyen ve gizli hazinelerle  dolu sonsuz imkanlar dünyasına açılan bir kapı gibidir! Fotonların gizli mahiyeti! Biz henüz o kapı aralığından şöyle göz ucuyla bakıyoruz ve buna rağmen lazer teknolojisi, kristaller ( yarı iletken transistörler) ile dünyamız bugün global çapta bir değişimin yani internet devriminin eşiğine kadar gelmiştir.

 

Bilimsel laboratuvarlarımızda  fotonun gerçek potansiyelleri net olarak anlaşıldığında orda daha çok imkanlar görüp bunları kullanabildiğimizde  bilimsel anlayışımızdaki gelişmeler  fotonlar ve kristal yapılar hakkındaki bilgimiz bize yıldızlara  ışıktan daha hızlı gitmenin olası olduğu yeni bir dünyanın yani farklı boyutlar gerçeğinin kapılarını aralayacaktır. Foton dediğimiz şey uzay/zamanın dokumasını oluşturan temel yapı taşıdır. Bir nevi uzay/zaman  iki boyutlu bir halıya benzetilirse bu halının yapıldığı ana madde nasıl pamuksa  fotonlarda yokluk içinde  uzay/zamanı örerek dokuyan yani uzay-zamansal çizğileri içinde taşıyan bir temel yapı malzemesidir. Bir fotonun en güzel tanımı bir kalemin beyaz  bir kağıda dokunduğu anda kağıtta kalan noktasal bir İZ ile tarif edilebilir. İşte fotonlarda Tanrının  yaratılış kalemi ile  yokluk sayfasına dokunduğu yani kalemin yokluğa ilk temas edip varlık aleminin göründüğü ilk anı ilk oluşumu temsil eder. Ve böylece bu noktanın hareketinden bir çizği bu çizğinin hareketinden bir  yüzey bu yüzeyin hareketinden bir cisim ortaya çıkmıştır. Fotonlar kendi arkasında evrenin bilincini saklayan kuantum dünyasının en dip noktasına inen tavşan  deliğinin en son ucudur! Tüm dışımızdaki dünya aslında içimizdeki dünyanın bir yansımasıdır. İçsellik ve dışsalık bilincimizin bize oynadığı bir illüzyondur.Katı maddeler dediğimiz şeylerse bir noktadan bakıldığında birer ilüzyondurlar. İlk elden bu tavşan deliğine girdiğimizde katı dediğimiz tüm maddelerin dokunmak dediğimiz şeyin aslında farklı atomların dış  yörüngelerinde  dönen negatif elektron şarjlarının birbirini itmesinden başka bir şey olmadıklarını kavrayabiliriz.

 

Eğer bir anlığına bu negatif şarj yüklerinin alan frekansları ile titreşim genlikleri ile oynadığımızda maddeyi görünmez yapmak hatta duvarların içinden bir yoğurdun içinden geçer gibi geçip gitmek mümkün hale gelir.Ve bildiğimiz gerçeklik bir anda kayboluverir.Yine atomların en dış yörüngesindeki bu  negatif şarj yükleri ile profesyonelce oynamaya başladığımızda kendimizi bir anda denizin üstündeki ayrışık su molekülleri üstünde sanki düz bir katı zeminde yürür gibi yürüyebileceğimiz gerçeğiyle karşı karşıya buluruz. Ve yine tüm bu temel elektromanyetik ve elektiriksel prensipleri bir derece değiştirdiğimizde bilinen tüm fiziğin alışıldık kalıplarını bir anda yerle bir etmemiz, geçersiz kılmamız mümkündür.Böylece bildiğimiz ateş sizi yakmaz olur, kuzey kutbunda sıcaktan terlersiniz ve suyun üstünde yürür ve katı duvarların içinden geçip gidebilirsiniz. Ve kocaman bir tankı tırnak ucu büyüklüğüne gelinceye kadar küçültebilirsiniz.Çünkü aslında atom dediğiniz katı madde dediğiniz şeylerin arasında muazzam devasa boşluklar vardır.Bu boşlukları hafifçe aldığınızda  arabanızı cebinize katıp evinize götürebilirsiniz. İşte bu maddenin temelindeki elektromanyetik yasaları ustaca kavrayıp en üst düzeyde kullanabildiğimizde  yıldızlara yolculuktan, ışınlanmaya, görünmezliğe, bedava enerji motorlarına,  antiçekim jeneratörlerine ve zaman makinelerine dek uzanan hayli  kabarık bir listeyi içine alan imkanlar dünyasına adım atmış olursunuz.

 

Uzay/zamanda bir nokta! Fotonlar! Ama bu nokta  titreşen bir çeşit notaya ve sese sahip olan canlı yaşayan bir noktadır. Newton ustanın belirttiği yada algıladığı gibi bilardo topu gibi bir şey değildir bu!  Bu  uzay/zaman kesişim NOKTAları bugünlerde halka biçimli titreşen sicim noktaları gibi düşünülmektedir tabi böyle bir yaklaşım uzay/zamandaki noktayı işlevsiz kuru bir nokta olmaktan çıkartıp yaşayan bir matematiksel nokta haline sokmaktadır.! Bu noktaların katı  ve uzay/zamandan bağımsız birimler olduğunu savunan Newton’un aksine Einstein usta bu noktaların en boy ve derinliğin yanı sıra zaman dediğimiz fazladan bir boyutunda taşıyıcısı olduğunu ifade etmişti.Ayrıca bu noktalardaki yapısal değişimler uzay ve zaman dediğimiz her birime ait küresel atmosferin değişebileceği ve faklı zaman ve mekan özellikleri sergileyebileceğini ifade etmiştir.

 

 Burdaki ifadem özel izafiyet ve genel görecelik kuramının Birleşik Alanlar Kuramı bağlamında  ele alınıp değerlendirilmesi sonucunda söylenebilecek en üst düzeyde elde edilebilecek bilimsel bir bulgudur, bir ifadedir! Kuantum fiziğinin bulguları  yada genel görecelik fiziğinin bulguları ve felsefi yorumları hayal gücümüzü ne kadar zenginleştirsede burada ifade edilen bir çok kavram sanıldığı gibi değildir.Yani bugünkü bulgulardan yola çıkıp farklı boyutsal realiteleri yada alternatif evrenler gerçeğini yada zamanda yolculuk hadiseleri doğrudan açıklayamayız. Bu dünyanın ve bu zamanın fizikçileri için henüz  bunlar sadece hoş hayallerdir. Henüz kavramlarımız ve hayallerimizi çok mekanik düzeyde kalmaktadır.Yani bir zaman makinesini bir çim biçme makinesi gibi düşünemeyiz? Yada ışık hızını aşacak bir uzay gemisinde ateşleme bujileri yada jet itkili motorları düşünmek sanki  pervaneli uçakla  uzaya çıkmayı düşünmek gibi bir şeydir.Oysaki hava akışı ve yoğunluğu  100 km ye varmadan  bitmekte ve uzayın sınırına gelinmektedir.

 

Sayın  Alkan bey yazınızda bahsettiğiniz beyin ve fotonlar ilişkisi çok çok derin ve anlaşılması güç bir konu.Lakin biraz izah edeyim. Beynin dünyayı algılayışında yani görme konusunda elbette fotonların ve beynimizdeki sinirlerin beyindeki biyokimyasal tepkimelerin bir rolü vardır.Fakat bu rol her ne kadarda üç boyutlu dünyamızı algılamamızı sağlasada algıladığımız dünyaya ait gerçekliği şekillendiren ve belirleyen bir etmen değildir.Bu noktada basit bir materyalist felsefeciye hak verebiliriz.Yani beyin ve gözler aslında dünyayı algılayan bir çeşit elektronik bir  devre kartından başka bir şey değildir.Beyin her türlü bilgiyi işleyen biyo elektriksel aktiviteye sahip biyokimyasal bir canlı devre kartıdır.Bu sistemin işleyişi anlaşılabilirse kuantum bilgisayarlara giden yolda düşünen devre kartları (bilgisayarlar yapılabilir). Fakat her şey burada bitmiyor. Beyin bugünün bilimi kadar geleceğin  bilimi için bile hala tam olarak çözülememiş bir sır olmayı sürdürecektir. İnsan beyni kendi içinde  evreni yaratan güce açılan kapılara sahip yaratıcının kendini gizlediği çok özel bir odaya sahiptir. Evrenin tüm büyük araştırmacı  zekaları hep bu odayı arayıp durdular ama kaç uygarlık bu gizi çözdü derseniz bu konuda  yorum yapmak istemem. Beyin denen şey çok özel çok boyutlu çok fonksiyonlu bir tür  bilgisayardır. Bu tüm  sonsuz boyutların iç içe geçtiği maddi  düzeyde kristalize  bir yapıda tüm sonsuzluğu içine alan bir çeşit hologramsı bir bilgi kaydına  sahip çok özel bir yapıdır. SU dediğimiz moleküler  bileşim kristalize yapının çok basit bir tasviri  olarak karşımıza çıkar. Geleceğin olası bilgi saklama metodlarını düşündüğümüzde bir damla suda tüm dünyanın bilgisini saklamak mümkün hale gelecektir.

 

Beyin çok boyutlu enerjiler düzeyinde işlev gören multipleks yani çok boyutlu-çok katlı bir bilgi –işlem makinesidir. Yani hayallerimiz ve anılarımız bizi biz yapan her şey sadece bu boyutta kalan ve işlem gören şeyler değildirler. Beyin bir çeşit bir ayna  gibi bu kendinde toplanan  verileri farklı boyutsal düzeylere özellikle evrenin daha farklı plakaları üstüne kayıtlamaktadır.Evrenin kendisi dev bir canlı devre kartı gibidir insanın keni beynide bu devasa hologramik verilerin yer aldığı sistemin küçük bir kopyası gibidir. Ruhumuz dediğimiz hayallerimiz anılarımız ve tüm kişiliğimizin toplamını ifade eden benliğimiz sonsuz zaman ve mekan ölçeğine yayılmış bu devasa sistemin içinde çok küçük bir veri (bilgi işlem ) noktasıdır. Ve kader dediğimiz var olmanın amacı dediğimiz şeyde bu evrensel proğramın varlıksal ilkelerine göre ruhsal öz dediğimiz  bu şeyin evren denen devasa  bilgi işlem ağı içinde  bir suyun akışı  gibi  yada devre kartı içinde akan elektron akışı  gibi bir bedenden diğerine doğru bir boyuttan diğer bir boyuta doğru tüm benliğimiz evrenin dokusuna işlemiş (kaydolmuş)  elektromanyetik frekanslar şeklinde dolaşır durur! Bir noktadan sonra benlik dediğimiz hayallerimiz dediğimiz tutkular dediğimiz her şey  evrenin kendisi dahil bizi biz yapan her şeyin aslında sadece sanki suyun üstündeki  iç içe geçen dalgalanmalar misali elektromanyetik bir dalgalar- frekanslar- karmaşasından başka bir şey olmadığını öğreneceğiz! yada sonsuzluk denen şeyin  sadece bir çeşit elektromanyetik frekanslar manzumesinden oluşmuş bir çeşit  fraktal desenler ağından/toplamından  başka bir şey olmadığını anlayacağız. Herşey tüm algıladığımız dünya fraktal bir enerji kasırgasından başka bir şey değildir.

 

İnsanın beyni  sonuç itibarı ile  ilk bakışta sıradan bir ses kaydedici kaset gibi işler.Bu böyledir.Yani bizim fotonları algılama şeklimizin bu noktada bir önemi yoktur.Çünkü doğuştan kör biri de sonuçta farklı bir hisle geometrik dünyamızı  üç boyutlu olarak ölçümler.Bir körler uygarlığı bile   bilimsel ölçümler ve testler ile bizim vardığımız bulguların benzerlerine ulaşacaktır. Çünkü  gözümüz görsün yada görmesin bir metre daima bir metredir sıcaklık değerleri vb.  her şey  değişmez! Aslında bakarsanız  körler uygarlığında bile çok zeki olanlar Einstein’ın rölativite kuramına farklı tasvirlerle ulaşabilirler. Demek oluyorki yaşadığımız dünyanın matematiksel gerçekleri değişmiyor. Mesala uyuşturucu çekmiş biri önündeki  su birikintisini bir nehir olarak görsede  onun  öyle algılaması gerçekliği değiştirmez. Ama işin içine tasavvuf ve mistik  öğretim veren eski kadim okullardaki zihnin ve algıların dünyayı şekillendirmesi ve dünyayı bizim algılarımızın yarattığı bilgisini göz önüne alırsak bunun ne anlama geldiğini sorgulayacak olursak bu bilgi bizim şu anki bilgi düzeyimizi oldukça zorlayıcı bir gerçeği ifadelemektedir diyebilirim.

 

Sonuç itibarıyla diyebilirimki kuantum bilgisininin ilk elden bilgisi içinde gerçekliğin keşfine doğru tavşan deliğinde ne kadar derine inebileceğimizi sorguladığımızda bu bizi şaşırtıcı sonuçlarla karşılaştıracaktır.Bilinen görünen  fizik ve kimya yasaları içinde beynimiz aynen bir teyip bandı gibi bir video kamera gibi işlev görür. Beynin kendisi bir çeşit biyokimyasal bir veri kartı  gibi işlev görür. Bu bakımdan ‘beyin’  sinir hücreleri düzeyinde doğrudan algıladığımız gerçeklik üstünde söz sahibi değildir.Ama beynin kendi içinde sinaptik sinir ağları bağlantısından kuantum vakumunun sır dolu dokusuna doğru  ‘sinir hücreleri’ elektromanyetik şekilde bir tür RF verici ve alıcısı gibi uzay/zaman dediğimiz bu hologramik alana bağlandığında insan bilinci kendini sonsuz bir belleğe yani evrenin tümüne, paralel boyutlalara ve çok katlı sonsuz boyutlar ağına bağlamış olur.

 

 Bu alanda tüm sonsuz bilgi saklıdır.Ve bu durumda tüm evrenin her noktasının bilgisi sanki şu anda ve burada bizim kafamızın içindeymişcesine evrenin her noktasındaki olayları izleyebilir bir hale geliriz.Ve böyle bir bağlantı içinde gerçekliğimizi belirleyen tüm elektromanyetik yapılı evrenin fizik yasalarını istediğimiz gibi biraz sağa ve sola doğu kaydırarak tüm o katı maddeye ait fizik prensiplerinin üstüne çıkarak bunları bir süreliğine iptal etmek ve esnetmek mümkün hale gelir.Yani doğrudan görme merkezimiz üstünde değişiklik yaparak evreni değiştiremeyiz. Evreni değiştirmenin  temel anahtarı bizim maddesel  beynimizide içine alan evrensel enerji alanları üstünde kontrol sahibi olabilmektir.

 İşte zihnin maddeyi içine alan zaman boyutları üstündeki tesiride bu evrene  ait enerji dokusununun temel frekanslarını hücrelerimizden yayılan elektromanyetik frekans alanları ile sağlanan titreşimsel rezonans etkileri  sayesinde kontrol edebilmekte   gizlidir. İşte bu yüzdendirki insan oğlu evrenin dev mesafelerini aşacak uzay gemileri geliştirmek istiyorsa kendi hücreleri içindeki biyokimyasal biyo elektriksel akım  alanlarının karekteristiğini inceleyerek  bu yönde bir çok teknik sırra erişebilir. Bu konulara  dair çok daha fazla konuşup insanların anlayabilecekleri  ölçeklerin dışına çıktığımızda ve konuya yakın tüm akademik kayıt ve bilgilerin dışında  ifadeler söz konusu olmaya başladığında  tüm toplum tarafından, bilim camiası tarafından, felsefeciler ve dindarlar tarafından tüm söylediklerimiz hayal gücü olarak kavramsal olarak bir karşılık bulmadığı için hiçbir anlam ifade etmeyen  saçmalıklar olarak algılanacaktırlar. Saçmalık yine bir yerde anlaşılabilir! Demekki gördüğünüzü sandığınız gerçekliğin ne derece öyle olmadığını daha bambaşka bir şey olduğunu bu sözlerimizden kıyasla biraz olsun çıkarsamaya çalışabilirsiniz. Sonuç itibarı ile gülümseten bir ifadeyle biz ORAYA gittik ve orda gördüğümüz tek şey HİÇBİRŞEY di! Gülümseten bir espiri ile  en azından bunu büyük bir gururla söyleyebilirim. Biraz  aklınızı çalıştırsanız aslında orda neyi gördüğümüzü hepiniz anlayabilirsiniz. Bunu tahmin etmek  o kadarda zor değil! Kimseye söylememek şartıyla bir kahve ısmarlarsanız bir ara içinizden bazılarına orda ne gördüğümüzü  kulağınıza hafifçe fısıldayarak söylebilirim ama aramızda kalacak başkasına söylemek yok!   Burada şunu önemle söylemeliyimki benim asıl uzmanlık alanım asıl ilgi saham ve bilgi birikimim zaman yolculuğunun bilimsel ve teknik  kısmına yönelmiş durumdadır. Dünyayı kurtaracak yeni bir İsa rolünü oynayacak daha yetkin varlıklar varken ben bu alanda daha mütevazi  bir eğilim sergilemeyi tercih ederim.

-------------------------------------------------------------------------------------------        

Tarih:30.08.2006 23:46:35    

Sayın Musti bey ben insanlarla uzaylılar konusunda polemiklere girmek istemiyorum.Her ne kadarda dini konulardanda uzak durmaya çalışsamda tuhaf ve ilginç açıklamalar karşısında bazı ifadeleri tekrarlamaya mecbur kalıyorum. Bakın şu an için uzaylıların olup olmaması bize bir fayda sağlamaz! Böyle boş tartışmalara girmeye gerek yok. Bunun yanı sıra bizim bu konudaki her türlü çalışmalarımız ve deneyimlerimiz tümüyle topluma açık değildir. Söylenecek şeyler vardır söylenmeyecek şeyler vardır.Yerli yersiz açıklamalarada gerek yok! Ben ne kadarda yazsam belli düşünce kalıplarına alışmış insanlar yine aynı soruları soracaktırlar. Bakın bunları yazmayı ve  cinci medyum yada kaçık bir uzaylı gibi görünmeme neden olan açıklamaları ne kadarda yapmak istemesemde insan mecbur kalıyor! Bu tür açıklamalar burdaki bilimsel tartışma atmosferine zarar vermektedir. Bu cinler ve uzaylılar konusuna girmek istemiyorum ama bugün islam adına söylenen vede islama bağlanan bir sürü yanlış algılama ve açıklama vardır. Ben bu yanlışları söylemekten bıktım sizler aynı şeyleri sormaktan bıkmadınız.

Bakınız eğer noter tastikli bir belge olacaksa tüm islam alimlerini toplayın tüm iddialarınızıda bir araya toplayın tek tek doğruları izah edeyim islam dünyası bunu diyor bende bunun aksini iddia ediyorum diye geleceğe bir not bırakalım. Tüm islam alimleri söylediklerinin altını imzalasın bende kendi söylediklerimin altını imzalayayım. Ancak bu şartlar altında açıklamalar yapmak isterim. Çünkü maalesef biz ne kadarda açıklama yapsak büyük bir hiddetle islam adına karşı çıkılıyor ve geçen zaman içinde bilimsel ispatlar kendini göstermeye başlayınca tüm islami alandaki düşünürler eski fikirlerini söylememiş gibi yan çizip kabuk değiştiriyorlar. Biz aslında böyle demek istemedik diye yan çiziyorlar. Sonra yine başka yeni hakikatleri kabül etmeyip yine kendi tellerinde çalmaya devam ediyorlar.. Arkadaşlar ben hep söylüyorum kimse kendisini herşeyi ben bilirim en doğruyu ben bilirim sanmasın kimse kendini islamı en yüksek zaviyeden ben yorumlarım hakikat budur demesin. Farklı fikirlere hor bakılmasın! Kimse gerçeği bildiğini iddia etmesin! Kimse islamı bildiğinide iddia etmesin! Bakın dostlarım cinler farklı bir boyutun varlıklarıdır. Uzaylılar bizim boyutumuzdaki farklı yıldız sistemleri çevresindeki gezegenlerden gelirler. Yani bunları birbirine kimse karıştırmasın. Uzaylılarla cinleri şeytanları melekleri birbirine karıştırmayın! Uzaylılarda bizim gibi benzer başka bir gezegenlerden gelen canlı varlıklardır. Bakın dinsel değerleri vicdani alanda yaşamak lazım. Olur olmaz herşeyi dinle açıklamaya çalışmak yanlıştır! Bu doğru olsaydı İran ve Arabistan Amerikadan da Avrupadan da daha üstün bir teknolojik güce sahip olurlardı! İranda ve Arabistanda gece gündüz okullarda dini eğitim veriliyor kuran okutuluyor. Afganistanda da gece gündüz kuran okutuluyor. Demekki din başka bir şey…. din manevi bir olay.

Din diyorki aklınızı işletin! Ama buna rağmen herşeyi dinden bekleyen ve her gün yatıp kalkarak cenneti ve kıyameti bekleyen çalışmayan araştırmayan aklını işletmeyen islami toplumlarla karşı karşıyayız! Kuranı kerimin içinde mucizeler yoktur! Ordaki tek mucize, mucizeleri ve sihirli medeni dünyaları yaratmak için aklımızı kullanmamız gerektiğine dair ilahi bir yönlendirmedir! Yani sabah akşam kuranı kerim okuyup gökten zembille teknoloji ve medeniyetin gelmesini beklemek aptallıktır. Dinimiz aklınızı çalıştırın ve çalışın diyor. Bu konuda efendimiz Hz Muhammetin bir hikayesi vardır. Bir gün sahabeler Hz Muhammetin yanına gelirler efendimiz bizim hurmalarımız çok küçük ve cılız oluyorlar ama yahudilerinki daha iri ve sağlıklı gürbüz oluyorlar derler. Yani Hz Muhammete biz müslümanız her günde namaz kılıyoruz dua ediyoruz! Niye bizim hurmaları allah böyle veriyor diye dert yanıyorlar. Hz Muhammmet bu duruma çok kızıyor! Bu hadiselerin çalışmakla emekle ilgili olduğunu allahın çalışana düşünene aklını işletene bunun karşılığını verdiğini ifade ediyor! Kendi çevresindeki ileri gelenlere sizlerde ağaçlarınızı aşılayın ona göre daha iyi olması için Yahudiler gibi yöntemleri farklı uygulamaları deneyin der! Dikkat edin Hz Muhammet gidin daha çok kuran okuyun demiyor! Şimdi ben bunları yazıyorum ama bundan kimse ders almaz ve ana fikir çıkarmaz yine aynı sorular dönüp dolaşıp gelir! Sevgili arkadaşlar sayenizde herkes beni hangi caminin imamı diye düşünmeye başlayacaklar. Maalesef her forum sitesinde ve internette her tartışma ortamında birileri hemen islamı ve dini konuları ortaya atmaktadırlar.Bizler maalesef boş tartışmaları seven bir toplumuz. Elmayı hem armut gibi hemde portakal gibi görmeye çalışan ilginç bir toplumuz! Sonuç itibarı ile elbette tadında olmak koşuluyla dini alanda da samimi arkadaşlara bazı yanıtlar vermekte elbette bir sakınca yoktur. Salih niyet ve düşüncelere sahip dindar arkadaşlarıda bu noktada üzmek kalblerini kırmak istemem! Çok merak edilen içinden çıkılamayan yanıtı bulunamayacak dediğiniz bir soru olursa bu konuda küçük açıklamalar yapabiliriz!

-------------------------------------------------------------------------------------------         

Tarih:09.09.2006 21:27:36

Sayın NAPCAN nikli arkadaş DNA ve yaşlanma konusundaki bilgilerin bilimsel makalelerden alınmış kısmen doğru olan bilgiler ama yaşalanma mekanizması henüz tam olarak bilimsel anlamda çözümlenebilmiş bir konu değildir.Bir takım gözlemler ve veriler mevcut ama bu konunun senin ifade ettiğin gibi düz mantık bir yaklaşımla çözülemeyeceği bir gerçektir.İşte insan bebektir yaşlanır ve yaşlanırkende karşılaşılan hücre içi oluşumlar protein zincir yapısındaki değişimler ve hücre içi serbest radikallerin artışı gibi bir çok durum görülür. Öncelikle temel varsayımınız bu sisteme dışardan bakarak birini engellediğimizde başka bir unsur bundan etkilenir mantığı var! Ama bu mantık yanlıştır. Tüm yaşlanma etkileri zincirleme meydana gelen olaylardır. Eğer DNA düzeyinde en baştan bir değişim meydana getirebilirsek ölümsüz nesiller yaratabiliriz.

 Bunun dışında ölümsüzlüğün bir çok yolları vardır. Bu daha sonradan da geliştirilecek ilaçlarla insana enjekte edilen kimyasalların etkisiyle sağlanabilecek hücre içi bir ölümsüzlük olabilir. Tabi gerçekten ölümsüzlük üstüne ve bunun yolları hakkında çok şey söyleyebilmek için biyolojik yapılar ve kimyasal moleküllerin davranışları hakkında net bilgiler elde edilmelidir. Senin söylediğin şekilde şöyle olursa böyle olur düz mantığı ile hareket edersek ölümsüzlük noktasındaki çalışmalara tümüyle saçma gözüyle bakmak gerekir ki bu da bilimsel çalışma etiğine aykırıdır. Yani bundan yüzlerce sene önce uçak şundan dolayı uçamaz diyenlerin sözleri bu konuda yeterli bir kanıt olsaydı kimse uçak yapmak için uğraşmazdı! Demekki bilimsel araştırmalara güvenmek gerekir .Evet ölümsüzlük mümkündür! Fakat bunun ben tek bir yolu olduğunu düşünmüyorum. Ölümsüzlüğün ve hücrede bu yönde bir değişimin DNA nın karmaşık yapısı tanındıkça insan biyolojisine ait kimyasal çorbanın tam bir haritası çıkarıldığında bu kompleks yapının yaşlanmadaki rolü net olarak anlaşıldığında bu kompleks yapıdaki yaşlanmaya neden olan kimyasal unsurların sadece doğrudan kesilerek değil tam tersi vucut içinde bunların yaşlanmaya neden olan dolaşımlarındaki tesirleri ve genetik düzeyde buna neden olan kodlarda değişikliğe gidilerek onun yerine onu daha zararsız hale getirecek ama aynı akıştaki tepkimel etkileşim içinde senin bahsettiğin o serbest radikaller yerine zararsız radikaller üretilmesi sağlanabilir.

Ama dediğim gibi bu konuda bir çok yol bulunabilir.Yani bilim yaşlanmaya neden olan süreci inceleyip -komple bir sistemi inceleyip- buradaki yaşlanmaya neden olan bir unsuru değiştirip kapatıp engellediğinde diğer taraftan bir aksaklık yaratırız demek tam olarak doğru değildir.Öyle görünebilir ama sisteme müdahalenin bir çok yöntemi mevcuttur. DNA daki kodlar ve onun arkasındaki emir verici elektiriksel kuantumsal yasalar bile elektromanyetik bir alan içinde yeniden düzenlenip DNA ya farklı bir program yüklenebilir.Yani yazılım değiştirilebilir.Dediğim gibi bir şeyi yapmanın bir çok yolu vardır. Ama önce o sistemin iyice tanınması ve bilinmesi lazım.Yani mesela İstanbul trafiğinin akışını değiştirmeyi düşünmeden önce tüm istanbulun trafik akışının bir planının elimizde olması lazım.Çünkü planı tam olarak bilmeden trafiğe müdahale edecek olursak seninde dediğin gibi trafiği başka bir noktada tıkama riskimiz büyüktür! Yani bir yerden kapı açarken diğer yerdeki kapıyı kapama riskimiz büyüktür! Ama planı tam olarak bilebilirsek bunu sıfır riskle değiştirme şansımızda o kadar fazla olur. Yani bu su böyle akıyor bunun böyle akması Allahın hikmeti diye o şeyi öyle kabül etmek ve dışardan bir şey yapmadan seyretmek bilimsel düşünceye aykırı bir tavırdır. Denemek bakmak araştırmak ve doğaya müdahale etmek gerekir. İnsanoğlu Tanrıya ait tüm yeteneklerin küçük birer kopyası ile donatılmıştır.İnsan bir gün ölümsüz olmanın yolunu bulacaktır. O gün bir gün gelecektir.

Senin olayı izah şeklin tam bir Arabistanlı, İranlı, Afganistanlı molla kafası! Yani nerdeyse DNA araştırmaları günah diceksin! Sevgili dostum için rahat etsin bilimin ölümsüzlüğü bulması demek, yada uzayda farklı gezegenlerde dini kitabı olmayan bizden üstün ve uygar medeniyetlerin bulunması, düşünen yapay zekaların yapılması, bilinçli makineler yapılması bizim inançlarımızı küçültmemesi yada yıkmaması lazım tam tersine inanç dünyamızın daha da genişlemesi daha hümanistik bir hale gelmesi lazım.

Şimdi diyelimki uzaylılar dev uzay gemileri ile geldi ve dünyanın kenarında durdular. Ve küçük öncü uzay gemileri ile bir grup temsilciyi yeryüzüne gönderdiler. Bir süre CNN ve BBC kameraları önünde poz verip açıklamalar yaptılar diyelim. Tüm Müslüman alemi ve hristiyan alemi kendilerinden medeniyetçe üstün bu varlıklara baktıklarında bunların ne camiye gidip namaz kıldıklarını nede kliseye gidip dua ettiklerini görecekler. Sanki Sovyet rusyanın çok daha gelişmiş bir versiyonu gibi kominal yönetim biçimine sahip bir uzay ırkı görecekler karşılarında! Peki bu durumda insanlar kendilerini sorgulayacaklar. Adamlar cenneti uzay gemilerinin içinde yaratmışlar zaten! Bazılarınız içinden ''lan bu adamlar ne Hz İSA yı nede Hz Muhammeti tanımıyorlar bilmiyorlar'' diyecekler. Hani İspanyolların Amerika kıtasındaki yerlilerle ilk tanıştıkları misal! Uzaylılarda bizleri ilkel yerliler gibi görecekler! Bu durumda tepkimiz ne olurdu! Bence ya Allah diyip uzaylıları cinler geldi diye bir grup müslüman taşlamaya kalkacaktır. Bir grup insan korkusundan yaa Allah diyip uzaylıların önünde secdeye kapanacaktır. Hristiyanlar onların geldiği günü şeytanın geldiği gün ilan edip bir grup hristiyan uzaylıların gemilerine saldıracaktırlar.Yani Biz filimlerde hep onların bize saldırdıklarını görüyoruz ama uzaylılar geldiğinde insanların onlara saldırdıklarını göreceğiz! Sihirli küremde bunları gördükçe insanoğlundan midem bulanıyor desem yeridir. Ben uzaylıların yerinde olsam tüm insanların şehirlerini bir gecede dümdüz ederdim. Bir tane bile canlı insan bırakmazdım dünyada! Ama onlar benim kadar acımasız değiller tabi! Uzaylılar geldiğinde insanoğlunun sorduğu bir çok büyük bilmecelerin yanıtları verilecektir. Onlar sizlere kendi uzay haritalarında üzerlerinde canlı yaşam olan başka medeniyetlerin bilgilerinide getireceklerdir. Sizlere kim olduğunuzu açıklayacaklardır. Onlar canlılığın gezegen yüzeylerinde nasıl evrimleşerek geliştiğinide sanal hologramik cihazlarında bilim adamlarımıza anlatacaklardır.

--------------------------------------------------------------------------------------------            

Tarih:09.09.2006 22:00:31

Sevgili dostlarım Tanrı nedir? Peygamber gerçekten Tanrının elçisimidir? Bir cennet ve cehennem varmıdır? Yaratılışın kökeni Ademle Havva mıdır? Evrenin bir sonu varmıdır? Yada Evrenin zaman ve uzay içinde bir başlangıcı yada sonu varmıdır? Uzayda bizden başka canlı zeka sahibi varlıklar varmıdır? Başka boyutlar varmıdır? Evren ne kadar büyüktür? Biz gerçekte bu devasa karanlık boşlukta nerdeyiz? Uzay denen bu garip boşluk nedir? Bilinç ne anlama gelir? Bilincin farklı düzeyleri varmıdır? Farklı gerçeklik katları varmıdır? İnsan yaratılışının kökenleri nedir? İnsan evrimin sonu varmıdır? Varolmak gerçekten ne anlama gelir? Gelişen teknoloji bizi nerelere kadar götürebilir? Işıktan hızlı yolculuklar mümkün müdür? Yerçekimine karşı koyabilen güç alanları üstünde uzay ve hava gemilerimiz yükselebilecek mi? İnsanlar uzayda koloniler kurabilcekmi? Ölümsüzlük mümkünmüdür? İnsan uygarlığının sonu gelecekmi? İnsan bilinci elektronik olarak taklit edilebilecekmi? Gerçekten dini tabirle bir kıyametten bahsedilebilir mi? Gerçekten cennet ve cehennem denen bir dünya varmı? Ölümden sonra yaşam varmıdır? İnsanda bir ruh varmıdır? Peygamberlerin bize söylemedikleri bizden sakladıkları bir gerçek varmıydı? Zamanda yolculuk mümkünmüdür? Zaman yolcuları aramızdamı? Ve daha bu sorular listesine bir sürü soru eklenebilir. Tüm bu sorulara bir gün yanıt verilebilecek mi? Yada aramızda bu soruların yanıtları ile gezen zamansızlar denen büyük bilgeler varmı? Eşya yada madde dediğimiz enerji dediğimiz bu şeyin esası nedir?

--------------------------------------------------------------------------------------         

Tarih:10.09.2006 22:58:41

Sevgili NAPCAN nikli arkadaş eleştirilerindeki içtenlik ve samimiyet için teşekürler. DNA ve ölümsüzlük konusuna gelince ben doğrudan DNA ve ölümsüzlük gerçeğine dair gece gündüz laboratuvarda çalışan biri değilim! Elbetteki teknik olarak detaya indiğimizde biyolojik yapı hakkında DNA molekülleri hakkında çok geniş açılımlı detaylı bir çok açıklama yapmak konuyu irdelemek mümkündür. Lakin benim doğrudan ilgi ve çalışma alanım insan biyolojisi değildir. Ben daha çok biyolojik yapı içinde bilincin ve beynin kuantum köpüğü ile olabilecek yakın ilişkisine dair bana lazım olabilecek bir takım genellemeler içeren bilgi kalıplarını elde etmeye çalıştım. Bunu da gerekli olduğu için, gerekli noktalarda gerekli bilgiyi almak adına yaptım.

Lakin sadece bir hücre konusunda bir DNA konusunda binlerce cilt eser yazılabilir ve bu konularda hatta her konuda binlerce yeni kavramlar- eserler- verilebilir. Ben sadece genel yasalar babında genel hücre biyolojisi babında ölümsüzlüğün mümkün olabileceğine dair kendi sezgisel bulgularımı ortaya koydum. Ama bu nasıl olur? Ne şekilde olur? O ayrı bir konu! Yani bunun teknik açılımları bir laboratuvar ortamında çalışmayı ve binlerce test yapmayı gerektiren bir hadisedir . Ben sadece dağın ardında ne gördüğümü ifade ediyorum. Ona ulaşmak için bu dağ nasıl aşılır ve ne şekilde bu dağa çıkılır dersen bunlar ‘‘ayrıntılara yönelik yüzlerce saatlik bilimsel ve teknik çalışmaları’’ gerektiren yanıtlardır. Her konunun bir ayrıntısı bir teknik detayı vardır. Bu noktada derinleşmenin ve bilgi sahibi olmanın bilinen bir sınırı yoktur. Her gözlem yeni bulgulara gebedir.Taki bizim arzuladığımız bulmayı beklediğimiz proplemin ve çözümün tanısını yapıp keşfedinceye kadar bu araştırmalar sürer.Bu bir tek DNA ve ölümsüzlük çalışmaları için değil her konuda bu böyledir.

İnsanoğlu kendi içinde sonsuz bilgiye sahip bir varlıktır! Tüm evrenin bilgisi bizde var. Ama bu BİLGİ bilincimiz içinde kavramlar- renkler, teknik mühendislik şemalar ve görsel imajlar yada bir takım sayısal ilişkiler ve kodlar şeklinde yer almıyor! Bu daha çok hologramik hafızaya ait duygu kalıpları şeklinde yer alıyor. Zaten öldükten sonra başka bedenlerde yeniden doğduğumuzda bizim ruhumuzu diğer ruhlardan daha olgun ve farklı kılan şeyde bu duygu kalıplarının zenginliğidir! İşte ben o duygu kalıpları içinde her nasılsa zaman yolculuğuna ve insan biyolojisinin ölümsüz olabileceğine dair derin ve güçlü bir sezgisel bilginin sahibiyim. Bu yönde bir bilginin ve oluşumun mümkün olduğunu çok güçlü bir şekilde hissediyorum. Ama bu nasıl olur yada ruhlarımızdaki tüm bu kayıtlı bilgiyi hatırlamak için başka yaşamlardaki başka uygarlıklardaki elde ettiğimiz bilgi ve tecrübeleri hatırlamak adına hatta yerine göre onların bile bir adım önüne geçmek adına mutlaka fiziki ortamlarda deneysel teknik çalışmalar içine girmek lazım! Bu arada kurulması ve dünya üstünde ortaya çıkmasını arzu ettiğim Atlantis Devletinde yaşamak zorunda değilsiniz. Büyük kitlelerin yanlış tutum ve bakış açılarından yola çıkarak bir dini sistemi yada Hz Muhammetin sunduğu evrensel değerleri yok saymak mümkün değildir.Kuran bir kitaptır. Hz Muhammet Namaz kılar ama Namaz kılmanın hikmetini anladığınızda ve Tasavvuf dergahlarındaki bilginin merkezine girdiğinizde durumun hiçte bugünkü insanların anladığı şekilde olmadığını anlayabilirsiniz. Tabi bu sizin kanser hücrelerinden ve moleküler biyolojiden, DNA replikasyonundan ve süpresör gen ailesinden bahsetmeye çalışmanız misali bu sayfalarda her konunun detayına girmek mümkün değildir. Örneğin Din nedir nasıl algılanması gerekir? Bu soruya sayfalar dolusu yanıt verilebilir. Zaten bir çok yerde de bunları belirttik ama okunmuyor maalesef. Yada herkes bildiği şekilde olayı algılamak istiyor. Ama bu konularda bu dar alanda detaya girmek konuyu eksik ve yarım bırakır! Bu da büyük olasılıkla yanlış anlamalara yol açar. Sonuç itibarı ile herkese eleştirel yaklaşımlarda bulundukları için teşekürler..Tenkit değil ama anlamaya yönelik eleştiriler düşünceyi GELİŞTİRİR ve bakış açısının sınırlarını GENİŞLETİR! ……Ancak kendini ve değerlerlerini eleştirebilen eleştirdikçe küçülebilen toplumlar değerlerine değer katarak büyüyebilirler!

-----------------------------------------------------------------------------------           

Soru: TEK BİR SORUM VAR reenkarnasyon var diyorsun. O HALDE DELİLLERİYLE KANITLARIYLA ANLAT BUNU.Çok ciddiyim bilmek istiyorum,ve ciddiyetime aynı ciddiyette bir yanıt bekliyorum. SİHİRLİ KÜREN, HOCAN VE UZAYLI DOSTLARINLA OLAN MÜLAKATLARIN DELİL OLARAK KABUL EDİLMEYECEKTİR BİLMEM BAHSETMEME GEREK VARMI. Evet hadi bekliyorum. Diledigince uzun yazabilirsin. İstiyorsan mailim bellidir e-mailde atabilirsin.Bana ruhtan ruhun yapısından falan bahsetme. yalnızca reenkarnasyonun reddedilemez beynelminel KANITLARINI yaz. MADEMKİ REENKARNASYON VAR O HALDE hergün gözlerimizin önünde defalarca olan ama göremediğimiz BU VAROLANIN VARLIGINI GÖSTER! bekliyorum.

Yanıt:  Hoca reankarnasyon konusunda benden kanıt istiyorsun. Hoca sen benim anlatmamdan çok meseleye nasıl karşı çıkabilirim nerde bir eksiklik ararım, nasıl bu gerçeği kabül etmem düşüncesi ve şartlanması içinde bana geliyorsun! Molla ve dinci camiadan bir çok insanda senin durumunda! Burada sadece Müslüman kardeşlerimizi hedef almıyorum aynı anlayışı paylaşan hristiyanlar içinde bu eleştirim geçerlidir! Budistler bu gerçeği kabül ediyorlar ama onlar tüm hayatı sadece bu gerçekten ibaretmiş gibi yaşıyorlar.Ve bu gerçeğe bir çok hurafe karıştırdılar! Ben yazdığım her şeyde tüm küresel dünya felsefelerini kültürlerini ve dinlerini eleştirerek-düşünerek- küresel dünya ve insanlık camiası adına bu eleştirileri getiriyorum. Hoca niyetinde ciddiysen araştır! Hoca bana gelesiye dek arada 5-10 senede ancak okuyup yorumlayıp kanaat getirip irdeleyebileceğin spiritüel ve parapsikolojik bilgiler bütünü söz konudur. Kitapçılara git...İnternetten araştır hoca!! Niyetinde ciddiysen tabi! Amaç geyik olsun diyosan boş ver hoca sen bildiğin yolda devam et! Bunun bana bir zararı olmaz..Bir başkasınada zararı olmaz sadece evrenin daha küçük bir kısmını görerek bu devasa tabloyu anlamaya çalışırsın o kadar! Bak çok merak ediyorsan sana bir web adresi vereyim ‘ www.ruhvemadde.com/index.asp’ bu web sayfasında gereken bilgiyi fazlasıyla bulacaksın hoca! Ama tabiî ki senin şu kanıt dediğin şey nasıl bir şeyse ben onu hiçbir zaman bulamayacağını düşünüyorum. Çünkü evreni ne kadarlık bir terazi ile tartıyorsan evren senin için ancak o kadarlık bir ağırlığa sahiptir daha fazlası değil hoca! Anlıyormusun beni hoca! Hoca ben senin gözünde ancak senin kavrayışının genişliği ölçüsünde bir bilgiye sahibim daha fazlası değil. Bu beyanda ne kadar kelime sıralarsam sıralayayım sen bakış açısını genişletmedikçe görmeyi istemedikçe orda bir başka dünya olduğunu asla göremeyeceksin hoca! Bu bu yazıyı okuyan herkes için geçerli!

---------------------------------------------------------------------------------------      

Tarih:30.08.2006 23:46:35

Sayın Musti bey ben insanlarla uzaylılar konusunda polemiklere girmek istemiyorum.Her ne kadarda dini konulardanda uzak durmaya çalışsamda tuhaf ve ilginç açıklamalar karşısında bazı ifadeleri tekrarlamaya mecbur kalıyorum. Bakın şu an için uzaylıların olup olmaması bize bir fayda sağlamaz! Böyle boş tartışmalara girmeye gerek yok. Bunun yanı sıra bizim bu konudaki her türlü çalışmalarımız ve deneyimlerimiz tümüyle topluma açık değildir. Söylenecek şeyler vardır söylenmeyecek şeyler vardır.Yerli yersiz açıklamalarada gerek yok! Ben ne kadarda yazsam belli düşünce kalıplarına alışmış insanlar yine aynı soruları soracaktırlar. Bakın bunları yazmaktan cinci medyum yada kaçık bir uzaylı gibi görünmeme neden olan açıklamaları ne kadarda yapmak istemesemde insan mecbur kalıyor! Bu tür açıklamalar burdaki bilimsel tartışma atmosferine zarar vermektedir. Bu cinler ve uzaylılar konusuna girmek istemiyorum ama bugün islam adına söylenen vede islama bağlanan bir sürü yanlış algılama ve açıklama vardır. Ben bu yanlışları söylemekten bıktım sizler aynı şeyleri sormaktan bıkmadınız. Bakınız eğer noter tastikli bir belge olacaksa tüm islam alimlerini toplayın tüm iddialarınızıda bir araya toplayın tek tek doğruları izah edeyim islam dünyası bunu diyor bende bunun aksini iddia ediyorum diye geleceğe bir not bırakalım tüm islam alimleri söylediklerinin altını imzalasın bende kendi söylediklerimin altını imzalayayım. Ancak bu şartlar altında açıklamalar yapmak isterim.

Çünkü maalesef biz ne kadarda açıklama yapsak büyük bir hiddetle islam adına karşı çıkılıyor ve geçen zaman içinde bilimsel ispatlar kendini göstermeye başlayınca tüm islami alandaki düşünürler eski fikirlerini söylememiş gibi yan çizip kabuk değiştiriyorlar. Biz aslında böyle demek istemedik diye yan çiziyorlar. Sonra yine başka yeni hakikatleri kabül etmeyip yine kendi tellerinde çalmaya devam ediyorlar.. Arkadaşlar ben hep söylüyorum kimse kendisini herşeyi ben bilirim en doğruyu ben bilirim sanmasın kimse kendini islamı en yüksek zaviyeden ben yorumlarım hakikat budur demesin. Farklı fikirlere hor bakılmasın! Kimse gerçeği bildiğini iddia etmesin! Kimse islamı bildiğinide iddia etmesin! Bakın dostlarım cinler farklı bir boyutun varlıklarıdır. Uzaylılar bizim boyutumuzdaki farklı yıldız sistemleri çevresindeki gezegenlerden gelirler. Yani bunları birbirine kimse karıştırmasın. Uzaylılarla cinleri şeytanları melekleri birbirine karıştırmayın! Uzaylılarda bizim gibi benzer başka bir gezegenlerden gelen canlı varlıklardır. Bakın dinsel değerleri vicdani alanda yaşamak lazım. Olur olmaz herşeyi dinle açıklamaya çalışmak yanlıştır! Bu doğru olsaydı İran ve arabistan Amerikadanda Avrupadanda daha üstün bir teknolojik güce sahip olurlardı! İranda ve Arabistanda gece gündüz okullarda dini eğitim veriliyor kuran okutuluyor. Afganistandada gece gündüz kuran okutuluyor. Demekki din başka bir şey…. din manevi bir olay.

Din diyorki aklınızı işletin! Ama buna rağmen herşeyi dinden bekleyen ve her gün yatıp kalkarak cenneti ve kıyameti bekleyen çalışmayan araştırmayan aklını işletmeyen islami toplumlarla karşı karşıyayız! Kuranı kerimin içinde mucizeler yoktur! Ordaki tek mucize, mucizeleri ve sihirli medeni dünyaları yaratmak için aklımızı kullanmamız gerektiğine dair ilahi bir yönlendirmedir! Yani sabah akşam kuranı kerim okuyup gökten zembille teknoloji ve medeniyetin gelmesini beklemek aptallıktır. Dinimiz aklınızı çalıştırın ve çalışın diyor. Bu konuda efendimiz Hz Muhammetin bir hikayesi vardır. Bir gün sahabeler Hz Muhammetin yanına gelirler efendimiz bizim hurmalarımız çok küçük ve cılız oluyorlar ama yahudilerinki daha iri ve sağlıklı gürbüz oluyorlar derler. Yani Hz Muhammete biz müslümanız her günde namaz kılıyoruz dua ediyoruz! Niye bizim hurmaları Allah böyle veriyor diye dert yanıyorlar. Hz Muhammmet bu duruma çok kızıyor! Bu hadiselerin çalışmakla emekle ilgili olduğunu Allahın çalışana düşünene aklını işletene bunun karşılığını verdiğini ifade ediyor! Kendi çevresindeki ileri gelenlere sizlerde ağaçlarınızı aşılayın ona göre daha iyi olması için Yahudiler gibi yöntemleri farklı uygulamaları deneyin der! Dikkat edin Hz Muhammet gidin daha çok kuran okuyun demiyor! Şimdi ben bunları yazıyorum ama bundan kimse ders almaz ve ana fikir çıkarmaz yine aynı sorular dönüp dolaşıp gelir!  Sevgili arkadaşlar sayenizde herkes beni hangi caminin imamı diye düşünmeye başlıyacaklar. Maalesef her forum sitesinde ve internette her tartışma ortamında birileri hemen islamı ve dini konuları ortaya atmaktadırlar. Bizler maalesef boş tartışmaları seven bir toplumuz elmayı hem armut gibi hemde portakal gibi görmeye çalışan ilginç bir toplumuz! Sonuç itibarı ile elbette tadında olmak koşuluyla dini alanda da samimi arkadaşlara bazı yanıtlar vermekte elbette bir sakınca yoktur. Salih niyet ve düşüncelere sahip Dindar arkadaşlarıda bu noktada üzmek kalblerini kırmak istemem! Çok merak edilen içinden çıkılamayan yanıtı bulunamayacak dediğiniz bir soru olursa bu konuda küçük açıklamalar yapabiliriz!

---------------------------------------------------------------------------------------------         

Tarih:10.09.2006 23:03:59

Hoca reankarnasyon konusunda benden kanıt istiyorsun. Hoca sen benim anlatmamdan çok meseleye nasıl karşı çıkabilirim nerde bir eksiklik ararım, nasıl bu gerçeği kabül etmem düşüncesi ve şartlanması içinde bana geliyorsun! Molla ve dinci camiadan bir çok insanda senin durumunda! Burada sadece Müslüman kardeşlerimizi hedef almıyorum aynı anlayışı paylaşan hristiyanlar içinde bu eleştirim geçerlidir! Budistler bu gerçeği kabül ediyorlar ama onlar tüm hayatı sadece bu gerçekten ibaretmiş gibi yaşıyorlar. Ve bu gerçeğe bir çok hurafe karıştırdılar! Ben yazdığım her şeyde tüm küresel dünya felsefelerini kültürlerini ve dinlerini eleştirerek-düşünerek- küresel dünya ve insanlık camiası adına bu eleştirileri getiriyorum. Hoca niyetinde ciddiysen araştır! Hoca bana gelesiye dek arada 5-10 senede ancak okuyup yorumlayıp kanaat getirip irdeleyebileceğin spiritüel ve parapsikolojik bilgiler bütünü söz konudur. Kitapçılara git...İnternetten araştır hoca!! Niyetinde ciddiysen tabi! Amaç geyik olsun diyosan boş ver hoca sen bildiğin yolda devam et! Bunun bana bir zararı olmaz..bir başkasınada zararı olmaz sadece evrenin daha küçük bir kısmını görerek bu devasa tabloyu anlamaya çalışırsın o kadar! Bak çok merak ediyorsan sana bir web adresi vereyim ‘ www.ruhvemadde.com/index.asp’ bu web sayfasında gereken bilgiyi fazlasıyla bulacaksın hoca! Ama tabiî ki senin şu kanıt dediğin şey nasıl bir şeyse ben onu hiçbir zaman bulamayacağını düşünüyorum. Çünkü evreni ne kadarlık bir terazi ile tartıyorsan evren senin için ancak o kadarlık bir ağırlığa sahiptir daha fazlası değil hoca! Anlıyormusun beni hoca! Hoca ben senin gözünde ancak senin kavrayışının genişliği ölçüsünde bir bilgiye sahibim daha fazlası değil. Bu beyanda ne kadar kelime sıralarsam sıralayayım sen bakış açısını genişletmedikçe görmeyi istemedikçe orda bir başka dünya olduğunu asla göremeyeceksin hoca! Bu bu yazıyı okuyan herkes için geçerli!

-----------------------------------------------------------------------------------------      

Tarih:12.09.2006 00:59:25   

Sevgili Okurlarım bazı şeyleri maalesef insanlara açıklamakta zorlanıyoruz. Ben ne kadarda anlatsam bir takım şeyler maalesef anlaşılamayacak. Bir takım gerçekler maalesef kabüllenilmeyecek. Herkes kendi bildiği anladığı ve düşünebildiği kadarlık hayal edebildiği kadarlık oranda kendine göre ceviz kabuğundan bir evren kurgulayacaktır. Gerek materyalistik düşünenlerin gerekse metafizik yada dinsel düşünceye sahip olan arkadaşların sandığı gibi bir evren yok yada klasik kültürünüz içindeki felsefecilerinizin ve bilim adamlarınızın söylediği şekilde bir EVREN de yok. Elde ettiğiniz bilimsel bulgular ve kavramlar henüz GERÇEK evrenin tanımından oldukça uzaktır. Bazılarına HAYATI ve onun maddi manevi zorluklarını çekilebilir ve daha anlaşılabilir kılan daha basit kılan bir DİNİ TASVİR yeterken bazılarınız için görülen dünya bilinen gibi değil daha büyük daha farklı bir anlam içermektedir! Ama bunun ne olduğu konusunda insanlarda net bir fikir oluşmuş değildir. ‘Gerçek’ hala insanlık alemi için sisli perdeler ardındadır. Hızla ilerleyen bilim bu bilinmeyenin büyülü sis perdesini her geçen gün biraz daha aydınlatarak sisleri dağıtmaktadır. Sevgili okurlarım özelliklede Müslüman Kardeşlerim dininizi elbette öğrenmek dininizin size emrettiği şekilde yaşamak dini değerlerinizi manevi değerlerinizi anlamaya çalışıp hissetmek buna göre yaşamak anlaşılabilir bir şeydir. Lakin dini kavram ve kaideleri ve Allah kavramını her şeye karıştırmak doğru değildir. Tüm evren her şey her zerre tüm matematiksel yasalar Allahın varlığı içinde vardırlar.Lakin bu devasa evren içinde özgür insan aklının ve insan düşüncesinin önemi ve işlevi çok büyüktür. Uygarlığımızın gelişimi için doğrudan dini verilerilerden yola çıkarak bir gelişim ve ilerleme sağlayamayız! Allahta din kitaplarında uygarlık adına ilerleme adına tüm bilginin din kitaplarında yazılı olduğu gibi bir mesaj vermez! Allahın din kitaplarında ifadelerine bakarsanız orda uygarlık adına ilerleme ve insanlığın gelişimi için insanın aklını hür iradesini kendi özgür seçimleri doğrultusunda kullanmasını emreder. Evrende Allah her yerde ve her şeyin içindedir ama onu hiçbir yerde bulamazsınız!

Zaman yolculuğu gibi teknik bir hadise hakkında araştırma yaparken doğrudan soyut metafiziğin felsefesinden girerek bu konuda bir ilerleme sağlayamayız. Bu açıklamanın haricinde dinsel tasavvufi alana dair eleştirel ifadelerimi bir daha da yazacağımı sanmıyorum. Zaten bir çok kez aynı kelimeleri kullanmama rağmen herkesin olaylara yaklaşımı yine kendi bildiği gördüğü kadarlık bir yaklaşım oluyor.Yani herkes kendi dünya görüşünün zaviyesinden olaylara bakmak istiyor. Herkes elindeki ölçü aleti hangisi ise onunla her şeyi ölçmeyi çalışıyor. Dini eğitimle yetişmiş insanların elinde misalen ağırlık ölçüsü demir kilolar var o kilolarla havanın basıncını ve havanın sıcaklığını tartmaya çalışıyorlar! Oysaki havanın sıcaklığı termometre ile ölçülür. Ama din kitaplarında termometre caiz değil diyor. O yüzden adam illede her şeyi elinde demir kilolarla ve terazi ile ölçmek istiyor. Öbür türlü bir gerçeğe adam yok diyor! Bir diğerinin elinde metre var! Elinde metre olanda tüm önüne gelen her şeyi metre cinsinden ölçmeye kalkıyor.Yani Gerçekliği metre cinsinden bir sonuç olarak bulmak istiyor. Oysaki havadaki nemi metreyle ölçemezsin. Metre cinsinden ifade edemezsin! Ama ben ne kadar anlatırsan anlatayım her şey olacağına varıyor. Herkes kendi bildiğinin en doğru şey olduğunu düşünüyor. Sanırım bir bakış açısından diğerine sıçramak bir ömür gerektiren çok zahmetli ve çok zor bir iş! Artık ben aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum zamanımı boş yere gereksiz tenkitler yaparak harcamak istemiyorum. Bu bana göre bir iş değil. ‘Anlayana sivri sinek saz anlamayana davul zurna az!’ << Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını satın almış>>  Aklıma bir söz daha geldi sanırım Bernart Russel’ın olması gerekir diyorki : ‘‘Akıllı Adam Aklını Kullanır, Daha Akıllı Adam Başkalarının Aklınıda Kullanır!’’

-------------------------------------------------------------------------------------------                

Tarih:25.09.2006 00:18:18           

Din ve siyaseti bu sitede konuşmak yasaktır! Bu tür tartışmalar Türkiyenin şuur ve bilinç atmosferi içinde kavga ve hakaretleşmeye hatta kutuplaşmaya doğru giden bir sürece kapı açmaktadır.Müslüman ülkerlede dini yorumlar sözlü yada fiziki şiddete neden olan sürece kapı açmaktadır. Genelde dini boyutta düşünen avam sınıfı dini tartışmayı küfürleşmeye kadar götürmektedir. Bu da hoş bir şey değil. Kişiler bu konuları tartışırken sertleşip, asıl meseleyi dağıtıp yapıcı sohbet atmosferini zedelemektedirler. Bununla birlikte araya dini görüşler yorumlar girince yapıcı anlamda teknik anlamda proplemler de malesef tartışılamıyor. Ülkemizde dini farklı yorumlayan bir çok mezhep bir çok dini grup ve tarikatler var. Dini konular tartışılmaya başlayınca, dini referanslar konuya karışınca ''tartışma ve konu'' çok daha başka siyasi/ideolojik felsefi alanlara doğru kaymaktadır. Genelde zaman yolculuğuna dair tartışmalarda pozitif bilimin sınırları içinde kalmaya özen göstermenizi rica ediyorum......

