"Kendiniz
kendinize ışık olun.
Dışınızda olan;
dışınızdan gelebilecek hiçbir şeyden
kim olursa olsun,
kimseden destek dayanak aramayın.
Kendinize yalnız
gerçeği ışık
yapın."
Buda'nın ölmeden önce
öğrencilerine verdiği öğüt buydu.
Başka bir kez de şöyle demişti:
"Çok eski çağlardan beri yürürlüktedir diye
dedelerinin dedeleri de
saygı gösteriyor
diye,
geleneklere salt gelenek oldukları için
inanma;
eski zamanların destanları,
söylenceleri
böyle söylüyor diye
inanma;
kendi kafanın yaratısı olan
kurgulara, imgelere
onları oraya, Tanrı'nın soktuğunu sanıp
inanma;
öğretmenlerinin
ya da
keşişlerin
söylediklerine
yalnız onlar söylediler diye
inanma.
Ancak inceleyip irdeledikten,
kendi yaşantınla denedikten,
aklına yatkın bulduktan,
senin için de, başkaları için de
yararlı olduğu kanısına vardıktan sonra
inan."
Bir yandan
benin
bir
yanılgı
olduğunu,
tüm acıların,
üzüntülerin
benlikten, bencillikten
kaynaklandığını
öğretisine
temel yaparken,
öbür yandan tüm öğretiler içinde
belki de
bireyciliği
en ileriye götürmüş olanı
Buda'nınki
olmalı.
Budist Felsefe
Yeni bir
din ve felsefe olan Budizm'in Hindistan'da ortaya çıkışı,
Sokrates öncesi felsefenin Yunanistan'da ortaya çıkışıyla
yaklaşık aynı döneme denk gelir. Bu bağlamda, 'Budist felsefe'
bu dinin Hindu kurucusu Siddartha Gautama'ya (M.Ö. yaklaşık
563 - 483) kadar dayanan inanç ve felsefî tutumlara işaret
eder. Daha sonraları Tibet ve Doğu Asya'dakiler gibi başka
kültürlerde ortaya çıkan diğer Budizm formlarını burada ele
almayacağız.
Siddartha Gautama, Hindistan'daki birçok
kutsal adamın yaptığı gibi, çileci bilge bir adam olarak
dolaşmak için karısını ve evini terk etti. Yıllarca nefsini
katı bir şekilde terbiye ettikten sonra, hâlâ insan
hayatıyla ilgili temel meseleler hakkında bir şey bilmediğini
(avidya) fark etti. Bunun ardından nefis terbiyesinden
vazgeçti ve tefekkürle dolu sıradan bir hayat tarzını tercih
etti. Bir süre sonra, Gautama yeni bir öğretiyle ortaya çıktı.
Sonunda doğru yolu bulmuştu. 'Buddha' (aydınlanmış kişi)
olmuştu.
M.Ö. 5. yüzyılda Hindistan'daki manevi hayat,
Upanişadlar'ın Hint düşüncesinde önemli bir yer işgal
etmesine rağmen, hâlâ Vedacı geleneğin izlerini
taşıyordu. Buddha'nın yeni öğretisi eski Vedacı literatür
ile tüm ritüel ve ayinlere keskin bir şekilde zıtken, diğer
yandan da Upanişadların bazı parçalarının eleştirel bir
şekilde değiştirilmiş halini temsil ediyordu. Aykırı bir
şekilde Buddha, spekülatif ve dini düşünceye karşı oldukça
olumsuz bir tavır sergiler. Modern yorumlar bu yüzden biraz da
anakronizm riskini taşıyarak Buddha'yı bir 'empirisist' ve
'septik' olarak tasvir ederler. (Buda'ya atfedilen metinler,
daha sonraları ona yönelen tapınmaya giden yolu
hazırlar). Dolayısıyla, Budizm'i 'ateist', yani Tanrı
konusunda sistematik bir teoloji ya da öğreti sunmayan bir din
olarak tanımlamak, belli bir ölçüde doğru olacaktır.
Upanişadların birçoğuyla aynı çizgide olarak
yeni öğreti, bireyin özgürlüğünü ve kurtuluşunu amaçlar.
Buddha bu amacı Nirvana bir çok yönden diğer geleneklerdeki
Mokstıaya karşılık gelen bir terim - olarak tanımlar. Nirvana
ya ulaşmak isteyenler felsefî ve dinî doktrinler de dahil
olmak üzere kendilerini bu dünyaya bağlayan her şeyden azat
etmelidir. Parlak bir sal benzetmesiyle Buddha bunu şöyle
açıklar: Bir adam tehlikeli bir nehri geçmek zorundadır. Ağaç
dallarını ve sürgünleri bir araya toplar ve kendisini karşı
kıyıya taşıyacak bir sal yapmak için bunları birbirine bağlar.
Güvenli bir şekilde karşı kıyıya geçtikten sonra kendi
kendine şöyle der; bu sal gerçekten iyi ve kullanışlı. Bunu
yanımda, başımın üstünde taşıyacağım. Adam bu şekilde
artık ihtiyacı olmayan bir salla birlikte seyahat eder.
Hikayeden çıkan ders yeni öğretinin tıpkı bu sala
benzediğidir. Amacı nehri geçmek, Nirvanaya ulaşmaktır; bundan
öte taşınmasına gerek yoktur. Felsefenin amacıyla ilgili
benzeri örnekler felsefe tarihi boyunca farklı zamanlarda da
ortaya çıkar: Felsefe önemli bir araçtır, 'sahip olunması hoş'
bir şeyden ibaret değildir.
Buddha'nın öğretisi hem çok derin hem de
anlaşılması güçtür. Burada sadece O'nun 'dört katlı asil
gerçeğinin' ana noktalarını belirtebiliriz:
Acı Çekmenin (Dukkha) Asil Gerçeği şudur:
Doğum acıdır; yaşlanma acıdır; hastalık acıdır; ölüm acıdır;
keder ve ağıt, ıstırap, elem ve ümitsizlik acıdır; hoş
olmayanla ilişki acıdır, hoş olandan ayrılmak acıdır;
istediğini elde edememek acıdır. Kısacası, toplam beş bağlılık
acıdır.
Acının Kaynağıyla İlgili Asil Gerçek şudur:
Ateşli tutkuyla bağlı bu iştiyak (şiddetli arzu), yeniden
varoluşu ve yeniden oluşu doğurur. Kah orada kah burada
taze bir haz bulur; yani duyu hazzına olan iştiyakta; varlık
ve oluşa duyulan iştiyakta; ve yokluğa (kendini yok etme)
duyulan iştiyakta.
Acının Kesilmesinin Asil Gerçeği şudur: Bu
iştiyakın tamamen kesilmesi; bundan vazgeçme, bunu terk etme,
kendini bundan serbest kılma ve koparma.
Acının Kesilmesine Giden Yolun Asil Gerçeği
şudur: Bu, sekiz kıvrımlı asil bir yoldur: Yani doğru bakış,
doğru düşünce, doğru konuşma, doğru davranış, doğru maişet,
doğru çaba, doğru hatırlayış; doğru yoğunlaşma.14
Dört Katlı Asil Gerçek öğretisi, Arthur
Schopenhaur tarafından kötümser bir şekilde yorumlanmıştır.
Schopenhauer sistematik olarak Doğulu hikmetle meşgul
olan ilk Batılı felsefecidir. Schopenhauer, Buddha gibi
hayatın sefaletini ve varlığın boşluğunu başlangıç noktası
olarak aldı: Her şey aptalca, kör ve doymak bilmez bir
yaşama ihtiyacıyla kuşatılmıştır. İşte bu yüzden varlığımız
endişe ve ıstırap doludur. Hoşnutsuzluk ve acı temel
deneyimlerdir; arzu, ebedi hayata duyulan iştiyak bir
anlık söndüğünde ortaya çıkan bir yanılsamadan ibarettir.
Hayatın acısından kurtuluş sadece yaşama arzusunu inkar
etmekle mümkün olur. Önerdikleri çözümler aynı
doğrultudadır: Buddha şiddetli arzu ve isteği söndürmek
ister; Schopenhauer yaşama isteğini söndürmek ister.
Böylece
eylem için geriye hiçbir güdü kalmayacaktır.
Schopenhauer, bütün arzunun Susturulduğu zihinsel sükunet ve
nihai kurtuluş halini Nirvana olarak
isimlendirir-Schopenhauer'ın, Dört Katlı Asil Gerçek
Öğretisine dair sunumu aşırı derecede kötümser olabilir;
belki de bu yorum açıklığa kavuşturduğundan daha fazlasını
muğlaklaştırır.
Schopenhauer'ın öğrencisi olan Friedrich
Nietzsche, Budizm'e Batılı bir yüz kazandırmıştır.
Nietzsche'ye göre Budizm'in ideali insanı 'iyi' ve 'kötü'den
ayırmaktır- Bu Budizm'in acıya karşı mücadeleye en temel
katkısıdır. Nietzsche'nin felsefesinde Budizm, Platoncu
metafizik ve Hıristiyanlıkla olan mücadelede bir müttefiktir:
'Çarmıha gerilene karşı Buddha'. Schopenhauer'ın ve
Nietzschtfitnn Buddha'yı ne ölçüde bir kifayetle anladıkları
hala tartışmaya açık bir konumdur.
Budizm'deki başka bir tartışmalı sorun benlik
öğretişidir. Buddha'nın temel fikirlerinden biri de dünyanın
şeyler ya da tözler olarak değil, işleyişsel olarak
anlaşılmasıdır. Dolayısıyla, kalıcı bir benlikten ya da
'ben'den bahsedemeyiz; benlik bireyden önce gelen ruhi bir töz
olamaz. Her saniye kişiliğimizi oluşturan fani ve geçici
bilinçlilik durumlarının bir akışını tecrübe ederiz
sadece.
Modern yorumcular bu noktada, Buddha
ile David Hume (1711-1776) gibi deneyci felsefeciler arasında
benzerlikler bulur. Hume, Buddha konusunda bir bilgisi
olmamasına rağmen, zihinsel töz fikrine karşı benzeri bir
eleştiri getirmiştir . 19. yüzyılın sonunda Nietzsche, töz
çerçevesinde düşünme konusunda benzeri bir eleştirinin
sözcülüğünü yapmıştır. Hayret verici şekilde bu, modern öncesi
ve post modern felsefenin buluşma noktası
olmuştur.
Faklı
bir anlatımla Budizm ve Buda
Hindistan’ın
kuzeyinde, Nepal’in güneyinde,Himalayalar’ın eteklerinde yaşayan “Şakya”
kabilelerinin kralı Sudhodana ve kraliçe Maya, M.Ö. beşinci yüzyılda
yaşamlarını sürdürürken, nurtopu gibi bir çocukları olmuştu. Çocuğun adını
Sidharta Gautama koydular. Bu çocuk daha doğar doğmaz konuşmaya ve yürümeye
başladı. Dört bir yana yedişer adım atarken, attığı bu her adımların
arkasında lotus çiçekleri peydah olmaya başladı. Ülkedeki tüm kahinler yeni
doğan bu çocuğun ya büyük bir kral, ya da aydınlanma yolunda önemli bir din
adamı olacağı kehanetinde bulundular.
Bir hafta sonra ana kraliçe
Maya, Prens Siddharta’yı yetim bırakarak hayata gözlerini yumdu. Çocuğu
büyütme işi de kralın diğer eşlerine kaldı. Babası bu çocuğun din adamı
değil de kendisi gibi büyük bir kral olmasını istiyordu. Bu nedenle onu bir
kral gibi yetiştirmeye başladı.
Küçük Siderta sarayda bilim,
sanat ve savaş dersleri alarak büyüdü. Yıllar sonra yağız bir delikanlı
olduğunda, güzeller güzeli Yasodhara ile evlendi. O yaşa kadar sarayın
dışına hiç çıkmayan prens, bir gün dışarıdaki hayatı tanımak istediğini
babasına ilettiğinde kralı bir telaş aldı. Yok mok dediyse de prens ısrarla
halkın arasına girmek isteğini yineledi. Bu diretmeler karşısında, daha
sonra öğreti kitaplarına “dört bakış” olarak geçecek, dört gezintiye
çıkmasına izin verildi.
Prens Siddharta ilk üç
gezisinde hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi kavramlarla karşılaştı. Bu durumda
insanların mutlu olamayacağı izlenimine kapıldı ve üzüntüsünden bir süre
saraya kapandı. Dördüncü gezintisinde bu kez, elinde pirinç kasesi,
ayakları çıplak, başında saçı olmayan bir dervişe rastladı. Bu derviş
prense, gerçek mutluluğu bulmak için tüm dünyevi nimetlerden vazgeçtiğini,
yollara düşerek gerçek mutluluğu aradığını ve bu mutluluğu insanlarla
paylaşmak istediğini belirtip, daha önce yaşadığı acılara ancak bu şekilde
karşı koyacağını söyledi. Prens Siddharta, adamı dinledikten sonra, o anda
beyninde şimşekler çaktı ve aynı yolun yolcusu olmaya karar verdi. Günlerce
sarayda uykusuz kaldıktan sonra bir gece küçük oğlunu, karısını ve gelecekte
kendisine kalacak krallığı bir kenara bırakıp saraydan kaçarak kendini
yollara vurdu. Günlerce yol gittikten sonra yüksekçe bir tepede bulunan
kutsal Bodi ağacının (incir) altına gelince beline kadar inen saçlarını
bir kılıç darbesiyle kesip;
“Eğer ‘Buda’ olacaksam bu saç
tutamı havada kalsın, yok olamayacaksam, yere düşsün” dedi.
Saç tutamı havada kalınca
tanrıların kralı İndra, ona gökten bir rahibe gerekli olan safran rengi üç
bez parçası, bir pirinç çanağı ve bir su kabı gönderdi.
Siddharta artık bir prens
değil, aydınlanma yolunda bir rahipti. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Yokluklar,
açlıklar, sefaletler çekti. Bu çileli hayat tam altı yıl böyle devam etti.
Sonunda sadece acının ve yokluğun mutluluk getirmeyeceğini anladı. Bu defa
yüksek bir mekanda yine bir incir ağacının altında derin düşüncelere daldı.
Bağdaş kurup uzun süre öylece kalakaldı. Aydınlığı, bilgeliği elde edinceye
kadar hiç kıpırdamadan durdu. Onu bu yolundan döndürmek isteyen şeytan
Mara’ya karşı, Siddharta büyük mücadele verdi. Sonunda şeytana dönerek:
“Toprak şahidim olsun ki,
benim aydınlık bilincim, senin kötülüğünü yenecek” dedi.
O gecenin sabahında
Siddharta Gautama, “Buda” olmuştu. Yani aydınlanmış, en yüce bilgeliğe
ulaşmış kişi olmuştu.
O artık insanlara bilgeye
giden yolu öğretecekti.
Buda’nın bu öğretisi
yüzyıllar boyunca obadan obaya, yöreden yöreye, bölgeden bölgeye, ülkeden
ülkeye yayıldı durdu. Zaman zaman farklı değerlendirildi ama dört soylu
gerçek ve aydınlanma yolu hiç değişmedi. Dünyanın her yerinde Budistler,
daha doğru, daha iyi bir insan olabilmek için çabalarını daima sürdürdüler.
Budizm inancına göre dünyada
üç ana evre var.
Birinci Evre: Güncel zevk ve
şehvetin hakim olduğu yaşam tarzı, gelip geçici duyguların hüküm sürdüğü
dönem.
İkinci Evre: insanın güncel
zevk ve şehvetlerini yaşamasının yanı sıra, bununla ruhunu doyurmayıp,
meditasyona da yönelmesi.
Üçüncü Evre: Dünya
nimetlerinden, zevk ve şehvetten tamamen soyutlanıp, sonsuz mutluluğa
erişilmesi. Yani nirvana’ya ulaşılması.
Budist tapınaklarındaki
silindirlerin elle sürekli çevrilmesinin sebebi; erdem, adalet hak ve
hukukun devam etmesini sağlamak, budist yasalarının yürürlükte olduğunu
göstermek.
Budizm, din olmaktan ziyade
bir öğreti ya da bir yaşam felsefesi niteliği taşıyor aslında. Bu öğretide
dört ayrı soylu gerçek var. Bunlar sırasıyla,
Birinci Soylu Gerçek.
Dukha: Acı keder, ızdırap, doğum, hastalık,
İkinci Soylu gerçek.
Samudaya: Tutku açgözlülük, zengin olma isteği, cinsel istekler.
Üçüncü soylu gerçek.
Nirodha: Susuzluğun yok edilmesi.
İsteğin ve nefretin sona erdirilmesi, maddeye bağlılıktan kurtulma.
Dördüncü soylu gerçek.
Magga: Yol demek (her şeyden arınıp tamamen Nirvana’nın yolundan gitmek.
Nirvana’nın yolu ise sekiz
basamaktan oluşuyor. Doğru anlama, doğru düşünme, doğru konuşma, doğru
davranma, doğru geçim, doğru çaba, doğru hatırlama ve doğru yoğunlaşma.
Bu öğretilerin ışığında
gerçek bir Budist’in amacı hep bir gün öncesine göre daha pozitif ve daha
iyi bir insan olabilme çabasıdır. Bunların hepsini yapmaya çalışıyorsanız
aslında sizlerde Nirvana yolundasınız demektir.
Başka bir kaynaktan
kısaca Buda
Buda Kimdir ?
Asıl
adı Siddharta Gautama olan Buda, tahminen MÖ 600-400 yılları arasında
yaşamış Hintli bir bilgedir. Hayatı konusundaki efsaneler, kendisinin
ölümünden yüzyıllar sonra yazılmış olan birtakım yazılara dayanmaktadır. Bu
yazılara göre Buda'nın yaşamı şu şekilde özetlenebilir:
Şakya Kralı Suddhodana'nın oğlu olarak dünyaya gelen Gautama, saraylarda
lüks ve sefa içerisinde büyütülür. Kral, henüz oğlu yeni doğmuşken falcılara
danışır. Falcılar da, oğlunun büyüyünce ya çok büyük bir hükümdar, ya da çok
büyük bir din adamı olacağını söylerler. Oğlunun kendisi gibi bir kral
olmasını isteyen Suddhodana da, onu dine yöneltebilecek her şeyden uzak
tutmaya çalışır. Hükümdar, onun hayatın acı yönlerini görmesini engellemeye
ve zevk içinde yaşatmaya çabalar. Gautama hayattan bekleyebileceği her şeye
sahiptir. Hazineler, en iyi eğitim, cariyeler, her türlü eğlence ... 16
yaşındayken evlenen Gautama, 29 yaşına gelene dek bu zevk ve sefa
içerisinde, saraylar dışındaki hayattan habersiz olarak yaşar. Bir gün,
hizmetçisi ile birlikte bir saraydan diğerine giderken karşısına çok yaşlı,
iki büklüm olmuş bir ihtiyar çıkar. Bir süre sonra hastalıktan eriyip
tükenmiş bir adama rastlar. Daha sonrada bir cenazeye şahit olur. Ve son
olarak da gezgin bir derviş görür. Gautama, bu yolculukta hayatın zevk ve
eğlenceden ibaret olmadığını anlar. Artık hayatın üç acı yanını tanımıştır;
yaşlılık, hastalık ve ölüm. Bir de tüm bunlardan uzakta gibi görünen
ermiş... Gördükleri üzerine uzun süre düşünen ve çok derinden etkilenen
Gautama sahte bir dünyada yaşadığını anlar. Gördüğü derviş gibi evini
barkını bırakıp acılardan kurtuluşu ve bu yaşamın gerçeğini aramaya karar
verir. Yeni doğmuş çocuğunu, karısını ve tüm zenginlik ve eğlenceyi geride
bırakarak bir gece gizlice saraydan ayrılır.
İlk olarak Alara Kalama adında bir dervişe öğrenci olur. Meditasyonu ve
Atman öğretisini ondan öğrenir. Fakat bir süre sonra bu kişiden öğrenecek
daha fazla şeyi kalmadığına kanaat getirerek Uddaka adında başka birisinin
öğrencisi olur. Buradan da öğrenecek bir şeyi kalmayınca buradan ayrılır.
Daha sonraları tanıştığı beş çileci ile beraber, uzun müddet çileci bir
yaşam yaşar. Çilecilikte ölümün eşiğine gelene dek kendisini zorlar. Buna
rağmen aradığı gerçeği bulmaktan çok uzak olduğunu görünce hayal kırıklığına
uğrar ve çileciliği bırakır. Ona göre , ne aşırı haz düşkünlüğü, ne de aşırı
çilecilik gerçeğe eriştiremezdi. Ara bir yol olmalıydı. Çileci arkadaşlarını
da terk eder. Bir gün, bir incir ağacının altına oturarak meditasyona
başlar. Tam ve aşılmaz aydınlanmayı gerçekleştirmeden buradan kalkmamaya
yemin eder. Çok sıkı bir mücadelenin ardından aydınlanmaya ulaşır ve Buda (
aydınlanmış kişi) olur. Bundan sonra öğretisini insanlara anlatmak ve
kurtuluş yolunu göstermek üzere vaazlar vermeye başlar. Kendisine öğrenci
olan kişilerce bir aydınlanma örgütü kurulur ve böylelikle Budizm doğmuş
olur..
Ansiklopedik kaynaklara göre Gautama
Buddha
Gautama Buddha, M.Ö. 563-483 arasında Hindistan'da
yaşadığı tahmin edilen ruhani öğretmen, ve Budizm'in kurucusudur. Doğduğunda
adı Siddhārtha Gautama'dır. Prens Siddharta ya da Śākyamuni (Sakya
kabilesinden gelen bilge) adlarıyla da anılır.
''Aydınlanmış kişi'' anlamına gelen Buddha ise, peşine düştüğü yaşam ve
ölümün ardındaki gerçeğin arayışı sonucu Siddharta Gautama'da oluşan ruhani
bir değişimi anlatmak için kullanılır.
Hayatı
Siddharta, Hindistan'ın kuzeydoğusunda, Nepal sınırının yakınlarında bulunan
Kapilavastu şehrinde hüküm süren Kral Suddhodana ile kraliçe Maya'nın
oğluydu. Gautama klanı ve Sakya kabilesinden olan Siddharta'nın M.Ö.563
yılında Nepal yakınlarındaki Lumbini'de doğduğu söylenir. On altı
yaşındayken kuzeniyle evlendi. Sarayda maddi olarak hiçbir eksiği yoktu. Ama
derin bir doyumsuzluk içindeydi. İnsanlarının çoğu yoksul ve sürekli
birşeylere ihtiyaç duyuyorlardı. Zenginler bile sık sık bunalıma ve
mutsuzluğa kapılıyorlardı. "Hayat, acılar ve ölümlerle biranda silinen
geçici zevklerin ötesinde birşey olmalı" diye düşündü. 29 yaşındayken, ilk
oğlunun doğumundan sonra, bu hayatı bırakması ve gerçeği araması gerektiğine
karar verdi. Saraydan, arkasında herşeyini bırakarak ayrıldı ve bir gezgin
oldu.
Zamanın kutsal kişileriyle geçirdiği bir süre sonunda bu kişilerin hayat
hakkındaki önerileri doyurucu bulmadı. Dünya zevklerinden tamamen el
çekmenin, yani çileciliğin gerçek bilgeliğe giden yol olduğuna inanılıyordu.
Bu nedenle birkaç yıl oruç tutarak ve nefsine eziyet ederek yaşasa da bir
süre sonra bedenine işkence etmenin sadece beynini bulandırdığını, kendini
gerçek yoldan saptırdığını düşünerek dünya zevklerinden el etek çekme
fikrinden vazgeçti. Yıllar boyunca (bazı kaynaklarda 9 yıl olduğu söylenir)
sadece derin düşüncelere dalarak ve değişik meditasyon teknikleri
geliştirerek yaşamını sürdürdü.
Bir gece, Bodhi ağacının altında otururken ilham geldi. Bütün geceyi
düşünerek geçirdi, sabaha artık Buddha yani "aydınlanmış olan" olduğuna
inandı. Bu sırada otuzbeşindeydi. Hayatının geri kalanında, Hindistan'ın
kuzeyini, Ganj kıyılarının kutsal kenti Benares ve dolaylarını yeni
felsefesini anlatarak gezdi. Buddha'nın temel öğretisini, Budistler Dört
Asil Hakikat olarak adlandırır: İnsan hayatı aslında acılardan ibarettir; bu
acıların sebebi bencil ve doymak bilmez isteklerdir; insanın bencilliği ve
istekleri sona erdirilebilir; sonuçta bütün bu doymak bilmez arzu ve iştah
ortadan kaldırıldığında, ulaşılan durum nirvana olarak adlandırılır.
