::  Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkey/Denizli :: 

BUDDHİZM

      

Cainizm gibi M.Ö. VI. yüzyılda çıkmış olan Buddhizm de dünyada çok önemli bir rol oynamış ve oynamaktadır.

Bu dinin kutsal metinlerine Tripitaka, bir Orta Hint dili olan Pali dilinde de Tipitaka (Üç Sepet) denir. Sepetlerin birincisinde keşişlik kuralları, ikincisinde kurtuluş çareleri, üçüncüsünde felsefi ve özellikle psikolojik görüşler vardır. Cataka ve Avadana edebiyatı ile Buddhist kutsal metinleri bir hayli kabarık durur. Hind uzmanı Alman Max Müller'e göre Buddhizm kutsal kitapların en kalınına sahiptir.

        

Buddhizmin diğer birçok dinden ayrılan yönü, sosyal çevrenin geleneklerine karşı çıkan kurucusunun kendi hayat tecrübeleriyle bu dini ve felsefi yolu bulmuş olmasıdır.

Siddharta Gautama Buddha, aslında Şakya kralının oğlu; yani bir prensti. Fakat daha önce yaşadığı çok zengin ve şaşaalı hayata rağmen o, gerçeğin bunlarda olmadığım sezmişti. Olgun bir yaşa geldiğinde sarayından kaçıp bir keşiş oldu. Aşırı perhiz ve riyazet uyguladıysa da, bu usullerin insanı kurtuluşa ve mutluluğa götürmediğini anladı. Daha önceden de zevk ve sefa içinde zengin bir yaşamı tatmış, fakat onun da bir işe yaramadığını, insanı kurtuluş ve mutluluğa eriştirmediğini görmüş olduğundan, insan için en doğrusunun aşırılıklar arasında bulunan bir "Orta Yol" un izleyicisi olmak olduğuna karar vermişti,

Otuzaltı yaşına geldiğinde kendi dünyasında derin düşüncelere dalarak gerçeği aramaya devam etti. Ve nihayet bir aya yakın bir zaman sonra Bodhgaya (bilgi ağacı) ağacının dibinde gerçeği kavrayarak, aydınlandı. Bu nedenle kendisine "uyanmış, aydınlanmış" anlamında Buddha denmiştir. Ayrıca hürmet edilecek kişi anlamında Arhat, cehaleti yenmiş kişi anlamında da Vira veya Cina denilmiştir.

Bundan sonra çeşitli yerlerde vaazlar vererek öğretisini yaymaya ve erdem çarkı anlamına gelen, Buddhist tabiriyle, Dharmaçakra'yı döndürmeye başladı.

Buddhist metinlerde Buddha'nın uzun öğretim yıllarına ait birçok olay ve anılar nakledilir. Onun doğumu ve yaşamı hakkında çeşitli efsaneler anlatılır, Buddha ve onun müritleri zengin-fakir, soylu-soysuz ayırt etmeksizin herkese öğretilerini yaymışlardı.

Seksen yaşına geldiğinde Nirvana'ya girmek üzere Kuşinagara şehrinin yakınında bir ağacın altında, inananlarının arasında ölmüştür, ölmeden önce kendisi için gözyaşı dökmekte olan kuzeni ve en yakın müridi Ananda'ya şöyle der:

"Ey Ananda, böyle aglayıp sızlama, umutsuzluğa kaptırma kendini. Sana daha önce de demedim mi? insanın sevdiği her şeyden, hayran olduğu her şeyden, bütün bunlardan ayrılması, yoksun kalması, sıyrılması gerektir. Doğan, yaratılan, elle yapılan, dolayısıyla geçici olan her şeyin yok olmaması mümkün müdür, ey Ananda? Mümkün değildir bu?"

Müridlerine son olarak "yılmadan savaşınız" dedikten sonra Buddha ölür. Bilim adamları genellikle Buddha'nin tarihi bir şahsiyet olduğunda fikir birliği içindedirler.

Buddha ölüm döşeğinde Ananda'ya şöyle demişti: "Ben ölünce size benim öğretilerim hocalık edecektir."

Bu öğreti her şeyden önce kişinin her konuyu serbestçe incelemesi serbestçe denemesi esasına dayanmaktadır, ve sırf bu noktadandır ki, bütün öteki dinsel doktrinlerden ayrılmaktadır. Buddha şöyle diyor; "Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye inanmayınız, birkaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın... Sırf hocalarınızın ya da rahiplerin otoritesine dayanıyor diye hiçbir şeye inanmayın. Ancak bizzat hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul ettiğiniz, kendinizin ve başkalarının hayrına olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara uydurun."

Kişisel akla olan bu inanç o kadar kesin olarak belirtilmiştir ki Buddhizm ilk ağızda bir din değil, bir felsefe sanılabilir. Bununla beraber o, yine de bir dindir. Çünkü amacı kesinlikle soğuk bir gerçeği bulmak değildir. Amacı insanları ya da onların ruhlarını kurtuluşa erdirmektir.

Buddha'nın bütün öğretisini içinde özetleyen dört gerçek şudur:

a- Hayat ıstıraptır
b- Bu ıstırabın sebepleri vardır
c- Istırap yok edilebilir
d- Bu yok edişin bir yolu vardır

Buddha diyor ki: "işte ey keşişler, ızdırap hakkındaki kutsal gerçek: Doğum ızdıraptır, yaşlılık ızdıraptır, hastalık ızdıraptır, ölüm ızdıraptır, sevilmeyenle birleşmek ızdıraptır, sevilenden ayrılmak ızdıraptır, arzunun gerçekleşmemesi ızdıraptır, bizi kendine bağlayan bütün nesneler ızdıraptır."