-------------------------------------------------------------------------------------------       

 Tarih:26.09.2006 21:29:09     

Görüş: ....Merhabalar Çetin Bey; Bir uzay aracıyla ışık hızı ya da ona yakın hızlara ulaşıldığında neden uzay gemisindeki insanlar dünyada olanlara oranla çok daha az yaşlanıyorlar? Zamanın genleşmesi, yüksek hızlara çıkıldığında zamanın yavaşlaması yada bu hız geçildiğinde zamanın durması teorisini mantığım almıyor? Diyelim ki 2 kişi ışık yılı hızlara ulaşabilen bir araçla uzaya açıldı (Bu arada her iki tarafında aynı saat ve takvime uyduklarını farz ediyoruz) ve kendi saatlerine,takvimlerine göre iki yıl sonra tekrar döndü. Bu dönüşte neden buradaki insanlar çok daha fazla onlarca yıl yaşlanmış oluyor. Sonuçta 2 yıl gitmiyor mu bunlar? Işık hızına çıkmakla uzaya açılan bu 2 kişi sadece bu kadar zamanda çok daha uzun yolu çok daha kısa sürede almış olmakla kalmaz mı? Nereden çıkıyor bu yaşlanma olayı? Burada ki ince noktayı benim ve benim gibi düşünen diğer arkadaşlar için bir miktar aydınlatabilirmisiniz? Teşekkürler.

 Çetin BAL:   Sevgili arkadaşım bu bahsettiğin olay İzafiyet teorisinin rölativistik hızlardaki farklı sistemlerde yer alan farklı gözlemcilerin birbirlerine ait uzunluk, zaman ve kütle değerlerini içeren gözlemsel verilerinden yola çıkılarak ortaya atılan ifadeler yani sonuçlardır.Yada bunlara kuramsal varsayımlardır diyelim. İfade edildiğine göre uçaklara yerleştirilen atom saatleri sayesinde yüksek hızlarda hareket eden araçlarda bu zaman esnemesi çok küçük farklılıklarla ölçümlenebilmiştir. Bu zaman uzaması güneşten dünyamıza gelen ve ömrü dünyamıza ulaşamayacak kadar kısa olan mezon adlı parçacıklarda da ölçümlenebilmiştir. Hız zamanı bir şekilde yavaşlatmaktadır. Şimdi bu soru ''mıknatıs çeker ama neden çeker?'' sorusuna biraz benziyor.Yani ben size tüm mıknatıslar arasında gözle görünmeyen bir lastik olduğunu söylesem bu ne derece inandırıcı ve tatmin edici bir açıklama olur? Yada diğer mıknatısı elleri ile bırakmak istemeyen bazende öfkeyle iten küçük yeşil cinlerden bahsetsem bu sizi ne kadar tatmin eder? Tabi aranızda bu cinleri gerçek olarak düşünebilecek potansiyelde insanlar olduğu için bunu espiri olarak söylediğimi ifade etmeliyim. İşte bunun gibi hızın zamanı esnetici özelliği değilde yerçekiminin neden zamanı eğdiğini yani frenlediğini yada yavaşlattığınıda sorabiliriz.

 ''Şimdi, zamanın var olmadığı geçmiş, gelecek üçlüsünün aynı an ve yerde bulunduğu teorisine göz atarsak; farklı zamanlardaki olayların uzayda aynı yerde oluştuğunu belirlemek olanaksızdır. Buna Hawking şöyle bir örnek veriyor; trende pingpong oynuyorsunuz. Topun aynı noktaya geri dönme hızı 1 sn. dir. Bu bir saniyede referansımız masa olduğu için top masanın boyunun 2 katı kadar yol almış olacaktır yani ortalama 3- 3,5 metre. Bu durumu trenin dışında bir yerden izleyen birisi ise trenin 1 saniyede kat edeceği yol olan 25 metre olarak algılayacaktır. Topun hızı trenin içindekiler için sadece masada aldığı yol ile ilişkilidir. Trenin dışındaki kişi içinse topun hızı trenin hızına eşittir. O halde, mutlak bir durağanlık konumu olmayışından ötürü, Aristo’nun sandığı gibi olaylar uzayda mutlak bir konuma bağlanamaz. Olayların konumu ve aralarındaki uzaklık trendeki bir kişiye göre başka, tren yolunda duran bir kişiye göre tamamen başkadır ve birinin konumunu öbürüne tercih etmek için bir neden yoktur.'' Bu durumda farklı hareket sistemlerindeki gözlemciler birbirlerinin uzunlukları kadar geçen zamanıda farklı algılayacaktırlar.Yani treni dışardan izleyen gözlemciye göre trenin içindeki saatin tik takları arasında geçen süre daha da uzun aralıklara bölünmüş olacaktır.Yani trende zamanı dahada genişlemiş şekilde algılayacağız. Şimdi bu durumda rölativistik hızdaki trenimizde zaman gerçekten genişlemişmidir? Bunu bu deneyi yapmadan bu bariz zaman farkını ispatlamak ve bu farkı gözlemlemek şu anki teknolojimizle mümkün görünmüyor. Ama rölativistik denklemlerin sonuçlarına bakılırsa böyle bir farkın yani zaman paradoksunun olması gerekir.

 Rölativistik denklemlere göre cismin hızı ışık hızına eşit olduğu zaman (v=c) cismin hareketi yönündeki boyu (L) L=0(sıfır) olmak zorundadır. Ama diğer yandan formüller bize ışık hızındaki kütlenin sonsuz olacağını söylüyor. Aslında ışık hızında cismin boyu, kütlesi ve ''t'' zaman değeri sonsuz, imajiner(-1) yada tanımsız (0) denebilecek yoruma açık bir sonucu vermektedir. Eğer bir konferans verseydim ve karatahtaya rölativistik hızlarda zamanın yavaşlamasına, uzunlukların kısalmasına ve kütlenin sonsuz yani tanımsız olacağı rölativistik denklemleri yazsaydım eminimki kimse bu denklemlerin sonuçlarına dair net bir anlayış elde edemeyecektir. Misalen cismin hızı C'ye eşit olduğunda formüldeki kök içi 1-1= 0 olur.Yani relativistik zamanı 'Tr' ile gösterirsek Tr=t/0 matematiksel olarak tanımsızdır.

 Özel rölativite teorisinde birbirine göre serbest hareket eden gözlemcilerin uzay-zaman koordinatları arasında matematiksel bağıntılar vardır. Lorentz dönüşümleri denilen bu bağıntıların fiziksel anlamı, olayların serbest hareket eden gözlemciler tarafından nasıl algılandığını göstermekten ibarettir. Örneğin, hareket halinde olan gözlemcinin saati, durgun olan gözlemciye göre geri kalıyor ve bu olay, gözlemcinin hızı ışık hızına yaklaştıkça daha çok fark ediliyor. Aynı zamanda, Lorentz dönüşümlerinden, uzunlukların da farklı serbest gözlemciler için farklı olduğu ortaya çıkıyor. Özel görecelik, uzaydaki farklı noktalar arasındaki yerdeğiştirime ait süreci Lorenz dönüşümleri bağıntıları cinsinden ele alarak tanımlar. Buna göre birbirine göre serbest hareket eden iki gözlemci hiçbir zaman ölçtükleri zaman veya uzay aralıklarının değeri konusunda anlaşamazlar. Işık ışınları yada pinpon topunu andıran fotonlar trenin içindeki gözlemci açısından belli bir mesafedeki aralığı belli bir sabit süreçte katederken dışardaki gözlemci trenin içinde misalen 1 saniyede bir metre yol kateden ışığın 1 saniyede uzayda daha büyük bir mesafeyi katettiğini gözlemleyecektir.Buna göre dışardaki gözlemci trenin içinde fotonların iki ayna arasındaki gidip gelen tik tak vuruşları arasındaki sürecin artan yol ve mesafe aralığı içinde daha da büyüyeceğini hesaplar!

 Yani tüm rölativistik denklemlerin sonuçlarını biz ışığın uzayda belli bir aralıktaki mesafeler içinde gerçekleştirdiği zaman-uzaysal yerdeğiştirimlerini ölçümleyerek tanımlayarak farklı hareket sistemlerinde birbirine göre farklı ölçülen zaman ve uzay aralıklarından tanımlamalarından bahsediyoruz! İşte her sistemdeki farklı hızlar beraberinde ona bağlı olarak katedilen farklı uzay ve zamansal aralıklara işaret eder.Yani hareketten bahsettiğiniz bir yerde bu hareketin belli bir süreç içinde meydana geldiğini kabül etmek zorundasınız!Böyle bir süreç ise zaman içinde uzay koordinatları arasında bir mesafe ve yerdeğiştirim oranına tekabül eder.Yani bu şu demek oluyor hareketi tek başına bağımsız bir şey gibi düşünemezsiniz dolayısıyla zaman ve katedilen mesafeleride bu değişkene bağlamak zorundasınız. İşte gözlemlenen bir cismin içindeki saat ve her türlü zaman ölçüm birimide bu zaman ve uzay koordinatları içinde yer aldığından yani sistemin bir parçası olduğundan ve ışık hızı bu zaman ve uzaydaki yerdeğiştirim hızının değişmez sabitlerinden olduğundan ötürü Lorentz denklemleri içinde bu sabit değişmezide ele aldığımızda denklemler içinde ''farklı hızlara tabi sistemler birbiri ile karşılaştırıldığında'' birden bire o sistemlere ait zamanın, uzayın ve bunlara bağlı kütlenin çok farklı değerlilikler arzettiğini gözlemleriz. Birbirine rölativ yani göreceli iki sistem düşlediğimizde mutlaka gerek kütle babında gerek hız babında gerekse uzunluklar babında bir takım değişkenlerin olduğu iki sistemden bahsederiz. Daha alçakta olmak yada daha yüksekte olmak, bir trende yol almak yada bir jet uçağında yada bir atılgan uzay gemisinde yol almak gibi! Tabi özel rölativite dediğimizde bu bariz fark ''farklı hızlar'' yani rölativistik hızlara bağlı olarak diğer değişkenlerin değişmesinin söz konusu edilmesi demektir.

Einstein'ın rölativite denklemlerine baktığımızda Einstein zamanın yavaşlaması, uzunlukların kısalması, kütlenin artması yada belki sistemin ışık hızında enerjiye dönüşmesi gibi bir takım değişmeleri öngörür. Yada kütleye verilen kinetik enerjinin ışık hızına doğru artık cismin kütlesinin büyümesine neden olduğu gibi diyelim bir takım sonuçlar öngörür. Bu anlamda Newton'un mutlak değişmez zaman ve uzay kavramlarıda anlamsızlaşır.Yani zaman denilen şey onu hangi sistemde ölçtüğüne göre değişebilir bir algıya bürünmektedir. Farklı gözlemciler zaman/uzayın farklı noktaları arasında farklı ölçüm sonuçları elde edebilirler.Bu noktada ışığın belli bir sürede belli bir uzay aralığını katederken harcadığı süreçlerden yola çıkarak farklılaşan mesafelerde farklılaşan ve gecikmeli ölçümlerden yola çıkarak (tabi yerde duran bize göre) ışık hızının sabit değişmez olduğu bir evrende herkes için farklı aralıklara sahip daha hızlı ve daha yavaş akabilen bir zaman gerçeği ile karşılaşırız.

Belki burdaki birçok cümleyi anlamakta zorlanan arkadaşlarımız olabilir ama belli bir noktadan sonra rölativistik denklemlerin sonuçlarını daha basite indirgeyerek anlatmaya çalışmak olayın doğası gereği pek mümkün değildir. Burdaki karmaşık bağlantıları mutlaka kurgulamaya çalışmak zorundasınız. Misalen bir radyonun bir hoparlörün nasıl çalıştığını anlamak için az çok sistemin parçalarını tanımanız lazım.Yani Hoparlör içindeki elektromanyetik bobinleri, elektromıknatıslığı ve çok hızlı bir şekilde çekilip bırakılan diyaframın havayı titreştirerek sese dönüşmesini kurgulamanız lazım. Elektirik akımını, diyotları, transistörleri, kondansaötörleri,dirençleri, bobinleri fizik ve kimya boyutunda bunların işleyişini elektronik yasaları bilmiyorsanız tüm bu elektronik cihazların çalışma mantığını anlamak zordur. Acaba aranızdan kaç kişi evinizdeki renkli televizyonun içindeki materyelleri ve çalışma mantığını bilmektedir. Hiç merak edeniniz oldumu? Kaç insan tıpbi bilgi olarak canlı anatomisini tam olarak bilebiliyor. Tüm dünyanın bir anda çöle dönüştüğünü ve tüm bilim adamlarınızın öldüğünü düşünün! Geride kalanlar uygarlık adına bir transistörü, diyotu, kondansatörü, direnci bir cep telefonunu yada bir arabayı yada bir bilgisayarı, bir uçağı yada hepsinden öte bakır kabloları, mıknatısları camı, bir teleskobu bir aynayı yapabilecek kimya, fizik, matematik bilgiye sahipmi? Daha felsefe ve astronomi bilgisini, modern tarım tekniklerini saymadım. Bir insanı yalnız başına bir adaya koyduğunuzda bir uzay gemisi yapıp ordan ayrılacak teknik bilgiye sahip değilse bence o insan boş insandır!Yada bir insanı boş bir gezegene bıraktığımızda o insan bizim medeniyetimize ait bir kiprit'ten antibiyotik ilaçlarına kadar bir çok şeyi yapabilir mi? Bence eğitim sistemimiz bir insana tüm dünyanın ve tüm medeniyetimizin bilgisini özetleyerek verebilmelidir.

 Neyse konuyu dağıtmadan rölativite konusuna devam edelim.Özel rölativite teorimi matematiksel olarak tek kelimeyle uzay/zaman koordinatları içindeki farklı bakış açıları altında ölçümlenen ve gözlemlenen tümüyle matematiksel, görsel ve ölçümsel anlamda gerçek olmayan ilüzyonel bir tespitler bütünüdür.Yani özel görecekliksel kuram tümüyle birbiri ile paralel olan gözlemsel ve bundan çıkartılan matematiksel bir yanılsamadan türetilen bir denklemler kurgusudur.Yani kurgusal boyutta sistemlere farklı hızlar vererek göreli konumlardan birbirini izleyen gözlemciler bulup bunların gözlemlerinden elde ettikleri sonuçları birbiri ile karşılaştırıp ''zamanın'' her bir farklı sistem için farklı değerler taşıdığını çıkarsamak böyle bir algısal yada kurgusal yanılsama içinde zamanın mutlak yapısını çökertmek ve 'zamanı, uzunlukları' göreceli hale getirmek bence büyük bir yanılsamadan ibarettir.Ben Einstein'ın tüm kuramsal bakış açısının ve denklemlerin kendi içinde yanlış ve uyumsuz olduğunu söylemiyorum.Denklemler doğru.Gözlemlerde doğru!Ve matematiksel sonuçların gösterdiği rölativistik değerlerde ışık hızı aşılamaz olarak ele alındığında doğrudur.Fakat şöyle bir durum söz konusudur. Rölativistik denklemlerin bize gösterdiği sonuçlar ve matematiksel olarak rölativistik hızlarda hareketi kurgulanan cisimlerin dahil oldukları zaman ve uzay çerçevelerinin başkalaşıp değişime uğraması aynen bir çay kaşığının bir bardak suyun içine daldırıldığında sanki ortadan kırılıp bükülmüş gibi görünmesine benzer.Yani rölativistik denklemler burda bir bardak suyu temsil eder.Ve bu suyun içine daldırılan çay kaşığıda belli uzay/zaman hacmi ve sürekliliğinin bir parçası olan cismimizi(uzay aracını) temsil eder. Bu çay kaşığını bu suyun içine daldırdığımızda yani hızlananan yada duran göreli sistemleri rölativistik denklemler içinden matematiksel olarak yorumlamaya çalıştığımızda karşımıza yanılsamalalı bir illüzyonel bir dünya çıkar.

 Einstein'ın rölativistik denklemlerinin sonuçları hayali ve yanılsamalı bir gerçeği bize gösterirler.Yani kütle hızla birlikte artmaz! ışık hızına doğru cisimlerin boyları küçülmez ve relativistik bir dünyadaki göz boyayan farklı alıgalardan ve yanlış matematiksel varsayımlardan yola çıkarak zamanının akışınında yüksek hızlarda değiştiğini varsaymak doğru değildir.Yani rölativistik yanılsamalı algılardan yola çıkarak ışık hızında zaman şöyle böyle olur diyemeyiz.

Ama benim kendi bulgularıma göre Einstein'ın bulgularındaki tek doğru keşif için denebilirki; evet ışık hızına doğru çıktıkça sistemin dahil olduğu zaman fenomenide farklılaşacaktır.Yani zaman olduğundan dahada genişleyecektir.Ama bu farklı gözlemcilerin yer ve zamana bağlı olarak ışığın geometrik sahadaki aldığı yola bakarak hesaplanan illüzyonel algılama açılarının ortaya çıkardığı bir durumdan çok bu olay doğrudan hızlanan sistemin kinetik enerji kazanımı altında kuantumsal olarak zamanla bağlantılı bir enerji düzeyinden diğerine dolayısıyla bir boyuttan diğerine doğru geçişi yada boyutla aynı anlama gelen bir zaman akış düzeyinden diğerine doğru frekanssal bir geçişten dolayı hızlanan sitemlerdeki ''zaman'' ının farklılaştığını değiştiğini söyleyebiliriz. Einstein'ın özel ve genel görecelik kuramlarındaki zamanın yüksek hızlar altında ve yüksek çekim bölgelerinde yavaşlamasından bahsediliyor ve büyük kütleler çevresinde uzayla birlikte zamanında büküldüğü bilimsel otoriteler içinde kabül görmüş bir gerçektir. Zaten bilim bu kelimeyi kullandıktan sonra güçlü bir zeka milyonlarca veri bağlantısını zihninde kurguladığında bu gerçeğin bizi zaman ve uzayın farklı noktalarına irtibatlayabilecek solucan delikleri gibi yerçekimsel tünelleri rahatlıkla kurgulamamıza olanak tanıdığını farkedecektir. Matematiksel denklemler içinden tek bir formül parçası ile bu zaman eğriliğini göstermek mümkündür.Yani üç boyutlu bir yüzeyden dörboyutlu bir koordinatlar çatısına geçerek uzay ve ona bağlı zamanı eğmek mümkündür.Ama maalesef Einstein usta dahil ben kimsenin bu genel göreceliksel tablodaki uzay ve zamanın eğriliğinin tam olarak ne anlama geldiğini ve bunun gerçekte nasıl bir şeyi ifade ettiğini hayal gücü içinde canlandıramadıkları kanaatindeyim.Kimse bunun ne olduğunu yani bu eğriliğin tanımını tam olarak bilemiyor. Bunu bilebilmek için önce zaman'ının ne olduğunu tam olarak bilmek lazım.

Einstein usta gibi yada bilimkurgu yazarı H.G.Wells usta gibi zamanın bir dördüncü boyut olduğunu söylemek bunu Einstein gibi matematiksel olarak ifade etmek gerçekten zamanın ne olduğunu anladığımız anlamına gelmez. Hala daha zamanı simgesel anlamda tanıyoruz. Enerji, Kütle, Zaman ve Yerçekimi arasındaki bağlantı üzerinde Einstein usta Birleşik Alanlar Kuramı bünyesi içinde uzunca bir süre çalıştı kendince doğru olduğunu düşündüğü bir çok kuram geliştirmiştir. Ama bunlar sonsuzluklar içerdiğinden ve çok farklı sonuçlara açık kapı bıraktığından ötürü bu kuramlar tatmin edicilikten uzak bir şekilde üniversite raflarına kaldırılmıştır.Bence bizler Birleşik Alanlar Kuramına giden yolda her zaman bir şeyleri gözden kaçırıyoruz.Bu şey ortadaki denklemleri ve kavramları kullanan zihnin gelişmiş duyarlılığı ile alakalı bir şeydir. Belkide böyle bir denklemi yani herşeyin kuramı diyebileceğimiz bir denklemi bulabilmek için henüz bilmediğimiz yeni kavramlara yeni duygu tonlarına yani beynimizde fazladan nöron ağlarına ve daha zengin yeni matematiksel şablonlara ihtiyacımız olabilir? Böyle bir durumda zamanın bilimkurgu yazarlarıda bu herşeyin kuramını sözlü olarak anlaşılabilir kılabileceklerdir.Bu anlamda uzaylı bir ırk uzayın derinliklerinden gelerek bize Herşeyin Kuramını ifade eden bir matematiksel formül versede ben bilim adamlarımızın bu denklemlerden bir şey anlamayacakları kanaatindeyim.Yani biz henüz o formüllerdeki bağlantıları sezebilecek yapabilecek zihinsel, bilinçsel farkındalık düzeyinden yoksunuz! FARKINDALIK! Belki mistikler ve Zen rahiplerinin ''Herşey Bir''dir sözlerinin ardındaki bilinç durumunda bu formel gerçek bir olgu olarak açığa çıkmaktadır.Bu formülleri bir bilinç durumuna çevirirsek zen rahiplerinin biliç frekanslarını yakalarız.Eğer bunu geometrik bir tasfire çevirirsek mutlak mükemmel bir KÜRE yada herşeyi içine alan boyutsuz bir NOKTA karşımıza çıkar.Acaba bunu bilseydik gerçeğin kokusu nasıl olurdu onu çok merak ediyorum!Yada gerçeğin, mutlak birliğin, tekliğin ve bu devasa sonsuz BİR'in rengi nasıl olurdu acaba! Yada bu herşeyin teorisini melodik bir sesle notalarla ifade etseydik nasıl bir tını nasıl bir müzik ortaya çıkardı merak ediyorum doğrusu!.

Sonuç olarak Einstein'ın özel rölativitivistik denklemlerinden yola çıkarak ışık hızına yakın sistemler içindeki zaman ve uzunluklara dair olan değişmeleri ifade eden denklemler kendi içinde doğru bir matematiksel kurguya sahiptir.Ama bu kurgu gerçek dünyadan kopuk bir kurgudur.Yok efendim kütle ışık hızına doğru artar hatta sonsuz olur, uzay gemisinin boyu kısalır gibi bir çok öngörü yanlıştır! Sadece bu denklemler sayesinde yanlış bir yaklaşım ve bakış açısından doğan zamanın yavaşlaması konusundaki varsayım doğrudur. Einstein'ın rölativistik hızlarda zamanın yavaşladığını idda etmesi varsaydığı denklemler açısından yanlıştır.Yani Einstein hatalı bir kurgu içinden doğru bir sonuca varmıştır. Evet zaman yavaşlar ama bu Einstein'ın denklemleri ile ifade ettiği şekilde olmaz! Aynı şekilde genel görecelik kuramında da bir çok eksik ve yanlış tanımlamalar mevcuttur. Ama bunları açmaya anlatmaya kalkarsak konu çok fazla uzar. Diğer bir açıdanda gerçekten ilgili arkadaşlara bunları anlatmak isterim.

 Cümlelerimizi bitirirken bu zaman genişlemesinin kazanılan kinetik enerji ile bağlantılı olduğunu söylemeliyim. Kazanılan hız ve kinetik enerji nasıl zamanı genişletir peki bunun atom içi mekanikleri nasıldır? diye sorarsanız şöyle cevap vereyim. Madde en temel düzeyde kuantum paketçiklerinin yerçekimsel çizgiler içinde belli bir noktada yoğunlaşmış halidir.Yani madde dediğimiz şey yerçekimsel olarak kapana kısılmış ışıktır. Maddeyi oluşturan bu kuantum paketçikleri uzaysal bir noktayı temsil ettiği kadar zamansal bir noktayıda temsil ederler.Yani kuantumsal yaklaşımı işin içine katarak biraz daha ileriye gidersek, madde özünde ışıma parçacıklarından oluşan kuantumlardan kurulu bir yapıdır. Bu ışıma parçacıkları, kendilerini özde zamansal bir varoluş olarak, bir frekans olarak, bir zaman yapısı olarak ortaya koyarlar.Bu kuantumları küçük baloncuklara yada küreciklere benzetirsek bunların sağa yada sola dönüşü (spin yönü) o maddenin anti madde boyundamı yoksa madde boyutundamı yer alacağını belirler.  İşte bu kuantumsal küreciklerin dönüş hızı yada bu küresel baloncukların genişliği o maddenin birim zaman genişliğini ifade eder.İşte bir cismin hızlanması demek o küreciklerin dönüş hızlarının artması yada o küresel baloncukların şişmesi yani birim zamanın genişlemesi anlamına gelir.Yani hız bir cismin zaman boyutunu belirleyen kuantumsal zaman kalıplarını şişiren (genişleten) bir hava pompası gibi görev görmektedir.Çok daha bütünsel bir düzeyde Birleşik Alanlar Kuramı'ının bakış açısından baktığımızda hız, zaman, kütle, yerçekimi, boyut, enerji,uzay, zaman dediğimiz tüm bu kavramların en temel düzeyde aynı şeyin farklı görünümleri olduğunu kavrarsınız. Belki son günlerin modası olan şu TİTREŞEN SİCİMlerle bunu izah etmek mümkün olabilir. Şimdi daha ayrıntıya indiğimizde bunu anlatmak çok zor olur. Çünkü hisleri anlayışları sezgileri büründürebileceğimiz kelimeler henüz günümüz dünyasında oluşturulabilmiş değildir.Yada daha alt düzeydeki karmaşık anlamsal bağlantıları kelimelerle ifade etmek zor.Ancak zihnimi doğrudan sizlerin zihninize bağlayabilirsem kısmen kelime olarak ama daha çok bir his olarak duygu olarak meseleyi bilmenizi sağlayabilirim.Çünkü daha ileri gittiğimizde artık algılanan şeylere parçacık diyemiyorsunuz yada zaman ve uzay terimlerini kullanmak çok kaba geliyor.Dalga desek bunu örneklemek çok zor. Yada NOKTAcıklar desek bu da çok tanımsız renksiz cansız kalıyor.Yani maddenin derinliklerinde ne olup bitiyor? Bunu şu anki kelimelerle anlatmak mümkün değil ancak benzetmeler kullanarak kısmen ifade edebiliriz bu atom içi olayları. Ki zatende burada izah etmeye çalıştık.

----------------------------------------------------------------------------------                     

Tarih:01.11.2006 22:12:29

Sevgili Musti söylediklerine katılmamam mümkün değil. Lakin insanları iğneleyici ifadelerinizi biraz kırıcı buldum.Yani sonuçta Mehmet Ali Erbil yada Deniz hanım veya Ajda Pekkan hanım efendi yada Reha Muhtar'ıda bu eleştiriye dahil edersek sonuçta program formatı gereği Aktüel magazin ağırlıklıydı.Yani o insanları kötülemekte hoş değil. Ne kadarda meseleyi espiri boyutuna çekselerde ve bu her ne kadarda hoş olmasada bu durumu proğramın niteliğine bağlamak lazım. Bana proğrama katılma teklifi geldiğinde ben Denizli'deki arkadaşlarla bu konuda bir çok kez görüşme yaptım. Genel kararımız proğrama çıkmama yönündeydi. Açıkçası ben başta çıkmak istemedim. Çünkü dediğiniz gibi proğramın formatı bizim konumuza oldukça uzaktı!! Fakat diğer yandan her ne kadarda proğram format gereği magazin boyutunda olsada bize verilen belli sınırlı konuşma süresinde daha çok insana ulaşıp mesajımızı daha büyük kitlerele duyurabilme imkanımızın olabileceğini düşündüm! Bu fırsatıda doğrusu kaçırmak istemedim. İlk teklif Show Tv den geldiği için ve çok fazla rica ettikleri için önceliği onlara verdim. Bir açıdan izlenme oranlarıda çok fazla! Eğer diğer kanallardan uygun statüde olanlar teklif verirlerse biz yine daha ciddi platformalarda konuşmak isteriz.

Biz ekran başında bizim bir iki cümlemizden ilham alabilecek, ışık alabilecek bizi henüz tanımayan fikir ve gönül dostlarına ve bir çok bilim meraklısına zaman yolculuğunun olabileceğine dair bir mesaj vermek istedik! Konuya espirili bir şekilde yaklaşan Reha Muhtar ve Mehmet Ali Erbil beyin reyting amaçlı mizahi yaklaşımından nasibimizi alsakta ve bize verilen çok kısa sürede istediklerimizi tam olarak anlatamasakta ve konu bir sis perdesi altında kalsada sonuçta kısmende olsa aldığım olumlu eleştirilerden çıkardığım sonuca göre; ‘biz bir şekilde kendi mesajımızı topluma verdik.’ Yani konu VİTRİN boyutunda kalsada biz amacımıza bir parça olsun ulaştığımızı düşünüyoruz. Sonuç itibarıyla gerek Show Tv olsun gerek proğram formatında yer alan kişiler olsun gerekse yapılan espiriler olsun ben kendi adıma rahatsız olmadığımı ifade etmeliyim. Fakat pek doğaldırki ben konuya dair biraz daha geniş bir yer verilmesini doğrusu arzu ederdim. Açıkcası o noktada biraz kırıldığımı yani üzüldüğümü söylemeliyim. Çünkü konu gerçekten çok eksik kaldı. Lakin yinede genel anlamda proğram yapımcılarına fazla kırgın değilim. Çünkü belkide proğram biraz uzasaydı format gereği espirilerin dozu kaçabilir ve rencide edilebilirdim. Bu yüzden herşeyin dozunda ve gerektiği kadar olduğunu düşünüyorum. Belki bu proğram sayesinde daha ciddi ve düzeyli ve konuyla ilgili formata sahip, geniş bir süreye sahip proğramlara çağrılabiliriz! Zaten bir noktada o proğrama katılmaktaki asıl amacımda buydu! ..

Tüm arkadaşlara kesinlikle bizim show peşinde olmadığımızı ifade etmeliyim. Zaten bizler özellikle kendi adıma konuşursam, bu anlamda ''ben'' zaten ulaşabileceğim en yüksek makama ve mertebeye ulaştığımı düşünüyorum yani HİÇLİK! Bu yüzden bilinç ve zihin boyutunda, değil dünya, bizler bu gezegeninin ötesinde sonsuzluğun içinde ve her noktasında olabileceğimiz herşeyin ötesinde bir realiteden dünyayı izlemekteyiz. Buna bir çeşit FARKINDALIK boyutuda diyebilirsiniz. Bilincin maddeyi aştığı farkındalık düzlemi! Biz o proğrama çıktık! Ama bunu kişisel bir EGO olarak almanızı istemem! Biz ( biz diyorum çünkü görünmeyen dostlarıda dahil ediyorum buna) o proğrama çıktık çünkü insanlık değerlerini yükseltmek ve insanlığa bir şeyler vermek için çıktık! Lakin tam istediğimiz gibi olmadı!........Ki bu benim yerel kanalları saymasak ulusal çapta yayın yapan bir Tv’ ye ilk çıkışımdı. Ama en azından bir şeyler anlatmayı denedik! Umarım bu vesileyle uzaklarda bir yerlerde bizi izleyen ve dinleyen birilerine çok küçükte olsa bir vizyon bir ışık bir ilham verebilmişizdir! Bizler her zaman burlarda olmaya biliriz! Her zaman herkesle görüşemeyebiliriz! Ve konuyla ilgili her insanla da konuşmaya fırsatımız olmayabilir. Ama öyle yada böyle geniş çaplı kitle iletişim araçları sayesinde daha çok zihne ve kalbe ulaşabilirsek ve zihinleri bir derece daha yükseltip daha şuurlu bir topluma doğru bir nebze olsun katkıda bulunabilirsek bu bizim için dünyada edinebileceğimiz en büyük mutluluktur.

 İnsanların bizi fiziken tanıması o kadarda önemli değildir! İsmimizi bilmeleride çok önemli değildir. Ama fikirlerimizin ve düşüncelerimizin dünya üstünde ve yıldızlar arası bu devasa evrende ve evrenler boyunca sonsuz yaşamlar boyuncada gelişerek birbirine eklenerek bir zihinden diğerine doğru yol alarak insanlığın ve tüm evrenlerdeki düşünen varlıkların önünde ışıktan bir yol olmasını dilerim... Bizim her sözümüz, attığımız her adım EGO bilinci içinde değil evrensel bilinç içinde şekillenmiş bir adımdır! Dediğim gibi dünya çok küçük bir yer…! Bu küçük nokta üstünde ne kadar çok zihne ulaşabilir ve aydınlatabilirsek bu bizim için en büyük ödüldür.

Belki bir gün bizim insanlık hafızasında bıraktığımız yada bırakacak olduğumuz tüm izler ‘‘çölde yol alan develerin çöl kumları üstünde bıraktıkları derin izlerin rüzgarda kaybolup dağılması gibi’’ silinip unutulup tarihin sayfalarında ve gök kubbede hoş bir seda'dan başka bir şey olmayacaktır! Ama insanlık ve uygarlık bu görünmeyen fikri ve hayali düşüncelerin ve bu izlerin sutunları üstünde sessizce ve ben burdayım dercesine devasa bir şekilde tüm ihtişamıyla yükselecektir. İnsanlık bir gün dönüp arkasına baktığında zaman denen bu çölde belki kendisini o noktaya getiren silinip giden bu izleri göremeyecektir. Lakin geriye doğru dönüp uygarlığın geldiği noktaya doğru baktıklarında bu çöl kumları üstünde, bu zamanın tespih tanelerini andıran noktaları boyunca ne kadar büyük mesafeleri aşmış olduklarını hayretle göreceklerdir. <<İşte bunu bilmek , işte insanlığın ve uygarlığın iyi ve güzel değerler üstünde daha güzel noktalara daha yüksek realitelere doğru yol alması >> insanlığın tüm hatalarına karşın hala bizi gülümsetmekten vazgeçirmeyen, bizim gibi insanlar için tarihin bu karanlık dönemlerini katlanılabilir kılan tek umut ve tek ışık kaynağıdır!

Bu belkide yeşil çimenler üstünde koşan küçük bir çocuğa küçük bir şeker çıkartıp vermekten mutluluk duymaya benziyor. Çocuk aldığı için şekerin tadı için gülümserken bizde onun gülümsemesinden hoşnut olduğumuz için bu davranışı ve eylemi sergiliyoruz. Buna enerjinin kendi içindeki sonsuz dansı diyelim isterseniz! Çark döndükçe hem şekeri alan çocuk olursunuz hemde şekeri veren iyi kalbli o adam olursunuz! buradaki felsefi temayıda ilginize sunarım. Düşünmekte fayda var! NOT: Televizyona çıkacağımı haber vermek isterdim ama çıkıp çıkmayacağım belli değildi! Proğrama göre önümüzdeki hafta çıkacaktım… Son bir kaç saat kala telefon geldi ve Uçağa binip istanbula gelmeniz mümkün mü dediler... bende kabül ettim. Apar topar toplanıp İstanbula uçtum!

                                                                        Saygılarımla Çetin BAL/Denizli  

-----------------------------------------------------------------------------------                   

Sevgili asimetrikbaryon ilginç saptamalarda bulunmuşsun lakin gerçekten bir insanı eleştirirken hangi kıstaslardan hangi ölçülerden hareket ettiğiniz önemlidir. Siz tabiki sizde varolan korkuların, yargıların, beklentilerin, egonun, aldığınız kültürün ve türlü endişelerin yani bugüne dek aldığınız tüm bilgi ve kültür birikiminizin penceresinden bakarak beni eleştirmeye ve benim hakkımda yargılara varmaya çalışıyorsunuz. Doğrusu oldukça ilginç saptamalarda bulunmuşsunuz. Öncelikle sandığınız kadar ucuz ve basit ve sıradan insanların tutku ve hayallerini göz önüne alarak benim hayallerime ve beklentilerime böyle sınırlamalar getirmenize oldukça üzüldüğümü söylemeliyim. Anlamanız açısından şöyle diyebilirim; benim için zaman içinde yolculuk yapmaktan çok zamanın hiçlik içindeki sırlarına karşılık gelen bilinç ve duygu titreşimini keşfetmek bu bilgiyi içimde yakalamak çok daha önemlidir. Yani benim için zamanın tam olarak ne olduğunu anlayabilmek << bir makineyle kaba elektronların çatırtı ve çuturtusu içinde transformatörler ve yüksek gerilim makinelerinin vızıldamaları arasında >> zamanda yolculuk yapmaktan daha anlamlı ve değerli bir şeydir. BİLİNÇ ''zaman'' dan daha gizemli bir şeydir. Zamanla oynamak belki bir noktaya dek gücü kontrol etmenin bir anahtarıdır.Tabi toplumlarıda! Ama Bilinçle oynamak ve bilincin farklı düzeylerine yolculuk evrenler içerisindeki evrenlerde varolan bizim gibi küçük canlılar için en büyük ve en gizemli yolculuktur. Senin bilincinden ne geçiyor bunu pek bilemiyorum. Ama her bilinç düzeyine göre neler geçebileleceğine dair bir dizi liste düşünülebilir. Lakin bilmeni istediğim bir şey var! Basit görüntülerin ardında her zaman basit bir değer bulmayı bekleme! Dinlere gelincede buna dair diyebilirimki dinler artık hükmünü yitirmişlerdir. Maalesef bu böyledir.Kimse artık dinleri takmıyor.Yani artık insanlık, Tanrının çoktan terkettiği ve peygamberlerin tatile çıktığı bir dünyada yaşamaktadır. Herkes ne demek istediğimi anlar. Din artık şekilsel bir hal almış! Artık bu durumda şu dini yada bu dini savunma yayma gayreti boşa kürek çekme olacaktır. Ama yapabilene tüm yollar açık. Ama kesin olan bir şey varki ikiz kulelerde binlerce kişiyi Allah adına öldürmekle dünyanın daha iyi bir yer olmayacağıda kesindir.Yada Filistin devletinin kurulmasıda bu küresel terörü bitirmez!! Tüm dünyanın müslüman olması yada hristiyan olmasıda dünyanın cennete çevrilmesi için yeterli değildir! Ama dünyanın daha iyi bir yer olması için artık tek bir çıkış yolu vardır! Ama daha fazla konuşup polemik yaratmak istemem ... Lakin yakında belki pasifik oyanusunun derinn suları altında insanlığın büyük bir bölümü dünyayı düzeltecebilecek bu mavi periyle karşılaşabilir.Eğer insanlar gerçekten kendi yüreklerinin içinde evreni vareden o ilahi enerjiyi keşfedebilirlerse ancak o zaman dünyada gerçekten arzulanan değişim ve altın çağ dediğiniz şey gerçekleşebilir.Yani beklediğiniz uzak zamanlardaki o arkadaşın verdiği mesaj sadece vicdan dediğiniz o basit yere açılan kapıyı bir kez olsun aralamaktan başa bir şey değildi. Bilinki ne bir yere giden bir kimse vardır nede bir yerlerden gelen bir kimse. Herşey olmakta olduğu yerde öylece durmaktatır. Zamanda yolculuk benim için daha büyük bir bilmecenin içinde sadece daha küçük bir bilmecedir! Asıl mesele bence bilmeceyi çözmek değil. Bilmecenin kendisi olmaktır  ! Yani asıl mesele sırrı çözmekten ve bilmekten çok sırra kadem basıp ortadan kaybolmaktır! Bu derin espirinin altında verilmeye çalışılan cevabı doğrudan benim ağzımdan duymak istersen M.Ö 18 'li yıllardaki Pamukkaleye gel..orda güneşin altında kulağında bir CD çalarla güneşlenen birini görürsen işte o benim... seni bekliyor olacağım asimetrikbaryon kardeşim...

-------------------------------------------------------------------------------------                 

Tarih:04.11.2006 19:27:22

Sevgili Adem Dudu ve Asimetrikbaryon arkadaşlarım ve diğer fikir ve düşünce arkadaşlarına önemle şunu ifade etme isterim. Lütfen fikir insanları olarak hiç birimiz bir diğer arkadaşı düşüncelerinden dolayı kötülemeyelim.Bazen bilmeden biraz aşırıya kaçan ithamlar ve eleştiri ahlakınının sınırlarını aşan hoş görüsüz eleştiriler (daha doğrusu hakaretler) yapılabilmektedir.Bilinmelidirki kimse bir başkasının küçük demesiyle küçülmeyeceği gibi büyük adam demesiylede büyük insan olmaz.Büyüklük daha çok tevazu, hoşgörü ve sabırdadır.Hep diyoruzya insan küçüldükçe büyür! Lütfen hepimiz biribirimizi gereksiz yere tenkit edip eleştireceğimize daha çok birbirimizi anlamaya ve hep birlikte daha yüksek anlayış seviyelerine doğru yükselmek için gayret etmeliyiz.Ben hiç birinizden daha zeki yada daha büyük değilim.Benim eğer bir büyüklüğüm varsa o da her zaman benden daha büyüklerin olduğunu bilmemden ve her geçen gün kendimi biraz daha aşma gayreti içinde olmamdan mütevellidir. Ben biliyorumki benim bilgim Allahın ilmi yanında bir hiçtir! Yada sonsuz evrenin bilinmezleri yanında bir hiçtir diyelim! Bilimin ve araştırmanın ve bilgide derinleşmenin bilinen bir sınırının olmadığı ve ilim içinde ilmin gizli olduğu bir dünyada kim ne kadar çok bildiğini iddia edebilirki! Bir kum taneciğini ne kadar incelerseniz inceleyin orda saklı sonsuz bir ilim vardır. Siz ne kadar derine inerseniz inin bu BİLMEK denen hadisede son noktaya varamayacağınız aşikardır. Bu anlamda SON’un ne anlama geldiğini sorgulamak gerekirki o da çok ayrı bir yorum meselesidir. Anlamak ama ne kadar anlamak! Bilmek ama ne kadar bilmek!

Hep derimki bir zihnin büyüklüğü sahip olduğu ahlakla doğru orantılı olarak kendini gösteren bir değerdir. Büyük bir zihin büyük bir ahlakıda içerdiği oranda bir anlam ifade eder.Ve taktir edilmeye değer! Şimdi tüm aradaşlarımdan rica ediyorum bu tarz taraf tutma polemiklerine (tartışmalarına) girmeyelim.Bunlar hoş şeyler değil. Eleştirelim ama eleştirirkende hakkaniyet içinde bunu yapmaya çalışalım. Eleştirmek karşıdaki kişiyi küçümsemek yada yermek notasına geldiği zaman bu yapıcı eleştiri olmaktan çıkar! Bu site takipçilerine diyorumki bende dahil hepimiz birbirimizi eleştirirken hep birlikte birbirimizi yükselten yapıcı eleştirel bir atmosfer oluşturmaya gayret edelim. O zaman eleştirende yükselir eleştirilen de! Ve bu eleştirileri okuyanlarda aynı oranda daha yüksek anlayışlara yükselebilirler.

 Lütfen hepimiz ışığın ve ilahi nurun, tarafsız bilimin yapıcı pozitif eleştirel atmosferi içinde birbirimizi incitmeden kırmadan, üzmeden, rencide etmeden saygı-sevgi ve hoşgörü çerçevesi içinde bir birimizi anlamaya gayret edelim.Ancak farklı fikirler bir araya geldiği oranda yeni fikirler ortaya çıkabilir.Yani tartışma ve sohbet kültürünü geliştirmemiz lazım. Eğer kişilerin fikri ve ruhi dünyaları bir bardak su gibi sığ ve dar olursa ak niyetli ufak bir parmağın bu suyu karıştırıp bulandırması çok kolay olur! Ama insan bir bardak su yada küçük bir göl değilde fikri ve düşünsel anlamda gönül olarak bir okyanus olursa o suyu kimse karıştırıp pisletemez! Biraz okyanus gibi olalım arkadaşlar! Her kelimeden her eleştiridende nem kapmayalım.Tartışma ortamlarında biraz geniş olmakta sanırım önemli bir ölçü! Önemli bir meziyet! Dar insan her şeye kızar! Her eleştiriye bir karşılık vermeye çalışır.Bazen SESSİZLİK’te en büyük yanıt olabilir dostlarım! Neyse sitemize yazı yazan tüm arkadaşların birbirlerini desteklemelerini ve birbirlerinin kusur ve eksiklerini yada yersiz eleştirilerini sabır ve hoşgörü ile karşılamalarını rica ediyorum.Birbirinizin eksiklerini tamamlayın! Birbirinizi yermeyin! Mümkün mertebede hepimiz bir gönül ve zihin birlikteliğini bu site vesilesiyle tesis etmeye çalışmalıyız! Herkes her şeyi düşünebilir! her şeyi ifade edebilir.Ama bunu usulüne göre kırıcı olmadan yapmaya çalışalım!

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Tarih:07.11.2006 00:07:19

Sevgili Asimetrikbaryon bizim relamlarla işimiz yok!! Biz bir amaç için yola çıktık! Ve bunda ne kadar muaffak oluruz bilemiyorum. Ama yürüyebildiğimiz yere kadar yürüme gayreti içindeyiz diyelim. Gereksiz sonu boş polemiklere girmek istemem. Dedim ya herkes herşeyi eleştirebilir. Bu babda herşeye de yanıt vermek ayrıntılara inmek zor! Şimdi Stephan Hawking'in kuramsal fiziğe dair söyledikleri biraz espiri mahiyetindedir. Zira fizik sadece salt matemetiksel denklemlerin bir çözümü değildir. Bu bağlamda kuramsal fiziğin tümüyle doğrudan güçlü simülasyonlar üretebilen ve olasılıkları hesaplayabilen üstün bilgisayarlar tarafından üstlenilmesi hiç bir zaman mümkün olmayacaktır! Lakin çok uzun zaman alabilecek sistematik bir çok işlem güçlü bilgisayarlar tarafından üstlenilecektir. Ama insan bilincinin evrenle bağlantılı derin bilinç altı telkinlerini ve yorum gücünü bir kenara itmek mümkün değildir. Teknoloji ve yapay zekalar ne kadar ilerlerse ilerlesin insan faktörü her zaman önemli olacaktır. Şu an için insan dediğiniz varlık kapasitesinin sadece çok az bir kısmını kullanmaktadır. Bunları polemik yaratmaktan çok ''doğru bilgiyi'' insanların ilgisine sunmak babında yazıyorum..

-----------------------------------------------------------------------------------------             

Tarih:07.11.2006 19:33:26

Sevgili asimetribaryon öncelikle yazılarımızı takip etmediğiniz kanaatine vardım. Birde sanırım söylediklerimizi anlama noktasında bazı proplemler var. Bana bir kaç bilim adamının kitabından bir kaç sayfa örnek göstermeniz ilginç doğrusu. Bunları ortaokul çocuklarıda okuyor. Lakin bizim konumuz pek anlaşılabilmiş değil sanırım. İlgisiz ve alakası olmayan gelişi güzel bir tartışma görüyorum ve ilgisiz yanıtlar görüyorum. Öncelik biz doğrudan Amerikalı Avrupalı şuralı yada buralı önemli değil yani bilim dünyasından bir kaç kişinin bir kaç kitap yazarak kendi fikrini söylemesiyle hareket eden düşünen insanlar değiliz! Kuramların çürütülmesi falan bunlar o adar basit şeyler değil! Bunun yanı sıra bizler kurtdeliği gibi zamanda yolculuk gibi yada kuantum boşluğu gibi bir takım kavramlardan bahsederken birilerinin ağzından çıkan sözlere göre başkalarının demeçlerini okuyarak bilim yapmıyoruz. Herşey değerlendirilir okunur o ayrı!!

Ama bizler bir kaç bilim adamının söylediği sözle oynayan yada bunlar üzerine bir hayal dünyası inşa eden araştırmacılar değiliz. Bizler günümüz bilim konsepti içindeki bir takım kavramları ve yaklaşımları mecburiyetten kullanıyoruz. Eğer bilinen konsept içindeki kavramlarla meselenin daha üst boyutlarını açıklamaya çalışmazsak neyle anlatacağız!! Zaten kurtdelikleri derken karadelikler derken uzay/zaman eğrilmesi derken yada kuantumlar ve sicimlerden bahsederken meselenin özüne inmeye çalışıyoruz!! Yoksa şu şöyle demiş bu böyle demiş bu bizim için çokta önemli değildir! Biz sadece klasik bir bilim okuyucusu değiliz. Bunu okurlarımızın çoktan anlamış olması lazımdı. Bizler kendi aklımızın bilim laboratuvarlarında deneyler yaparak maddenin asli unsurlarını birebir test edip mütelaa etme noktasında olan insanlarız. Örneğin Kurt delikleri yada diğer bir çok kuramsal düşünceler şu an itibarı ile çok eksiktirler.

Ama herşeyi burda yazamıyoruz! Herşeyi yazarsak herkes bunlar ne saçmalıyor demekten başka bir şey demez! Ama zaten biz burda çok üst düzey bilgiyi yine makalelerimizde yazdık. Bunlar ne derece anlaşılır bilemem. Ama tekrar ediyorum siz bizi merakllı bilim okurları ile sanırım karıştırdınız! Bizler okumaktan daha çok düşünen yeni bulgulara açılımlar yaratan insanlarız! Bizler ordan burdan alınma bilgi ezberleri ile konuşmuyoruz.Şimdi burda biz ne diyoruruz yada ne demeye çalışıyoruz ben bununda yine anlaşılacağını sanmıyorum.Bu yanıtlarımıza karşılık umarım sırf polemik olsun hava ve cıva olsun diye gereksiz konuyla ve söylediklerimizle ilgisiz eleştiriler yapılmaz. Bunu sadece asimetrikbaryon için demiyorum benzer bir çok arkadaşlar adınada söylüyorum.

-------------------------------------------------------------------------------------------       

 

Tarih:12.11.2006 22:17:18

Sevgili Asimetrikbaryon arkadaşım olumlu veya olumsuz eleştirilerin için öncelikle teşekürlerimi iletmek isterim. Öncelikle düşüncelerine yanlış yada doğru tanımlamasını getirmek istemem! Bunu okuyucuların yorumlarına bırakmak isterim. Sanırım açık havada sabah yürüyüşleri seni biraz iyileştirmişe benziyor! Biraz iyileşmene sevindim.Öncelikle olumlu eleştiriler kadar olumsuz eleştirilerinde bakış açısını yükseltici bir etkisinin olduğunu söylemeliyim. Eleştiri oldukça yapıcı tartışmalar büyüdükçe bir fikrin zenginliğide o ölçüde artar. Öncelikle Türkiyenin bu zor şartları altında ve maddi imkansızlıklar içinde hiç olmazsa fikirsel ve zihinsel düzlemde bu konuda bir sinerji oluşturulmasını isterim. Felsefi - fikri- düşünsel diyelim matematiksel açılımlar şeklinde yada daha derin mühendislik düzeylerinde yorumlar ve taslaklarla zaman yolculuğuna dair pratik yaklaşımların hiç olmazsa kağıt üstünde sorgulanmasını isterim. Asimetrikbaryon, normal şuur düzlemi içinde ve bilinen bilim konsepti içinde eleştirilerin yanlış değil! Ama mesele sanıldığı kadar düz mantıkla anlaşılabilecek derecede basitte değil tabi! Web Sitemde konu hakkında detaylı açıklamalarım var. Lakin zamanın doğası hakkında üstünde düşünebileceğiniz çok önemli bir açıklamada bulunmak istiyorum.

Zamanın en küçük AN ını ifade eden her bir üç boyutlu filim karesi bir dördüncü boyutta belli açılarda dairesel olarak yada düz bir hat boyunca diyelim peş peşe sıralanmış sonsuz sayıda aynaya benzer. İşte bu gibi sonsuz sayıda peş peşe dizilmiş aynalar düşünün! sonsuz geçmişten gelen bir ışık yansımasının bir aynadan diğerine sıçrayarak/yansıyarak sonsuz geleceğe doğru geçtiğini düşünün işte olayların zaman içindeki değişimide bu bir aynadan diğerine dördüncü boyut içinde gerçekleşen yansımalar şeklinde olur. Her bir ayna bir filim karesini temsil eder. Aslında zaman kırılmalarında ve paralel zamanlardan bahsederken her bir aynanın kendi içinde çoğalarak kendisini dördüncü boyut içinde her yöne doğru açılıma uğratıp çoğalttığını düşünmek ve bu yansımanın prizmatik olarak bir çok parçaya bölündüğünü varsaymak doğru olmaz! Ayna sayısı sabittir ve düz bir çizgiyi takip eder gibi sonsuzlukta belli sayıda ayna vardır. Sıralı Aynalar yani Zaman Çizgisi tek bir tanedir! Tek bir orijinal zaman çizgisi vardır. Geçmişe yolculuk yaptığımızda ordaki ışık fotonlarının matematiksel dağılımı üstünde değişiklik yapmamız anlamına gelirki bu durumda orijinal zaman çizgisi aynı kalmakla birlikte aynen bir video banttaki eski verilerin silinip yerine yeni verilerin işlenmesi gibi biz orijinal zamanı tümüyle yeni baştan değiştirmiş oluruz!

Aslında daha derin bir düzlemde atom içine doğru indikçe salt enerji boyutuna yaklaştığımızda yansıma hem geçmişten geleceğe hem de gelecekten geçmişe doğrudur.Ama bilinç bunu tek bir düzlemde algılar. Sonuçta zamanı silinip üzerine yeni olaylar kaydedilebilir bir video band gibi düşünmek gerçeğe en yakın ZAMAN tanımlaması olur. Paralel zamanlardan, alternatif zaman çizgilerinden bahsetmek ve yaşayan canlı alternatif tarih çizgilerinden bahsetmek üst üste dizilmiş farklı video kasetler düşünmekle aynı şeye tekabül eder. Oysaki tek bir yaşayan gerçeklik vardır. Tek bir video kaset dördüncü boyut içinde sarılı vaziyette öylece durur. Tek bir film rulosu ve tek bir gerçeklik söz konusudur. Diğer türlü düşünmek zaman yolculuğunun espirisini zaten ortadan kaldırır. Bir zaman diliminde bir acıya son vermişken diğer bir alternatif dünyada aynı acıyı yaşayan insanların binlerce kopyasının olduğunu düşünmek zamanın mantıksal tanımına terstir. Evrensel mantığa terstir! Yani varoluşun espirisini iyi düşünmek lazım! Geçmişe dönmenin yeni bir alternatif tarih çizgisi yarattığını düşünmek sonsuz tane birbirini kesen zaman şeritleri yaratımı anlamına gelirki bu da zaten alternatif zaman çizgileri kuramını çökerten bir sürece kapı açar!

 Zaman dördüncü boyutta asılı duran sonsuz metrajlı bir film rulosu gibidir.Üç boyutlu bu film karesinden bir diğer kare içine (bir diğer AN’a ) geçebilmek için hız, uzay, zaman ve enerjinin kurduğu bu boyutsal çatının yada bu boyutsal hız kafesinin diyelim dışına çıkmak için dördüncü boyutla üçüncü boyut sınır şeridinde yol alan fotonlardan daha hızlı bir şekilde hareket edebilmeliyizki daha farklı bir zaman-uzay-enerji ve hız düzeylerinin bileşkesi olan daha üst bir zaman ve uzay çatısı içerisinden hareketle kendi uzay ve zaman alanlarımız içinde istediğimiz noktaya doğru belli zaman /uzay koordinatları arasında sıçrayıp bir kuantum sıçraması (hiper uzay atlaması) gerçekleştirebilelim.Anlık uzay yolculuğu yada zaman yolculuğu! Geçmişte ve gelecekte yada şu anda bir uzay noktasına hareket aynen iki boyutlu bir pistten üç boyutlu bir uzaya açılan bir uçağın yada bir hava balonunun manevrasına benzer bir biçimde yerçekiminden kurtulurcasına ( kendi zaman /uzay boyutlarımızın çerçevesini aşıp) havaya yükselip tekrardan kordinatları belirlenmiş başka bir iniş noktasına inme yani hareket etmek gibidir.Yani maddenin titreşimlerini bir anda yükseltiyoruz görünmez oluyoruz ve tekrar titreşimleri düşürdüğümüzde kendimizi başka bir zaman dilimi içinde buluveriyoruz! Tüm mesele bu titreşimleri yükseltip – düşürme süresi arasında olup bitiyor. Bu ara süreçte hangi zaman ve uzay koordinatı içine gireceğimizin üst boyutsal manevrasını daha yolculuğa başlamadan önce hesaplamamız lazım.Yada titreşimleri düşürmeden hemen önce planda bir değişiklikte yapabiliriz tabi.

 Aslında zaman makinesi bir yolcu uçağı misali dördüncü boyuta yükselen ve orda zaman uzay koordinatlarına bağlı geometriksel nitelikli açı hesaplamaları yapan bir bilgisayar belleğinin bir üst uzaysal alan diferansiyellerini hesaba katarak bir tür dört boyutlu rota ayarlaması ile kendini o yönde sevk edip hareket ettiren bir tür hava aracı gibidir.İnsanlar buradaki yer- zaman belirmesini anlayamadıkları için zaman yolculuğu bir türlü kafalarında canlandıramıyorlar. Ama işte bu yolculuk üç boyutlu düşünen bir beyin için anlaması zor olsada bir bilgisayar bu matematiksel koordinat ayarlamalarını çok kolaylıkla yapabilir.Bir uçak düşününki gökyüzüne yükseldikçe artık iki boyutlu pistin enlem ve boylamlarına göre değilde daha genişleyen bir açıda artık üç boyutlu koordinatlar dizgesine göre konumunu belirlediğini düşünün. İçerdeki tüm cihazlar buna göre bir veri akışı sağlarlar.Bu gibi bizim zaman makinemiz bir dördüncü boyuta doğru kayarken ve gözlerimizin önünde kaybolurken artık zeki bilgisayarlarımız karşılarında üç boyutlu bir gök haritasını ve yıldız konumlanmalarını değil dört boyutlu nitelik arzeden bir dördüncü boyut koordinat dizgelerinin belirdiği bir geometrik alana ve gök haritasına göre hareketini belirlemek zorundadır….