Bencillik ve isteklerden kaçışın yöntemi, "
Sekiz Katlı Asil Yol" diye adlandırılır: Doğru görüş, doğru niyet, doğru
konuşma, doğru hareket, doğru geçim kaynağı, doğru çaba, doğru düşünme ve
doğru meditasyon.
Başka bir anlatımla BUDİZM - Buda
Budizm, son yıllarda
Batı'nın özellikle de Hollywood yıldızlarının rağbet ettiği dini-felsefi bir
öğreti. Ölümü, bilginin sona ermesi olarak yorumlayan Buda'ya göre, ruh
bedenden bedene göç ederek tüm arzularından kurtuluyor ve nirvanaya
ulaşıyor. Her ne kadar Budizm'de Allah inancı yoksa da bazı İslam
bilginlerine göre, Buda, Kuran'da da işaret edilen bir uyarıcı.
Hint inanç ve düşünce sistemlerini oluşturan üç önemli akımlardan biri de
Budizm. (Diğerleri Brahmanizm ve Hinduizm). M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan
Siddharta Gautama (doğumu İ.Ö. 563-ölümü İ.Ö. 483) tarafından kurulan
Budizm, mabedsiz, ibadetsiz, dini bir ahlak ve düşünce sistemini içeriyor.
Bu dünyanın kötü olduğu esasına dayandığı için "kurtuluş" fikri üzerinde
duran Budizm, kurtuluşun manevi arınma ile olacağını kabul ediyor. Buda'nın
amacı, kaderciliğe karşı sorumluluğu, taassuba karşı hoşgörüyü, kötümserliğe
karşı ümidi getirerek insanları acılardan, hırslardan ve bencillikten
kurtarmaktı. Budizm, başlangıçta yalnızca ahlaki düşüncelerle, düzenli ve
disiplinli bir yaşam anlayışı ile sınırlanmıştı.
Buda'nın öğretilerinde, Hinduizm'den farklı olarak cin, şeytan, ibadet,
tören, dua, kurban ve adaktan bahsedilmez. Çünkü, Budizm'in doğduğu dönemde
Hindistan, her biri birer yoga önderine bağlı, küçük dinsel topluluklarla
doluydu ve Brahman ayinlerinin ve adak törenlerinin dışa dönük kuralcılığı
artık çoğu kimseyi doyurmuyordu. Buda, dünyadan değil, onun zevklerinden el
çekmeyi tavsiye ederek, Hindu dininin koyu tutuculuğunu ve inzivacılığını
yumşatmaya çalıştı.
Buda'nın ölümünden sonra Budizm, Hinâyâna ve Mahâyâna olarak iki kola
ayrıldı. Hinâyâna yani eski Budizm, bireyleri bu dünyanın sıkıntı ve
ızdıraplarından kurtarmayı amaçlar. Yani, önce bireyin yazgısını ve
kurtuluşunu dikkate alır. Buna göre, acı çekmekten kurtulmanın tek yolu,
yaşamdan el etek çekerek Nirvana'ya ulaşmakla elde edilebilecek ahlak
yetkinliğidir. Buna karşın Mahâyâna adı verilen yeni Budizm, bireyden çok
tüm insanlığı, yani bütünü dikkate alır. Bu anlayışa göre, büyük borç,
gerçekte tüm insanlığa hizmet ettikten sonra ödenmiş olacaktır. Bireyin
sadece kendisini kurtarmasının hiçbir önemi yoktur.
Budizm M.Ö. 1. yüzyılda girdiği Çin'de büyük ilgi ile karşılaştı. Çinli din
adamları Buda'yı tanrılaştırdılar. Çin imparatorunu da tanrının bir tasviri
olarak gösterdiler. Buda'nın tekrar geleceğini ve bir altın devir
yaşatacağını telkin ettiler.
Nirvanaya ulaşmak
"Kurtuluş" meselesi, Hint düşünce hayatının en önemli unsurlarından biridir.
Ruh, cismani aleme kendi suçu yüzünden girer ve çeşitli bedenlerde dolaşır
durur.
Ta ki, kendisini tatmin edemeyeceğini anlayana kadar. Böylece saf
cevherini tekrar elde etmeye başlar. Son amaç, nirvanaya varmaktır. Diğer
Asya dinleri gibi Budizm'in de kabul ettiği "karman" adı verilen öğretiye
göre, herkesin şimdiki yaşamındaki davranışlarının sonucu, sonraki yaşamında
ortaya çıkıyor. Budizm, ruhların bedenden bedene geçtiği inancını
paylaşıyor. İnsan ruhu ölümle birlikte yok oluyor. Ama ölünün "karman"ı
yaşıyor ve bir ana rahminde bir "vicnana"ya (ruhun yeni bir bedene göç eden
bölümü) yani ruh göçü çemberinden kurtularak arzuların tümüyle söndüğü "nirvana"ya
(insana acı çekme, yanılsamayla bilgisizlikten kurtaran ve bu dünyadaki tüm
isteklerin silinmesiyle gerçekleşen durum) erişiyor.
Budizme göre, insanın bu dünyada duyduğu acının sebebi arzularıdır. Kalıcı
olmama, cevhersizlik ve acı çekme, varoluşun üç esasıdır. İşte, bunları
bilmemek insana acı verir. Hayatta gerçek mutluluk, huzur yoktur ve acı,
hayatın her tarafında temelli, kaçınılmaz bir olaydır.
Buda, doğa ve ruhsal olayları açıklarken beş unsurun karışımına dikkat
çeker. Bunlar maddiyat, duygular, algılar, zihni şekillenmeler ve farkında
olmaktır. Doğu düşüncesinde, özellikle Hindistan'daki dini felsefi
inançlarla Budizm arasında doktrin bakımımdan esas farklardan biri de,
ezeli-ebedi, değişmeyen bir ruh bulunmadığıdır. Budizm'de belli başlı dört
hakikat ile beş ahlaki unsur vardır. Hakikatler şöyle sıralanır:
1. Varlığın zorunlu sonucu, üç şekilde (hastalık, ihtiyarlık ve ölüm)
tecelli eden elemdir.
2. Elemin sebebi arzu ve ihtiraslardır.
3. Arzu ve ihtiraslardan doğan elem, son bulabilir. Bunun çaresi, arzu ve
ihtirasları kontrol altına almaktır.
4. Nirvanaya ermek için ahlaki yol, mutlak feragattir.
Nirvananın ne olduğu pek açık olmamakla birlikte nirvanada keder
olmadığı, arzu ve isteklerin insanı rahatsız etmediği, tekrar tekrar doğup
ölmenin sona erdiği, 'ben'liği insanın kendisinden attığı bir fikir
anlaşılır. İşte bu hikmetin en yüksek derecesi, huzur ve sükundur yani
nirvanadır.
Bir budisti nirvanaya kavuşturacak diğer beş ahlaki esas ise şudur: Çalmamak
yani hırsızlık yapmamak, başkasının kadınına el sürmemek, yalan söylememek,
içki içmemek, hiçbir canlıyı öldürmemek. Yine Budist sisteme göre varlıkta;
toprak, su, hava, ateş, esir ve bilgi olmak üzere altı unsur vardır. Bilgi,
sonsuz ve ışıklı bir nurdur. Bilgisizlik, elemin kaynaklarından biridir.
Buda'ya göre ölüm, bilginin son bulmasından ibarettir.
Buda kimdi?
Siddharta Gautama'nın, Sanskrit dilinde adı, Buddha'dır. "Uyanan" ya da
"aydınlanan" anlamına gelen "buda" sözcüğü, özel bir ad değil, örneğin "mesih"
gibi bir unvandır. Budacılık'ta, geçmişte olduğu gibi gelecekte de sayısız "buda"nın
ortaya çıkabileceğine inanılır; ama tarihin tanıdığı tek "buda" Gautama
Buda'dır. Siddharta Gautama, bugünkü Nepal ile Hindistan arasında hüküm
süren Sayka kralının oğluydu. Dolayısıyla askeri ve yönetici sınıf olan
Kshatriya ailesine mensuptu. Ancak daha sonra Hindistan'da köklü ve saygın
bir kurum olan kast (sınıf) sistemine karşı çıkarak insanlar arasında
eşitliği savundu.
16 yaşında kuzeniyle evlendi; 29 yaşında yaşamının dönüm noktasına erişti.
Onu etkileyen, yaşlılık, hastalık, ölüm gibi insan acıları karşısında ruhunu
hala koruyan bir keşiş oldu. Oğlunun doğduğu gece evinden ayrılarak
kendisine doğrunun yolunu gösterecek öğretmenleri aramaya koyuldu. Yaklaşık
altı yıl boyunca aşırı bir perhiz uyguladı. Ama sonunda bu yolun, aradığına
ulaştıramayacağını anladı. Bu yüzden sağlığı için gerekli besinleri almaya
başlayınca, o ana kadar yanında bulunan beş keşiş hayalkırıklığına uğrayarak
onu terketti.
Bundan sonra tek başına kalan Gautama, bir hintinciri ağacının altında
oturarak "aydınlanmaya" ulaşana kadar oradan kalkmadı. Dört hafta sonra gene
bir hintinciri ağacının altında otururken ulaştığı doruğu başkalarına da
aktarmaya karar verdi. İlk vaazının özü şöyleydi:
"Evinden ve ailesinden ayrılarak diyar diyar dolaşmaya çıkan kimse, nefsini
kayırmak ya da nefsine eziyet etmek gibi iki uç davranıştan uzak durmalı.
'Doğruyu Bulan Kişi' yani 'Buda', bu iki uçtan kaçındığı için aydınlığa,
bilgiye, uyanışa, nirvanaya ulaştıran orta yolu bulmuş olur."
Budizm ateist bir din mi?
Bir yaratıcının varolmadığına inanan Buda'ya göre, kötülük ve acının
varoluşu bir yaratıcıya duyulan inancın önünde aşılmaz bir engel oluşturur.
Nirvananın bir tür hiçlik biçiminde anlaşılması, Budizm'in, çoğu zaman
ateist bir din olarak tanımlanmasına yolaçmıştır. Çünkü Budizm'de İslamiyet,
Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta olduğu gibi evreni irade ile yaratan bir Allah
kavramı yoktur. Budacılar bu tür bir nitelemeden özellikle kaçınmıştır.
Çünkü Buda, nirvananın kavranamaz, tasvir edilemez, anlaşılamaz, nitelenemez
olduğunu özellikle belirtmiştir. Ama nirvanaya ulaşmanın yok olmak değil,
sonsuza ve ölümsüze ulaşmak anlamına geldiğini de aynı ölçüde vurgulamıştır.
Budizm, İslamiyet'te, genellikle batıl (boş inanç) bir din olarak kabul
edilir. Buna göre, Buda, yine batıl ve müşrik (Allah'a ortak koşan) bir din
olan Brahmanizm'de bazı değişiklikler yaparak yeni bir mezhep ortaya
çıkarmıştır.
Kuran'daki Tin suresi Buda'ya mı işaret ediyor?
İslam araştırmacıları arasında Buda'yı farklı şekilde değerlendirenler de
var. Bunlardan biri, İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri
Öztürk. Prof. Dr. Öztürk, "Kuran'daki İslam" adlı kitabında Kuran'ın 95.
suresi olan Tin suresi'nin Buda'ya işaret edebileceğini söylüyor. Çünkü Tin
suresinin ilk üç ayeti "İncir ve zeytine, sina dağına, emin beldeye" yemin
ederek başlıyor. Yukarıda Buda'nın hayatını verirken "aydınlanmaya ulaşana
kadar" hintinciri ağacının altında kaldığını belirtmiştik. İşte Prof. Dr.
Öztürk, bu ayetlere dikkat çekerek şu yorumu yapıyor:
"Tin, incir demektir. Surenin ilk ayetinde kendisine yemin edilen bu 'tin'in
bilinen yemiş manasında incir veya incir yetişen bir bölgenin adı veya bu
adla anılan apayrı bir toprak parçası veya incir ağacı olup olmadığı hususu
tartışmalıdır. Bazılarına göre buradaki tin, incir ağacı demektir ve işaret
ettiği anlam ise Buda'ya ilhamın geldiği ağaçtır. Eğer böyle ise Kuran-ı
Kerim, Buda'nın, altında ilham aldığı ağaca yeminle bir suresini açarak onun
şanını yüceltmiş oluyor. Bunda şaşılacak bir yön de yoktur. Çünkü Buda ve
benzeri büyük insanların peygamber olmaları, Kuran'ın yaklaşımı açısından
bakıldığında kuvvetli bir ihtimaldir. Buda, Kuran'ın 'adı anılmayan
resuller' dediği kadro içinden bir Hak eri olabilir."
Batılının Budizm'e ilgisi neden arttı?
Amerikalıların ve Avrupalıların son yıllarda Budizm'e olan ilgisinin
arttığını biliyoruz. Bu ilgiye tanık olmamızda özellikle Hollywood
artistlerinin büyük rolü var. Örnek olarak da Richard Gere'i ve onun Buda
öğretisini konu alan filmlerini gösterebiliriz. Peki, bu ilginin temelinde
ne yatıyor? Bir kralın oğlu olan Buda ile Batılı'nın ortak noktası ne?
Bu soruların cevaplarını Dr. Ali Şeriati'nin "Dinler Tarihi" adlı kitabında
bulmak mümkün. Şeriati'ye göre, ortaklığın temelinde "refah" yatıyor. Çünkü
Buda, bir kralın oğluyken yani refah bir hayat sürerken aydınlanma yolunu
tercih etti. Günümüzde refahın temsilcisi ise Batı; devamını, Dr. Ali
Şeriati'den aktaralım:
"Refah, insan hayatını anlamsız ve abesleştirmekte. Artık hiçbir şeyde
heyecan, ümit, beklenti ve gelecek bırakmamakta. İç aleme yönelme ise,
insanı maddi hayata karşı isyan ettiriyor. Buda, böyle bir insanı yansıtır.
O, kendi hayatının cennetine karşı isyan etmektedir. Bugünkü Batı insanının
ulaştığı da budur. Tümüyle maddi olan, kendisine hiç maneviyat, refah ve
salt yararlanma düzenine karşı isyan etmektedir. Kaderi, sadece maddi hayat
ve tüketimin üstünlüğü esasına göre, hayatını cennet yapmak isteyen insanın
kaderidir ve sonunda vardığı yer, boşluk, isyan ve tüketimci hayatın tahrip
edilmesidir. Bugünkü Batı'nın ve Buda'nın kaderi de budur. Bu yüzden Buda,
bugünkü Batı'da bütün peygamberlerden daha çok ilgi görmektedir. Amerikalı
ve Avrupalı gençlik seli, Hint tarafına doğru başaşağı akmaktadır."
BUDiZM
Budizm 'in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan
'da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına
gelir. Budizm ' in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ.
273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ' Hindistan,
Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan 'a kadar yayılmıştır. Aşoka 'dan
sonrada yeni Krallar Budizm 'e girmiş yayılmasını sağlamış hatta
Çin,Moğolistan ve Japonya 'nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm 'e
hizmet etmesini sağlamışlardır.
Budizm ' MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise
Tibet 'te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya
'da çok sayıda taraftarı olan Budizm ' Avrupa ve Amerika 'da da yayılmaya ve
taraftar bulmaya başlamıştır
Budizm 'de inanç ve ibadet
Budizm 'de inancın temeli “ Buda 'ya sığınırım, Dhamma 'ya (dine,doktrine)
sığınırım, Sangha 'ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar
rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi
budist sayılmaz ve Budizm 'e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek
gerekir. Sangha 'ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.
Budizm ' de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü 'ne
inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları
itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm 'de
de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya
Maitreye ' dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak
gelecek ve Buda ' nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır.
ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa
edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda 'nın heykeline saygı
gösterisi yapar; O 'na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de
bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler.
ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.
Budizm 'in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)
Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)
Buda ' nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth 'da)
Buda 'nın öldüğü Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri
Kutsal Kitapları
Budistler Buda 'nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına
ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar.
Budizm 'in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka
'dır”.Tripitaka da;
Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı bölümler bulunur.
Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri,
beslenme,giyinme, Buda 'nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm '
felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.
Budizm 'de Mezhepler
Budizm ' başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana
1
- Hinayana (Küçük Araba)
Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu
mezhep Seylan ve Güney Asya 'da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm 'e yani
Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek
Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar
2 - Mahayana ( Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç
edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ', herkese cevap vermeli, herkesin
ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir
seviyeye getirilmelidir. Budizm 'in bu kolu başka din ve doktrinlerden
yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren
herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin
arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri
askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur”
derler Mahayana 'ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü
hususlara dikkat etmek zorundadır:
Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm 'in ahlak kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak
Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm 'i dünyanın bir çok bölgesinde
yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır
BUDA VE ÖĞRETiSi
Buda 'nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda 'nın aydınlanma sonucu bulmuş
olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini
öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu
gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını
öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda 'nın yaşadığı
dönemde Budizm ' bir din, Buda da bir peygamber değildi.
Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan
mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir
daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü.
içimde Nirvana 'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların,
isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.
Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni
vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok
etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.
1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın üç özelliği
Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya
sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek,
sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin
istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde
olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı
yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek...
Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha
çok göz yaşı akıttınız.
Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü,
tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik,
doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları...
Buda 'nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak,
kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes
yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli
olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu
anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda 'ya göre yanılgı
işte burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve
zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının
dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan
şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği,
yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey
yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle
ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada
bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan
kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç
değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya
çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o
şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.
Buda 'nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti.
Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya,
yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi
sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize
sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu
beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü
olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden
çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı
koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde
olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının
olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde
yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir.
Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin
de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak
yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir
zaman var mi? Budizm ' olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin
öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz.
Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya
yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve
tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz.
“Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim
param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne
olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen
sorunlarım” Nedir bu ben?
Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz,
tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür,
yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu,
bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde
olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi
kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz. önceki
düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de
olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel
ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen
algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim
almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir
araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i
içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman
geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad... Ben 'e verilen özel ad.
Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena 'ya seslenmiş: “Ustam
kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir
ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir
sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret,
yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar.
“Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir
Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister.
“Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz
edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise
yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de
saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş
eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir
araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca
burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba
diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden
söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben 'in, ne de ben 'e ilişkin kalıcı bir
şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım,
benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben
düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda 'nın
görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan
bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim
içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden
ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan
köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici
bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben
yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden,
seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var.
Ben 'in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına
inanılan uzantısına verilen ad 'sa ruhtur. Budizm 'de Öz varlık yoktur. Buda
ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu
bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği
engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale
koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile
ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu
olmaya başlıyor. Buda ben 'i kurtarmaya değil, bizi ben 'den kurtarmaya
çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu.
Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak,
evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun
deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine
erişmek....
2.
Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Karma
Buda 'ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır,
boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan
yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar.
Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de
sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle
tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil
mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır,
öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması
olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize
sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin
sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz
bulmalıyız.
On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen
nedensellik yasası:
1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam
hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç oluşuyor.
4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve
beden ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının
tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol
açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda 'nın yanılgıyı dizinin
en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu
halka olmasıyla açıklanabilir.
istekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene
istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve
eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız
Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor.
Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey
düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni
oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp
daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.
Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor.
Yaşamımız
kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan
söz ediyorlar.
1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa
erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve değişmez bir ben 'in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık
isteklerimizin tümüne
yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.
Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde
beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir
hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya
değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka
insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı
yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir
kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını
görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve
bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni
bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak,
nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne
çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu
sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı
düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm '
görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle
erişilebilir. insan yanıldığını, yanılmadığını; aldatılmadığını,
aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir.
Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini
kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir
insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini
sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi
davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var.
Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor.
Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse
karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner.
Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır.
Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde
saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz
edilmek istenen neydi? Buda 'ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada
ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu
senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş
eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda
yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir
zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben 'in de
bilincin de sürekliliği yok. Buda 'nın dilinde doğum ölüm döngüsü,
yaşamların önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir
anlam taşımıyordu.
3.
Nirvana
Nirvana, Batı 'da genelde
anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda
gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması,
Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir
Mutluluğa erişmektir. Nirvana 'ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm
istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser
bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana 'yı
gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle
sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma)
yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana 'ya erişen kimselerin tek farkı,
bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek,
beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor,
basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim
de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını,
olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben 'i aşınca bütünle
bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben 'in doyumsuzluğundan
gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle
yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte
olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.
Buda 'nın öğretisi, bir yandan ben 'i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği
en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği
kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği
olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu.
Buda
ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle
bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli
bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim
olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku
atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi
açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum?
Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan.
Çünkü
bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup
özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana 'ya
erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç
yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir.
Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim
sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel
bir nitelik yoktur. Budizm 'de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.
4.Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş
-Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek
böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her
şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben 'in,
değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.
-Doğru sözlülük
-Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için,
hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.
-Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine
yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.
-Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir
Budist 'in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini
bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması,
bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak
sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.
-Tam bilinçlilik
-Tam uyanıklık
Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı 'da anlaşıldığı gibi
derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden
arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam
bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların
ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir.
Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle
karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına
giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan
bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara
varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla,
soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle
kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm '
sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına
almak istiyor.
Budist
meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın
dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında
oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide
yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor;
kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla
da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi
istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine
duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa
vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına
yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıstır.
Buda 'nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil,
tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam
bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm
ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin
nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü
kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği
olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark
ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da
gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha
çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka
bir şey olmadığını anlıyorsunuz.
Budizm
Hindistan’da doğmuş olmasına ve tarihte önemli bir rol oynamasına rağmen
Hindistanda fazla gelişememiştir. Budizm, aslında bir din değildir, bir
tanrı kavramı da yoktur, temel ilkeleri felsefe ve ahlâk prensipleridir.
Budizm M.Ö. 500 yıllarında Kuzey Hindistan’da bir Prens olarak doğduktan
sonra aydınlanmaya ulaşan Siddharta Gautama tarafından kurulmuştur.
Budistler, Nirvana olarak bilinen “aydınlanma” nın tüm insanların nihaî
amacı olduğuna inanır.
Buda, Dharma bilgisini ve öğretilerini hiçbir zaman yazılı olarak ifade
etmediği halde kendisinden sonra gelenler bu felsefeyi dini bir sisteme
dönüştürmüştür. Budizm, iki büyük ekol halinde Viet-Nam, Japonya, Çin, Sri
Lanka, Burma ve Tayland’da uygulanmaktadır. Hindistan’ın kuzeyinde ve
Ladakh’ta Budizmin Hindu - Tantrik tipi, ezoterik yapısıyla dikkati
çekmektedir.
Buda, aydınlanmaya ulaşmak için maddi dünyayı terketmeyi düşünüyordu. Fakat
başka dinlerin tersine dünya nimetlerinden mahrum kalmanın insanı
ilerletmediğini buldu. Böylece, her şeyin aşırılığa kaçmadan yapılmasını
öneren ‘orta yol’ öğretisini oluşturdu. Buda, tüm yaşamın acılardan ibaret
olduğunu ve bu acıların kaynağının ise arzular olduğunu gösterdi. Buda’nın
’sekiz basamaklı yol’u izlendiğinde bu arzuları aşılarak Nirvana’ya ulaşmak
ve yeniden doğuştan kurtulmak mümkün olmaktadır. Kişiyi yeniden doğmaya
sürükleyen yine kendi Karma’sıdır. Buda’ya göre Karma, sadece kör bir kader
değil sebep ve sonuç yasasının doğal bir sonucudur.
Hindistan’da Budizm, büyük hükümdar Ashoka’nın bu dini kabul etmesiyle
yayılmış ve bu dönemde en parlak çağını yaşamıştır. Ashoka’nın oğlu Budizm’i
Sri Lanka’ya ilk götüren kişi olmuştur. Bütün bu gelişmelere rağmen Budizm,
hiçbir zaman kitlelere mal olamamıştır. Hindistan’da günümüzde 5 milyon
kadar Budist vardır.