Buddhistler daha evvelden var olan ruhgöçü inancını korumaya devam ettiler. Buna göre, ızdırap dolu bir halin gerisinde ve ilerisinde sonsuz bir ızdırap geçmişiyle engin bir ızdırap geleceği uzanıp gitmektedir. Buddha bunu şöyle ifade etmektedir:

"Ne dersiniz ey müridlerim, dört büyük okyanustaki su mu daha çoktur, yoksa dökülen ve sizin de döktüğünüz gözyaşları mı? O gözyaşlarını sizler rastgele, avare avare dolaştığınız o uzun yolculuğu yaparken döktünüz. Nefret ettiğiniz nesneden nasibiniz var, sevdiğiniz nesneden nasibiniz yok diye sağlayıp inlerken döktünüz bu yaşları... Bir ananın ölümü, bir babanın ölümü, bir kardeşle kızkardeşin ölümü, bir oğulun ölümü, bir kızın ölümü, hısımların ölümü, malın mülkün kaybolması... Uzun çağlar boyunca bütün bu acılara uğradınız siz. Ve siz çağlar boyunca bu imtahanları geçirirken, dört büyük okyanusta olduğundan daha fazla gözyaşı döküldü."

Evrensel ızdırap varlıkların, nesnelerin, duyguların devamlı olmayışından ileri gelmektedir. Herşey geçicidir; insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur. Buddhizm'in Brahmanik doktrinlerin çoğundan, özellikle Upanishadlardaki Brahmanizmden ayrıldığı nokta işte budur: Ne madde "dünyasında, ne de ruh dünyasında devamlı hiçbir şey yoktur. Kainat yoktur, öz yoktur, öz-ruh yoktur. Ancak haller vardır ki bunların şartları kendilerinden öncekiler tarafından meydana getirilir. Bu haller geçici olarak bir araya gelip yalan ve boş bir kainat, yalan ve boş bir "ben" yaratırlar.

Buddha diyor ki: "Ey keşişler, işte ıztırabın kökü hakkındaki kutsal hakikat: Hayata susamışlıktır ki insanı yeniden doğuşun birinden ötekine götürür. Bunun yanısıra da zevkle, zevkini şurada burada bulan hırs vardır: Zevke susamışlık, yaşamaya susamışlık, devamlı olmayışa susamışlık gibi."

Buradan anlaşıldığına göre, varlığı yaratan arzudur. Varolma arzumuz bizi varlığa bağlar; hayata olan susamışlığımız bizi ölümden sonra dahi yaşatır, bir başka bedene sokar ve yeniden ızdırap çekmemize yol açar. Yahut da arzu yüzünden, insanın dış görünüşünü oluşturan sürekli durumlar birbirlerini kendi içlerine çekerler ve ölümden sonra dahi birbirlerini çekmeye devam ederler.

O halde bu durumdan nasıl kurtulmalıyız? Buddha diyor ki: "işte ey keşişler, ızdırabın yok edilmesi, yaşama olan susamışlığın söndürülmesi ancak bu arzuyu uzaklaştırarak, bundan vazgeçip sıyrılarak, buna yer bırakmayarak mümkün olur."

Böylece insanın yönelmesi gereken amaç, insanı dış nesnelere ve dünyaya bağlayan arzunun yok edilmesidir. Bencilliği ve bireyselliği kaybolduğu zaman insan nirvana'ya ulaşmış demektir.

Nirvana, arzunun yokolması, hıncın yokolması, doğru yoldan ayrılmanın yokolmasıdır. Bu, dört kutsal gerçeğin cahili olmanın sona ermesidir, o cahillik ki yaşamağa olan bağlılığın kökünü teşkil eder. Nirvana bireysel varlığın yokoluşudur, nirvana kurtuluş durumudur.

İnsanın tekrar tekrar doğuştan kurtulamamasına neden olan Neden-Sonuç zincirini, 12 halkalı zincir olarak, şöyle sıralarlar;

1- Bilgisizlik (Avidya)
2- Eylem (Samskara)
3- Bilinç (vicnana)
4- Ad ve Biçim (Nama-rupa)
5- Altı duyu ( Şadayatana)
6- Dokunma (Sparşa)
7- Duyuş (Vedana)
8- İstek (Trşna)
9- Varlığa bağlanma (Upadana)
10- Var olma (Bhava)
11- Doğum (Cati)
12- Ölüm (Cara-Marana)

Izdırabın yokedilmesine götüren yolla ilgili gerçek dte sekiz basamaklı bir yoldur:
1- Gerçek Bilgi
2- Dürüst Niyet
3- Doğru Söz
4- Dürüst Hareket
5- Dürüst Kazanç
6- Dürüst Çaba
7- Doğru Fikir
8- Doğru düşünüp-taşınma

Buddhizm'de doğruyu ve eğriyi gösteren bir ahlak bulmak mümkündür. Şu beş esas, öğretinin ahlaki yönünü gösterir:

1- Öldürmemek (Hayvanlar ve böcekler dahil hiçbir canlıya kıymamak)
2- Başkasının malını almamak,
5- Başkasının karısına (ve kocasına) itibar etmemek,
4- Yalan söylememek,
5- Sarhoş edici içki içmemek

Ayrıca Buddhizm'de başkalarını bağışlamanın büyük önemi vardır. Buddha bu ödevi çok heyecan verici bir formülle ifade etmiştir; "Hınca hınçla cevap verilirse, hınç ortadan kalkar mı?"

Buddhizm kast ve sınıf ayrılıklarına olduğu kadar, ırk ve milliyet ayrılıklarına da kayıtsız kalmaktadır. Bu bakımdan evrenseldir. Buddhizm'e göre, günün birinde bütün dünyalardaki bütün varlıklar ve en ufak toz zerreleri dahi Nirvana'ya ulaşacaklardır.