----------------------------------------------------------------------------------                        

Tarih:03.06.2006 18:44:07

Sevgili Mert sanırım aşırı milliyetçi unsurların etkisinde biraz fazla kalmışa benziyorsun. Öncelikle bir etnik kökeni aşağılamak olumsuz kelimeler sarfetmek bir Türk gencinin yüksek karekter ve yüksek ahlak yapısına uymayan davranışlardır. Tümüyle Çingen ırkı için yada Kürt ırkı için yada Laz veya Çerkez, Ermeni, Rum yada başka herhangi bir etnik ırk yapısından olan insanlar içerisinde elbette olumsuz davranışlar sergileyen bir takıp gruplar olabilirler PKK sorunuda buna bir örnektir ama bu terörizme ve şiddete yönelen bir grup insandan yola çıkarak bir etnik gruba tümüyle kötü demek kanımca yanlış bir düşüncedir. Yüzyıllardan beridir yahudiler içinde böyle önyargılı yaklaşımlar olmuştur. Bunların en bilineni olan Çingen ırkı içinde bu geçerlidir. Daha on yıl önceye kadar bir alevi demek yada Ermeni kelimesini kullanmak nerdeyse bir suçtu! Ki Çingen vatandaşlarımız içinde bu geçerli yani nerdeyse Çingen ırkını aslı astarı olmayan suçlamalarla kötülemelerle damgalayarak onlara hep ön yargılı baktık! Adam ben Çingen'im demeye utanıyor! Çingen milletine karşı bile hala bir ön yargı sürmektedir.

Türkiyemizde Kürt ırkı ve Alevi inancına sahip insanlar için bile hala ön yargılı bakış açısı ortadan kalkmış değildir. Bugün malesef bir Sünni müslümanın yanında bir Alevi ben Alevi'yim demeye çekinmektedir.Yada bir Kürt arkadaşımız Türk milliyetçiliği depreşmiş insanların yanında rahatça ben Kürt'üm diyemiyor. Yada bir Çingen arkadaşımız ben Çingen'im diyemiyor. Bununla birlikte her hangi bir kurumda memur olarak çalışan Alevi kardeşlerimiz o kurum içinde ülkücü ve sünni dinci müslümanlar tarafından gizlice dışlanmakta ve bu alevi arkadaşların gizlice  ayağının  kaydırılması ve kötü olarak gösterilmesi adına her türlü fesatlık düşünülmekte ve yapılmaktadır. Bir çok iyi niyetli ülkücü ve sünni  müslüman arkadaşlar çalıştıkları hastane, üniversite, spor tesisleri vb bir çok iş kurumlarında bu arkadaşlarımıza yönelik tacizi  her türlü planlı olumsuz davranışı gözlemlediklerini, asılsız yalan iftiralarla bu insanların işlerinden edildiklerini, başka illere sürüldüklerini ve tüm bunlara şahit oldukları belirtmiş ve insanlık adına bundan utanç duyduklarını ifade etmişlerdir. Yani sevgili dostlarım insanların birbirini hazmedebilmesi çok önemlidir. Bu gibi olumsuz taraflı davranışlar maalesef ne ülkücülerin yüksek ahlak ve yüksek boyun eğmez onurlu karekterlerine yakışır nede müslümanlığın yüksek manevi değerlerine yakışır! Yani içimizden birileri maalesef insanların farklılıkları üstünden illede bir rant  sağlama peşinde bir üstünlük sağlama peşindeler.

Yani bu gibi olumsuz davranışları sergileyen bir takım kimselerin yabancı bir turiste misafir perverliğin  en alasını gösterirken kendi içimizden bir alevi inancına sahip yada  etnik köken olarak kürt  olan kardeşlerimize böyle kinle bakmaları kabül edilebilir değildir.

Biz Türklerde malesef öz eleştirel yaklaşımlar getirme konusunda çok yetersiz bir toplumuz. Geçenlerde sözde Ermeni soykırımını savunan Orhan Pamuk adındaki bir yazarımız bu ifadesinden dolayı mahkemeye çıkarılmıştı. Televizyonlarda gördüğüm o gösteriler ve yazara karşı aşırı milliyetçilerden gelen saldırılar küfürler karşısında şok oldum diyebilirim. Ya biz bu gibi davranışlarla haklı iken kendimizi haksız konuma düşürüyoruz. Bu görüntüleri gören dünyanın öbür ucundaki insanlar ne düşünürler merak ediyorum doğrusu. Benzer bir durum aşırı Sünni dindar Türklerin Sivas'ta  bir çok Alevi sanatçıyı ve düşünürü üstlerine vidonla benzin dökerek Allah nidaları ile yakması olayında yaşanmıştır. Yine Sünni Gonca Kuriş'in sırf Türkçe duadan bahsettiği için  yine İslami Sünni ve Şii Terör örgütlerince öldürülmeside buna bir örmektir. İşte tüm bunları izleyen dünyanın her yerinden bir  çok guruplarda  müslüman Türkler bizi de gelip kesmeden biz bunlara karşı tedbir almalıyız diye içlerinden geçirmişlerdir. Bunları gündeme maalesef kimse getirmek istemiyor. Sanki bunlar olmamış gibi sözde unutuluyor! ve üstlerine perde çekiliyor. Ama dünyanın tüm kütüpanelerindeki raflarda yer alan  kitaplarda, gazetelerde, arşivlerde bunlar yayınlanıp hala gündemde tutulmaktadır. Eskiden büyük kitleleri bile asıp kesince, toplu mezarla gömünce  kimse duymuyordu. Ama şimdi ülkemizin en uç yerlerinden Konya'da, Trabzonda, Menemende, K.Maraşta, Tuncelide  Şırnak'ta Diyarbakır'da, Erzurumda bile yere bir toplu iğne düşse dünyanın öbür ucunda bu haber oluyor!

Ama kendi milletimizi öz eleştirel sınırlar içinde bir çok noktada eleştirirken Türk milletinin genel anlamda dünya tarihi sahnesi içinde en yüksek toplumsal örf ahlak ve geleneksel değerlere sahip bir millet olduğunu söylemek gerekir. Türkler savaşcı ve göcebe bir toplum yapısından gelmiş olsalarda Avrupalı batılı bir çok yazarın iddia ettiği gibi barbar bir ulus değildirler! Türkler  << ispanyol kaşifler ve savaşcılar gibi yada Fransızların cezayirde yaptıkları gibi yada Amerikalıların kızıl derelilere yaptıkları zulüm gibi gittikleri yerlerde ayrımcı bir bakış açısına asla sahip olmamışlardır. Türkler tüm bu batılı uluslar gibi gittikleri topraklarda soykırım gibi yada benzeri yönde o toplumların öz yapılarını değiştirmeye çalışmak gibi insanlık dışı davranışlara kesinlikle yönelmemişlerdir. Türkler tarihin hiç bir döneminde ırkçı bir anlayışla ülkeleri fet edip onları sömürme düşüncesiyle yola çıkmamışlardır. Türkler tüm milletleri kendileri gibi gören ve  tüm dünyayı (mavi gökyüzünün altındaki herşeyi) adalet ve denge içinde yönetmeye talip bir millet olmuşlardır. Diğer bir çok millet böl, sömür ve yönet mantığı ile hareket ederken Türk milleti daima birleştir, paylaşımcı ol ve yönet mantığını- felsefesini benimsemiş bir 'geleneğe -anlayışa' sahip bir toplumdur.

Biz bunları burda yazıyoruz ama bu eleştirel tavrımızı her ulus kendi yanlış ve doğru değerleri adına kendi içinde yapmalıdır. Ancak herkes bu şekilde kendine öz eleştirel bir ışık altında bakarsa dünya ulusları arasında bir ADALET ve sukunet havası  sağlanabilir. Mesela ben Türk olabilirim yada Kürt, Arap yada Ermeni yada Rum yada Yunanlı ama dünyaya bakarken ve dünyayı eleştirirken bu etniksel bakış açısı kimliğinden sıyrılarak yada dinsel bazda taraflı bir bakış açısından sıyrılıp  dinler üstü yada ırksal bazda etnik kökenler üstü evrensel bir bakış açısıyla hareket etmeliyiz.

Etnik ırklar bazında Çingen toplumu gibi Türkiyede dinsel etnik yapı babında Alevi'lerde Sünni Türkler tarafından her türlü aşağılanmaya uğramış ve her türlü zulümkar hakarete ve iftiraya maruz kalmış bir toplum kesimidir. Keza Yahudi'lerde bir çok asılsız iftiralara uğramışlardır.Ama burdan yola çıkıp tüm Sünni müslümanlar kötüdür tüm Türk'ler kasaptır ahlaksıdır şerefsizdir gibi tanımlamalar kullanmak ahlaken çok yanlış olur..! Yani her toplum içinden bir takım iyi yada kötü eylemler sergileyen bir takım insanların çıkması o toplumu yada ırkı kötülemek için bir neden olamaz.. Mesela Nazi'lerin yaptıkları soykırımlardan yola çıkarak tüm Almanları kötülemek ve suçlamakta doğru bir yaklaşım olmaz. Yada İngilizlerin iskoçlara uyguladığı zulüm tarihsel bir kara leke olarak kalblerde yerini alsada bu durumlardan yola çıkıp tüm ingilizleri kötülemek doğru değildir. Hepimiz tüm bunlardan insanlık ailesi olarak dersler ve sonuçlar çıkarmalıyız. İşte bu bakış açısı altında Türk gençleri olarak dünyaya daha geniş bir açıdan bakıp eğer varsa proplemlerin kaynağına daha temelden ve daha küresel ve daha bilimsel yaklaşımlarla bir takım çözümler arama yoluna gitmeliyiz..

Mesela uluslar arası tarafsız bir platformdan dünyaya baktığımızda İngilizler kendi kuzey bölgelerindeki iskoçlara karşı tarihsel süreç içerinde bir çok şiddet eylemlerinde bulunmuşlardır. Keza benzer durum İrlanda'lıların uğradıkları haksızlıklar içinde geçerlidir. Yada İspanyadaki Bask bölgesine ait etnik farklılıklar söz konusudur. Yine burlarda da   şiddet ve baskı altında bir çok insanın İspanyollar tarafından katledildiğini görüyoruz.Yani sonuç itibarıyla bir ülkenin biraz daha büyük  düzenli bir silah gücüne sahip olması o ülkeyi terörist tanımının dışına çıkarmaz! Büyük devletlerde çoğu kez sadece daha çok silahlı insanı bir araya toplamış olmakla   bu büyüklükten dolayı  haksız  olan bir çok davalarına  bir haklılık giysisi giydiremezler.Terörizmin- eşkiyalığın- büyüğü küçüğü olmaz ister devlet düzeyinde ister gruplar bazında olsun  terör terördür. Kimi yerde bunun adı devletler düzeyinde işlenen faili mechul cinayetler olsada (ki ben buna ''Dar Alanlı Soykırım'' diyorum) bu bir 'terörist devlet' tanımına girer.Bu gibi  terörizmin bir örneğide ortadoğuda yaşanan kürt katliamlarıdır. Irak, İran Türkiye, Suriye üçgeni içinde bir çok Kürt grubun bu ülkelerin  bir çok baskısına şiddet eylemlerine  maruz kalmasıda uluslar arası düzeyde yaşanan bir çok dramdan biridir. Bu dramların en büyüğü İsrail'in baskısı  altında yaşayan Filistin halkının çektiği acılardır.Ki bu tüm dünyanın tanık olduğu bir dramdır.

Peki kendimize şu soruyu soralım ''güçlü olmak'', kendinden daha zayıf kitleleri baskı altına almak ve onları sömürüp aşağılamak ve yine asimile etmek  için bir neden midir? Ben açıkcası uluslararası bir sosyolok edası içinde çok kültürlülüğü çok kutupluluğu destekleyen bir insanım. Ama aynı zamanda bu sanki bir çelişki gibi görünsede tek bir küresel dünya devletini düşleyen bir insanım. Tüm dünya sınırlarının ortadan kalktığı tek bir dünya ırkı ve medeniyetini düşlüyorum. Gerçekten güçlü bir zeka ve gerçek güce sahip uluslar ve büyük uygarlıklar   kendinden olmayana sevgiyle bakan ve farklılıkları kucaklayıp benimseyip onlara kendi gelişimleri için fırsatlar sunan uygarlıklardır! Büyük Osmanlı imparatorluğu kısmende olsa tarihte büyük Roma imparatorluğundan sonra bu anlayışa sahip bir medeniyetin sahibiydiler.

Bazen keşke diyorum bu sözde aşırı miliyetçiler büyük ahlak ve zekaya sahip ''Cengiz han'' gibi toplumları birleştirici bir büyük akla sahip olabilseler.Ve keşke diyorum Sünni ve Şii müslümanlar yada tüm diğer mezhepleride içine alan  daha geniş bir babda müslüman alemi  demek sanırım daha doğru bir kavram olacak! İşte tüm müslümanlar  kendi peygamberleri gibi insanları dışlamayan hor görmeyen ve farklılıkları büyük bir şefkatle kucaklayan bir halishane ruh haline sahip olabilseler! Ama maalesef bu ve benzeri bir çok grup ipini koparmış nereye sataşacağı belli olmayan uyuşturucu çekmiş insanlar gibi, aklını gönlünü köreltmiş, kendini kaybetmiş, kendi değerlerini yitirmiş topluluklar halini almışlardır.

Sevgili dostlarım Hz Muhammet kendine inanan tüm insanların işkence ve eziyetlere ve zulümlere uğradığı dönemlerde bunu yapanlara karşı bir karşılık vermemek ve onların doğru yola gelmesi yönünde büyük bir sabır göstermiş ve hep iyi niyet adına umut beslemiştir. Bunun için çöl sıcağının altındaki hasır üstünde derin tefekkürler içine girerken bu iyi niyet adına en küçük sebebleri bile bularak şiddete şiddetle karşılık vermemek konusunda büyük bir direncin timsali olmuştur. Lakin artık Hz Muhammete tabi olan o zamanki çevrelere karşı gösterilen şiddetin ve zülmun  sınırları aşan dayanılmaz bir hale gelmesi karşısında yeterli güç sahibi iken neden kendi hakkımızı savunmak adına savaşmıyoruz diye yükselen feryatlara karşın ve o zaman için bugünden bile çok daha demokratik olan söz meclislerinde bu durum büyük bir hararetle her demde dile getirilirken Hz Muhammet' de bu durum karşısında sessizliğini bozarak ..savaşın ama allah yolunda savaşın.. diyerek gönlünden arzu etmesede  kendilerini savunmak ve korumak adına bu  savaş kararını  vermek zorunda kalmıştır.Bunu anlatmamın sebebi nedir derseniz? Şunu ifade etmek isterim; Hz Muhammet daima şiddete şiddetle karşılık vermek yerine zerre kadarda olsa iyi niyet içinde bunun bir çözümünün bulunabileceği yönünde bir tefekkürün sahibi olmuştur.

Bugünün insanları savaşmak adına zerre kadar bir nedeni cımbızla arayıp bulma konusunda çok büyük hüner sahibidirler.Bir çok barışcıl çözüm olmasına karşılık insanlar savaşmak için terörizme yönelmek adına hiç bir geçerli nedenleri olmasa bile  ''allah adına'' diyecek kadar gaflet içinde olabiliyorlar.Umarım Hz Muhammetin tefekkürü ile günümüz insanlarının tefekkürü arasındaki farkı anlayabilmişsinizdir.Dünyamızda büyük islami kitlelerin bir çok terörizm kaynaklı yanlış tutum ve davranışından dolayı dünya ulusları  malesef Hz Muhammet gibi bir karıncayı bile incitmeye razı olmayacak bir büyük ruhaniyeti ve onun getirdiği temsil ettiği islami manevi değerler bütününü  barbarlık ve insanlık dışı bir oluşum gibi görme eğilimi içine girmişlerdir.Oysaki İSLAM aklı esenin kendi keyfine göre adam öldürdüğü ve aklı esenin allahın askeri olma sıfatını üstlendiği sapkın bir anlayışa sahip bir DİN değildir.

Evet sevgili okurlarım burda mümkün olduğunca dünya siyaseti, politikası ve milletlerin durumları konusunda politik denebilecek tarafsız açıklamalar yapmaya çalıştım. Olaylara Sünni müslüman bir Türk olarak değilde tüm bu kimliklerin üstünde bir noktadan bakmanın daha doğru olacağını düşündüm. Ki yazılarımda da görüldüğü üzere belli bir uslub ve düzeyli eleştiri sınırlarını aşmadan   kendi dinime ve milletimede oldukça geniş çaplı eleştiriler getirmektende sakınmadım. Keşke her Müslüman Türk genci at gözlüğünden yapılma bir milliyetçilikle ve dar bir dinsel inanç konseptinden sıyrılıp bu şekilde dünyaya bakarak benim gibi bu tarafsız eleştirel tutumu sergileyebilse  o zaman Dünyada işleyen siyasi, ekonomik, askeri, sosyolojik, düzeni daha iyi yorumlayıp nerde eksiklerimiz olduğunu ve çıkarlarımız adına atılması gereken en doğru adımları tespit edebilirlerdi.

Yani Türk gençleri kahve köşelerinde oturup şu şahsı öldürsek şuraya iki kurşun sıksak şuraya bir bomba atsak bu vatan kurtulur ve bu bayrak inmez edebiyatını bir noktada aşmalıdır. Türk gençleri olarak yüksek kültürel değerlerle ve dünyaya insan merkezli olarak bakan daha hümanistik daha akılcı ve daha eleştirel bir tutumla olaylara yaklaşmalıyız. Dar düşünen ve eğitimsiz bireylerden oluşmuş toplumları bölmek birbirine düşürmek kamplara ayırmak en kolay şeydir. Bir ingiltereyi hamasi nutuklarla bölemezsiniz ama Türkiye'yi hamasi nutuklarla, sağcısından solcusuna başörtülüsünden başı açık olana..vb gibi diye kamplaşmış bu toplumu silahsız tüfeksiz olarak çok damar noktalarına basarak bir senede Irak haline getirmek hiçte zor bir şey değildir. Birinin damarına ya Allah ya Muhammet nüansından girerek etkileyip uyuşturusunuz birini vatan millet Sakarya ve al bayrak nutkuyla girerek etkilersiniz hipnotize edersiniz diğerine insan hakları ihlali sözde eşitlikçi halk kurtuluş hareketi ve devrimci gençlik nüansından büyük sol nutkuyla girerek etkilersiniz. Bir diğerini yine başka türlü etkilersiniz sen daha önce şuydun buydun sen buna layık değilsin edebiyatıyla Türkiyede kitleleri bu gibi vatan ve din elden gidiyor yada başka türlü bir manifesto ile biribirine kırdırmak kaos yaratmak çok basittir. Çünkü Türk insanın zeka ve eğitim seviyesi malesef buna çok müsait bir yapıdadır.Biz neden hep eğitime önem verin diyoruz.. İşte bu ve benzeri daha sizlerin bilmediği bir çok tehlikeye karşı!

Silahlı mücadeleden daha çok ve daha önce beyinlere genç zekalara para harcamak insanlarımıza yiyecek ekmekten önce bile bir bilinç bir kültür vermek gerekir. Sen eğitmezsen senin öğretmenin doğuya gidip ‘lan bunlardan okuyupta ne olacak! Bunların cahili okumuşundan daha iyidir derse ve derslere bile girmesze’ Ki bu durum bizatihi Denizli’li bir arkadaşın doğuda 85’ lerde şahit olduğu bir durumdur. Elin Amerikalısı alıp uçakla dağdaki adamını götürüp gerekli eğitimi verir. Ama eline silahıda verir. Daha açık söyletmeyin bana…Sonra oturur tartışma proğramlarında niye böyle oldu diye düşünür durursunuz..

Burda fazla siyasi noktalara ve öz eleştirel sınırlar dışına çıkmak istemem ama Türkiye tablosu böyle görünüyor. Bir ırak için bir Mısır bir iran bir Pakistan bir arabistan içinde bu aynıdır.Türk insanının bu ifadelerimdeki derin bilinci çok iyi anlaması gerekir. Bu ilginçtirki nedense Müslüman ülkelerinde çok daha yaygın olan bir bilinçsizlik hali! Aslında Amerika birleşik devletlerinin bir sürü silahla orta doğunun haritasını değiştirmeye çalışmasını çok komik bulduğumu söylemeliyim.

 Espiritüel bir ifadeyle birleşik devletler başkanı George Bush bana gelse yaa Çetin bu işi silahsız nasıl yaparım dese eline bir sayfalık nüsha tutuştururdum. Aha bunları git işgal edeceğin Müslüman ülkelerde yay derdim..Çünkü zeka belli mantık belli davranış kalıbı belli adamların ufku bakış açısı tamamen otomatiğe binmiş. Ben ne demek istiyorum bunun en kısa tanımını çok kısaca şöyle yapabiliriz. Türk insanı bir çok noktada değişmeli önce arabesk kültürden zorla yada farklı değerler sevdirilerek kurtarılmalıdır. En basitinden tabir uygunsa arabesk bir müzik dinleyen bir beynin dünyaya bakışıyla klasik müzik dinleyen bir beynin dünyaya bakışı arasında yıldızların birbirine uzaklığı kadar bir fark vardır. Bir hamam böceği tüm dünyayı kalorifer peteklerinin arasından ibaret sanar. Ama bu böyle değildir! Bunu iyi anlamak gerekir. Atatürk fazladan bir onbeş sene daha yaşasaydı idam sehpaları bir 15 sene daha İzmirden Kars’a dek dizilseydi o zaman bu memleket zorlada olsa daha medeni bir yer haline gelirdi.

Atatürk karanlık zihniyetleri ayıkladı ama kökü hala yerde kaldı…..Malesef  karanlık çağlardan yükselen gerici( gerici tanımlamasını çok geniş bir ifade de kullanıyorum solcu, milliyetçi, sağcı ve her tür kalıplaşmış ideoloji babında ele alıyorum)  uğultular rahatsız edici bir noktaya gelmiştir. Daha yeni olan danıştaydaki işlenen cinayet maalesef yeni bir menemen olayının ilk örneğidir. Her geçen gün yeni bir Atatürkün gereksinimi daha fazla hissedilir hale gelmeye başlamaktadır. Solcusundan sağcısına dincisinden dinsizine daha iyi bir Türkiye için başta siyasi hükümetlerimiz dahil  toplumumuz içinden  bir takım kesimlerin iyi niyetlerle yapmaya çalıştıkları bazı beyan ve açıklamaları bazı eylem ve davranışları Türkiye gibi uluslar arası kavşak noktada bulunan bir ülkede 10 kere düşünülüp eleştirel süzgeçlerden geçirildikten sonra işleme koyma noktasına getirilmelidir. Şimdi daha fazla konuşup ifadelerime siyasi bir kimlik kazandırmak istemem ama hangi guruptan ve taraftan olursa olsun hepimizin daha sağ duyulu belkide sol duyulumu desem neyse espiri bir tarafa hepimizin daha birleştirici tutum ve tavırlar içerisine girmesi gerekir. Uluslar içindeki bireyler içinde bu böyledir küresel dünya üstündeki devlet politikaları içinde bu böyledir.Bunun aksi karmaşanın ve kaosun hakim olduğu bir toplum ve bir dünya demektir. Bu noktada ben tarafsız ve uluslar arası kimliğimi her zaman için korumak isterim. Yani ben herhangi bir ulusu herhangi bir toplumu herhangi bir gezegeni yada herhangi bir galaksiyi yada evrenin herhangi bir köşesindeki sistemi savunuyor değilim daha çok tarafsız bölge gözlemcisiyim diyelim.Bu devasa evrende ve bu küçük dünyanızda ne yaparsanız yapın derim. Ben daha çok manevi dünyaların krallığına yada sultanlığına talip olmak isterim diyelim.

Sevgili arkadaşlar her demde ifade etmemize karşılık maalesef bazı arkadaşlar milliyetçi gençlik, ülkücü gençlik, Sağcı gençlik, solcu gençlik gibi yada Müslüman kardeşler birliği gibi adlar altında tuhaf alakasız eleştiriler getirmektedir. Şimdi öncelikle bizim zaman yolculuğunu araştırma çerçevesinde oluşturduğumuz bu site herhangi bir görüş ve ideolojinin merkez yuvası değildir.. Biz daha çok bağımsız araştırmacılar adına bu siteyi kurduk.Kimsenin inançları milliyeti bizi ilgilendirmez. Burası uluslar arası bir bir site mahiyeti taşımaktadır. Bizler bu sitede siyasi milli, yerel yada dini politik olan yanlı yada taraflı bir düşünsel-fikri yada sosyolojik bir çalışma içinde değiliz. Bizler zaman yolculuğunun teknik mevzuları üstünde fikir yürüten bu yönde çalışmalar içinde bulunan İnsanlarız. Maalesef Türkiyedeki 12 eylül olaylarından ders almayan bazı işsiz güçsüz başı boş guruplar belli ideolojiler altında nereye sataşıp ne iş yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Bizim böyle çete vari eli bıcaklı guruplarla yada politik dinsel tarikatleşmelerle herhangi bir işimiz olamaz.

Ben kendim aslen Türkmen, Arab, Kürt ve Rum karışımı bir etnik unsura sahip müslüman bir Türk genciyim.  Bu açıdan çok çatallı bir sosyolojik noktada durmamdan mütevelli  oldum olası siyasi, politik, milliyetçi, dini ve her türlü solcu, sağcı fanatik guruplardan hep uzak durmaya ve siyasi demeçler içine girmemeye gayret ettim.Ve hala daha aynı tarafsız  çizgimde gitmeyi tercih ediyorum. Mesela bir kahve sohbetinde Kürt, Türk yada irticacı dinci, solcu, sağcı, Atatürk'çü gibi tartışmalar, sözde sohbetler başladığında usulca kalkıp evime giden bir insanım. Yani siyasi politik konular bana göre değil. Ben daha çok uluslar arası bir orta noktada durmayı tercih edenlerdenim.Ve küresel dünyanın proplemleri daha çok ilgimi çeker!

 Genelde BBC yada CNN izlerim. Türkiyedeki tüm kanallar maalesef  taraflı bir yayın politikası izledikleri için Türk kanallarını izlemiyorum. Sadece bazen HaberTürk ve CNNTürk ve CNBC-E   kanalını izliyorum. Sonuç olarak kahve köşelerinde yada milliyetçi gruplar arasında bu avam düzeyindeki  tüm bu tartışmalar bence sonucu olmayan boş tartışmalardır.  Birileri başta durup, cebini doldurup yada kendi ufku dar -kısır- ideolojilerinin tatmini adına  seni beni birbirimize öldürtüp Amerikada, avrupada lüks villalarda  yan gelip yatarken yada Türkiye adına iyi bir şey yaptım zannı içinde keyif çatarken ve bunların  çocukları dünyanın en iyi okullarında okurken bizlerde çocuğumuzun  yırtık ayakkabısını düşünmek yerine Trabzonluların yaptığı gibi  iki bin kişi toplanıp beş kişi  elinde  insan hakları adına açıklama  yapıyor diye beş insanı sebebi mechul bir öfke adına linç etme hevesi içinde  kraldan daha kralcı kesilmeye kalkarız! Eğer birçoğu Trabzonlu olan  sevdiğim arkadaşlarım olmasaydı bu şehrin insanları için ruhsal alem düzeyinde olumsuz etkiler yaratmayı düşünürdüm. Fay hatlarını çökertip Karadenizin sularını Trabzona doğru çekmek gibi! Trabzonlular bunu hakketti bence!  Türkiyenin insan portreleri maalesef böyle. Bilinci ve şuuru elinden alınmış bir ''sürü toplum'' modeli! Deh diyince giden, hop diyince duran ve düşünmeyen bir toplum! Aklıma rahmetli Aziz Nesin'in bir sözü geldi. Kendisi zamanında bu milletin % 90'ı aptaldır demişti. Yani bu sözce bence oldukça düşündürücüdür.

Nerde olursa olsun önemli olan türk, arap, yunan, kürt, Laz, çingen yada alman, amerikalı, israilli, filistinli farketmez hepimiz artık bu küçülen ve küreselleşen dünyada rahat huzurlu bir şekilde yaşamak ve devletimizin bizlere dünyadaki diğer yaşam standartlarına göre daha iyi daha huzurlu ve güvenilir bir sosyal güvence sağlamasını isteriz. Zaten insan olarak hepimizin ortak fikri bu olmalı!  Türk olsun kürt yada rum  olsun mesele devletin ismi değil mesele kurulu bir düzen içinde devletimizin bizlere en iyi şekilde sosyal güvenceleri sağlaması ve refah içinde insanların uzun bir hayat sürmesi! Bu anlamda Türkiye Cumhuriyetinin yasaları ve imkanları içinde her insanın yani tüm Türk vatandaşlarının kendi kültürünü özgürce yaşayıp ülkesi ve milleti adına daha güzel bir Türkiye için iyi şeyler yapma gayreti içinde olması gerekir. Meseleyi ırk bazında düşünmemek lazım meseleyi devlet ve sosyal sistem bazında düşünmek lazım. Türk kimliği altında toplanan tüm insanlarımızın ne mutlu Türküm dediği ve herkesin özgürce kendi dilini toplumsal kültürünü yaşayıp devam ettirebildiği ortak bir yaşama alanı olarak görmek lazım bu memleketi!

Sonuç itibarı ile maalesef hepimiz bu dünyanın insanları ve Allahın yarattığı sevgili kulları olsakta insanlık alemi olarak  kendi aramızda Kürt, alevi, yahudi, sünni, türk, çingen, filistinli, amerikalı, alman, ermeni,rum, fransız, ortadoks, protestan, katolik, şii, Hristiyan, yada solcu, sağcı, kominist, kapitalist, ateist, dindar  ve daha bir çok mezheplere, inançlara faklı ideolojilere ve bir çok etnik kökene dek insanları ayrıştırıp bölüp, etiketleyip damgalasakta hepimizin herşeyden önce  İNSAN olduğumuzu hatırlamamız ve buna göre bu evrensel bilinçle ülkeleri insanları yönlendirip yönetmeye talip bir ulus bir millet olmamız lazım. Sonuçta Diyarbakırda polis panzerleri altında öldürülen küçük çocuklarda insan, Filistinde İsrail bombaları altında bedenleri parçalanan küçük çocuklarda insan! Ve Afrikanın kıraç çöl alanlarında açlıktan ölen küçük çocuklarda insan! Bunlar hepsi herşeyden önce İNSAN!

İşte hepimiz  insanlık aleminin üyeleri olarak birbirimizi fişleyip, damgalayıp, ayrıştırıp, etiketleyip  kamplara bölmek yerine dünya insanlığını nasıl bir araya getirebilir ve insanları nasıl birleştirip birbirine güvenen saygı duyan birbirini seven birbirini hazmeden, birbirini destekleyen ve kabül eden bireyler haline getirebiliriz diye düşünmüş olmamız lazım! Bu yönde çaba sarfetmiş olmamız lazım. Ama yok maalesef yönetim kademelerine getirdiğiniz  akli dengesini yitirmiş, bencil egoist, çıkarcı, maceracı, psikopat birileri bunu istemiyor. Bu negatiflik ve ayrımcı politikalar Türk aile yapısına dek yansıtılıyor maalesef.

Şimdi ben bu dünyevi çıkarlar hesaplar içeren bu dar ve kısır alandaki çekişmelerle ve dar politik, siyasi, askeri kafalarla nereye gideceği belli olmayan bu dünyayı ve insanları anlamakta güçlük çekiyorum.Yav diyelimki misalen Türkiyemiz için düşünürsek bugünkü devlet ideolojisi bazında misalen diyelimki hadi hep birlikte tüm kürtleri öldürelim, ülkede bir tane bile kürt kalmasın! Tüm solcuları öldürelim, tüm ermenileri ermenistana sürelim, diğerlerini istanbul boğazına atıp öldürelim. Tüm yahudileri kovalım, arada çingenleride yakalım tüm koministleri, sosyalist geçinenleri ve insan haklarından bahsedenleride   bir yere toplayıp hepsini bir kurşuna dizelim.Eşitlikten, işci haklarından ve sosyal devletten  bahsedenleri kulaklarından askeriyenin duvarlarına çivileyelim. Tüm alevileri tek tek birgecede öldürelim. Alevi diye bişe kalmasın.Cem evlerini yıkalım, kliseleri yıkalım bir kaç kalan rumuda kürtlerle birlikte kesip işlerini bitirelim.Tüm süryanileride  öldürelim. Yani KAÇ TANE ETNİK GRUP VARSA hepsini öldürelim. Sonra kraldan daha kralcı olan Lazlarıda ilerde sorun çıkarmasınlar diye bir gecede kesip karadenize atalım. Sonra ülkemizdeki tüm yabancı turistleride kapı dışarı edip sınırlarımızı kapatalım. Üniversiteleri tek tip aşırı sağcılarla radikal islamcılarla ve fanatik miliyetçilerle dolduralım. Her yere türk bayrakları asalım. Altınada En Büyük Türktür, ''Türklerden başka büyük yoktur'' diye sloganlar asalım.Türklüğün sünniliğin, dinciliğin, milliyetçiliğin en alasını yapalım.İşin suyunun suyunu çıkartalım.Faşizmi bile sollayıp geçelim.Öyleki Alman Nazilerin yaptığı bile bizim yaptıklarımız  yanında az kalsın! Shovenizmin en alasını yapalım.Şehirlerin ortasına büyük odunlar koyalım tüm Ermeni, Rum, kürt, Çingen çocuklarını bu odunlara bağlayıp hepsini ateşe verelim sonrada ateşin karşısına geçip kurt işaretleri yapıp havlayıp uluyup en büyük Türk, Türkten gayri büyük yok diye bağırıp çağıralım..Mehter marşı eşliğinde havaya binlerce mermi sıkıp herkese göz korkusu verelim. Hatta ülkü ocakları merkezlerine birde kim türk kim türk değil diye bir DNA testi makinesi alalım.Yani bu işin sonu nereye kadar gidecek! Oldu olacak birde isterseniz insanları kan gruplarına görede ayıralım.Olmadı göz rengine görede kamplara ayıralım.Oda yetmedi boylarına göre ayıralım.Bunları küçümsemek niyetine söylemiyorum çok samimi içten duygularımla söylüyorum! Birde Askeriyede belirli bir görev alırken 7 göbek ötesine dek sözde secereleri inceliyorlar.Bırakın lan DNA testi yapalım herkes rahatlasın!

Taliban rejiminide iran rejiminide sollayıp geçelim sözde daha çok müslüman olalım, herkes başına türban taksın bu arada türban takmayanlarıda asıp onlarıda temizleyelim! Dindar olmayanlarıda asıp keselim ülkeyi tertemiz yapalım! Hiç kimse farklı bir şey düşünmesin! Hep birlikte herkes cuma namazına gitsin! Herkes eline bir tesbih alsın.Özgürlüklerden, birey haklarından, insanlık değerlerinden, gelecekten, dünya kardeşliğinden bahseden bu değerleri savunan herkesi toplayıp öldürüp toplu mezarlara gömelim.Sonra Hizbullahın konyada yaptığı gibi hep birlikte tesbih çekip kıyameti bekleyelim! Bilimsel düşünenleri, sanatçıları, filozofları, düşünürleri, felsefecileri, bilim adamlarını dinsel düşünmüyorlar diye, evrim teorisini savunuyorlar diye, ırkçı düşünmüyorlar diye, ellerinde bıcak, çakı taşımıyorlar diye sakal bırakıp salya akıtmıyorlar diye  insan sevgisinden, hoşgörüden bahsediyorlar diye  onlarıda öldürelim.Oldu olacak ülkenin dağına taşına israil kötüdür, Avrupa kötüdür, Amerika kahrolsun yazıp bağırıp çağıralım!  Ülkedeki tüm klasik müzik eserlerini yakalım.Devlet senfoni orkestrasınıda kaldıralım.Yerine ahmet hoca sufi efendinin iki dümbeleğini birde kavalını koyalım. Sonra ülkedeki tüm batı kaynaklı bilimsel edebi kitapları, eserleri bir yere toplayıp hepsini ateşe verelim. Bir tek Kuran-ı kerim ve şu son günlerde moda olan ''şu çılgın türkler'', dokuz ışık, on ışık gibi milli duygularımızı kabartan eserler  kalsın! Hep birlikte silahlanıp farklı düşünen birini görünce kafasından vuralım.

Camilere giderken ayakkabılığın yanına birde bir silahlık bölümü yapalım. Peki tüm bunları yaptık diyelim peki sonuçta ne olacak Türkiye daha mı iyi olacak! Başınızdaki hırsızlar daha mı az çalacak devlet hazinesinden! Tüm dış borcumuz bir anda bitecekmi! Türkiye daha huzurlu daha müreffeh daha güvenli bir yermi olacak! Bizi yönetenlerin zekaları birden açılacakmı? yoksa Türk insanının beyni birden % 100 lük kapasiteyle çalışmayamı  başlayacak! Türkiye kendi içindeki etnikleri ve farklı düşünenleri yok ettiği zaman daha mı zenginleşecek daha mı büyüyecek! Yani böyle yaparak mı Büyük Türk Birliği'ni BÜYÜK iSLAM BİRLİĞİ'ni kuracağız! Böyle yaparak mı Atatürkün hedeflediği medeni milletler seviyesine yükseleceğiz. Heryerde bir faili mechul işleyerekmi bu vatanı kurtaracağız! Öyleyse herkes eline silah alıp azınlık  avına çıksın! Tüm etnik unsurları el altından bahanelerle hergün taciz edelim. Tepki verdiği anda da silahımızı çıkartıp  ülkücü işareti yapıp  ''itoğlu it azınlık soyu  bana el kaldırdı bende vurdum'' diye bahanemizide bulalım. Tüm etnik kökenli özelliklede kürt iş adamlarını gece evlerinden alıp emniyette sorgunuz var diyip götürüp ormanda kafasına bir kurşunmu sıkalım. Sonra egeden, marmaradan, iç anadoludan Türk asıllı iş adamlarına piyasada söz sahibi olun diye devlet hazinesinden milyonlarca dolar verelim... Yada kimi gazete haberlerine bakarsak acaba azınlıkları kışkırtmak için mi bunları yapıyoruz! Yada tedirginlik yaratıp, gözlerini korkutup yurt dışına iltica etsinler, türkiyeyi terk etsinler diyemi? Varılmak istenen nokta nedir!  Türkiyenin tüm sorunu bunlarmı yani! Böyle yaparak tüm sorunlar bir anda bitecekmi! Bitecekse bizde elimize silah alalım.Çözüm yolu buysa mantıklı olan buysa bizde katılalım ortak olalım bu cinayetlere! Bunun gerçekten mantıklı birçözüm olduğunu düşünsem kendi devletim ve milletim için Türkiyem için bu kadar eleştiriyi burda yazmazdım!  Yoksa işin içinde bizim bilmediğimiz şeyler mi var! Paşalarımız uzun vadeli Türkiyeyi kurtarma planlarımı yaptılar!   Bilen birileri anlatsın bizde meraktan kurtulalım! Bu işin sonu nereye varacak! Yoksa gökten nurmu yağacak! O nurları maalesef ırak savaşında ırak semalarında gördük. Acı olsada Afganistan semalarında da gördük o nurları maalesef! Beklenen kıyamet orlarda biraz erken geldi malesef!  E şimdi başınızdakiler (gelmiş geçmiş tüm siyasi yönetimler) türkiyeyi soyup soğana çevirmek için milliyetçilik ve dindarlık içinden bir karşıtlık yaratıp malı götürüyorlardı. Avrupadaki ve Amerikadaki banka hesaplarını doldurup türkiyede ticari rantı ellerinde tutuyorlardı. Bu böyle geldi böyle gidiyor.

Peki şimdi yine Türkiyemize dönelim  ülkeyi böyle tertemiz hale getirince tüm etnik kökenleri hepsini öldürünce   tek tip kafa ve insan yaratınca kendi içimizdeki özmü öz müslüman sünni Türk olan bu dolandırıcılar bu sahtekarlar insanları kullanıp ortalığı karıştırmak için neyi kullanacaklar yada her türlü olumsuzluk için günah keçisi olmuş insanlar ortada olmayınca tüm bu yeni  olumsuz durumlar için kimi suçlayacaklar? Yada maceracı boş kafalar sözde vatan ve millet savunması sona erince kendilerini  neyle meşgul edecekler.Can sıkıntılarını  ve tembelliklerini neyle nasıl giderecekler?

Bu sefer uğraşacak  teröriste  yok! Artık kendi içinde hizbullah misali birbirlerini öldürmeye başlarlar. Çünkü kafa boş niyet kötü temel bozuk! Kitap okumuyor düşünmüyor adamlar! Gidin Afganistana bakın gidin hepsi aynı boyda insanlar olan kamboçya' ya bakın! Gidin Afrikadaki birbiri ile çatışan, birbirini Amerikan Fransız, İtalyan silahları ile sokak ortasında öldüren, birbirini kesen zenci  gruplara bakın.  Türkiyenin içindeki tüm etnikleri ve farklılıkları temizlediğinde varacağı noktayı canlı olarak görün! Düşünmekten aciz, kukla toplumlar ancaksın  başkalarının ve kendi dar görüşlülüklerinin kölesi durumunda olan sefil toplumlar olmaya mahkum olurlar.Bu tarih boyunca böyle olmuştur.

Bizler Türk milleti olarak her zaman kendi cahilliğimizden ve bilinçsizliğimizden kaynaklanan her olumsuz durumun bedelini ya Avrupaya ya Amerikaya yada içimizdeki azınlıklara yüklüyoruz! Genelde Arab toplumlarıda bu yönde bir eleştirel yaklaşım içinde! Bu bağlamda Filistin halkınıda eleştirebiliriz. Her zaman kendi sefaletimizin, yoksunluğumuzun, fakirliğimizin  kaynağını dışarda aramamalıyız! Lan bozkırlardan çayırlardan gelmiş, çölllerden gelmiş kardeşim birkez Allah için dön ve kendine bak yaa tırnak ucu kadar bir kendini eleştir bakalım! Bir kez deki yavv acaba benim tutum ve davranışlarımda bakış açımda bir yanlış bir eksiklik varmı diye kendine öz eleştiri getir! Ben özgür düşünceye, bilime, sanata, yaratıcı düşünceye, eğitime ne kadar destek veriyorum diye sor kendine!  Diğer türlü dergileri gazeteleri, yayın evlerini kapatmakla, fikir ve düşünce adamlarını asmakla, susturmakla vede senin derin devletinin kirli işlerinin üstündeki örtüyü açıyor diye  Uğur Mumcuları öldürmekle karalamakla, küçük düşürmekle, taşlamakla Türkiye daha büyük daha güçlü bir ülke haline gelmez! Devlet devletliğini yapacakki vatandaşta vatandaşlığını yapsın!

Devlet rengini ortaya koyup ben buyum ve bu değerler için varım diyebilmelidir.

Benim bu sayfalar boyunca bahsettiğim  dinsel ve miliyetçilik ekseninde yaptığım tüm bu eleştiriler küresel dünya tarihi içinde yaşanmış olan yaşanmakta olan ve yaşanacak olan proplemlerin çözümüne ışık tutmaktadır.Keşke dünya olarak hepbirlikte bu milliyetçilik ve din eksenli ayrımcılık belasından kurtulabilsekte dünya çapındaki enerji kaynakları, eğitim sorunları ve dünya çocuklarının, dünya insanlarının ekonomik sorunlarına, açlık sorunlarına, işsizlik sorunlarına, hatta daha üst düzeyde bilimsel teknik ve sanatsal alandaki metafizik sorunlara eğilebilecek daha geniş zamanımız olsaydı! Tabi bunları dünya insanlığı babında söylüyorum.

Osmanlı  imparatorluğu eğer 700 sene varlığını sürdürebilmişse bu da çok boyutluluğa ve çeşitliliğe  verdiği önem sebebiyledir.Osmanlı kendi içindeki tüm farklı oluşumlara  düşman olarak bakmadı. Ama Osmanlı imparatorluğu sünni bir yapıda örgütlendiği için iran daki şiiler ve alevi inancına sahip insanlarla iyi ilişkiler kurmadığıda ayrı bir gerçek olarak ortada durmaktadır.Tabi bu doğrudan osmanlının ayrımcılık politikasından daha çok o zamanın siyasi bir proplemi olarak kendini göstermiştir.Yani osmanlı doğuya doğru olan seferlerinde kendini güvende hissetmiyordu. Ama osmanlı temelde bir ırk ayrımcılığı felsefesinden uzak bir yönetimi temsil etmekteydi. Osmanlılar hiç bir zaman için Kliseleri yıkalım tarumar edelim demediler.Yada kürtlerle, rumlarla hatta ermenilerle bile bir proplem yaşamış değildirler.Ama tabi batıda gelişen sanayileşme ve milliyetçilik dalgası tüm içimizdeki etnik unsurları uyandırarak farklı bir tarihsel sürece doğru bizi alıp götürmüştür. Ama şimdiki zihniyet çok farklı!  kliseleri yıkalım, cem evlerini, kütüpaneleri, sanat evlerini, aş evlerini, yeşil alanları, çocuk parklarını, sinagogları bir fırsatını bulursak yıkıp yakalım yerine cami yapalım zihniyeti ve shovenizmi hakim. Sonra kırmızı giyenlerle mavi giyenleri ayıralım sarı giyenleri şuraya koyalım, beyaz giyenleride bu tarafa koyalım zihniyeti ve bakış açısı  hakim.

Şimdi burda Allah için, insanlık vicdanı adına  kendimizi bir an için kürt asıllı vatandaşlarımızın yerine koyalım yada tüm azınlıklar babında bunu düşünelim ve tüm olaylara bir kaç dakikalığına onların gözüyle bakalım. Bir an için yandaki yada alt katımızda  apartman komşumuz olan bir kürt bir Çingen bir rum  ailenin  gözüyle bakalım kendimize! Tüm samimi içten tarafsız duygularımızla bunu yapalım.Kürtlerin, Ermenilerin yada Çingenlerin yerinde bizde olabilirdik! O horlanmalara ve aşağılanmalara  o kurşunlanmalara bizde hedef  olabilirdik! O toplu mezarlara bizde girebilirdik! O polis panzerlerinin altında bizim çocuğumuzda son nefesini verebilirdi.Yada bir gece eve gelen polislerce alınıp götürülüp kafasına bir kurşun sıkılan sonrada faili mechuller listesinin en sonunda bir isim olan insanlar bizimde abimiz, babamız, akrabamız olabilirlerdi!  Güçlü olmak başka şey haklı olmak başka şeydir! Haksızlığın kılıcı üstünde yükselen bir uygarlık yine kılıçla yıkılmaya mahkum olur! Bunu ben söylemiyorum bunu kuantum dünyasının o ilginç yasaları söylüyor.Yapan ettiğini bulur! Ama öyle ama böyle kuantum dünyasının yasaları içinde  zerre kadar iyiliğin dahi zerre kadar kötülüğün dahi bir karşılığı mutlaka vardır.

Bir ara kürt kökenli bir arkadaşımla konuşuyordum.Türkiyede kendini nasıl hissettiğini insanların bakış açılarını ve kendi samimi duygularını  sormak istedim.Bana verdiği cevap şuydu:

 << ''ya  Çetin valla insan sokakta bile korkarak yürüyor'' dedi.'' Hatta bir apartman katında bile herkes mesafeli duruyor.Doğrusu herkesle bir merabamız var ama herkesin içinden başka düşündüğü başka gözlerle baktığı belli''  dedi. ''Yani belli bir noktaya  dek samimiyet kurabiliyoruz.Daha ötesi maalesef olmuyor! Valla  deniz kenarında turistlerle oturup konuşurken, sahil kenarında şakalaşırken onlarla daha derin düzeyde bir ilişki kurabiliyoruz. Daha samimi daha insancıl ve daha kalbten bir diyolog kuruyoruz. Yani bir Türk ailesi kapalı bir kutu gibi mesafeli!  yani insan bu ayrımcılığı gözlerden hissediyor!  Kafa o kadar dar ki  ne kadarda iyi insanlar olsalarda o bizden sizden ayrımcılığını maalesef hissediyoruz.Türk dostlarımız malesef KÜRT  çıtasını  etiketini aşıp bir İNSAN olarak bakmıyor bize! Yani Türk dostlarımız arkadaşlarımız belli bir zihniyet çıtasını aşamıyorlar. Adamın kafasında lan bu kürt, bu doğulu bu şöyle, bu böyle imajı var. Adam seni insan boyutunda görmüyor. Haa  kürt kelimesini kullanmadığın zaman bir yere dek balım gülüm oluyorsun ama işte belli duvarları, şartlanmaları aşamıyorsun, o içtenliğe varamıyosun. Ama yabancı turistlerle birlikte olduğumuzda onlarda bu ayrımcı duygu yok yani seni bir kalıba sokmuyorlar sen şusun busun demiyor. Seni insan olarak görüyor adam! O yüzden amerikalı, alman, ingiliz turistlerle yada bir ermeniyle bir yahudiyle can ciğer olabiliyosun ama bir Türk arkadaşla böyle olamıyorsun malesef! Yada Türklerin yanında rahatça kürt kelimesini kullanamıyosun. Bu kızdıklarından değil ama istemsiz bir gerilim ve rahatsızlık oluşuyo bakışlar istemsiz olarak değişiyo. Geriliyo yani adam! Mesela git kime dersen de bir Diyarbakırlıyım, Muş'luyum dediğin zaman adam sana farklı bir gözle bakıyor.Hemen bir ön yargı oluşuyor.Geçenlerde bir telefoncudaydım içeri her halinden kürt olduğu belli olan gariban  doğu aksağanına sahip  biri girdi bir şeyler sordu ve çıktı gitti. Telefoncu benim kürt olduğumu bilmiyor tabi, benim yanımda adamın arkasından bu kürtlerin hepsini asacaksın diye söylendi durdu! Bende çaresiz abi valla asalım dedim. Ne diceksin! Komik ve trajik bir durum yani! O noktada tartışacak birşey zaten kalmıyo! Ne diyeceksinki adama! Kime ne diyeceksin! Birleşmiş Milletlerden gözetmen raporcumu getirelim.Yoksa it'i it'e mi şikayet edelim.Çaresiz bende asalım abi demek zorunda kaldım. Çetin bak mesela  subay bile olmak istesen askeriyede görev yapmak bile istesen adamlar senin 7 göbek ceddine dek sorguluyorlar.Yani hiçmi birbirimize güvenmeyeceğiz! Yani kürt'üz diye üvey evlat muamelesimi görücez hep! >>

(Tabi bu noktada ben arkadaşın abartıya kaçtığını ifade ettim. Çünkü silahlı kuvvetlerimizde üst kademelerde görev yapan bir çok kürt kökenli değerli komutanlarımız olduğunu ifade ettim.Ve de böyle bir önemli görev alanına seçilen insanların elbette belli çerçeveler dahilinde sorğulanıp araştırılması gayet doğal bişe dedim.Sonuçta bu ülke güvenliğini ilgilendiren bir husus. Sen olsan sende araştırırsın dedim.O noktada bana hak verdi tabi.)

<<Vanlıyım, Şırnaklıyım dedin mi Egeli birine...  Hımm  lan bu DOĞULU diye içinden mırıldanıyor! Yani kötü bir bakış oluşuyor insanlarda. Bir ön yargı var malesef! Sanki teröristmişim gibi! Sanki suçluymuşum gibi bakıyor adam! Yaa  Çetin İçinde bulunduğumuz ortam öyle bir empoze etmişki bazı şeyleri ben bile bir kürt olmama rağmen valla karslı, Vanlı,  doğulu  diyince bende de bir ön yargı bir gerilim oluşuyor! Doğulu dedinmi malesef burdaki yani Ege'deki  adam hoş bakmıyor! Düşünsene bize bile sinmiş bu yani! Sanki doğudaki insan insan değil. Sanki fazladan bir gözü yada iki boynuzu var yada dört kollu bir canavar sanki! Maalesef  Egede, Marmarada, Karadenizde öyle görülüyor. Çocukluğumdan beridir hep Denizlili, Aydınlı Antalyalı, Afyonlu, Çanakkaleli, Bursalı, Manisalı bir çok arkadaşım oldu.Bu arkadaşlarımın yanında hiç bir zaman ben kürtüm yada doğuluyum kelimesini kullanamadım. Sanki bunlar kötü bir şeymiş gibi! Maalesef üstümüzde hep öyle bir baskı bir korku vardı. Ki hala daha var! Hatta ben bu ayrımcılığı ilk okul dört sıralarında hissetmeye başladım. Beyaz tenli sarı -kumral saçlı olduğum için ve de çevreme göre çok daha düzgün giyimli olduğum ve kültürlü bir  ailenden geldiğim için kimse beni kürt olarak düşünmüyordu. Okul zili çalıp tenefüslere çıktığımızda bir çok arkadaş bir araya gelip bazı arkadaşları dışlarlardı  sanki bir suç işlemiş gibi ya şu çocuk kürt, şu şöyle bu böyle diye arkasından konuşurlardı. Bende bir şey demiyordum tabi.

Valla Çetin ilkokulda sabahları Türküm doğruyum demek hiç gücüme gitmedi severek içtenlikle Türküm kelimesini hiç gocunmadan söylüyordum ama  şu öğretmenlerin yoksul kürt ailelerin çocuklarına yaptığı  ayrımcılığa, şu apartman komşularımızın, şu mahalle sakinlerinin kürtler hakkındaki onca iftiralarına dışlamalarına   karşı kırkınlığım  hala daha geçmiş değil! Ben bunları unutmam! Öyle yada böyle ben bu ayrımcılığın bu zulmün hesabını eninde sonunda soracam! Ya Çetin Abi Ahmet kayanın bir şarkısında dediği gibi kendi öz yurdumdan kovulmuşum, dövülmüşüm, sövülmüşüm  kurt- yılan bana hastır çekmiş abi..KRO denilerek yıllarca aşağılandım abi.. ulan kardaş bu nasıl yara! Dövülmüş kovulmuşum siktir çekilmişim heryerden. Abi bunlar karşılıksızmı kalacak! Abi bunları unutalımmı şimdi! Abi Ahmet abinin dediği gibi ''ulan gardaş bu nasıl yara.. bu unutulur mu? Abi hangi birini söyleyeyim doğuda Türk askerlerinin bizleri arama var bahanesiyle otobüsten indirip bize hayvan muamelesi yapmasınamı yanayım, yoksa Türk polisince evlerinden alınıp götürülüp öldürülen ve tek derdi ekmek parası olan  kürt  kökenli iş adamlarına ve siyasetçilerinemi yanayım.. abi hangisine yanayım? Abi Türk askerinin- devlet güçlerinin- faili mechullerle öldürdüğü akrabalarımızamı yanayım? Hangisine yanayım abi! Bunun hesabını kim soracak abi? Türklerin senelerdir faili mechullerle kürt avına çıkıp öldürdükleri  insanlara ait tüm bu insanların isimlerinin yazılı olduğu soykırım anıtını kim dikecek abi? Kim bizim hakkımızı arayacak abi? >>

Gerçi bu kürt arkadaşın ifade ettikleri biraz abartılı olsada genel olarak bakıldığında doğru! Ama sadece bu sorunlar Kürt arkadaşlar için değil Çingen yada Ermeni arkadaşlar içinde geçerli! Birde  devletimiz, silahlı kuvvetlerimiz  tek tek her polisin her askerin hareketlerini davranışlarını denetleymez ki? Ayrıca bunlar tüm dünyada tüm devletlerde azınlıklara karşı az yada çok gösterilen olmaması icab eden müstesna münferit  yanlış tavırlardır.Yani bu bir insanlık sorunu! Tabiki bu sorunların aşılması için Türk halkının, memurunun polisinin, siyasetçisinin görev yapan askerinin, sanatçısının ilköğretim sıralarından başlanarak  eğitilmesi gerekir.Bizdeki eğitim maalesef sadece matematik ve coğrafya  bilgilerini ezberletmek şeklinde oluyor. Oysaki insanımızı ahlaki değerler, insan sevgisi, özgürlükler bilinci, hoşgörü gibi, eşitlik, birey hakları gibi bir çok evrensel kavram hakkında bilgilendirmemiz ve eğitmemiz lazım. Maalesef bu gibi çok basit bilindik insanlık değerleri DİN  derslerinde bile öğretilmiyor! Din demek iki üç sure ezberlemek yada  olayların tarihlerini ezberlemek demek değildir! Ülkenin genel yapısı ve ülke genelinde ihtiyacımız olan insanlık değerlerini yada eksik ahlaki  değerleri tespit edip hatta uygulamalı olarak ( belki mini tiyatro gösterileri ile)  o yönde insanımıza çocukken bu değerleri kardeşlik, insanlık değerlerini aşılamamız lazım!