Buda'nın
Yaşam
Öyküsü
Elimizde Buda'nın ne
yaşamı ne öğretisi konusunda yaşadığı çağdan kalan tarihsel belgeler yok. Bu
konudaki bilgiler çağdaşlarının ya da çağdaşlarının hemen ardından gelmiş
olduğu sanılan kimselerin ilettikleri öykülere, nakillere dayanıyor. Bu
öyküler, nakiller Buda'nın yaşadığı dönemden yüzlerce yıl sonra yazılı
duruma getirilebilmiş söylentiler. (1)
Buda'nın yaşam öyküsü, çeşitli Budist okullar, Budist geleneklerce farklı
biçimlerde yorumlanmış, değerlendirilmiştir. Buda'yı uyanmış aydınlanmış bir
insan olarak değil de bir Tanrı olarak yorumlamış olan okulların kuşkusuz
Buda'nın yaşamını doğaüstü olaylarla, süslemeye, bezemeye çalışmalarından
daha doğal bir şey olamazdı. Buda'nın yaşam öyküsünün en az abartılmış
biçimini Theravada Budizmi'nin Pali dilinde olan ve «Kuralların üç sepeti» (Tripitaka)
adıyla bilinen derleme (Pali Canon) içinde buluyoruz. Ancak bu metinlerde de
öykünün bütünü yok. Öykünün bütününü İ.S. II yy'da yaşamış olan ünlü Budist
şair Asvagoşa' nın Hint şiirinin en önde gelen yapıtlarından biri sayılan
"Buda'nın yaşamı" (Buddha-carita) adlı yapıtından izleyebiliyoruz. (2) Gene
bu arada yer yer Sanskritçe, yer yer Sanskritçe'yle yerli dillerin
karışımından oluşturulmuş bir dille yazılmış olan ve Buda'nın yaşam öyküsünü
görkemli bir sahneleme içinde sunan Lalita - Vistara adlı yapıttan da
sözedilebilir. (3)
Bütün bu metinler gerçekçi olmayan boyutlar içinde karşımıza bir masal, bir
destan kahramanı çıkarıyor. Öykünün bu sunuluş biçimininse Buda'nın
öğretisiyle uyumlu olduğu kolay kolay söylenemez. Buda öğretisinde gerçeğe
gerçekçi yaklaşımın yöntemini öğretmeye çalışmışken, Buda'nın yaşam öyküsünü
yazanların bu öğretiyle çelişen bir tutum içinde olmaları gerçekten
düşündürücüdür. Buda, doğa yasalarının şaşmaz, saptırılmaz zorunluğunu
öğretisinin en temelli ilkesi yapmıştır. Buda'nın yaşam öyküsündeyse sık sık
Buda'ya olağanüstü bir kişilik kazandırmak için doğa yasalarının doğal
akışının saptırıldığına tanık oluyoruz. Bunun iki tür açıklaması olabilir;
birincisi Buda'nın öğretisini benimseyenlerin bile başka dinlerin etkisi
altında biçimlendiği belli olan halk kesiminin yorum ve inançlarını Buda'nın
öğretisinin önüne geçirmiş olmaları; İkincisiyse Buda'nın öğretisine daha
büyük bir önem, daha büyük bir saygınlık kazandırmak için Buda'yı öteki
orman bilgelerinden daha üstün, daha olağanüstü bir sahneleme içinde
tanıtmayı gerekli görmüş olmaları. Bunun böyle oluşu da insanlara gerçekleri
gösterebilmek, gerçekleri öğretebilmek için bile çok kez gerçeğin zorlanması
gerektiğini mi kanıtlamış oluyor acaba?
Buda'nın yaşam öyküsüyle Hinduizm'in temel kitaplarından biri olan
Mahabarata destanının kahramanı, insan biçiminde dünyaya gelmiş Tanrı Vişnu
ya da Siva'dan başka bir kimse olmayan Krişna'nın öyküsü ve Ramayana
destanının kahramanı insan olarak dünyaya gelmiş bir Tanrı olan Rama'nın
öyküsü, hatta İsa'nın öyküsü arasında destan bezemeleri bakımından büyük
benzerliklere rastlanıyor. (4) Özellikle Asvagoşa'nın yapıtında bu
benzerlikler daha da belirgindir. Buda'nın yaşam öyküsünün bu masalımsı
destan karakteri hatta bazı bilginleri Buda'nın tarihsel bir kişiliği
olduğundan bile kuşkuya düşürmüştür. (5) Ancak 1896 yılında Lumbini
koruluğunda bulunan imparator Aşoka zamanından kalma bir dikili taşta
Buda'nın doğum yerinin Lumbini olduğunu belirten bir yazıt, Buda'nın
gerçekte yaşamış bir kimse olup olmadığı konusundaki tartışmaları sona
erdirmiştir. Buda'nın ölüm tarihiyle dikili taşın konulduğu tarih arasında
geçen zamanın iki yüz yıl dolaylarında olduğu gözönüne alınınca kuşkusuz bu
süre, bütünüyle gerçeklikten yoksun bir masal kahramanını, bu derece
kişileştirmeye yetmiş olamazdı.
Yukarda sözünü ettiğimiz kaynaklardan çıkartılan Buda'nın yaşam öyküsünün ne
kadarının yakıştırma ve masal, ne kadarının gerçek olduğunu bu gün için
kesinlikle saptamak olanağı kalmamıştır. Ama 2500 yıldan beri Budizm
öğretisi bu yaşam öyküsüne dayatılmış, bu öykü Budizmin önemli
kaynaklarından biri olmuş, sayısız insan bu öyküde yaşamı için bir esin, bir
amaç bulmuştur.
I - BUDA'NIN DOĞUMU VE GENÇLİĞİ
Buda'nın doğum tarihi olarak kesin ve tartışma götürmez bir tarih
saptanamamıştır. En güçlü olasılık Buda'nın İÖ 563 yılında doğmuş ve seksen
yaşında İÖ 483 yılında ölmüş olmasıdır. (6) Uzakdoğu geleneğinin doğum yılı
olarak belirttiği tarihse İÖ 623 yılıdır. (7)
Buda adı «aydınlanmış, uyanmış en yüce bilgeliğe ulaşmış» kişi anlamında
sonradan verilmiş bir san, bir lakaptır, Buda'nın asıl adı Sidhatta Gotama
ya da Sanskritçe söylenişine göre Sidharta Gautama'dır. Sidharta'nın amacına
ulaşmış kimse anlamına gelmesi bu sözcüğün de bir ad olmayıp bir san, bir
lakap olması olasılığını çoğaltmaktadır. Bazı araştırmacıların savına göre
Gotama adıysa Buda'nın soyadıdır. (8.)
Buda bu günkü Oudh ilinin Kuzeydoğusunda, Nepal yaylalarının etekleriyle
Rapti ırmağı arasında kalan verimli, sulak, ovalık bölgedeki küçük Şakya
Krallığının başkenti Kapilavastu'nun yakınında Lumbini Koruluğunda
doğmuştur. Budist gelenek Buda'yı Şakya Kralı Suddhodana'nın oğlu olarak
tanıtır. Ama Suddhodana'nın hangi yöntemle yapıldığı bilinmeyen bir seçimle
soyluların yönetiminde olan Şakya boyunun başkanlığına getirilmiş bir soylu
oıması olasılığı daha ağır basıyor, (9) Şakya Krallığının Güneybatısında
daha büyük, daha güçlü bir ülke olan Koşala Krallığı vardı. Şakyalar o
dönemde biçimsel olarak Koşala Krallığı'na bağımlı, sayılıyorlardı.
Şakyalar'ın ırksal kökenleri tartışmalıdır. Ad benzerliği yüzünden
Şakyalar'ı bir İskit boyu olan Saka Türkleri'yle karıştıranlar çıkmıştır.
(10) Oysa İskitler'in bu yörelere kadar uzanmaları için Buda'nın yaşadığı
dönemden sonra bin yıllık bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Şakyalar'ın Arya
soyundan gelmeyen, İç Hindistan'ın yerli halklarından olan bir topluluk
oldukları kanısına destek yapılabilecek pek çok ipuçları var. Buda'nın yaşam
öyküsünde açıklıkla görülen ağaç totemizmi, kadınlara haklar tanıyan
anaerkil aile örneğinden kalan görenekler, yoga uygulaması, Buda'nın
brahman'lara ve kurban törenlerine karşı tutumu, Şakya boyunun ve
dolayisiyle Buda'nın Arya soyundan olmama olasılığını güçlendiriyor. Adına
bakılınca Arya ve ayrıcalıklı Kşatriya kastının üyesi olmakla birlikte
Buda'nın Aryalar öncesi kent uygarlığı kültürünün temsilcisi olduğu
anlaşılıyor. Olasılıkla Şakyalar Pencap bölgesinde bir oranda Arya
kültürünün etkisi altında kaldıktan sonra Doğuya göçmüş Hindistan'ın yerli
halklarından olmalıydılar. (11) Buda'nın yaşadığı yörede konuşulan dil
Buda'ın ana dili olan Koşala diyaleğiydi. Buda ilk vaazlarını Magadha
diyaleğiyle vermiştir. Koşala diyaleği Aryalar'in diliyle yerli halkların
dillerinin karışımından oluşan bir dildi. Koşala dili genellikle Hind-Avrupa
dilleri içine konan Pali dilinin pek yakın bir akrabası sayılabilir. (12)
Bunun böyle oluşu sanıyorum ki Arya'ların Kuzey Hindistan'da Buda'nın çağına
gelene dek sürdürdükleri 1000 yıllık egemenlikleri sırasında yerli halkların
dillerini bastıran bir dil ve kültür egemenliğini de kurabilmiş
olduklarından daha fazla bir şey kanıtlamış olmuyor. Bu gün Hindistan'da
yaşayan halklardan üç yüz milyonunun ana dili Hind-Avrupa kökenlidir.
Kuşkusuz Hintliler arasında Arya soyundan gelenler yalnızca bir küçük
azınlıktır.
Buda'nın ve Cainizm'in kurucusu Vardhamana'nın öğretilerinde, Brahmanizm'in
Arya soyundan gelen kastları kayıran tutumuna, yerli halkların göreneklerine
geleneklerine ters düşen acımasız, yabanıl kurban törenlerine karşı, yerli
halkların açık bir tepkisinin varlığını görmemezlikten gelmek olanaksızdır.
Öbür yandan, gerek Budizm, gerek Cainizm Brahmanizm dininde sıkı sıkı gizli
tutulan ve ancak yüksek kastlardan olanlara bir bölümü eriştirme (initiation)
törenleriyle verilen dinsel öğretiyi, hiç bir ayrıcalık gözetmeden herkese
açık tutmuş, gizlemek şöyle dursun yaymak, herkese iletmek için elden
geldiğince çaba harcamış, öğretinin yaygınlaştırılmasını dinsel bir görev
durumuna getirmiştir.
Destansal yaşam öyküsüne göre Buda kendisinden daha eski çağlarda dünyaya
gelmiş bir Buda'lar dizisinin, bir geleneğe göre dördüncüsü, başka bir
geleneğe göre de yedincisidir. Gotama Buda'nın kişisel öyküsüyse bundan
çağlarca önce yaşamış olan Sumedha'nın Buda olmaya karar vermesiyle başlar.
Sumedha daha sonraki dünyaya gelişlerinde Buda'lığın gerektirdiği olgunluğa
yetkinliğe giderek daha yaklaşmış, en son prens Vessantra adında bir ermiş
kişi olarak yaşamını tamamladıktan sonra Buda olmak zamanı geldiği kanısına
varmış ve Şakya Kralı Suddhodana' nın karısı Mahamaya'nın döl yatağına
girmiş. Mahamaya' nın çocuğa gebe kalışı kocasıyla olan bir cinsel ilişki
sonucu olmamış. Buda ana karnına girmek için bir beyaz fil biçimine girmiş.
Burada Krişna ve Rama destanlarını hatırlatan bir destan motifiyle
karşılaşmış oluyoruz. Hem Krişna'nın hem Rama'nın doğumu cinsel bir ilişki
sonucu olmamıştır. Meryem'de İsa'ya bir güvercin biçimine girmiş
Kutsal-Ruh'tan (Rııhul Kudüs) gebe kalmıştır. Masallarda genellikle çocuğu
olmayan bir kadın vardır, bir derviş ya da ermiş ona bir elma verir ve kadın
böylelikle gebe kalır, masal kahramanı da bu yolla doğar. (13)
Mahamaya o yıl yaz şenlikleri sırasında bir düş görmüş. Gördüğü düşte
hortumunun ucunda beyaz bir lotus çiçeği tutan beyaz bir fil gelip
Mahamaya'mn sağ böğrüne dokunmuş, oradan da döl yatağına girivermiş.
Mahamaya ertesi sabah görmüş olduğu düşü kocası Suddhodana'ya anlatmış.
Suddhodana da Brahman'lara danışmış onlardan düşün yorumlanmasını istemiş.
Brahman'ların yorumu Ma-hamaya'nm bir erkek çocuk doğuracağı, bu çocuğun ya
bütün dünya ülkelerine egemen evrensel bir kral olacağı ya da dinsel yaşamı
seçerse dünyayı bilgisizlikten, yanılgıdan, cahillikten kurtaracak bir Buda
olacağı yolunda olmuş. Mahamaya o günden on ay sonra çocuğu doğurmak için
babasının ülkesi Devadahaya giderken Lumbini Koruluğundan geçtiği sırada
Korudaki ağaçlardan birinin dalına uzanırken hiç doğum ağrısı çekmeden
ayakta Buda'yı doğurmuş. O anda körlerin gözleri açılmış, dilsizlerin
dilleri çözülmüş, topallar yürümeye başlamışlar, bütün ağaçlar çiçek açmış,
çocuğu tanrılar yıkamışlar ve çocuk hemen yürümeye ve konuşmaya başlamış,
dört bir yöne yedişer adım atmış, aynı anda karısı Yosadhara en sevdiği
öğrencisi kardeş çocuğu Ananda ve arabacısı Çanna ve atı Kant-haka da
doğmuş. Doğumundan yedi gün sonra anası Mahamaya ölmüş. Babası Suddhodana
karısının kız kardeşi Mahapacapati'yle evlenmiş ve çocuğu teyzesi ve aynı
zamanda üvey anası olan Mahapacapati büyütmüş.
Bu sırada Himalaya dağının eteklerinde kaçınık yaşamı sürdüren ermiş Asita
gördüğü bir çok belirtilerden olağanüstü bir çocuğun doğmuş olduğunu
anlamış, Suddhodana' ların sarayına gitmiş çocuğu görmek istemiş. Asita
çocukta otuz iki önemli belirti görmüş, insanları ıstıraptan kurtarma yolunu
gösterecek bir Buda olacağını müjdelemiş. Ama Suddhodana'yı bu müjde
sevindirmemiş, çünkü onun gönlünün isteği çocuğun kendisi gibi bir kral
olmasıymış.
Gotama daha bir kaç yaşındayken tarla sürme şenlikleri sırasında Kral
Suddhodana şenliği açmak için ilk olarak sabanı sürmeye başladığı sırada bir
ağacın gölgesine bir yogi gibi oturmuş ve derin bir meditasyona dalmış,
aradan uzun saatler geçmiş ama ağacın gölgesi küçük Gotama'yı güneşte
bırakmamak için yerinden oynamamış. Bu durumu gören Kral Suddhodana çocuğun
karşısında eğilip saygısını belirtmiş,
Çocuk büyüyünce, Kral oğlu için her mevsimin gereksinimlerine göre oturması
için üç saray yaptırmış, dört koru bağışlamış, saraylarda hizmetlerini
yapmak ve genç prensi eğlendirmekle bin rakkase'yi görevlendirmiş. Kendisine
eğitmen olarak atanan öğretmenlerinin hepsini genç prens çok kısa zamanda
aşmış bastırmış savaş sanatlarında kimsenin kendisiyle baş edemeyeceği bir
üstünlük sağlamış,
Bütün bu olayların gerçek olmaktan çok masal, destan motifleri olduğu açıkça
görülüyor.
Buda onaltı yaşına basınca kral onu dünyasal yaşama daha sıkı bağlayacağını
umduğu için evlendirmek için bir kız aramış. Uzun uzun arandıktan sonra
Gotama'nın kardeş çocuğu Yosadhara bulunmuş. Ama kızın babası Supra-buddha
ailelerinde kızların savaşçılıkta ve savaş sanatlarında üstünlüğünü
kanıtlayanlara verildiğini, öyle saraylarda kendini zevke adayan kimselere
kızını veremeyeceği yanıtını vermiş. Suddhodana oğlunun zevke düşkün,
savaşçılıkta güçsüz, yetersiz görülmesinden üzülmüş. Babasının üzüldüğünü
gören Gotama babasından bütün gençlerin katılacağı bir yarışma düzenlemesini
ve bu yarışmada savaş sanatlarındaki üstünlüğünü kanıtlamasına olanak
tanımasını istemiş. Yarışmada Gotama her dalda birinci gelmiş, Yarışmada
yenik düşenler arasında kardeş çocukları, yaşam boyu yardımcısı ve öğrencisi
olan Ananda ve kıskançlığı yüzünden yaşam boyu düşmanı olan Devadatta da
varmış. Bu başarısı üzerine Suprabuddha kızı Yosadhara'yı Gotama' ya vermiş.
Gotama karısıyla birlikte, 29 yaşına gelene dek saraylar dışındaki yaşamdan,
halkın çektiklerinden habersiz mutlu bir yasam sürmüş.
Kral Suddhodana oğlunun kâhinlerin haber verdikleri gibi dinsel yaşamı
seçmesinden korktuğundan onun gözlerinden yaşamın acı ve katı gerçeklerini
saklamak için elinden geleni yapıyormuş. Gotama sarayları, koruları arasında
altın yaldızlı arabasıyla gidip geliyor, şenliklere, eğlencelere
katılıyormuş, güzelliği, uzun saçları seçkin giysileri içinde bir insanın
dünyadan bekleyebileceği her şeye sahipmiş.
Bir gün genç prens arabacısı Çanna'yla saraylarından birinden bir eğlence
bahçesine giderken yolda karşısına önce eli ayağı tutmaz iki büklüm bir
ihtiyar çıkmış, sonra hastalıktan erimiş bitmiş bir adam görmüş, ondan sonra
da yakılacağı yere götürülen bir ölüyle karşılaşmış en sonunda da yüzünden
kendine karşı duyduğu güven okunan, dinginlik, iç suskunluk içinde
çevresinde saygı uyandıran bir dilenci dervişe rastlamış. İlk üç görünüm
yaşamın üç acımasız yanını sergilerken, dördüncüsü yaşamın acımasızlığına
karsı koymanın, iç barışa ulaşmanın yolunu göstermiş. Nefis bazlarının
geçiciliğini ve bunların peşinde koşmanın yaşamın acılarından kaçıp
kurtulmaya yetmeyeceğini anlamış ve yurdunu, sarayını, eşini bırakıp kaçınık
gezgin derviş yaşamını seçmeye karar vermiş.
Prens Gotama dervişlik yaşamına başlamadan babası Kral Suddhodana'dan izin
istemeye gitmiş. Kral oğlunun isteğini duyunca gözü yaşlarla dolmuş. Bu
isteğinden seni vazgeçirmek için ne istersen vereyim, canımı mı istersin,
sarayımı mı, yoksa krallığımı mı? demiş. Prensin yanıtı söyle olmuş :
«Sizden dört şey istiyorum. Önce şu tenimdeki gençliğin tazeliği hiç
solmasın; hastalık her zaman benden uzak kalsın; ölüm hiç bir zaman beni
bulmasın, sonsuza dek yaşayayım; ihtiyarlık, çöküntü gibi şeyler beni
etkilemesin.» Kral prensin bu isteklerini yerine getirmenin olanaksızlığı
karsısında üzüntüden kasılıp kalmış. Genç prens bunun üzerine, «Mademki
bunları bana veremiyorsun öyleyse bana izin ver de kaçınıklık yaşamını seçip
bir daha doğmamanın, kendimi gene doğumun zorunluğundan kurtarmanın
yollarını arayayım» demiş.
Kral oğluna istediği izni vermemiş ve saraydan kaçmasını önlemek için sarayı
korumakla görevli askerlere daha beşyüz yeni asker katmış, Ertesi gün prens
saraydan ayrılmaya hazırlanırken karısı Yosadhara'nın bir oğlan çocuk
doğurduğu müjdesini almış. Bu haber onu sevindirmemiş ve önüme bir engel
daha çıktı demiş. Çocuğa engel anlamında «Rahula» adını vermiş,
O gece rakkaseler genç prensi eğlendirmek için çalgı çalıp çevresinde dans
ediyorlarmış ama prens onlarla ilgilenmemiş çarçabuk uyuyuvermiş. Gecenin
bir vaktinde uyandığı zaman rakkaselerin de birer köşede uyuya kaldıklarını
görmüş. Biraz evvel pırıl pırıl giysiler içinde dans edip şarkı söyleyen o
güzel kızların şimdi uykuda o yapmacık güzelliklerinden soyunduklarını,
kimisinin salyalarının aktığını, kimisinin horladığını, gövdelerinin
biçimsiz bir yığıntı durumuna dönüştüğünü görüp tiksinti duymuş. Sarayı o
gece bırakıp kaçınıklık yaşamına başlamaya karar vermiş. Çocuğunu kucağına
alıp ona bir ayrılık öpücüğü vermek için karısı Yosadhara'nın odasına
gitmiş. Çocuğun karısının kolunda, her ikisinin de uykuda olduğunu görünce
karısını uyandırmadan çocuğunu kucaklayıp öpemeyeceğini anlamış. Karısının
uyanmasınınsa gidişini engelleyeceğinden çekinmiş. Kendi kendine,
«Aydınlandıktan sonra döner, o zaman çocuğumla gereği gibi ilgilenirim.»
diye düşünmüş. Arabacısı Çanna'ya atı Kanthaka'yı eğerlemesini söylemiş.
Prens atına atlamış Çanna da arkasından prensi izlemiş sarayın kapıları
kendiliğinden açılmış böylelikle saraydan ayrılmışlar. Uzun süre yol
aldıktan sonra bir ırmağa gelmişler. Irmağın öbür kıyısına geçtikten sonra,
Prens arabacısına. «Ayrılma zamanı geldi, üstümdeki şu mücevherleri al, atım
Khanthaka'yı da al geri götür. Benim için hiç üzülme. Sen geride kalanlara
acı», demiş. Sonra da Çanna'nın taşıdığı keskin kılıcı almış, saçlarını
kökünden kesip suya atmış. O sıralarda oralardan geçen bir gezgin dervişle
giysilerini değiştirerek kaçınıklık yaşamına başlamış.
Bir hafta ormanlarda dolaştıktan sonra Magadha Krallığı'nın başkenti
Racagahaya gelmiş, kapı kapı dolaşıp yiyeceğini dilenmeye başlamış. Prensin
güzelliği bütün kenti şaşkına çevirmiş, Magadha kralı Bimbisara da böyle
seçkin bir dervişin kente geldiğini öğrenince Gotama'yla görüşmek için onun
bulunduğu yere gitmiş, görüştükten sonra da ona krallığını sunmak istemiş,
kendi yerine Magadha ülkesine kral olmasını önermiş. Gotama, Magadha
krallığını da kabul etmemiş. Amacının aydınlanmak, gerçeği bulmak olduğunu,
bu amaçla her şeye yüz çevirip yola çıktığını söylemiş, kralın isteği
üzerine de aydınlandıktan sonra Magadha krallığında vaaz vermeye söz vermiş.
Racagaha'dau ayrıldıktan sonra bir kaçınıklar barınağına gitmiş. Orada kendi
nefislerine görülmedik, işitilmedik eziyetler eden çilecilerle tanışmış.
Gotama çilecilerden bu çabalarının amacının ne olduğunu sormuş. Onlardan
böyle çilelere katlanarak mutluluğu aradıkları yanıtını almış. Bu yanıt
Gotama'ya inandırıcı, kandırıcı gelmemiş. Kendi kendine demiş ki; «Böylesine
çaba harcamalarına karşı değilim ama bana öyle geliyor ki bu adamlar asıl
özü bir yana bırakıp, özden kopuk bir yol izliyorlar, ıstıraptan kurtulup
mutlu olabilmek için kendine ıstırap vermekte açık bir tutarsızlık var.
Gövdeye egemen olan zihin olduğuna göre gövdeyi denetim altına almanın yolu,
düşünceler üzerinde egemenlik kurmak olmalıdır. Ne yediği, içtiği şeylerin
türü, ne de kutsal ırmağın suyu, insanın yüreğini paklamaya, zihnini
arıtmaya yetmez.» Bu düşüncelerden sonra bu kaçınıklardan öğreneceği bir şey
olmadığı kanısıyla oradan ayrılmış. (14)
O dönemin ünlü bilgesi Alara Kalama'ya öğrenci olmaya gitmiş. Meditasyonun
tüm aşamalarını, Atman öğretisini ondan öğrenmiş. Alara Kalama şöyle
diyormuş: «İnsan kendini kendinde yok etmesini öğrenince, kuş nasıl
kafesinden kaçıp kurtulur, özgürlüğe erişirse, ruhta öylesine gövdeden
kurtulur özgürlüğe, bağımsızlığa erişir.» Gotama kendi kendine düşünmüş:
«Özgürlüğüne, bağımsızlığına ulaşmışta olsa ruh gene ruhtur. Böyle ikici
tanımlarla ruh beden ayrımı sürdükçe, ruh hangi koşullar içinde olursa olsun
maddeye bulaşmaktan, gene doğumun zorıınluğundan kendini kurtaramaz. Benim
aradığım kurtuluş bu değil... Ben tam ve saltık bir kurtuluş istiyorum.