Buddha, ölümünden sonra haksız yere tanrılaştırılmış ve onun birçok yerde heykelleri yapılmış ve kendisine tapınılmıştır ki bu toplumsal bir hatadır. Çünkü Buddha gerçeği araştıran bir insandır ve kendisini hiçbir zaman tanrılaştırmamıştır.

Üstadın ölümünün ardından Hindistan'a yayılan Buddhizm, MÖ.III. yüzyılda kral Aşoka tarafından desteklendi. Buddhizmin etkisi yayıldıkça savaşın, ölüm cezasının, baskı ve işkencenin, ölümlü büyük av partilerinin kaybolduğu, insanlar hatta hayvanlar için hastanelerin yapıldığı görüldü,

Fakat Brahmanlar kendi ayrıcalıklarını yokeden bu akım ile şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı. Nitekim Buddhizm M.S.VII.yüzyıla doğru çökmeye başladı. XII. yüzyılda da Hindistan'dan kovuldu.

Fakat, Asya'nın daha önce yayılmış olduğu bölgelerinde, yani Seylan, Birmanya, Siyam, Kamboc, Türkistan, Tibet, Çin, Kore ve Japonya'da bu din hala yaşamaktadır.

Buddhizm'in Orta Asya havalisinde yayılmış ve Sanskrit dilinde metinlerin çoğunluğu teşkil ettiği koluna Mahayana ve Pali dili ile yazılmış, Seylan ve Güney Asya'da yayılmış olan koluna Hinayana denmiştir. Birinci mezhep çok insanı kurtarmayı, ikincisi ise tek kişinin kurtarılmasını amaç edinmiştir. Onun için birinciye Büyük Gemi, ikinciye ise Küçük Gemi denmiştir. Buddhizmi kabul eden Uygur Türkleri ise bunlara Ulu Gönül ve Küçük Gönül (Ulug Könülgü, Kiçik Könülgü) adlarını vermişlerdi.

Hinayana (Theravada)'daki Arhat ülküsüne, yani mümkün olduğu kadar çabuk Nirvana'ya girip kendi kişisel kurtuluşunu sağlayan azize karşılık, Mahayana Boddhisattava, yani gelecekteki Buddha ülküsünü ileri sürmektedir ki bu, öteki insanları kurtuluşa ulaştırmak için yeryüzünde kalmakta ve Nirvana'ya girişini geri bırakmaktır.

Buddhizm'in Hindiçini'nde ortaya çıkmış türüne Kaodaizm, Tibet'te bir takım acaip Totemik ve Animist anlayışlarla karışmış olan türüne ise Lamaizm denmektedir.

Buddhist metafiziğin incelikleri arasında derin bir psikolojik ve ahlaksal gerçeği görmek mümkündür: Bu da insanın ızdırabının, hayata olan bağlılığından bencilliğinden ileri geldiğidir.

Ve dünyada hiçbir doktrin her canlıya saygıyı, tatlı muameleyi, merhameti, hakaretlerin bağışlanmasını ve özveriyi Buddhizm kadar dokunaklı sözlerle öğütlemiş değildir.

  
                                                                        
 

                                             B U D A


"Kendiniz kendinize ışık olun.
Dışınızda olan;
dışınızdan gelebilecek hiçbir şeyden
kim olursa olsun,
kimseden destek dayanak aramayın.

Kendinize yalnız gerçeği ışık yapın."
 

Buda
'nın ölmeden önce
öğrencilerine verdiği öğüt buydu.
Başka bir kez de şöyle demişti:
 

"Çok eski çağlardan beri yürürlüktedir diye
dedelerinin dedeleri de

saygı gösteriyor diye,
geleneklere salt gelenek oldukları için
inanma;
eski zamanların destanları, söylenceleri
böyle söylüyor diye

inanma
;

kendi kafanın yaratısı olan
kurgulara, imgelere

onları oraya, Tanrı'nın soktuğunu sanıp
inanma;
öğretmenlerinin
ya da
keşişlerin
söylediklerine
yalnız onlar söylediler diye
inanma.
Ancak inceleyip irdeledikten,
kendi yaşantınla denedikten,
aklına yatkın bulduktan,
senin için de, başkaları için de
yararlı olduğu kanısına vardıktan sonra
inan."

Bir yandan
benin bir yanılgı olduğunu,
tüm acıların, üzüntülerin

benlikten, bencillikten

kaynaklandığını öğretisine temel yaparken,
öbür yandan tüm öğretiler içinde
belki de
bireyciliği en ileriye götürmüş olanı
Buda
'nınki olmalı.


Budist Felsefe

Yeni bir din ve felsefe olan Budizm'in Hindistan'da ortaya çıkışı, Sokrates öncesi felsefenin Yunanistan'da ortaya çıkışıyla yaklaşık aynı döneme denk gelir. Bu bağlamda, 'Budist felsefe' bu dinin Hindu kurucusu Siddartha Gautama'ya (M.Ö. yaklaşık 563 - 483) kadar dayanan inanç ve felsefî tutumlara işaret eder. Daha sonraları Tibet ve Doğu Asya'dakiler gibi başka kültürlerde ortaya çıkan diğer Budizm formlarını burada ele almayacağız.

                        

 

Siddartha Gautama, Hindistan'daki birçok kutsal adamın yaptığı gibi, çileci bilge bir adam olarak dolaşmak için karısını ve evini terk etti. Yıllarca nefsini ka­tı bir şekilde terbiye ettikten sonra, hâlâ insan hayatıyla ilgili temel meseleler hakkında bir şey bilmediğini (avidya) fark etti. Bunun ardından nefis terbiyesinden vazgeçti ve tefekkürle dolu sıradan bir hayat tarzını tercih etti. Bir süre sonra, Gautama yeni bir öğretiyle ortaya çıktı. Sonunda doğru yolu bulmuştu. 'Buddha' (aydınlanmış kişi) olmuştu.