Fakat ben bu kürt arkadaşa biraz fazla duygusal ve taraflı  davrandığını ifade ettim! Yani sonuçta bu gibi sorunlar sadece Türkiyeye özgü sorunlar değil.Tüm dünya devletlerinde dengelerin korunabilmesi adına doğru yada yanlışta olsa bu gibi hatalar bir çok ülke tarafından yapılmıştır.Yani bu kürt arkadaşa ister Amerikaya gitsin ister başka bir ülkeye gitsin benzer ırkçı yaklaşımlar yada benzer azınlık duygusunun öyle yada böyle peşini bırakmayacağını söyledim.Yani bu ve benzeri sorunlar yanlışlar en demokratik ülkelerde de oluyor.  Yani Türkiye Cumhuriyeti yasalarında tüm vatandaşlarımız ırkı, dili, dini ne olursa olsun eşittirler. Fakat bu yasal gerçeği tüm halk tabanına indirip insanlara bunu öğretemiyoruz! Yani delinin teki Türkiyenin herhangi bir yerinde ben kürtlere karşıyım diyebilir.Bunlar münferit kişisel olaylar! Bu şekilde izah ederek bunu ben belirttim.Yani bir kaç grubun bir kaç milliyetçi insanın yada devletin ve askeriyenin  içine sızmış bir kaç ırkçı faşist, dinci insanın kişisel faaliyetlerinden  Türk devletinin  yada tüm Türkiye insanının suçlanamayacağını bu ve benzeri proplemlerin PKK gibi terör örgütlerine katılarakta  çözümlenemeyeceğini ifade ettim.Yani eğer bir sorun varsa bu demokratik rejimin sunduğu siyasi ve yasal yollardan çözümlenebilir.''Bak mesela ben belli bir kültürel zemine sahip bir Türk olarak seni dinliyorum'' dedim. ''Seni anlamaya çalışıyorum. Söylediklerinde yanlış taraflarda  var doğru taraflarda var. Ancak proplemlerin kaynağına ve çözümüne karşılıklı konuşarak çözümler getirebiliriz.Bu tüm dünyada böyle. Hepimiz kendimizi azınlık yada  etniksel olarak yada baskın bir güç olarak değerlendirmemeliyiz.Bizler hepimiz insanlık ailesinin üyeleriyiz.'' şeklinde geniş açılı bir çerçeveden ben sen ayrımını yapmadan sorunları bilimsel sosyolojik düzlemde tartışarak çözüme kavuşturmalıyız diyerek bu arkadaşı bir çok noktada ikna etmeye çalıştım.Ve bunda da başarılı oldum. Sonuçta o kürt arkadaş benim haklı olduğumu bir çok noktada duygusal tepki verdiğini  kabül etti. Ve kendisininde  kürt kimliği altından taraflı bir bakış açısı sergilediğini itiraf etti.Yani sonuçta nefretle, kinle, ön yargılı bakış açıları ile kimse bir yere varamaz!

Ama ben daha derin ve gerçekçi düzeyde şiddetle ve terörle bir yere varılamayacağını söylemeliyim. Kimden hangi düşünceden ve hangi gruptan gelirse gelsin terör yaratarak  insan hayatını yok etmek insan olmanın değerlerine aykırıdır.

Örneğin Ermenilere ben bir çok noktada hak versemde Türklerin soykırım yaptığını iddia etmek bir iftiradır. Zaman içinde yolculuk yaparak farklı dönemlere  doğru astral seyahatlar yaptığımda bir çok Ermeninin zamanın siyasi ve politik ve askeri istihbarat birimlerince tespit edilen gerekçelere dayanarak  ülkenin  çöküşe doğru gittiği  bir ortam içinde  devlet güvenliği gereği   göç ettirilmesi söz konusu olmuştur. Fakat bu büyük göçler sırasında bir çok Ermeni  ''Türk çetelerce'' katledilmiş kimisi  uzun mesafeler içindeki yolculukları esnasında  perişan ve bitap bir halde yorgunluk hastalık, açlık  içinde  yaşamlarını yitirmişlerdir. Yine silahlı Ermeni çetelerin Türk köylerini basması ve bir çok toplu katliamlar düzenlemeleri yüzünden şehirlere yakın yerde yaşayan bir çok  masum Ermeni' ninde  intikam almak isteyen Türklerce katledildiğini söylemeliyim. Zihinsel gücümü Osmanlı İmparatorluğunun arşivlerine yönlendirdiğimde orda bir çok belge gördüğümü söylemeliyim. O belgelerde devlet düzeyinde  soykırıma yönelik hiç bir olayın söz konusu olmadığını herkes görecektir.Yani Türkler asla bir soykırım düşüncesine sahip olmamışlardır. Ama bir çok bölgesel olayın olduğunu ve Ermenilere karşı Trabzon olaylarında olduğu gibi benzeri bir çok  tepkilerin olduğunu zihinsel görümle gördüğümü söylemeliyim.Buna benzer tepkilerin yine bağımsızlık adına baş kaldıran Kürt köylerinde de yaşandığını ifade etmeliyim. Ama ilginç olan bu dönemde kürtlerinde kendi aralarında bölündüğünü söylemeliyim. Bir kısmı Osmanlının çökmemesi için Türklere destek vererek  islam adına savaşırken bir kısmının daha ırkçı ve bölücü bir tutum takındığını ve Ermenileri silahlandıran kışkırtan güçlerle işbirliği yaptıklarını söylemeliyim.Yalnız Kürtlerin Türk köylerine saldırdığını hiç görmedim! Kürtlerde  daha çok ideolojik yönden bir hareketlenme  gördüğümü söylemeliyim.

Kılıçla ve kanla kurulan tüm imparatorluklar eninde sonunda yeniden kılıçla yıkılmaya ve yok olmaya mahkumdurlar.Kılıçla kurulmayan  imparatorluklardan olan  Buda'nın Budizm Felsefesi ve Hz İsa'nın tüm insanlığı kucaklayan birbirinizi seviniz mesajının ve felsefesinin  altında toplanan uygarlıklar sonsuza dek yaşamaya hak kazanacaktırlar. Çünkü onlar kılıç işlemeyen ve kılıç geçmeyen mana imparatorluklarıdır.  Ama değerlerini terörizmin, şiddetin, silahların, kılıçların ve kan dökmenin üstüne kuran milletler ve inanç sistemleri tarihin karanlık sayfalarında kaybolmaya mahkumdurlar.

Osmanlı imparatorluğu kılıçla ülkeleri fetetti ama o ülkelerin kapısından içeri girince kılıcı tekrardan kınına koyarak tüm insanlara adaleti ve özgürlüğü getirdiler. Kılıç ancak gerektiği noktaya kadar kullanıldı. Osmanlılar ele geçirdiği ülkelerin insanlarını tasavvufi dergahlarının hoşgörü temelli felsefesi ilkesince yönettiler. Ama ne zamanki kılıç, mana yanında ağır basmaya başladı osmanlı değerlerini yitirmeye ve çöküş sürecine girmeye başladı.

İslam uygarlığıda dünya çapındaki terörist hareketlere bakılırsa böyle bir kaybolma ve çöküş sürecinin içine girdiğine dair işaretler vermektedir.

Osmanlının son dönemlerine doğru tarikatler bozuldu ve kılıçlar haksız yere bir çok can aldı.Ve gökyüzüne yükselen ahlar kuantum dünyasının derinliklerine kadar uzanarak sosyo-psikolojik ve ekonomik kaotik dalgalanmalar içinde Osmanlıyı çöküşe sürükledi.

Hz Muhammet kendi zamanında ilk cihad emrini verdiği zaman sözlü ve diyoloğa dayalı tüm çözüm yollarının olmadığı tüm kapıların kapandığı bir çıkmaz noktada da bu cihad emrini vermiştir.Hz Muhammet bu cihad emrini göz yaşları içinde derin bir tefekkür halesi içinde arzu etmeyerek vermiştir.O hal içinde kendisi gönlünden arzu etmesede  savaş izni bekleyen çevresindeki ahaliye savaşın ama Allah yolunda savaşın demiştir.Lakin ''o büyük ruhsal ışık'' bu sözlerinin tarihin ilerleyen sayfaları içinde bir çok masum insanın katline sebeb olacağınıda biliyordu.Göz yaşları bunun için akıyordu.Gelecekte kendi ümmetinin bu Cihatı kendi menfi çıkarlarına göre kullanacaklarını, yanlış yorumlayacaklarını bildiğinden gönlü, haklı olmalarına rağmen tüm diyolog yolları kapanmasına rağmen savaşmaya razı değildi! Hz Muhammet kazanılan  savaşlarda tüm tutukluların zincirlerini çözdürmüş onlara insan muamelesi yapmıştır.Tutuklu diye eziyet yapmamıştır.Ve bir çoğunuda  serbest bırakmıştır.Ki bunların bir çoğuda islama katılmıştır.Böyle bir dinden böyle bir yüksek ahlak deminden gelen islam dünyası bugün neden bu kadar çok teröre bulaşmış durumdadır bunu anlamak oldukça güç. Günümüzde canı sıkılan islam fedailiğine soyunuyor. Her macera arayan bir islami cihad altında terör örgütleri kuruyor.Ama bu başı boşluğu Hristiyanlarda göremiyoruz! Acaba müslüman dünyası olarak bizler nerde hata yaptık. Kendimizi hangi açılardan eleştirirsek bu şiddet propleminin çözümüne dair yanıtlar elde edebiliriz.

İslam dünyası kendi içindeki sorunları aşabilir ve kendi özdeğerlerini hayata geçirebilirse, kendi manevi dünyasını hatırlayabilirse  acaba bir dünya birlikteliğine doğru tüm dünya insanlığını bir araya getirebilir mi?

Ben kesinlikle siyasete toplumsal, sosyolojik ve dini olaylara, etnik milliyetçilik olaylarına, yorumlarına hatta eleştiriler yaklaşımlarına hiç girmek istemezdim.Bu konularda kendi ülkemizin şartlarını göz önüne alarak evrensel bir takım saptamalar ve eleştiriler getirmeye çalıştım. Çünkü gerçekten etnik milliyetçilik proplemi, milliyetçilik sorunu, inanç özğürlükleri ve dinsel bakış açılarının farklılığından kaynaklanan insanlar  arası çatışma ve zıtlaşmalar küresel dünyanın açlık gibi, yoksulluk gibi, ekonomi gibi daha insana yönelik sorunlarını içine alarak küresel çapta tüm dünyayı kaosa sürükleyecek daha büyük boyutlu çatışmalara neden olacaktır. Şu küçücük dünyamızın çevresinde uzayda dolanan bir kaç küçük uydu sayesinde hepimiz artık birbirimizi evlerimizden izliyoruz. Birbirimizi az çok tanıyoruz. Artık internetin bile  <<uydular sayesinde tüm dünyanın mayınlarla silahlarla tel örgülerle çevrili dağlarını taşlarını tepelerini aşarak sınırları ve engelleri  ortadan kaldıran>> gücü sayesinde hepimiz aynı küçük dünyanın aynı ailenin bireyleri olduğumuzu daha iyi anlamaya başlıyoruz. Artık iletişim ve ulaşım teknolojisi sayesinde  dağların ve aradaki devasa okyanusların ortadan kalktığı küçük bir dünyada birbirimizden daha çok sorumlu olduğumuz gerçeğini kavramaya başlıyoruz. Aya' inen Apollo mürettebatından astronot Neil Armstrong'un 20 Temmuz 1969'da  uzaydan küçük mavi dünyamızı gösteren o ilk resmi çektiği andan itibaren artık dünyanın bir daha da eskisi gibi olmayacağı yeni bir çağın kapıları aralanmıştı.

                    

                                    Apollo mürettebatının AY'dan çektiği Dünya'mıza ait resimler...

İşte dostlarım Arab'ı, Çerkez'i, Kürt' ü Ermeni'si, Türk'ü, İsrail'lisi, Hint'lisi, Alman'ı, İngiliz'i, Filistin'lisi  Rum'u, Çingen'i....vb. gibi  yada inanç boyutunda Alevi'si, Sünni Müslümanı, Hanefi'si, Şii'si, katolik Hristiyanı, Ortadoks'u, Protestan'ı, Masonu, Musevi'si, Yahudi'si ve  Budist'i ...vb. eğilimlere sahip  tüm insanlık ailesi olarak  hepimiz  bilinmeyen bu karanlık devasa uzay boşluğunda şu küçücük mavi kürede  yer alan ve aynı kaderi paylaşan canlılarız! Bizler vahşi barlar gibi birbirimizi asimile ederek birbirimizi öldürerek, birbirimizi sömürmeye ve yoketmeye çalışarak, birbirimizi ezerek, bastırarak daha aydınlık ve medeni bir dünyaya ulaşamayız. BARIŞ'ın egemen olduğu  ulusal sınırların ortadan kalktığı  ''Tek Bir Küresel Dünya Devleti'' için dünya insanları olarak hepimiz  ''farklılıkları kabüllenebilme bilinci'' ne sahip olmalıyız!

Niye bizler Türk Milleti olarak böyle özgürlüğe, demokrasiye, insan haklarına düşmanız! Bizi bu hale getirenler kimler? Gözlerimizin önüne gaflet perdesini indirenler kimler?  Amerikan askerleri ıraklı çocuklara şeker dağıtırken onlarla şakalaşıp oyun oynarken  roket atarla Amerikalılarla ıraklı çocukları bir arada yok eden zihniyet nasıl bir zihniyet! Bu çocukları öldürmek  nasıl bir vatan savunmasıdır? Yani dostlarım bu iki yüzlü dolanbaçlı  dönek siyasi politikaları, entrikaları anlamak mümkün değil! Herkes gözünü  dör açsın, herkes uyansın ve çevresinde olup biten üç kağıtlara  yalan haberlere şöyle bir baksın. Gazeteleri, dergileri  okurken at gözlüklerinizi çıkarın ve tarafsız bir gözlemle olup bitenleri  değerlendirin! Gerçek Türkiye nasıl bir yerde duruyor görmeye çalışın! Hepimiz doğduğumuz andan itibaren Türkiyedeki taraflı grupların yani  sistemin bize dayattığı pembe gözlüklerle doğuyoruz. Bunla kalsa iyi!  Yaş ilerleyince hemen içinde yeşerip büyüdüğümüz kültürün ve bakış açısının renkleri ile gözlerimizin önü boyanmaktadır. Bize bir takım ön kabüller ve şartlanmalar yüklenmektedir. Acaba bizi yetiştiren annemizin babamızın, abimizin, devletimizin, camideki imamın, klisedeki baş rahibin, Sinagog'taki haham başının doğruyu ve gerçeği söylediğini nerden biliyorsunuz? Dünyada hiç kimse yokki kendi ruhunun derinliklerinden gelen gerçeği keşfedebilmiş olsun!

 Hepimiz başkalarının yani içine doğduğumuz ortamın rengini, kokusunu alan çiçeklere, bitkilere benziyoruz. Enbaşta anne ve babamızın genlerini alarak bu dünyaya adım atıyor ve bir giriş yapıyoruz. Daha sonra ilerleyen yaşlarda bizim zekamızı, bakış açımızı düşünme biçimimizi şekillendiren kültürel kozalar bir bir örülmeye başlanıyor. Solcular solcu gözlüğü ile, sağcılar sağcı gözlüğü ile koministler kominist gözlüğü ile, kürtler kürt gözlüğü ile aleviler alevi gözlüğü ile sünniler sünni gözlüğü ile ülkücüler ülkücü gözlüğü ile Ermeniler ermeni gözlüğü ile Çingeneler Çingene gözlüğü ile yada masonlar mason gözlüğü takıp bu gözlükler  ile dünyayı ve çevrelerini yorumlayıp değerlendiriyorlar. Kendilerine göre kişisel babda evrensel değerlerden yoksun kıstaslar, ölçüler kıyaslamalar babında dünyaya bakıyorlar. Bu küresel dünya üstündeki ülkeler ve devlet politikaları içinde böyle! Herkes kendi çıkarlarının ve kültürünün  boyadığı gözlük camı  ile dünyaya bakıyor! Maalesef  hiç birimiz dünyayı kendi gerçek gözlerimizle asla görmedik! Ben herkesin bu gözlükleri bir kezliğine de olsa çıkarmalarını ve İNSAN gözlüğü ile dünyaya bakmalarını isteyeceğim. Hepimiz dinsel ve milliyetçi bir elbiseyi ifade eden farklı renklere ve etiketlere sahip dünya  görüşlerimizden soyunup arındığımızda aslında bir ve aynı olduğumuzu, aynı güzel şeyleri istediğimizi ama başka diller konuşarak bunu yaptığımızı ve birbirimizi bu yüzden anlamadığımızı tüm çıplaklığı ile görebileceğiz.

Daha ileri bir evrim ve daha ileri bir bilinç düzeyinde tüm evren galaksiler ve tüm yıldız sistemlerinde yer işgal eden tüm  yaşam türleri dahil hepimiz evrensel temelde  kuantum köpüğü içinde dalgalanan aynı enerjinin varettiği varlıklar olduğumuzu anlayacağız. Hepimiz kozmos denen bu aynı sonsuzluğu paylaşmaktan dolayı  devasa bir sistemin birbirini tamamlayan parçaları olarak  bir ve aynı  olduğumuzu kavramaya ve anlamaya başlayacağız. Boşlukta gizli, hepimizi birbirine bağlayan bu evrensel enerjiyi anlamaya başladığınızda bu enerjinin içerdiği evrensel bilinç enerjisini ve bu bilincin bizim bilincimizle olan bağlantısını keşfetmeye başladığımızda evrensel anlamda bir yaşam felsefesinide anlamaya ve bu gerçeği yaşamaya başlayacaksınız! Ve bu duyarlılık düzeyinde tüm evren bizim yuvamız ve tüm yaşam formlarıda bizim ailemizin bir parçası olarak algılanmaya başlayacaktır. Hepimiz aynı yıldız tohumlarından oluşma küçük kıvılcımlar olarak evrendeki ve evrenlerdeki yerimizi almış bulunuyoruz.

 

Etniksel ve inançsal ayrımcılık proplemine dair eleştirel yazılarımıza devam edelim:

  ....aynı benzer soruları bir çok alevi arkadaşada sordum siz sünnileri nasıl görüyosunuz diye hemen hemen benzer duyguları alevi arkadaşta  sünni arkadaşlar için söyledi! Ben bu görüşmelerden vardığım sonucu kendime saklıyorum.Yorumu siz okurlarıma bırakıyorum.

Ben askerliğimi Manisa'daki  şehir merkezinde yer alan Askeri Hastanede yaptım. Orda bir çok etnik kökenden arkadaşla tanıştım.İçlerinde hataylı rum ve hristiyan arkadaşlar, yine istanbuldan rum ve ermeni arkadaşlarla tanışmıştım.Bir çoğu isimlerini hatırlayamadığım değişik  hristiyan mezheblerine bağlıydılar.İşin ilginç tarafı alevi arkadaşlarda kürt arkadaşlarda tüm bu etnik kökenli arkadaşlarla hepsi ortak bir noktaya vurgu yapıyorlardı! Genel bir toparlanımla Diyorlardı ki : <<Türk dostlarımız malesef Kürt, Alevi, Ermeni, Rum, Hristiyan gibi dinsel ve etniksel kimlik çıtasını yani  etiketini aşıp bir İNSAN olarak bakmıyorlar bize! Maalesef Türk ve müslüman dostlarımız bizlere İNSAN gözüyle bakabilecek hümanistik (insancıl) değerlerden yoksunlar.Aileleri bu yönde bir bilinci bu insanlara aşılamamışlar! Henüz o yönde bir kavrama bir bakış açısına sahip değiller. Müslüman Türkler eski barbar kavimler gibi herkesin kendileri gibi düşünüp yaşamalarını istiyorlar. Birbirinden farklı doğruların olabileceğini herkesin farklı seçimlere sahip olabileceği gibi modern çağa ait  bir şuura bir kültüre bir kabüllenme bilincine  sahip değiller, görmemişler, bilmiyorlar.Yani böyle bir duygudan habersizler.Tabi bu ise kültürel bir evrim sorunu.Türk Ailelerin bu bilinci yani çocuklarına ''farklılıkları kabüllenebilme bilinci'' ni vermesi lazım.>>

Tüm Türkleri yada bir ulusu bu şekilde tenkit etmek mümkün değil tabi! Bir ulusun içinden her renkten her türden insan çıkabilir. Lakin tüm bu eleştirileri genel türkiye profili bazında söyleyebiliriz.Yoksa tüm Türkleri yada tüm müslümanları bu eleştiriye dahil etmek mantıksal temeli olmayan bir eleştiri olacaktır.

İnsan olarak tüm önyargıları yıkabilmek ve insana  dair tüm etniksel ve inançsal farklılıkları hazmedebilmek- kabüllenebilmek, farklı doğruların olabileceğini kabüllenebilme olgunluğu  çok büyük bir ahlakı ve hoşgörüyü gerektiren bir bakış açısıdır. Fakat Türkiyede bu bilinci yakalamak zor. Hayatında bir tane bile kitap okumamış kahve ve tesbih kültürü ile büyüyen  insanların arasında bu hoşgörüyü bulmak arabistan çöllerinin kızgın kumları arasında toplu iğne aramak gibi bir şeydir!

Atatürk'ün başlattığı devrim bir yerlerde kesintiye uğradı ve ilerleme  yerini eldeki kazanılan değerleri korumaya bıraktı! İlerlemekten vazgeçtik daha da geri gitmeyelim derdi içine düştük! Atatürk'ün karanlık zihniyetlere karşı yürüttüğü kararlı adımları ile medeniyet önündeki  engelleri düşünmeden  ortadan kaldıran tavrı yerini ''ne şiş yansın ne kebab'' zihniyetine bırakmıştır.Türk Silahlı Kuvvetlerimiz pasif duruşuyla her geçen gün çevresindeki medeniyet alanını biraz daha daraltmaktadır.Eğer böyle giderse...

Bunu takip eden bir süreçte kendimize şu soruyu soralım  peki biz büyük  medeni Türkiyeyi kimlerle kuracağız? Fethullah Gülen'in orta asyada kurduğu islami okullarla mı bunu yapacağız! Ben bu noktada yorum yapmak istemem. Fethullah hocayada doğru yada yanlış demek istemem. Niyetim birilerini kötülemek yada karalamak değil sadece eleştirel sorular sormak ve bazı şeyleri anlamak niyeti ile bunları soruyorum! Sonuç itibarı ile  önümüzde çelişkilerle dolu yanlış devlet politikaları ile dolu yanlış hesaplar üstüne kurulu bir proje vardır. Bu proje bizi nereye götürür. Ben söyleyeyim: Bizi Taliban ve İran zihniyetli  Arablaşmış Büyük bir Türk Devleti modeline götürür. Ama biz nasıl bir ''Büyük Türkiye'' istiyoruz bunu kendimize sormalıyız!

Tüm bu tarafsız gözlemlerimde dikkatimi çeken bir şey varki o da şu oldu : Ne ilginçtirki Türkiyeye ait  tüm bu şiddet, adam öldürme, gasp, katliam, faili mechul saldırıların tümünün  milliyetçi, dinci  ülkücü gruplar ve müslüman sünni Türk ve Kürt  gruplar tarafından işlendiği rapor edilmektedir. Bu insanların arabalarında üstlerinde ve evlerinde ele geçirilen silahların ise emniyet ve askeriye ye ait olduğu tespit edilmektedir. Bu neden böyledir ben bunu tam olarak anlamış değilim. Yani insan haklarının savunulduğu nereye bakarsak medeniyete dair nereye bakarsak tüm bu değerlerin karşısında Müslüman Milliyetçi Türklerin yada aşırı dindar kürt grupların  olduğunu görmek çok ilginç tespitlerimden biridir.Bu neden böyledir bunu anlamak güç?

Afganistanda bile binlerce yıllık tarihsel değere sahip  BUDA heykellerinin sünni müslüman Talibanlarca yıkılması ve binlerce şii  müslüman çocukların Taliban askerlerince K. Maraş olaylarında olduğu gibi  bir benzeri şekilde  vahşice katledilmesi  İslam dininin  ve sünni değerlerin dünya çapında acilen sorgulanması gerektiği gibi bir soru işaretini akıllara getirmektedir. Bunun tek yanıtı bu gruplar FARKLILIĞI - FARKLI DEĞERLERİ-FARKLI BAKIŞ AÇILARINI  hazmedemiyorlar! Sünni, hanefi, şafi, şii bağlamda düşünürsek  müslüman  bir kafanın içindeki nöronlarda beyin hücrelerinde aldığı kültürün  dini eğitimin yapısı içinde  maalesef dünyada ''farklı doğruların olabileceği bilgisi'' yok. Bu bilgi verilmiyor! Yani öyle ramazanlarda sahur proğramlarında tatlı dille, şiirlerle, hoş sohbet hikayelerle  timsah  göz yaşları ile insan olabilmenin değerleri malesef verilemiyor halkımıza!  Adam sabah kalkıyor Alevi komşusunun kapısının önünden  yan gözle bakarak geçiyor. Adam ağlıyor çünkü dünyadaki tüm ateistleri, yada kendisinden farklı düşünenleri ateşe verip  yakacak kadar evinde mazotu benzini yok diye ağlıyor. Başkaları kendinden farklı düşünüyor diye ağlıyor.

Dolayısıyla milliyetçi olarak yetişmiş bir beyinde de İNSAN olmak denen kavram yok ediliyor. İnsanlara etiketlerle bakma bilinci aşılanıyor. Yani onlar için İNSAN kavramı yok! Onlar için Kürt, Türk, Çerkez, Rus, Alman, Ermeni, Çingen, Rum, Arap... vb  gibi  bir sürü etiketler var. Bu şartlar altında  biraz trajik bir  espiri katarak konuşmak gerekirse bu insanlara sözle herhangi bir şey anlatamazsınız, bu toplumları değiştiremezsiniz  tek çıkar yol bir NÜKLEER BOMBA olabilir.Yada insanlık değerlerini ve kavramlarını  aşılayabileceğimiz genetik bir ilaç geliştirmemiz lazım!

Ben burdaki eleştirilerimde  kesinlikle herhangi bir grubu ön plana alarak konuşuyor yada savunuyor değilim yada bir grubu kötülüyor değilim. sadece Türkiyedeki sosyolojik-siyasi, politik manzarayı  tarafsız eleştirel bir gözlemle  sizlere aktarıyorum. Ben kendimi tarafsız bir ayna gibi görüyorum.Yorumu aynadaki gerçek görüntüleri izleyen siz okurlarıma bırakıyorum.

Sevgili okurlarım burdan çıkan sonuca göre islam ve Türk kültürü maalesef bu noktada medeniyetleri birleştirici bir rol üstlenme fonksiyonunu kaybetmektedir. Bizler zaman içinde neden kendi değerlerimizi yozlaştırdık bunu anlamaya çalışmak lazım.

 Irklar ve milletler üstü bir zaviyeden konuşacak olursak sadece bizim bir Türk olarak  doğmamız evrende çok küçük bir olasılık dalgası ihtimalinden başka bir şey değildir! Kürt yada Çingen'de olabilirdik.Yada İsraillide olabilirdik! Yahudide olabilirdik, sünni olduğumuz kadar alevide yada bir hristiyanda olabilirdik! Allahın  ne garazı vardiki onların o bölgelerde o ortamlarda doğmasına neden oldu! insan doğduğu yerin rengini alır.Çok nadirdir'ki kuantum dünyası insanı şaşırtsın. Ama her zaman bir diğer olasılık daima vardır! İşte peygamberlerde o diğer olasılığı en zor anlarında kullanmışlardır. İşte sevgili dostlarım bu dünya büyük bir sınav yeridir.Bu sınavın sonucunda kazanan yada kaybedenlerin çekeceği sıkıntı dinlerinizdeki gibi  bir cennet ve cehennemle  sembolize edilsede kuantum köpüğünün derin kalbi içinde haklılık ve haksızlık mutlaka karşınıza çıkacak olaylarla ve içine düştüğünüz türlü belalarla bir karşılığını bulacaktır.

Eğer ben büyük bir Kürdistan devletinde yada büyük bir Çingen devletinde Yada bir LAZ devletinde  yönetici  Kürt asıllı, Çingen asıllı, LAZ asıllı  bir  devlet başkanı olsaydım benim ülkemde azınlık halinde yaşayan  Türk'leri yada diğer tüm diğer etnik  unsurları önce İNSAN olarak görürdüm.Ve kürtlerden yada Çingenlerden  Türklere gelecek ırkçı yönde en ufak bir saldırıyı en büyük cezayla cezalandırırdım.Bu suçu işleyen bir kürt, Çingen.. şu yada bu.. olsada bunu yapardım.Bu suçu işleyen Kendi kardeşim bile olsa bir an bile tereddüt etmeden onu astırırdım! Yani kim olursak olalım ne olursak olalım, nerde olursak olalım hangi form altında olursak olalım önce İNSAN olmak ve yüreğimizde de korku duymadan  doğruya doğru yanlışa yanlış diyecek kadar yüksek ahlakın ve karekterin ve yüksek duyguların yüksek değerlerin sahibi olmalıyız.Her insan içinde bir ruh taşır.Ve bir ruhun yüceliği eylemleri ile vucut bulur.

Maalesef dostlarım Türkiye gerçeği televizyonlarda izlediğiniz magazin gündemleri kadar  toz pembe bir tablo içermemektedir.Ne kadarda can sıkıcı, iç karartıcı olsada yaşadığınız ülkenin gerçeklerini hepiniz bilmelisiniz! Keşke herşey TRT 1 kanalında verilen proğramlar gibi su şıkırtıları arasında hoş sohbetler yapan güler yüzlü, diksiyonu düzgün insanların konuştukları gibi olsa!  Gerçek MATRİX'e hoş geldiğiniz! Size gösterilen pembe dünya aslında arkasında haksız yere insanların öldürüldüğü türlü çıkar ve entrikaların döndüğü, karanlık loş ve kasvetli bir dünyayı saklamaktadır. Gökyüzündeki bulutları kaldırmak ve güneşi yeryüzüne getirmek için hepiniz bu rüyadan bu aldatmacadan uyanmalısınız! İşte benim tüm bu eleştirilerim ülkemiz üstündeki bir kısım olumsuz bulutları hafifçe aralamaktan başka birşey değildir.Eleştiri ve tartışma kültürünü geliştirdikçe kendi hatalarımızı hazmedebildikçe, kabüllenebildikçe üstümüzdeki karanlık bulutları ancak o zaman kaldırabiliriz. Önce FARLILIKLARI KABÜLLENECEĞİZ! Ve Çingenlerinde, Kürtlerinde, Lazlarında, Çerkezlerinde, Ermenilerinde, Rumlarında Türkler gibi  damarlarında asil bir kan taşıdığını kabül edeceğiz! (Atatürkümüzün bu sözü hangi anlam derinliğinde söylediği malumdur onu ayrı tutmak gerekir) Bunu kabül etmek zorundayız! Yani inançlar bazında da Hristiyan evladı Müslüman çocuğundan daha az ahlaklı değildir. Alevi evladı sünni çocuğundan daha az ahlaklı değildir! İşte önce Türk milleti olarak bunları kabülleneceğiz.Bunları hazmedeceğiz.Ve insanlık kapısından içeri girip herkesin eşit olduğu herkesin İNSAN olduğu bir anlayışa yükseleceğiz. Herkesi  o senden bu benden ayrımcılığı yapmadan ''bir gözle'' görmesini bileceğiz. 

Benim dediklerim yanlışsa ben yanlış diyorsam yanlış görüyorsam  bana bunu birileri anlatsın.Ya arkadaş sen şu noktada yanlış söylüyosun, sen hayal görüyosun, senin şu noktalarda yanlış bir algılaman var  desin!  Bende dinleyip  hak vereyim! Hatta karşı düşünenlerin fikirlerinede bu sayfalarda belirli sınırlar içinde yer vereyim. Zira  bu sitenin amacı politik mevzulara girmek siyasi mesajlar vermek  değildir.Lakin benim siyasi politik dünya görüşlerimi merak eden arkadaşlar için ben bu eleştirel fikirlerimi genel olarak belirtmek istedim.

Keşke elimizde bir fırsat olsada şu Amerika, Avrupa  ve İsraili, Hintlileri, Kürtleri, Rusları, Ermenileri, Japonları, Çinlileri, Yunanlıları dünyanın ta ilk zamanlarına gidip  dünyadan geçici bir süreliğine ortadan kaldırıpda geride kalanların bir 1000 sene boyunca neler yapacaklarını bir görsek! Ben size paralel bir dünyada neler olduğunu söyleyeyim.Birbirini asan, öldüren  ve çöller boyunca uzanan alanlarda insan cesetlerinden ve ceset kokusundan yaşanmayacak bir dünyayı görmeniz en büyük olasılıktır.Sefillikten ve açlıktan birbirine saldıran, hastalıkların pençesinde inleyen milyonlarca insan!

Paralel dünyalar diyince aklıma maymunlar Cehennemi (Planet Apes) denen bir filim geldi. Nedense bu filmi izlediğimde aklıma Arabistan, İran Afganistan, Türkiye ve Pakistandaki topluluklar geldi.Yani dünyayı ilkel primatlar gibi algılayan toplum modelleri! Yani orman kanunlarının egemen olduğu  dünyalar! O filimdeki maymunların davranış kalıpları ile dinci ve milliyetçi grupların benzer savaşcı ve saldırganlığa yönelik davranış modelleri  dikkatimi çekti diyebilirim. Sanki o filmi çekenler ortadoğuya gelip özellikle filim için uzun zaman boyunca Irak, Arabistan Türkiye, Mısır, Pakistan, Afganistan, İran gibi ülkelerde  gözlem yapıp, insan profillerini tespit edip filmin senaryosunda bu verileri  kullanmışlar gibime geldi.Filimde maymunların simgesi olan hilal şekilli sembolleride akla bizim camilerimizin üstündeki yarım ayla benzerlikler taşımaktadır. Maymunlar Cehennemi filmi bana biraz politize olmuş bir filim gibi geldi diyebilirim. Aynı benzer politik yapıyı ''yüzüklerin efendisi'' filminde de gördüğümü söylemeliyim!

Bize çocukluğumuzdan beridir verilen eğitim yapısı içinde kürt yada ermeni diyince yada yahudi yada alevi diyince altı kollu altı bacaklı canavar gibi bir yaratık aklımıza geliyordu.Yahut bu insanlar için insan ağzına bile alınmayacak terbiye ve insan ahlakı sınırlarını zorlayan iftiralar yakıştırmalar uyduruluyordu yada kominist diyince nedir diye sorunca sanki dağda yetişmiş insanları yiyen değişik bir tür canavar anlatır gibi bize anlatıyorlardı. Sonra sonra araştırdıkça, anladıkça, okudukça kuran'ı kerim yanında marksist-sosyalist kitaplarıda okumaya başladım ve gördümki asıl namussuz varsa oda bize yalan söyleyenlerin kendileri olduğunu farkettim.Bu sanki matrix filmindeki Neo'unun uyanışı gibi bir uyanış oldu benim için.

Yani bana-bize  anlatılan yıllarca empoze edilen, gösterilen  tüm bildiğim öyle sandığım şeylerin bir yalan olduğunu öğrendim.Yani hep korku ile büyüdük! Hep birileri vatanımızı her an ''hıyar'' gibi bölüp parçalayacakmış psikolojisiyle büyütüldük! Tüm dünya bizim düşmanımızdı. İNSAN kavramını hiç öğrenmedik duymadık hep TÜRK kavramını duyduk. Çevremizin bize verdiği değerler taraflı ve yanlı bir politikayı içeriyordu. Bunu çok sonraları farkettik! Yani mesela Çingen diyince büyüklerimiz çok kötü birşey gibi pis bir şey gibi bunu bize anlatıyorlardı.(Ki benim ailemde hiç bir etnik azınlığa karşı bir ön yargı yoktu fakat ben genel Türk ailesi bazında bu eleştirileri yapıyorum)  Daha 1980 lerden sonra hatta anca daha yeni yeni 1990'lardan beridir özel kanalların ve televizyonların tartışma proğramlarının çıkması ile iletişimin gelişmesi sayesinde dünyayı tanıdıkça ne kadar yoz yetiştirildiğimizi anlamaya başladım. Sanki alevi vatandaşlarımız, ermeni vatandaşlarımız, kürt ve çingen vatandaşlarımız ve yahudiler  bir öcü gibi pis bir yaratık ve mahlukat gibi gösteriliyordu. Özellikle bir inanç grubu olan Mason'lar diyince aklımıza ilk gelen zararlı ve çok tehlikeli olan ve görüldüğü yerde öldürülmesi icab eden  bir tür böcük türü geliyordu. Çünkü toplumsal bakış açısı içinde böyle bir empoze söz konusuydu! Sanki sünni müslümanların dışında herkes cehenneme gidecekmiş gibi gösteriliyordu. Sanki sadece biz doğruyduk koca dünya hepsi hiç birşey bilmeden yaşayan kötü insanlardı. Zamanla ben tüm bu beni saran bana dar gelen  sosyolojik ve kültürel kozayı parçalayarak dünyaya ilkez kendi gözlerimle bakmasını öğrendim.Olabildiğince özgür ve olabildiğince tarafsız! İşte bu noktada  tüm dünyayı birleştirecek Makro Felsefeye giden düşünce dünyam şekillenmeye başladı. Kendi dar kültür kalıplarımız içinde  çocukken bir yabancı turist bizim gözümüzde sanki insan değilde başka birşey gibi yani bir uzaylı gibiydi. Ben çocukken  millet sokakta bir turist görse  sanki uzaylı görmüş gibi bakardı.Sanki insan değilde başka birşey gibi.Bir çeşit canavar yada cavur gibi görürlerdi. Yani bizim milletimiz etiketler altından insanlara bakan bir toplum! Malesef öyle alıştırılmış!

Sizlere bizatihi kendimin şahit olduğu bir olayı anlatmak isterim. Bir aralar üstad Muzaffer Kınalı üstadımızın işlettiği kırtasiye dükkanındaydık.Tabi üstad çevresinde sevilen sayılan biri.Dükkana elinde kuran'ı kerim kitabıyla başında takke daha camiden yeni çıkmış 20-25 yaşlarında  iki genç girmişti.Üstada şöyle bir soru sordular ''ya üstadım Aleviler için gübreden yaratılmış diyorlar hatta yahudiler içinde soyu  maymundan gelmiş diyorlar  ama biz herkesi Ademle Havva'dan gelmiş biliyorduk acaba bunun aslı varmı?''  Tabi üstad biraz gülümseyip ''bunları nerden buluyorsunuz çocuklar'' dedi! Mevzunun saçma olduğunu uydurma olduğunu falan anlatarak durumu akıl ve mantık ölçüleri içinde izah etti. Şimdi ben bunları niye anlatıyorum? Çünkü bizim toplumumuzdaki ahlaksızlığın ve aslı -astarı olmayan iftiraların müslüman toplumlarca çok çabuk üretilip yayıldığını ve bu insanların  zeka düzeylerinin yorumlanması amacıyla bunları yazıyorum.Müslüman gençlerin bu tür bir soruyu ciddi ciddi sormalarının ve bu safsataların müslümanlar arasında çok çabuk yayılmasının  ne anlama geldiğini siz okurlarımın yorumlarına bırakıyorum.Tüm dünya umarım burda yazdıklarımızı okur ve bu halleri görür!

 Henüz insan kavramı ve bilinci bizlerde gelişmemiş! Daha çok sürü halinde yaşayan ilkel primatlar gibi dünyayı algılıyoruz.Henüz insan kavramı birey kavramı, özgürlükler kavramı bizlerde daha gelişmemiş!Böyle toplumlara da birşey anlatmak zor! Anca birileri bunları güder! Bu açıdan bakarsak  trabzondaki olayla karşılaşmamız çok normal bir şeydir.Çünkü adamlar İNSAN, BİREY, ÖZGÜRLÜKLER, DEMOKRASİ, HAKLAR, İNSANLIK DEĞERLERİ...vb gibi kavramları bilmiyorlar.Çünkü öyle yetiştirilmemişler.Kelime dağarcığıda az! Mesela eğer bu kavramların beyin dalgalarına karşılık gelecek ölçümleri bilinse normalde  milliyetçi camiadaki arkadaşların yada ortadoğuda sıradan bir müslümanın  beyin dalgaları bu anlamda  taransa/ölçümlense  gerçektende bu bahsettiğimiz kavramlara ve hislere dair beyin dalgalarının tespit edilemediği görülecektir. E peki sen nasıl aramızdan çıktın derlerse ben bir melez mutasyonum demek daha doğru olacaktır.Çünkü bu olay zaman içinde kazanılan evrimsel bir durumdur. Fakat İngilizler, Fransızlar  1000 yıldan beridir kavram ve kültürel  değerler konusunda bir çok mevzuyu aşmışken bizde malesef Atatürkten bu yana kitap okutmaya çalıştığımız  ve ''millet'' olmak gibi İNSAN olmak gibi değerleri aşılamaya çalıştığımız, seçme ve seçilme hakkı verdiğimiz  bir kitle söz konusu! Daha önceleri Osmanlıda sadece padişaha ''kul -köle'' olmak ve ümmet olmak gibi bir kavram ve duygu tonu vardı!

Henüz Türk insanı bu ''sürü  toplum'' bilincinden kurtulmuş değildir.Yani baştaki bir koyun kendini dağdan aşağı atıyorsa diğer koyunlarda onun peşinden kendini atıyorlar. Henüz bizim toplumda  ''İNSAN olma bilinci''  ve ''öz benlik bilinci'' gelişmiş değil! O yüzden kuduz bir insanın SU'dan korkması gibi Türkiyede maalesef İNSAN hakları deyince herkes bu kavramdan korkuyor, çekiniyor. Sanki tüm insan hakları cemiyetleri, bu konudan bahseden ve insan haklarının gelişmesi konusunda çalışan  insanlar  bir çeşit vatan haini ve vatan için bir tehlike unsuru gibi görülüyor.Bu gerçekten çok ilginç bir psikoloji! Bence tüm dünya bilim adamlarının Türkiye deki bu ilginç durumu sosyolojik boyutta incelemesi lazım.Belki bu durum genetik olabilir!  Çünkü ''insan hakları'' kelimesine karşı Türk insanında alerjik bir reaksiyon oluşuyor ve kendini kaybediyor ve köpürmeye başlıyor! Nasıl LİMON gördüğümüzde ağzımız ekşiyip sulanıyorsa Türklerin genelide İNSAN HAKLARI deyince benzer yönde ama agresif bir hal içerisine istemsiz olarak giriyor.Belki bu kelimeyi solcular çok kullandığı için yada siyasal bir ifade gibi algılanması sonucu bizim toplumumuzda insanlık değerleri, özgürlükler gibi kavramlara bu yüzden ters bakılabiliyor.Doğrusu bu sosyo -psikolojik olayı incelemek lazım. Belkide genelde KARDEŞLİK, EŞİTLİK, SÖMÜRÜYE HAYIR, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK, İNSANLIK, EZİLEN HALKLAR, EMEKÇİ HAKLARI  gibi kelimeleri çoğunlukla avrupa kültürünün temellerini oluşturan aydın elit kesimler, solcular, aleviler ve marksist koministler sıkça  kullandıkları için ''müslüman milliyetçi Türkler'' bu kavramlara karşı zamanla otomatik bir alerji kapmış  olabilirler.

Atatürkün bir takım insanlara zorla takım elbise ve  kıravat giydirerek  sanayi devrimi içinde belli bir elit kesim oluşturma çabaları tam olarak arzulanan sonucu vermemiştir. Bunun yerine İstanbul, Ankara ve İzmir yalılarında, köşk ve konaklarında büyüyen ''avrupanın insanlık değer ve yargılarından ve Antik yunanistanın modern bilime temel olan felsefi kültüründen yoksun  olan'' bu içi boş balon  insanlar Türkiyeyi yönetmeye talip oldular. Paşamız bunların bir kaçını avrupaya okusun adam olsun diye yolladı ki' bunda kısmen başarılıda oldu.Bu sayede ülkeye hizmet eden değerli insanlar yetişmiştir.Ama malesef Türkiyede hala dünya kültürünü özümsemiş elit sosyete tabakası mevcut değildir! Bizim ülkemizde sosyete deyince insanlar sosyeteyi köşklerde, yalılarda büyümüş güzel bir istanbul diksiyonu olan ve bankalarda yüklü  miktarda paraları ve altlarında lüks çipleri olan sonradan görme olan,  entellektüel atmosferden ve kültürden yoksun insanların şatafatlı hayatları olarak algılamaktadırlar. Ben bu tiplere sosyeteden çok soytarı takımı demeyi uygun buluyorum. Lakin tüm bu olumsuzluklara rağmen gerçekten gerek Sakıp Sabancı grubu olsun  gerekse Rahmi Koç gruplarının hizmet anlayışı içinde Türkiyedeki kültürel ve sanatsal faaliyetlere destek verilmesini taktirle karşıladığımı ifade etmeliyim. Ama keşke diyorum ülkemizde bilimsel ARGE çalışmalarına biraz daha destek olunsa! Özelliklede geleceğimiz için çok önemli olan uzay çalışmalarına az çok yönlendirici desteğin ve ilginin oluşturulmasını dilerdim.

Malesef Türk milletinin lideri noktasında olanlar düşünen adamı, geri zekalı olmayan adamı, uyanık zekaları,  okuyan adamı, dünyayı ve sistemi sorgulayan adamı sevmiyor! Evrensel düşünen, felsefe okuyan, siyaset yapan, değerleri sorgulayan ve bir takım değerlere sahip adamı sevmiyor! Türkiye gençliği için tek yapılan şey biraz dinden  biraz milliyetçilik afyonundan verip gençliği uyutmak! 1960 gençliği siyaset yapan düşünen araştıran sorgulayan bir gençlikti. Ülkücüsüde öyleydi sağcısıda, solcusuda...  en azından bir değerleri bir idealleri vardı adamların! Ama 12 Eylülden sonra yaratılan gençlik profillerine bakarsak uyuşturucu çeken, düşünmeyen, kitap okumayan, eleştiri yapmayan, tinerci, rakcı, popcu, topcu ve pornocu bir gençlik yetiştirildi. Bu gençliğin tek değeri elinde üç beş kuruş doları ve altındaki kot pantolonun markasından başka bir şey değildir! Gülümseten bir ifade ile sakın rakcı, popcu ve pornocu arkadaşlar sözlerime gücenmesinler ben sadece uç eğilimlerden söz etmek istedim.Yani bilime, sanata, bilimsel teknik konulara, sosyal ve siyasi alandaki gelişmelere gözlerini kapamış, duyarlılığını yitirmiş bir gençlik söz konusudur.Yoksa RAK müzik dinleyen arkadaşlara bir lafım yok! Tabi benim tercihim her zaman klasik müzikten yana olmuştur. Açıkcası keman ve piyano sesini gıcırtılı gitar sesine tercih ederim.

Bu neden böyle oluyor yada kimler kendi ucuz çıkarları adına bu milleti bu hale getirdi bunu anlamak güç. Birileri bilmediği kavramlar üstünden, hayatında okumadığı ideoloji ve kavramlar üstünden birilerini bir şeylere kışkırtıyor! Kışkırtanda bilmiyor kışkırtılan halk kitleleride neye karşı düşman edildiklerini bilmiyorlar! Sadece büyük halk kitlelerine bu sizin düşmanınız deniyor.Yani belli etnik kökenlere, belli inanç gruplarına ve belli kavramlara karşı bunlar sizin düşmanlarınız deniyor.Halkta paşamız, anamız, babamız, devletimiz böyle diyorsa öyleyse doğrudur diyip Sivasta, Trabzonda, Menemende, K.Maraşta, Çorum'da Konyada bilinen  şiddete dönük toplumsal dalgalanmalar yaratmaktadırlar. Tabi arada yüzlerce  turiste karşı girişilen tecavüz, zorla alıkoyma, öldürme gibi kişisel olay ve durumları hesaba katmıyoruz. Ülkemizde hristiyan olduğu için sözde misyoner olduğu için  sünni  müslüman Türklerce öldürülen klise rahiplerinide bunların içine katmıyoruz! Türkiyede sokakta gezen herhangi birine sosyalizm nedir? Sosyal devlet ne demektir?  kominizm nedir? Sol görüşlü olmak nedir? Sağ görüşlü olmak nedir? Kürt ne demektir? Sevgi nedir? Saygı nedir? Hoşgörü nedir ve kimlerde olur?  İnsan hakları ne anlama gelir? Alevi ne demektir? Aleviliğin felsefesi nedir? Aleviler dünyaya nasıl bakar? Sünnilik nedir sünniler dünyaya nasıl bakar? Hanefilik nedir? Hz Muhammet hangi mezheptendi? Müslümanlık değerleri nedir? Yada Ermeniler yada Çingeneler insanmıdır? diye soru sorsak kimse doğru düzğün bir yanıt veremez? Yada sosyal devlet nedir? Cumhuriyet nedir? Demokrasi nedir? dersek kimseden doğru düzgün bir yanıt alamayız!

Kimi için ÖZGÜRLÜK tespih çekmek, kimisi için canının istediği yere kurşun sıkmak, kimisi için kuş gibi uçmak, kimi için bir kuru ekmek bulabilmektir.Yani herkesin bakış açısı farklı! Türkler için özgürlük genelde at, avrat ve silah çercevesinde ele alınmaktadır.Yani bazıları için özgürlük uçkurunu istediği zaman çözebilmekten ibarettir.Avrupalılar için özgürlük sınırsız düşünceye kapı açmaktır.Düşünebilme ve eleştirebilme ve farklılıkları kabüllenebilme olgunluğudur. Yani her toplum içinde özgürlük kavramının ifade ettiği değerler değişebiliyor.

Benim tanıdığım en saygı değer ve en yüksek insani  değerlere sahip Türk insanlarından birisi Denizlide son valiliğini yapan rahmetli vali Recep Yazıcıoğlu'dur.Keşke Türkiyede onun gibi insanlar devletin her kademesinde görev alsalar. Keşke tüm insanımız onun gibi insanlara önce insan olarak bakabilse! Recep Yazıcıoğlu ''sünni müslüman'' Türk olsada  insanlık değerlerini özümsemiş bir insandı.Demek ki müslümanlık illede bir yerlere saldırmak yada bilinçsiz halde yaşayarak tüm değerlerden uzak kalmaya neden olacak bir din değil! Demekki sünnide olsa Türk'te olsa her varlık insan sıfatına bürünebilir.Yani Türk olmak yada müslüman olmak illede insanlık değerlerinden, evrensel değerlerden, evrensel ahlak değerlerinden uzak olmak demek değildir.

Rahmetli Yazıcıoğlu aramızdan ayrıldığında onu uğurlamaya gelenler arasında sağcısından, solcusundan, milliyetçisinden  her gruptan ve görüşten insan vardı. O herkesin sevgisini saygısını kazanmış bir insandı! Çünkü sayın Recep Yazıcıoğlu'nun genel fikri profili insanı insan gibi görmek'ti. Yani O insanlara etiketlerine bakarak hizmet etmeyi düşünen biri değildi. Ama malesef aramızdan bir trafik kazası ile ayrılan sayın valimiz Recep Yazıcıoğlunun tüm insanlığı kucaklayan bakış açısını genel toplum yapısı olarak pek paylaşmıyoruz.Genelde Türkiyede  toplum modeli ayrımcı, taraflı, adam kayıran, benden senden muamelesi yapan bir zeminde oturmaktadır.Yani Türkiyede birileri diğerinin kuyusunu kazmak, ayağını kaydırmak, öne çıkmak, baskın olmak, tuşa getirip alt etmek içgüdüsü ile hareket etmektedirler.

Maalesef insanımız ne kadarda müslüman olsa nekadar da camiden çıkmasada, ne kadarda tespih çekerse çeksin bu bilinç altı kin, nefret ve adam ayıran, adam gayıran bakış açısından vazgeçmiyorlar.Yani bizim insanımız hem dindar hemde din içinde yapacağı tüm kötülüklere bir kılıf bulmada oldukça yüzsüzleşip ustalaşmış bir millettir.Bunlar benim bizatihi gözlemlediğim insan profilleridir.Kimse bana darılıp kızmasın! Bana kızmak yerine bu sosyolojik yarayı nasıl tedavi ederiz diye düşünmemiz lazım!  Adam bilinç üstü düzeyde kendini melek görüyor.Ama bilinç altında her türlü şeytanlıktanda geri kalmıyor.Eee bu nasıl müslümanlıktır, nasıl insanlıktır anlamak güç! Demekki bir yerlerde yanlış bir algılama var.

Türk milleti maalesef kendi dışındaki etnik gruplara düşman gözüyle bakmaktadır. Bununla birlikte  kendi kabüllendiği inandığı tüm değerlerin dışındaki her türlü değeri incelemeden tüm bu farklı değerleri sorgulamadan kendinden farklı olana dair bu kötüdür ve tehlikelidir  damgası vurmaktadır.Çünkü aile içindeki yetiştiriliş tarzı ''Türkün Türkten  başka dostu yoktur''  görüşene dayanmaktadır.Yani sokaktaki her Türk kökenli insan için bir Ermeni, Rum, Kürt.. vb kim olursa olsun  dikkat edilmesi gereken potansiyel bir tehlikedir.Yani bunların hepsi gavurdur/cavurdur yada kafirdir gözüyle bakılıyor.Yani azınlık bir düşmandır! Bu oldukça tuhaf ve bölücü ayrımcı bir bakış açısı! Ya kardeşim peki bir Ermeni vatandaşımız cumhurbaşkanı olsa, başbakan olsa, general olsa, paşa olsa illaki Türkiyenin kötülüğü içinmi çalışacak, ülkeyimi satacak! Yani bankaları soyan, vatandaşı soyan bir sürü kodaman hasmı has Türk patronlarını her gün medayada izliyoruz. Demek ki özmü öz Türk olmak   o insanın devletin kasasını soymayacağına dair, yada karınıza, kızınıza tecavüz etmeyeceğine dair  doğrudan bir ölçü değildir. Ben  elinden gelse bu vatanı üç kuruşa satacak bir sürü hasmı has hakiki  Türk'lerin olduğunu biliyorum. Hasmı has öz Türk olan  ve çocuklarınıza eroin, esrar satan büyük  uyuşturucu tacirlerini hergün medyada izliyoruz.  Demek ki Türk olmak yada müslüman olmak  Türkiye için iyi şeyler yapmanın bir ölçüsü yada garantisi değildir.

Ey benim Türkiyem, bir  insanı tanımak, etiketlerle damgalamak yada bir insanın ne olup olmadığını bilmek o kadar kolay bir şey değildir.Yavv  bir aile içinde bile  insanlar birbirleri ile  anlaşamıyorlar.Birbirine benzemiyorlar. Yani fikir başka başka oluyor! Demekki önyargılarla, alışıldık önkabüllerle, peşin hükümlerle hareket etmek insanları doğru olmayan haksız eleştiri ve eylemlere yöneltebilir.Bilimsel teknik olayların analizi kadar psikolojik ve sosyolojik ve siyasi olaylarıda irdelerken aklın gönlün, düşüncenin yeterince geniş olması lazım.

Maalesef Türkiyede birileri ben daha fazla Türküm benden olmayan diğerleri daha az Türk gibi bir kutuplaşma yaratma peşinde. Ve bu kutuplaşma üstünden de  siyaset ve politika yapma derdinde! Bir kısım insanda  ben daha fazla müslümanım  iddası içinde  sarık takarak, türban takarak, sakal bırakarak kendine bu alanda bir ayrıcalık ve üstünlük sağlama peşinde.Tabi bu dar, softa ve taraflı, bölücü anlayışları toplum olarak kınamamız lazım.Bunları yazarken aklıma Çetin Altan'ın bir sözü geldi:

"Politika demek, kazığı atarken söylediğin nutukları, kazığı yiyenlere alkışlatmak demektir.'' Çetin Altan'ın bu sözü oldukça anlamlı ve düşünülmesi gereken bir sözdür.

Bizim toplum o kadar ilginç ve düşünmeden sorgulamadan yaşayan bir toplumki gerçekten bu yanlışları eleştirmekle bitiremeyiz.Ülkemizde   siyasi ve ideolojik konular söz konusu olduğunda, devlet yönetimi söz konusu olduğunda, askeri kadrolar sözkonusu olduğunda  yada buna dair kahve sohbetleri yapıldığında  bizim Mehmet ağalar Hasan ağalar hemen söze şöyle başlarlar:

<< Lan hasan ağa şu partinin başı Cem bey Ermeniymiş .. hatta diğeride  yahudiymiş  hatta şu sosyal hakları  savunan ''insan gibi yaşayalım'' diyen partinin başkanıda solcuymuş birde onun için kürtmüş diyolar... yaa deme Mehmet bey demek öyle   ..laa o zaman ona oy vermeyelim..vay be  demek Ermeniymiş...lan bu kafirleri asacan aslında....hımmm ..''E o zaman  öbür partiye oy verelim lan Hasan''  geçen gün öbür X partisinin adamı ''vatan için kurşun sıkmakta sıktırmakta helaldir'' dedi..!  Yavv ne mübarek ne vatan sevgisi dolu adam..   o zaman ona oy verek...hemi de  geçen gün teravi namazından çıkarken televizyonda gördüm adamı pek te mübarek bir zata benziyor tamda bir müslüman çocuğu!! Yüzünde nur var mübarek!  E gari lan Alirıza emmiyede söyle bu çocuğa oy atalım. He valla..! Lan Dursun  şu partinin başkanı, şu kitabın yazarı kürt'müş diyolar.. Deme lan sahimi! Abi bende Kamil abiden duydum..Vay şerefsiz demek insan haklarından, kardeşlikten, özğürlükten bahseden şerefsiz Kürt' müş demek..ya bende ne güzel yazmış diye övüyordum birde..lan kürt olduğunu deseydin ya önceden... İtin kitaplarını toplatalım lan.. Lan bu itlerin sözünede güven olmaz...Vay vatan haini... >> İşte Türk milletinin has profili budur!! Kim nasıl yorumlamak isterse yorumlasın! Bunlar benim kahvelerde, her tür toplumsal mekanlarda  birebir her gün duyduğum laflar! Yani sözde has Türk çocuğu olan  Hasan ağaların ölçüsüne göre bir adamın Kürt yada Ermeni olması o adamın vatan haini ve düşmanı olması için yeterli bir ölçü!

Ya ben işte bu tür sohbetleri bu tür dar düşünce dünyalarını gördükçe kabıma sığamıyorum..ya bu kadar eğitimsiz kültürsüz bir toplum olurmu!  bunu anlamak güç! Yani bizler insanları nasıl değerlendiriyoruz?  Hangi kıstaslara göre biçip ölçüp yargılıyoruz? Hani nerde insanları ayırmayan islam dini! Hani nerde insanlık değerlerimiz? Yani hangi ölçüye göre neye göre, hangi liyakate göre  insanları sınıflara sokup ayırıyoruz. İyi olmanın yada kötü olmanın yada bu devlete, bu millete iyi hizmetler verecek olan insanları neye göre hangi ölçülere göre değerlendirip seçiyoruz? Yani müslüman sünni çocuğu Hristiyan evladından, Alevi  evladından, Yahudi evladından daha mı şerefli hasiyetli hak yemez, yalan söylemez devletin kasasını çar çur etmez! Müslüman çocuğu daha mı sözüne sadık!