İnsan bir ruha bağımlı olmaktan da kendisini kurtarmalı...» Bu düşüncelerden
sonra Alara Kalama'dan da öğrenecek bir şeyi kalmadığını anlamış ve oradan
da ayrılmış, (15) Bu kez de bilge Uddaka'nın öğrencisi olmuş. Onun öğretisi
de Alara Kalama'nınkine benziyormuş. Öğretisinin amacının, insanı ne algının
olduğu, ne de almadığı yere götürmek, olduğunu söylüyormuş. (16) Gotama
bunun da kendisini kurtuluşa götüremeyeceği kanısına varmış. Uddaka'dan da
öğrenecek bir şeyi kalmadığını anlayınca gerçeği kendi kendine arayıp
bulmaya karar vermiş. Bu kararla Uruvila köyü yörelerinde bir ormana gelmiş.
Burada kendisi gibi beş kaçınık dervişe rastlamış. Bu kaçınıklar Gotama'nın
günün birinde gerçeğe ereceğine inanmışlar, çevresinde kalarak aydınlanması
sonucu elde edeceği bilgiden yararlanmak için yanından ayrılmamışlar. Gotama
altı yıl boyunca perhizle, meditasyonla günlerini doldurmuş. Günlük
yiyeceğini o güzelim bedeni bir deri kemik kalana dek bir pirinç ya da bir
susam tanesine kadar indirmiş, Bir gün bacakları gövdesini çekemez olunca
düşüp bayılmış. Çevresindekiler önce onun öldüğünü sanmışlar. Güçlükle
kendine gelince, perhizin, çilenin, gövdesini horlamanın aydınlanmaya bir
yararı olmadığı, güçsüz bir bedenle güçlü bir zihne sahip olunamayacağı
kanısına varmış. İçindeki şeytan onu her şeyi bırakıp yeniden nefis
hazlarına dönmeye kışkırtmış ama o şeytana da uymamış, orta yolu seçmiş
aydınlanmanın yolunun, ne aşırı nefis hazlarına düşkünlük, ne de kendini
eziyete sıkıntıya koşmak olmadığını anlamış. (17) Yakın köye gidip,
köylülerden yiyecek dilenmeye karar vermiş, Köylülerin verdikleri
yiyeceklerle karnını iyice doyurmuş. Beş kaçınık derviş arkadaşı Gotama' nın
perhizi bozup, tıka basa yiyip içtiğini görünce tiksinti duymuşlar.
Gotama'nın aydınlanacağından umut kesip onu bırakıp Benares yörelerine
gitmişler. Böylelikle Gotama yalnız kalmış ve yalnız başına kaçınıklık
yaşamını sürdürmüş.
Mayıs ayında dolunay gecesinin günü(18.) Uruvila köy ağasının kızı Sucata
kutsal incir ağacına özel olarak hazırladığı süt ve pirinçle pişirilmiş bir
sungu getirmiş Gotama' yı orada görünce de ağacın perisi olduğunu sanarak
onu Gotama'ya vermiş. Gotama aldığı Sungu'yu kırk dokuz bölüme ayırmış ve
aydınlantıktan sonra geçirdiği Kırk dokuz gün süresince yiyecek olarak
bununla yetinmiş.
O gün gündüzün sıcak saatlerini ormanda dolaşarak geçirmiş, akşam olunca
bilgelik ağacı diye bilinen kutsal incir ağacının altına gelmiş, kendi
kendine, «Derim, etim, kanım kurusa da, tam ve aşılmaz aydınlanmaya
ulaşmadan bu ağacın altından kalkmayacağım» diye and içmiş. Yüzü Doğu' ya
dönük olarak bilgelik ağacının altına oturmuş. Hint şeytanı Mara (19)
gelmiş, onun aklını çelmek, onu andından döndürmek için yapmadığını
bırakmamış ama her ne yaptıysa başarı kazanamamış. Onu ne Mara'nın çıkardığı
korkunç fırtınalar, ne tuttuğu taş yağmuru korkutmuş, Mara bir keresinde bir
haberci olmuş, kardeş çocuğu Devadatta' nın Kapılavatsu'yu ele geçirdiği,
karısı Yosadhara'yı alıp babasını hapse attığı yolunda bir yalan haber
getirmiş. Bu haber bile Gotama'yı yolundan caydırmamış. Devadatta' nın
aşağılık tutkularını doyurmak için böyle davranmış, Şakyalar'ınsa
korkaklıkları yüzünden kralları olan babasını savunmamış olabileceklerini
düşünmüş. İnsanların hırslara, isteklere, tutkulara karsı durmaktaki
güçsüzlükleri konusunda düşüncelere dalmış. Bu düşünceler Gotama'nın
isteklerden, tutkulardan kurtulmak konusundaki kararlılığını güçlendirip
pekiştirmiş.
Mara bu yoldan da bir sonuç alamadığını görünce adları İstek, Şehvet ve
Tutku (Tanha, Rati ve Raga) olan üç kızını göndermiş. Kızlar kıvrak ve
çekici bedenleriyle Gotama'yı baştan çıkarmak için dans edip şarkılar
söylemişler. Gotama'nın onlara yanıtı şöyle olmuş;
Yaşamda zevkli anlar bir şimşek
Ya da bir bahar yağmuru kadar kısadır.
Öyleyse neden söz ettiğiniz zevklerin arkasından gideyim?
Bedenlerinizin mundarlıklarla dolu olduğunu biliyorum.
Doğumla ölüm, hastalıkla ihtiyarlık sizinledir.
Bense insanların erişmesi güç olan ödülü istiyorum.
Bilgelerin gerçek ve şaşmaz bilgeliğinin peşindeyim.
En sonunda Mara ve bütün yardımcıları yenilgiye uğramışlar, gün ağarıp,
güneş ilk ışınlarını yayarken Gotama tam ve aşılmaz aydınlanmaya (anuttura
samyak sambodhi) ulaşmış. O anda dudaklarından şu sözler dökülmüş:
Şimdiye dek her geliş gidişimde,
İçinde hapis olduğum,
Duyularla duvarlanmış bu evin,
Yapıcısını aradım durdum.
Ey yapıcı! Şimdi seni buldum.
Bir daha bana ev yapmayacaksın.
Bütün kirişlerin kırıldı, payandaların çöktü.
İçimde nirvana'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı.
Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi. (20)
Artık Buda olan Gotama yedi gün hiç yerinden kımıldamamış. Nırvana'ya
ermenin zevkini çıkarmış. Sonra yedi gün ayakta, daha sonraki yedi günü
bilgelik ağacının çevresinde bir aşağı bir yukarı dolaşarak geçirmiş.
Racayatana ağacının altında yedi, Akapala ağacı altında yedi, Mukalida
ağacının altında yedi sonra Racayatana ağacının altında bir yedi gün daha
geçirmiş böylelikle yedi hafta ya da 49 günü doldurmuş. Aydınlandıktan sonra
ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyormuş, uyanması aydınlanması
sonucu elde ettiği bilgiyi, dharma'yı (Skr: dharma) ya da var olanı da
olmayanı da yöneten, ıstıraptan kurtuluşun bilgisini de içeren yasaları
insanlara öğretmeli miydi. Bu yasaların, isteklerin, tutkuların körleştirip
duygusuzlaştırdığı insanlar tarafından anlaşılması olanağı var mıydı? Bu
konularda kuşkulara düşmüş, ama sonunda Tanrı Brahma, Buda ya gelip
dharma'yi insanlardan saklı tutmaması için yalvarmış, insanların içinde
dharma'yı anlayabilecek düzeyde olanlar çıkabileceğini, iç gözleri açılmak
üzere olan kimseler de olabileceğini söylemiş. Tüm canlılara karşı
sevecenlik duygularıyla dolu olan Buda, Tanrı Brahma'nın dileğim kabul
etmiş. Önce dharma'yı hocaları Alara Kolama' yla Uddaka'ya öğretmeyi
düşünmüş ama onların ölmüş olduklarını öğrenince, Uruvila çevresindeki
ormanlarda birlikte oldukları beş kaçınık derviş arkadaşını anımsamış,
onları bulup dharma'yı onlara öğretmek için Benares'e gitmiş.
KAYNAKÇA VE NOTLAR
(1) Budist metinler ilk kez İS 80 yılında Seylan Kralı Vattagamani zamanında
Pali diliyle yazılı duruma getirildiler. Ondan önce bu metinler hafızlarca
ezberleniyor ve bu yolla kuşaktan kuşağa aktarılıyordu. Bu uygulama kuşkusuz
Veda'ların, Upanişad'ların öğretisinin gizliliğinden köklenen bir gelenekle
açıklanabilir. (Krş. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism,
S. 261)
(2) Bkz. Walter Ruben, Budizm Tarihi, S. 50. Ayrıca, A. K. Coomaraswamy,
Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 303-310.
(3) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 85.
(4) Bkz. Waolater Ruben, Budizm Tarihi, S. 50-65.
(5) Geçen yüzyılın sonlarında yaşamış ve Buda Destanı Konusunda Bir Deneme (Essai
sur la Legende dıı Bouddha) adlı bir kitap yazmış olan Doğubilimci Senart,
Buda'nın tarihselliğini bütün bütün yadsımamakla birlikte, Buda destanını
bir doğa dini olan Güneş tapıncından kaynaklanan simgesel bir öykü olarak
değerlendirmek istemiştir. Doğubilimci Kerrise Buda'nın tarihselliğini
bütünüyle kuşkuyla karşılamıştır. (H. Oldenberg, Le Bouddha S. 91)
(6) Bkz. Christmas Humpreys, Buddhism', S. 30. Ayrıca Bkz. A. K.
Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 9.
(7) Bkz. Jiyu Kennett, Selling Water by the River, S. 3.
(8.) Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhismt S. 9
(9) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 119.
(10) Örneğin Cemil Sena Ongun ve Ömer Hilmi Budda bu görüsü savunmuşlardır.
Bkz. Cemil Sena Ongun, Buda ve Konfoçyus, S. 5ü. Ayrıca Ö. H. Budda, Dinler
tarihi, S. 222
(11) Ankara D.T.C.F. de Hindoloji Profesörü olarak görev yapmış olan Walter
Ruben «Eski Hind tarihi» adlı yapıtında Buda'nın Arya soyundan olmadığını
kanıtlamak için daha pek çok kanıt göstermektedir. Örneğin Aryalar domuz eti
yemezken Buda domuz eti yiyordu; gene Şakya boyunda brahmanlar saygı
görmüyorlardı; Buda'nın ata binmesi de Arya adetlerine uymuyordu. S. 74 -
75.
(12) Bkz. Asaf Halet Çelebi, Gotama Buddha, S. 12. Ayrıca Bkz. Ö, H. Budda,
Dinler tarihi, S. 224.
(13) (13 Walter Ruben, Budizm tarihi, S. »52. Mahamaya adı gerçek bir addan
çok simgesel bir ada benziyor.
(14) Bkz. A. K, Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddism, S. 28.
(15) Aynı yapıt, aynı yer.
(16) Macchima - Nikaya - 26. Sutta (Asaf Halet Çelebi, Gotama Buddha, S. 106
dan alıntı).
(17) Cainizm'le Budizm'in birbirlerinden ayrıldıkları önemli konulardan biri
budur. Cainizm kurtuluşa ancak çileyle, perhizle varılabileceğini savunur.
Kendini aç bırakarak öldürmek Cainizm'de onaylanan bir uygulamadır. (Bkz.
Walter Ruben, Eski Hind tarihi, S. 98. Soydan Cainist olmamakla birlikte
çocukluktan başlayarak Cainist etkiler altında yetişmiş olan Mahatma Gandhi'
nin ölüm orucunun çağımızdaki ilk uygulayıcısı oluşu bu bakımdan anlamlı
görülebilir. Krş. Abidin İtil, İlahiyet Fak,, Der. XI, Buddha Tanrıyı
reddetmiyor mu?, S. 14.
(18 ) Bazı geleceklerde özellikle Uzak Doğu geleneğinde Buda'nın
aydınlandığı tarih 8. Aralık gecesi olarak kabul edilir. (D. T. Suzuki. The
Field of Zen, S. 12).
(19) Mara Hint Mitolojisinde aşk ve ölüm Tanrısıdır. Budist inancına göre
tüm varlıkların kurtuluşunu engelleyen şeytanın simgesidir. Budist görüşe
göre Mara'yı dünyadaki kötülüklerin, Istırapların nedeni olarak değil, her
ıstırabın, her kötülüğün, kötü işlerin kışkırtıcısı olarak,
düşüncelerimizdeki olumsuz yön olarak anlayıp değerlendirmek daha doğru
olur. (Bkz. Ö. H. Budda, Dinler tarihi, 305). Buda kurtuluşa erişebilmek
için Mara'yla bu iç savaşı yapmak ve Mara'yı yenilgiye uğratmak zorundaydı.
(20) Burada evden amaç kuşkusuz bireysel varlığımız, benliğimizdir. Evin
yapıcısıysa bireysel varlığımız, benliğimiz için bir kafes ören, gücünü
yanılgıdan alan zihinsel tutumumuzdur, Buda'nın aydınlandığı zaman söylediği
bu sözler için Bkz. Dhammapada 11 - 54.
BUDA'NIN GÖREV YILLARI
Buda kendinden önceki dinsel eğitmenlerden,
bilgelerden farklı bir tutum izlemiş, öğretisini hiç bir ayrıcalık
gözetmeden, hangi kasttan olursa olsun, soylu soysuz, zengin fakir ayırımı
yapmadan, herkese, her yerde, her olanağı kullanarak iletmeye, ulaştırmaya
çalışmıştır. Bu bakımdan Hindistan'da o güne dek belirli kastların tekelinde
içrek (esoteric.) olan dinsel öğretiyi, her isteyenin elde edebileceği bir
açıklığa kavuşturmuştur. Kuşkusuz Buda'nın öğretisini evrenselleştiren en
önemli özelliklerden biri budur. Bundan başka Buda öğretisini yaymak için
halkla daha kolay bağlantı kurmak amacıyla halkın konuştuğu dilleri
diyalekleri kullanmıştır. Ama geleneklerin ezici baskısını yoketmek kolay
olmuyor, O gün için halkın dili olan Pali dili, sonradan tıpkı Sanskritçe
gibi bir kutsal dil durumuna gelmiştir.
Buda'nın görev yılları üne kavuştuktan
sonra, geniş bir halk kesiminin ilgisini çekmiş ve halkın gözü önünde geçmiş
olduğu için bu dönemin gençlik yıllarıyla karşılaştırılınca tarihsellik
bakımından daha inandırıcı olduğu, hiç olmazsa öyküdeki olayların
sahnelendiği çevrenin gerçekçi bir biçimde yansıtıldığı söylenebilir.
Görev yıllarının öyküsü söyle:
Buda, kendisini bırakıp gitmiş olan beş
kaçınık çileci arkadaşını Benares yakınlarında Ceylan Parkı'nda (İsipathana)
bulmuş, beş çileci Buda'nın kendilerine doğru yöneldiğini görünce, «Karşıdan
kaçınık Gotama geliyor ama o çileden, perhizden caymış, dünya nimetlerini
seçmiştir. Bak nasıl gücü kuvveti yerine gelmiş, eski güzelliğine kavuşmuş!
Bunun için ona saygı göstermeyelim. Ama ne de olsa soylu bir kimsedir,
yanımızda yer açalım da dilerse otursun» diye konuşmuşlar. Buda kendilerine
yaklaşınca da kararlarını uygulamaya koyamamışlar. Ayağa kalkıp saygıyla
Buda'nın önünde eğilmemezlik edememişler. Buda yanlarına oturunca «Gotama
kardeş» diye söze başlayacak olmuşlar, Buda hemen sözlerini kesip, «Bundan
sonra benimle konuşurken bana Gotoma kardeş demeyin, çünkü ben artık Buda
oldum, yolu buldum, size de yolu göstereceğim, yasa'yı (dharma) (21)
öğreteceğim» demiş,
Buda böylelikle bu sözlerle ilk vaazına
başlamış, insanları yanılgıdan, cahillikten kurtaracak olan dharma
tekerleğini ilk kez burada böylece çevirmeye başlamış.
Buda'nın çileci arkadaşları «Siz ki
perhizi bozup nefsinizin isteklerine yenik düştünüz, nasıl olurda tam ve
aşılmaz aydınlanmaya ulaşmış, en yüce gerçeğe ermiş olabilirsiniz?» diye
sormuşlar.
Buda çilecilere, «iki aşırı tutum vardır,
birincisi kendini isteklere, tutkulara hiç direnç göstermeden kapıp
koyuvermek, yalnızca nefis hazlarının peşinde koşmak; ikincisi kendine
gereksiz yere acı vermek, çilelere katlanmak, boşu boşuna nefsini
körletmektir.» demiş. Sonra «Birde benim bulduğum bu iki aşırı tutumun
ortasındaki yol vardır. Ancak bu yoldan gidilirse insanın gözleri
açılabilir, anlayışa ve dinginliğe, iç suskunluğa, iç görüye, gerçeklerin
kavranmasına erişilebilir, Nirvana'ya götüren yol işte bu orta yoldur, ben
de bu yoldan yürüyerek tam ve aşılmaz aydınlanmaya eriştim.» diye eklemiş.
Sözünü şöyle sürdürmüş:
«Bu yol, sekiz basamaklı yüce yoldur..
Sekiz basamağıysa: tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam davranış;
doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam
uyanıklıktır.»
«Kardeşlerim yaşamdaki en temel gerçek
ıstıraptır (dukkha); doğum ıstırapla olur; yaşlanma ıstıraptır; hastalık,
ölüm ıstıraptır; istemediğimiz, tiksindiğimiz şeylerden kurtulamamak,
sevdiğimiz, istediğimiz şeylere sahip olamamam ya da onları yitirmek
ıstıraptır. Kısacası benliğimizi, bireyliğimizi oluşturan beş kümede
toplayabileceğimiz, yaşama dört elle sarılmamızın nedenleri ıstıraptır. (22)
«Istırabın kaynağıysa insanı bir doğumdan
ötekine sürükleyen istekler ve tutkulardır. Bu isteklerin, tutkuların
peşinde gidenler bazen şunda, bazen bunda nefis hazlarında doyum ararlar,
yaşama, kalıcı olmayan şeylere dört elle sarılmaksa duyumsuzluktan başka bir
şey getirmez insana. «Kardeşlerim ıstıraptan kurtulmanın yoluysa istekleri,
tutkuları yok etmektir. Ta ki insanın içinde hiç bir istek, hiç bir tutkuya
yer kalmasın. Bu amaca götüren yola gelince bu yol sekiz basamaklı yüce
yoldur. Bunlar da tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam davranış;
doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam
uyanıklıktır.
«İşte kardeşlerim, ıstırap ıstırabın
nedenleriyiz; ıstırabın yok edilmesi ve bu amaca eriştiren yol konusunda
benim bulduğum dört yüce gerçek bunlardır.»
Bu vaazı dinleyen beş çilecinin
önderliğini yapan Kondanna hemen o anda aydınlanmış, öteki dört çileciyse,
vaazı dinlediklerinden sonra geçen dört gün içinde aydınlanmayı başarmışlar.
Böylelikle bütün insanları giderek aydınlanmaya, yanılgıdan kurtulmaya
götürecek olan dharma tekerleği ilk kez Ceylan Parkında (İsipathana)
çevrilmeye başlanmış. Buda'nın ikinci vaazı ruh ya da ben diye bir şey
olmadığım açıklamak için yaptığı konuşmaymış. Bu konuşma da söyle
özetlenebilir;
«Gövde (rupa) ruhu içermiş olamaz. Çünkü
gövde er geç yok olacaktır. Ruh duygularımız, coşkularımız (vedana)
algılarımız (sanna), önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle
biçim almış karakter özelliklerimiz (sankhara), ayırt edici bilincimiz (vicnana)
içinde de olamaz. Çünkü bunlar da eninde sonunda yok olacaklardır. Ne
dersiniz kardeşlerim gövdemiz kalıcı mıdır yoksa geçici midir? Ya da
duygularımız, coşkularımız, algılarımız, karakter özelliklerimiz, ayırt
edici bilincimiz kalıcı mıdır, geçici midir?» Beş çileci de «Geçicidirler»,
diye yanıt vermişler.
«Geçici olan, sürekli değişim içinde olan
bir şeye bu "ben"im, bu benim ruhumdur diyebilir misiniz?» Çileciler «Hayır,
böyle diyemeyiz», demişler. Buda sözü sürdürmüş «Bunu fark eden benim gerçek
öğrencilerim, gövdeye, duygu ve coşkuya, algıya, karakterden gelen
özelliklere, ayırt edici bilince bağımlılıktan kaynaklanan isteklerden,
tutkulardan soyunup özgürlüğe erişeceklerdir. Bu anlayışa erişen kimse
kurtuldum der ve böyle diyen kimse kendini ölümlülükten sonsuza dek
kurtarır.»
Bu vaazı da dinledikten sonra Buda'nın beş
çileci arkadaşının iç gözleri bütünüyle açılmış, beşi de tam olarak
aydınlanıp, nirvana'ya ermişler, böylelikle de Buda'yla birlikte
aydınlanmışların sayısı altıya çıkmış. Ertesi gün zengin bir ailenin çocuğu
olan Yasa adlı bir genç de Buda'nın öğretisini dinleyip aydınlanmış ve
topluluğa katılmış. Yasa' nın topluluğa katılmasından sonra Yasa'nın babası
ve arkadaşları, toplam ellidört kişi daha Buda'nın öğretisinden yararlanarak
aydınlanıp topluluğa katılmışlar. Böylece Buda'nın dışında topluluğa
katılanların sayısı altmışı bulmuş. Bunun üzerine Buda öğrencilerinden dört
bir yana dağılıp öğretisini yaymalarını istemiş, kendisi de Uruvila'nın
yolunu tutmuş. Yolda giderken otuz soylu gence rastlamış, onlar da Buda'nm
öğretisini dinleyip aydınlanmışlar ve topluluğa katılmışlar. Buda Uruvila da
ateşe tapan üç brahman kurban keşişiyle karşılaşmış, bu üç keşişden en
önemlisi Uruvila Kasyapay'mış onlara da üstünlüğünü kanıtlayarak beş yüz
kadar yandaşlarıyla birlikte. Buda'nın topluluğuna katılmalarını sağlamış,
hepsini Bodhgaya da dik bir yamacın kenarında toplamış ve «Ateş Vaazı» diye
bilinen konuşmasını yapmış. Özetle şöyle demiş: «Dervişler, her şey, her
varlık yakıcı, yok edici bir ateştir. Nedir Bu şeyler? Göz yakıcı bir
ateştir, biçimler, gövdeler (rupa) yakıcı birer ateştir; bunları görmekten
doğan izlenimler yakıcı birer ateştir; hoşa giden şeyler de, hoşa gitmeyen
şeyler de birer yakıcı ateştir. Hoş olan şeyleri de, hoş olmayan şeyleri de
görmekten doğan duygular birer yakıcı ateştir. Peki bu yakıcı ateş nereden
çıkıyor? Kardeşlerim, bunu size söyleyeyim. Bu ateş istek ve tutku ateşidir;
bu ateş öfke ve nefret ateşidir; bu ateş görünümün yanıltıcı alımlığına
çekiciliğine kapılmaktan gelen ateştir: Doğum, yaşlanma, ölüm, yas,
üzgünlük, mutsuzluk, umutsuzluk felaket bütün bunlar yakıcı birer ateştir."
"Kulak da yakıcı bir ateştir. Duyduğumuz
her şey de yakıcı birer ateştir. Burun da böyledir; burnumuzun aldığı bütün
kokular yakıcı birer ateştir; dil dokunma duyumuz, bunlar da yakıcı birer
ateştir."
"Zihnimiz, bilincimiz, izlenimlerimiz,
izlemelerden kaynaklanan duygularımız, bunlar da yakıcı birer ateştir. Bunun
böyle olduğunu anlayan benim gerçek öğrencilerim gözün gördüklerine
biçimlere, görülen şeylerden gelen izlenimlere, bu izlenimlerden kaynaklanan
duygulara kulaktan, burundan, dilden, dokunma duygusundan gelen algılara,
zihin, bilinç izlenimler ve duygulara aldırmazlar, bu yolla da isteklerden,
tutkulardan kendilerini kurtarıp özgürlüğe erişebilirler. Bu anlayışa erişen
kimse kurtuldum der ve böyle diyen kimse ölümlülükten kendisini sonsuza dek
kurtarır.