M.Ö. 5. yüzyılda Hindistan'daki manevi hayat, Upanişadlar'ın Hint düşüncesinde önemli bir yer işgal etmesine rağmen, hâlâ Vedacı geleneğin izlerini taşı­yordu. Buddha'nın yeni öğretisi eski Vedacı literatür ile tüm ritüel ve ayinlere keskin bir şekilde zıtken, diğer yandan da Upanişadların bazı parçalarının eleştirel bir şekilde değiştirilmiş halini temsil ediyordu. Aykırı bir şekilde Buddha, spekülatif ve dini düşünceye karşı oldukça olumsuz bir tavır sergiler. Modern yorumlar bu yüzden biraz da anakronizm riskini taşıyarak Buddha'yı bir 'empirisist' ve 'septik' olarak tasvir ederler. (Buda'ya atfedilen metinler, daha son­raları ona yönelen tapınmaya giden yolu hazırlar). Dolayısıyla, Budizm'i 'ate­ist', yani Tanrı konusunda sistematik bir teoloji ya da öğreti sunmayan bir din olarak tanımlamak, belli bir ölçüde doğru olacaktır.

Upanişadların birçoğuyla aynı çizgide olarak yeni öğreti, bireyin özgürlüğünü ve kurtuluşunu amaçlar. Buddha bu amacı Nirvana bir çok yönden diğer geleneklerdeki Mokstıaya karşılık gelen bir terim - olarak tanımlar. Nirvana ya ulaşmak isteyenler felsefî ve dinî doktrinler de dahil olmak üzere kendilerini bu dünyaya bağlayan her şeyden azat etmelidir. Parlak bir sal benzetmesiyle Buddha bunu şöyle açıklar: Bir adam tehlikeli bir nehri geçmek zorundadır. Ağaç dallarını ve sürgünleri bir araya toplar ve kendisini karşı kıyıya taşıyacak bir sal yapmak için bunları birbirine bağlar. Güvenli bir şekilde karşı kıyıya geçtikten sonra kendi kendine şöyle der; bu sal gerçekten iyi ve kullanışlı. Bunu ya­nımda, başımın üstünde taşıyacağım. Adam bu şekilde artık ihtiyacı olmayan bir salla birlikte seyahat eder. Hikayeden çıkan ders yeni öğretinin tıpkı bu sa­la benzediğidir. Amacı nehri geçmek, Nirvanaya ulaşmaktır; bundan öte taşın­masına gerek yoktur. Felsefenin amacıyla ilgili benzeri örnekler felsefe tarihi boyunca farklı zamanlarda da ortaya çıkar: Felsefe önemli bir araçtır, 'sahip olunması hoş' bir şeyden ibaret değildir.

Buddha'nın öğretisi hem çok derin hem de anlaşılması güçtür. Burada sadece O'nun 'dört katlı asil gerçeğinin' ana noktalarını belirtebiliriz:

Acı Çekmenin (Dukkha) Asil Gerçeği şudur: Doğum acıdır; yaşlanma acıdır; hastalık acıdır; ölüm acıdır; keder ve ağıt, ıstırap, elem ve ümitsizlik acıdır; hoş olmayanla ilişki acıdır, hoş olandan ayrılmak acıdır; istediğini elde edememek acıdır. Kısacası, toplam beş bağlılık acıdır.

Acının Kaynağıyla İlgili Asil Gerçek şudur: Ateşli tutkuyla bağlı bu iştiyak (şiddetli arzu), yeniden varoluşu ve yeniden oluşu doğurur. Kah orada kah bu­rada taze bir haz bulur; yani duyu hazzına olan iştiyakta; varlık ve oluşa duyu­lan iştiyakta; ve yokluğa (kendini yok etme) duyulan iştiyakta.

Acının Kesilmesinin Asil Gerçeği şudur: Bu iştiyakın tamamen kesilmesi; bundan vazgeçme, bunu terk etme, kendini bundan serbest kılma ve koparma.

Acının Kesilmesine Giden Yolun Asil Gerçeği şudur: Bu, sekiz kıvrımlı asil bir yoldur: Yani doğru bakış, doğru düşünce, doğru konuşma, doğru davranış, doğru maişet, doğru çaba, doğru hatırlayış; doğru yoğunlaşma.14

Dört Katlı Asil Gerçek öğretisi, Arthur Schopenhaur tarafından kötümser bir şekilde yorumlanmıştır. Schopenhauer sistematik olarak Doğulu hikmetle meş­gul olan ilk Batılı felsefecidir. Schopenhauer, Buddha gibi hayatın sefaletini ve varlığın boşluğunu başlangıç noktası olarak aldı: Her şey aptalca, kör ve doy­mak bilmez bir yaşama ihtiyacıyla kuşatılmıştır. İşte bu yüzden varlığımız endi­şe ve ıstırap doludur. Hoşnutsuzluk ve acı temel deneyimlerdir; arzu, ebedi ha­yata duyulan iştiyak bir anlık söndüğünde ortaya çıkan bir yanılsamadan iba­rettir. Hayatın acısından kurtuluş sadece yaşama arzusunu inkar etmekle müm­kün olur. Önerdikleri çözümler aynı doğrultudadır: Buddha şiddetli arzu ve is­teği söndürmek ister; Schopenhauer yaşama isteğini söndürmek ister. Böylece
eylem için geriye hiçbir güdü kalmayacaktır. Schopenhauer, bütün arzunun Susturulduğu zihinsel sükunet ve nihai kurtuluş halini Nirvana olarak isimlen­dirir-Schopenhauer'ın, Dört Katlı Asil Gerçek Öğretisine dair sunumu aşırı de­recede kötümser olabilir; belki de bu yorum açıklığa kavuşturduğundan daha fazlasını muğlaklaştırır.