Güya müslüman çevrelerde sözde milliyetçi çevrelerde  birine bir iftira atmak ve karalamak  istiyorsan ''lan şu adam Mason'muş şu adam Hristiyan'mış, şu Ermeni'ymiş, şu adam Alevi'ymiş, şu adam koministmiş, şu adamda yahudiymiş, lan şuda Çingen' miş, şu Kürt'müş'' demek yeterli oluyor. Şu son zamanlarda da sabatay'cılar denen yeni bir mezhep çıktı! Yani ben, bazı gurupların birilerini kötülemek adına bir dini yada milli etkiketi uydurup bulup ortaya sürmenin mantığını anlamıyorum. Sanki bunlar birilerinin anasını bacısını becermiş öcü insanlar! Yada zamanında demekki bunların anasını bacısını becermişiniz şimdide hem iftira atıyorsunuz hem  korkuyorsunuz! Tabi bence bu insanları karalamanın perde arkası nedeni siyasi ve ekonomik alanlardaki rant ve çıkar kavgalarıdır. İşte böyle,  ''Ermenidir, Çingen'dir, Yahudidir, Mason'dur Yada Alevi'dir Kürt'dür'' deyince  sanki bu adamlar hepsi vatan  düşmanı sanki hepsi vatan haini, sanki tüm  bu insanlar tüm kötülüklerin anası gibi gösteriliyorlar!! Sanki Türkiyenin medenileşme ve büyük askeri ve ekonomik atılımlar yolundaki tek engelleri bu insanlarmış gibi algılanıyor. Sanki Türkiyede azınlıklar olmasa Türk milletinin başı göğe erecek sanki bu memleket birden aydınlanıp nurlanacak, ekonomi şaha kalkacak, dış borçlar bitecek herkes melekleşecek, hapishaneler boşalacak! Sen tembel tembel otur ite köpeğe pirim ver ardından biz neden böyleyiz diye git masum insanları suçlamaya kalk! Bu kabül edilebilir birşey değil! Bu nasıl bir toplum nasıl bir zihniyet nasıl bir bağnazlık bu nasıl bir taraf tutma, bu nasıl bir çamur atma, bu nasıl bir insan seçme  ben anlamış değilim.Yani anlayış öyle bir sapkın noktadaki ''yeterki özmü öz Türk ve Müslüman çocuğu olsun gelsin beni düzsün'' anlayışı hakim! Lütfen bu kadar sitemkar ve isyan dolu eleştirimi maruz görün belki biraz abartılı demeyelim ama kırıcı olsamda gerçekten bir çok yanlışımız ve hatamız vardır.Niyetim bu yöndeki eksiklerimizi vurgulamaktır! Birilerinin buna dikkat çekmesi lazım. Türk milleti olarak bu eleştirileri birilerinin gündeme getirmesi gerekir.

Türk insanın genel profili avam ve arabesk  kültürüne sahip  ayrımcı bir kültür halini almıştır.Bir aralar bir kürt arkadaşımız Denizlide bir Türk kökenli aileden kız istemişti tabi ailenin kürt olduğunu öğrenince kız istemesine rağmen kızı  vermediler. Arkadaşlardan duyduğum kadarıyla kızın annesi şu sözleri sarfetmiş ''kızımı bir kürtle evlendireceğime tüm denizli üstünden geçsin ondan iyidir''. Gerçekten bu söz yenilir yutulur bir söz değildir. Bu söz hem komik hem trajik bir söz! Yani bu söz hiç bir kategorik profile uymaz! Gerçekten bu kin bu nefret bu taraflı bakış açısı çok üzücü bir durum.Bir anne nasıl böyle bir söz kullanabilir? Aynı benzer duygular Çingen kardeşlerimiz içinde geçerli. Çingendir diye bir çok arkadaşa kız vermediklerini ben biliyorum.Çingenler bile hala bu ülkede hor görülmektedirler ve aşağılanmaktadırlar. Bunları biz kafadanda atmıyoruz.Bunlar hep yaşadığımız hayatta karşılaştığımız olaylar.O yüzden kimse bunları söylüyorum diye bana kızmasın! Gerçi döyyusun yüzüne döyyus denmez ama ben diyeceğim! Hatalarımız varsa bunu eleştireceğizki toplum olarak bu önyargıları aşabilelim. Başka türlü herkes mehter marşı eşliğinde  susarsa zihnen, ahlaken daha üst anlayışlara ulaşamayız.Birilerinin iğneyi batırması lazım.Birilerinin yanlışı ifade etmesi lazım.Sadece seçim zamanlarında Türk - Kürt kardeştir diyip ertesi gün şu kadar Kürt'ü kessek şu kadarını sürsek şu kadarını tarayıp öldürsek kardır  hesapları yapmak hoş şeyler değil!

Yoksulluğun ve eğitimsizliğin olduğu yerde her zaman  hatalarla dolu, daha geleneksel yaşayan, yanlış bakış açıları ile dolu, yanlış eğilimlere sahip, daha yoz daha kaba insanlar bulmak daha çok olasıdır.Yani aynı konumda daha kırsal kesimlerde yaşayan Türklerde de bu yozluğu bu kabalığı görmek mümkündür.Bu yüzden hayatı boyunca ezilmiş hor görülmüş fakirlik ve yoksulluklar içinden çıkıp gelen kürtleri KRO kelimesi altında aşağılamaya kalkmak  yada Çingenler için ''bunlar kapı gıcırtısında bile oynarlar'' diyerek  bir etnik ırkla dalga geçmek onların Türkçeyi tam telaffuz edememesi ile alay etmek onları aşağılamak çok yanlış bir bakış açısıdır.Yada Laz fıkraları uydurup bir etnik ırkla alay etmek, küçümsemek hoş bir şey değildir.Lazlar bence kendine öz güvenleri gelişmiş zeki insanlardır.Maalesef bu yanlış bakış açısını en lüks konaklarda köşklerde yaşamış en  entellektüel istanbullu Türklerde bile bulmak mümkün. Yani bu ülkede fakirsen yoksulsan hele birde etnik azınlıksan her türlü iftiralara, aşağılanmalara, hakaretlere uğrayıp küçük görülebilirsiniz.

Tabi bu aşağılama sadece Türk toplumuna özgü bir ahlak durumu değil bu dünya genelinde olan bir şey! Yani dünya arenasında,  tarihin sayfaları arasında  gözünü erken açan, baskın olan, eğitimli olan elinde daha çok silahlı gücü bulunan kişi ve  topluluklar daha eğitimsiz olan, daha saf olan,  sayıca daha az olan, daha güçsüz olan  kişi ve toplumları asimile ederek, sindirerek, susturarak, üstüne çökerek, asarak, keserek, sürerek, katlederek, sosyo kültürel olarak baskı yaparak kuşatmaya alarak aslı astarı olmayan uydurma iftiralarla karalayarak bu azınlık gruplarını  devamlı kendinden daha aşağı toplumlar olarak görmüşlerdir.Ve hep horlamışlardır. Aynı şekilde tarih boyunca  Çingenler, kızıldereliler, Mayalar, Astekler, eskimolar, Kürtler,  Lazlar, İskoçlar, İrlandalılar, Tibetliler, isariloğulları, 20 yüzyılda Filistinliler, Kuzey ıraktaki Türkmen kardeşlerimiz, Türkmenistandaki insanlarımız, Balkanlardaki bosnadaki kardeşlerimiz   ve  İnanç boyutunda Alevi'ler, yahudiler, ortadokslar ve daha bir çokları hep horlanıp zulüm görmüş topluluklardır. Biz  burda dünya genelinde evrensel babda konuşuyoruz.Biz bu sayfalarda ne kadarda Türkiyeden örneklemeler versekte  sadece Türkiye profilini göz önüne alarak konuşmuyoruz. Yani  adam gayırıp bir grubu diğerine karşı haklı konumunada getirmek istemiyorum. Ben bu sayfalarda daha çok küresel dünya boyutundaki  insanlık realitesi düzeyinde yaşanan yanlış olaylara  yanlış eylemlere vurgu yapıyorum.Yani  isimler, yerler, olaylar değişebilir. Mühim olan olaydaki yada yerdeki yada isimlerdeki muhtevaya içeriğe, yaşanan hadiselerdeki mesajlara dikkati vermektir.

Bir Kürt arkadaş Türkler için şöyle bir eleştiri getirmişti hatırlayabildiğim kadarıyla şöyle diyordu: ''Lan medeniyetten uzak bozkırlardan gelmiş tembel çöl yabanisi dönde kendine bak! Medeni romanın kalıntıları üstünde bunca zamandır sen ne yaptın? Sor kendine! Hangi DEĞER'i getirdin, hangi taşın üstüne bir taş ekledin!'' 

Yani yukarıdaki kızını evlendirmek istemeyen annenin durumuna bakılırsa DEĞERlerimizde bir sorun olduğu kesin!

Tabi bu arkadaşın bu ifadesi biraz duygusal ve tarihsel bilgiden uzak bir bilinçle söylenmiş bir söz. Çünkü Türkler  Anadoluya ilk girişlerinde ne kadarda Arab kültürünün ve biliminin bir çok eserini yakıp yıksalarda orta asyadan anadoluya girip islam dinini benimsedikten sonra kurdukları Osmanlı imparatorluğu gerçekten dünyada devlet düzeni ve sistemine dair  medeniyete dair örnek teşkil edebilecek bir çok yeniliği ve ileri görüşlü devlet disiplinini de beraberinde getirmiştir.Türkler tarih boyunca devlet kurma ve idaresinde çok yüksek kültürel bir birikime sahiptirler.Roma imparatorluğu tarih sayfasından silinirken Türkler gerek Arab toplumlarından gerekse Roma imparatorluğunun bir çok birikimini ve kültürel bilgisinide özümsemişlerdir.Zira büyük tasarım ve yapı ustası Mimar Sinan'ın yaptığı tüm külliyelerde, camilerde, hanlar hamamlar ve köprülerde batıya ve doğuya ait bir sentezi görmek mümkündür.Batıda Avisenna olarak tanınan büyük tıp bilgini İbni Sina'dan büyük matematikçi Ali kuşcu'dan Buhari'ye kadar astronomi ve matematik alanında ilk büyük eserleri verenler hep Türklerden çıkmıştır.Tabi daha sonra bunlar geliştirilip bu pozitif ilimlere gereken önem verilmemiştir.O yine eleştirel bakış açısına tabi ayrı bir tartışma mevzusudur.

Ama  ben herşeye rağmen Türk milletinin  özünde iyi niyete ve yüksek değerlere sahip bir toplum olduğunu biliyorum.Eğer milletimizin insanları biraz çalışırlarsa dünyayı anlamaya biraz olsun gayret ederlerse yüksek bir medeniyetin sahibi olabilirler.Ve tüm insanlığı birleştirebilecek önemli adımlar atma yolunda büyük mesafeler katedebilirler.

Yaşım 17 ve 18'e doğru geldiğinde okuduğum kitap sayısı kendi boyumu kat kat aşmıştı.Hiç ayırt etmeden dini, tasavvufi, mistik, solcu ve sağcı tüm yayınları taraf tutmadan okudum, anlamaya çalıştım ve  bilimsel her kitabı makeleyi, yazıyı  okudum, tüm tv programlarını belgesellerini, sohbet programlarını  düşünerek, irdeliyerek dinledim takip ettim.Ve yaşım 20 lere yaklaştığında bizi içine alan bu maddesel gerçekliğin ne olduğunu varolmanın ne anlama geldiğini, insanın kendi varlığında gizlediği potansiyellerin neler olabileceği ve düşünceyi nereye kadar zorlayabileceğimiz konusunda psişik deneyler yapmaya başladım.Bu sefer karşımda uzay ve zaman denen bir  başka bir koza ve kafes vardı.Aklımı bu sınırlı görüntüler hapishanesinden nasıl kurtarabilirdim.Tüm bu algıladığım dünya ve varlık okyanusu tam olarak nerde duruyordu.Ben varoluşun ve kendi bilincimin kaynağını araştırmaya koyuldum.Ve elbetteki bulduğum şey dinlerimizdeki bize gösterilen şekilde birşey değildi! Annemin babamın söylediği şekilde bir yaratıcıya rastlamadım.Ama daha büyük bir şeyi keşfettim kendi içimde!

Tüm felsefe ve insanlık tarihini, tüm dinleri  inceleyip gözümün önüne getirdiğimde ve bir kaç kelime ile tüm bu yazıtları  özetlediğimde  karşıma tek bir ana mesaj çıkıyor:  Ey insan oğlu sen bir Tanrısın ve Tanrının gücü sende saklı!

Haa  şimdi bende milliyetçiyim bende dinciyim inanan bir insanım ama milliyetçilik ve dindarlık insanlık değer ve ölçülerini hiçe sayan ve birilerinin, üç beş döyyusun, üç beş kara cahilin izinden gitmek ve daha önünü arkasını görmekten aciz  bir takım insanların  dediklerini yapmak demek değildir.Benim milliyetçiliğim Atatürkün milliyetçiliğidir. Benim Türkiyem Mustafa Kemal Atatürkün Türkiyesidir.

Ben bir çok noktada müslümanlık değerleri üstünden yada Türkiyemiz üstünden kendi iç sorunlarımız ve yakın tarihimiz, çevremiz  açısından bir çok  güncel, yerel eleştiriler getirsemde  mesela İslam dini içinde yobazlıktan bahsederken aynı şeyi Hristiyanlık içinde Budistler içinde, Yahudiler için de düşünmemiz lazım! Yani yobaz yada irticacı olayı sadece müslümanlığa ait olan bir şey değil. Yada terörizmi sadece islam dinine yamamakta doğru olmaz.Mesela japonyada bile kitle katliamları yapan bir sürü dini tarikat bulmak mümkün. Hristiyanlar aynı şeyi el altından kalemle kağıtla yaparken diğeri kendi imkanları içinde saklamadan tüm dünyanın gözü önünde yapıyor. Her dinin içinde buna benzer proplemler, farklı tutum ve davranışlara sahip guruplar vardır.Mesela bizler kendi içimizdeki etnik guruplara bir çok noktada hak verirken bunun aksinide düşünmemiz lazım! Yani Nasrettin hocanın hikayesine dönersek şöyle diyebiliriz: Bir gün Nasrettin hocanın evde bir eşyası çalınır.Herkes hocayı suçlar nasıl çaldırdın neden saklamadın diye hep hocaya kızarlar ve eleştirirler. Hoca da  ''tamam ben tedbir falan almadığım için  suçluyum peki yahu hiç hırsızın bir kabahati yok mu'' diye dert yanar!

Yani Türkiyemizdeki geçmişe ve geleceğe  dair siyasal yönetimleri devlet ve askeri politikaları eleştirirken yada kendi dinimizi eleştirirken bir çok yanlışı ortaya koyarken ELEŞTİREL TERAZİ'mizde dengeleri karşılıklı olarak bulmaya çalışmalıyız! Yani tek bir suçlu aramak yerine bence herkes tüm bu olan biten olaylardan bir derecede olsa sorumludur. Bence Ülkemizin selahiyeti adına Türk milletinin birlik ve beraberliği adına  güvenlik güçlerimizin, siyasi ve askeri kadrolarımızın kurşun sıkmayı en son noktada düşünmeleri gerekir. Meseleyi  ekmek parası derdinde olan adamın boyutuna getirmek ve eski Almanyanın Nazi dönemi uygulamalarına girmeye çalışmak öküz altında buzağı aramak olur. Bu durum ülkede macera arayan hareket arayan başı boş grupların işidir.Bu durumlar ülkede kaos yaratır ve en dipte çatlamalara neden olur. Bu da toplumsal fay hatlarını uyandırarak kuzey ırakta bir Amerika ve Kürdistan hattındaki tabaka gerilimini tetikler! Zaten olay oraya gidiyor..Ki gidecekte!  Sonra olay uluslar arası zemine doğru kayar!

Bazen bu tabloya çok daha uzaktan baktığımda Türkiyedeki güvenlik güçlerimize ve bugüne kadar gelmiş olan tüm  devlet yöneticilerimize az çok hak vermiyorda değilim! Çünkü herkesin kendi derdine yandığı bu ortamda birilerinin dinci şeriat devleti kurmaya çalıştığı birilerinin kürdistan kurmaya çalıştığı, birilerinin  kendi sapkın ideolojilerini dayatmaya çalıştığı, birilerinin solcu marksist bir devlet kurmaya çalıştığı  ve iç dengelerin çok hassas olduğu Türkiyemizde gerçekten bu dengeleri kırmadan, bozmadan birinin ağırlığını diğerine vermeden tüm bu dengeleri korumaya çalışmakta gerçekten kolay bir şey değil! Bu noktada bir taraf olmak gerekirse ben Atatürkün ilke ve inkilablarını benimsemiş Türkiyenin Laik demokratik cumhuriyet rejimini kabül edilebilir bulan  bir insanım.

Yazılarım boyunca kimi noktalarda Türk ordusuna  ait bazı eylemleri eleştirsemde yinede aydınlık Türkiyenin tek güvencesi Türk ordusudur! Demokrasinin ve cumhuriyet değerlerinin tek teminatı olan  Türk ordusunun Türkiyenin aydınlık geleceği adına yapması gereken çok büyük görevleri ve işleri vardır. Bugün avrupa birliği ve Amerikayla uyumlu geçinmekle,  aydınlık Türkiyeyi ayakta tutmaya çalışmak arasında kalan Türk ordusunun görevi eskisine oranla daha zor ve çetin bir görevdir! Atamız Mustafa Kemal Atatürk Anıtkabirde ebedi uykusunda yatarken içte ve dışta birileri Türkiye Cumhuriyetinin temel direkleri olan Atatürkün ilke ve inkilaplarını tek tek yıpratarak sabote ederek zayıflatmak ve yıkmak amacıyla gece gündüz çalışmaktadırlar.Bu sabotajcıların arasında  Kürtler, Türkler, Rumlar'da dahil olmak üzere bir çok etnik grup'ta bu ihanete destek vermektedirler. Herkesin çıkarının ve beklentisinin başka başka olduğu bu büyük yıkım planının ardında herkesin farklı niyetleri olsada şu anda tüm bu farklı niyetler irticai ve dinci görüntüler altında bir araya gelip çalışmalarda bulunmaktadırlar.

Malesef geleceği ve geçmişi gören mesafelerin ötesine uzanabilen gözlerimin  gördüğü en acı tablo ne biliyormusunuz? Amerikadan avrupaya kadar uzanan bir alanda müslümanlığı yok etmek isteyen bu emperyalistlerin yine saptırılmış, yozlaştırılmış müslümanlık değerleri ile müslümanlığı yine  kendi içinde birbirleri ile çatıştırıp çarpıştırarak  bitirmek gibi uzun vadeli planları başarı ile uygulumaları bizim gibi  hakikat dostlarını derin üzüntülere sevketmektedir. İran  şahı ortadoğuda avrupaya kafa tutan  sanayileşmiş bir müslüman memleket yaratmak için çırpındı durdu. Ama Avrupa yine islamın kendisini kullanarak islamın gerçek bir ekonomik güç olmasının önüne geçti! Yine Türkiye kendi uçağını kendi bilgisayarını kendi modern teknolojisini, kendi helikopterini üretme azmi içindeyken bunun önü 1940 ve 1950' lerde Birleşik devletler tarafından kesildi! Dediler ki sen düşünme, sen araştırma, sen aklını zekanı böyle şeyler yapmak için yorma! Bizim fazladan  Jet uçaklarımızı, tanklarımızı, topumuzu, tüfeğimizi satın al. Hem biz kazanalım hem sende kendini yormamış olursun!

Malesef bugünde birileri cumhuriyeti ve demokrasiyi Türk ve müslüman ülke insanlarına fazla görmektedir. Onlar kendilerine göre, herkesin başını kapattığı kara çarşaflara büründüğü ve tüm eğitim sisteminin dini eğitime dönüştürüldüğü ve çadırlarda yaşayan  takkeli ve cübbeli bir şeyhler, hocalar  memleketi yaratmak istemektedirler. Düşmanın bildiği bir şey var'ki o da ''Türkiyeyi  şeriatla yönetilen sefil insanların olduğu bir dalkavuklar  ülkesi  haline getirmek için Atatürk gibi bir değeri ortadan kaldırmaları gerektiğidir!'' Düşman bunu biliyor!  Ve bu amaçlarınıda  en güzel dini eğitim kanalı içinden vereceği vesveselerle  yapabileceklerini biliyorlar. Zaten içimizde ''dünyayı çözümleyememiş ve hala halifelik hayalleri peşinde koşan radikal dinci kesimleri'' bu yönde kullanabileceklerini biliyorlar. Amerika bunları zamanında yeşil kuşak adı altında kominist rusyaya karşı kullandı. Şimdi hristiyanlık değerleri ile el ele giden batı bu  içimizdeki radikal uçları  müslümanlığın medeniyete  dair son kalesi olan  Laik ve Demokratik Türkiye cumhuriyetine karşı kullanmak istemektedirler. Düşman hem içimizdeki etnik azınlık kazanını kaynatmaya çalışıyor bir yandanda bu aşırı radikal uçları hareketlendirmek için iğneleyip duruyor.Yazıklar olsunki içimizdeki sözde  milliyetçi geçinenlerde bu kazanın kaynatılmasında maşa olarak kimi zaman kullanılmaktadırlar. Ama  ülkücü hareketin bu yönde yanlış telkinlere kulak vermemesi için sayın Devlet Bahçelinin büyük çabasınının olduğunu biliyorum.Ki bu taktir edilecek bir gayrettir. Lakin milliyetçi  camianın başındakiler halkı daha yüksek bir anlayış düzeyine yükseltmeye çalışmak yerine oy kaygısı ile halkın yanlış eğilimlerinin destekçisi noktasına gelebilecek bir hataya düşerlerse  vay o  Türkiyenin haline!

Laiklik zaten islamın temel felsefesidir. Zira kuran- kerimde bile insanlara dini kabülleri zorla ve baskıyla kabüllendirmenin bir çeşit zulum olduğu ifade edilmektedir.Yani gönül rızası denen bir kavram vardır islamiyette! Ama avrupalarda amerikalarda çok sonraları gündeme gelen ve islamın başından beri zaten  kabül ede geldiği bu insani hak ve hukukların resmi devlet prosedürleri ve kanunları ilede tescil altına alınmasına biz LAİK'lik diyoruz, cumhuriyet diyoruz, sosyal adalet yada eşitlik diyoruz, yada demokrasi diyoruz!

Paşalarımızdan önemle ve acilen eğitime önem vermelerini ve sivil kuruluşlara bu yönde telkinler vermelerini rica ediyorum. İnsanımız özelliklede gençlik kitap okumayan düşünmeyen sorgulamayan bir gençlik! Biz dinimizi öğrenmeye karşı değiliz. Lakin gerek devletin gerekse özel kuran kurslarında, tarikat yurtlarında ve cami avlularında büyük bir genç kitle, saptırılmış siyasallaşmış bir  dini eğitim içinde başta Atatürk olmak üzere demokrasiye ve cumhuriyetin tüm getirilerine düşman edilmektedirler. Türkiyede  hala saltanatın tekrar geri geleceğine dair hiç şüpheleri olmayan beyni yıkanmış genç  nesiller yaratılmaktadır. Bu ifadelerimiz şaka yada espiri değildir! Değişen, küreselleşen ve insanların yeni gezegenler keşfetmekten ve insan genetiğinin tümüyle değiştirilmesinden bahsedildiği  bu dünyada hala Türkiye gençliğinin büyük bir bölümü bir şeriat devletinin özlemi içindedir.Hergün çevremden birilerinin Mustafa Kemal Atatürke küfrettiğini görmek ve gençlerin kafalarının yalan yanlış sahte bir  kurtuluş savaşı imajları ile doldurulduğunu görmek beni derinden yaralamakta ve üzmektedir. Malesef bu şer odakları hayatında bir tane bile kitap okumamış bu bilinçsiz ve saf gençliği çok çabuk etkisi altına alıp ruhen ve zihnen bu insanlara yalan yanlış her türlü bilgiyi empoze etmektedirler. Bu irticai  sorun Türkiye için PKK dan çok daha önemli ve çok daha derin bir sorundur.

Sonuç itibarı ile değişen dünyanın her an iyi analiz edilmesi gerekir.Yani düşmanın uzun vadede yaptığı hesaplar yeni bir kar ve çıkar ağları içinde   devamlı yeni bir yapıya ve şekle bürünebilir.Yani  karşımızda devamlı değişen başkalaşan bir dünya var. Zira karşılaşılan sorunlar ve proplemlerin şeklide niteliğide yarın başka bir hal alabilir.Yani dünyayı eleştirirken yada düşmanı tarif ederken olaylara gelişmelere sabit bir kafayla bakmakta doğru değildir. Bugün büyük olan ve öncelikli olan bir sorun ertesi gün çok daha küçük önemsiz bir boyuta çekilebilir yada tam tersi olabilir!

Tüm Türkiye insanına şöyle bir mesaj vermek istiyorum:  Bu küçülen, küreselleşen ve küçüldükçede daha kaotik bir hal alan dünyada ülkeler arası tüm mücadelelerin temelinde  sanayi ve tarımsal ve de bilimsel temelde üretim için enerji kaynaklarının paylaşımı düşüncesi yatmaktadır.Yeni tüketim alanları yeni pazarlar yaratmak için bile savaşlar ve baskıcı rejimler desteklenebilmektedir. Dünyanın bir yerlerinde biraz  insan kanı akmalı ki büyük silah sanayileri kar paylarını arttırabilsinler! İyi niyet ve güzel bir dünya düşü John F.Kenedy'in sonu oldu! Eğer Amerikan başkanı bile bunlara dur diyemiyorsa başka kim yeni güzel bir dünyanın hayalini kurabilecek kadar cesur olabilir! Kim? İsa Mesih mi? Hiç sanmam!

Eee Çetin kardeş  sen ha bire bizi eleştiriyosun ..Madem sen çok biliyosun sen söyle ne yapalım? Valla bence yanlış politikalar 1950 lerin sonlarında başladı. Ve bizi  Amerikayla kapı komşusu yapacak noktaya dek getirdi. Bundan sonra ne olur dersek herşey olabilir derim! Lakin günümüz  dünyasında DEVLET dediğimiz birim bizim gibi zemine sahip  ülkelerde küçük başı boş grupları ve olayları denetleyebilecek çok boyutlu bir istihbarat ağı kurmalıdır.Yani gerçekten ortada ülke güvenliğini tehtid edebilecek durumlar ve bu yönde tehtid içeren kişi ve karşıt gruplar varsa bunlar en hızlı şekilde halkın gönlünde, zihninde kuşku ve bulanıklık yaratmayacak kanıtsal veriler sağlanarak yüksek Türk adaletine teslim edilip gereken en ağır cezayı almaları sağlanmalıdır.Birde bundan sonra yapılacak en önemli şeylerden biri EĞİTİM. Bu topraklar üstünde Türkiye Cumhuriyetinin kimlik kartına sahip herkesi eğitmeliyiz! Herkes dünyayı, ne olduğunu ne bittiğini  ve milli hedeflerimizi ve bizi bekleyen olası potansiyel olumsuzlukları bilmeli! Atatürkümüzün dediği  gibi vicdani hür aklı hür   nesiller yetiştirmeliyiz! İnsanımız tüm dünyayı bu siyaset sahnesini bu içinde yaşadığı realiteyi bilecek! Bilmek zorunda! Ben isterimki bir kuru ekmek bile yesek dünyayı tanıyan bilinçli insanlar olalım! İnsanları bilinçsizleştirmek, okumalarını engellemek, onları yanıltmak ve başka bir şeyi gözden saklamak adına gerçeği çarpıtarak göstermek onları karşıt egemen güçlerin kullanımına açık hale getirmek demektir! Öyleyse önce insanımızı eğiteceğiz! Yani içimizdeki cahiller  dışımızdaki akıllı düşmandan daha tehlikelidirler! Bunu bilmek gerek! Yumruğumuzu masaya vurup tüm ülke sathında Türklüğün birleştirici gücü içinde herkesin birbirine önce İNSAN gibi baktığı, kültürüne, diline saygı duyduğu, herkesin birbirini sevdiği ve biribirine  saygıyla baktığı, sevecen gözlerle baktığı güzel insanların olduğu bir Türkiye yaratmaya gayret etmeliyiz.

"Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok
basit bir sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak..."
                                                                        MARTIN LUTHER

Ben eskiden daha çok ya kütüpanelere yada milliyetçi çevreye,  tarikatçi  ortamlara takılan sohbetler yaparak vaktimi geçiren biriydim. Lakin bizden değil diye başkalarına yapılan haksızlıkları görünce, insanlara karşı taraflı ve yanlı duruşları gördükçe, bir takım gruplaşmaların artık amacından saptığını gördükçe  bu gruplara takılmaktan vazgeçtim. O zamanlardan beridir siyasi ve politik çevrelerden hep uzak kaldım. Artık kendi odamda bilimsel kitaplar okuyarak, düşüncelere dalarak vaktimin çoğunu tefekkür ve meditasyon  içinde  geçiren bir insan haline geldim.(Yıl:2006 yaşım şu an:31)

Bunları size yazarken Hindistanı İngilizlerden kurtararak bağımsızlığı kazanan büyük lider GANDİ nin bir sözünü burda ifade etmek isterim.

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...
(Mahatma Ghandi ) 

Eskiden bir Tabduk Emrenin bir Bektaşi dergahının  bir Mevlana dergahının içinde dünyanın tüm insanlarını içine alan bir İslam ahlakı bir İslam güzelliği vardı.Her yer gül kokardı. Hoşgörüde tevazuda saygıda herkes birbiri ile yarışırdı. Bu dergahlarda insanlar küçüldükçe büyümenin felsefesi ve manevi tasavvuf  ilmi içinde kendilerini yoğa sayarak geliştirirler ve  dergah içinde önemli ilmi mertebelere gelirlerdi. Ama  şimdi durum böyle değil! Eskiden, şu anda hiç bir kayıtlı resmi belgelerde bulunmamasına rağmen o zamanlara gidebilen bir zaman yolcusu olsaydınız ve yolunuz bu dergahlara düşecek olsaydı bu dergahlarda Tibetli Budist rahiplerin bile ağırlandığını gönülden gönüle sohbetler yapıldığını görürdünüz.

Hristiyanların bile dergahtaki bu fikri  sohbetlere katıldığını ve zamanla müslümanlığa geçtiklerini söylemeliyim.Ama bu dergahların  felsefesi kesinlikle başkalarını inançlarından çaydırmak islamı yaymak değildi.Yani böyle bir yayılma kabül ettirme politikasına girmediler. Benimki doğru benimki güzel tellallığı yapmadılar. Tek niyet ve amaç İnsanın kendini tanıması ve Allah ilminin sırlarına vakıf olmaktı!  Ama buna rağmen tüm anadolu kılıçsız ve zorlamasız bir şekilde müslümanlığa geçtiler. Hatta  Hristiyanlığa karşı en geniş toleransların gösterilip kliselerin yapımına bile yardım edildiği bir dönemde  islamın bu zengin değerleri ve hoşgörü felsefesi karşısında bu ''İYİ NİYET'' bir okyanus olup tüm anadolu insanını islamda buluşturdu! Bu yazılarımda o kadar büyük derin ve görkemli bir anlayış bir felsefe ve ışık varki bunu anlamanızı ve kelimeleri hafifçe yana kaydırıp o nuru o evrensel ışığı ve o mana okyanusunu kelimelerin kıyısından bakarak görmenizi seyretmenizi dilerdim. Kumsal ''kuru kelimeler'' olsun kelimenin içeriğini ifade eden kelimelere can ve hayat veren nefes veren mana ise bu kumsala paralel uzanan bir okyanus olsun! Düşünceden ellerinizle bu kumsaldan okyanusun kıyısına kadar gidip tefekkür içinde bu okyanusun suyuyla elinizi yıkamanızı isterdim.

Beni  o uzak zamanlardan gelip sizlere peygamberinizin selamını getirmiş bir zaman yolcusu gibide görebilirsiniz. Bu selama karşılık vermek için bu kısa ifadelerimdeki anlamı sorgulamanız ve yaşamlarınıza bunu uygulamaya çalışmanız yeterlidir. İslamda namaz kılanında kılmayanında yeri vardır, inananın ve inanmayanında yeri vardır. Allahın gözünde kimse bir diğerinden ayrı değildir.Kıldığınız namaz kötülüklere karşı bir kalkandır. Ama kötülüğü düşünce ve niyetleriniz içinde kendinizden uzak tuttuğunuzu düşündüğünüz sürece yine bundan kişiler kendileri mesuldür! İslamın temel direği namaz değildir. Daha çok Hz Muhammetin güzel ahlakı islamın temel  direğidir.Onun ahlakı ile ahlaklanabilen dünyada kim varsa o müslümandır.Ki burda kelimeleride kavramlarıda aşan bir düzeyde galaksinin öteki ucunda bile  olsa o güzel ahlakla ahlaklanan her insan her yaratık o hakikat demi içindedir. Ve Allah'ladır. İsmine ne dersen de ister Müslüman sünni ister Hristiyan katolik ister Yahudi ister Budist ister Müsliman Alevi olsun  önemli değil! Önemli olan kelimenin içini nasıl bir ahlakla doldurduğundur!  Ama dinlerdeki ritüel uygulamalar  insanları yakınlaştıran, maneviyatı kuvvetlendiren şeylerdir bir arada namaz kılmak, abdest almak, en azından hiç namaz kılmıyorsak bile  her cuma namazı kaçırmamaya çalışmak toplumsal manevi birliktelik açısından Allahın gönlünü kazanmak açısından önemlidir.Çünkü esasta ne kadarda maneviyatta ve niyetlerde ve kalbte islam yaşansansada bu gibi ritüel uygulamalar dahil dini bayramlarımız dahil, bir oruç tutmak dahil bir sabah bir işyerine girdiğinizde selamın aleyküm demek, hayırlı işler demek, bir işe başlarken bir bismillah çekmek  bunlar güzel şeylerdir, bunlar bizi biz yapan şeylerdir. Bunlar bizim değerlerimizdir.Bu anlamda bir noktaya kadar şekiller ve kalıplar ve ritüellerde önemlidir. Ritüeller manevi değerlerin bu dünya üstünde köklenerek güçlenmesinde yardımcı olurlar.Yani kazanılmış değerler açısından  düşünceleri ifade etmek için  kelimeleride ortadan kaldırabiliriz. Asıl olan düşüncedir! Buna kimse yanlış diyemez! Ama kelimeleri ortadan kaldırırsak düşüncenin bizim boyutumuzla olan bağlarını koparmış ve zayıflatmış oluruz! O yüzden harfler ve  kullanılan kelimeler ruhun-mananın-düşüncenin ete kemiğe bürünüp bu dünyada görünmek için kullandığı araçlardır! Bu yüzden hayatımızdan kelimeleri, harfleri ve ritüel uygulamaları çıkarmak doğru bir düşünce değildir. Madde ve manayı dengeli bir şekilde bir arada düşünmeliyiz.

Gerçekten ya arkadaş ben namaz kılmasam olurmu derseniz olur desem bunun kimseye  bir zararı olmaz. Allah namazdan  daha çok insandan  güzel  ahlak bekler. Ama şunu yapmasak bunu yapmasak düşüncesi içine girdiğimiz zaman kazanılmış tüm değerlerimizi kaybederiz! Yani keyfi anlamda şartların dışına çıkmak toplumlarda kaos yaratır. Herşeyde bir hikmet vardır. Dinimizi sorgularken bile aydın ve modernlik adına herşeyi olmasa olura getirmek doğru değildir. Ama ilerde uzaya yapılacak bir yolculukta Marsa gidecek ekip görev gereği Namaz kılmasada olur! Onların, içlerinden bir dua okuması bile kafidir. Geleceğin sosyal ortamları ve farklı  şartları içinde islamın ritüel yani şekli  uygulamalarında değişmeye gidilebilir yani kabuk değiştirilebilir. Ama işte asıl sonsuza dek yaşayacak olan şey bu kabuğun kendisi değil  içindeki özdür! Yani güzel ahlaktır! Yani bunu böyle görmek ve dini meselelere  çok boyutlu evrensel bir açıdan bakmak lazım. Keşke diyorum bazen din hakkında çok büyük kitlelere bu mesajları iletebilsek gerçek islamı anlatabilsek. Lakin işte gelde anlat ....sözlerimiz kimine göre yobazlık kimine göre dinsizlik gibi geliyor. Kimse kendi bildiğinin dışındaki bir bilgiye itimat etmiyor! Herkes ''kendi bildiğini'' bilgi ve ilimdeki en üst nokta ve anlayış gibi görüyor. Maddi ilimlerde de bu böyle  manevi ilimlerdede bu böyle! Lakin bizim  talip olduğumuz ilim din ilimlerinden ve ulemalıktan çok varlığın ve insanın hakikatine dair zaman yolculuğunun gizlerine dair bir ilimdir. Bizler  felsefeciler gibi kelimelerden kelimelere atlamaktan ve gezmekten  çok o kelimelerin içindeki mana okyanusunda yüzenlerdeniz. Her filozof evren mütealasını aklından fikrinden geçirirken biz o fikrin içinde bir uçtan diğer uca düşüncelerle birlikte yol alabilen manaya dönüşmüş nursal varlıklarız. Bu açıdan toplumun alışageldiği genele ait ritüel bilgilerin tatbikini içeren  dini sohbetleri hocalarımıza, din görevlilerimize bırakmanın daha doğru bir seçim  olacağı kanaatindeyim.

     "Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder."
                                                                       GAZALI

 ....Oysaki gerçek anlamda nasıl kominizmi bilmeyip ona karşı ön yargılar güdüyorsak yine benzer biçimde ülkücü gruplarada böyle bir ön yargı ile bakılmaktadır. Ön yargılar nerde olursa olsun kime ve hangi düşünceye karşı olursa olsun kesinlikle yanlıştır. İnsanları tanımadan değerlerini bilmeden onlar hakkında yorumlar yapmak ahkam kesmek pek ahlaki bir bakış açısı değildir. Herkes bilmeli ki Türklükte, Kürtlükte, Rumlukta, Ermenilikte,  gelip geçici elbiselerdir. Kah Alman kah Amerikalı kah Japon kah Arab olmuşsun bunun yaratılışta hiç bir önemi ve ayrıcalığı yoktur.Tüm mesele bu  gelip geçici elbiseler altında İNSAN olma sınavını başarıyla verebilmek ve bu dünyadan Allahın  sevgisini ve taktirini kazanmış salih kullarından biri olarak ayrılıp gitmektir. İnsanların arkasından konuşmak, insanlara iftira atmak, insanları etnik yapısından dolayı yada inanç yapısından dolayı  dışlamak küçümsemek, onlara kötü gözle bakmak, düşman gözle bakmak yüksek islam ahlakına ve islamın evrensel boyutuna yakışmayan tavır ve hallerdir. Herşeyden önce hem islami değerler içinde hem insanlık değerleri içinde bu ayrılıkçı taraflı görüş ve bakış açılarının yeri yoktur. Tüm bunlarla birlikte Türk insanının tarihten gelen her zaman mazlumun yanında olan yüksek mizaçlı karekter yapısı içine bu tür olaylar sığdırılamaz! Bizim örflerimiz adetlerimiz anele ve geleneklerimiz bu tür yoz davranışlara kesinlikle karşıdır. Bizler orta asyanın bozkırlarından büyük romanın bu tarihi kalıntılarının yer aldığı günümüz kıtasına dek uzanan bir alanda her zaman iyi niyetin ve barışın temsilcileri olmuş bir milletiz!  Geçmişin  bozkırlarında çadırlarımızı yükseltmek için kullandığımız uzun direklerin yanında tarihten bu yana o direklerle gökyüzüne yükselen bir başka şeyde ''yanlışlık karşısında eğilmeyen boynumuz, sarsılmaz kişiliğimiz adalet duygumuz, onurumuz ve her  zaman koruduğumuz ÖZGÜRLÜĞÜMÜZDÜR!'' İşte Türk'ün anlamı budur! Milletleri büyük yapan şey  ne kadar çok teknolojiye sahip oldukları ve ne kadar çok paraya sahip oldukları değil yada ne kadar çok toprağa sahip olmalarından öte bu büyüklük o milletlerin ne kadar çok DEĞERLERİNE  sahip olduklarıyla alakalı bir durumdur.

Amerika ve Avrupa hatta İsrail bile dünyanın kaderini belirleyebilecek kültürel, ekonomik ve askeri bir güce sahipken ve belirli bir noktaya dek silah kullanmadan dünyadaki demokrasiden yoksun, insan haklarından yoksun Türkiye gibi Arabistan, Pakistan gibi Irak gibi Afganistan gibi ülkelerde silah kullanmadan önce siyasi yakınlaşma ve diyolog süreci içinde  o çöl ülkelerini ve o değerlerden yoksun  yönetimleri ikna edebilecekken neden öncelikli olarak silahına sarılarak bu işi zorla yaparak kan dökerek yapmaya çalışıyorlar bunu anlamak güç!

Hadi Türkiye ve Arabistanı şimdilik kendi saflarında görüyorlar. Türkiyede Cumhuriyet değerlerinin ve demokrasinin kısmen olması  bizi medeni dünya açısından harcanmaması gereken önemli bir müttefik konumuna sokmaktadır.  Ama neden Afganistanda, Irakta siyasi ikna yollarını denemediler ve diyolog sürecine neden girmediler? Bence kılıcı göstermeden önce siyasi bir diyoloğ süreci denenmeliydi. Kılıçla gelen bir demokrasi bence üvey evlat muamelesi görmeye hep mahkumdur.Kişiler kendi kültürlerinin ve zihinlerinin evrimsel dönüşümü içinde İNSAN olmanın değerlerini ve demokrasinin gerekliliğini kendileri  keşfedip istemedikleri sürece bombalarla ve silah zoruyla onlara insan olduklarını hatırlatmaya çalışmak ''maymunların yaşadığı ormana  serinlesinler ve kullansınlar  diye son model bir klimayı getirip koymak'' gibi bir şeydir. Benim anlamakta zorlandığım en büyük bilmecelerden biride Atatürkün Türk milletini giyiminden konuşmasına dek nasıl değiştirebildiğidir? Yani bu sanki deveye hendek atlamak gibi bir şeydir.Hala daha Atatürk, Cumhuriyeti ve demokrasiyi bu millete nasıl kabül ettirebildi anlamış değilim! Müslüman bir ülkeyi değiştirmek bir deveyi iğne deliğinden geçirmekten daha zordur! Ama Atatürk bunu bir şekilde kısmende olsa başardı! Eğer bir makineyle zamanda yolculuk yaparsam Atatürkün yanında olup onunla tüm savaşlarına katılmak böylece fikri dünyasını ve yaptırım gücünün nerden kaynakladığını anlamak isterdim.Bence Atatürk dünya tarihi içinde kimsenin başaramayacağı bir değişime imza atmıştır. Siyaha siyah beyaza beyaz diyecek kadar dürüst bir liderdi  O!  Fakat o  yüksek akla ve zekaya sahip olmanın  dışında bizim bilmediğimiz çok daha büyük değerlerin sahibi bir liderdi!

Sonuçta ben Amerikada beyaz bir hristiyan olarak doğmuş  olsaydımda yine orda da  ruhsal karekterimin getirdiği tarafsız bakış açısıyla kendi değerlerimizi yani hristiyanlık değerlerini, çifte standartları, kızılderelilere yapılan haksız asimilasyonu, latinlerin ve meksikalı gibi yerel halkların, afrikandan zorla getirilen aşağılanan zenci halkların sistem içinde uğradığı zulümü, haksızlığı bir şekilde ifade ederdim.Avrupalı ispanyolların yerli kabilelere yaptığı kitlesel katliamları insanlık değerleri açısından eleştirirdim. İngilterede doğmuş olsaydım iskoçların ve ortadoks irlandalıların haklarını savunurdum.Çinde doğsaydım Türkmenistan halkına, Tibet halkına ve ruhani  değerlerine karşı işlenen suçların baskıların yanlış olduğunu vurgulardım. İsrailde olsam Filistinlilerin haklı davalarına destek verirdim. Rusyada doğsam Çeçenlerin bağımsızlık savaşına destek verirdim. Küba' da doğsaydım Fidel Kastronun devrimci gerillalarına destek verirdim. Çünkü Cumhuriyet rejimi kadar bence eğer doğru uygulanırsa kominist sistemde kabül edilebilir bir yönetim biçimidir.

Yada sünni müslüman Arabların yaptığı gibi 11 eylül olaylarındaki gibi bir eylemle küresel dünyadaki şiddeti şiddetle bastırmaya çalışmakta yanlış bir çözüm yoludur. Bu tür yollar haklı iken kişileri, ülkeleri, grupları haksız bir noktaya taşır. Maalesef  müslüman sünni  dünya görüşü Rus çocuklarını, Afganistandaki şii müslüman çocukları ve K.Maraştaki   alevi küçük çocukları nasıl böyle vahşice katledebilen noktalara kadar gelebilir bunu anlamak güç! Bu nasıl bir inançtır ki bu din buna  kendi içinde haklı bir gerekçe bulabilir? Ben bunu anlamıyorum. Biz sünni, hanefi..vb gibi müslümanların  değerleri bu kadarmı yoz! Nerde hata yaptıkta değerlerimizi yitirdik! Müslüman ülkelerde hiç kimse bunları konuşmuyor, eleştirmiyor herkes birbirinden korkuyor! Ve herkes susarak olayları iyi birşeymiş gibi, olmamış gibi  sineye çekip namazına niyazına ve tespih çekmeye devam ediyor.Yani toplum öyle bir hale  geldiki sokak ortasında birisi vurulsa ve 100 kişi olayı yapanı görse kimse ya kardeşim işte bu olayı bu yaptı diyecek cesarete ve ahlak yüksekliğine sahip değil.

Yaa  işte ''bendendir, adamımdır yaptıysa iyi etmiştir'' misali bir bakış açısı var! Aynı tavır  milliyetçi grupların kürtlere karşı giriştikleri ''DAR ALANLI SOYKIRIM'' ismini verdiğim faili mechullerde de kendini göstermektedir.Türkiyede her gün sivil kimlik içinde birileri  askeriyeye ve polise ait silahlarla vatan savunması adına birilerini katlediyor ve bu kişiler tüm kamu oyu önünde medyada boy göstererek, teşhir edilerek  yakalansalarda devletin hukuk yasaları onlar için maalesef işlemiyor. Emniyet müdürlüğünde bu gözü dönmüş katillere çay kahve ikram edilip başka bir ricalarının olup olmadığı soruluyor!  Ertesi gün tekrardan serbest bırakılıyorlar. Yani dostlarım Tanrının terk ettiği ve peygamberin tatile çıktığı bu topraklarda bu karanlık zihniyetler içinde, bu orman kanunları ile yönetilen  maymunlar cehenneminde   suçluyu kim cezalandıracak! Karanlık ve loş odalardaki kalın demir parmaklıklar ardında devlet adına işlenen bu cinayetleri kim açığa çıkaracak!  Bunları yapanları kim yargılayacak! Polis amcalarım bunları sen bendensin diye serbest bırakıyor, yargıçlarda, hakimlerde, savcılarda sen bendensin, kurşun sıkmışsan da bir bildiğin vardır deyip bu canileri serbest bırakıyorlar. Peki bunların öldürdüğü Türk vatandaşları kimlerdendi?  Onu merak ediyorum!

Doğuda zor şartlar altında yetişip büyüyen çocuklar imkansızlıklar içinde Diyarbakır üniversitesi başta olmak üzere ülkemizin bir çok üniversitelerinde bir çok bölüme okumak için gidiyorlar. Bu çocuklar daha çok ilgi sevgi beklerken üniversitelerde anarşist gibi gruplaşmış ülkücü, milliyetçi  yada  sağcılar, solcular adı altında birbirlerini alt etmeye çalışan guruplar arasında ordan oraya savruluyorlar. Tüm hayatları cefayla geçmiş bu gençlerimiz ne yapsınlar? Milliyetçi hocalar Kürt diye bu öğrencileri dışlıyorlar, horluyorlar! Dindar öğretim üyeleri yine kendine göre başörtülüleri nasıl ayırıp gayırabilirimin hesabını yapıyor! Solcular mecburen bu ayrımcılık ortamında kendi değerlerine sahip insanları kollamaya çalışıyorlar. E bu adamlar eğitimin bu noktalarında bile bu ayrımcılıkları görünce gider PKK'ya da katılır. Örgüt'de kurar! 

Bizler daha da bu insanları sevgiyle, ilgiyle kazanacağımız yerde onları saçma sapan ideolojik hesaplar içinde harcamamız ve yanlış yönlere itmemiz  doğru değildir.Bu şekilde ''Büyük Türkiye'' hesapları ters teper! İşte bu kadar gönlü, fikri, düşüncesi, görüş gücü dar, ufku dar insanları üniversitelere kadar sokarsanız olacağı budur! Üniversitelerimizde malesef bilimden çok siyaset yapılıyor! Ve burlar maalesef  evrensel eğitimin yapıldığı yerler olmaktan çıkıp  ideolojik kamplaşmaların ve çatışmaların olduğu bir yer haline gelmiş!

Biz televiyonlarda medyada kim kimle aşna fişna olmuş  haberlerini dinlerken, Canerle Tülin'in hali ne olacak derken  ve salaklara has göz yaşlarını dökerken bir ülke elden gidiyor. Üniversitelerde kamplaşmalar, sokaklarda kap kaçcılar! O kadar çok sorunumuz ciddi proplemlerimiz varken, Amerika Afganistana, Irak'a girerken, dünya tank sesleri ile toz duman olurken biz bir kaç çapulcunun baş örtüsü takılsınmı takılmasınmı tartışmaları içine gömüldük. Ben paşalarımızın yerinde olsaydım  Atatürk'ten bugüne olmuş bitmiş bir hadiseyi tekrardan canlandıranları Ankara meydanında astırırdım! Ben paşalarımızın yerinde olsaydım İzmir'den Kars'a 3 'er metre aralıklarla dar ağaçlarını Türk tarihi içinde son kez diker ve sabahın ilk ışıkları ilede  idam cezasını bir daha da geri gelmemek üzere kaldırırdım!

Bazı arkadaşlar diyecekki ya Çetin kardeş sende eleştirilerini abartmışın hem tüm bu iç karartıcı tabloyu niye burda gereksiz yere anlatıyorsunki başka anlatacak bir şeymi yok diyebilirsiniz.Yani şimdi başkaları gibi Hülya Avşar Kayaçilingiroğlu ' ndan neden boşandı yada Galatasaray'ın topçusunun hangi mankeni becerdiğinimi anlatayım, yada pentaus dergisinin bu sayısında neler olduğunumu anlatayım. İstabulda  kimin kimle kırıştırdığınımı anlatalım. Yada hangi popcunun müzik listelerinde ilk sırayı aldığındanmı bahsedilim yada Tarkanın konserlerinde kaç kızın iç çamaşırlarını çıkartıp sahneye attığındanmı bahsedelim! Yada Tina Tornher'ın tekrardan müziğe geri döndüğündenmi bahselim. Yada ingiliz futbolcu David Bacham'ın en sevdiği meyve suyunun hangisi olduğundan mı bahsedelim. Türkiyeyi arka perdelerden yönetenlere sorarsak bu saydığım magazin haberleri Türkiyenin öncelikli sorunlarıdır.Türk halkını bu saçmalıklarla uyutmak bu perde arkası çıkar odaklarının işine geliyor tabi.

Peki kuzey ırakta yaşamlarını yitiren Türkmen kardeşlerimizin sorunları ne olacak! Ya peki  sınırda operasyon yapan PKK tarafından vurularak şehit düşen askerimizin hakkını kim savunacak! Şehit anneleri nereye kadar vatan sağolsun diyecekler!  Türkiyenin altından kaynatılan bu etnik azınlık proplemleri ne olacak? Yada dünya dediğiniz bu küçük küre üstünde büyük çıkar odaklarının milliyetçilik  ve dincilik üstünden çatışmaları körükleyip kendi kar payları adına  silah satımının, uluslararası uyuşturucu sevkiyatının ve  petrol alımının hesabını yapmalarına ne demeli? Yada  mavi gözlü sarışın saçlı beyaz tenli Michel'ın Julia'nın sabah kahvesini Miami sahillerindeki lüks villasında rahat rahat yudumlarken Afrikadaki küçük bir çocuğun çöl kumları üstünde bir bardak süt için ağlayıp durmasını insanlık değerlerinin neresine koyabiliriz? Yada İstanbul boğazında yalılardaki çay bahçelerinde sıcak çaylarınızı yudumlarken güzel bir istanbul diksiyonu ile  entel dantel sohbetler yaparken Şırnak'taki Ağrı'daki  Hakkaride'ki, Diyarbakır'daki çöplerde akşam yiyeceğini arayan bir dilim ekmek arayan KIRO diye aşağıladığınız Kürt çocuklarının perişanlığına ne diyeceksiniz!

Yada Türkiyenin dört bir tarafında doğru düzgün eğitim alma fırsatları olmayan, daha bir nufus cüzdanı bir sosyal sigortası  bile olmayan toplumdan dışlanmış, küstürülmüş Çingen ırkına mensup kardeşlerimizin zor şartlar altındaki hayat mücadelelerini kim dile getirecek. Kim haklarını savunacak!  Asırlar boyunca dışlanan bu insanlara kim yardım elini uzatacak! Kim bu insanların sorunlarına çözüm bulacak!  Mesafelerin uzak olması bu insanlık dramlarını perde arkası etmek için bir bahane olamaz! Derin devlet içinden  bana ya kardeşim sus ulan, sen fazla konuşuyosun derseniz ben susarım ama bu bir çözüm değil! Daha kaç kişiyi devletin özel timleri ile faili mechul cinayetleri ile susturacaksınız.Tüm aklı başında eleştiriler yapan aydın zihniyetli, gerçekleri gören Türkleri, Kürtleri, Çingenleri daha ne kadar öldürüp, dışlayıp, horlayıp  bastıracaksınız! Kimse bu yapılan  haksızlıklara  karşı Türklüğü ve milliyetçiliği  perde yapmasın. Türkiyenin kendi iç dinamiklerinde yer alan kişi ve gruplarca katledilen  Uğur Mumcu, Abdi İpekçi kimlerden di? Eşref Bitlis paşa kimlerdendi? Bu derin devlet safsataları içinde sözde vatan savunması adı altında  dönüp duran çıkar oyunlarına daha ne kadar seyirci kalacağız!

Eğer Türklüğümden şüphe eden varsa getirin DNA makinesini inceleyin ne kadar Türk olduğumu? Kimse bana burda Türklük propangandası yapmasın! Türkiyenin menfaatlerinin nerde olduğunu bilmeyecek kadar kimse bizi geri zekalı yerinede koymasın! Bize kimse vatan millet savunmasının  shovunuda yapmasın! Biz herkesin küçük menfi çıkarlarını görüyoruz! Kürdüyle, Türküyle, dincisiyle dinsiziyle tüm inanç mezheplerini tüm azınlıktaki insanlarımızıda uyanmaya davet ediyorum. Uyananın ve dünyaya kendi gözlerinizle bakın! Sizi uyutanlara, gerçekleri konuşanları ortadan kaldıranlara, Uğur Mumcuları, Abdi İpekçileri vuranlara karşı  sizde baş kaldırın. Çünkü yarın sıra sizede gelebilir!! Bunların dini, mezhepi, milliyeti yok! Bunların tek ölçüleri Amerikanın, İran'ın yeşil dolarları ve avrupadaki hesaplarıdır! Yada kendilerine göre içinde insanlık, evrensellik olmayan doğru yol saydıkları sapkın ideolojileridir. İçimizdeki en büyük düşman, taraflı, sınırlı algılarımızdan doğan dar ufkumuzdur! Dünyaya ufak çıkar hesaplarının gözlüğü ile bakmak, gelişen ve değişen dünyayı abartılı milli ve dini duygularımızın yoz perspektifi içinden görmeye çalışmak kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür!

Maalesef insanlık babında konuşmak gerekirse düz ovalara çıkıp iki ayak üstünde durmakla  mavi gök kubbe altında iki bina dikmekle  bir kaç kağıt parçasına sözde uygulanmayan kanunları yasaları yazmakla ve binaların üstünde bayrak adı altında bir bez parçası dikmekle ve bir kaç adama yeşil elbise giydirip ordu diye bunu  lanse etmekle İNSAN olunmuyor. Uygarlık böyle olmuyor maalesef! İnsan olmanın ve uygar bir toplum olmanın ölçüleri çok daha başkadır. İnsan olmak  ruhta, kalbte, gönülde ve beyinde gelişen bir duyarlılıklar bütünüdür!

Tabi tüm bunları dünya üstünde bir kaç metre kareyi parsellemiş Türk milletini hedef alarak söylemiyorum. Bir Meksikadaki bir Arjantindeki insanlarda benim insanlarım, Afrikadaki ezilen halklarda benim insanlarım. Dünyanın bir çok yerinde devlet adı altında kendini lanse eden ''parsellenmiş topraklar üstündeki'' insan gurupları arasında da benzer cinayetler haksızlıklar, katliamlar, dar alanlı soykırımlar sözkonusu olmaktadır. Malesef bu konularda uluslar arası mahkemeler sadece işlevsiz bir ''konu mankeni'' gibi bu olaylara seyirci kalmaktan başka birşey yapamıyorlar.