Bu vaazı dinleyen bin kadar derviş bu
konuşmanın etkisiyle aydınlamışlar nirvana'ya ulaşmışlar Bundan sonra Buda
yanında bu bin kadar derviş ve onların başında da Uruvila Kasyapa olmak
üzere Magadha Krallığının başkenti Racagaha'nın yolunu tutmuş ve kentin
yakınındaki hurma koruluğunda konaklamışlar. Kral, Buda nın geldiğini ve
hurma koruluğunda olduğunu öğrenince hemen oraya gitmiş Kasyapa'yı da orada
görünce önce durumu tam anlayamamış Buda'mı Uruvila Kasyapa'ya öğrenci
olmuş, yoksa Uruvila Kasyapa'mı Buda'nın öğretisini benimsemiş birden
kavrayamamış. Bu durumu fark eden Uruvila Kasyapa, Buda'nın önünde yere
kadar eğilerek «Buda benim ustamdır, ben de onun öğrencisiyim» diyerek
durumu açıklamış. Oradakiler «Uruvila Kasyapa bile Buda'nın yolundan gitmeyi
kabul ettiğine göre, Buda'nın üstün bir gücü olmalı», diye düşünmüşler.
Bundan sonra Buda «dört yüce gerçeği» anlatmış, bu konuşmayı dinleyen
Magadha Kralı Bimbisara ve yanındakilerin hemen hepsi Buda'nın öğretisini
özümleyip aydınlanmışlar. Kral Bimbisara dervişlik topluluğuna katılmamakla
birlikte dışardan bir öğrenci olarak Buda'nın kendisini kabul etmesini
istemiş ve Buda'yı bütün öğrencileri izleyicileri, yandaşlarıyla birlikte
ertesi gün yemeğe çağırmış, yemek sırasında da Veluvena adıyla bilinen ve
kralın eğlence bahçelerinden biri olan Bambu koruluğunu Buda'nın başında
olduğu topluluğa armağan etmiş, Buda ve yandaşları yemekten kalktıktan sonra
koruluğa gitmişler. Buda'nın kırkbeş yıl süren görev yıllarının büyük bir
bölümü bu korulukta yapılan manastırda geçmiş.
O sıralarda adları Sariputta ve Mogallana
olan iki derviş Racagaha'da bulunuyorlarmış. Buda'nın topluluğundan Assaci,
Racagaha sokaklarında topluluk için sadaka toplarken tutum ve davranışındaki
saygınlık, incelik, seçkinlik, Sariputta'nın ilgisini çekmiş, konuşmak için
uygun bir durum bulunca Assaci'ye kimin öğrencisi olduğunu ve ustasının
öğretisinin ne olduğunu sormuş. Assaci, Şakyalar soyundan Buda'nın öğrencisi
olduğu yanıtını vermiş, öğreti konusunda da, «Daha ben bir çırak öğrenciyim.
Kısa bir süre önce Buda'nın topluluğuna katıldım. Onun için öğreti konusunda
sana söyleyebileceğim çok bir şey yok,» demiş, sonra da öğretiyi açıklamak
için şu dizeleri söylemiş:
Her olgunun bir nedeni olduğunu,
Nedenlerin neler olduğunu,
Neden kalkınca olgunun da yok olduğunu
Buda açıklığa kavuşturdu.
İşte büyük ermişin öğretisi bu! (23)
Bu dizeleri duyunca hemen Sariputta'nın
zihninde bir aydınlanma olmuş, bir şeyin oluş nedeninin ortadan kalkması
durumunda o şeyin olmamasına da neden olabileceğini açıklıkla görmüş. Bu
dizeleri arkadaşı Mogallana'ya söyleyince o, da hemen aydınlanmış. Her ikisi
de eski ustaları Sancaya'yı bırakıp Buda'ya öğrenci olmuşlar ve çok kısa bir
zamanda Buda'nın ölümüne kadar yanından ayrılmayan baş öğrencileri ve en
önemli izleyicileri durumuna geçmişler.
Bu arada Şakyalar'ın kralı, Buda'nın
babası Suddhodana oğlunun altı yıllık çaba sonucu tam ve aşılmaz
aydınlanmaya erişmiş ve bulgularını yaymaya başlamış olduğunu, Racagaha'daki
«Bambu koruluğunda» yaşadığını öğrenmiş, oğlunu görmek istediği haberini
iletmek için yanında sayıları bini bulan görevliyle birlikte bir elçi
göndermiş, elçi ve yanındaki görevlileri Bambu koruluğuna vardıkları zaman
Buda öğrencilerine öğretisini açıklayan bir konuşma yapıyormuş. Onlar da
haberi iletmek için konuşmasını bitirmesini beklerken Buda'nın konuşmasını
dinlemişler. Buda' nın açıkladığı gerçeği görüp aydınlanmışlar ve topluluğa
katılmışlar, böylelikle de günlük sorunlarla ilgilerini kesmiş olduklarından
Buda'ya babası Suddhodana'nın çağrısını iletmeye gerek görmemişler. Kral
gönderdiği elçiyle yanındaki görevlilerden bir haber çıkmayınca, yanında bir
o kadar görevliyle başka elçiler, haberciler göndermiş ama onlar da Buda'nın
topluluğuna katılmışlar ve elçilik görevlerini yerine getirmemişler. Sonunda
kral veziri Kaludayin'i göndermiş. Kaludayin önceden kraldan kendisinin de
Buda'nın topluluğuna katılmasına izin vermesini istemiş. Kral: «İster
topluluğa katıl, ister katılma, ama oğlumu buraya getir de ölmeden önce onu
göreyim,» demiş. Kaludayin, Buda'nın yanında vardığında öğretisini dinlemiş
ve aydınlanıp o da topluluğa katılmış. Kaludayin'in topluluğa katıldığı
tarih Buda'nın tam ve aşılmaz aydınlanmaya erişip öğretisini yaymaya
başlamasının sekizinci ayına rastlıyormuş. Sekiz ayın ilk üç ayı olan yağmur
mevsimini Buda Ceylan parkında (İsipathana), sonraki üç ayını Uruvila'da,
son iki ayını da Racagaha'daki Bambu koruluğunda geçirmiş.
Kaludayin aydınlanıp topluluğa
katıldığının haftasına Buda'ya babasının kendisini görmek istediği haberini
iletmiş. Buda bu habere sevindiğini söylemiş, «İyi ki söyledin, ben de
gitmeyi düşünüyordum», demiş ve yirmi bin yandaşıyla birlikte yola çıkmış,
her gün bir fersah (24) yol alarak iki ayda Kapilavastu'ya varmış, Şakyalar,
Buda ve yandaşlarının konaklaması için en uygun yerin kutsal incir ağaçları
koruluğu olacağını düşünmüşler, koruluğu gereği gibi hazırladıktan sonra
ellerinde çiçekler, yanlarında çocuklar başlarında kralları Suddhodana ve
soylular olmak üzere kadın, erkek bütün Şakyalar Buda ve yandaşlarını
karşılamaya gitmişler. Soylulardan bir bölümü Buda'nın yaşça kendilerinden
küçük olduğunu düşünüp önünde eğilmek istememişler ama sonunda kral dahil,
hepsi yerlere kadar eğilip Buda'ya saygılarını göstermişler.
Ertesi gün Buda, Kapilavastu sokaklarında
arkadaşlarıyla birlikte sadaka toplamaya çıkmış. Prens Gotama'nın kapı kapı
dolaşıp dilendiği duyulunca halk kapılara, pencerelere üşüşmüş, şaşkınlık
içinde Buda'ya bakıyorlarmış. Buda' yi Rahula'nın anası Yosadhara da görmüş.
Kendi kendine «Benim sultanım eskiden bu kentte iki adımlık yola bile altın
yaldızlı tahtırevanlar içinde giderdi. Şimdi böyle saçı, sakalı kazınmış,
üstünde bu sarı paçavralar, kapı kapı dolaşıp yiyecek dilensin! Bu olacak
şey değil,» diye düşünmüş ve doğru krala gidip gördüklerini anlatmış. Bu
habere adamakıllı canı sıkılan kral hemen Buda'yı bulmuş. «Sana ve
adamlarına yemek bulamayacağız diye mi korkuyorsun?» demiş. Buda «Bizim
yöntemimiz böyledir,» diye yanıt verince de kral, «Bizim atalarımızdan, ne
de soyunuzdan hiç kimse bu güne dek dilenmedi,» diyecek olmuş. Buda bu söze,
«Sen kralsın ve kralların kalıtçısısın, bense Buda' yım ve Buda'ların
kalıtçısıyım. Benden evvel bu dünyadan gelmiş geçmiş Buda'ların tümü günlük
yiyeceklerini dilenerek elde etmişler,» diye karşılık vermiş.
Kral Buda'yı da yirmi bin yandaşını da
(25) alıp saraya götürmüş, yemekler yendikten sonra saraydaki bütün kadınlar
gelip Buda'ya saygılarını sunmuşlar, yalnız Rahula' nın anası Yosadhara
gelmemiş. «Eğer bana saygısı varsa o bana gelsin» diye düşünmüş. Buda,
Yosadhara'nın aklından geçenleri sezmiş, iki baş öğrencisi Sariputta'yla
Mogallana'yı yanına alıp Yosadhara'nın. odasına gitmiş. Yosadhara, Buda'ya
gerekli saygıyı gösterdikten sonra oğlu Rahula'ya seslenmiş «Bak sevgili
oğlum. Şu karşındaki bütün dervişlerin başı olan derviş senin babandır ve
büyük bir hazinenin sahibidir. Git! Sen de babandan hazinedeki payını iste!
Çünkü sen onun kalıtçısısın,» demiş. Çocuk da Buda'ya dönüp «Kalıtımı
isterime deyince Buda baş öğrencisi Sariputta'ya Rahula'nın topluluğa
alınmasını buyurmuş ve böylelikle Rahula topluluğa katılmış.
Kral torununun da dervişlik örgütüne
alındığını öğrenince çok üzülmüş ve hiç bir oğulun anasının, babasının izni
alınmadan topluluğa alınmayacağı konusunda Buda'nın kendisine söz vermesini
istemiş, Buda'da babasına bu konuda söz vermiş ve o günden sonra hiç kimse
anasının, babasının izni alınmadan topluluğa alınmamış. (26)
Buda bir süre sonra Racagaha'ya dönmek
üzere Kapilavastu'dan ayrılmış, yolda bir korulukta konakladıkları sırada
arkalarından yetişen Şakya prensleri gelip topluluğa katılmışlar. Bunların
arasında yaşamı boyunca yanından ayrılmamış, sonradan Buda'nın kişisel bakım
ve hizmetlerini de üstlenmiş olan kardeş çocuğu Ananda ve gene kıskançlığı
yüzünden Buda'nın yaşam boyu düşmanı olmuş olan kardeş çocuğu Devadatta da
varmış.
Racagaha'ya döndükten sonra o sırada bir
rastlantı olarak Racagaha'da bulunan Koşola'lı çok zengin Anathapinadaka
adında bir tüccar Buda'nın bir konuşmasını dinlemiş, bu konuşmadan
etkilenerek Buda'nın öğretisini benimsemiş ve ülkesine döndükten sonra
Koşala'nın başkenti olan Savathi'de Cetavana korusunu tüm alanını altınla
kaplayacak bir baha karşılığında koruluğun sahibi olan prensten satın alıp
koruluğun ortalık yerinde Buda için özel bir oda ve çevresinde topluluğun
önde gelenleri için seksen oda olan bir manastır ve Racagaha ile Savathi
arasında da her fersahta bir Budist barınağı yaptırmış. Her şey hazır olunca
da Buda'yı çağırmış ve Cetevana koruluğunu topluluğa armağan etmiş. Buda
bundan sonraki yaşamını çoklukla Racagaha'daki Veluvena koruluğuyla
Savathi'deki Cetevana koruluğunda geçirmiş. Gene Savathi'li zengin bir
tüccarın karısı olan Visakha adlı bir kadın topluluğa büyük para yardımları
yapmış ve topluluktan olanların yararlanması için Pubbarana manastırını
yaptırmış. Bu manastır da Anathapinadaka'nın armağan ettiği manastıra
yaklaşık bir görkemdeymiş.
Bir kez Şakyalar'la Koliyas'lar arasında
Rohini ırmağının sularından yararlanma hakkı konusunda anlaşmazlık çıkmış. O
yıl havalar kurak gittiği için ırmağın suyu, ırmağın iki kıyısındaki
tarlaları sulamaya yetmemiş. Anlaşmazlık büyümüş, iki taraf savaş
hazırlığına girişmişler. Bir tarafta Şakya prensleri, öbür yanda Koliyas
prensleri savaşmak için toplanmışlar. Buda durumu öğrenince oraya gitmiş,
iki tarafa da anlaşmazlığın konusunu sormuş. Kimse tam olarak bilmiyormuş.
Durumu baş komutandan sormuşlar onun da anlaşmazlığın nedenini bilmediği
meydana çıkmış. Kral naibinin de yeter bilgi sahibi olmadığı anlaşılınca en
sonunda konu çiftçilerden sorularak bütün anlaşmazlığın ırmağın suyunun iki
kıyıya yetmemesinden ileri geldiği anlaşılmış. Buda prenslere suyun
değerinin ne kadar olduğunu sormuş. Prensler önemli bir değeri olmadığını
söylemişler. Onun üzerine toprağın değerinin ne olduğunu sormuş. Prensler
onun da pek büyük bir değeri olmadığı yanıtını vermişler. Bu kez prenslerin
değerinin ne kadar olduğunu sormuş. Prenslerin değerine paha biçilemeyeceği
yanıtını almış. «Öyleyse», demiş, «değerleri önemsiz olan şeyler uğruna
değerleri pahasız olan şeyleri tehlikeye atmış olmuyor musunuz?» Bu sözler
harbe hazırlanan prenslerin akıllarını başlarına getirmiş. Öfkeleri
yatışmış, böylece de Buda gereksiz bir harbi önlemiş. Savaşmaya hazırlanan
prenslerden bir yandakilerden iki yüz elli, öbür yandakilerden iki yüz elli
olmak üzere beş yüz prens Buda'nın topluluğuna katılmışlar.
Bu sıralarda Buda'ya babasının hastalanıp
ölüm döşeğine düştüğü haberi gelmiş. Buda hemen Kapilavastu'ya. gitmiş,
yatağının başucunda babasına yaşamdaki her şeyin geçiciliği konusunda
telkinlerde bulunmuş. Sııddhodana tam aydınlanmaya ve nirvana'ya eriştikten
sonra ölmüş.
Kralın dul eşi ve Buda'nın hem teyzesi hem
analığı olan Mahapacapati kocasının ölümünden sonra, dervişlik yaşamına
girmek istemiş, saçlarını kökünden kesip yanına da Rohini ırmağıyla ilgili
anlaşmazlık sırasında Buda'nın topluluğuna katılan beş yüz prensin
böylelikle kocasız kalan karılarını alıp Buda'nın olduğu yere varmış ve
yanındaki prenseslerle birlikte örgüte katılmasına izin verilmesini istemiş.
Buda eğer kadınların örgüte katılmasına izin verirse bu uygulamanın yanlış
yorumlara, topluluk için kötü söylentilere yol açabileceğinden çekinmiş.
Kadınlar üç kez isteklerini yenilemişler, Buda üç kezde de isteklerini geri
çevirmiş, dördüncü kez yeniden istekte bulunmaktan çekinmişler, gerisin geri
evlerine dönmüşler.
Buda'nın analığı bir süre sonra bir kez
daha denemeye karar vermiş. Yeniden prensesleri de yanına almış hepsi
saçlarını kökünden kesmişler, saraylarında bir kattan ötekine çıkmayı bile
önemli bir sorun sayan bu soylu kadınlar ellerinde keşkülleri, yayan
yapıldak Buda'nın o sıralarda bulunduğu Vaişali kentine varmışlar. Onları
Ananda karşılamış. Üstlerinin toz toprak, ayaklarının kan revan içinde,
yorgun, bitkin durumda olduklarını görünce üzülmüş, gözleri yaşlarla dolmuş.
Durumu gidip Buda'ya anlatmış. Buda, .«Yeter Ananda!» demiş, «Kadınların
evlerini, barklarını bırakıp evsiz yaşamı seçmelerine izin vermemi benden
isteme...» Ama Ananda, Buda'yi kandırmak için başka bir yol izlemiş.
Buda'ya, «Eğer kadınlar evlerini barklarını bırakıp da evsiz yasamı seçmiş
olsalar nirvana'ya ulaşabilmek yeteneğinden yoksun mudurlar?» diye sormuş.
Buda, kadınların da aydınlanmaya, nirvana'ya ermeye yetenekleri olduğunu
yadsıyamamış. Bu kez Ananda, Buda'ya yeniden sormuş, «Buda'lar dünyaya
yalnız erkeklerin yararlanması için mi gelirler?» Buda kuşkusuz kadınları da
yararlandırmak için de gelirler, demek zorunda kalmış ve böylelikle de
kadınların topluluğa katılmalarına karşı çıkmak için mantıksal bir dayanağı
kalmamış ama bir yandan da «Öğretimiz eğer bin yıl egemen olacakdıysa
kadınların katılması yüzünden beş yüz yıl egemen olabilecek,» demekten
kendini alamamış.
Bu olay ve kadınların örgüte alınması (27)
Buda'nın aydınlanmasını izleyen altıncı yılda olmuş.
Buda'nın yaşamında bundan sonraki yıllarda
geçen olaylar sıralı ve ayrıntılı olarak kayda geçirilmemiş. Altıncı yıldan
sonra geçtiği söylenen bir kaç önemli olaya burada kısaca değinmekle
yetineceğim.
Bir keresinde Racagaha'da yaşayan zengin
bir tüccar sandal ağacından oyulmuş bir kâseyi yüksek bir bambu ağacının
tepesine bağlatmış, doğaüstü gücü olan derviş ya da brahman'lardan kâseyi
ağacın üstünden alabilecek kimseyi ödüllendireceğini vaadetmiş öyküye göre
bunu duyan bir Budist derviş havaya uçup kâseyi ağaçtan almış, bununla da
yetinmemiş Racagaha kentinin üstünde uçarak üç tur atmış. Bu olay Buda'nın
kulağına gidince «Böyle olağanüstü gösteriler yapmaya çalışmanın ne
aydınlanmaya bir yararı olur, ne de çevredekileri topluluğa katılmaya
isteklendirir,» demiş ve kendi öğrencilerinin mucize gösterileri yapmalarını
yasaklamış.
Buda'nın görev yıllarında öğretisine karşı
çıkanlar da olmuş, Buda zaman zaman kendini onlara karşı da savunmak zorunda
kalmış. Buda'nın öğretisinin brahman kastının ayrıcalıklı durumunu
onaylamamış olması nedeniyle Buda' ya karşı en büyük tepkinin brahman'lardan
gelmiş olduğu sanılabilir. Oysa, o dönemde Buda'nın öğretisini yaydığı
Hindistan'ın Doğu bölümünde Brahmanizm yeterince kurumlaşmış ve örgütlenmiş
değildi. Bu bölgede din, güçlü bir merkez otoritenin önleyici baskısı
olmadan tam bir bağımsızlık içinde durmadan yeni yeni kollara ayrılıyor,
değişik düşünce ve eğilimde yeni dinsel öğretiler ortaya çıkıyordu.
Brahmanizm öteki dinsel öğretiler, dinsel akımlar arasında, daha üstün bir
güce sahip değildi. Onun için bu ilk dönem de Buda'nın öğretisinin
yayılmasına karşı koymakta brahmanlar büyük bir etkinlik sağlayamadılar.
(28)
Buda'ya karşı çıkanlar arasında Buda'nın
baş öğrencileri Sariputta ve Mogollana'nın eski öğretmenleri Sancaya ve
insanın kendini yazgının ağından kurtaramayacağını savunan Makhali
Gossola'yı da sayabiliriz. Ama kuşkusuz Buda'nın en önemli karşıtı
Cainizm'in kurucusu olan Mahavira adıyla da bilinen Vardhamana ve
Vardhamana'nın yandaşlarıydı. Cainistler'in Buda'ya karşı çıkışlarının
başlıca nedeni Buda'nın aşırı çileciliği ve perhizi benimsememesi, orta bir
yol izlemeyi önermesiydi. Öyküye göre Buda'nın kardeş çocuğu ve öğrencisi
Devadatta da çileciliği ve perhiz yolunu yeğlemiş. Bu nedenle Buda'ya karsı
çıkmış ve onu aradan çıkarıp yerine geçme girişimlerinde bulunmuş. Buda'ya
karşı Magadha kralı Bimbisara'nın oğlu Acataşatru'nun desteğini kazanmaya
çalışmış. Önce Acataşatru'yu babasını öldürüp yerine kral olmaya kışkırtmış,
ama kral oğlunun kendisini öldürme girişiminde bulunduğunu öğrenince oğluna,
«Değil mi ki benim yerime kral olmak istiyorsun, beni öldürmen gerekmez, ben
krallıktan çekileyim, sen benim yerime kral ol,» demiş ve krallıktan
çekilmiş. Gene de Acataşatru, Devadatta'nın telkinlerine uyarak belki bir
gün babası kararından cayar da yeniden kral olmak ister kuşkusuyla babasını
aç bırakarak ölümüne neden olmuş.
Acataşatru kral olduktan sonra Devadatta
yeni kraldan Buda'yı öldürme iznini almış, bu amaçla otuz bin tane paralı
katil tutmuş ama hiç biri Buda'yı öldürememiş. Buda' nın yanına gelince onun
sevgi dolu bakışları karşısında kötü niyetlerinden vazgeçmişler, bununla da
kalmamışlar, Buda' nın öğretisini benimseyip topluluğa katılmışlar. Bu durum
karsısında Devadatta Buda'yı hiç bir insanın öldüremeyeceği kanısına varmış
ve Buda'yı öldürtmek için azgın bir fili Buda'nın üstüne saldırtmış. Fil
Buda'nın önüne gelince ona hiç bir zarar vermeden yere çökmüş. İşin asıl
özünü bilmeden Devadatta'nın yanını tutan bir bölüm dervişte Buda'nın baş
öğrencileri Sariputta ve Mogallana'nın kendilerini uyarmaları üzerine
Devadatta'yı bırakıp Buda'ya dönmüşler.
Kral Acataşatru'ya gelince, babasının
ölümünden sonra çok vicdan azabı çekmiş, kendisini iç huzuruna eriştirmeleri
için bir çok bilgelere, ermişlere başvurmuş ama bir türlü aradığı huzuru
bulamamış, en sonunda hekiminin önerisine uyarak Buda'ya gitmiş, Buda'nın
öğretisini öğrenip benimsemiş ve Buda'nın örgüte katılmadan, dışardan bir
öğrencisi olmuş.
Buda'nın görev yıllarının ilk yirmi
yılında kişisel hizmetlerine bakan sürekli bir yardımcısı yokmuş, öğrenciler
sırayla bu görevi yaparlarmış. Bir gün Buda kişisel hizmetlerini sürekli
olarak üstlenmek isteyen bir kimse olup olmadığını sormuş. Bütün öğrencileri
bu görevi almak için birbirleriyle yarışırcasına ileri atılmışlar, yalnız
kardeş çocuğu Ananda sesini çıkartmamış. Onun üzerine Buda, Ananda' ya bu
görevi isteyip istemediğini sormuş. Ananda bu hizmet karşılığında kendisine
hiç bir ayrıcalık tanınmaması, yalnızca Buda'ya öğretisi konusunda zamanlı
zamansız soracağı bütün soruları, bıkmadan usanmadan yanıtlaması koşuluyla
görevi üstlenebileceğini söylemiş. Buda, Ananda'nın koşullarını kabul edip
görevi ona vermiş. Ananda ölümüne kadar Buda'nın yanından hiç ayrılmadan bu
görevi sürdürmüş.
Bir keresinde Buda, Vaişali kentine
gittiğinde orada yaşayan Ambapali adında çok ünlü, çok zengin ve çok güzel
bir yosma'nın malı olan mango koruluğunda konaklamış. Ambapali bu haberi
duyunca hemen koruluğa gidip Buda'yı yanındaki bütün arkadaşlarıyla birlikte
yemeğe çağırmış. Vaişali'nin beyleri Licchavi'ler de Buda'nın Vaişali'ye
geldiği haberini alınca onlarda yemeğe çağırmak için mango koruluğuna
giderken arabaları Ambapali'nin arabasıyla çatışmış. Ambapali'ye nereden
geldiğini sorunca da Buda'yı yemeğe çağırmak için gittiği mango koruluğundan
döndüğü yanıtını almışlar. Ambapali'ye bu onuru kendilerine satması için
büyük paralar teklif etmişler ama Ambapali teklifleri geri çevirmiş «Değil
para, bütün Vaişali kentini bütün çevresiyle birlikte bana bağışlasamz da
böylesine büyük bir onurdan vazgeçmem demiş.» Vaişali beyleri Licchavi'ler
Ambapali'den ayrıldıktan sonra gidip Buda'yı yemeğe çağırmışlar ama Buda
daha önce yosma Ambapali'ye söz verdiğini ileri sürerek daveti geri
çevirmiş.