Schopenhauer'ın öğrencisi olan Friedrich Nietzsche, Budizm'e Batılı bir yüz kazandırmıştır. Nietzsche'ye göre Budizm'in ideali insanı 'iyi' ve 'kötü'den ayırmaktır- Bu Budizm'in acıya karşı mücadeleye en temel katkısıdır. Nietzsche'nin felsefesinde Budizm, Platoncu metafizik ve Hıristiyanlıkla olan mücadelede bir müttefiktir: 'Çarmıha gerilene karşı Buddha'. Schopenhauer'ın ve Nietzschtfitnn Buddha'yı ne ölçüde bir kifayetle anladıkları hala tartışmaya açık bir konumdur.

Budizm'deki başka bir tartışmalı sorun benlik öğretişidir. Buddha'nın temel fikirlerinden biri de dünyanın şeyler ya da tözler olarak değil, işleyişsel olarak anlaşılmasıdır. Dolayısıyla, kalıcı bir benlikten ya da 'ben'den bahsedemeyiz; benlik bireyden önce gelen ruhi bir töz olamaz. Her saniye kişiliğimizi oluştu­ran fani ve geçici bilinçlilik durumlarının bir akışını tecrübe ederiz sadece.

Modern yorumcular bu noktada, Buddha ile David Hume (1711-1776) gibi deneyci felsefeciler arasında benzerlikler bulur. Hume, Buddha konusunda bir bilgisi olmamasına rağmen, zihinsel töz fikrine karşı benzeri bir eleştiri getirmiştir . 19. yüzyılın sonunda Nietzsche, töz çerçevesinde düşünme konusunda benzeri bir eleştirinin sözcülüğünü yapmıştır. Hayret verici şekilde bu, modern öncesi ve post modern felsefenin buluşma noktası olmuştur.

Faklı bir anlatımla Budizm ve Buda

Hindistan’ın kuzeyinde, Nepal’in güneyinde,Himalayalar’ın eteklerinde yaşayan  “Şakya” kabilelerinin kralı  Sudhodana ve kraliçe Maya, M.Ö. beşinci yüzyılda yaşamlarını sürdürürken, nurtopu gibi bir çocukları olmuştu. Çocuğun adını Sidharta Gautama koydular. Bu çocuk daha doğar doğmaz konuşmaya  ve yürümeye başladı. Dört bir yana yedişer adım atarken, attığı bu her adımların arkasında lotus çiçekleri peydah olmaya başladı. Ülkedeki tüm kahinler yeni doğan bu çocuğun ya büyük bir kral, ya da aydınlanma yolunda önemli bir din adamı olacağı kehanetinde bulundular.

   Bir hafta sonra ana kraliçe Maya,  Prens Siddharta’yı yetim bırakarak hayata gözlerini yumdu. Çocuğu büyütme işi de kralın diğer eşlerine kaldı. Babası bu çocuğun din adamı değil de kendisi gibi büyük bir kral olmasını istiyordu. Bu nedenle onu bir kral gibi yetiştirmeye başladı.

   Küçük Siderta sarayda bilim, sanat ve savaş dersleri alarak büyüdü. Yıllar sonra yağız bir delikanlı olduğunda, güzeller güzeli Yasodhara ile evlendi. O yaşa kadar sarayın dışına hiç çıkmayan prens, bir gün dışarıdaki hayatı tanımak istediğini babasına ilettiğinde kralı bir telaş aldı. Yok mok dediyse de prens ısrarla halkın arasına girmek isteğini yineledi. Bu diretmeler karşısında, daha sonra öğreti kitaplarına “dört bakış” olarak geçecek, dört gezintiye çıkmasına izin verildi.

   Prens Siddharta ilk üç gezisinde hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi kavramlarla karşılaştı. Bu durumda insanların mutlu olamayacağı izlenimine kapıldı ve üzüntüsünden bir süre saraya kapandı. Dördüncü gezintisinde bu kez,  elinde pirinç kasesi, ayakları çıplak, başında saçı olmayan  bir dervişe rastladı.  Bu  derviş prense, gerçek mutluluğu bulmak için tüm dünyevi nimetlerden vazgeçtiğini, yollara düşerek gerçek mutluluğu aradığını ve bu mutluluğu  insanlarla paylaşmak istediğini belirtip, daha önce yaşadığı acılara ancak bu şekilde karşı koyacağını söyledi. Prens Siddharta, adamı dinledikten sonra, o anda beyninde şimşekler çaktı ve aynı yolun yolcusu olmaya karar verdi. Günlerce sarayda uykusuz kaldıktan sonra bir gece küçük oğlunu, karısını ve gelecekte kendisine kalacak krallığı bir kenara bırakıp saraydan kaçarak kendini yollara vurdu.  Günlerce yol gittikten sonra yüksekçe bir tepede bulunan kutsal Bodi  ağacının  (incir)  altına gelince beline kadar inen saçlarını bir kılıç darbesiyle kesip;

  “Eğer ‘Buda’ olacaksam bu saç tutamı havada kalsın, yok olamayacaksam, yere düşsün” dedi.

  Saç tutamı havada kalınca tanrıların kralı İndra, ona gökten bir rahibe gerekli olan safran rengi üç bez parçası, bir pirinç çanağı ve bir su kabı gönderdi.