Tabi ezilen halklardan, ezilen insanlardan, dışlanıp ayrımcılığa tabi tutulan  etnik gruplardan, azınlık gruplarından bahsederken bu taraflı, baskıcı ve aşağılayıcı politikalardan nasibini alan  eşcinsel, biseksüel yada lezbiyen insanların özğür seçim haklarınada evrensel platform düzeyinde saygı duymak gerekir.Herkesin kendi seçimleri doğrultusunda yaşama hakkının olduğunu ve daha genel düzeyde her türlü farklı değerlere açık bir toplum modeli içinde herkesin birbirinin seçimlerine saygı duyduğu bir mozaik dünya tablosunu düşlemeliyiz. Yani farklı bir takım seçimleri, değerleri yok sayarak bastırarak aşağılayarak insanlık olarak daha doğru noktalara varmak mümkün değildir. İnsan haklarından, hayvan haklarına ve doğal çevre örtüsünde gelişen bitkilerin ağaçların bile kendi doğal ortamları içinde gelişme ve büyüme hakları vardır.Bir insanı öldürmek ve yaşam hakkını elinden almak kadar bir çiçeği dalından koparmakta, bir böceğin üstüne basmakta evrensel ahlak ve yaşam kanunlarına uygun bir  davranışlar bütünü değildir. Kozmosta yaşayan her varlığın yaşam hakkına saygı duyulmalıdır.

Ülke olarak yanlışlarımızı  tüm dünya biliyor. Ülke olarak avrupa birliğine girmekten bahsediyoruz. Ama avrupa el altından bu suçları önüne koyuyor! ( sanki Avrupa kendisi çok temizde) Önce insanlığı öğren diyor! Bu gerçekleri devlet halkına söyleyemiyor tabi. Ben şurda yanlışlar yaptım ve yapıyorum diyemiyor. Bir yandan Avrupa birliğinede girmek istiyor.Sonra biz Türk'üz biz müslümanız diye bizi almıyorlar diye sahte duygusallıklar içine giriliyor.Ve Türk halkınada öyle yansıtılıyor.

Artık dinlerdeki Allah korkusunun ciddiye alınmadığı ve insanlık vicdanının kaybolmaya başladığı bu karanlık uzay boşluğundaki küçük mavi küre üstünde adaleti sağlayacak güç ve kudreti nerde aramalıyız? Zihinlerin ve gönüllerin karardığı değerlerin kaybolduğu tüm dünyada artık yeni inanç değerlerine ihtiyacımız olduğu kesindir? Bu yeni bir dinden daha çok yeni bir bilgelik felsefesi şeklinde insanlığa sunulmalıdır.Yani yeni bir anlayış! Dini sistemlerimizi yeni bir şuur düzleminde yeniden ele almak zorundayız.

İlahi katlardan dünyamızı izleyen peygamperlerin ve evliyaların, azizlerin artık çivisi çıkmış bu  dünyaya bakıp artık bırakın camilere gitmeyi kliselere ve sinagoglara gitmeyi, bırakın klisede dua etmeyi, camilerde namaz kılmayı  << biz herşeyden tüm dini ritüellerden vaz geçtik sadece İNSAN olun yeter >> dediklerini duyar gibi oluyorum.

....Eğer sadece matematiksel bir olasılık olan paralel bir başka dünyadaki bu gerçekleri sizlere gösterebilseydim gerçekten şu ırktan bu ırktan olmanın yada bu dinden şu dinden olmanın sadece bir aldatmaca olduğunu herkesin bir çıkar peşinde olduğunu anlardınız. Dünya denen ve sözde dikenli tellerle birbirinden ayrılmış bu büyük tiyatro sahnesinde tek bir gerçek var o da ekonomik çıkarlardır!  Düşünsenize kardeş kardeşle bile  mal mülk araya girince anlaşamıyor. Yani dostlarım Türkler tarihin sayfaları içinde bir devlet sistemi ortaya koymuşlardır. Devleti hangi kabilenin kurduğu yada  hangi kabile veya grubun ismini aldığıda önemli değildir. Türkler büyük mücadeleler sonucunda bir düzen ve herkesin insan gibi yaşayacağı bir sistem bir ülke kurmuşlardır. Bence bu sınırlar içinde yaşayan buna saygısı olan her ırktan her gruptan her kabileden, her ulustan insan bu oluşuma destek verip ''Türkiye cumhuriyetini'' bu sosyal  devleti en iyi noktalara doğru taşımaya gayret edip bu ülkenin milli menfaatleri için gece gündüz çalışmalıdırlar.

Yani varolan değerleri yüceltmek ve yükseltmek lazım.Yani keşke Amerika, Avrupa, Afrika güçlü ve refah içinde olan bölgeler olsalar.Hiç bir ulus bir başka ulusun güçlü olmasından birlik ve beraberlik içinde olmasından rahatsız olmamalı. Bence dünya üstünde varolan güçleri, sistemleri, düzenleri böldükçe parçaladıkça dünyadaki zenginlik, refah ve sulh yerini karmaşaya, huzursuzluğa, teröre ve yoksulluğa bırakır.Yani bir Arap birliğinin kurulması, Türk birliğinin kurulması, Avrupa birliğinin kurulması yani güçlerin birleşmesi her zaman dünyaya barış ve denge getirir.Eğer insanları ülkeleri bölmeye başlarsak bu işin sonunda mavi gözlü insanların ülkesi, kahve rengi gözlü insanların ülkesi, siyah gözlü insanların ülkesi ve kan grubu - 0 Rh negatif - yada -A Rh Pozitif- olan insanların ülkesi diye ayrı ayrı topluluklarla karşılaşırız.

Zamanın ötelerindeki ülkeleri milletleri ve sosyal gerçekleri görebilen bir göz olarak Türkiyedeki yaşayan  tüm insanlara şunu söylemek istiyorum: Türkiyede Kürtlerin, Türklerin, Ermenilerin, Rumların, Çingenlerin yada inanç bazında Aleviler olsun Hristiyanlar olsun tüm farklı etniksel ve inançsal kökene sahip herkesin kaderi birbirine bağlıdır. Türkiyeyi bir ırk devleti olmaktan çok bir sosyal devlet olarak düşünmeliyiz. Ve hepimiz daha yüksek yaşam standartları için Türkiyenin gelişmesinde katkıda bulunmalıyız. Yani kim olursa olsun gerek inanç alanında gerekse etnik ayrımcılık alanında  olsun ister Kürtlerden ister Türklerden gelsin  gösterdiğimiz her şiddet ve terör eylemi aslında büyük köpek balıkları ile dolu bir okyanusta kendi bindiğimiz ve içinde yer aldığımız bu teknenin duvarlarında bir delik açmak yada kendi bindiğimiz dalı kesmek demektir. Hepimiz Türkiye denen bu büyük gemide aynı kaderi paylaşan yolcularız. Burda isimler kimlikler öncelikli öneme haiz değildirler. Önemli olan güçlü dayanışmaya sahip gruplar oluşturarak daha iyi daha güzel yaşam standartlarına doğru ulaşmaya gayret etmektir.Bizler Türkiye denen büyük bir grubun büyük bir ailenin parçasıyız.Bu anlamda devletimiz ne kadar güçlü olursa sosyolojik ve ekonomik anlamda bizlerde birey olarak o derecede güçlü oluruz. Zaten eninde sonunda dünya tek bir melez ırk haline gelecektir.Umarım tüm bu açılımlar bu birleşmeler bu kültürel bütünleşmeler yüksek bilinç ve sevgi atmosferi içinde yapılır. Dünya insanları bu büyük gezegen devletine doğru küresel çatışma ve felaketler yaşamadan kendi içinde bu dönüşümü geçirebilmelidirler.

Bu sayfalardaki yazılarımın amacı genelde sadece kendi siyasal politik bakış açımı kısaca yansıtmaktır. Lakin söylenecek o kadar çok şey varki bu sayfalarda bu konulara girmek bu web sayfamızın amacını hedefini aşar.Çünkü bu web sitesi zaman yolculuğunun bilimsel ve  teknik incelenimi amacıyla kurulmuştur. Amacıda budur. Ama burda yine kısaca çok önemli bir noktayı belirtmekte fayda vardır. Maalesef avrupa, amerika ve israil halklarına saygım ve sevgim olmasına rağmen  bu ülkelerin genel  devlet politikalarına dikkat etmek gerekir. Bugün bu ülkeler küreselleşme adı altında üçüncü dünya ülkelerini gerek ekonomik gerekse kültürel olarak hem insan kaynaklarını hemde doğal kaynaklarını ele geçirip bu ülkeleri sömürmenin farklı yollarını aramaktadırlar. Bu açıdan gerek doğal kaynaklarımızın kullanımı noktasında gerekse, ülke topraklarının bir takım uluslar arası şirketlere satılması noktasında devlet yetkililerimizin konuya hassasiyetle yaklaşmalarını tavsiye ediyorum. Yani henüz bizim gibi yoksul ülkeler bu küreselleşme düzenbazlığı içinden oyuna getirilip halkımızın elinden tüm imkanları alınabilir ve bizler büyük yabancı şirketlerin kölesi durumuna getirilebiliriz.

Yani bu küreselleşme ilk bakışta güzel birşey gibi görülsede henüz dünya ülkeleri arasındaki ekonomik uçurumlar eşitlenmeden bu küresellik ve serbest ticaret bizlere zarar verebilir.Tüm kaynaklarımız başkaları tarafından alınıp sömürülebilir.Yani benim Türk vatandaşım sahil kenarlarında ev alıp yatırım yapıp kendi ülkesinde hakim bir ekonomik güç değilken yabancı sermayeleri kontrolsüz bir şekilde ülke içine sokmak kanımca milli menfaatlerimiz açısından bizlere ileriye dönük zararlar verebilir.Küreselleşme iyidir ama hangi noktada iyidir.Yada kime göre kimlere göre iyidir.Yada hangi koşullarda iyidir bunu devlet ve millet olarak iyi sorgulamamız gerekir.Maalesef bir yandan küreselleşmeyi ve dünya birliğinin iyi birşey olduğunu söylesekte bu birliğe ve küresel dünya köyü  olmaya giden yolda kendi ulusal menfaatlerimizi gözeterek karşılıklı çıkarları düşünerekten Türkiye olarak temkinli adımlarla uluslar arası sözleşmeleri ve ekonomik açılımları gündeme getirmeliyiz.Aksi bir durum bize zarar verebilir.

Benim yabancı yatırımlara dair dikkatimi çeken olumsuz nokta şu oldu; Ben hiç bir yabancı yatırımcının Türk insanına aş, ekmek, iş vermek amacıyla yatırım yaptığını görmedim.Hepsi hazırda yapılmış kurumları, tesisleri satın alıyorlar.Yani yeni bir iş alanı ve üretim alanı oluşturmuyorlar.Sadece sömürü amaçlı bir alım satım durumu söz konusu! Mesela yabancı yatırımcıların sadece insan sömürüsüne dayalı bankaları alması  işletmeyi düşünmesi bunlara ortak olması Türkiyeye kayda değer bir yarar sağlamaz! Yada özel üretim amaçlı tarım sahaları adına yüzlerce dönüm arazilerimizi parsellemeleri gelecek adına endişe verici durumlardır.Bunları ifade ediyoruz fakat bu endişelerimizin yabancı düşmanlığınıda vesile olmasını istemem.

Afrikanın durumu bu konuda güzel bir örnektir.Beyaz adam afrikalı zencilere hristisyanlığı ve incili getirdi.Ve bir gün siyah adam bu rüyadan uyandığında tüm topraklarının sömürülmüş, parsellenmiş bir halde olduğunu ve kendi elinde de sadece incil ve kilisenin kaldığını acı bir şekilde görmüştür. Türk milleti bu uluslar arası emperyalist güçlerin çarkına çomak sokabilecek ender ülkelerden biridir.Bu açıdan millet olarak bu uluslar arası entekrasyonun her noktasında olmakla beraber hepimiz devlet olarak uyanık ve zeki olmak durumundayız. Kendi devlet adamlarımıza tavsiyem şudur; ''bir siyasal ve politik kararın 100 sene sonrasını görmeye çalışarak o kararı vermeye çalışın. Çünkü düşmanlarınız sizinle olan ilişkilerinde attıkları her adımı 100 sene sonrasının sonuçlarına  göre hesaplayıp atmaktadırlar.''  Burda karşımızdaki insanlara yada ötekiler dediğimiz insanlara ''düşman'' kelimesini kullanmak pek hoş değil.Bu olumsuz kelime yerine dünya denen bu çıkarlar sahasında karşımızda yer alan partnerler kelimesini kullanmak daha doğru olacaktır.

Biz yine ülke içi konulara dair eleştirel yazılarımıza devam edelim: Ben bunları anlatıyorumki yapılan yanlışlar tespit edilip bir an önce tedavi edilsin! Nerde hatalarımız var bunu bilelim. Yoksa ben Türkiyemizi kötülesem benim elime birşey geçmez'ki. Ben düşman kazanmak için bunları yazacak kadar salak değilim! Ben şeytanlada yada meleklerlede arayı bozmak istemeyecek kadar uyanık ve zeki biri olduğumu söylemeliyim. Kim olursa olsun insanları kırmak, rencide etmek akıllı bir insanın yapacağı iş değildir. Çünkü insan her zaman insanla daimdir. Sonuçta dünya dediğiniz bu küçük küre sandığınız kadarda büyük bir yer değildir. Ben bu eleştirileride yapmayabilirdim. Bir çokları gibi gördüğüm tüm yanlışlara gözümü kapar ''bana dokunmayan yılan bin yaşasın der''  kendi keyfü sefama bakardım.Ama  haksızlığa, adaletsizliğe yanlış bakış açılarına, adam gayırıp adam ayırmalara o senden bu benden muamelelerine boyun eğecek kadar dar kablar içinde ucuz çıkar hesapları içinde düşünecek ve yanlışlara eyvallah diyecek kadar damarlarımdaki asil kanı kaybetmiş bir Türk evladı değilim! Benim için tüm dünya birdir!  Ben burda bunları niye yazıyorum, amacım nedir?  Amacım ülke içinde yapılan hatalı düşünce ve eylemlere dikkati çekmektir. Kendini eleştirmeyenler daima küçük insanlardır. Bir insan kendi hatalarını gördükçe kabüllendikçe eksiklerini farkedip hazmettikçe ve bunları ifade ettikçe bunları çözüme kavuşturdukça büyür ve güçlenir. Aynı şey devletler içinde geçerlidir. Basit shovenist, ırkçı hareketlerle, demeçlerle  uluslar ve toplumlar yükselemezler.Yani ben burda en milliyetçi Türkten daha milletiyetçi ve en koyu sünni müslümandan daha müslüman olup bu ezanlar dinmez bu bayrak inmez edebiyatınada girerdim ama bu çok çocuksu artık bir çözüm vadetmeyen zeka içermeyen, uluslar arası santranç oyunda bize faydası olmayan eskimiş  shovenist klişe  bakış açılarıdır. Fanatiklikle bir yere  kadar gidebiliriz!

Çetin Bal'dan özlü sözler: Gerçekten hayatım boyunca yaşayarak hissederek kelimelerin merkezinde o maneviyatın içine girip onları deneyimleyen biri olarak  belki çok basit, belki çok bilindik gelebilecek  ama anlam olarak bir o kadar da derinlik ihtiva eden bir iki söz söylemek isterim.

''Küçük ve dar düşünen insanlar  yaptıkları işlerde daha büyük noktalara ulaşamazlar! ''

 

''Her şeyi bildim sanan insanlar ancak bildikleri ile kalırlar!''

 

''En büyük akla ve düşünceye sahip insanlar yerine göre bir karıncayı bile kendisinden daha büyük görebilecek olgunluğa sahip olabilen insanlardır.''

Bazı zamanlar küçüçük odamda yalnız kaldığımda derin düşüncelere sevk olduğumda kendimden bir kaç tane daha hayali kopyalar yaratıp kendimle sohbetlere dalarım bu sohbetlere gelecekteki ''BEN''le geçmişteki BEN lerde adeta Şu anda ve şimdi içinde bir araya gelerek muhabbet demine katılırlar.Ve bu muhabbet demlerinde bir çok yaratıcı  yeni düşüncelerle adeta şarj olurum.

 

Artık miliyetçiliğe ve dindarlığa yeni bir şuurlu boyut getirmemiz lazım. Milletimin insanları bunu iyi anlamalı. Dünya değişiyor! İnsanlık ilerliyor ve değerler- değer yargıları  boyut değiştiriyor! Herkes  şunu iyi anlamalı; artık dünya küçülüyor!

Zamanı bir enerji olarak düşünürsek zamanın değiştiği yerde zamanın dahilinde olan bilgi enerjilerinin, şuur enerjisinin ve ruhsal enerjinin ve zihnin kavrayışının bile derinliği değişir. Herşeyin bir enerji olduğu, herşeyin iç içe olduğu  bu evrende herşey değişir. Değişen zamanın sarmalları içinde bilgideki anlam derinliği ve bu enerjiye tekabül eden titreşim ve frekans değerlilikleride değişir. Bilgi yükseldikçe şuurda, ruhta, zamanda genişlemeye başlar frekanslar ve enerjiler yükselerek genişler. Zihin frekanları değişir! Böylece daha da genişlemiş farklı anlayışlar farklı bakış açıları doğar! Zaman içinde evrimsel dönüşüm içinde fiziksel beynin nöron ağları ve beynin hacmi bile gelişerek büyür.Kelime, kavram ve anlama kapasitemiz büyür. Dilin zenginliği ve duygularımızın çeşitliliği, derinliği daha da renklenerek zenginleşir. Soyut düşünebilme yeteneği genişler ve gelişir. Bu gelişim ve dönüşüm içinde hala daha eski dar ve sınırlı ideolojik kaplar, kalıplar içinde kalmaya ve düşünmeye çalışmanın varoluş içinde hiç bir ciddi  espirisi yoktur!

Bunları yazarken aklıma Kürt asıllı bir bakan geldi. İsmi Hikmet Çetin! Bundan seneler evvel yeni yeni Kürtçe müzik ve  yayın yapan radyo evlerine yasal izin verilmesinden bahsediliyordu.Bu konular gündemdeyken Hikmet Çetin'e ya bakanım Avrupaya karşı insan haklarına saygılı olduğumuz imajını vermek için sizde bir kürt  olarak  bu konularda bu gibi özgürlüklerin olması  konusunda açıklamalar yaparsanız seviniriz diyorlar. Bu teklif doğrudan devlet yetkililerinden geliyor. Tabi Hikmet Çetin çok dürüst ve vatan sevgisinden şüphe edilmeyecek bir insan ve çok muhterem bir zat! Kendisi böyle bir teklif gelince tamam iyi hoşta ben kürtüm diyor bu yönde  açıklamalarda bulunursam ve özgürlük ortamına dair iyi izlenim vermek için bu konulara dair eleştirel  demeçler verirsem halk yanlış anlar diyor. Yani ben kürt kökenliyim halk başka türlü anlar diyor beni! Yani demek istediğim şey bu ülke için Türkiye için iyi şeyler yapmaya ne kadarda gayret ederseniz edin bir Kürt iseniz Türk halkı için daima bir sineksiniz! Aksi durumda Türk milleti kendinden olan adam boka bile konsa her türlü pisliğin içine bile girse, devletin tüm kasasını boşaltsada, milletin ve partinin tüm mal varlığını ailesinin zimmetinede geçirse mübarek sanki çiçeklerin üstünde gezen ''Arı'' gibi algılanıyor! Yani Kürt'seniz Ermeni'yseniz, Rum'sanız yada inanç boyutunda Yahudi ve Alevi iseniz, Musevi'yseniz yada başka birşey'seniz her  hareketiniz her demecinizin ardında bir vatan millet düşmanlığı aranır. En ufak bir yanlışta aksi bir eleştirel tutumda ''ahaa da işte  Kürt'e bak şöyle diyor böyle diyor'' diye ağır eleştiriler gelir. Bu yüzden büyük Kürt düşünce adamları bile bu toplumda bir şey diyemiyor. Eğer bir şey dese  kurt olup adamın üstüne gelip bir hamlede yutacaklar! Bu maalesef iyi bir Türkiye tablosu değildir! Herşeyden önce bu hal ve tavırlar  insanlık değerleri adına kabül edilebilir bir şey değildir! Bunları ben niye yazıyorum kendimizi kendi milletimizi kötülemek için değil elbet!! Yazıyorum çünkü bu yanlış bakış açılarını aşmak adına hatalı eylem ve düşüncelerimizi düzeltmek adına bunları burda  belirtiyorum ve yazıyorum.

Zaten bir şarap parasına adam vuracak, elinde tesbihle  boş gezen  sürüyle insan var Türkiyede! Biri sözde vatanı kurtarmak adına harekete geçecektir mutlaka! Bazıları Türkiyede nedense Türklüğün tek savunucu kalesi gibi kendini topluma lanse ediyorlar. Bir kurt işareti yapmakla, ulumakla Türkün orijinali benim demekle milliyetçi olunmaz! Yada bir bıyık salıp bırakmaklada milliyetçi olunmaz. Ben öyle Ermeni ve Kürt vatandaşlarımızı biliyorumki sözde milliyetçi dediklerinizden çok daha fazla bu milletin menfaatlerini gözetip bu memleketin dağına taşına, emeğine sahip çıkıyorlar. Milliyetçilik bıyık salmakla  olsa kedide de bıyık var! Sanki onlardan başka herkes Türk milletinin ve devletinin aleyhinde düşünüyor! Bu nasıl bir mantık ve taraf tutmaktır ve bu nasıl bir önyargıdır anlamak güç! Ya bu nedir böyle? Bu uluslararası bir sorun! Bu bir insanlık sorunu! Genelde milliyetçilik perdesi bazı kişilerin yasa dışı faliyetlerini gözlerden saklamak için kullandıkları bir kimlik vazifesi görmektedir.

Yani ''milliyetçilik ve din'' çok yumuşak çok kullanmaya açık bir alandır. Bu alanları suistimal edenlerde çok fazladır. Kurt işareti yapmak, bıyık salmak yada baş örtüsü takmak zor bir şey değildir.Yani dışardan gelen Amerikalı, İranlı, Çinli, İsrailli adamın, kadının  kendini saklamak için çok özel bir çaba harcamasına gerek yok!  Bir bıyık sal, bir milliyetçi hareket partisi rozeti tak yada bayansa bir türban taksın tamamdır. Birde Namaz kılmasınıda öğrendimi o adam bu milletin anasını düzer.Birde adamda edebiyat varsa bu millete herşeyi yaptırır. Şeriat devletide kurdurur, dağlara adamda çıkarır.Yada çeşit çeşit Türk intikam Tuğaylarınıda  kurdurur.Yaparda yapar! Sağcılıkta yapar solculukta! Çünkü bizim milletimiz şekilci taraflı yanlı duran bir millet! Biz insanlara etiketler altından baktığımız için davranışlarımızı bu etiketlere göre ayarladığımız için başkasıda bu etiketler altından bu etiketlerle oynayıp bir grubu diğerine karşı  rahatlıkla kışkırtabilir. Hatta bunu bizatihi ifade eden Amerika Dış işleri bakanı Gondelezza Rays ortadoğu ''bin çeşit parçalı bulutlu bir alan'' diyerek ''bunları ayırıp bölmek çok kolay'' demiştir Bush'a! Ama bizim bize yaptığımızı kimse bize yaptıramaz bu da bir gerçek! Dostun cahilse düşmanının dostuna vesvese vermesi çok kolay ve basittir.

Türkiyede Türk hristiyanlar bile gayri müslüm yabancılar  gibi görülüyor.Bu nasıl bir toplum psikolojisidir anlamak güç!

E sonuçta Türk ordusunu ve Türkiyedeki tüm kamu sektörlerini oluşturanların çoğu bu milletin içinden arasından çıkıyor! Türkiyedeki bu mantığı bu insan ve toplum psikolojisini sorgulamak lazım.Bu sapık zihniyetlerin yaptıkları işleride bizatihi bunların içinde olan yakın arkadaşlarım bana yapılan haksızlıkları  söylüyorlar.Bu hataları sadece tüm ülkücü milliyetçi camiaya yüklemek yanlış olur! Eleştirim genel Türkiye profilinedir! Yani her gruptan her tür insan çıkabilir. Burda Türkiyemizdeki hatalardan yanlış uygulamalardan bahsederken kürtlerin, ermenilerin..vb içinde de bu ülkeyi üç Amerikan çukulatası ve bir kaç arabistan dinarına satacak olan insanlar vardır!  Bu yazılarım içinde illede belli bir gruba ön yargı ile bakmak istemem. Benim eleştirilerim genel mahiyetlidir.Yani tüm bu eleştirilerimden ''sünni yada ülkücü Türkler şu kadar insanı öldürdüler, şu kadar Kürt'ü toplu mezarlara gömdüler yada şu kadar Ermeniyi suriyeye sürdüler, katlettiler'' diye onlardan intikam alalım kılıçlarımızı bileyelim diye bir sonuç çıkarmanızı istemem. Şiddete ve kötülüğe yine aynı şekilde karşılık vermek hepimizi hepbirlikte küçültür. İntikam ve kinle dolup şiddetle çözüm aramak doğru bir yol değildir. İnsanlık olarak hepimiz yapılan hatalardan ders almalıyız. Amerikalıların Japonların Nagazaki yada Hiroşima kentlerine atom bombası atarak milyonlarca insanı bir anda  öldürmesi gibi Japonlarında Newyork ve Washington kentlerine aynı şekilde nükleer bir bomba atmaları ne derecede haklılık  içerir? Tüm insanlık alemi bilmelidirki insanları hep kötülemekle yada aynı hataları onların yüzüne vurmakla yada intikam alma hırsıyla kinle, nefretle  yaşamak doğru bir düşünce ve davranış kalıbı değildir. İnsanlar herşeye rağmen birbirlerine karşı güvenlerini saygılarını ve sevgilerini yitirmemelidirler.

Şiddetle, terör örgütleri kurmakla hiç bir toplum bir yere varamaz! Bu ister Türk devleti düzeyinden gelsin isterse PKK gibi ASALA gibi Kürt ve Ermeni örgütlerinden gelsin şiddet şiddettir! Terör terördür! Kurşunu kimin sıktığı önemli değil! Anlaşılması gereken şey kurşunla kalıcı bir sonucun elde edilemeyeceğidir. Bu tür eylemlerle sadece bir takım Türk, Kürt, Ermeni, Amerikalı ve Rus oluşumların içinde yer alan bir takım  tüccar kafalı  bazı küçük çıkar guruplarının ekmeğine yağ sürmüş oluruz.  Ancak kalıcı çözümler siyasi ve politik çerçevedeki sözlü diyolog ve tartışmalarla, anlaşmalarla sağlanabilir. Ancaksın bir diyolog süreci içinde uzun vadeli kalıcı çözümler elde edilebilir.Tüm insanlık alemi bunu böyle bilmeli! Amerika'da bunu böyle bilmeli, İngiltere'de, İspanya'da, Türkiye'de, Çin'de, İsrail'de, Rusya'da ve Ermenistan'da bunu böyle bilmeli. Tüm dünyanın insanları bunu böyle bilmeli!

Burda büyük Türk tasavvuf üstadı Mevlana'nın ''Gel kim olur ol yine gel'' sözünü yinelemek isterim. Mevlana daki hoşgörüyü ve insan sevgisini yaşamlarımıza ne kadar yansıtabildiğimizi sorgulamamız lazım. Yine peygamberimiz Hz Muhammet'in savaşların en kanlı yerinde bile düşmana daima iyi niyetle yaklaşmayı emretmesi  barış ve diyoloğ umudunu daima son ana dek koruması tarihsel anlamda ders alınması gereken  örnek davranışlardır. Yine bizim kendi orta asya Türk kültürümüzde bile bugünkü milliyetçilerin sapıklıkları gibi haller yoktu. Zira Cengiz han bile son ana dek düşmanlarına bağışlanma fırsatları sunmuştur. Yani o büyük bilge han bugünkü zihniyetler gibi barbar değildi. Cengiz han sadece hödük gibi kılıç sallamasını bilen bir lider değildi. Onun için savaş meydanları  hem kılıç düzeyinde hem siyasi, kültürel ve sosyal konularda yüksek satranç zekasını ortaya koyduğu bir sahaydı. Eğer orta asyanın bozkırlarına bir zaman yolcusu olarak gidebilme fırsatınız olsaydı Cengiz hanın sadece basit bir savaşcı değil  içinde yaşadığı dünyayı sorgulayan büyük bir bilgelik bilincine sahip bir düşünür olduğunu görürdünüz. Ve eski Türk kavimlerinin bir zaman yolcusunu bile garipseyip yadırgamayacak kadar şamanist değerlere sahip misafir perver insanlar olduklarını bilirdiniz.

İslam kültürü kendi içinde çok büyük manevi  değerlere sahip olsada zaman içinde maalesef bir takım çıkarlar adına islam dini çok daha şekilci, kalıpcı, taraf tutan  siyasi bir yapıya büründürülmüştür. Zaten İslamda siyasallaşma  Hz Ali'nin öldürülmesiyle başlamış oldu! Hz Muhammetin islam anlayışıyla ''yaşanan islam'' ın çelişmeye başlaması ile Hz Muhammetin çevresinden olan bir çok insan Semerkant ve Buhara gibi Türk şehirlerine kaçmışlardır. Emevilerin baskısı altında  şekilci ve baskıcı islam anlayışından kaçan bu insanlar orta asyada İslam tasavvufunun, hakiki öz islamın gelişip yayılmasına vesile olmuşlardır.Ve bunlar şii, alevi, caferi olarak bir çok kola ayrılıp Ahmet Yeseviden Bektaşiliğe, Yunus Emreye  ve Mevlanaya kadar uzanan bir çizgide  anadoluda yayılmışlardır. Osmanlı imparatorluğu da ne kadarda sünni bir eğilimi kabül etselerde onlarda yine bu orta asyadan gelen kendi öz değerlerimizin yanında bu tasavvufi değerleride yaşama geçirme  gayreti içindeydiler. Fakat maalesef yine siyasi ve devlet hesapları gereği Osmanlı zamanında bir çok Alevi Türkü ve Kürt'ü katledilmiştir.Tabi bu durum doğrudan Alevi mezhebine karşı bir tavırdan çok siyasal ve devlet güvenliğini sağlama amacı ile doğu blokundaki İran şahının bu insanları örgütlenmesinden çekiniliyordu. Zira Yavuz sultan selim Mısır ve Suriye'ye doğru olan seferlerinde arkalarında kalan Alevi ve şii' lerin bir tehlike arzetmemesi için bir çok Alevi'yi   katletmiştir. O zamanın siyasal ve politik anlayışı maalesef bu yöndeydi. Ama şu bir gerçekki Osmanlının genel politikasında belli bir ırka ve inanca karşı bir ön yargı yoktu! Osmanlıda arzu edilen tek şey devletin ayakta kalmasıydı.Zira bu görüşten hareketle Osmanlı imparatorluğunun kendi içinde bile kardeş kardeşe taht kavgaları olmasın diye kardeşlerden biri diğerini devletin selameti adına katlettirmiştir.O zamanın devlet ve yönetim anlayışı içinde bu çok normal bir şeydi! Hatta Osmanlı imparatorluğu ileride devlete karşı bir isyan olmasın diye kendi Türk boylarından bile yeniçeri ordusunu kurmayı istememiştir.Bunun yerine balkanlardaki  yabancı çocukları alıp eğiterek sadece Osmanlı olan Osmanlıya bağlı bir ordu oluşturmak istemiştir.Bazıları günümüz konsepti içinden bakarak Osmanlı İmparatorluğunu bir çok noktada kötüler. Oysaki o zamanın şartları ve değerleri içinden osmanlıyı eleştirmek lazım.

Türk etnik yapısından gelen bir çok arkadaşımızda yanlış bakış açıları yanlış eğilimler ve ön yargılar olduğu gibi bir çok Ermeni, Rum, Kürt vatandaşlarımızda da ön yargılarla dolu yanlış eylemlerde bulunan  insanlar yokmu? Elbette var! Ama maalesef ülkemizde üzümün çöpüyle armutun sapı fazlasıyla birbirine karıştırılmaktadır.Ve özellikle de birileri bunu elinden geldiğince maksatlı olarak karıştırıp kendine göre bir fantezi ve çıkar dünyası yaratma peşindedir. Ve bu hayal dünyası içinde haksız yere  örgütlü, planlı bir şekilde yasa dışı, hukuk dışı eylemlere girişilmektedir! En tehlikeli nokta ise baskın olan gücün  devletin polisini, jandarmasını, hakimini, savcısını, askerini, memurunu da yanına alarak bu yanlış davranış kalıpları içine girmesidir! Dünyada birçok devlet var. Her devletinde elbetteki kendi varlığını savunma hakkı vardır. Bunun için gerekirse  gizli operasyonlarda bulunulmasıda söz konusu olabilir! Fakat bu doğal hakkın bu operasyonların  suistimal edilerek masum insanlarıda içine alacak şekilde genişletilmesi noktasında artık bu eylemler bir insan hakları suistimali çerçevesi içine girmektedir. Ve Avrupa insan hakları mahkemesine Türkiyemizden  maalesef bu yönde milyonlarca suç duyurusu yapılmıştır. Tüm bunların yalancı olduğunu ve tüm  bu insanların vatana düşman olduklarını varsaymak bana pek mantıklı bir yaklaşım gibi gelmiyor!

Bundan seneler evvel bir TV programında Türkiyenin sorunları ve doğudaki kardeşlerimizin sorunları konusunda bir panel ve tartışma vardı tartışmada rahmetli iş adamımız Sakıp Sabancıda vardı. Sabancı konuşmasında doğudaki sorunların halledilmesi konusunda  oraya yatırım yapmaktan  iş yerleri açmaktan bahsetti   ve bazı özerklikler  verilmesinden bahsetti  ardından canlı yayını telefonla o zaman için Milliyetçi Hareket Partisi başkanı sayın rahmetli Alparslan Türkeş aradı ve Sakıp ağa sen bilmeden konuşuyorsun çizmeyi aşıyorsun diye tenkit etmişti! Bunun üzerine Sakıp ağada uyarıdan sert tenkitten biraz rahatsız oldu. Yani birileri maalesef bu vatanın tek kurtarıcısı ve hayrında en doğruyu düşünenler gibi görüyorlar  kendilerini! Sonra ne oldu Sakıp ağa böyle bir fikri paylaşımdan vazgeçti kabuğuna çekildi. Bir daha da konuya girmedi! Sonra tabi sosyolojik ekonomik  çözümler arama yerine yine faili mechullerle, adam öldürmelerle, Kürt işadamlarını ve  siyasetçilerini  katlederekten, Kürt köylerini özel timlerle basarak  doğuda bir çözüm aramaya çalışan zihniyetler  durumu devam ettirdiler gittiler. En sonunda da Amerikayı  kendi hataları ile kuzey ırak topraklarına kadar  getirdiler. Ne alakası var diyeceksiniz ama düşünen beyinler için ve kuantum dünyasının kaotik dalgalanmalarının izini sürebilen gözler için  herşey birbiri ile bağlantılıdır. Siz sanmayınki burdaki en küçük olay konuşma ve söz unutulup gidiyor.Tüm bunlar transatlantiğin öte yakasından birileri tarafından her gün mercek altına yatırılıyor! Transatlantiğin öte yakası olmasa bile kuantum  dünyasının zaman ve mekan tanımayan enerji ağları içinde tek başınıza boş bir odada düşündüğünüz sırada önemsiz bir düşüncenin bile bu kozmik ağ içinde geleceği önemli derecede şekillendirebilecek bir tesir ve dalgalanma oluşturduğunu bilmelisiniz.

Türkiyede kaç Kürtün olduğu, kaç Çingenin olduğu kaç Yahudinin olduğu, kaç alevinin olduğu, faili mechullerin kimler tarafından ne maksatla işlendiği, yolda yürüyen bir Hristiyana kaç insanın yan gözle baktığının hesabı tutuluyor.  Ve  ülkücü camiadan hangi adamın hangi saatte tuvalete gittiğinin  bilgisi transatlantiğin öte yakasında kayıt ediliyor.Yani analarımızın saçlarındaki tel sayısı bile orda yazılı! Ve dünya gittikçe küçülüyor. Artık ülkücü Dursun ağanın elindeki tespihin  sayısı bile uzaydan uydularca izlenip  sayılabilir noktaya gelinmiştir.

Bizim milletimiz kendisi adına eleştirel bir yaklaşım sununca bunu maalesef hazmedemiyor yani kabüllenemiyor. Yani bizim toplumumuz ya acaba gerçekten biz bir yerde çokmu can yaktık çokmu hata yaptık gereksiz yere insanlardan şüphelenip bir takım yanlışlar mı yaptık diye düşünüp kendi içine eleştirel olarak dönüp dobra dobra yaptım kardeşim diyecek yerde bu sefer kendi kirli çamaşırlarını ortaya serendende rahatsız oluyorlar. Yav bunları niye yazıyosun neden anlatıyosun diye agresif bir tavır sergiliyorlar. Bazen diyorum keşke Türkiyemiz hakkında insanımız hakkında olumlu şeyler iyi şeyler yazabilseydim. Keşke sevginin kardeşliğin hoşgörünün anıları ile dolu bir tarihe burdan ışık tutabilseydim.Keşke milletimizin insanlığından dem vurup insan haklarına olan büyük saygısından ve islam dininin o yüce değerlerinden insanları kardeşlik birlik altında toplayan o manevi şefkat okyanusundan bahsedebilseydim. Keşke televiyonları ve gazeteleri açtığımda 11 eylül olaylarındaki gibi sahneler yerine <<Usame bin ladin kurduğu yardım örgütleri ile Afrikadaki açlıktan ölme noktasında gelmiş milyonlarca çocuğa umut oldu>> diye benzer haberleri okuyabilseydik. Keşke petrol için ve enerji hatları için değilde insanlık değerleri adına ortadoğuya askerlerimizden önce doktorlarımızı, toplum bilimcilerimizi, eğitim uzmanlarımızı, sanatçılarımızı, bilim adamlarımızı burlara gönderdik diyebilen bir Amerika ile karşılaşsaydık!

Keşke Diyarbakırda polislere taş atan küçük çocuğa kurşun yerine çiçek atabilen ve yaptığı yanlışı eğiterek onlara izah edebilen içi sevgi dolu  güvenlik güçlerimizden bahsedebilsem!  Onların olağan üstü insan sevgisiyle dolu davranışlarını ve tüm dünya televizyonlarını süsleyen insanlık dersi verebilecek anılarından resimlerinden bir kaç kareyi  alıp bunu burda lanse edebilsem! İnsanların evlerini yakıp onları göçe zorlamaya gerek kalmadan Keşke ordumuzun genarallerimizin  subaylarımızın hepsinin doğuda ev ev gezerek  Ermeni kardeşlerimizin, Çingen ve Kürt kardeşlerimizin evlerine misafir olup onların sofralarına oturup dertlerini dinleyip onların ne düşündüklerini anlamaya çalışıp onlara en yüksek düzeyde sahipsiz olmadıklarını anlatabilselerdi.

Keşke silahla değilde ekonomiyle, işle, ekmekle işsizliğe karşı, adam kayırmaya karşı, bölgecilik yapmaya karşı  ''olağan üstü hal'' ilan etselerdi. Keşke işsizliğe, yoksulluğa, cahilliğe, umutsuluğa, ayrımcılığa  karşı  kurşun sıksaydı askerlerimiz! Keşke bir Yahudiyi bir Kürtü, bir Ermeniyi  herşeyden önce bir  İNSAN  gibi görebilseydi insanımız! Ve onları sırf etnik  etiketi yüzünden  gizliden gizliye kötüleyip dışlamak yerine, karşıdan bakmak yerine onları  benimseyip, sevip gel kardeşim sende sofranın şu ucuna otur diyebilselerdi! Keşke insanımız Kürt kardeşlerimizin Ermeni ve Rum kardeşlerimizin ekonomik alanda söz sahibi olmalarını vatan için bir tehlike olarak görmeselerdi! Keşke bununla iftihar edip buna daha da destek olsalardı! Keşke insanımız içimizdeki etnik azınlıkları silaha, terörizme ve etnik ayrımcılığa yönlendirecek hareketler yapmak yerine onları ekmek paralarını kazanmak ve daha sosyal  daha yüksek bir refah  düzeyinde daha iyi yaşam standartları içinde yaşamaları için daha çok teşvik edebilseler! Birileri maalesef bizlere herşeyi ve herkesi  tehlike ve düşman olarak algılatmaya çalışarak bizi paronayak bir toplum haline getirmeye çalışmaktadırlar. Birileri havadan nem kapıp öküz altında buzağı arama hevesi içinde dengesiz politikalarla Türkiyede birilerini olmayan bir düşmana karşı ayağa kaldırma peşinde! Buna literatürde ''kışkırtma politikası'' denir. Kurt kuzuyu yemeye niyet ettiyse bunun bir çok bahanesi bulunabilir! Gelecek adına bazı sapıkça hesaplar yaparsın Terörü kışkırtırsın ardından terör var diye timsah göz yaşı dökersin! Bu tür eylem ve davranışlar insanlık değerlerine ve evrensel ahlak değerlerine uymayan davranışlardır. Ülkeler ve ordular böyle yönetilmez! Bu ifadelerimde sakın olaki doğrudan Türk Silahlı Kuvvetlerimize karşı bir eleştiri getirdiğimi kimse düşünmesin! Sadece ben olası yanlış düşünce modellerine karşı bu eleştirilerimi ifade ediyorum. Yani burda isimler kişiler ve yerel kurum ve kuruluşlardan, olaylardan çok fikirler ve sistemler bazında dünya genelinde ben mesajlar vermeye çalışıyorum. Bu bugün Türkiye olur başka bir gün başka bir ülke olur! Ben üstündeki üniformasına yada etiketine, makamına, elindeki silahın ne kadar kurşun attığına yada elindeki uçağın ne kadar hızlı uçtuğuna bakmadan tüm dünya insanlarına sesleniyorum.

Tüm burdaki Türkiyeye dair eleştirel yazılarımda hiç bir grup'a ideolojiye yada herhangi bir dini sisteme, fikri sisteme, yada şahıslara, kurumlara karşı karalama, küçük düşürme yahut şu kötüdür bu iyidir yorumunu getirmek maksadıyla bu eleştirileri yapmadım. Kendi doğrularıma göre bir analiz yapmaya çalıştım.Yoksa gerek Türk Silahlı Kuvvetlerimize, siyasi kadrolarımıza, devletimize yada bağımsız yargı sistemimize yahut milli yada dini değerlerimize karşı olumsuz bir tenkitte bulunma niyetiyle bunları yazmadım. Eleştirel yaklaşımlarım var tabiki ama burdaki hassasiyetimin yanlış algılanma riskide çok! Ben sadece ülkede yaşanan genel profili eleştirdim. Türkiyede her kesimden her düşünceden her etnik ve inanç grubundan insan bu genel Türkiye profilinin bir parçasını oluşturmaktadır. Herkes bu eleştirilerden kendi üstüne düşeni almalı ve içinde yaşadığı bu sistemi sorgulamalı. Her zaman dediğim gibi birilerine kötü diyerek tenkitler savurmak akılcı bir politika değildir. Olan olaylardan herkes az yada çok bence bir parça suçludur yada suçsuzdur diyelim. Bir insanı yada bir toplumu bir konuda tümüyle suçlu yada haksız olarak görmek mümkün değildir.

Maalesef ülkemizde gerçekten tarafsız ve objektif eleştiri yapamıyoruz. Hep birilerinden korkarak, mutlaka  taraflı ve yanlı bir bakış açısından dünyaya bakmaya çalışıyoruz. Yani  her gruptan, her inançtan her farklı düşünceden insan için bu böyle! Yani  insanın gerçek ve tarafsız bir eleştiri yapması için öncelikle kendini aşması gerekir. Bu noktada kişiliğimi şekillendiren islam tasavvufunun ve ahlakının bana çok yardımcı olduğunu söylemeliyim. ''Kendini Aşmak'' kavramı üstünde özellikle durulmalıdır. Kendinize başkalarının gözleri ile çok farklı noktalardan bakabildiğiniz ölçüde kendinizi, konumunuzu ve ne yapmanız gerektiğini daha iyi anlarsınız. Ben misalen  burda Türk ırkçılığının en alasınıda yapabilirdim. Müslümanlığın özelliklede sünni anlayışı yere göğede sığdıramayacak taraflı dinci milliyetçi bir bakış açısınıda yansıtabilirdim. Bunu yapabilecek potansiyelim fazlasıyla var. Ama ben biliyorumki bir milletin ve sahip olduğumuz değerlerimizin yükselebilmesi için yanlışlarımızı, eksiklerimizi sorgulayıp bunları önplana çıkartıp bu noktalar üstünde olumsuzlukları olumluya çevirmek adına daha çok eleştirel durmayı doğru bulduğumu söylemeliyim.

Sonuç itibarı ile bizim buradaki mevzumuz konumuz tamamen farklıdır. Biz bilimsel mevzularda araştırma yapan insanlarız. Fakat Makro felsefe altında bazı dünyevi görüş ve fikirlerimizi başka sayfalarda çok genel anlamda ifade etmiş bulunmaktayız.Fakat Makro Felsefedeki politik yada siyasi denebilecek düşüncelerimiz Türk milleti için yada Müslüman kardeşlerimize yönelik bir fikir empoze etme çabası değildir. Makro Felsefe adı altındaki geliştirdiğim düşünceler daha çok Amerikalı geniş düşünceye sahip Amerikan ve Avrupa gençliği içindir.

Yani tek başına Türkiye'ye kötü demek yada eleştirmek dünyadaki benzeri sorunların çözümünde bize bir yarar sağlamaz!  Sonuçta dünya ekonomisi denen bu büyük çarkın içinde herkes küçük ve büyük bir dişli olarak sisteme entekre olmuştur.Bu sistemi yıkmak ve dünya çapında bir değişim getirmek için tüm dünya insanlarını Makro Felsefi bir hayat bilinci altında toplayıp yeni bir dünya düzeni kurmamız gerekir. Sanırım espirik bir ifadeyle bu değişimi yönetecek insanında maddi dünyayla bağlarını koparmış biri olması gerekir.Belki Hz İsa gibi bir lider!

Küçük denizlerde küçük beyinlerle savaşmaktansa büyük denizlerde büyük beyinlerle savaşmak gelecek adına yapılacak en doğru karardır.Bu yüzden Makro Felsefeyi benimseyen tüm insanlara Türkiye gibi sözde demokrasinin olduğu müslüman üçüncü dünya ülkelerinden mümkünse ayrılın ve Amerikaya, Kanada'ya gidin! Makro Felsefeyi Türkiye gibi Arabistan gibi müslüman ülkelerde yaymaya çalışmak bataklıkta yürümeye çalışmak gibi bir şeydir.Ben kanadaya gitmek istediysemde bazı ailevi ve ekonomik  engellerden ötürü artık Türkiyenin sınırları içinde bir yaşam sürmek zorunda kalmaya mahkum oldum. Muhakkak burda kalmamında  kuantum yasaları içinde derin bir nedeninin olduğunu sanıyorum. Amerikada herşeyi konuşup eleştirebiliyorsunuz ama Türkiyede bunu yapamıyorsunuz.Türkiyede çok farklı fraksiyonlardan insanlar size çok uç tepkiler verebiliyor!  Ben Türkiyede siyasi konulardan çok zaman yolculuğuna dair teknik araştırma üssü kurmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.Ben bilimsel teknik konularda çalışan biri olduğum için Türkiyede insanların dikkatini çekmeyecek bir pozisyondayım. Ama siyasi ve sosyolojik boyutta çalışmalar yaparsam  benim burlarda sesimi çok çabuk keserler.Türkiyede bir insanı her türlü bahane ile suçlamak, ayağını kaydırmak çok kolay bir şeydir. İngiltere, Kanada, Almanya, İsviçre gibi bir ülkede asılsız farazi nutuklarla yada bir şarap parasına 1000 kişiden 1 kişi adam öldürmeye teşfik edilebilirken Türkiyede  1000 kişi arasından  800 kişiye bu yönde telkinler kabül ettirilebilir.Bizde kandırmacanın ve  cehaletin boyutları korkutucu boyutlardadır.Bizim insan profilimiz budur.Bu 800 kişiyi insan olarak kabül edersek tabi!

Olası gelecek modellerine baktığımda Türkiyede Makro Felsefeyi yaymak demek akla gelebilecek en ağır hakaret ve iftiralara maruz kalmakla eş değer birşey. Vatan hainliğinden islam düşümanlığına kadar, Yahudilikten, kürtçülüğe kadar, Ermeni taraftarı olmaya kadar beni her türlü kabın içine sokarlar bunlar. Bir taraf beni islamcılık yapan bir yobaz olarak düşünürken, diğer taraf beni yeni bir din getirmeye çalışan bir sahte tarikatçi diye yorumlayacaktır. Bir diğeri devlet düşmanı diye yorumlayacaktır. Başka biri Amerikanın ve İsrailin ajanı diye tenkit edecektir.Yani biz burdaki insan profillerini ve olası gelecek modellerini bildiğimiz için Türkiyede hiç bir konuda siyasi, dini yada farklı bir düşünce sistemi noktasında bir düşünceyi geliştirip yaymaya ve eyleme dökmeye  yönelik tüm çalışmaların boşa çıkacağını biliyoruz. Zira bunu Türk siyasi tarihinden biliyoruz. Sadece kötülün kaynağına bir göz dağı vermek adına bir sürü aydın zihniyetli insanlar, özelliklede bir sürü gerek sağcı gerekse solcu olsun bir sürü insan  işkence odalarında dar ağaçlarında ve toplu mezarlarda gözden kaybolup gittiler. Ki bunların büyük bir çoğunluğuda solcu gençlerdi! İnsan öldürmek farklı düşünceleri dengelemenin bir yolu olamaz! O yüzden cahil ve akılsız insanlara doğru yolu göstermeye çalışmaktan  çok tribünlerde seyirci olmak bence daha mantıklı bir seçim olsa gerek!

Bir yüzyıl sonra insanlar dönüp arkalarına baktıklarında böyle provakasyonik hareketlerin, saçma sapan yerel ideolojik çığırtkanlıkların, takım tutar gibi bir dini, siyasi, politik taraf içinde insanlık dışı eylemlere girmenin sonucu olmayan boş işler olduğunu anlayacaklardır.O yüzden deniz kenarında küçük kırmızı panjurlu evimin bahçesinde oturup içerde ocağın üstündeki porselen demlikte demlenen tavşan kanı çayımı ağır ağır yudumlayıp denizin dalgalarını seyretmeyi siyasi ve politik demeçler vermeye tercih ederim! Yada himalaya dağlarının eteklerindeki mağaralara çekilip bir budist rahip gibi derin düşüncelere dalmayı tercih ederim! Yada bir Tibet manastırında bir keşiş rahip olmayı tercih ederim!  Dünyayı ben kurtaracak değilim yada Türkiyeyide ben kurtaracak değilim! Herkesin bir şeyleri kurtarmaya çalıştığı bu dünyada kimse öncelikli kurtarılması gereken kişinin kendisi olduğunu farkedemiyor malesef! Eğer bu dikenlerle ve kaktüslerle dolu dünyada  gerçekten  bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız önce gül ve papatya olmanın gayreti içinde olmalısınız! Değişime önce kendinizden başlayın! Önce kendi içinizdeki ışığı yakın ki başkalarınada karanlıkta yol gösterebilesiniz!

Malesef Türkiyede BİLİM'i bile hatta dini değerlerimizi bile siyasete politikaya ve taraflı bir ideolojinin bir parçası bir malı yapma peşinde herkes. Bu çok yanlış bir düşünce. Maalesef insanlarımız çok boş arayışlar ve boş maceralar içinde! Bazı arkadaşlar kardeşim sen nesin kimsin ..sen müslümanmısın diye tuhaf sorular soruyorlar. Bazıları sen milliyetçimisin diye tuhaf eleştiriler getiriyorlar. Kimisi sen koministmisin diyor? Şimdi bu soruların mantığını anlamak güç! Peki diyelimki tesadüf eseri uzay gemim dünyaya düştü ve mecburi iniş yaptım. Ve başka bir dünyanın bilgisine bilimine ve felsefesine ve siyasetine sahip dünya dışı bir varlığım ama sonuçta bende sizin gibi bir insanım. Peki bu durumda ne olacak.

İllede bir taraf tut diyorsanız ben sizin gezegeninizdeki hiçbir dini ideolojik felsefi yada düşünsel yada siyasi politik bakış açılarınızı paylaşmıyorum!! Ben sadece yeryüzünde tarafsız bir gözlemciyim. Küçük dünyanızın proplemleri beni ilgilendirmiyor. MAALESEF BENİM ZEKA YAPIM türlü kamplaşmalarla savaş çığırtkanlıkları ile taraflı -yanlı- insanları bölüp ayıran düşünce sistemleriniz ile birbirlerine öcü gibi bakan adam ayırıp ''o benden- bu senden'' diyen kısır politikalarınızı ve dini sistemlerinizi ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKİYOR. Dünyaya gelirken yanımda getirdiğim geleceğin hologramik arşivlerini saklayan sihirli küremde insanlığın geleceğinde bir takım perde arkası büyük çıkar hesaplaşmalarından doğan büyük savaşlar görüyorum ..ve kana boyanmış okyanuslar görüyorum. Ve başka ideolojik sözde düşünceler adına (dini ve milliyetçi) bir takım insanların tenis kortlarında limonatalarını daha rahat yudumlamak için tüm dünya gençlerinin birbirine kırdırılıp düşman edildiği sözde sınırları korumak adına savaşlara sürüldüğü büyük kabus dolu yıllar görüyorum. Peki ben neden Makro Felsefeyi biraz olsun bu sitede yayınladım? Çünkü bu olumsuz geleceği belki biraz olsun değiştirebilme şansımız olabilir niyetiyle tüm insanlığın hayrı için kısmen yazdım ..bununda çok etkili olacağı kanaatinde değilim.

Çünkü bu küçücük siteden tüm dünyaya ne ölçüde mesajımızın gideceğide malumunuzdur. Ama yazmış olmak adına yapmış olmak adına en küçük eylemlerin bile bir yerlerde daha büyük hareketlenmelere neden olabileceği düşüncesi ile Makro Felsefi düşüncemi belirtmekte uygun gördüm. Ben Makro Felsefe yazımın içinde bu hareketi zaten Türkiyeden başlatılmasının mümkün olmadığını defalarca ifade ettim.Bu iş için en uygun topraklar AMERİKA dır. Neden derseniz tüm büyük güçlerin Türk ve Müslüman toplumlarını bizim üstümüze salması çok kolaydır. Basit bir telkinle bizler burada her türlü zulme uğrayabiliriz. Sözde milliyetçidir sözde müslümandır ama el altından o büyük balıkların kurduğu otomatik bir eylem makinesidir buradaki gruplar. Türkiyede sadece tek bir şalteri kontağı çevirerek büyük kitleleri nedenini bilmedikleri bir sudan sebeb adına harekete geçirmek ve sokağa salmak ve yollara dökmek mümkündür. Ve bu kitlelere yani hayatı yaşamı insan olmanın değerlerini sorgulamayan hayatında bir kitap bile okumamış bu insanlara herşeyi yaptırmak mümkündür. Yani malesef düşünmeyen yığınsal bir kitleyiz.Bu tip insanlara götür dersen götürür, getir dersen getirir, Koş dersen koşar, zıpla dersen zıplar, sus dersen susar. Bizim milletimiz lan ben napıyorum yada yaptığımın ileriye veya  geriye doğru sonuçları nedir?  Bu hareketi ben yapıyorum ama devletim emniyet müdürüm, amirim, subayım bana böyle diyor ama bu davranışlar ne gibi sonuçlar doğurur ne anlama gelir diye muhakeme yeteneği yok! Vur beline semeri sür yokuş aşağı! Türkiyenin toplumsal karekteristiği ve insan profili malesef böyle! Hadi askeri emir komuta zincirini anlayabiliriz. Ama diğer sosyal alanlarda bu sorgulamanın yapılmaması oldukça ilginç! Yada emir komuta zincirinin en üst noktasında bu sorgulamanın yapılmaması da ilginç! Mesela sosyolojik olarak  Trabzonda iki binkişinin amaçsızca bir kaç insana saldırması gibi!  O yüzden dünyada bir değişiklik yapılacaksa doğrudan dünyanın beynine yani kontrolü yapanların ( o büyük çıkar gruplarının) olduğu noktadan bu Makro Felsefi hareketi başlatmak çok daha mantıklı bir seçimdir.

Fakat dünya bugün gittikçe küçük bir modern  teknolojik köy halini almaktadır. Bugün Çinden yola çıkan bir gemi atlantik okyanusunu aşarak yüzlerce konteynırlık çay kaşıklarını kıtanın öteki tarafına göndermektedir. Bunun mantığını ne anlama geldiğini hepimiz sorgulamalıyız! Dünyanın değişen yüzünü, kapitalizmin abartılı büyüyüşünü iyi sorgulamak lazım! Türk milletini yöneten siyasi, askeri ve sivil  kaptanlarında bu büyük geminin rotasını buna göre ayarlayıp daha zekice öncü  girişimlerle bu pastadan hakkımız olan (ama daha fazlası değil) en büyük payı alma yolunda siyasi ekonomik, askeri planlar yapmalı ve bu yönde gayret göstermelidir.