Ertesi gün Ambapali'ye yemeğe giden Buda
ve arkadaşları yemeklerini bitirdikten sonra Ambapali, Buda'nın yanına
gelerek evini ve bahçesini topluluğa bağışladığını bildirmiş, Buda da bu
bağışı topluluk adına kabul etmiş.
Buda'nın gelenekleşmiş yaşamının ana
çizgileriyse şöyle özetlenebilir; Haziran ayında Hindistan'ın kavurucu
yazından sonra yağmur mevsimi gelir, üç ay boyu sel gibi yağmurlar yağar. Bu
gün olduğu gibi Buda'nın döneminde de bu aylar yolculuk için uygun aylar
sayılmazdı. Bu ayları Buda ve öğrencileri örgüte (sangha) bağışlanmış
korulardaki manastırlarda geçirirlermiş. Yağmur mevsimi bitince Buda
öğrencileriyle birlikte kent kent, köy köy dolaşmaya çıkarmış. Genellikle
Koşala'nın başkenti Savathi'yle Magadha krallığının başkenti Racagaha
çevrelerinde dolaşırlar, geceleyecek bir çatı altı bulamazlarsa, mango ya da
hintinciri ağaçlarının altında yatarlarmış. Buda'nın yaşamının büyük
bölümünü içlerinde geçirdiği kral Bimbisara'nın armağanı olan Veluvana adlı
bambu koruluğu da, Koşalalı tüccar Anathapindaka'nın bağışı olan
Savathi'deki Cetevana manastırı da kente ne çok uzak ne de çok yakınmış.
Gündüz dingin gece sessiz olan bu korular aslında kralların eğlence ve
dinlenceleri için planlanmış lotus çiçekli havuzların, mis gibi kokular
yayan mango ağaçlarının süslediği zarif palmiye ve koyu renk büyük yapraklı
hintinciri ağaçlarının gölgelendirdiği, insana dinginlik ve iç suskunluğu
veren bahçelermis. Her gün, içlerinde krallar, prensler de olan her türden
akın akın ziyaretçi Buda'yı görüp ondan ışık almak için bu bahçelere
gelirlermiş.
KAYNAKÇA VE NOTLAR
(21) Pali diliyle dhammaa, (Skr: dharma)
evrenin ve insanın oluşum ve değişim kurallarıyla yapısal özelliklerini
düzenleyen yasaların tümü, ayni zamanda Buda' nın insanı acıdan, ıstıraptan
kurtarıp, nibbana'ya (Skr. Nirvana) eriştiren öğretisi.
(22) Khanda (Skr, Skhanda) adı verilen ve
Budist görüşe göre gerek maddesel, gerek ruhsal benliğimizi, bireyliğimizi
oluşturan beş kümede toplayabileceğimiz öğeler söyle sıralanabilir : a)
gövdemiz (rupa); b) duygu ve coşkularımız (vedana); c) algılarımız (sanna);
d) önceki düşünce, karar ve eylemlerimizle biçim almış karakter
özelliklerimiz (sankhara); e) ayırt edici bilincimiz (vinnana, Skr: vicnana)
(23) Budizm öğretisinde en önemli ilke
kuşkusuz nedensellik bağlantısıdır. Evrenin öncesizden sonsuza sürekli
oluşum süreci içinde olmasının devingen gücünün nedensellik bağlantısı
olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koyması Buda'nın Hint düşüncesine
önemli bir katkısıdır. Assaci'nin yukarıya alınan dizeleri Budist yazıtlarda
en çok kullanılan sözler arasındadır. Çok kez Budistlerin inanlarını
açıklamak için söyledikleri bir kalıp sözcük olarak kullanılır. (A. K.
Coomaraswamy, Buddha and the Gospel oj Buddhism S. 40.)
(24) Yaklaşık olarak beş kilometre.
(25) Kuşkusuz bu sayılar abartılmış
sayılardır. Pali metinlerinde Buda'nın yolculuklarında bazı yerde üç yüz,
bazı yerde beş yüz öğrencisinin kendisine yoldaşlık ettiği yazılıdır ki bu
sözleri de abartı olarak kabul etmek gerçeklere daha uygun düşebilir.
Anlaşılıyor ki bu-abartılmış sayıların amacı yolculuklarına çok sayıda
öğrenci ve yandaşıyla birlikte çıktığını dile getirmektir.
(26) Buda'nın öğrencilerinin evlerini
barklarını bırakıp derviş yaşamını seçmelerinin o günkü toplumda tepkiyle
karşılandığı anlaşılıyor. Brahmanlar ancak torunu olanların derviş
olabileceğini telkin ediyorlardı. Buda'ysa kurtuluşun yolunu gençlere de
açık tutmak istiyordu. Köylülerin çiftlik çubuklarını bırakıp derviş
olmalarına izin verilmiyordu. Şehirlilerinse ailelerinin geçimini
sağladıklarım belgelemeleri isteniyordu. Bkz. Walter Ruben, Eski Hint
tarihi, S. 44).
(27) Kadınların Budist topluluğa
alınmasında Aryalar öncesi eski Hint Kent uygarlığından kalma anaerkil
kültürün etkilerini aramak bana mantıklı bir varsayım gibi görünüyor.
Aryalar'ın Tanrıları bütünüyle babaerkil Tanrılardı. Veda'ların dininde
kadınlar her tür dinsel görevin dışında bırakılmışlardı. Oysa İndus
uygarlığında Ana Tannça'nın önemli bir yeri olduğu ve Hinduizm'de sonradan
büyük bir önem kazanmış olan Tanrıca Kali - Dıırga'nın Arya kökenli olmadığı
bilinen bir gerçek. Arya kültürüyle yerli halkların kültürlerinin karışıp
kaynaşmaya başladığı Upanişad'lar döneminde de orman bilgelerinin kadın
öğrencileri de olduğunu kanıtlayan kayıtlar var (Bkz. K. M. Sen, Hirıduism,
S. 52). Diğer yandan kuşkusuz kadının o günkü Hint toplumunda bu günkünde de
olduğu gibi erkeğe oranla daha aşağı bir yere yerleştirilmiş oluşu kadın
erkek eşitsizliğine yol açıyordu. Kadın toplumun kendisini yerleştirdiği
yeri bırakınca eşitsizlik de ortadan kalkıyor. Buda kadının evsiz barksız
yaşamı seçmesine izin vermekle toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırarak
aydınlanabilmek gerçeğe erebılmek bakımından kadını erkekle eşit duruma
getirmiş oluyordu.
(28) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S.
190-191
BUDA'NIN SON GÜNLERİ VE ÖLÜMÜ
Buda'nın yaşamının son üç ayı ve ölümü Maha-Paranib-bana
Sutta (Skr: Maha-P aranır vana Sutra) adlı metinde oldukça ayrıntılı olarak
anlatılmıştır. Kuşkusuz birbirine benzer yıllarda geçen, birbirine benzer
olayların unutulmuş, ama Buda'nın son günlerindeki olayların ve, son
sözlerinin unutulmayıp özenle belleklerde saklanmış olmasından daha doğal
bir şey olamazdı.
Buda son yağmur mevsiminde öğrencilerinden
ayrılmak ve yalnız kalmak istemiş. Ananda'yla birlikte yağmur mevsimini
Beluva'da geçirdiği sırada ağır ve ciddi bir hastalığa tutulmuş. Ananda,
Buda'nın öleceğini sanıp büyük bir üzüntüye kaptırmış kendini, ama bir
yandan da Buda'nın toplulukla ilgili konularda buyruklarını bildirmeden,
önerilerde bulunmadan aralarından ayrılmayacağını düşünerek biraz olsun
üzüntüsünü hafifletebilmiş. Buda bir süre sonra harcadığı büyük bir çaba
sonucu hastalığı alt etmeyi başarmış. Ananda, Buda'nın kendini toparladığını
görünce, hastalığı sırasındaki üzüntülerini, korkularını ve bunları yenmek
için hangi düşüncelerde avuntu aradığını anlatmadan edememiş. Buda'nın
Ananda'ya yanıtı öğretisinin kısa bir özeti sayılabilecek şu sözler:
«Ananda! Öğrencilerimin ya da topluluğun
benden bekleyecekleri bir şey kaldı mı? Ben öğretimi kimseden bir şey
saklamadan, olabildiğince açıklıkla yaymaya çalıştım. İçrek (esoteric),
dışrak (exoteric) ayırımı yapmadım. Gerçeğin öğretisini hiç bir sınır
koymadan açıklamak için elimden geleni yaptım. Bildiğini kendine saklayan
bir öğretmen gibi davranmadım. Eğer içinizden biri, 'topluluğu ben
yöneteceğim', diyorsa ya da 'topluluk benim buyruklarıma uymalıdır,' diye
bir düşüncesi varsa, kendi niyetlerini topluluğa duyurabilir. Ben niçin
toplulukla ilgili önerilerde bulunayım? Benim görevim bitti. Yaşamının son
günlerine gelmiş bir ihtiyarım. Seksen yaşına eriştim. Eskimiş bir arabayı
nasıl ancak şurasını burasını sırımlarla bağlayarak çalışır durumda
tutabilirlerse, benim gövdem de ancak sargılarla sarılıp sarmalanıp bir
arada tutulabiliyor. Ancak kendi dışımdaki konularla ilgiyi kesip maddesel
hiç bir şeyin zihin dinginliğimi bozmasına izin vermediğim sürece bedenim
dinlenebiliyor.»
«Onun için Ananda sana söyleyebileceğim
şu: Kendiniz kendinize ışık olun, dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiç
bir şeyden destek, dayanak aramayın. Kendinize yalnız gerçeği ışık yapın.
Kendi dışınızda hiç, ama hiç kimseden destek, dayanak aramayın, ister şimdi,
ister ben öldükten sonra, kendilerine kendi ışık olan, dışta bir destek,
dayanak aramayan, ışık olarak yalnızca gerçeğe tutunup, gerçeğe güvenen,
kendilerinden başka kim olursa, olsun, kimseden destek aramayanlar yolun
sonuna, tepenin doruğuna ulaşabilirler, gerçeğe erebilirler. Yeter ki
yılmadan, usanmadan oraya varmak için çaba harcasınlar.» (29)
Başka bir kez de Ananda'ya öleceği günün
yaklaşmış olduğundan söz edecek olmuş. Ananda çok üzülmüş ve Buda'ya
ölmemesi için yalvarmaya başlamış. Buda, Ananda' ya çıkışmış «Ben daha önce
de söylemedim mi?» demiş «Sevdiğimiz yanımızdan ayırmak istemediğimiz hiç
bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar bizden ya biz onlardan ayrılmayalım.
Doğanın yapısı böyledir. Nasıl olur da Ananda doğmuş olan, varlığa dönüşmüş,
büyüyüp gelişmiş bir şey, sonunda çözüşüp yok olmasın. Böyle bir şey
olabilir mi?»
«Evet Ananda, üç ayın sonunda öleceğim.
Yaşam olarak bende ne kaldıysa hepsi yok olacak.» Ananda kendilerini
bırakmaması için yeniden yalvarmışsa da Buda'nın kesin yanıtı, «Başka
türlüsü olamaz,» sözleri olmuş. Sonra Kutagara' daki büyük ormandaki
toplantı yerine gitmişler, Buda'nın öğrencileri, yandaşları oraya geldiğini
duyup gelmişler, çevresinde toplanmışlar. Buda söze başlamış «Bileşik olan
her şey sonunda yaşlanıp, eskiyip, çözüşmekten, dağılmaktan, yok olmaktan
kendini kurtaramaz. Kurtuluşunuzu sağlamak için çaba harcayınız,» demiş ve
üç ay sonunda öleceği haberini yinelemiş.
Bir süre sonra Buda, Pava'ya gitmiş
babadan dededen soy sop demirci olan Cunda'nın mango fidanlığında
konaklamış. Cunda haberi alınca hemen fidanlığa koşup Buda'yı ve
yandaşlarını ertesi gün için yemeğe çağırmış. Buda'ya pek özel yemekler
yaptırtmış. Yemekler arasında domuz etinden yapılmış bir yahni de
varmış.(30) Yemekten sonra Buda birden fenalaşmış, Gene de kendini bırakıp
koyvermemiş. Biraz da zorlanarak kuvvetini toplamış. Ananda' ya «Hadi!
Kusinara'ya gidelim,» demiş. Bir süre yol aldıktan sonra Buda bir ırmak
kenarında dinlenmek istemiş, O sırada Ananda'ya «Bana yedirdiği yemek
yüzünden kimsenin demirci Cunda'dan kötü söz etmesini istemiyorum,» demiş.
«Belki son yemeğini Cunda'nın evinde yedikten sonra ustamız öldü diyenler
çıkabilir. Böyle söylenmesini istemem. Bunun tam tersine bana sunulan çok
değerli iki yemek vardır. Birincisi tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmamdan
önceki, öteki de ölümümden önce Cunda'ın bana sunduğu bu yemek. Onun için
Cundaya uzun ömür, bol para, iyi şöhret ve iyi bir genedoğum diliyorum,
Cunda'nın yürek ezikliği ve pişmanlık çekmesini istemem,» demiş. Sonra
Kusinara' ya Malla'ların Şala Koruluğuna gitmişler. Buda, Ananda'ya, «Şu
örtüyü dörde katlayıp başı Kuzeye bakacak biçimde karşımdaki ikiz şala
ağaçlarının arasına seriver yatayım, çok yorgunluk duyuyorum,» demiş ve
Ananda'nın ikiz şala ağaçları arasına yaptığı döşeğe uzanmış. İkiz şala
ağaçları mevsimi olmamakla birlikte baştan başa çiçek içindeymiş. Çiçeklerin
yaprakları bir yağmur gibi Buda'nın üstüne dökülüyorlarmış. Yavaş yavaş
haberi duyan öğrenciler, yandaşlar, topluluğun kadın üyeleri Buda'nın
çevresinde toplanmaya başlamışlar. Ananda bir ara Buda'nın yanından ayrılmış
bir kenara çekilmiş «Ben bugüne dek bir öğrenci olarak kaldım. Bundan sonra
da kendimi yüceltmenin yolunu kendim arayıp, kendim bulmam gerekiyor. Bize o
kadar iyi davranan ustamız bizi bırakıyor,» diye düşünüp ağlıyormuş. Buda,
Ananda'nın yanından ayrıldığını farkedince Ananda'yı çağırtmış, Ananda'nın
ağladığım görünce de «Yeter Ananda! Kendini üzüp durma ağlamayı bırak»
demiş. «Ben sana daha önce de kaç kere söyledim. Sevdiğimiz, yanımızdan
ayırmak istemediğimiz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar bizden, ya
biz onlardan ayrılmayalım. Doğanın yapısı böyledir. Nasıl olur da doğmuş,
varlığa dönüşmüş, büyüyüp gelişmiş bir şey, sonunda çözüşüp yok olmasın?
Uzun bir süredir bana göstermiş olduğun sevgi, bağlılık ve iyilik her türlü
övgünün üstündedir. Yapılabileceklerin en iyisini yaptın. Çabalarında
içtenliğini bırakma, sonunda sen de nefis sarhoşluğundan, benlik, bireylik
yanılgısından kendini kurtaracaksın,» demiş. Sonra da topluluk önünde
Ananda'nın hizmetlerini övmüş. Bir ara gene Ananda'ya seslenmiş. «Ananda!
Kusinara'ya git. Kusinara beyleri Malla'lara haber ilet. Ölmek üzere
olduğumu bildir. Sonra Buda köyümüzde öldü de, son kez gidip onu göremedik
diye yerinmesinler,» demiş.
Haberi alınca Kusinara beyleri Malla'lar
kadın, erkek, çoluk çocuk hepsi Şala Koruluğuna gelmişler. Ananda her aileyi
ayrı ayrı Buda'yla tanıştırmış. Bu arada Subhadda adında başka bir öğretinin
üyesi olan bir derviş Buda'nın ölmek üzere olduğu haberini alıp gelmiş.
Ananda'yı bulup Buda'yla görüşmek istediğini söylemiş. Ama Ananda, Buda' nın
ölüm döşeğinde tedirgin edilmesini istemediğinden dervişin Buda'yla
görüşmesine izin vermek istemiyormuş. İkisinin arasındaki konuşmayı uzaktan
duyan Buda, Ananda' ya seslenmiş Subhadda'nın yanına gelmesine engel
olmamasını istemiş. Subhadda'nın, Buda'dan öğrenmek istediği şey, Cainizm'in
kurucusu Vardhamana gibi ya da Sariputta ve Mogallana'nın eski öğretmenleri
Sancaya gibi, Makhali Gosola ve daha başkaları gibi, pek çok kimsenin doğru
yolu bulmuş olduklarına inanıp saygı gösterdikleri ustaların gerçekten doğru
yolu bulmuş olup olmadıkları, ya da hiç olmazsa aralarında doğru yolu
bulanlar olup olmadığıymış. Buda demiş ki: «Sözünü ettiğin ustaların
öğretileri ne olursa olsun gerçeğe ve aydınlanmaya götüren sekiz basamaklı
yüce yolu bulmuş değiller. Ama aramızda bu yoldan giderek aydınlanmayı
başarmış, gerçeğe ermiş pek çok kimse var. Onun için öteki ustaların
öğretileri de, ermişlikleri de geçersizdir. Bu yolun dışında kurtuluş yolu
yoktur. Bu yol var oldukça dünya aydınlanmış, gerçeğe ermiş kimselerden
yoksun kalmayacaktır.» Bu sözler Subhadda'nın kuşkularını gidermeye yetmiş
ve hemen orada topluluğa katılmış, böylece de Subhadda, Buda'nın kendisini
yola koyduğu son öğrencisi olmuş.
Buda daha sonra çevresinde toplanan
öğrencilerine, yandaşlarına, «Ola ki aranızda Buda ya da öğreti (dharma)
veya örgüt (sangha) konularında bana soracak bir sorusu olan vardır. Şimdi
çekinmeden sorunuz. Sonradan, Ustamızla yüzyüze olduğumuz dönemlerde sorup
anlayamadık diye yerinmeyiniz,» demiş. Sözlerini üç kez tekrarlamış.
Ama soru soran çıkmamış. Ananda «Bu ne
güzel, ne olağanüstü bir şey, bütün bu örgüt içinde Buda, dharma ya da
sangha konusunda en küçük bir kuşkusu olan bir kimse bile kalmamış» diyerek
sevincini belirtmiş.
Buda gene dervişlere seslenmiş,
«Dervişler! Bu söze kulak verin! Bileşik olan her şey, er geç çözüşüp yok
olacaktır. Kendi kurtuluşunuzu kendiniz sağlayınız,» demiş ve bu sözler
Buda'nın son sözleri olmuş, kısa bir süre sonra ölmüş. Dervişlerden bir
bölümü Buda'nın öldüğünü anlayınca ağlayıp bağırmaya, kendilerini yerden
yere atmaya başlamışlar. Anuruddha adlı derviş ileri atılmış. «Yeter
dervişler!» demiş. «Ağlamayı kesin, yas da yok. Ustamız bize, 'sevdiğiniz,
yanınızdan ayırmak istemediğiniz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar
sizden ya siz onlardan ayrılmayasınız. Doğanın yapısı böyledir' diye
söylememiş miydi?» diyerek dervişleri, yatıştırmaya çalışmış.
Ertesi gün Ananda, Kusinara beyleri
Malla'lara Buda' nın ölüm haberini iletmiş, Buda'ya ününe, şanına yaraşacak
bir cenaze töreni düzenlenmiş. Yedi gün süresince Buda'nın ölüsüne her türlü
saygı gösterisi yapılmış. Yedinci gün cesedi görkemli bir cenaze alayıyla
yakılacağı yere getirilmiş güzel kokular çıkararak yanan bir odun yığınının
üstüne yerleştirilmiş, Malla'ların başta gelenlerinden dört kişi ateşi
yakmak görevini üstlenmişler ama her ne yaptılarsa da odunlar ateş almamış.
Bu arada Mahakasyapa'yla topluluktan olan beş yüz derviş Buda'ya son
saygılarını sunmak üzere Pava'dan Kusinara'ya gelmek için yola çıkmışlar.
Mahakasyapa'yla dervişler yetişip de saygı görevlerini yerine getirdikten
sonra odunlar kendiliklerinden ateş alıp yanmaya başlamış.
Buda'nın etleri yanıp da yalnızca
kemikleri kalınca bir yağmur boşanıp ateşi söndürmüş, bir yandan da
Malla'lar güzel kokulu sular serperek ateşin sönmesine yardımcı olmuşlar.
Buda'nın kemikleri köyün toplantı odasında mızraklardan yapılmış bir kafes
üstünde yedi gün süresince herkesin gelip saygı duruşunda bulunması için
sergilenmiş. (31) Kral Acataşatru, Kapilavastu'lu Şakya'lar, Vaişali'li
Licchavi'ler, Ramagama'lı Koliyas'lar Vethadipa'lı brahman'lar ve
Kusinara'lı Malla'lar hepsi Buda'nın kalıntıları üzerinde hak istemişler.
Kalıntıları alıp üstüne bir höyük yapmak istiyorlarmış. Malla'lar Buda'nın
kendi köylerinde öldüğünü ileri sürüp kalıntıları hiç kimseye vermek
istememişler. O zaman Dona adında bir brahman çıkmış. «Buda, isteklerden
tutkulardan kurtulmayı öğütlemiyor muydu?» diye sormuş. Sonra da
kalıntıların sekize bölünüp hak isteyenler arasında paylaşılmasını,
böylelikle hepsinin Buda'nın anısına bir anıt yapabileceklerini söylemiş.
Dona'nın önerisini kabul etmişler ve kalıntılar üzerine sekiz ayrı yerde
anıt yapmışlar. Bir anıt da Buda'nın küllerinin üstüne, başka bir anıt da
kalıntıların içine konduğu kap üstüne yapılmış. (32)
İlhan Güngören
18.07.2003
KAYNAKÇA VE NOTLAR
(29) Bu bildirinin yinelenmesi için aradan
yirmi beş yüzyılın geçmesi gerekti. Benzer bir bildiriyi Whitman'da
Nietzsche ve Freud'de buluyoruz. Çeviri için Krs. A. K. Coomaraswamy, Buddha
and the Gospel of Buddhism, S. 76 - 77; H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 220 -
221; Asaf Halet Çelebi. Gotama Buddha, S. 258 - 259.
(30) İlk kez Batılı Hindbilimciler
Buda'nın yediği yemeğin domuz olup, olmadığından kuşku duydular. Metinlerde
geçen (sukaramaddavam) sözcüğünün yalnızca domuz yahnisi anlamına
gelmediğini ayni zamanda mantar köklerinden yapılan bir yemeğe de bu adın
verildiğini savundular. Ancak Budist yaşam kurallarına göre kurban eti
olmamak koşuluyla başka bir kimsenin hazırladığı ve sunduğu eti yemekte bir
sakınca yoktur (Albert Schweitzer, Les Grands Penseur de i'Inde, S. 79 - 80)
(31) Kutsal kalıntılara, özellikle din
büyüklerinin kemiklerine tapınma, kuşkusuz ilkel fetişizm'den kalan ama
hemen bütün dinlerde günümüze dek geçerliliğini sürdüren bir uygulama.
(32) Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and
the Gospel of Buddhism, S. 89.
Buda
Öğretileri
· Yaşamı boyunca
aklını kullanan biri, ölümden bile korkmamalıdır.
· Her şey, nedenlerin ve koşulların rastlantısal kesişmesi sonucunda
ortaya çıkar ve yok olur.
· Hiçbir şey, tamamıyla tek başına var olmaz; her şeyin başka her şeyle
bağlantısı vardır.
· İnsanın zihni kötülüklerden arınırsa, çevresi de kötülüklerden
arınacaktır.
· Size verilenleri gözünüzde büyütmeyin; başkalarını da kıskanmayın.
Başkalarını kıskanan kişi, asla manevi huzur bulamaz.
· Kızgınlığa sarılmak, başka birine atmak üzere akkor halindeki kömürü
avuçlamaya benzer; yanan kişi siz olursunuz.
· Bize düşüncelerimiz şekil verir; düşündüğümüz şey oluruz. Zihin
kötülüklerden arındığında, neşe, asla terk etmeyecek bir gölge gibi onu
takip eder.