 

   Siddharta artık bir prens değil, aydınlanma yolunda bir rahipti. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Yokluklar, açlıklar, sefaletler çekti. Bu çileli hayat tam altı yıl böyle devam etti. Sonunda sadece acının ve yokluğun mutluluk getirmeyeceğini anladı. Bu defa yüksek bir mekanda yine bir incir ağacının altında derin düşüncelere daldı. Bağdaş kurup uzun süre öylece kalakaldı. Aydınlığı, bilgeliği elde edinceye kadar hiç kıpırdamadan durdu.  Onu bu yolundan döndürmek isteyen şeytan Mara’ya  karşı, Siddharta büyük mücadele verdi. Sonunda şeytana dönerek:

   “Toprak şahidim olsun ki, benim aydınlık bilincim, senin kötülüğünü yenecek” dedi.

   O gecenin sabahında Siddharta Gautama,  “Buda” olmuştu. Yani aydınlanmış, en yüce bilgeliğe ulaşmış kişi olmuştu.

   O artık insanlara bilgeye giden yolu öğretecekti.

    Buda’nın bu öğretisi yüzyıllar boyunca obadan obaya, yöreden yöreye, bölgeden  bölgeye, ülkeden ülkeye yayıldı durdu. Zaman zaman farklı değerlendirildi ama dört soylu gerçek ve aydınlanma yolu hiç değişmedi. Dünyanın her yerinde Budistler, daha doğru, daha iyi bir insan olabilmek için çabalarını daima sürdürdüler. 

   Budizm inancına göre dünyada üç ana evre var.

  Birinci Evre: Güncel zevk ve şehvetin hakim olduğu yaşam tarzı, gelip geçici duyguların hüküm sürdüğü dönem.

  İkinci Evre: insanın güncel zevk ve şehvetlerini yaşamasının yanı sıra, bununla ruhunu doyurmayıp,  meditasyona da yönelmesi.

  Üçüncü Evre: Dünya nimetlerinden, zevk ve şehvetten tamamen soyutlanıp, sonsuz mutluluğa erişilmesi. Yani  nirvana’ya ulaşılması.

   Budist tapınaklarındaki silindirlerin elle sürekli çevrilmesinin sebebi; erdem, adalet  hak ve hukukun devam etmesini sağlamak, budist yasalarının yürürlükte olduğunu göstermek.

   Budizm, din olmaktan ziyade bir öğreti ya da bir yaşam felsefesi niteliği taşıyor aslında. Bu öğretide dört ayrı soylu gerçek var. Bunlar sırasıyla,

Birinci Soylu Gerçek. Dukha: Acı keder, ızdırap, doğum, hastalık,   

İkinci Soylu gerçek. Samudaya: Tutku açgözlülük, zengin olma isteği, cinsel istekler.

      Üçüncü soylu gerçek. Nirodha: Susuzluğun yok  edilmesi.                

      İsteğin ve nefretin sona erdirilmesi, maddeye bağlılıktan  kurtulma.

      Dördüncü soylu gerçek. Magga: Yol demek (her şeyden arınıp tamamen Nirvana’nın yolundan gitmek.

Nirvana’nın yolu ise sekiz basamaktan oluşuyor. Doğru anlama, doğru düşünme, doğru konuşma, doğru davranma, doğru geçim, doğru çaba, doğru hatırlama ve doğru yoğunlaşma.

   Bu öğretilerin ışığında gerçek bir Budist’in amacı hep bir gün öncesine göre daha pozitif ve daha iyi bir insan olabilme çabasıdır. Bunların hepsini yapmaya çalışıyorsanız aslında sizlerde  Nirvana yolundasınız demektir.

                                                      

Başka bir kaynaktan kısaca Buda

Buda Kimdir ?
 

Asıl adı Siddharta Gautama olan Buda, tahminen MÖ 600-400 yılları arasında yaşamış Hintli bir bilgedir. Hayatı konusundaki efsaneler, kendisinin ölümünden yüzyıllar sonra yazılmış olan birtakım yazılara dayanmaktadır. Bu yazılara göre Buda'nın yaşamı şu şekilde özetlenebilir:

Şakya Kralı Suddhodana'nın oğlu olarak dünyaya gelen Gautama, saraylarda lüks ve sefa içerisinde büyütülür. Kral, henüz oğlu yeni doğmuşken falcılara danışır. Falcılar da, oğlunun büyüyünce ya çok büyük bir hükümdar, ya da çok büyük bir din adamı olacağını söylerler. Oğlunun kendisi gibi bir kral olmasını isteyen Suddhodana da, onu dine yöneltebilecek her şeyden uzak tutmaya çalışır. Hükümdar, onun hayatın acı yönlerini görmesini engellemeye ve zevk içinde yaşatmaya çabalar. Gautama hayattan bekleyebileceği her şeye sahiptir. Hazineler, en iyi eğitim, cariyeler, her türlü eğlence ... 16 yaşındayken evlenen Gautama, 29 yaşına gelene dek bu zevk ve sefa içerisinde, saraylar dışındaki hayattan habersiz olarak yaşar. Bir gün, hizmetçisi ile birlikte bir saraydan diğerine giderken karşısına çok yaşlı, iki büklüm olmuş bir ihtiyar çıkar. Bir süre sonra hastalıktan eriyip tükenmiş bir adama rastlar. Daha sonrada bir cenazeye şahit olur. Ve son olarak da gezgin bir derviş görür. Gautama, bu yolculukta hayatın zevk ve eğlenceden ibaret olmadığını anlar. Artık hayatın üç acı yanını tanımıştır; yaşlılık, hastalık ve ölüm. Bir de tüm bunlardan uzakta gibi görünen ermiş... Gördükleri üzerine uzun süre düşünen ve çok derinden etkilenen Gautama sahte bir dünyada yaşadığını anlar. Gördüğü derviş gibi evini barkını bırakıp acılardan kurtuluşu ve bu yaşamın gerçeğini aramaya karar verir. Yeni doğmuş çocuğunu, karısını ve tüm zenginlik ve eğlenceyi geride bırakarak bir gece gizlice saraydan ayrılır.