Türkiyenin zeki gençlerine şunu söylemeliyim;  Eğer dünyada söz sahibi olmak istiyorsanız öncelikli olarak yapmanız gereken şey; En büyük düşmanınız olan kendi kabül ve şartlanmalarınızdan doğan kendi dar ufkunuzun esaretinden kendinizi kurtarmanızdır. Zeki Türk gençleri; sizler inançlı olabilirsiniz sizler milliyetçi olabilirsiniz ama bir şeyi sakın unutmayın! 'Dini ve milli' görüş ve inançlarınızın aklınızı ve zihninizi -ufkunuzu- sınırlayan bir hapishane olmasına kesinlikle izin vermeyin. Gerçek bir din gerçek bir milliyetçi ruh aklın ve düşüncenin sınırlı kafesini aşabilen, evrensel mesajlarla dolu olarak dünya üstünde at yada jet uçakları üstünde uzak diyarlara yada uzak yıldızlara yürüyebilen uzanabilen engin bir anlayış ve engin bir fikri bakış açısı demektir. Zeki Türk gençleri şunu sakın unutmayınki inançlarınızı ve milli değerlerinizi boynunuzda bir tasma bir yada zincir gibi taşımayın!! İnançlarınızı ve değerlerinizi yüreğinizde gönlünüzde yüksek bir ahlak ve fikri derya olarak saklayınızki kimse inançlarınızı ve değerlerinizi kullanarak sizi iradeniz dışında istedikleri gibi kendi çıkarları adına bir yerlere çekip götürüp kukla gibi oynatmasınlar!!

Türk gençlerinin, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının  birilerinin maşası yada oyuncağı olmaması için öncelikle sağlam temelli bir eğitime, kültüre ve sorgulayıcı düşünen bir zihne sahip olması gerekir.Bu ülkenin insanı tek taraflı düşünceleri ve yanlı yayınları okuyarak kendilerini tek yönde geliştirmemeliler!  Doğruya ulaşabilmek için çok yönlü çok boyutlu bir sorgulama ve analiz gücüne ihtiyaç vardır.Mesela bir gazete okurken en az farklı kutuplarda iki yada üç gazeteyi alıp köşe yazılarını okumanız lazım. Mesela ben her zaman ZAMAN gazetesi yanında birde CUMHURİYET gazetesi okurum. Yada koyu Türk  milliyetçisi gazeteler, dergiler  kadar  kimi zaman PKK nın bile sözcülüğünü yapan gazeteleri alıp okurum. Yada Lenin'i Karl Marks'ı anlamaya çalışmak kadar Erzurumlu ibrahim hakkı hazretlerinin yada Geylani'nin, Muhittin Arabi'nin tasavvuf boyutlu düşüncelerinide anlamaya gayret ederim.Bir ''Sızıntı'' dergisi kadar bir ''Bilim ve Ütopya'' dergisinide alıp okumaya çalışırım!

Mevlana ile  Yunus Emre ile aynı safta durduğumuz için onları saymıyorum. Tüm bu farklı görüşten gruplar kadar daha yakın tarih içinde Küba lideri  Fidel kastro'yu ve gönül adamı  Fethullah Gülen hocanında evrene ve insana olan bakış açısını anlamaya gayret etmişimdir her zaman. Yani ben nasıl insanları, fikirleri ayırmıyorsam sizlerde ayırmayın. Gerçekten dışlayıcı bir ön yargılar merceğinden değilde tam tersine farklı fikirlerdeki manayı anlatılmak istenen ve varılmak istenen fikri realiteyi anlamaya gayret ederek bir Arı misali her çiçekten nasıl bal alabilirimin ve kendimi her gün nasıl bir adım daha ileriye götürebilirimin hesabını yaparak olaylara ve dünyaya öyle bakın! Yani hödük kafalı koyu bir kör  islamcı olmak, Türkçü olmak, PKK'lı olmak, Kominist olmak, Marsist olmak, Atatürkçü olmak, sosyalist olmak, solcu olmak, sağcı olmak, milliyetçi olmak  şucu yada bucu olmak ondan başkasını tanımam demek ahmaklıktır! İnsan şuurunun beyninin, zekasının, gönlünün her düşünceye, açık olması farklı değerlere daima açık kapı bırakması gerekir.Öyle olmazsa bu her gün  değişen ve başkalaşan dünyada  gelişim olmaz, ilerleme olmaz, yükselme olmaz! Farklılıklar RENKLER gibi dünyamıza zenginlik katarlar. Farklı ırklar, farklı kültürler, farklı düşünceler gibi!

Mesela ülkücü arkadaşlara şunu tavsiye ederim kendi çevrenizdekilerin size empoze ettiği değerleri bir süreliğine bir kenara bırakıp doğuya giden bir otobüse binin doğudaki en ücra, en viran olmuş, en kıyıda köşede kalmış  kürt köylerine gidin ve ordaki yaşlı kürt amcalarla, kürt dedelerle  konuşun abi ben milliyetçiyim deyin onlara dertlerini sorunlarını sorun, onların beklentilerini sorun, hayallerini sorun, sizler hakkında bizim camiamızın başındaki insanlar şöyle şöyle diyorlar diyin bunlar doğrumu deyin!  Milliyetçi Türklere karşı nasıl baktıklarını onları nasıl gördüklerini sorun! Onlara devletin özel timleri ile öldürdüğü çocuklarını sorun! Onlara kimyasal gazlarla zehirlenen akrabalarını sorun! Ne hissettikleri sorun! Niye dağa çıktıklarını sorun! Ve dinleyin. İşte olayları bizatihi yerinde ve içinde görmeden kulaktan dolma bilgilerle belli bölgedeki insanlara önyargılarla, kötü gözle bakmak doğru olmaz! Kimsenin size nasıl düşünmeniz gerektiğini söylemesine ve sizi koyun yerine saymasına izin vermeyin. Gidin görün dinleyin ve anlayın! Tavrınızı ona göre belirleyin!

Nazım Hikmetin dediği gibi ''gecenin bir yarısında unutulmuş o insanların sarı sıcak yanan evlerinin kapısını çalıp içerdekileri selamlayıp düşman bildiğiniz insanların sofralarına oturdunuzmu hiç!  Bir insan olarak kapıdan içeri  girip onların dertlerini paylaştınızmı? ''

Burda temelde farklı görüşten grup ve kişilerin birbirleri ile diyoloğ süreçlerine dair  bir eleştiriyi gündeme getirdim. Siz burda isimleri yerleri mekanları değiştirip olayı evrensel platformlara taşıyabilirsiniz. Yunanlılarla olan bir eğe denizi sorununu bir kıbrıs sorununu bir kuzey ırak sorununu da bu eleştirel yaklaşımlar içinde ele alabilirsiniz. Yada uluslar arası düzlemde Çingen'lerin sorunları çerçevesinde bu eleştirel yaklaşımları dile getirebilirsiniz. Yada İngilizler ve İskoçlar'ın, İrlandalılar'ın  açısından olaya bakabiliriz. Yada kızıldereliler, maya benzeri yerli kültürleri  ile İspanyol kaşifler açısından bu eleştirel yaklaşımları söz konusu edebiliriz.Yada siyahi Amerikalılar ve beyaz Amerikalılar boyutundan bu kültürler arası yaklaşımları gündeme getirebiliriz.Yada Nazi Almanyası ile Yahudi yerleşimcilerin durumlarıda bu küresel eleştiriden nasibini alabilecek örmek olaylardır.

Ne ilginçtirki Avrupa Afrikayı sömürdü. Fransa Cezayirde soykırım yaptı ama aynı Afrikanın diğer yüzünde yıllar boyunca birbirlerini öldüren katleden bir Afrikalılar  gerçeği de var! Yine Kürtler açısından yaklaşırsak mezhepsel kavgalarda birbirlerini öldüren kendi içinde dar alanlı soykırımlar yapan bir kürt realiteside sözkonusudur. Yine sağcı Türklerin solcu Türkleri katlettiği, Sünni Türklerin Alevi Türkleri katlettiği  inanç ve fikir ayrılığı temelinden doğan soykırımlar'da tarihsel bir gerçek olarak ortadadır. Yani demekki dünyadaki asıl  sorun hangi inançtan ve ırktan olursa olsun mesele İNSAN olabilme ve insanlık değerlerini taşıyabilme proplemidir.

Maalesef ben üzülüyorum çünkü çevremde milyonlarca kukla görüyorum bu kuklalar arasında kuklaların boynundaki zincire dem vurursam bir çok gerçeği açarsam o büyük güçler sizleri kullanarak bizi başta Çetin BAL olmak üzere her türlü kılığa sokarak her türlü kaba koyarak boyayarak size düşman gösterirler.. Bunun en güzel örneği İran şahı dönemlerinde yaşandı..Şah yıkıldı din adına ama….bunun altındakileri ..ancak bilenler bilir…  Tüm iran yöneticileri ve halkı her şeyi iyiniyet mantalitesi içinde çok doğal bir şey gibi gördüler ve İslami devrime gittiler. Görüntüde manzara hoştu ama zekaları uzun vadede olacakları göremeyecek kadar dardı ve öyleki İslamı kalblerinden uzak bir köşeye atmışlardı. Ben ne demek istiyorum sözde islamla hareket etmek var birde hakiki hak bilincinin evrensel deryası içinde hareket etmek var…  Anlayabilen anlar ancak bunu… Fazla söze gerek yok! Bunu anlayan büyük insanlardan biri Mustafa Kemal Atatürk’ tü. Daha işlerin içinde neler neler var lakin biz böyle siyasi, politik, milli, dini hallerin sözlerin içine girmiyorsak bir nedeni vardır. Bir söz vardır cahil bir dostun olacağına akıllı bir düşmanın olsun! Yani işte ''Niye değişime Amerikadan başlanılmalı'' bununda sebebi aşikardır. Bilenler bilir. Fazla söze gerek yok..

Şimdi ben Türkiyede doğduğum için ve burdaki etniksel, insani sorunlardan örneklemeler vererek bir çok eleştirel konuya girdim.Yani burda mesele sadece bir Kürt bir Ermeni bir Türk bir Rum yada bir Çingen (Romen)  olayı değil yani bunlar yerine Kızıldereliler, İlk Amerika yerlileri, İspanyollar, Filistinliler, İsrailliler, Yada Ermenilerin Azerbaycana bağlı Karabağda yaptıkları insanlık suçlarıda yada Bulgarların balkanlardaki Türklere yaptıkları soykırımlarda eleştirilebilir. Hatta Amerikalıların Vietnamda neden olduğu insanlık dramıda eleştirilebilir. Yada Çin hükümetinin Tibet'teki ve Türkmenistan'daki insanlara yaptıkları insan hakları ihlalleride söz konusu edilebilir yada 1830’da sömürge olarak işgal ettikleri Cezayir’de her türlü insanlık suçunu çekinmeden işleyen Fransızların mezalimide söz konusu edilebilir.Yani ben öyle bu satırlarda sadece belli bir etniksel  grubun tarafını tutup ırkcılık yapacak kadar ufku  dar ve küçük  bir insan değilim! Yani demem odurki bazıları gibi at gözlüğü ile bakarak sadece Türkler kötüdür demekte çok basit ve taraflı bir  yargı olur! Ancak aciz insanlar böyle tek taraflı yanlı ifadeler kullanabilirler. Ben böyle bir hödük kafa yapısına sahip bir insan değilim! Yani  bazılarının İsrail kötüdür, Amerika kötüdür, Avrupa düşmandır gibi  ezelden gelen saçma sapan kalıplaşmış ve mantığı olmayan söylevler  bana göre değildir.  Meseleyi insanlık boyutunda değerlendirmek lazım. Hepimiz insanlık ailesinin bir parçası olarak küresel çapta eleştiriler getirmeliyiz.Yani hiç birimiz o kötü bu kötü diyerek ağlayarak, söverek, kin tutarak, terör yaratarak  proplemleri halledemeyiz! Bugün artık proplemlerin kaynağı gittikçe yerel olmaktan çıkarak küresel bir boyut kazanmaktadır. Bu olayı en basitinden bir PKK terörü olayındada görebiliriz. Yani bir yanda İtalyan mayınlarını kullanan, Yunanistandan  ayakkabısını mermisini alan, Ermenistandan lojistik destek alan, Suriyede ve Irakta  barınan  ve siyasal boyutta arkasını Amerika ve Avrupaya dayamış bir terör örgütü söz konudur. Bu gibi artık sorunların çözümüde kaynağında olduğu gibi küresel bir  uluslar arası diyoloğu gerekli kılmaktadır.

Son olarak ülke sathındaki her kesimden bir çok gruba bir çok eleştiriler getirsemde bunların daha iyiye gitmemiz adına daha güçlü bir Türkiye adına düşünülmesi gereken yapıcı eleştiriler olarak algılanmasını isterim.Son olarak tüm insanlık alemine şunu ifade etmek isterim hepimiz bu küçük dünyada uzayın sonsuz boşluğunda bir toz zerresi bile kadar olmayan bu küçücük mavi dünyayı gözümüzün kaşımızın derimizin, dilimizin, kültürümüzün renkliliğine ve çeşitliliğine göre sınırlara bölüp tel örgülerle çevreleyip ülke ve vatanımız dediğimiz parsellenmiş belli yaşam alanları oluşturmuşuz. Oysaki bu dünya dediğimiz bu gezegen tüm insanlara aittir.Hepimize aittir.Bir gün gelecek tüm dünyadaki farklı ırklar, tüm farklı diller, farklı kültürler, farklı dinler  birbiri içine karışarak sınırlar birbiri içinde eriyip kaybolarak  daha homojen bir yapıya doğru giden bir  insanlık ailesini ortaya çıkartacaktır.

Zamanla insanlık  daha ortak ve daha genel kalıplar üstünde hem fikir olup birleşeceklerdir.Ve bir gün tek bir dünya devleti ve tek bir melez insan ırkı yeryüzüne hakim olacaktır.Tüm ırklar birbirine karışacaktır. Evet sevgili dostlarım dünyanın sonuna doğru dünyaya tek bir seçilmiş ırk yada tek bir seçilmiş millet hakim olmayacaktır! Dünyanın sonuna doğru Türk olmak, Alman olmak, İngiliz olmak, Arab olmak, Kürt olmak, Rum olmak, İsrailli olmak, yada Çinli olmak diye bir şey söz konusu olmayacaktır. Tüm bu farklı ırklar ortadan kalkacaktır.Dünyanın sonlarına doğru tüm bu ırksal çatışmalar, tüm bu dinsel çatışmalar son bulacaktır.Ve geleceğe sadece acılarla, boş ve anlamsız mücadeleler içinde  kaybolup gitmiş insanların zaferleriyle yenilgileri ile dolup taşan dramların hatıralarından başka bir şey bırakmayacağız. Ve hepimiz gelecekte << holografik arşivlerde ders alınması gereken büyük insanlık tarihinin bir parçası olarak>> yeni bir başlangıç yaratmak isteyen uzaylı torunlarımızın devasa uzay gemileri içinde yeni dünyalara yeni gezegenlere ve yeni güneş sistemlerine doğru yolculuğa çıkacağız.

Ruhsal ve zihinsel anlamda geleceğe yaptığım yolculuklardan çıkardığım sonuçlara göre  dinsel metinlerde yazıldığı gibi bir son ve genel bir kıyamet asla olmayacaktır. İnsanlık ailesi uzayın sonsuz boşluğunda yeni keşifler yapmaya ve sonsuza dek ilerlemeye devam edecektir. Yaşamak ve varolmak sonsuza kadar sürecek olan hiç bitmeyecek olan  büyük bir  evrimsel gelişimin bir parçasıdır. Türümüz belki insan olarak yoluna devam etmeyecek olsada bizim genetik materyallerimizin bir uzantısı olan yeni yaşam türleri bizim başlattığımız gelişim bayrağını sonsuz boyutların her noktasına doğru taşıyacaklardır. İnsandan insanımsılara ve ışıktan varlıklara doğru bu evrimsel gelişim bir tırtılın bir kelebeğe dönüşmesi gibi insanların düşünceden kanatlara sahip meleklere dönüşmesine kadar devam edecektir.Ve asla bir son olmayacaktır. Bir sonun olduğunu varsaymak Allahın tahayyülü olan bu sonsuz varlık okyanusu için Allahın güç ve kudretine sınır koymak demek olur!

Sonuç itibari ile sevgili dostlarım tüm bu eleştiri ve sitemlerim daha iyi daha güçlü bir Türkiye içindir.Tüm bu yazılarımda bazıları sanki Türklüğü kötülemişim gibi bir algıya kapılabilir.Ama ben bu durumun öz eleştirel bir ifadeler bütünü olarak anlaşılmasını isterim. Ben tüm bu yazılarımda toplumsal ön yargılarımızı, yanlış bakış açılarımızı ifade etmeye çalıştım.Yani herşeyin üstünü örterek, ışıkları karartarak, olan olayları kin yapıp içimize atmaktansa bunları konuşmak yanlışları dile getirmek ve bunların bir daha olmaması için  iç karartmayan daha ŞEFFAF BİR TÜRKİYE TABLOSU oluşturmak için ben bu eleştirileri yapıyorum.Tüm bu yazılanlara kızmak yerine bence toplum olarak daha iyiye ve daha güzele nasıl gidebilirizin muhasebesini yapmamız daha doğru olur.

Keşke devletimiz adam ayırmayan ve kendi içindeki etnik azınlıklara karşı haksızlık yapmayan bir noktada dursaydı.Türkiye kendi içinde tam birbirlik ve bütünlük sağlamış olsaydı bizim gibi geleceği görebilen gözler için Türkiyenin gelecek adına yapması gereken tüm siyasi politik kararların ne yönde olması gerektiğini üstü kapalıda olsa bu sayfalarda yazardım.Lakin ben biliyorumki bugün kötü dediğimiz bize  bir çok noktada olumsuz etkisi dokunacak  ülkelerin ilerde kendi içlerinden çıkacak halk hareketleri ile kendi yönetimlerini devirip değiştireceklerini biliyorum.Türkiyemizi yönetenlerde umarım uluslar arası arenada  kendi çıkarlarına göre yalpalamadan  belli bir denge içinde küresel dünya içindeki yerimizi ve ağırlığımızı  koruyabilir.

Ama sizlere bir sır vereyim kendi zihnimi kuantum dünyasının enerji tabanlı okyanusuna bağladığımda zihnimde bir çok sonsuz sayıda iç içe görüntülerin belirdiğini uzakların yakın, yakının uzak olduğu tüm uzay ve zamanın şuanda ve tam olarak  burda önümde iç içe  durduğunu söylemeliyim. Evet görüyorum güçlenen bir Türkiye görüyorum, dünyaya korku salan ama insanları  ayırıp bölmeyen büyük bir Türk birliğinin kurulduğunu görüyorum. Ve zamanda biraz daha ileri gidiyorum milliyetçi dalgalanmaların durulduğunu fakat  mikro inanç farklılıklarının güçlenerek küresel çatışmalara sebebiyet verecek boyutlara doğru ulaşabileceği potansiyelini görüyorum. Amerika, Avrupa, Afrika ve Avusturalya'yıda içine alan yeni birliktelikler görüyorum.Ve zamanda biraz daha ilerliyorum karanlıktan başka bir şey görmüyorum tekrardan görüntüler geldiğinde dünyanın büyük bir değişimin eşiğinden geçtiğini görüyorum. Kara parçası görmekte zorlanıyorum daha çok okyanusların kapladığı bir dünya görüyorum ve bilinçlerin büyük ölçüde değiştiği bir dünya!

Sonuç olarak ben Çetin BAL  olarak bunca satırlarda bir çok şey yazdım ama kısaca ve özet olarak ben ne diyorum ve  ne demeye çalışıyorum? Bunu şöyle izah edeyim: Sonuç itibari ile Türk olmak, Ermeni olmak, Kürt olmak, Çingen olmak, Alman, Rum yada Amerikalı yada İngiliz yada İskoç olmak yada İsrailli olmak meselesinden çok küresel ve yerel ölçeklerde dünyadaki asıl proplem İNSAN olabilme ve insanlık değerlerini taşıyabilme  proplemidir. Yani Müslüman olmuşsun (sünni, Alevi, Şii..vb. gibi) Hristiyan olmuşsun (Katolik, Süryani, Ortadoks..vb gibi), Budist, Ateist yada Yahudi  olmuşsun bunun çokta bir önemi yok! Bunların hepsi sadece birer etikettir. Gerçekten önemi olan şey erdemli, ahlaklı ve vicdan sahibi bir insan olabilmektir. Allah için bile tüm bu etiketler bir önem taşımaz. Allah bile kulunun niyetlerine salih amellerine bakar.Her dinin kendi içinde zikir gibi Namaz gibi, Dua gibi, oruç gibi  bazı ritüel eylemleri ve ibadetleri vardır. Tüm bunlar insanları kötülükten iyiliğe doğru yönlendirmek  için insanlara doğru yolu hatırlatıcı yön tabelaları gibidir.Kötülüğe karşı bir çeşit kalkan gibidir. Sonuç itibariyle bir insanın kendine ben müslümanım yada hristiyanım demesi çokta önemli değil yada kimliğinde müslüman yada hristiyan yazmasıda önemli değil.Önemli olan bu kavramların içini nasıl ve neyle doldurduğumuzdur. Bir hristiyan yada Ateist  gerçekten Hz Muhammetin yada Hz İsa'nın güzel ahlakı ile kendini ahlaklandırmışsa benim için o insan hak yolundadır. Burda din önemli değil yada ben inanıyorum veya inanmıyorum demeside önemli değil.Önemli olan kişinin ruhani bir yaşam içinde olup olmadığı ile alakalı bir şeydir. Allahın ruhsal enerjisinin bir diğer tanımı SEVGİ enerjisidir.Bu enerjiyi kişi yaşamının her noktasında yansıtabildiği ölçüde  o insan Allahın nuruna ve şuuruna yakın olur.

Eleştirel büyütecimizi yanlışların yada olası hataların üstüne tutmadıkça şimdi olduğumuzdan daha iyi noktalara gitmemiz mümkün değildir. Bazı noktalarda belki bir nebze olsun bilmeden abartıya kaçmış olabilirim yada abartı değilde fazlaca azınlıklar lehinde yazmış  olabilirim diyelim. Bununda hoşgörü çerçevesinde toleransla karşılanmasını arzu ederim. Çünkü benim Türkiyeden ve Türk milletinden başka bir alternatifim yok! Sonuçta milliyetçiliğin, dinciliğin şovunu yapanlar gibi Amerikalarda, Arap ülkelerinde, Avrupalarda benim villalarım evlerim  ve banka hesaplarım yok!

 Türkiyeyi soyup soğana çevirenler kardeşi kardeşe vurdurup öldürtenler, kendi kişisel çıkarlarını vatan millet çıkarları diye yutturanlar  şimdi villarında yan gelip yatıyorlar.Kimileride bir kaç oy pusulası uğruna, gelip geçici bir siyasi saltanat uğruna bunu yapıyorlar. Bunların çocuklarıda dünyanın en iyi üniversitelerinde öğrenim görmekteler. Umarım bunları yetiştirip Türkiyede tekrardan siyasete girsinler diye geri göndermezler. Bu adamlar tabikide devletin kasasını soyarken Türkiye güllük gülistanlık diyip seçimlerde halka baş örtüsü dağıtıp, cuma namazlarında boy gösterip, milliyetçilik çığırtkanlığı yapacaklardır. Benim tüm varlığım tüm geleceğim bu ülkenin toprakları üstünde kök salmıştır.Bu ülkenin kaderi benimde kaderimdir. Ben bir anadolu genciyim! Benim Türkiyeden ve Türk insanından başka bir alternatifim yoktur. Aynı kaderi paylaşan Türk milleti ve Türk ordusuyla birlikte Atatürkün gösterdiği hedeflediği yüksek uygarlık değerleri adına hepimiz bu topraklar üstünde bu ülke adına iyi bir şeyler yapma gayreti içindeyiz. Ve doğrusuda budur! Kürtüyle, Türküyle, Ermenisiyle, Çerkeziyle, Arabıyla, Çingenesiyle, Yahudisiyle, Süryanisiyle, Hristiyanıyla, Sünnisi ile Alevisi ile,  bu ülkenin bu toprakların ekmeğini yiyen herkes bu ülkeye hizmet etmelidir. Hepimiz eşit ve tarafsız adalet temelinde  daha güçlü ve daha büyük olan dünyada söz sahibi olan bir Türkiye için çalışıp çabalamalıyız!

Başta Türk milleti olmak üzere tüm dünya milletlerine çok önem arzeden bir mesaj vermek istiyorum. İnsanlık olarak dünya denen ve uzun zamandır güneşin çevresinde dönüp duran bu top halindeki toprak parçasının hepimize ait olduğu noktasında yüksek bir ortak anlayışa ve bilince sahip olmalıyız.Tüm dünya insanları birbirlerinin kardeşidirler. Kardeşlerinizle bu dünyanın değerlerini adalet içinde paylaşın!  Allahın nuru ve şuuru tüm sonsuz evrenler boyunca hepimizi ve üzerinde tüm yaşam olan gezegenleri sarıp sarmalayarak tüm sonsuz evrene hayat ve yaşam vermektedir.Kozmik ölçüler içinde dünya dediğimiz gezegenimizin ömrü her geçen gün biraz daha kısalmaktadır. Artık  insanlık olarak bir an önce bir araya gelip uzay denen bu devasa karanlık boşluk içinde ışıktan çok daha hızlı hareket edebilecek uzay gemileri yapmamız gerekmektedir. İnsanlığın geleceği derin uzayın zengin imkanlarını keşfedebilecek hız, zaman ve boyut bariyerlerini aşabilecek uzay gemilerinin yapılmasına bağlıdır. Artık bu küçük dünyada söz dinlemeyen yaramaz çocuklar gibi birbirimizi yiyip bitirip birbirimizle kavga etmek yerine  uzayın keşfi konusunda ortak projelere imza atmamızın vakti gelmiştir. Önce bu birliği ve bütünlüğü biz Türk milleti olarak kendi içimizde kurmalı ve diğer milletleride bu birliğe davet edip tek bir dünya devletine doğru insanlığı bir çatı altında toplamalıyız. Millet olarak dar alanlı kısır döngü ülkü ve politikalardan çok dünya insanlığını içine alan daha evrensel düzeyde ülkülere ve politikalara sahip olmalıyız! Küçük düşünen milletler istikbalde de arzu edilen daha büyük ideal ve değerlerin sahibi olamazlar!

Son olarak yeryüzündeki tüm insanlara Mevlana'nın sesiyle sesleniyorum.. Diyorumki

Gene gel gene. Ne olursan ol, İster kafir ol, İster ateşe tap, ister puta, İster yüz kere tövbe etmiş ol, İster yüz kere bozmuş ol tövbeni, Umutsuzluk kapısı değil bu kapı: Nasılsan öyle gel.

(Not: Türkiyediki Mevlana anlayışı içinde Mevlananın bu sözü müslümanlarca sadece insanlığı sünni arabistan  müslümanlığına davet etmek adına söylendiği varsayılmaktadır. Oysaki zaman ve mekan bariyerlerini aşan bir düzlemde zihinden zihine sohbetler yaptığımız büyük üstad Mevlana ya sorduğumda, üstad bu sözdeki anlamın tüm boyutları içine alan bir varoluş düzleminde zaman ve mekan sınırlaması olmadan tüm varlığa ve varlık alemlerine yapılmış ''evrensel yada boyutlar arası'' bir çağrı mesajı olduğunu vurguluyor bunun! Bu ÇAĞRI daha çok Mevlanın görüntüsü altında  sembolize edilen kendi yüksek benliklerimize doğru olan bir çağrıdır. Bunu böyle anlamak lazım.)

    Yeni dünya düzeni: Makro Felsefe ve Atlantis

Sevgili okurlarım  sosyolojik, siyasi, dini  ve askeri olaylara dair yorumlarımı eleştirilerimi ifade etmiş bulunuyorum .  Ben siyasi ve politik demeçler vermeyi seven biri değilim. Sanırım ömrüm boyunca vereceğim tüm siyasi demeçler bu sayfadaki yazılarımla sınırlı kalacaktır. Zira hep belirttiğim gibi ben bilimsel ve teknik konularla ilgilenen bir insanım.   Herkese bu eleştirilere gösterdiği hoşgörü için tekrardan teşekürlerimi sunarak yazılarıma ( sosyolojik içerikli tenkitlerime)  burda son veriyorum.

 En son yazının düzenlenme tarihi: Eylül 13-2006  -Çetin BAL/Denizli

------------------------------------------------------------------------       

Tarih:04.11.2006 19:27:22

Sevgili Adem Dudu ve Asimetrikbaryon arkadaşlarım ve diğer fikir ve düşünce arkadaşlarına önemle şunu ifade etme isterim. Lütfen fikir insanları olarak hiç birimiz bir diğer arkadaşı düşüncelerinden dolayı kötülemeyelim.Bazen bilmeden biraz aşırıya kaçan ithamlar ve eleştiri ahlakınının sınırlarını aşan hoş görüsüz eleştiriler (daha doğrusu hakaretler) yapılabilmektedir. Bilinmelidirki kimse bir başkasının küçük demesiyle küçülmeyeceği gibi büyük adam demesiylede büyük insan olmaz. Büyüklük daha çok tevazu, hoşgörü ve sabırdadır. Hep diyoruzya insan küçüldükçe büyür! Lütfen hepimiz biribirimizi gereksiz yere tenkit edip eleştireceğimize daha çok birbirimizi anlamaya ve hep birlikte daha yüksek anlayış seviyelerine doğru yükselmek için gayret etmeliyiz. Ben hiç birinizden daha zeki yada daha büyük değilim. Benim eğer bir büyüklüğüm varsa o da her zaman benden daha büyüklerin olduğunu bilmemden ve her geçen gün kendimi biraz daha aşma gayreti içinde olmamdan mütevellidir.

Ben biliyorumki benim bilgim Allahın ilmi yanında bir hiçtir! Yada sonsuz evrenin bilinmezleri yanında bir hiçtir diyelim! Bilimin ve araştırmanın ve bilgide derinleşmenin bilinen bir sınırının olmadığı ve ilim içinde ilmin gizli olduğu bir dünyada kim ne kadar çok bildiğini iddia edebilirki! Bir kum taneciğini ne kadar incelerseniz inceleyin orda saklı sonsuz bir ilim vardır.Siz ne kadar derine inerseniz inin bu BİLMEK denen hadisede son noktaya varamayacağınız aşikardır. Bu anlamda SON’un ne anlama geldiğini sorgulamak gerekirki o da çok ayrı bir yorum meselesidir. Anlamak ama ne kadar anlamak! Bilmek ama ne kadar bilmek! Hep derimki bir zihnin büyüklüğü sahip olduğu ahlakla doğru orantılı olarak kendini gösteren bir değerdir. Büyük bir zihin büyük bir ahlakıda içerdiği oranda bir anlam ifade eder.Ve taktir edilmeye değer! Şimdi tüm aradaşlarımdan rica ediyorum bu tarz taraf tutma polemiklerine (tartışmalarına) girmeyelim.Bunlar hoş şeyler değil. Eleştirelim ama eleştirirkende hakkaniyet içinde bunu yapmaya çalışalım. Eleştirmek karşıdaki kişiyi küçümsemek yada yermek notasına geldiği zaman bu yapıcı eleştiri olmaktan çıkar! Bu site takipçilerine diyorumki bende dahil hepimiz birbirimizi eleştirirken hep birlikte birbirimizi yükselten yapıcı eleştirel bir atmosfer oluşturmaya gayret edelim. O zaman eleştirende yükselir eleştirilen de! Ve bu eleştirileri okuyanlarda aynı oranda daha yüksek anlayışlara yükselebilirler.  Lütfen hepimiz ışığın ve ilahi nurun, tarafsız bilimin yapıcı pozitif eleştirel atmosferi içinde birbirimizi incitmeden kırmadan, üzmeden, rencide etmeden saygı-sevgi ve hoşgörü çerçevesi içinde bir birimizi anlamaya gayret edelim.

Ancak farklı fikirler bir araya geldiği oranda yeni fikirler ortaya çıkabilir.Yani tartışma ve sohbet kültürünü geliştirmemiz lazım. Eğer kişilerin fikri ve ruhi dünyaları bir bardak su gibi sığ ve dar olursa ak niyetli ufak bir parmağın bu suyu karıştırıp bulandırması çok kolay olur! Ama insan bir bardak su yada küçük bir göl değilde fikri ve düşünsel anlamda gönül olarak bir okyanus olursa o suyu kimse karıştırıp pisletemez! Biraz okyanus gibi olalım arkadaşlar! Her kelimeden her eleştiridende nem kapmayalım.Tartışma ortamlarında biraz geniş olmakta sanırım önemli bir ölçü! Önemli bir meziyet! Dar insan her şeye kızar! Her eleştiriye bir karşılık vermeye çalışır. Bazen SESSİZLİK’te en büyük yanıt olabilir dostlarım! Neyse sitemize yazı yazan tüm arkadaşların birbirlerini desteklemelerini ve birbirlerinin kusur ve eksiklerini yada yersiz eleştirilerini sabır ve hoşgörü ile karşılamalarını rica ediyorum.Birbirinizin eksiklerini tamamlayın! Birbirinizi yermeyin! Mümkün mertebede hepimiz bir gönül ve zihin birlikteliğini bu site vesilesiyle tesis etmeye çalışmalıyız! Herkes her şeyi düşünebilir! her şeyi ifade edebilir. Ama bunu usulüne göre kırıcı olmadan yapmaya çalışalım!

----------------------------------------------------------------------------------------              

Tarih:01.11.2006 22:12:29

Sevgili Musti söylediklerine katılmamam mümkün değil. Lakin insanları iğneleyici ifadelerinizi biraz kırıcı buldum.Yani sonuçta Mehmet Ali Erbil yada Deniz hanım veya Ajda Pekkan hanım efendi yada Reha Muhtar'ıda bu eleştiriye dahil edersek sonuçta program formatı gereği Aktüel magazin ağırlıklıydı.Yani o insanları kötülemekte hoş değil. Ne kadarda meseleyi espiri boyutuna çekselerde ve bu her ne kadarda hoş olmasada bu durumu proğramın niteliğine bağlamak lazım. Bana proğrama katılma teklifi geldiğinde ben Denizli'deki arkadaşlarla bu konuda bir çok kez görüşme yaptım. Genel kararımız proğrama çıkmama yönündeydi. Açıkçası ben başta çıkmak istemedim. Çünkü dediğiniz gibi proğramın formatı bizim konumuza oldukça uzaktı!! Fakat diğer yandan her ne kadarda proğram format gereği magazin boyutunda olsada bize verilen belli sınırlı konuşma süresinde daha çok insana ulaşıp mesajımızı daha büyük kitlerele duyurabilme imkanımızın olabileceğini düşündüm! Bu fırsatıda doğrusu kaçırmak istemedim. İlk teklif Show Tv den geldiği için ve çok fazla rica ettikleri için önceliği onlara verdim. Bir açıdan izlenme oranlarıda çok fazla! Eğer diğer kanallardan uygun statüde olanlar teklif verirlerse biz yine daha ciddi platformalarda konuşmak isteriz.

 Biz ekran başında bizim bir iki cümlemizden ilham alabilecek, ışık alabilecek bizi henüz tanımayan fikir ve gönül dostlarına ve bir çok bilim meraklısına zaman yolculuğunun olabileceğine dair bir mesaj vermek istedik! Konuya espirili bir şekilde yaklaşan Reha Muhtar ve Mehmet Ali Erbil beyin reyting amaçlı mizahi yaklaşımından nasibimizi alsakta ve bize verilen çok kısa sürede istediklerimizi tam olarak anlatamasakta ve konu bir sis perdesi altında kalsada sonuçta kısmende olsa aldığım olumlu eleştirilerden çıkardığım sonuca göre; ‘biz bir şekilde kendi mesajımızı topluma verdik. Yani konu VİTRİN boyutunda kalsada biz amacımıza bir parça olsun ulaştığımızı düşünüyoruz. Sonuç itibarıyla gerek Show Tv olsun gerek proğram formatında yer alan kişiler olsun gerekse yapılan espiriler olsun ben kendi adıma rahatsız olmadığımı ifade etmeliyim. Fakat pek doğaldırki ben konuya dair biraz daha geniş bir yer verilmesini doğrusu arzu ederdim. Açıkcası o noktada biraz kırıldığımı yani üzüldüğümü söylemeliyim. Çünkü konu gerçekten çok eksik kaldı. Lakin yinede genel anlamda proğram yapımcılarına fazla kırgın değilim. Çünkü belkide proğram biraz uzasaydı format gereği espirilerin dozu kaçabilir ve rencide edilebilirdim. Bu yüzden herşeyin dozunda ve gerektiği kadar olduğunu düşünüyorum. Belki bu proğram sayesinde daha ciddi ve düzeyli ve konuyla ilgili formata sahip, geniş bir süreye sahip proğramlara çağrılabiliriz!.

 Zaten bir noktada o proğrama katılmaktaki asıl amacımda buydu! .. Tüm arkadaşlara kesinlikle bizim show peşinde olmadığımızı ifade etmeliyim. Zaten bizler özellikle kendi adıma konuşursam, bu anlamda ''ben'' zaten ulaşabileceğim en yüksek makama ve mertebeye ulaştığımı düşünüyorum yani HİÇLİK! Bu yüzden bilinç ve zihin boyutunda, değil dünya, bizler bu gezegeninin ötesinde sonsuzluğun içinde ve her noktasında olabileceğimiz herşeyin ötesinde bir realiteden dünyayı izlemekteyiz. Buna bir çeşit FARKINDALIK boyutuda diyebilirsiniz. Bilincin maddeyi aştığı farkındalık düzlemi! Biz o proğrama çıktık! Ama bunu kişisel bir EGO olarak almanızı istemem! Biz ( biz diyorum çünkü görünmeyen dostlarıda dahil ediyorum buna) o proğrama çıktık çünkü insanlık değerlerini yükseltmek ve insanlığa bir şeyler vermek için çıktık! Lakin tam istediğimiz gibi olmadı!.. Ki bu benim yerel kanalları saymasak ulusal çapta yayın yapan bir Tv’ ye ilk çıkışımdı. Ama en azından bir şeyler anlatmayı denedik! Umarım bu vesileyle uzaklarda bir yerlerde bizi izleyen ve dinleyen birilerine çok küçükte olsa bir vizyon bir ışık bir ilham verebilmişizdir!

Bizler her zaman burlarda olmaya biliriz! Her zaman herkesle görüşemeyebiliriz! Ve konuyla ilgili her insanla da konuşmaya fırsatımız olmayabilir. Ama öyle yada böyle geniş çaplı kitle iletişim araçları sayesinde daha çok zihne ve kalbe ulaşabilirsek ve zihinleri bir derece daha yükseltip daha şuurlu bir topluma doğru bir nebze olsun katkıda bulunabilirsek bu bizim için dünyada edinebileceğimiz en büyük mutluluktur.  İnsanların bizi fiziken tanıması o kadarda önemli değildir! İsmimizi bilmeleride çok önemli değildir. Ama fikirlerimizin ve düşüncelerimizin dünya üstünde ve yıldızlar arası bu devasa evrende ve evrenler boyunca sonsuz yaşamlar boyuncada gelişerek birbirine eklenerek bir zihinden diğerine doğru yol alarak insanlığın ve tüm evrenlerdeki düşünen varlıkların önünde ışıktan bir yol olmasını dilerim... Bizim her sözümüz, attığımız her adım EGO bilinci içinde değil evrensel bilinç içinde şekillenmiş bir adımdır! Dediğim gibi dünya çok küçük bir yer…! Bu küçük nokta üstünde ne kadar çok zihne ulaşabilir ve aydınlatabilirsek bu bizim için en büyük ödüldür.

 Belki bir gün bizim insanlık hafızasında bıraktığımız yada bırakacak olduğumuz tüm izler ‘‘çölde yol alan develerin çöl kumları üstünde bıraktıkları derin izlerin rüzgarda kaybolup dağılması gibi’’ silinip unutulup tarihin sayfalarında ve gök kubbede hoş bir seda'dan başka bir şey olmayacaktır! Ama insanlık ve uygarlık bu görünmeyen fikri ve hayali düşüncelerin ve bu izlerin sutunları üstünde sessizce ve ben burdayım dercesine devasa bir şekilde tüm ihtişamıyla yükselecektir. İnsanlık bir gün dönüp arkasına baktığında zaman denen bu çölde belki kendisini o noktaya getiren silinip giden bu izleri göremeyecektir. Lakin geriye doğru dönüp uygarlığın geldiği noktaya doğru baktıklarında bu çöl kumları üstünde, bu zamanın tespih tanelerini andıran noktaları boyunca ne kadar büyük mesafeleri aşmış olduklarını hayretle göreceklerdir. <<İşte bunu bilmek , işte insanlığın ve uygarlığın iyi ve güzel değerler üstünde daha güzel noktalara daha yüksek realitelere doğru yol alması >> insanlığın tüm hatalarına karşın hala bizi gülümsetmekten vazgeçirmeyen, bizim gibi insanlar için tarihin bu karanlık dönemlerini katlanılabilir kılan tek umut ve tek ışık kaynağıdır! Bu belkide yeşil çimenler üstünde koşan küçük bir çocuğa küçük bir şeker çıkartıp vermekten mutluluk duymaya benziyor. Çocuk aldığı için şekerin tadı için gülümserken bizde onun gülümsemesinden hoşnut olduğumuz için bu davranışı ve eylemi sergiliyoruz. Buna enerjinin kendi içindeki sonsuz dansı diyelim isterseniz! Çark döndükçe hem şekeri alan çocuk olursunuz hemde şekeri veren iyi kalbli o adam olursunuz! buradaki felsefi temayıda ilginize sunarım. Düşünmekte fayda var! NOT: Televizyona çıkacağımı haber vermek isterdim ama çıkıp çıkmayacağım belli değildi! Programa göre önümüzdeki hafta çıkacaktım… Son bir kaç saat kala telefon geldi ve Uçağa binip istanbula gelmeniz mümkünmü dediler... bende kabül ettim. Apar topar toplanıp İstanbula uçtum!

--------------------------------------------------------------------------------------      

Tarih:07.11.2006 00:07:19

Sevgili Asimetrikbaryon bizim relamlarla işimiz yok!! Biz bir amaç için yola çıktık! Ve bunda ne kadar muaffak oluruz bilemiyorum. Ama yürüyebildiğimiz yere kadar yürüme gayreti içindeyiz diyelim. Gereksiz sonu boş polemiklere girmek istemem. Dedim ya herkes herşeyi eleştirebilir. Bu babda herşeye de yanıt vermek ayrıntılara inmek zor! Şimdi Stephan Hawking'in kuramsal fiziğe dair söyledikleri biraz espiri mahiyetindedir. Zira fizik sadece salt matemetiksel denklemlerin bir çözümü değildir. Bu bağlamda kuramsal fiziğin tümüyle doğrudan güçlü simülasyonlar üretebilen ve olasılıkları hesaplayabilen üstün bilgisayarlar tarafından üstlenilmesi hiç bir zaman mümkün olmayacaktır! Lakin çok uzun zaman alabilecek sistematik bir çok işlem güçlü bilgisayarlar tarafından üstlenilecektir. Ama insan bilincinin evrenle bağlantılı derin bilinç altı telkinlerini ve yorum gücünü bir kenara itmek mümkün değildir. Teknoloji ve yapay zekalar ne kadar ilerlerse ilerlesin insan faktörü her zaman önemli olacaktır. Şu an için insan dediğiniz varlık kapasitesinin sadece çok az bir kısmını kullanmaktadır. Bunları polemik yaratmaktan çok ''doğru bilgiyi'' insanların ilgisine sunmak babında yazıyorum..  

Tarih:04.11.2006 00:52:47

Sevgili asimetrikbaryon ilginç saptamalarda bulunmuşsun lakin gerçekten bir insanı eleştirirken hangi kıstaslardan hangi ölçülerden hareket ettiğiniz önemlidir. Siz tabiki sizde varolan korkuların, yargıların, beklentilerin, egonun, aldığınız kültürün ve türlü endişelerin yani bugüne dek aldığınız tüm bilgi ve kültür birikiminizin penceresinden bakarak beni eleştirmeye ve benim hakkımda yargılara varmaya çalışıyorsunuz. Doğrusu oldukça ilginç saptamalarda bulunmuşsunuz. Öncelikle sandığınız kadar ucuz ve basit ve sıradan insanların tutku ve hayallerini göz önüne alarak benim hayallerime ve beklentilerime böyle sınırlamalar getirmenize oldukça üzüldüğümü söylemeliyim. Anlamanız açısından şöyle diyebilirim; benim için zaman içinde yolculuk yapmaktan çok zamanın hiçlik içindeki sırlarına karşılık gelen bilinç ve duygu titreşimini keşfetmek bu bilgiyi içimde yakalamak çok daha önemlidir. Yani benim için zamanın tam olarak ne olduğunu anlayabilmek << bir makineyle kaba elektronların çatırtı ve çuturtusu içinde transformatörler ve yüksek gerilim makinelerinin vızıldamaları arasında >>  zamanda yolculuk yapmaktan daha anlamlı ve değerli bir şeydir. BİLİNÇ ''zaman'' dan daha gizemli bir şeydir. Zamanla oynamak belki bir noktaya dek gücü kontrol etmenin bir anahtarıdır.Tabi toplumlarıda! Ama Bilinçle oynamak ve bilincin farklı düzeylerine yolculuk evrenler içerisindeki evrenlerde varolan bizim gibi küçük canlılar için en büyük ve en gizemli yolculuktur. Senin bilincinden ne geçiyor bunu pek bilemiyorum. Ama her bilinç düzeyine göre neler geçebileleceğine dair bir dizi liste düşünülebilir. Lakin bilmeni istediğim bir şey var! Basit görüntülerin ardında her zaman basit bir değer bulmayı bekleme! Dinlere gelincede buna dair diyebilirimki dinler artık hükmünü yitirmişlerdir. Maalesef bu böyledir. Kimse artık dinleri takmıyor.Yani artık insanlık, Tanrının çoktan terkettiği ve peygamberlerin tatile çıktığı bir dünyada yaşamaktadır. Herkes ne demek istediğimi anlar. Din artık şekilsel bir hal almış! Artık bu durumda şu dini yada bu dini savunma yayma gayreti boşa kürek çekme olacaktır. Ama yapabilene tüm yollar açık. Ama kesin olan bir şey varki ikiz kulelerde binlerce kişiyi Allah adına öldürmekle dünyanın daha iyi bir yer olmayacağıda kesindir.Yada Filistin devletinin kurulmasıda bu küresel terörü bitirmez!! Tüm dünyanın müslüman olması yada hristiyan olmasıda dünyanın cennete çevrilmesi için yeterli değildir! Ama dünyanın daha iyi bir yer olması için artık tek bir çıkış yolu vardır! Ama daha fazla konuşup polemik yaratmak istemem ... Lakin yakında belki pasifik oyanusunun derinn suları altında insanlığın büyük bir bölümü dünyayı düzeltecebilecek bu mavi periyle karşılaşabilir.Eğer insanlar gerçekten kendi yüreklerinin içinde evreni vareden o ilahi enerjiyi keşfedebilirlerse ancak o zaman dünyada gerçekten arzulanan değişim ve altın çağ dediğiniz şey gerçekleşebilir.Yani beklediğiniz uzak zamanlardaki o arkadaşın verdiği mesaj sadece vicdan dediğiniz o basit yere açılan kapıyı bir kez olsun aralamaktan başa bir şey değildi. Bilinki ne bir yere giden bir kimse vardır nede bir yerlerden gelen bir kimse. Herşey olmakta olduğu yerde öylece durmaktatır. Zamanda yolculuk benim için daha büyük bir bilmecenin içinde sadece daha küçük bir bilmecedir! Asıl mesele bence bilmeceyi çözmek değil. Bilmecenin kendisi olmaktır ! Yani asıl mesele sırrı çözmekten ve bilmekten çok sırra kadem basıp ortadan kaybolmaktır! Bu derin espirinin altında verilmeye çalışılan cevabı doğrudan benim ağzımdan duymak istersen M.Ö 18 'li yıllardaki Pamukkaleye gel..orda güneşin altında kulağında bir CD çalarla güneşlenen birini görürsen işte o benim... seni bekliyor olacağım asimetrikbaryon kardeşim

------------------------------------------------------------------------------                      

 

Tarih:07.11.2006 19:33:26

Sevgili asimetribaryon öncelikle yazılarımızı takip etmediğiniz kanaatine vardım. Birde sanırım söylediklerimizi anlama noktasında bazı proplemler var. Bana bir kaç bilim adamının kitabından bir kaç sayfa örnek göstermeniz ilginç doğrusu. Bunları ortaokul çocuklarıda okuyor. Lakin bizim konumuz pek anlaşılabilmiş değil sanırım. İlgisiz ve alakası olmayan gelişi güzel bir tartışma görüyorum ve ilgisiz yanıtlar görüyorum. Öncelik biz doğrudan Amerikalı Avrupalı şuralı yada buralı önemli değil yani bilim dünyasından bir kaç kişinin bir kaç kitap yazarak kendi fikrini söylemesiyle hareket eden düşünen insanlar değiliz! Kuramların çürütülmesi falan bunlar o adar basit şeyler değil! Bunun yanı sıra bizler kurtdeliği gibi zamanda yolculuk gibi yada kuantum boşluğu gibi bir takım kavramlardan bahsederken birilerinin ağzından çıkan sözlere göre başkalarının demeçlerini okuyarak bilim yapmıyoruz. Herşey değerlendirilir okunur o ayrı!! Ama bizler bir kaç bilim adamının söylediği sözle oynayan yada bunlar üzerine bir hayal dünyası inşa eden araştırmacılar değiliz. Bizler günümüz bilim konsepti içindeki bir takım kavramları ve yaklaşımları mecburiyetten kullanıyoruz. Eğer bilinen konsept içindeki kavramlarla meselenin daha üst boyutlarını açıklamaya çalışmassak neyle anlatacağız!! Zaten kurtdelikleri derken karadelikler derken uzay/zaman eğrilmesi derken yada kuantumlar ve sicimlerden bahsederken meselenin özüne inmeye çalışıyoruz!! Yoksa şu şöyle demiş bu böyle demiş bu bizim için çokta önemli değildir! Biz sadece klasik bir bilim okuyucusu değiliz. Bunu okurlarımızın çoktan anlamış olması lazımdı. Bizler kendi aklımızın bilim laboratuvarlarında deneyler yaparak maddenin asli unsurlarını birebir test edip mütelala etme noktasında olan insanlarız. Örneğin Kurt delikleri yada diğer bir çok kuramsal düşünceler şu an itibarı ile çok eksiktirler. Ama herşeyi burda yazamıyoruz! Herşeyi yazarsak herkes bunlar ne saçmalıyor demekten başka bir şey demez! Ama zaten biz burda çok üst düzey bilgiyi yine makalelerimizde yazdık. Bunlar ne derece anlaşılır bilemem. Ama tekrar ediyorum siz bizi meraklı bilim okurları ile sanırım karıştırdınız! Bizler okumaktan daha çok düşünen yeni bulgulara açılımlar yaratan insanlarız! Bizler ordan burdan alınma bilgi ezberleri ile konuşmuyoruz. Şimdi burda biz ne diyoruruz yada ne demeye çalışıyoruz ben bununda yine anlaşılacağını sanmıyorum. Bu yanıtlarımıza karşılık umarım sırf polemik olsun hava ve cıva olsuın diye gereksiz konuyla ve söylediklerimizle ilgisiz eleştiriler yapılmaz. Bunu sadece asimetrikbaryon için demiyorum benzer bir çok arkadaşlar adınada söylüyorum.

---------------------------------------------------------------------------------------                  

Tarih:12.11.2006 22:17:18

Sevgili Asimetrikbaryon arkadaşım olumlu veya olumsuz eleştirilerin için öncelikle teşekürlerimi iletmek isterim. Öncelikle düşüncelerine yanlış yada doğru tanımlamasını getirmek istemem! Bunu okuyucuların yorumlarına bırakmak isterim. Sanırım açık havada sabah yürüyüşleri seni biraz iyileştirmişe benziyor! Biraz iyileşmene sevindim.Öncelikle olumlu eleştiriler kadar olumsuz eleştirilerinde bakış açısını yükseltici bir etkisinin olduğunu söylemeliyim. Eleştiri oldukça yapıcı tartışmalar büyüdükçe bir fikrin zenginliğide o ölçüde artar. Öncelikle Türkiyenin bu zor şartları altında ve maddi imkansızlıklar içinde hiç olmazsa fikirsel ve zihinsel düzlemde bu konuda bir sinerji oluşturulmasını isterim. Felsefi - fikri- düşünsel diyelim matematiksel açılımlar şeklinde yada daha derin mühendislik düzeylerinde yorumlar ve taslaklarla zaman yolculuğuna dair pratik yaklaşımların hiç olmazsa kağıt üstünde sorgulanmasını isterim. Asimetrikbaryon, normal şuur düzlemi içinde ve bilinen bilim konsepti içinde eleştirilerin yanlış değil! Ama mesele sanıldığı kadar düz mantıkla anlaşılabilecek derecede basitte değil tabi! Web Sitemde konu hakkında detaylı açıklamalarım var. Lakin zamanın doğası hakkında üstünde düşünebileceğiniz çok önemli bir açıklamada bulunmak istiyorum.

Zamanın en küçük AN ını ifade eden her bir üç boyutlu filim karesi bir dördüncü boyutta belli açılarda dairesel olarak yada düz bir hat boyunca diyelim peş peşe sıralanmış sonsuz sayıda aynaya benzer. İşte bu gibi sonsuz sayıda peş peşe dizilmiş aynalar düşünün! sonsuz geçmişten gelen bir ışık yansımasının bir aynadan diğerine sıçrayarak/yansıyarak sonsuz geleceğe doğru geçtiğini düşünün işte olayların zaman içindeki değişimide bu bir aynadan diğerine dördüncü boyut içinde gerçekleşen yansımalar şeklinde olur. Her bir ayna bir filim karesini temsil eder. Aslında zaman kırılmalarında ve paralel zamanlardan bahsederken her bir aynanın kendi içinde çoğalarak kendisini dördüncü boyut içinde her yöne doğru açılıma uğratıp çoğalttığını düşünmek ve bu yansımanın prizmatik olarak bir çok parçaya bölündüğünü varsaymak doğru olmaz! Ayna sayısı sabittir ve düz bir çizgiyi takip eder gibi sonsuzlukta belli sayıda ayna vardır. Sıralı Aynalar yani Zaman Çizgisi tek bir tanedir! Tek bir orijinal zaman çizgisi vardır.

Geçmişe yolculuk yaptığımızda ordaki ışık fotonlarının matematiksel dağılımı üstünde değişiklik yapmamız anlamına gelirki bu durumda orijinal zaman çizgisi aynı kalmakla birlikte aynen bir video banttaki eski verilerin silinip yerine yeni verilerin işlenmesi gibi biz orijinal zamanı tümüyle yeni baştan değiştirmiş oluruz! Aslında daha derin bir düzlemde atom içine doğru indikçe salt enerji boyutuna yaklaştığımızda yansıma hem geçmişten geleceğe hem de gelecekten geçmişe doğrudur.Ama bilinç bunu tek bir düzlemde algılar. Sonuçta zamanı silinip üzerine yeni olaylar kaydedilebilir bir video band gibi düşünmek gerçeğe en yakın ZAMAN tanımlaması olur. Paralel zamanlardan, alternatif zaman çizgilerinden bahsetmek ve yaşayan canlı alternatif tarih çizgilerinden bahsetmek üst üste dizilmiş farklı video kasetler düşünmekle aynı şeye tekabül eder. Oysaki tek bir yaşayan gerçeklik vardır. Tek bir video kaset dördüncü boyut içinde sarılı vaziyette öylece durur. Tek bir film rulosu ve tek bir gerçeklik söz konusudur. Diğer türlü düşünmek zaman yolculuğunun espirisini zaten ortadan kaldırır. Bir zaman diliminde bir acıya son vermişken diğer bir alternatif dünyada aynı acıyı yaşayan insanların binlerce kopyasının olduğunu düşünmek zamanın mantıksal tanımına terstir. Evrensel mantığa terstir! Yani varoluşun espirisini iyi düşünmek lazım!

Geçmişe dönmenin yeni bir alternatif tarih çizgisi yarattığını düşünmek sonsuz tane birbirini kesen zaman şeritleri yaratımı anlamına gelirki bu da zaten alternatif zaman çizgileri kuramını çökerten bir sürece kapı açar! Zaman dördüncü boyutta asılı duran sonsuz metrajlı bir film rulosu gibidir.Üç boyutlu bu film karesinden bir diğer kare içine (bir diğer AN’a ) geçebilmek için hız, uzay, zaman ve enerjinin kurduğu bu boyutsal çatının yada bu boyutsal hız kafesinin diyelim dışına çıkmak için dördüncü boyutla üçüncü boyut sınır şeridinde yol alan fotonlardan daha hızlı bir şekilde hareket edebilmeliyizki daha farklı bir zaman-uzay-enerji ve hız düzeylerinin bileşkesi olan daha üst bir zaman ve uzay çatısı içerisinden hareketle kendi uzay ve zaman alanlarımız içinde istediğimiz noktaya doğru belli zaman /uzay koordinatları arasında sıçrayıp bir kuantum sıçraması (hiper uzay atlaması) gerçekleştirebilelim.Anlık uzay yolculuğu yada zaman yolculuğu! Geçmişte ve gelecekte yada şu anda bir uzay noktasına hareket aynen iki boyutlu bir pistten üç boyutlu bir uzaya açılan bir uçağın yada bir hava balonunun manevrasına benzer bir biçimde yerçekiminden kurtulurcasına ( kendi zaman /uzay boyutlarımızın çerçevesini aşıp) havaya yükselip tekrardan kordinatları belirlenmiş başka bir iniş noktasına inme yani hareket etmek gibidir.Yani maddenin titreşimlerini bir anda yükseltiyoruz görünmez oluyoruz ve tekrar titreşimleri düşürdüğümüzde kendimizi başka bir zaman dilimi içinde buluveriyoruz! Tüm mesele bu titreşimleri yükseltip – düşürme süresi arasında olup bitiyor. Bu ara süreçte hangi zaman ve uzay koordinatı içine gireceğimizin üst boyutsal manevrasını daha yolculuğa başlamadan önce hesaplamamız lazım.Yada titreşimleri düşürmeden hemen önce planda bir değişiklikte yapabiliriz tabi.