· Gücenme duygusu zihinde canlı tutulduğu sürece kızgınlık asla yok
olmayacaktır. Gücenme duygusu unutulduğunda kızgınlık anında yok
olacaktır.
· Samimiyetsiz ve kötü kalpli bir arkadaş, vahşi bir hayvandan daha
korkutucudur; vahşi bir hayvan, bedeninizi yaralayabilir; ama kötü kalpli
bir arkadaş zihninizi yaralar.
· Her şey değişebilir; her şey ortaya çıkar ve yok olur; insan, yaşam ve
ölüm acısını tadana kadar gerçek mutluluğu ve huzuru bulamaz.
Buda (MÖ
563?-483?)
Hintli filozof ve Budizmin kurucusu. Hindistan’ın Kapilavastu kentinde
doğmuştur. Bu kent, günümüzde Nepal’in içinde yer alır. Sakya savaşçı
kastının liderinin oğlu olan Buda, o dönemde Siddharta adıyla
anılmaktaydı. Daha sonra, Sakyamuni (Sakyaların Bilgesi) adıyla da
anılmaya başlamıştır. Gautama Buda adı, aile adı Gautama ile Buda
lakabının birleşmesinden oluşur ve “Aydınlanmış Kişi” anlamına gelir.
Buda’nın yaşamı hakkında günümüze kadar gelen bilgilerin tamamı, ölümünden
çok sonra, nesnel tarihçilerden ziyade idealist halefleri tarafından
yazılmıştır. Sonuç itibariyle, gerçekleri, içine gömüldükleri mit ve
efsane yığınından ayırt etmek zordur. Mevcut kanıtlar, Buda’nın
gençliğinden itibaren meditasyon ve derin düşünce konularına ilgi
gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, onun bir din filozofu değil,
bir savaşçı ve komutan olmasını isteyen babasını hoşnut etmemiştir.
Babasının isteklerine boyun eğmek zorunda kalan Buda, genç yaşta evlenmiş
ve sarayın dünyevi yaşamına katılmıştır. Buda, tasasız ve zevke düşkün bir
konumda olmayı can sıkıcı bulmuş; bir süre sonra evini terk etmiş ve
aydınlanma arayışıyla yollara düşmüştür. Rivayete göre, 533 yılında bir
gün, yaşlı bir adam, hasta bir adam ve bir ceset ile karşılaşmış; o anda,
kalbinin derinliklerinde, insanoğlunun ortak kaderinin acı çekmek olduğunu
fark etmiştir. Daha sonra, serinkanlı ve dingin görünümlü bir dilenci
keşişle karşılaşmış ve böylece tüm yaşam şeklini değiştirerek, doğru olanı
bulmak adına ailesini, servetini ve gücünü ebediyen terk etme kararı
almıştır. Bu karar, Budizmde Büyük Feragat olarak bilinir ve Budistler
tarafından tarihsel bir dönüm noktası olarak kutlanır. Rivayete göre,
Gautama, o zamanlar 29 yaşındadır.
Buda, Kuzey Hindistan’da bir dilenci olarak dolaşırken önce Hinduizmi
araştırmıştır. Bazı ünlü Brahma hocalarından ders almış; ama Hint kast
sistemini itici, Hintlilerin dünya nimetlerinden uzak durmalarını ise
anlamsız bulmuştur. Araştırmasına devam etmiş; önce beş mürit edinmiş,
sonra da bunları kaybetmiştir. Yaklaşık 528 yılında, Gaya yakınlarında bir
ağacın altında, günümüzde Bihar eyaleti içinde Buddh Gaya olarak anılan
yerde otururken, acı çekmekten kurtulmanın nasıl olacağını gösteren Büyük
Aydınlanmaya erişmiştir. Kısa bir süre sonra, Benares yakınlarındaki
(bugün Varanasi olarak anılır) Deer Park’ta ilk vaazını vermiştir. Metni
halen korunan bu vaaz, Budizmin özünü anlatır. Pek çok kişi, bunu, ahlaki
yüceliği ve tarihsel önemi açısından Hz. İsa’nın Dağda verdiği vaazla
karşılaştırılmaya değer bulur.
Beş mürit, Benares’te yeniden Buda’ya katılmış ve Buda, müritleriyle
birlikte, Ganj Nehri’nin bulunduğu vadi boyunca gezerek, öğretilerini
aktarmış, mürit toplamış ve kastına bakmaksızın herkesi kabul eden keşiş
toplulukları kurmuştur. Kısa bir süre için memleketine geri dönerek
babasının, karısının ve diğer aile bireylerinin kendi inanç sistemine
bağlanmalarını sağlamıştır. Buda, 45 yıl misyonerlik yaptıktan sonra
Nepal’de Kusinagara’da öldü. Ölüm sebebi, mikroplu domuz eti yemesidir.
Öldüğünde yaklaşık 80 yaşındaydı.
Buda, büyük bir insan olup asil karakteri, güçlü vizyonu, sonsuz merhameti
ve derin düşünce biçimi ile tanınır. Yalnızca yeni bir din kurmakla
kalmamış; aynı zamanda Hintlilerin hedonizm anlayışına, dünya
nimetlerinden uzak durmalarına, aşırı ispritizma felsefelerine ve kast
sistemlerine karşı sürdürdüğü mücadele, Hinduizmin kendisini derinden
etkilemiştir. Buda’nın metafiziksel tahmin yürütmeyi reddetmesi ve
mantıksal düşünce biçimi, Doğu düşüncesinde o zamana kadar eksik olan
önemli bir bilimsel anlayışın doğmasını sağlamıştır. Buda’nın öğretileri,
yaklaşık 2500 yıldır milyonlarca insanın yaşamını etkilemiştir.
BUDDHA
Buda - Şakya
kabilesinin bilgesi (Şakyamuni)
Siddhartha Gautama’nın aydınlanmaya ya da uyanışa erdikten sonraki adı.
Buda’nın yaşamı
Buda’nın yaşamına ilişkin hiçbir kesin tarih ve
olay yoktur. Bu konuda vinaya ve sutta- pitakalar’daki dağınık bazı
özyaşamsal veriler dışında, günümüze en yakın kaynak, Budist şair
Aşvaghosa’nın buddha-carita’sıdır. (“Buda’nın yaşamı”, İ.S. I. yy.).
Çeşitli geleneksel kaynaklarda Gautama (Buda)’nın
yaklaşık İ.Ö. 560-480 arasında yaşadığı belirtilir. Gautama, Himalayalar’ın
eteklerindeki Lumbini ormanında doğdu. Babası Şuddhodana, Kapilavastu
kentinin yöneticisiydi. Annesi Maha Maya, çocuğun doğumundan yedi gün sonra
öldü. Gautama, sorunsuz bir çocukluk ve gençlik çağının ardından evlendi ve
bir çocuğu oldu. Ama, çevresindeki acılardan etkilenerek 29 yaşında ailesini
bıraktı ve çok sıkı bir çileye girdi.
Ne var ki, bu deneyden hiçbir manevi yarar elde
edemedi. 523 mayıs ayında (Vesaha) bir dolunay günü Ganj’ın kollarından biri
olan Nerancara’nın yakınındaki Uruvela’da bodhi ağacının dibinde oturmuş ve
derin bir murakabeye dalmışken birdenbire aydınlandı, “Buda” oldu ve
varolanların yasası anlamına gelen dharma’yı çevresindekilere açıklamaya
başladı. ‘Dharma çarkının döndürülmesi üstüne söylev’ diye adlandırılan ilk
konuşmasını Benares dolaylarındaki Mrigadaya denilen ormanda yaptı.
" Buda'nın çileci arkadaşları
«Siz ki perhizi bozup nefsinizin isteklerine yenik düştünüz, nasıl olurda
tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmış, en yüce gerçeğe ermiş olabilirsiniz?»
diye sormuşlar.
Buda
çilecilere, «iki aşırı
tutum vardır, birincisi kendini isteklere, tutkulara hiç direnç göstermeden
kapıp koyuvermek, yalnızca nefis hazlarının peşinde koşmak; ikincisi kendine
gereksiz yere acı vermek, çilelere katlanmak, boşu boşuna nefsini
körletmektir.» demiş. Sonra «Bir de benim bulduğum bu iki aşırı
tutumun ortasındaki yol vardır. Ancak bu yoldan gidilirse insanın
gözleri açılabilir, anlayışa ve dinginliğe, iç suskunluğa, iç görüye,
gerçeklerin kavranmasına erişilebilir, Nirvana'ya götüren yol, işte bu orta
yoldur, ben de bu yoldan yürüyerek tam ve aşılmaz aydınlanmaya eriştim.»
diye eklemiş. Sözünü şöyle sürdürmüş:
«Bu yol, sekiz basamaklı yüce
yoldur.. Sekiz basamağıysa: tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam
davranış; doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam
uyanıklıktır.»
«Kardeşlerim yaşamdaki en temel
gerçek ıstıraptır (dukkha); doğum ıstırapla olur; yaşlanma ıstıraptır;
hastalık, ölüm ıstıraptır; istemediğimiz, tiksindiğimiz şeylerden
kurtulamamak, sevdiğimiz, istediğimiz şeylere sahip olamamam ya da onları
yitirmek ıstıraptır. Kısacası benliğimizi, bireyliğimizi oluşturan beş
kümede toplayabileceğimiz, yaşama dört elle sarılmamızın nedenleri
ıstıraptır.
«Istırabın kaynağıysa insanı bir
doğumdan ötekine sürükleyen istekler ve tutkulardır. Bu isteklerin,
tutkuların peşinde gidenler bazen şunda, bazen bunda nefis hazlarında doyum
ararlar, yaşama, kalıcı olmayan şeylere dört elle sarılmaksa duyumsuzluktan
başka bir şey getirmez insana. «Kardeşlerim ıstıraptan kurtulmanın yoluysa
istekleri, tutkuları yok etmektir. Ta ki insanın içinde hiç bir istek, hiç
bir tutkuya yer kalmasın. Bu amaca götüren yola gelince bu yol sekiz
basamaklı yüce yoldur. Bunlar da tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam
davranış; doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam
uyanıklıktır.
«İşte kardeşlerim, ıstırap
ıstırabın nedenleriyiz; ıstırabın yok edilmesi ve bu amaca eriştiren yol
konusunda benim bulduğum dört yüce gerçek bunlardır.»
[i]
Yavaş yavaş Buda’nın çevresinde bir cemaat (sangha)
oluştu. Bundan sonraki yirmi yıl boyunca öğretisini yoğun biçimde
Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Ganj havzasında yaydı. Cemaat muson mevsiminin
üç ayını buradaki bir barınakta geçiriyor ve yılın geri kalan aylarında yöre
yöre dolaşarak vaazlar veriyordu. Daha sonraki olaylar için kesin bir
kronoloji yoktur. Bilindiği kadarıyla amca oğlu Devadatta ölümünden 8 yıl
önce onu öldürmek için bir tertip düzenlemişti. Buda 80 yaşına bastığı gün
Kuşinagra’da eceliyle öldü. Cesedi yakıldıktan sonra külleri 8 kişi arasında
bölüşüldü ve stupalara kondu.
Buda’nın Öğretileri
Buda, kendisini görmeye gelen herkese -ki
bunların çoğu tüccardı- yasayı (dharma) sanskritçe değil, kendi yerel
dilleriyle (prakrita) öğretiyordu. Ona mal edilen ve ‘evam maya şrutam’
(duyduğuma göre) başlangıç cümlesiyle oradan oraya nakledilen öğretisi şu
büyük başlıklar altında özetlenebilir: Atman (anatta) diye, yani benlik diye
bir şey yoktur, insanoğlunun içinde metafizik bir gerçeklik, yok olmayacak
herhangi bir şey yoktur. Bununla birlikte, eylemin (karman) etkisi sürdükçe
her varlık doğum ve ölüm çevriminden (samsara) kurtulamaz. Yaşamak acı,
hastalık ve ölümle belirlenen felaketten ayrı düşünülemez.
Bundan şu dört soylu gerçeğe varırız.:
1)
İnsan varlığı acılıdır;
2)
Bu acının kaynağı arzudur; ve ancak
arzuyu yenmekle acının üstesinden gelinebilir; Arzuyu yenmek için de Sekiz
Aşamalı Yolu izlemek gerekir: doğru görüş; doğru karar; doğru, gerçek ve iyi
söz; doğru davranış; doğru iş; doğru çaba; doğru bellek ya da dikkat; temaşa
(dört aşamalı: sevince dönen yalnızlık; iç huzuru getiren tefekkür;
vücudumuzu mutluluğa kavuşturan yoğunlaşma; mutluluğa ve mutsuzluğa karşı
ilgisizlikle ödüllendirilen temaşa.
3)
Varoluş koşullu üretim yasasına dayanır
ve bu yasa gereğince, her koşul bir başka koşuldan, o başka koşul da
kendisinden önceki koşullardan doğar. İlk koşul ya da durum bilgisizlik (avicca),
son koşul ya da durum ise felakettir. (ölüm)
4)
Yaşamın son hedefi nibbanadır. (nirvana)
Karma’nın ve dirilme zincirinin tükenmesinden sonra gelen nirvana durumu ‘üç
mücevher’ ve ‘üç sığınak’ ile belirlenir.
Buda’ya sığınıyorum.
Yasaya sığınıyorum. (dharma)
Cemaate sığınıyorum. (sangha)
Bir söylentiye göre Buda ölüm döşeğinde şöyle
demiştir:
‘Koşullu her şey geçicidir. Görevinizi canla
başla yapmaya çalışın.’
İlk Konsiller
Barınaklarda toplandıkları muson dönemi dışında
keşişler sürekli dolaşırdı.
İlk Budacı konsiller geleneğe saygı sorunu
üzerinde duruyorlardı. İlk konsilin Buda’nın ölümünden hemen sonra
Racagriha’da toplandığı sanılır. Daha sonra çeşitli cemaatler arasında
gitgide büyüyen anlaşmazlıklar çıktı. İlk anlaşmazlık bilincin (citta)
geçmiş ve gelecek durumlarının gerçekliği konusunda sarvastivadinler ile
vibhacyavadinler (ilk theravadinler) arasında çıktı. Bu durumların
gerçekliğini kabul eden sarvastivadinlerin görüşleri mahkum edildi.
Başlıca Budacı okullarından - Theravada (sanskritçe
sthaviravada) Hinayana adıyla da bilinen bu okul ‘Eskilerin Yolu’dur ve her
cemaat üyesinin kendi çabasıyla nirvanaya ulaşabileceğini iddia eder. Arhat,
yani yatkın insan, Buda’ya sığınabileceği gibi, yalnız dharma’ya uyarak
nirvanaya varabilir. İ.Ö.5.yy.’da nirvanaya ulaşan Buda (Gautama) bunu
doğrulayan örneklerden yalnızca biridir ve öğrettiği yasa ona özgü bir şey
değildir.
Therevada’nın evrenbilimi ve ruhbilimi başlıca
hindu görüşlerinden yaptığı alıntılar üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte,
yalnız insanoğlunun Buda olabileceğini gözönünde bulundurarak, insan
varlığının bütün öbür varlık biçimleri arasında ayrıcalıklı bir yeri
olduğunu ileri sürer.
Dhyana (Tefekkür), samapatti (Gerçekleşme)ve
Samadhi (Yoğunlaşma), theravada okulunda içerik ve uygulama açısından, hindu
yoga okullarına göre küçük bir farklılık gösterir. Chana ya da dhyana
ahlaksal ve zihinsel arınmayı hedefler. Gerçekleştirmelerin amacı
algılamanın ya da algılama yokluğunun da olmadığı bir duruma varmaktır.
Yoğunlaşma sınırsız evrensel bilince ulaşmadır ve bu da koşulsuz mutlak bir
durum (asamskrita) diye tanımlanan nirvanaya girişi sağlar.
BUDİZM'İN DOĞASI VE
ÖĞRETİLERİ
Hıristiyanlığın
Musevilikten doğmasından daha çok Budizm Hinduizmden doğmuştur.
Hıristiyanlık İbrahimi monoteizminin Yahudi olmayanlara (Gentiles)
yayılmasına aracılık etmiştir aynı şekilde Budizm de Vedaların hikmetinin
tüm doğu Asya'ya yayılmasına aracılık etmiştir. Yine de Hıristiyanlık ve
Budizm kendi alanlarındaki vahiylerde tamamen orijinaldir ve önceki
vahiylerin geliştirilmesi veya adaptasyonu değildir.
Hristiyanlığın
(Tanrı'ya "ruhta ve hakikatte" kulluk etmek adına) Musevi yasasından
uzaklaşması gibi Budizm de (salt manevi kardeşlik adına) kastların formel
kurumlaşmasından uzaklaşmıştır.
Açılış bölümünde
açıklandığı gibi Theravada Budizm'inde En Yüce (veya "İlahi") Hakikat -Highest
(or "Divine")- diğer çoğu dinde olduğu şekliyle Yüce Varlık (Kadir Tanrı)
olarak değil fakat Yüce Makam -Supreme State- (Nirvana ) olarak tasavvur
edilir. Nirvana kelime olarak "sönme" anlamına gelir ve tüm düşmüş,
yozlaşmış, sonlu ve geçici olanın sönmesini ima eder. Budizm (bazı Mahayana
akımları hariç) dünyayı bir tecelli (teophani) değil bir sürgün yeri olarak
görür; ona sembol veya manevi dayanağın pozitif yönüyle değil bozulma ve
ayartılmanın negatif yönünden bakar. Bu temel üzerinde Budizm'in
karakteristiği pozitif gerçekliği negatif terimlerle ifade etmesidir: amaç
Nirvana' nın (negativitenin reddi) mutlak, sonsuz ve mükemmel Hakikat olduğu
gerçeğinin altını çizmektir. Aynı şekilde En Yüksek Hakikat Shunyatâ
("Boşluk"-Void) olarak ifade edilir bu, dünyanın geçici sözde-bolluğunun boş
olduğunu söylemektir. Buda'nın lakaplarından birinin Shunyamûrti "Boşluğun
Tezahürü" oluşu anlamlıdır. Bu isim Buda'nın Logos ve Avatara olarak rolünün
açık bir işaretidir.
Budizm'de En Yüksek
Hakikat'e farklı bağlamlarda Dharma ("Yasa"), Bodhi ("Uyanma", "Aydınlanma,
Bilgi") ve Atma ("Benlik") şeklinde de işaret edilmektedir. En Yüksek
Hakikat veya İlahi Hakikat -ve bu özelikle Mahayana Budizm'inde böyledir-
Yüce Varlık (Supreme Being) olarak da görülür. 1
Yukarıdaki ifadeler
En Yüksek Hakikatin öncelikle Yüce Makam (Nirvana ) veya Yüce Varlık (Dharmakâya
veya Mahâvairochana) olarak görülmesi sebebiyle Budizm'in "ateist" (bir
inanış ç.n.) olarak ifade edilmesinin hatalı oluşunun sebebini açıklar.
Budizm tarafından (ister "Makam" ister "Varlık" olarak tasavvur edilsin) En
Yüksek Hakikat, mutlak, sonsuz ve mükemmeldir ve bunlar ateizmin reddettiği
aşkın kategorilerdir.
Aynı şekilde
Budizm'in bir "din"den ziyade (kelimenin modern anlamında) bir "felsefe"
olduğunu söylemek de hata olacaktır. Sağduyunun Budizm'in bir dinin tüm
işaretlerine sahip olduğunu ve bir "felsefe" olmadığını söylemesi bir yana
Budizm Rönesans sonrası "felsefelerine" benzememesi gibi basit bir nedenle
bir dindir, çünkü insan yapımı değil kaynağı ilahi olan bir vahiydir.
Siddartha Gotama
"aydınlanma"ya (bodhi) ulaşarak -ki Budizm'in ilahi inayet sağlayan vahyi
ile eş anlama gelir- Buda ("Aydınlanmış Kişi") oldu. Buda aynı zamanda
Shâkyamuni ("Shakya kabilesinin Bilgesi"), Shunyamûrti ("Boşluğun Tezahürü"
veya "Batının Teşahhusu") ve Tathagata ("Böyle-Gitmiş" veya "Tamamen-Varmış"
yani kendisi olmuş ve hali hazırda hem yol hem de Amacı "enkarne" eden
kişidir) isimlerine de sahiptir. Buda Mahâkarunâ veya "Mükemmel Merhamet"
olarak da bilinir.
Buda'nın önceki
sayfalarda genel hatları çizilen hayat hikayesi Buda'nın kendisinin ifade
ettiği şu sözlerle Budist dinin asıl öğreti yapısını sunar : "Ey müritler!
Ben yalnızca iki şey öğretiyorum acı ve acıdan kurtuluş." Onun hayat
hikayesi zahitlik (asceticism) ve nefse düşkünlük (self-indulgence)
arasındaki altın araç demek olan onun "Orta Yol" (Sanskritçede
madhyamâpratipad / Pali majjhima-pâtipadâ ) doktrininin arkaplanını verir.
Buda'nın temel
öğretilerinden tümü onun ünlü İlk Vaazı, "Yasa Tekerinin Hareketine
Yerleşme" (Dharmacharka Pravatana )'de verilmektedir ve bu öğretiler "Dört
Yüce Gerçek" ve "Sekizkatlı Yol" olarak bilinmekte ve mukaddes
sayılmaktadır.
Dört Yüce Gerçek (1)
Acı çekme evrenseldir (2) Acı çekmenin sebebi tutku veya bencil arzu (trishnâ)dur.
(3) Acı çekmekten kurtulmak arzunun yok edilmesidir. (4) Acının yok
edilmesini başarmanın yolu Orta Yol'u, Sekizkatlı Yol'da tanımlanan tekniği
izlemektir.
Sekizkatlı Yol:
bilgelik(prajna)
bölümü: 1- Doğru görüşler (Doğru anlayış) 2- Doğru amaç
Ahlak (shila)
bölümü: 3- Doğru söz 4- Doğru davranış 5-Doğru seçim
İdrak/tahakkuk (samadhi)
bölümü: 6- Doğru çaba 7-Doğru dikkat 8-Doğru yoğunlaşma
Sekizkatlı Yol, üç
bölümüyle -"bilgelik" , "idrak" (tahakkuk-realization ç.n.) ve "ahlak"- tüm
dinlerde zorunlu olarak bulunan hakikat, ruhsal yol ve fazilet şeklindeki üç
unsurun örneğini vermektedir.
Ahlak bölümünde
"davranış" unsuru "Beş Emir" şeklinde bilinen gündelik kurallarda açıklanır.
Beş Emir:
1. Cana kıymaktan
sakınma
2. Verilmeyeni
almaktan sakınma
3. Tüm gayri-meşru
cinsel eylemlerden sakınma
4. Yalan söylemekten
sakınma
5. Sarhoşluk verici
maddelerden sakınma
Hinduizmi bütünleyen
Karma doktrini ("insanın ektiğini biçmesi") Budizm'de de bulunur. Karma, "karmik
süreklilik", ve "reenkarnasyon" ile ilgili daha fazla bilgi için bkz.
s.101-103.
Hemen hemen her din
gibi Budizm de insanlık tarihini tedrici fakat hızlanan bir yozlaşma olarak
görür ve Buda'nın Maitreya-Buda olarak geri döneceği gelecekteki bir
"dünyanın sonu"nu tasavvur eder. Hinduizm'de Kalki-Avatar formunda dünyanın
sonuyla ilgili (apocalyptic) beklentinin benzeri Hıristiyanlık ve
İslamiyet'te Mesih'in ikinci gelişi formunda görülür.
İlk Buda'nın (Âdi-Buddha)
insanlığın kurtuluşu için Kendini pek çok kez tezahür ettirdiği söylenir.
Buddhavamsa (Khuddaka Nikâya nın parçasıdır) "geyik mabedinde Yasa Tekerini
döndüren" Âdi-Buddha'nın on tezahürünü sıralar, tezahürlerden sekizi
geçmiştir, Gautama'yı müteakiben onuncu tezahür (Maitreya) bulunmaktadır.
Bu on Buda (Parantez
içindeki Sanskritçeleriyle birlikte Pali dilindeki isimler) şu şekilde
sıralanır:
Dhammadassin
Siddhatta (Siddhârta)
Phussa Vipassi (Vipashyin)
Sikhî (Shikin)
Kakusanddha (Krakuchchanda)
Konâgamana (Kanakamuni)
Kassapa (Kâshyapa)
Gotama (Gautama)
[tarihi Buda]
Metteya (Maitreya)
[gelecek Buda]
Hinduizm'de Tanrı
Vişnu'nun on temel Enkarnasyonu (Avatâralar) vardır. Hinduizm'e ve Budizm'e
ait on Enkernasyon dizisi arasındaki belirli bir benzerlik göze
çarpmaktadır. Enkernasyon dizisinde sondan ikincisi tam olarak Gautama
Buddha ve son "apokaliptik" Enkarnasyon (Kalki veya Maitreya)dur.