İlk olarak Alara Kalama adında bir dervişe öğrenci olur. Meditasyonu ve Atman öğretisini ondan öğrenir. Fakat bir süre sonra bu kişiden öğrenecek daha fazla şeyi kalmadığına kanaat getirerek Uddaka adında başka birisinin öğrencisi olur. Buradan da öğrenecek bir şeyi kalmayınca buradan ayrılır. Daha sonraları tanıştığı beş çileci ile beraber, uzun müddet çileci bir yaşam yaşar. Çilecilikte ölümün eşiğine gelene dek kendisini zorlar. Buna rağmen aradığı gerçeği bulmaktan çok uzak olduğunu görünce hayal kırıklığına uğrar ve çileciliği bırakır. Ona göre , ne aşırı haz düşkünlüğü, ne de aşırı çilecilik gerçeğe eriştiremezdi. Ara bir yol olmalıydı. Çileci arkadaşlarını da terk eder. Bir gün, bir incir ağacının altına oturarak meditasyona başlar. Tam ve aşılmaz aydınlanmayı gerçekleştirmeden buradan kalkmamaya yemin eder. Çok sıkı bir mücadelenin ardından aydınlanmaya ulaşır ve Buda ( aydınlanmış kişi) olur. Bundan sonra öğretisini insanlara anlatmak ve kurtuluş yolunu göstermek üzere vaazlar vermeye başlar. Kendisine öğrenci olan kişilerce bir aydınlanma örgütü kurulur ve böylelikle Budizm doğmuş olur..

 

Ansiklopedik kaynaklara göre Gautama Buddha


Gautama Buddha, M.Ö. 563-483 arasında Hindistan'da yaşadığı tahmin edilen ruhani öğretmen, ve Budizm'in kurucusudur. Doğduğunda adı Siddhārtha Gautama'dır. Prens Siddharta ya da Śākyamuni (Sakya kabilesinden gelen bilge) adlarıyla da anılır.

''Aydınlanmış kişi'' anlamına gelen Buddha ise, peşine düştüğü yaşam ve ölümün ardındaki gerçeğin arayışı sonucu Siddharta Gautama'da oluşan ruhani bir değişimi anlatmak için kullanılır.


Hayatı


Siddharta, Hindistan'ın kuzeydoğusunda, Nepal sınırının yakınlarında bulunan Kapilavastu şehrinde hüküm süren Kral Suddhodana ile kraliçe Maya'nın oğluydu. Gautama klanı ve Sakya kabilesinden olan Siddharta'nın M.Ö.563 yılında Nepal yakınlarındaki Lumbini'de doğduğu söylenir. On altı yaşındayken kuzeniyle evlendi. Sarayda maddi olarak hiçbir eksiği yoktu. Ama derin bir doyumsuzluk içindeydi. İnsanlarının çoğu yoksul ve sürekli birşeylere ihtiyaç duyuyorlardı. Zenginler bile sık sık bunalıma ve mutsuzluğa kapılıyorlardı. "Hayat, acılar ve ölümlerle biranda silinen geçici zevklerin ötesinde birşey olmalı" diye düşündü. 29 yaşındayken, ilk oğlunun doğumundan sonra, bu hayatı bırakması ve gerçeği araması gerektiğine karar verdi. Saraydan, arkasında herşeyini bırakarak ayrıldı ve bir gezgin oldu.

Zamanın kutsal kişileriyle geçirdiği bir süre sonunda bu kişilerin hayat hakkındaki önerileri doyurucu bulmadı. Dünya zevklerinden tamamen el çekmenin, yani çileciliğin gerçek bilgeliğe giden yol olduğuna inanılıyordu. Bu nedenle birkaç yıl oruç tutarak ve nefsine eziyet ederek yaşasa da bir süre sonra bedenine işkence etmenin sadece beynini bulandırdığını, kendini gerçek yoldan saptırdığını düşünerek dünya zevklerinden el etek çekme fikrinden vazgeçti. Yıllar boyunca (bazı kaynaklarda 9 yıl olduğu söylenir) sadece derin düşüncelere dalarak ve değişik meditasyon teknikleri geliştirerek yaşamını sürdürdü.

Bir gece, Bodhi ağacının altında otururken ilham geldi. Bütün geceyi düşünerek geçirdi, sabaha artık Buddha yani "aydınlanmış olan" olduğuna inandı. Bu sırada otuzbeşindeydi. Hayatının geri kalanında, Hindistan'ın kuzeyini, Ganj kıyılarının kutsal kenti Benares ve dolaylarını yeni felsefesini anlatarak gezdi. Buddha'nın temel öğretisini, Budistler Dört Asil Hakikat olarak adlandırır: İnsan hayatı aslında acılardan ibarettir; bu acıların sebebi bencil ve doymak bilmez isteklerdir; insanın bencilliği ve istekleri sona erdirilebilir; sonuçta bütün bu doymak bilmez arzu ve iştah ortadan kaldırıldığında, ulaşılan durum nirvana olarak adlandırılır. Bencillik ve isteklerden kaçışın yöntemi, "
Sekiz Katlı Asil Yol" diye adlandırılır: Doğru görüş, doğru niyet, doğru konuşma, doğru hareket, doğru geçim kaynağı, doğru çaba, doğru düşünme ve doğru meditasyon.