Aslında zaman makinesi bir yolcu uçağı misali dördüncü boyuta yükselen ve orda zaman uzay koordinatlarına bağlı geometriksel nitelikli açı hesaplamaları yapan bir bilgisayar belleğinin bir üst uzaysal alan diferansiyellerini hesaba katarak bir tür dört boyutlu rota ayarlaması ile kendini o yönde sevk edip hareket ettiren bir tür hava aracı gibidir.İnsanlar buradaki yer- zaman belirmesini anlayamadıkları için zaman yolculuğu bir türlü kafalarında canlandıramıyorlar. Ama işte bu yolculuk üç boyutlu düşünen bir beyin için anlaması zor olsada bir bilgisayar bu matematiksel koordinat ayarlamalarını çok kolaylıkla yapabilir.Bir uçak düşününki gökyüzüne yükseldikçe artık iki boyutlu pistin enlem ve boylamlarına göre değilde daha genişleyen bir açıda artık üç boyutlu koordinatlar dizgesine göre konumunu belirlediğini düşünün. İçerdeki tüm cihazlar buna göre bir veri akışı sağlarlar.Bu gibi bizim zaman makinemiz bir dördüncü boyuta doğru kayarken ve gözlerimizin önünde kaybolurken artık zeki bilgisayarlarımız karşılarında üç boyutlu bir gök haritasını ve yıldız konumlanmalarını değil dört boyutlu nitelik arzeden bir dördüncü boyut koordinat dizgelerinin belirdiği bir geometrik alana ve gök haritasına göre hareketini belirlemek zorundadır…

-----------------------------------------------------------------------------    

 

 Tarih:14.11.2006 21:08:35

Sayın ‘ah belinda’ nikli arkadaşım okuduğun yazıyı yorumlama şeklin oldukça ilginç. Zaman içinde yolculuğu tüm yazılarımız boyunca defalarca anlattık.. Zamanda geri yada ileri gidipte olaylara etki edememeyi nerden çıkardınız anlayamadım.Adı üstünde zamanda yolculuk ve zamanda atlama! Yani Şimdiki zamanı simgeleyip niteleyen parçası olduğunuz bir olayın içinden çıkıp geçmişteki yada gelecekteki bir olayın içine girip o anın bir parçası oluyorsunuz. Geleceğe dönüş filminde olduğu gibi bizim kuramsal olarak ve pratikte düşlediğimiz bu yolculuğumuzda aynı sonuçları verecektir. Birde akademisyen olmadığımız için kimse bilmediği matematik alanını sanki karanlık bir alan gibi bilinmez ve her şeyin sırrının saklı olduğu bir alan gibi görüyor.Yada salt formülleri, matematiksel kurguları gözünde çok büyütüyor insanlar.

Genelde matematiği bilmeyen ve genel göreceliksel denklemlerden anlamayan bir çok insan bu matematiksel boyutu fazlasıyla abartıyorlar. Ben Show Tv ye çıktığımda elimdeki çantaya bir sürü matematiksel tanımlamaların olduğu bir sürü belge yanıma almıştım.Belki karşıma profesörleri çıkarırlar diye ve hepsini rezil rusva etmek adına iddialı bir şekilde gitmiştim o proğrama! Çünkü gerçekten bu konuda hassas bir algılama var. Proğram benim istediğim şekilde olsaydı proğrama getirdikleri fizikçileri küçük bir yazı tahtasına kaldırıp genel göreceliksel ve wormhole denklemlerini yazıp yorumlamalarını ve nerde hata olduğunu soracaktım! Ki insanlar bir lise mezunu olarak bizim şaka yapmadığımızı ve ne derece konuya hakim olduğumuzu bilsinler diye! Bu yüzden her ne kadar ahlaki yapıma ters olsada fizikçileri rencide etmeyi ve matematik bilgilerinide sınayacaktım canlı yayında! Ki insanlar bazı şeyleri anlasınlar diye.. Ama proğramın formatında beklediğim yönde bir değişim olmadı çok kısa zamanlı ve magazin boyutuyla kaldı olay! …

Zaman kuantumunun kesikli yapısına dair bilgileri matematiksel bir izahla birlikte sitede belirttim zaten. Birde zaman yolculuğuna dair zaten matematiksel kurgular mevcut! Bu olay çok ulaşılmaz bilinmez bir şey değil.Tüm mesele Einstein’ın özel izafiyet ve genel göreceliksel alan denklemleri ile kuantum fiziğinin alan denklemleri arasında bir köprü kurup bir denklem çatısını bir diğeriyle çakıştırmaktan ibarettir! Böylelikle karşınıza köpükleştirilip eğrilip bükülerek geçmişe ve geleceğe bağlanan kurt delikleri ile dolu bir uzay /zaman geometrodinamiği çıkar! Web sayfamda bu denklemler kısmi olarak var.Temel bağlamda bunları gösterdim. Lakin bu denklemlere karşılık gelen uzay /zaman modelleri ve zaman yolculuğu hikayesi çok yüzeysel bir anlatıma olanak vermektedir.Yani zihin ve beyin zaman yolculuğuna dair daha derin teknik açılımları şu an için yapamıyor! Bu konudaki mütelaa ve algılama hatta hayal gücü çok sınırlı! Yani soyut planda hatta felsefi planda insanlar zaman yolculuğunu tam çözümleyebilmiş kavrayabilmiş değiller. Sizin önce bunu anlamanız lazım…

Denklemler derseniz hepsi ortada! Gidin Newyork üniversitesine herhangi bir üniversiteye yada  hocalarınıza sorun! Ama kim yapacak bu yolculuğu? Birde henüz bu salt denklemlerde tek başına yeterli değil yani insanın yorum gücü mütelaası( düşüncesi) ve algılama gücü bu noktada çok önemlidir.Fakat bu denklemlerde çok yetersiz matematiksel kalıplar kullanılmaktadır.Yani bir üst uzaya ait kuantumsal denklemleri içeren ve bunları bizim uzay/zaman geometrik kalıbımızla birleştiren çözümleri geliştirmemiz lazım. Hatta diyelimki yeni tanımlamalara ve kavramlara ihtiyacımız var! Şimdi biz mütevazılığımızı bozmak istemedikçe insanlar üstümüze geliyorlar. Biz öncelikle zaman yolculuğunun önce gönül olarak akıl olarak zihin olarak soyut planda anlaşılmasına gayret ediyoruz.Önce insanlarda algılama bazında bir temel eksikliği var. Önce insanların bu noktada gelişmesi lazım.

Mesela Walles Üniversitesinden Miguel Alcubierre adında bir kuantum fiziği öğrencisi var ( gerçi şimdi mezun olmuştur) bu arkadaş uzay/zamanı eğen warp sürüşü ( warpdrive) denen ışıktan hızlı bir uzay yolculuğu tekniğini bulmuştu. Bu arkadaşın bir kitabını okudum kitabına genel göreceliğin aklınıza gelebilecek tüm denklemlerini doldurmuş ve işte ahanda bu yolculuk böyle olacak diyor. Şimdi denklemlere baktığımda yada bakacak olan her fizikçi hiçbir garip yada matematiğe ters bir durum göremez ve de yok! Her şey gayet yerli yerinde ve doğru! Ama tüm mesele sadece bu kadar mı! Denklemler çok açıklayıcı olsaydı bu makine hemen yapılırdı. Ama ortada bilinmeyen ve ne anlama geldiği konusunda kimsenin bir fikir sahibi olmadığı tuhaf bir yapı var! Tuhaf bir farazi kuram var. Yani salt denklemler öyle diyor diye bir şeyin öyle olması gerekmez. Matematik bundan dolayı abartılıyor diyorum! Bu konuda raflara kaldırılmış bir sürü matematiksel kurgular mevcuttur. Yani bir olayı izah ederken burada matematiksel önermeleride gereğinden fazla ciddiye almak saçmalıktır! Yada bunu bir eksiklik gibi ortaya koymak ..hadii sıkıyosa göster ispatla demenin bir espirisi yok!

Ama çok elzem olan bazı oranlar ve hayati hesaplamalar vardır. Bunları kullanırsın! Sonra birde zaman yolculuğunun prensipte bazı gidiş gelişle ilgili hesaplamaları var. Aynen Aya yolculuk yapar gibi mesafe boyut oranları hesapları vardır. Zaten biz bu temel matematik önermeleri yazmamıza rağmen bir çok kimse ordaki saklı bir çok ifadeyi anlatılmak istenen sinerjiyi zihnen algılayamıyor. Trene bakan bir gerizekalı gibi ‘‘hani matematiği bu işin!’’ diye bize bakıyorlar. Oysaki adam… işte bir yerden duymuş bu işin matematiğinin olduğunu oda bilmiyor bunun ne anlama geldiğini de )) Demek oluyorki mesele bu yolculuk esnasındaki boyutlar arası orantıları zihnen hayal edebilmektir. Yoksa bu işin nesini neyini anlayacak insanlar! Bu konularda yargılamalarda bulunurken eleştirilerde bulunurken herkesin biraz daha ciddi ve mantıklı ölçülerde konuya yaklaşmasını ve eleştiriler getirmesini isterim.  Yoksa mesele sokak ağzında ( avam düzeyinde) bir tartışmaya dönüşür…

Miguel Alcubierre kendince bir şeyler bulmuş ama ne bulduğunu tam olarak oda bilmiyor! Ama ben nerde yanlış bağlantılar yaptığını gördüğümü söylemeliyim. Yada düşünmeye çalışıpta düşünemediği yada varmaya çalışıpta varamadığı noktaların neler olduğunu gördüğümüzü söylüyorum. Çünkü biz beyin olarak düşünce olarak, gönül olarak anlayış ve kavrayış seviyelerinde çok öncelerden beridir konu hakkında derinlere inen bulgulara sahibiz. Buna Derin Görüş diyelim. Bu görmek nasıl oluyor acaba? Bu görüş gücü gerçeğin bire bir akıl laboratuarında test edildiği bir zihin halini ifade eder. Bu içsel görüş gücü şeklinde gelişen bir şeydir. Bu nasıl bir şey acaba? Yani bir şeyleri bilmek için  -şunuda eklemeliyim-  illede şu diferansiyel denklemleri şu türevleri, intekral hesaplarını bilecen diye bir kaide yok!! Yada şunu bilmezsen bunu bilmezsin diye bir şeyde yok! Ama biri çıkar aksini iddia edermi? Eder!  Atış serbest! İşte bu kavramlara bu matematik bilgiye uzak insanlar bu matematik ifadeleri sanki her şeymiş gibi düşünüyorlar. Sanki biz yazsak anlayacakta hak verecek ) …Haaaa diyecek bu iş demek böyleymiş... Şimdi anladımmmm yalnız şurdaki t2 (te kare ) yerine t3 (te küp) yazman lazım mı diyeceksiniz? Önce insanları yazdığımız basit anlatımları doğru anlamaya davet etmek istiyorum…Önce bii meseleyi kafanızın içinde doğru düzgün anlayın bakalım.. canlandırın bakalım…

Bir yerlerden duyup okuyup ilgisiz- alakasız ahkamlar kesmek… doğru değil! Önce matematik nedir? Temelleri nedir? Rakam ne demektir, sayı ne demektir.. toplama bölme çarpma ve çıkarma işlemleri ne anlama gelir bir fonksiyon bir türev ne anlama gelir? Önce İnsanlara bunu araştırmalarını ve öğrenmelerini tavsiye ederim..! Sözde beni eleştirmeye çalışanların daha bir dik üçgende dik kenar uzunluklarının kareleri toplamının hipotenüsün uzunluğunun karesine eşit olduğu bildiğini sanmıyorum… Yada kütle çekiminin uzaydaki iki dev kütlenin aralarındaki uzaklığın karesiyle ters ama kütlelerin çarpımı ile doğru orantılı olduğunu biliyorlarmı acaba doğrusu merak ediyorum. Yani şimdi insanları sanki hödükmüş gibi test etmeye kalkmak bıyık altından sırıtmaya çalışmak hoş bir durum değil…Biz neyle uğraşıyoruz insanlar neyle uğraşıyor..? Anlamak güç! Bugün insanlığın tüm matematik bilgisini bir araya toplasanız bence 5 yaşındaki bir çocuğunun zeka düzlemini aşacak bir birikime ulaşamaz bu bilgiler! Dünyadaki tüm matematik profesörlerini ve fizikçileri toplayın hep birlikte tartışalım durumu! Maalesef eleştirileri zenginlik olarak görsemde eleştirilerin niteliğininde küçümsemeye ‘‘hadi lenn ordan’’ vari, sen kimsin vari ... bir yapıya dönüştüğünü görüyorum. Yani olay biraz Cem Yılmaz vari bir espri havasına doğru kaymaktadır.

Dünya genelinde bir şey diyemeyeceğim ama bizim ülkemizde birileri bir şeyler ortaya koymaya çalıştığında maalesef o kişi birileri tarafından hatta konuyla ilgisiz amaçtan mevzudan uzak bir şekilde karalanmaya ve alta çekilmeye çalışılmaktadır. Bu olumsuz ve negatif bakış açısı en yakın çevrenizden başlayıp genele doğru yayılmaktadır! Hey Çetin oğlum bırak bu işleri kalıbı dinlendir biraz…) Hem sen Agulus tirantonisin matematik orantılarını biliyomusun..bilmiyosunn tabi bırak oğlum olmaz bu iş…baba boş işler bunlar…boşa kürek çekme!  Espiri vari bir sürü laf duyarsınız. Oysaki olayın böyle gelişmesi beni oldukça üzmektedir. Biz birilerinden  bir madalya almak için yola çıkmadık ki! Yada Nobel ödülü almak birilerine bir şeyler ispatlamak yada showmenlik yapmak içinde tüm bunları burada yazmıyoruz.Ya ne için yazıyoruz? Birileri bizim bir kelimemizden, düşüncemizden ifadelerimizden, anlatımlarımızdan çalışmalarımızdan acizane olarak bir ışık, küçük bir ilham alırda belki bizim yarım kalan yada yarım bırakabileceğimiz noktadan hareketle eğer biz düşlediğimiz şeyde muaffak olamazsak daha ilerilere birileri bunlardan ışık alıp bizim düşümüzü gerçekleştirsin diye biz yola çıktık!

İnsanlık sadece bizden ibaret değil. Uygarlık ilerliyor bizler sadece bu ilerleyen uygarlık tarihi içinde çok önemsiz çok küçük kıvılcımlardan başka bir şey değiliz! Uygarlık tarihini düşünürsek beklide bir hiçiz ! Sadece belli olmayacak kadar küçük bir noktayız! Sonuçta Çetin BAL bir aptal bir salak yada birkaç şey bildiğini sanan meraklı biride olabilir ama bu adam sizlere yani insanlığa kendi çapında bir şeyler söylüyor. Bir şeyler yapma gayreti içinde daha da insanların benim bu düşümün bu hayalimin içini doldurup nasıl bunu somutlaştırabiliriz diye düşünmeleri yerine aksi bir tavır sergilemeleri çok ilginç doğrusu! İnsanlar tam tersine ''hadi lan ordan.. kes sessini sen kimsin lan'' edası ile yaklaşıyorlar. Bu çokta umurumda değil doğrusu.  Ama bu doğru olan yaklaşım değil! En azından onu biliyorum. Ve ne bildiğimi gerçekten bilmemiş olsaydım onca engellemelere ve akıl hastanesine kapatılma pahasınada olsa bu işi buraya kadar getiremezdim! Hala çevreme baktığımda bakışlarımla insanların gözlerini delip geçerek beyinlerindeki en ücra nöronlarına kadar uzandığımda orda kendi kendine yaptığım işlere gülen şaklaban insanlar görüyorum. Ama geleceğe doğru baktığımda bugün uygarlık adına ne varsa işte orda tümüyle onları görüyorum. Bu da çalışmalarımı devam ettirmek için bence yeterli bir neden! Birde yine kendi egolarını tatmine çalışan ve bakınız gördünüzmü şunu bilmiyoo yaaa…  He he he sordum bilmedi lan… gibi!  Birde aklını akıllardan üstün gören tipler vardır. Bunlar her şeyde bir eksi bulurlar. Bunlar komik şeyler. Oysaki daha farklı yaklaşımlar beklerdim. Ben hiçbir zaman övülmek gibi birilerinin gözüne girmek gibi bir psikolojiye sahip olmadım! Tek gördüğüm şey amaçlarım ve yapmak istediklerim oldu her zaman! Her zaman neler yapabilirim? Ne yapabilirim? Nasıl anlayabilirim soruları ile meşgul oldum. Her zaman çözüme giden yolda düşünüp kendimi geliştirmeye gayret etmiş bir insanım. Burada maalesef ben araştırmanın, çalışmanın, odaklanmanın, kavramlar denklemler içinde iz sürmenin, tefekkürelere dalmanın, hayal dünyalarında, kitapların sayfaları arasında kaybolmanın çok boyutlu düşünmenin ne demek olduğunu kimseye anlatamıyorum.

Şimdi herkes burada bu yazılanları okuyacak ama herkes anlamak istediği kadarlığını anlayacak yada anlamak isteyecek! Burada yazılanlar sadece bu kadarlık değil… ben bir kelimeyi kullanırken bir cümle yaratırken bir şey ifade etme isterken -bir satır içinde satır- kelime içinde kelime, anlam içinde anlamlara dalarım bazıları bir kelime içine ''ruh –anlam ve enerji'' içermeyen birkaç kuru hayal ve mütealaa yerleştirirken ben nerdeyse her bir kelimeme bir evreni yerleştirerek sizlere zengin bir düş dünyası sunarım. Ki böylede yapıyorum. Ben bir şey diyorum ama o bir şeyde inanın çok şey var! Düşünün!

Neyse ülkemizde bilimin algılanmasından bahsediyorduk. Bizde düşüncelere ve fikirlere pek önem verilmiyor. Oysaki tek bir KAVRAM’ı anlamak için bile o konu ve kavram üstüne bir üniversite kurulabilir.Üniversiteler kurulabilir. Araştırma enstütüleri kurulabilir. İşte bizler bu derecede geniş bir gönül ve zihin olgunluğuna sahip değiliz! Bakış açısı nasıl olmalı? Biri bir şey ortaya attığında bir emek ve ciddiyet gösterdiğinde tek bir söz bile tek bir cümle ve anlam bile içi açılıp genişletilmeli konu sahiplenilmeli, konu geliştirilmeye çalışılmalı bu noktada kişiye her türlü fikri ve manevi ve maddi destek sunulmalı sunulmuyorsa köstek olunulmamalı en azından! Ben şunu gördümki araştırmak sorgulamak ve çözüme gitmek bir şeyler ortaya koymaya çalışmak gerçekten tek başınaysanız çok zor! Bu, bir destek almadan boşlukta durmaya çalışmak gibi bir şey! Sanırım parapsikolojiye ilgimde buradan kaynaklanıyo olsa gerek!

-----------------------------------------------------------------------------------                   

Fatih ŞAHİN: Uzay sandığınız gibi ne düzdür nede bir başka şekilde veya boyuttadır.Uzay noktalar kümesi olarak dev bir mutlak noktadır. Yani boyutsuzdur, sonsuzdur, sonsuzluktur. Buda onun bir akıl olduğunu ve içindeki her şeyi ışıktan yarattığını gösterir. Zaman, uzayın yani aklın ilmini yani ışığını yönetmesinden oluşan hareketler bütünü yani periyodik tekrarlardır. Zamanı kullanmanın tek yolu akla inanmak ve aklı kullanmayı bilmekten geçer, ne zaman akıl ile ışığa hükmedebilirsek o zaman ''zaman ve mekan''  bizim için sınır olmaktan kalkar. Önce akıl ile ışığı yönetmeye çalışmak en doğru yol ve  doğru yöntem olacaktır. Aklı kullanmak ise akla inanmak ile olur! Dinsel tarifler bu metodları gösterir.Dini bilimle kombine edip uzayı yani aklı kullanmayı çözmeli ve akıl ile ışığa hükmetmeliyiz. 

Yanıt: Sevgili Fatih Şahin yazdıklarınız çok ilginç? Ama eğer bu sözleri idrakine vararak yazıyorsanız siz evrendeki tüm zeki varlıkların aradığı o gerçeğin kapısına kadar gelebilmişsiniz derim! Söyledikleriniz doğrudur. Genelde pek başkalarının fikrine katılmam hep eleştirel bir duruşum vardır. Ama söylediklerinizin doğru olduğunu ifade etmeliyim. Nasıl böyle bir kanıya vardınız yada söylediklerinizin bilimsel kuantum mekaniksel sırlarına ne derecede nufus ettiniz onu bilemiyorum ama sözlerinizdeki anlam ve işaret ettiği GERÇEK açısından bu İFADELERİNİZ oldukça dikkate değerdir.

Forum niteliğini taşıyan ziyaretçi defterimize yazan bazı arkadaşların  ilginç ifadelerinden seçmeler: Bu ifadeleri tarafsız bir izlenimci olarak sunuyorum bunları sunmam katıldığım yada katılmadığıma dair bir gösterge olamaz! Sadece açıklık ve şeffaflık politikası gereği burda yer veriyorum.

İsmail Göçer:

Tarih:03.03.2006 14:08:24

İsyan içinde olan bazı arkadaşları sukunete davet ederim ki, Türk milletine yakışmayan hasletlerden biride asi ve kızgın hal ve davranışlarıdır. Gerçi bizim bariz özelliklerimizden bir taneside ilk önce hatayı, kusuru,yanlışı aramaktır. Hemen yaftayı yapıştırıp, adını 9'a çıkarmakta maharetliyizdir. Tabiiki daha Demokrasinin ve düşünce özgürlüğünün hayata geçemediği biz ve bizim gibi toplumlarda hangi konuda olursa olsun bir fikir sahibi olmak, hatta bunu paylaşmak ve bu fikri savunabilmek demek her kişinin değil er kişinin yapabileceği bir iştir. Şöyle birazcık geniş, objektif ve evrensel limitte olaylara ve düşüncelere bakabilsek bu kısırdöngü çekişmeler, basit tartışmalar, egosal tutumlarda ortadan kalkacak ve son 500-600 öncesi asırlardaki gibi (madem milliyetçilik ve patent olma savaşı bu kadar önemli) yine Türk-İslam Dünyası ve ilimi ile ilim adamları yine zirvedeki yerini alacaktır. İnsanlık tarihine bilim alanında olduğu gibi fen, sanat, edebiyat, din, felsefe vb.. her alanda yenilikler, buluşlar, keşifler sunmuş bir milletin torunları olarak şimdi gerikalmışlığımızın sebebi herhalde çok masal okuyan, çok masal sever bir millet oluşumuzdur. Bunun başka bir izahı olamaz. Zaten bu kadar şarlatan ve hokkabazın olduğu bir yerde gerçek bir bilim adamı nasıl yetişebilir değil mi?.Ama ne hikmetse, dünyada Hindistandan sonra ABD ve Japonyaya en çok beyin göçü veren ülke Türkiye. ABD ve Japonyadaki çok önemli şirketlerde, üniversitelerde, devlet kademesindeki önemli görevlerde Türkler var. Tıpta ve Bilim alanındaki bazı yenilik ve buluşlarda yine Türkün imzası var. Demek bizde potansiyel var ama burada çıkamıyor bir türlü. Oysa ABD yıllardır en büyük yatırımını insana ve düşünceye yapıyor, her türden insana her türden düşünceye. Sonuçta farklı milletler topluluğu olmasına karşın ekonomik güç ve birliktelik sayesinde dünyanın süper gücü olmayı başardılar. Ama keşke biz olabilseydik. Ama biz tek bir parça, ortak bir payda olamadığımız müddetçe yerimizde daha çok sayarız.Yok laik, şeriatçı, yok bilimci-dinci, yok türk-kürt,yok şucu bucu vs... Aynı gezegende yaşayan aynı ırka mensup üyeleriz. Görüşüm şudurki; atomu alman bulmuş, kanser ilacını japon bulmuş, marsa ingiliz gitmiş, zaman makinesini Çetin Bal yapmış, nobel fizik ödülünü her yıl sinan çetin kazanmış vb..bunlar yüzeysel yansımalardır. Önemli olan bunların dünyaya ve dünya insanına yaptığı katkıdır. Evrensel birlikteliğe ve evrensel düşünceye inanan bir Türk genci olarak, madde ile manayı, bilim ile dini, ruh ile bedeni ayrı varsayalımayacağını düşünüyorum. İnsanlara ve fikirlere tüm pencerelerden bakarak yaklaşmalıyız. Lakin insan nasıl bakıyorsa, öyle görüyor işte..Güller arasındaki dikeni, dikenler arasındaki gülü de görebiliyor..

                         ......................................................................................



Sayın Çetin Bal'a e-mail gönderip ona fikirlerimi açıklamış bir genç olarak  yine kendisine saygı, sevgi ve selamlarımı gönderiyorum..Onu kendimce anlıyor ve inanıyorum. Bu tür konulara aslında ruhsal, metafizik, tasavvuf temalarına yoğun bir ilgim ve merakım var kendimi bildim bileli. Ruh ve ruhsal güç keşfedilmesi gereken en büyük kıta bence. İnsan kendini anladığında, çözdüğünde tüm kapıları ardına kadar açacaktır ve gerçeğin ne olduğunu bizzat kendi görecektir, ben buna inanıyorum.. Zamanda yolculuk, zaman makinesi, ufolar, boyutlar, denklemler vb.. bilimsel bilgiler ya da uçuk kaçık fantezi teoriler (hangi tarafa inanıyorsanız) şöyle diyeyim ki, bu tür konular zamanla er ya da geç gerçekleşecektir. Şimdi hayal, kurgu, fantezi gibi görünsede (kişiye göre değişir) veya bilim kabul etmesede, kanıtlayamamış olsada inanıyorum ki, yeni yüzyıllarda yeni bilim adamları önce ispatlayacak, sonrada herkes için bu çok normal bir durum olacak. Hatırlatırımki yakın geçmişte insanlar, dünyanın dönmediğini ve bir öküzün başında taşındığını zannediyorlardı hatta Galileo gibi o dönemin seçkin bilim adamı dünyanın döndüğünü söylesede, anlatsada kimse inanmamış eğer bu deli saçmalığından vazgeçmezse yakılmak tehdit edilmişti. Düşünme ufkumuz hayal gücü olmadan gelişemez.  jules verne'nin hayalleri o zamanın en fantastik, en inanılmaz kurgularıydı fakat bugün onun hayalerini bizzat kulanıyoruz değil mi?.Tarih bilimi ayna gibidir, baktıkça mutlaka birşey görünür hem bugüne, hem yarına. Hangi konuda olursa olsun hayale, düşünceye, bilgiye ve tabiiki insana saygı göstermeliyiz. Hemen etiketi vurup, karalama, kırma, dökme yolu yakışıksız bir tutum. Tabiki eleştiri, sorgulama, soru olmalı, olmazsa zaten olmaz ama anlayışımıza hitap etmiyorsa es geçmek en iyisi herhalde değil mi?. Sonuç olarak, 300-400 sene önce bir televizyondan, bir telefondan bahsetmek hayalden, rüyadan öte birşey değilken, şimdi zaman yolculuğu, ışınlanma, karadelikler, boyutlar, antimadde, uzay ve uzaylılar vb...gibi tüm olgular torunlarımız ya da onların çocukları için bizim TV'yi ve TEL'i hayatımızın vazgeçilmez bir parçası gibi görecekler, kullanacaklardır. Ben buna inanıyorum yeterki insan kendisine ve insanlara saygısını, sevgisini ve inancını kaybetmesin..Egosundan sıyrılıp "ben" demektense "biz" desin. Önce kendini, sonra evreni irdelesin, tefekkür etsin, evrensel düşünsünki bu koskoca evrenin küçük bir üyesi olduğunun farkına varılsın. İnsanoğlu istedikten sonra yapamayacağı hiçbirşey yok. İmkansız diye birşey yok. Bu konuda tarih en büyük destekçimizdir.

 

-------------------------------------------------------------------------------------------------          

Sinan Çetin

Tarih:03.03.2006 09:14:14

Neden bazı arkadaşlar felsefe din forumlarına katılmayı tercih edip inanmış oldukları masalları orada anlatmayı tecih etmezler ki. Kendini pozitif bilimden soyutlayıp vaktini ve aklını hurafe boş masalları okuyarak geçiren toplumlar diğerlerinin uşağı olarak yaşamaya mahkumdur. Benim isyanım buna çünkü Türk milleti bunu haketmiyor. Ben herkesi tekrar tekrar aklını ve becerisini positif ilimlere yöneltmesi için bir çağrıda bulunuyorum. Neden bir Türk windows işletim sisteminden daha kolay ve problemsiz bir sistem geliştirmesin, neden daha ekonomik ve kullanışlı alternatif bir enerji üretmesin, neden cocacola dan daha lezzetli ve daha zararsız bir içki sunmasın veya neden gezegenler arası yolculuk yapabilen bir araç tasarlamasın. Bu dünyada hizmetimize sunulan imkanlar insan aklıyla düşünülmüş tasarlanmış ve geliştirilmişse neden daha ilerisini içimizden biri yapmasın. Avrupa 300 sene önce uyandı şahlanmış koşuyor, biz neden hala birisi ecnebi dilde "kafirleri öldürün kesin biçin, karıları size helaldir, sana şu karı helal bu helal aslında hepsi helal, ister sıraya dizersin ister atlayarak gidersin" dizeleri okunurken gözyaşına boğulup ağlarız. Bugün elektrikten , evimizde akan sudan, bilgisayardan, internetten, buzdolabı, çamaşır makinesi, ütü ....vs vs.. kullanırken bir güzel rahata eren bazı arkadaşlar eminim Çetin bey bu makineyi yapsa ilk binmek isteyeceklerden biri olurdunuz. Bu deftere son yazışım olacak. İster bazıları karalamaya devam etsin isterse bir dünya küfür etsin. Ben mesajımı verdiğime inanıyorum. Dileyen dinler dileyen harun yahya vb. şarlatanlarının masallarıyla uyumaya devam eder...Türk milleti çalışkandır Türk milleti zekidir Türk milleti yücedir...tek yapması gereken pozitif bilimlere yönelmesi hurafe boş masallarla kaybettiği zamanı bir an önce telafi etmesi gerekliliğidir."hayatta en hakiki mürşit ilimdir"," istikbal göklerdedir"..."beni seviyorsanız eğer anlıyorsanız, laboratuvarlarda sabahlayın kahvelerde değil! Kitaplar, bilim ağartsın saçlarınızı  ancak böyle aydınlanır karanlıklar. Aranızı kapatmanızı istiyorum uygar uygarlıklarla, bilime sanata varılmaz rezil dalkavuklarla" K.ATATÜRK 

----------------------------------------------------------------------------------------------           

Müslüman  arkadaşlardan başka bir forum sitesinden bana gelen bir eleştiri:

<< Adolf Hitler'in yaşantısı incelendiğinde medyumlar aracılığıyla Büyük Ruh adlı bir varlıkla iletişime geçtiği, sapkın görüş ve uygulamalarını bu varlıktan aldığı direktiflerle yönlendirdiği iddia ediliyor bugün pekçok yerli ve yabancı internet sitesinde.

Şeytanın öğretisi olan ruhçu öğretide aynı unsurlar karşımıza çıkıyor:

İlk bakışta evrensel kardeşlik ve ırkçı karşıtlığından bahsederken bir bakıyorsunuz ki aslında üstün insanın sarışın ve renkli gözlü olduğunu, insanların tekamülü sonucu herkesin böyle olacağı iddia edilmeye başlanıyor ruhçu sitelerde.Tıpkı Hitlerin yaptığı gibi....

Yine ruhçu öğretinin ulaştığı sonuçlardan biri çaktırmadan liberal özgürlüklerin yok edilmesi, bireyin tek tip ve kolay yönetilir hale getirilmesi gerektiği. Tabii bunu açıkça söylemiyorlar,sosyalizm ve eşit gelir çığlıklarıyla birey düşmanlıklarını açığa vuruyorlar.

İşte size ülkemizden bir ırkçı-kominist ve ruhçu akım örneği:

http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/makrofelsefe1.htm

Bunun gibi yabancı sitelerde yüzlerce örnek var. Dikkat edin bu sapkınlığın temel prensipleri (ırkçılık-komünizm ve ruhçuluk) hiç değişmiyor. İşin acı tarafı bu öğretiyi benimseyenler insanlık için doğru yolda olduklarını zannediyorlar.  Irkçılık, ruhçuluk ve komünizm işte şeytanın size aşıladığı sapmalar bunlar.

Sevgili Bal, boşuna uğraşma senin ruhçu öğretine ve ırkçı görüşlerine kimseyi çekemezsin.

Muhammed peygamber zamanında olsaydın eğer senin gibi ruhçular ilk İslam'a karşı çıkacaklardan olurdu ki öyle olmuştur.

Kuran ruhlar alemi gibi saçmalıkları yalanlar. Kıyametten sonra yeniden bedenen yaratılıp sonsuza dek yaşayacağınızı söyler.Sizin gibi ruhçular ise ruhlar alemi safsatasıyla bunu inkar eder. Öldükten sonra ruhun bedenden ayrılıp özgürlüğe ulaşacağı yalanına inanıyorsunuz. Allah gönderdiği ayetlerde bunun böyle olmadığını söyleyince peygamberlere ve islama savaş açtınız. Peygamberin vefatından sonra ise dilinizi eğip bükerek ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek kendi öğretinizi kuran'a yamamaya çalıştınız.

şeytan ruhçu öğretisinde tekamül yalanını ve sarışın ırkın üstünlüğü zırvasını da benimsetir sizlere.Tıpkı hitlere medyumlar aracılıyla ulaşıp katliamlar yaptırdığı gibi siz ruhçuları da ırkçı yapıverir.


Ama öğretisini öyle ustaca aşılıyor size ki ne olduğunu anlamadan dark side'a geçiveriyorsun balcığım.
>>

Çetin BAL: Böyle yersiz itham ve yargılamalar doğrusu oldukça üzüntü verici ifadelerdir. Biz oysaki her demde hep düşüncemizi anlatageldik... Onlar nasıl görmek istiyorlarsa kendi menfaatleri ve çıkarlarının gözlükleri ardından anlaşılan yazılıp çizilenleri ona göre değerlendiriyorlar..Şu yukardaki eleştiriyi okuyun ve  Türkiyede  neden Makro Felsefi bir öğretinin gelişemeyeceğini anlamaya çalışın! Nerdeyse meydana çalı çırpı odun koyup beni şeytanla işbirliği yapıyor diye eski Fransız kutsal bakiresi  Jan Dark gibi yakacaklar! Bunlar maalesef masal yada espiri değil böyle karşı görüşlü insanlar islam adına ortalıkta geziyorlar! Böyle bir toplumda doğruyu anlatmak deveye hendek anlatmaktan daha zordur. Türkiyede ortalıkta sapkın psikolojik ideolojileri ile dolaşan ve tartışmasını sohbet etmeyi bilmeyen bir sürü sözde dindar paronayak insan varken salakça sonuca ulaşmayacak tartışmalara girmektense eski Roma arenalarını andıran Türkiyenin sosyolojik profil tablosu içinde en mantılısı bilincini yitirmiş düşünmeyen araştırmayan bu insanların kendi aralarındaki savaşı  tribünlerden izlemektir! O yüzden Türkiyenin özgürlükleri kısıtlayan sosyolojik manzarası içinde olaylara seyirci kalmak bir noktaya kadar en mantılı seçimdir.

--------------------------------------------------------------------------------------      

Deniz

Tarih:03.03.2006 19:03:58

Sevgili arkadaşlar ve site sahibi Çetin Bal, ben günler önce ziyaretçi defterine öylesine bir bakmıştım. O zaman defterde kaliteli bir kaç yazıya rastlayınca takılmaya ve kendi düşüncelerimi dile getirmeye başladım. Burası bir defter olayını aşıp forum boyutuna ulaşmak üzere, ama böyle devam etmeyeceğide ortada. Doğrusu düşündüm, değişik fikirlerle oyalandım ve en önemlisi eğlendim, zaman zamanda çok güldüm. Ben sadece kendi düşüncelerimi dile getirdim. Elbette kimsenin düşüncesini değiştiremem. Bu herkesin kendi macerası. Bu dünyada bir takım aklı evvel uyanıklar bir şeyler ortaya atacak, arkasından aklı bir karış havada tonla insan peşinden gidecek, gerçekten neyin ne olduğunu bilen bir kaç kişi uyarılarını yapacak, falan falan. Ohooooo bu o kadar çok yerde olmuşki, oluyorki. Ne önemi var. Aklı olan düşünür, etüd eder öğrenir, yanlış yolların bile içine girer yine öğrenir. Aklı olmayanda aklı evvel uyanıkların papağanı olur. O da yetmezmiş gibi bilimin çok bilinen doğrularından örnekler vererek bu uyanıkların işlerine delil getirir. Ben şunu sormak istiyorum. Galileo örneği çok kullanılıyor. Ya Allah aşkına bu nedir böyle? Bu örnek her olaya mal edilebilir mi? Aman açık fikirli olalım. Aman ortaya atılan teorilere, bazı çalışmalara kapalı olmayalım. Sonra Galileo'yu yargılayan kilise mahkemesi gibi geri ve tarih tarafından küçük düşürülmüş oluruz diyelim. Bu olur mu ya? Yani her teze, her teoriye, her çalışmaya, her ordan burdan toplama bilgiye, her şöyle bir şey keşfetmek için yola çıktım diyene saygı duyacağız ha? Bence bu imkansız ve çok saçma. Galileo örneğine karşı bir sürü yanlış olduğu bugün kanıtlanmış teori vardır, bu teorilerde insanları yıllarca meşgul etmiştir. Eeee bu durumda şu Galileo örneğini her olaya mal etmek havada kalıyor. Daha bilim adına verilmiş bir sürü örneği çürütürümde, şimdi burada uğraşamam yani. Bu site ise elbette Çetin Bal'ındır. Benim gibi karşı düşünce sahipleri elbette burada fazla fazla ne yaparlar, ne ararlarki. Eh işte diyorumya düşüncelerimizi dile getirdik, eğlendik güldük. Sizlerede biraz renk katmışızdır herhalde. Herkes bildiği gibi yaşar ve inanır elbette. Hepinize bay bay. 

--------------------------------------------------------------------------------------------------     

İsmail Göçer:

Tarih:03.03.2006 23:30:53

Yazı defterini hakikaten foruma çevirdik, klavyesi olan yazıyor. Yineliyorum ki, insan önce kendisine sonrada diğer insanlara saygısını yitirmemelidir. İstemesede, sevmesede hatta nefret bile etse saygı duyabilme erdemliliğini gösterebilmelidir. Gerçi okumuş olmak, zeki olmak, akıllı olmak, zengin olmak, makam-mevki sahibi olmak, ünlü olmak vs.. İnsan olmak demek değildir. İnsan olabilmek apayrı bir olaydır. Çünkü insani değerlere malik olmayı gerektirir. Ayrıca merak ettiğim önemli bir husus daha var; bu asırda yaşayan bir insan olmak avantaj mıdır yoksa dezavantaj mıdır?...Yavv arkadaşlarım, büyüklerim gerçekte aslolan olayların kendisinden çok, bizim onları yorumlayış biçimimizdir. Herhangi bir olaya anlam veren, katan yine bizleriz. Gerçek mutlulukta sorunlardan arındığımız zaman değil, bakış açısını değiştirdiğimiz zaman elde edilir. Küçük bir örnek; ünlü bir İtalyan ayakkabı firması, mallarına pazar bulabilmek için yetkili bir uzmanını Afrika'ya yolluyor. Birkaç gün sonra bu uzman şöyle bir telgraf çekiyor, " burada satış imkanımız sıfır çünkü herkes çıplak ayakla geziyor".. Firma başka bir uzmanını daha gönderir ve bu ikinci uzmanda bir kaç gün içerisinde şöyle bir telgraf çeker, "burada herkes çıplak ayakla geziyor. Milyonlarca mal satabiliriz"... Lütfen yıkıcı, kırıcı, alaycı olmayalım. 4-5 kişi uyanık, akıllı, bilirkişide binlerce, yüzbinlerce hatta milyonlarca kişi mi aklı bir karış havada?. Bu nasıl bir sınıflandırma?. Ben ve inanıyorumki bu çoğunlukta aslolarak en azından fikire yani "zaman yolculuğu ve zaman makinesi" fikrine saygı gösteriyor ve bunun üzerinde tefekkür ediyor. Bazılarının hani yakıştırmaları var ya hayal, uydurma, fantastik, saçmalık, yabancıların alıntısı, çalıntısı, toplama bilgiler, safsata, hayal tacirliği, masal, ninni vs...gibi ben sizler gibi böyle kati, önyargılı ve kaba düşünmesemde ne olursa olsun burada önemli olan "fikir"dir. Bu fikri anlamak, anlamaya çalışmak ve üzerinde düşünmek, tartışmak en asgari saygıyı hakeder. Hangi türde olursa olsun her fikir saygıyı hakeder. Özgür düşünce olmadan yenilik ve değişim, ilerleme, gelişim nasıl olabilir?. Daha bir fikre tahammülü olmayanların, insana veya diğer değerlere saygısı nasıl olabilir? Şu buzdağının görünen yüzüyle değilde, denizin derinliklerine yayılmış görünmeyen yüzüyle ilgilenmeye ne zaman başlayacağız? Hakikaten merak ediyorum....
 

 Bazıları gülmek ve eğlenmek için bu siteye ya da bu yazı defterine bakıyormuş, o zaman buraya bir fıkra yakışır değil mi?... Günün birinde fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologtan oluşan bir bilim heyeti bir araştırma için arazide bulunmaktadır ama birden yağmur bastırır ve hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Evsahibi bunlara birşeyler ikram etmek için biraz ayrılır, bu sırada hepsinin dikkati odada yanmakta olan soba üzerinde toplanır. Soba yerden bir metre kadar yukarıda, altındaki dizili taşların üzerindedir ve sobanın neden böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar. Kimyacı, "adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş böylece daha kolay yakmayı amaçlamış ". Fizikçi, " adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş ". Jeolog, " burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak, yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış ". Matematikçi, " sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş böylece odayı komple ıstmayı amaçlamış ". Antropolog, " adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş "..Bu sırada evsahibi içeri girer ve herkes ona sobanın niçin yukarıda olduğunun sebebini sorarlar. Adam gayet rahat cevap verir : " boru yetmedi de "...     

--------------------------------------------------------------------------------------------------      

Sinan Çetin

Tarih:02.03.2006 12:40:10

Hiç düşündünüz mü Türk insanı psikolojisi nereye gidiyor diye.Gidebileceği hiç bir yer yoktur. Çünkü herkes içindeki laik düşünceyle şeriat düzenini bir rafa oturtamamıştır.Bu hükümetlere de yansımış ve bu gün geldiğimiz noktada hala laik düzene ayak direten birileri tarafından yönetiliyoruz ve ne tarımsal ne kültürel ne ekonomik ne sosyal ... hemen hiçbir konuda belirgin bir politikamız yok ve herbirinde günden güne dışa daha bağımlı ve gittikçe zayıflayan bir rotada ilerliyoruz. Çok küçük bir azınlık dışında insanlarımız yarınını düşünmekten başka birşey düşünemez olmuş. Psikolojimiz gün be gün bozuluyor.cinnet geçirenler, kapkaççılar hayatımızda olağan yer etmiş ne kadar da normal okuyoruz gazeteleri. yada magazinin dışında kısaca yer alan haberleri dinliyoruz. Peki Atatürk'ün kurmuş olduğu cumhuriyetin evlatları bu yaşantıyı neden hakediyor. Bir konuda sadece tek bir dalda neden bir Türk'ün eseri dünyayı yerinden sarsmıyor. Çetin bal'a yolunda başarılar diliyorum...ve tekrar tekrar tüm arkadaşlara sesleniyorum ; "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" bunun gerisi hurafe boş işlerdir.masaldır... destandır... 

---------------------------------------------------------------------------------------------            

Seda

Tarih:02.03.2006 05:00:40

Aslında bu tartışmaları uzatmak istemiyorum artık. Çünkü bugün üniversite mezunu insanların bile bilim felsefesinden anlayanı az. Herkes hemen her teze, her söylenene çok kolay inanıyor. Bir kitap piyasaya çıktı, satılıyor okunuyor diye içinde yazanlar doğru demek değildirki. Yani şimdi piyasada kitaplarda yazan tüm bilgileri doğru sanacak kadar cahil olmadığınızı ummmak isterim. İnternette yayınlanan bir çok bilgide tam doğru değildir, gazete ve tv de de. Hatta okullarda okutulan kitaplardakiler bile. Zaman zaman okul kitaplarının içeriği yenilenir, tezler tartışılır, acaba bu okutulmalı mı okutulmamalı mı diye. Aslolan hep ispattır, ondan öncekiler araştırma, analiz ve sentezdir. Barış arkadaşımız tutmuş Piri Reis'in evrenin insan bedeni şeklinde olduğunu çizdiğini söylüyor. Pardon, anlamadım. Şimdi bu nereden çıktı. Piri Reis hakkında o kadar döküman okudum, ben böyle bir şeye rastlamadım. Tabii ucubik kitaplarda yazanları anlatıyor kesin. Ancak o kitapların ne değeri varki. Size bir örnek, Erich Von Daniken çok ünlü bir yazar, tonla kitap yazdı, çok tanınır bilinir. Bunların hepsi tamam. Peki gidin sorun bakalım hangi üniversite o kitapları onaylar. Ayrıca bugünün bilimine ve insanlığa şimdiye kadar herhangi bir buluşla yada fikirle kayda değer bir katkısı varmıdır, olmuşmudur? Ben bilmiyorum böyle bir olayını, bilen varsa açıklasın. Ben şunu gördüm, her şeye kolayca kanan öyle bir büyük insan topluluğu varki, hayret doğrusu. Aslında atmak, uydurmak çok kolay. Hani insanlığımdan utanmasam, kalkıp uyduruk bir tezle çıkacağım ortaya, sonrada paraya para demeyeceğim. Ben o atanlardan çok daha iyi atarım, bu bilimsellikten uzak güruhun aklını başından uçururum. Ancak ne varki, ben insanım, bunu kendime yakıştıramam. Neyse nasılsa her duyduğunuza, okuduğunuza inanıyorsunuz. Sizinle uğraşamam, sizi kendi fantezi dünyanızda bırakıyorum. İyi uçmalar.
---------------------------------------------------------------------------------------------            

Barış (nükleer fizik):

Tarih:01.03.2006 17:10:39

Selam seda hanım çok komiksin. 1- Ben Kahin değilim Allah’'ın dostuyum. Mutlaka Allah dostlarına günümüzdeki alimlerden daha büyük ilim verir. 2- İspatı : Atomlar 3600 elektron ve karsıt elektrondan oluşur. Ve sürekli Allah katından enerji alarak dönme işlemini saglarlar.günümüz alimleri bilmiyorlar. 3- Uzay evet insan vucudu seklinde piri reisde o haritayı çizmişti o zaman uzaya cıkıpmı çizdi? 4- Uzayda bir çok yaşam var dedim bununda arkasındayım. Geçmiş zamanlarda nükleer savaş olmadan önce insanlar uzaya ışığın üstünde hareket eden uzay gemileriyle gidiyorlardı (not dünya üzerinde bir çok nükleer savaş olmuştur) en basidi uzaya bile gitmeye gerek yok, Mısır piramitlerinin yapımında yer çekim kuvveti ortadan  kaldırılarak o taşlar oraya getirildi ve koyuldu. 5- Işığın üstündeki hıza çıkmak da anca karşıt elektronların sayısını yükselterek mümkün hale gelir. 6- Şimdi birileri kalkıp karşıt elektronda ne diyecek bu şey bizim nefs alemimiz. Buna da örnek vereyim; bir asma yaprağınının yüksek frekans altında resmini çekiyorlar görüntü bir enerji halesi şeklinde tam çıkıyor. Asma yaprağından yine kesiyorlar ve yine yüksek frekansta resmini çekiyorlar yine tam çıkıyor taaki asma yaprağının yarısını geçinceye kadar enerji halesi tam çıkıyor… 7- Üniversite veya başka yerde okumaya gerek yok! İlmin sahibi Allah …kime isterse ona verir..yeterki hak edin.  

--------------------------------------------------------------------------------------------------        

Adem Dudu

Tarih:03.11.2006 23:34:06

Efendim arkadaşımız diyorki "Türk halkı okumaya düşkün olsaydı gider üniversitelerde araştırır bulur okurdu" ne kadar kolaycı bir yaklaşım öyle ortada sesi çıkmayan halis muhlis bir millet var canı sıkılan millete çatsın ona koyun keçi desin ÇOK YANLIŞ bir düşünce toplumlar yetiştirdikleri aydınların kalitesine göre şekillenir gerçek aydınlar hangi toplumun içinden çıkarsa çıksın ilim irfan yolunda ilerledikçe içinde yaşadığı toplumdan farklı düşünmeye ve yürekli ise doğru bildiği fikirlere göre toplumu şekillendirmeye çalışır ama maalesef bizde böyle yürekli okumuşlar yok bizdekiler ilim yolunda 1 metre ilerlediklerinde gurur ve kibir yolunda 10 kat daha fazla büyüyorlar ego ve kibirde büyüdükçe de eylemde küçülüyorlar. Açık söylemek lazım bu milletin başına ne geldiyse okuttuğu insanlar yüzünden gelmiştir (MUSTAFA KEMAL gibi gerçek idealistler hariç) öyle ya cahil insan en fazla komşusuna zarar verir ama okumuş cahiller bütün ülkeye zarar verirler bunun iyi bilinmesi lazım efendim "halk kitap okumuyormuş" peki öyle ise KORSAN sektörü denen şey neden çıktı piyasaya söylermisiniz ben söyleyeyim halkın kitap okuma ihtiyacından çıktı asgari ücret alan milyonların yaşadığı bu ülkede 20 YTL verip te kim kitap alacak söylermisiniz KORSAN sektörü sayesinde kitap fiyatları düştü 20 YTL ye satılan kitaplar 3 YTL ye indi halbuki devlet kültür sektörünü sübvansiye etseydi destekleseydi bir kitap yayınlanana kadar her kademede vergi almak kolaycılığından vazgeçip bilakis bu sektöre artı değer katsaydı korsan sektörü diye bir şey de olmazdı halkımız kitap okuyor bilimin ve sanatın her dalına da çok meraklı çünkü bu alanlarda ülkemizde çok büyük boşluk var bu ülkede bilim adamları bilimi sanatçılar sanatı beklemeye almak için varlar. Bu alanlarda büyük boşluk var onun için sağ duyulu halkımız belki de bilinçsizce bu boşluğu gidermeye çalışıyor bakın size bir örnek ben de uzay geometrisi üzerine 20 yıldır araştırmalar yapıyorum bu alanda geliştirdiğim kavramlar var mesela HİPERKÜRESELHACİM kavramı bana ait bu kavramı bir profesöre açıklayabilmek izah edebilmek için resmen yırtındım ama bana en sonunda ne dedi biliyormusunuz "BEN NASIL BİR PROFESÖRÜM Kİ SENİN SÖYLEDİKLERİNİ ANLAYAMIYORUM." dedi yani kendisinden şüphe etti VAHDETİN FORMÜLÜ isimli kitabımda sonsuz boyutun kapısını aralayan formülüm de var bunu biraz daha geliştir deyip beni başlarından savdılar böyle yerlerde mi bilgininin peşine düşeceğiz halk bilgiye ulaşmak için entellerin akademisyenlerin peşinemi düşecek yoksa aydınlar mı halkın önüne düşüp onların mutluluk ülkesine sürükleyecek bence bilen insan bildiğinden ve bildiğini anlatmaktan bildiğine göre yaşamaktan sorumludur. iyi o zaman hukukçu ol bırak ülkende hukuk yerde sürünsün doktor ol insanlar hastalıktan kırılsın ve sen hiç bir şey yapma aynı nasreddin hocanın düşünen ama hiç bir şey yapmayan hindisi gibi bu ülkede bu kadar akademisyen var da ülkenin iki yakası neden bir araya gelmiyor çünkü diploma tek başına yetmez yürek lazım fedekarlık lazım vatansever olmak ve milletini sevmek lazım doğru bildiğin şeyleri yaşamak ve yaşatmak için öleceğini bildiğin halde kendini tek başına bile olsa meydanlara atabilecek kadar dava adamı olmak lazım bu ülkede bu kadar entel dantel okur yazar şair varken türk kültürünü harmanlayıp türk kültüründen iki tane karakter kurgulamak (TALİH DEDE ve KÖR TALİH Berikan yayınları 2002) benim gibi bir lise mezununa mı kalmıştı evet kalmıştı çünkü beyefendiler kendi kültürlerine sahiplenmiyorlar beğendimedikleri millet ise NASRETTİN HOCAYI, KELOĞLANI, HACİVAT-KARAGÖZÜ, DEDEKORKUTU ve daha bir sürü karekteri bağrından çıkarmış ama siz aydınlar enteller ne yaptınız kendi kültürümüze ait bir karakter kurgulama anlamında hiç bir şey halbuki elin oğlu PİNOKYOYU, HEİDİYİİ POLLYANNAYI ..... kurgulamış sanatın ve bilimin sınırlarını zorlamış ama siz hiçççççççç... Bizim millet olarak tek bir hatamız var o da okuttuğumuz insanlara sahip çıkamıyoruz onları yurt dışına gönderip asimile olmalarına göz yumuyoruz ama TÜRK MİLLETİ büyük ATATÜRK 'ünde söylediği gibi "zekidir çalışkandır yüksek karakterlidir. Bu sebeple ÇETİN BAL gibi diploması olmayan ama yüreği ve davasına sevdası olan insanları bağrından çıkarır... 

        ---------------------------------------------------------------------------------------------

Sayın ÇETİN BAL şu ülkemizde yaşayan diplomalı ama idealizm anlamında kısır olan enteller hintli bir keçi çobanının elindeki çubukla toprağın üzerine sayılar yazıp silerken bir sayı sistemi geliştirdiğini (sanırım binom açılımıydı) bunu haber alan ingiliz akademisyenlerin zavallının kokusunu mesele etmeyip onu apar topar ingiltereye götürdüklerini ona imkan verip bulduğu sayı sisteminede keçi çobanının adını verecek kadar alçak gönüllü olduklarını GAUSS teoremini bir ilk okul talebesinin geliştirdiğini bilselerdi acaba ne düşünürlerdi ÇETİN BAL lise mezunu olabilir ama ondaki cevherin ne olduğunu nereden biliyorsun on binlerce doktor bir araya geldiği halde hala bir hücreyi çözememişken on binlerce fizikçi atomun sırlarını çözememişken Arşimet suyun kaldırma kuvvetini hamamda Newton yerçekimini elma ağacının altında bulmuşken bilim kabul etmesede ilham tesadüf denen olgular varken hangi bilime yaslanarak bir insanı sadece diplomasına bakarak KATEGORİZE ediyorsunuz bu çok yanlış bir yaklaşım. ÇETİN BEY rant peşinde olsaydı zekasını internette başka amaçlar içinde kullanabilirdi hem de bu kadar uğraşmasına gerek kalmazdı......  

   --------------------------------------------------------------------------------------     

SAYIN asimetrikbaryon beyfendi 215. sayfada ÇETİN BAL bey efendiyi yimpaş dolandırıcılarına benzetirken benim gibi arkadaşların kendisini destekleyen yazılar yazmamız sonucu şimdi ÜSTADI arkanıza alıp bize saldırıyorsunuz 215. sayfada ÇETİN beyi eleştirirken onu parçalayıp yok etmeye çalışırken şimdi onun bilgisinden tecrübelerinden heyecanından yararlanmaya çalışan insanları aşağılayıp eleştiriyorsunuz. Hangi makam para ve ünvan sahibi insanları kategorize etme yetkisine sahiptir söylermisiniz 20 yıllık uzay geometrisi araştırmalarımın ürünü VAHDETİN FORMÜLÜ isimli kitabımı bile okumadan bana sanal parçacık diyorsunuz. Bu ne cesaret! Yaptığınız şey kibirden ruhu kararmış ŞEYTANIN tanrıya inat HZ. ademi aşağılamasına benziyor ama unutmayınki aşağıların en aşağısına yuvarlanan HZ. ADEM olmadı şeytan makamını kaybederek layığını buldu.  

-------------------------------------------------------------------    

Emin Öztürk                     

Tarih:04.11.2006 21:29:16

Sizi yazın başından beri tanıyorum ve bir kaç makalenizi okumuşluğum var. Bilmiyorum boş bir adama benzemiyorsunuz.Yazdıklarınız normal bir insanın anlayabileceği yada söyleyebileceği şeyler değil. Üstelik geleceğe yön verecek bir konu olan kuantum konusunda da gayet bilgilisiniz. Pişti programında her ne kadar dalga geçilsede sizinle ben en azından hadi olursa diyorum ve elimden gelen desteği vermek istiyorum. 

       

Dünya insanlığının geleceğine dair bazı vizyonlar: Geleceğin dünyası nasıl olabilir?(Pdf)

                                           

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

Ana Sayfa / index /Roket bilimi / E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2   

Time Travel Technology /Ziyaretçi Defteri /UFO Technology/Duyuru

Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi /Uçaklar(Aeroplane)

New World Order(Macro Philosophy)