Buda'nın bizatihi
örneğini takiben Budist dininin nihai amacı samsâra' nın (dünya) başlangıç
noktasından Nirvana'ya ("Kayıtlardan arilik" veya "İlahi Makam") -diğer bir
deyişle izafiliğin başlangıç noktasından Mutlak'a- ulaşmaktır. Budist
öğretisine göre Nirvana'nın idrakinin temel engelleri beş "bireylik sıfatı"
(skandhalar)tır. Bunlar:
beden (rûpa)
duyumlar (vedanâ)
düşünceler (samjnâ)
arzular (samskâra)
bireysel bilinç (vijnâna)
Beş skandhalar
insanların acının asıl kanağı olan (duhkha) üç kleshaya ("zerihler" veya
"tutkular")a maruz kalmalarının sebebidir. Bunlar :
cehalet veya
illüzyon (moha) domuzla temsil edilir
kıskançlık veya
şehvet (lobha) horozla temsil edilir
öfke veya gurur (dvesha)
yılanla temsil edilir
İllüzyon, şehvet,
gurur ("dünya, beden, şeytan"): bunlar hepsi de birbirine indirgenebilen
temel varoluşsal örtüler -veya ahlaki kötülükler-dir. Üç sembolik hayvan
aldanan insanların görünürdeki umutsuz durumlarına bu şekilde işaretle
genellikle birbirlerini yutarken tasvir edilir. Tek kurtuluş merhametli Buda
ve onun vazettiği Yoldadır: Dört Yüce Gerçek ve Sekizkatlı Yol. Böylelikle
kişi skandaları (egoizm) aşabilir ve kleshalar (tutkuları) yenebilir ve
samsara'nın köleliğinden kurtulur. (Mahayana bodhisattva öğretisi ve "altı
erdem" veya pâramitalar için bkz. s. 55 ve 61)
Manevi çaba ve
Buda'nın lütfuyla itibari veya bilfiil Nirvana makamına ulaşan kişi arhat
veya arhant (Sanskritçede "değerli kişi"), arahat (Pali), logan (Çince) veya
rakan (Japonca) olarak bilinir. Bu terimler "aziz" diye tercüme edildiğinde
anlam kaybına uğrayabilmektedir. En Yüksek Gerçeklik ile birliğin çeşitli
derece ve tarzları vardır ve bu, Budizm'in tamamen izah ettiği birşeydir.
Nirvana Buda
tarafından tahakkuk ettirilir ve bu St. Irenaeus'un ünlü vecizesini
hatırlatır -tüm maneviyatlarda ve mistisizmlerde Logos'un merkezi rolünün
kesin bir ifadesi : "Tanrı insan oldu ki insan Tanrı olabilsin" Budizm'in
durumunda bu söz şu şekilde ifade edilebilir: Nirvana samsara oldu ki
samsara Nirvana olabilsin.
Bu anlayış Frithjof
Schuon'dan gelmektedir (bkz. The Unanimous Tradition, edited by Ranjit
Fernando, Sri Lanka Institute of Traditional Studies: Colombo, 1991,
s.22-23). Başka bir yerde Schuon şunları yazmaktadır:
Buda Amitabha'nın
zikri kefaret (redemption) öğretisi üzerine kuruludur. Amitâbha Buda'nın
Işığı ve Hayatıdır; Amitâbha'nın zikrinde talip (devotee)altından bir
Merhamet halesine girer, İsmin mukaddes nurunda güvenlik bulur; mükemmel
teslimiyetle ve mükemmel şükürle birlikte bu nura dalar. Amitâbha'nın ismi
talibi Sukhâvatî'ye ("Batı Cenneti") doğru taşır. (Stations of Wisdom,
London, 1961, p.144)
Bu, Arık Ülke
okulunda merkezi bir rol oynayan Buda'nın "Asli Yemini"ne yapılmış bir
göndermedir (bkz. s.63-65). Buddha isminin tekrarı Hinduizm'deki japa-yoga.
Doğu Hıristiyanlığındaki "İsa Duası" ve İslam'daki zikrullah ("Tanrı'nın
anılması") gibi diğer dinlerdeki manevi münacaat metotlarına tekabül eder.
Budizm'deki manevi münacaat veya anma (Sanskritçe) Buddhânusmriti, (Çincede)
nien-fo, (Japoncada) nembutsu olarak bilinmektedir.
İyi bilinen bir
Budist öğreti de anâtmâ (Pali dilinde anattâ) "benliksizlik"tir. Bu öğreti,
"varoluşun üç durumu"ndan (trilakshana) yani;
geçicilik (anitya)
acı (duhkha)
benliksizlik (anâtmâ)
durumlarından biridir.
Anâtmâ öğretisinin
genellikle zannedildiği gibi Âtmâ'nın reddi olmadığını anlamak önemlidir.
Bizlere basitçe "üç zehir"e (yanılgı, şehvet, gurur) maruz kaldığı sürece
mahlukatın Âtmâ dan yoksun olduğu söylenir. Aynı sebeple inayetin ifşa
edilen yollarına şükran duyanlar yanılgı ve tutkunun üstesinden gelirler ve
hakikaten kendilerini Âtmâ'ya yerleştirmişlerdir (veya yerleştirirler).
Hıristiyanlık terimleriyle "Cennetin krallığı içinizdedir". Son öğretinin
yanlış anlaşılmasının manevi zehirlerin en ölümcülü olduğunu hemen
belirtelim. Günahkar nefsi Tanrısal ile eş kılmak "new age" (yeni çağ)
ideolojisinin temel kusurudur.
Bilinen bir örnekte
Buda genç bir kadını (anâtma "benlik olmama"nın sembolü) arayan bir grup
insanla karşılaşır ve onlara : "Ne düşünüyorsunuz? Benliği arasanız daha iyi
olmaz mıydı?" [attânam gaveseyyâtha] (Vinaya Pitaka, i, 23.) Buda,
Benliğe/Self (Âtmâ) pek çok işarette bulunmuştur : "Benliği sığınağınız
yapın." (Samyutta Nikaya, iii, 143.) "Sığınağınız Benliğiniz olsun." (Dîgha
Nikâya, ii,120.) "Benlik", Âtmâ'nın, (ki gerçekte "İçkin Tanrı", nirvanik
Gerçeklikle eş anlama gelir) Hinduizm ve diğer dinlerde olduğu gibi
Budizm'de de merkezi bir yeri vardır.
Yine Digha-Nikâya (iii,84),
Tathâgata'nın "Brahma olma" ve "Dhamma-olma" olduğu söylenir, ki bu ifadeler
Tathâgata'nın (Buda) Âtmâ (Benlik) olduğu kadar Brahma(Yüce Uluhiyet),
Dhamma'nın (Yasa veya Norm) muadili olduğunun altını açıkça çizmektedir.
Budist "benlik
olmama" (anattâ) öğretisinin Musevi-Hıristiyan Metinlerinde de paraleli
bulunmaktadır. Yalnızca Tanrı : "Ben Benim" diyebilir. Yalnızca Âtmâ
tamamıyla ve doğru manada gerçektir. Mesih'in St. Catherine of Siena'ya bir
rüyette: "Sen, sen değil Benim." dediği yazılıdır. St. Catherine'in kendisi
: "Kendimi bulamıyorum; artık Tanrı'dan başka ben yok."demiştir. St. Paul,
"Ben değil bende Mesih." dediğinde de aynı hakikati bildirmiştir. Budist
öğretisi gibi Hıristiyan öğretisi de herşeyin yalnızca izafi gerçekliğinin
Mutlak olmadığını açıkça ortaya koymuştur ve bu, manevi çaba için gerekli
bir doktrinel giriştir.
İslam'da da benzer
bir mana inancın "Tanrı'dan başka tanrı yoktur" şeklindeki ikrarında
bulunur. Bazı İslam mistikleri veya Sufiler bu temel dogmayı Budist
öğretisiyle tamamen uyumlu bir tarzda "Bir Hakikatten başka hakikat yoktur"
şeklinde yorumlamaktadırlar ki bu "Benlikten başka benlik yoktur" sözüyle
aynı anlama gelmektedir. Sufiler aynı zamanda düşük nefsin/lower soul (nefs)
"yok olması"nın (fena) ve Tanrı'da "daimi"liğin (beka)gerekli oluşundan söz
ederler. Budist manevi öğretisi düşük nefsin boşluğu (anattâ) üzerinde
durur; yalnızca arhant (samsâra'nın üstesinden gelmiş ve Nirvâna'yı başarmış
aziz) tamamen "uyanmış", tamamen "Dhamma-olmuş"tur.
Moliere'nin
deyişlerine benzer şekilde doluluk ve yalnızca doluluk olduğu gibi boşluğun
yalnızca boşluğun olduğunu da söyleyebiliriz: Dünyanın geçersiz doluluğu (samsâra)
ve Issızlığın kutsal bir Boşluğu (Shûnyatâ) vardır; aynı zamanda günahkar
nefsin beyhude boşluğu (anattâ) ve Benliğin kutsal Doluluğu (Âtmâ) da
vardır.
Hıristiyanlığın
köklerinin mahlukatta değil Halikte oluşu gibi Budizm'in de kökleri samsâra
("hayali", yanıltıcı)da değil farklı bağlamlarda Dharma ("Yasa", "Hakikat",
"Norm"), Bodhi ("Aydınlanma", "Bilgi"), ve Âtmâ ("Benlik") şeklinde işaret
olunan Nirvâna (Hak, Doğru)dadır.
Burada Budizm'de
metafiziğin mevcut olduğunu söylememiz gerekir; Budizm bazen varsayıldığı
gibi yalnızca bir metodoloji değildir. Onun metodunun tesiri öğretisinin
hakikati üzerine kuruludur. Tersi durumunda hiçbir şey anlaşılamazdı. Sayfa
23'de ifade edildiği gibi Hinduizm ve Hıristiyanlık gibi Budizm de "enkarneci"
(incarnationist) ve "ikonacı" (iconodulic)tir. Buda yalnızca -Yasa (dharma)
Tekerini (chakra) döndüren" doktrini öğretmekle kalmaz aynı zamanda fiilen
de Nirvana'yı zuhur ettirik/enkarne eder. Buda imajı -nın doğaüstü kaynağı-
Budist maneviyatta derin ayinsel öneme sahiptir. Bu bağlantılar ışığında
"Buda beşerüstü güzelliğin araçlarıyla da öğrettiği" söylenir.
Hıristiyanlıkta
Logos doktrinine büyük önem verilir. Gerçekte Logos doktrini (ona verilen
isim ne olursa olsun) her dinde merkezi bir yere sahiptir zira Logos insan
ile Tanrı arasında vazgeçilmez bir bağdır.
Her dinde Kurucu
Logos'un kişileşmiş halidir ve bu anlamdaki rolü her zaman sarihtir. Mesih :
"Benim aracılığım haricinde hiçkimse Baba'ya gelemez" demişti. Muhammed :
"İlkin Peygamberiyle karşılaşmayan hiç kimse Tanrı ile karşılaşmayacaktır."
ve de : "Beni (peygamberi) gören Hakikati (Tanrı) görmüştür." demiştir.
Budizm'de çarpıcı bir benzerlikle Buda : "Dhammayı gören beni görür ve beni
gören Dhamma'yı görür." demişti. (Samyutta-Nikaya, iii, 120)
Logos ile tam
manasıyla gerçekleşen bu özdeşleşme her Kurucunun (Peygamber veya
Avatâra'nın) bu tip mutlak terimlerle konuşmasını sağlar ve bunu da
gerektirir. Eğer öyle olmasaydı ne bir din sorunu ne de kurtuluş için
herhangi bir imkan olurdu.
En temel dini bakış
açısı iki temel gerçekliği yani Tanrı ve insanoğlu veya Halik ve mahluku
tasavvur eder. Budizm'de birine tekabül eden çift Nirvana ve samsaradır. Bu
iki gerçeklikten her birinde yine de bir ayırım yapılabilir. İnsanoğlu
gözönüne alındığında onun beden ve nefsten oluştuğu ( biri cismani alem
diğeri süptil veya psişik aleme aittir) açıktır. Tanrı gözönüne alındığında
(veya Nirvanik Hakikat) tüm büyük dinlerin metafizikçilerine ve mistik
teologlarına göre aşağıda şekilde ayırım yapılabilir:
(1) İlahi Cevher
("Varlık-ötesi"/Beyond-Being düzeyi) "Kişi-Ötesi" Tanrı
(2) Yaratıcı,
Sürdüren ve Hükmeden olarak Tanrı "Kişisel" Tanrı
Böylece gerçekliğin
dört düzeyine ulaşıyoruz: iki beşeri ve iki ilahi. En önemlisi iki İlahi ve
iki salt beşeri düzey arasında bulunan Antik ve Ortaçağ filozof ve
teologlarının Ruh (Spiritus veya Pneuma) veya Müdrike/Entelekt (Intellectus
veya Nous) dedikleri düzey bulunmaktadır. Ruh veya Müdrike (Sanskritçede
Buddhi), her ne kadar "yaratılmış" olsa da biçim-üstü ve "evrensel"dir. Ona,
doğrudan "Nirvanik" veya İlahi olan tarafından temas edilir. Diğer taraftan
nefs biçimsel ve "bireysel"dir. Müdrikemize ait olanlar bilincimiz ve adalet
duygumuzdur. Herşeyin ötesinde Müdrike insanoğlunun Mutlağı idrak etmesi ve
Hakikati bilmesini sağlayan melekedir. Onun -hayvanlardan farklı olan-
yeteneğinin kaynağı olan objektivite onu sübjektivite içinde hapsolmaktan
kurtarır. O, tanımı gereği beşeri bir durumdur.
"Müdrike"/Entelekt
terimi, hayalgücü, hafıza, duyu ve irade ile birlikte nefsin (anima veya
psişe) içeriklerinden biri olan "zihin" (diskürsif mantık melekesi) ile
karıştırılmamalıdır.
Ruh veya Müdrike "meleki"/angelic"
aleme, Platonik arketipler alemine aittir. Müdrike yalnızca, insanın
oluşumundaki objektif veya "arketipal" unsuru destekler. Bu yüzden nefsin
"ölçüsü"dür; nefs asla Müdrike'nin "ölçüsü" değildir. Ruh veya Müdrike aynı
madalyonun iki yüzüdür, ilki Varlığa (veya tahakkuk'a) aitken ikincisi
Hakikate (veya doktrine) aittir.
Bu arada modern
psikologların Ruh ve nefsi anlamsızca birbirine karıştırmalarının ölümcül
bir hata olduğu zira bunun Ruh'u "yok etmek" anlamına geldiğini ifade etmek
belki de önemlidir. Mutlağın -ve objektivitenin- bu intikamla "yok edilmesi"
din ve ruhsallık için yıkıcı sonuçları olmuştur.
Ruh veya Müdrike
kavramı -veya gerçeği- olmadan Tanrı ve insan arasında muhtemel herhangi bir
temas olamaz. Deistlerin bu tip bir durumda olduğu görülüyor. Tanrı "varlık"
olarak yaratılmamış Logos iken Ruh veya Müdrike gerçekte yaratılmış Logos'a
tekabül etmektedir. Böylelikle iki "Yüz"e sahip (yaratılmış ve yaratılmamış)
Logos insan ve Tanrı arasında "köprü" kurar.
Yaratılmamış Logos
Mutlak'ta izafınin (Yaratıcı olarak Tanrı) arketipidir ve yaratılmış logos
izafi olanda (bu bir taraftan Hakikat ve Erdem, Sembol ve Takdis; diğer
taraftan Avatâra, Tathagata, Kurtarıcı veya Peygamberdir) Mutlak'ın
yansımasıdır.
Budizm'de
gerçekliğin bu beş düzeyi üç "uknum"/hypostases veya Buda'nın "bedenler"i (trikâya)
formunda görünür. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanır:
(1) İlahi Cevher
"Varlık-Ötesi" (Beyond-Being) Dharmakaya ("evrensel beden") (2) Kişisel
Tanrı (yaratılmamış Logos) "Varlık"/Being Sambhpgokâya ("saadet beden")
("Logos")
(3)Ruh veya Entelekt
(yaratılmış Logos) SPIRITUS, İNTELLECTUS
(4) Nefs/Soul ANIMA
Nirmânakâya (geçici beden)
(5) Beden CORPUS
1. Düzey,
"Varlık-Ötesi" veya İlahi Cevher Mutlaktır. 2. düzey "Varlık" veya Kişisel
Tanrı Mutlak'ın kendi kendine ilk tezahürüdür ve izafiyetin başlangıcıdır.
Hindu terimleriyle bu Âtma ve Mâyâ arasındaki ilk ayırımdır. 3.4. ve 5.
düzeyler birlikte mahlukatı, varoluşu veya tezahürü oluştururlar.
René Guénon'un
metafizik terminolojisinde makrokozmik açıdan 3. düzeyin "biçim üstü
tezahür" (Semavi veya meleki alem) olduğu söylenebilir. 2 ve 3. düzeyler
birlikte "daha yüksel Mâyâ" olarak adlandırılmaktadır. Dünyada tezahür/teophany
olarak görülen "yüksek Mâyâ"nın bir iması bulunmaktadır.
Makrokozmik açıdan 4
ve 5. düzeyler birlikte "biçimsel tezahür"ü ("dünya" veya samsara)
oluşturur. Bu "düşük Mâyâ" -Tanrı'dan ayrılma veya sürgün anlamında
dünya-dır.
Metafizik açıdan
"düşük Maya" (samsara) beşeri veya ahlaki düzeyde illüzyondur, iğva
kaynağıdır ve güçlü bir şekilde tuzağa düşürür. O, esaret altında tuttuğu
kimseleri serbest bırakmakta gönülsüzdür. Tersine "yüksek Maya" -ihamla ve
enteleksiyon ile olduğu kadar ilahi vahiy yoluyla da tefekkür edilebilinen
ve ulaşılabilen- özgürleştirici ve kurtarıcıdır. Hıristiyan terminolojisinde
Havva (Eva) ve Meryem (Mary) arasındaki farktır bu. Budizm'de de acı ve
acıdan kurtuluştur. 1
Büyük dinlerin
kurucuları Logos'un -2.ve 3. düzeyler- enkarnasyonudurlar.
1. Bkn.Frithjof
Schuon'un Etudes Traditionnelles'deki "Les cinq Presences divines" makalesi
(Paris) September-October 1962.
William Stoddart
Türkçesi : Anonim
( Bu yazı William
Stoddart; "Outline Buddhism" Foundation for Traditional Studies, 1988, s.27-
39'daki "The Nature and the Teachings of Buddhism" bölümünden alınmıştır. )
Batılı Budist
Birliği Dostları (BBBD) Hakkında Kısa Bilgi
BBBD, 1967’de Sangharakshita
tarafından İngiltere’de kuruldu. Şimdi 80 yaşında olan Sangharakshita,
Hıristiyan değil Budist olduğunu 16 yaşındayken fark etmişti. Sangharakshita,
zamanının çoğunu Budist bir keşiş olarak geçirdiği doğuda (genelde
Hindistan’da) 1944 – 1964 yılları arasında yaşadı ve temel Budist
gelenekleri olan Theravada, Mahayana ve Vajrayana ile derin bir bağlantı
içerisinde oldu. Zamanını içgörüsünü derinleştirmeye, kitaplar, makaleler ve
şiirler yazmaya, konuşmalar yapmaya ve insanlarla arkadaşlık etmeye ayırdı.
Sangharakshita’nın kurduğu Budist hareketi, ilhamını sadece şu veya bu
ekolden değil, tüm Budist geleneğinden almıştır ve spiritüel dostluğun
özgürleşme arayışındaki önemini vurgulamaktadır. Sangarakshita, Buda’nın
öğretilerini modern dünyada yaşayan bizler için ulaşılabilir ve
uygulanabilir kılmaya çalışmıştır. BBBD’nin merkezinde Batılı Budist Birliği
(BBB) yer alır. BBB, Budist ilke ve değerlerinin gündelik yaşam ilişkilerine
nasıl uygulanacağını öğrenmek için kesin bir spiritüel bağlılık geliştirmiş
kişilerden oluşur. Günümüzde BBBD, aralarında Meksika, Amerika Birleşik
Devletleri, Almanya, Fransa, Hindistan, Yeni Zellanda ve Güney Afrika
Cumhuriyeti’nin de bulunduğu yirmiden fazla ülkede Budist merkezlerine sahip
olan uluslararası bir Budist hareketidir.
Sangharakshita’dan Alıntı Sözler:
“Spiritüel yaşamın en önemli yönlerinden birisi, kişinin kendi eylemlerinin
sonuçlarının farkında olmasının gerekliliğidir.”
“Gerçekleşmesi sizin elinizde olmayan bir şey için asla söz vermeyin. Bu
demektir ki gerçekleşmesi için başka insanlara dayanmak zorunda kalacağınız
bir şey için asla söz vermeyin.”
“Budala biri, bilge bir adamın
bir yılda uygulayabileceğinden fazlasını bir günde tavsiye olarak
verebilir.”
“Varoluşunuzu yararlı olarak haklı göstermek zorunda değilsiniz. Siz
kendiniz varoluşunuzun gerekçesisiniz. Milyonlarca yıllık evrimin sonucunda
sadece bir yazı makinesinin başında oturmak veya hesap tutmak için
gelmediniz varlık alemine. Tüm bu sürecin gerekçesi sizsiniz. Siz
kendi içinizde bir amaçsınız. Burada ne için bulunduğunuz konusunda aslında
tüm söylenebilecek olan, insan yaşamının daha yüksek bir biçimine doğru
gelişmek için bulunduğunuzdur. Öyleyse hiçbir şey yapmadan oturmaktan
utanmayın. Ondan onur duyun. İşleri içsel bir doyum ve başarıdan kaynaklanan
kendiliğindenlikle yapın. Yararlı olmak kadar dekoratif olmak da bir
erdemdir.”
“Yeniliklere açık olmak, öğrenci için ve aslında herhangi bir şey öğrenmek
isteyen herkes için ilk önkoşuldur. Bunun dışında her şey olabiliriz:
Ahlaksız olabiliriz, aptal olabiliriz, kusurlarla dolu olabiliriz, kötü
alışkanlıklarımıza dönüş yapabiliriz... Bir bakıma sorun değildir bu. Fakat
spiritüel olarak yeniliklere açık olmalıyız; öğrenmeye istekli ve hazır
olmak zorundayız. Bilmediğimiz gerçeğini bildiğimiz zaman her şey
mümkündür.”
Budizm Hakkında
Kısa Bilgi
Budizm; spiritüel bilgisizlik,
kendimizi evrenin merkezi olarak görmeye derinden bağlılığımız ve hayata dar
bir açıdan bakmamız nedeniyle yaşamımızda ortaya çıkan doyumsuzluğa veya
acıya hitap eden bir yol veya yolculuk olarak tanımlanabilir. Budizmin nihai
amacı zihni zamanla eğitip onu bencillik, nefret ve spiritül bilgisizlikten
arındırarak acıya son vermektir. Budizmin tüm öğreti, içgörü ve yöntemleri,
Aydınlanma veya Uyanışın gerçekleşmesi veya artması için tasarlanmıştır.
Zaten ‘Buda’ kelimesi de ‘Uyanmış Olan’ anlamına gelir. Onun zamanında Buda
sadece Buda olarak değil, aynı zamanda ‘Merhamet Sahibi’, ‘Büyük Kahraman’
ve ‘Fatih’ örneği olarak biliniyordu. ‘Fatih’ti çünkü o içindeki sınırlı,
koşullu varlığın tamamını fethetmişti. Buda, hayatının son 45 yılını
Hindistan’ın kuzeyinde (şimdiki Nepal) köy köy, şehir şehir yayan gezerek
düşük ve yüksek seviyedeki insanları aynı şekilde muhatap alarak onlara
acıdan çıkışın yolunu öğretmiştir. O, tam bir Merhamet ve Bilgeliğe götüren
bir yol öğretiyordu. Hintli bir bilge Budizmi şu şekilde özetlemiştir:
“Kötülük yapmayı durdur, iyilik yapmayı öğren, kalbi arındır. Budizmin temel
ilkesi budur.” Fakat öykünün devamında anlatıldığı üzere, bunu üç yaşındaki
çocuk bile anlayabilir ama o kadar zordur ki 80’lik bir adam bunu
uygulayamaz.
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca bu
bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL'
a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005
Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi
Defteri /
E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /
Kuantum Teleportation /
Duyuru
/ UFO Technology /
Roket bilimi /CetinBAL/Astronomy