Başka bir  anlatımla BUDİZM - Buda

Budizm, son yıllarda Batı'nın özellikle de Hollywood yıldızlarının rağbet ettiği dini-felsefi bir öğreti. Ölümü, bilginin sona ermesi olarak yorumlayan Buda'ya göre, ruh bedenden bedene göç ederek tüm arzularından kurtuluyor ve nirvanaya ulaşıyor. Her ne kadar Budizm'de Allah inancı yoksa da bazı İslam bilginlerine göre, Buda, Kuran'da da işaret edilen bir uyarıcı.


Hint inanç ve düşünce sistemlerini oluşturan üç önemli akımlardan biri de Budizm. (Diğerleri Brahmanizm ve Hinduizm). M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Siddharta Gautama (doğumu İ.Ö. 563-ölümü İ.Ö. 483) tarafından kurulan Budizm, mabedsiz, ibadetsiz, dini bir ahlak ve düşünce sistemini içeriyor. Bu dünyanın kötü olduğu esasına dayandığı için "kurtuluş" fikri üzerinde duran Budizm, kurtuluşun manevi arınma ile olacağını kabul ediyor. Buda'nın amacı, kaderciliğe karşı sorumluluğu, taassuba karşı hoşgörüyü, kötümserliğe karşı ümidi getirerek insanları acılardan, hırslardan ve bencillikten kurtarmaktı. Budizm, başlangıçta yalnızca ahlaki düşüncelerle, düzenli ve disiplinli bir yaşam anlayışı ile sınırlanmıştı.

Buda'nın öğretilerinde, Hinduizm'den farklı olarak cin, şeytan, ibadet, tören, dua, kurban ve adaktan bahsedilmez. Çünkü, Budizm'in doğduğu dönemde Hindistan, her biri birer yoga önderine bağlı, küçük dinsel topluluklarla doluydu ve Brahman ayinlerinin ve adak törenlerinin dışa dönük kuralcılığı artık çoğu kimseyi doyurmuyordu. Buda, dünyadan değil, onun zevklerinden el çekmeyi tavsiye ederek, Hindu dininin koyu tutuculuğunu ve inzivacılığını yumşatmaya çalıştı.

Buda'nın ölümünden sonra Budizm, Hinâyâna ve Mahâyâna olarak iki kola ayrıldı. Hinâyâna yani eski Budizm, bireyleri bu dünyanın sıkıntı ve ızdıraplarından kurtarmayı amaçlar. Yani, önce bireyin yazgısını ve kurtuluşunu dikkate alır. Buna göre, acı çekmekten kurtulmanın tek yolu, yaşamdan el etek çekerek Nirvana'ya ulaşmakla elde edilebilecek ahlak yetkinliğidir. Buna karşın Mahâyâna adı verilen yeni Budizm, bireyden çok tüm insanlığı, yani bütünü dikkate alır. Bu anlayışa göre, büyük borç, gerçekte tüm insanlığa hizmet ettikten sonra ödenmiş olacaktır. Bireyin sadece kendisini kurtarmasının hiçbir önemi yoktur.

Budizm M.Ö. 1. yüzyılda girdiği Çin'de büyük ilgi ile karşılaştı. Çinli din adamları Buda'yı tanrılaştırdılar. Çin imparatorunu da tanrının bir tasviri olarak gösterdiler. Buda'nın tekrar geleceğini ve bir altın devir yaşatacağını telkin ettiler.


Nirvanaya ulaşmak

"Kurtuluş" meselesi, Hint düşünce hayatının en önemli unsurlarından biridir. Ruh, cismani aleme kendi suçu yüzünden girer ve çeşitli bedenlerde dolaşır durur.

      

 Ta ki, kendisini tatmin edemeyeceğini anlayana kadar. Böylece saf cevherini tekrar elde etmeye başlar. Son amaç, nirvanaya varmaktır. Diğer Asya dinleri gibi Budizm'in de kabul ettiği "karman" adı verilen öğretiye göre, herkesin şimdiki yaşamındaki davranışlarının sonucu, sonraki yaşamında ortaya çıkıyor. Budizm, ruhların bedenden bedene geçtiği inancını paylaşıyor. İnsan ruhu ölümle birlikte yok oluyor. Ama ölünün "karman"ı yaşıyor ve bir ana rahminde bir "vicnana"ya (ruhun yeni bir bedene göç eden bölümü) yani ruh göçü çemberinden kurtularak arzuların tümüyle söndüğü "nirvana"ya (insana acı çekme, yanılsamayla bilgisizlikten kurtaran ve bu dünyadaki tüm isteklerin silinmesiyle gerçekleşen durum) erişiyor.

Budizme göre, insanın bu dünyada duyduğu acının sebebi arzularıdır. Kalıcı olmama, cevhersizlik ve acı çekme, varoluşun üç esasıdır. İşte, bunları bilmemek insana acı verir. Hayatta gerçek mutluluk, huzur yoktur ve acı, hayatın her tarafında temelli, kaçınılmaz bir olaydır.

Buda, doğa ve ruhsal olayları açıklarken beş unsurun karışımına dikkat çeker. Bunlar maddiyat, duygular, algılar, zihni şekillenmeler ve farkında olmaktır. Doğu düşüncesinde, özellikle Hindistan'daki dini felsefi inançlarla Budizm arasında doktrin bakımımdan esas farklardan biri de, ezeli-ebedi, değişmeyen bir ruh bulunmadığıdır. Budizm'de belli başlı dört hakikat ile beş ahlaki unsur vardır. Hakikatler şöyle sıralanır:

1. Varlığın zorunlu sonucu, üç şekilde (hastalık, ihtiyarlık ve ölüm) tecelli eden elemdir.
2. Elemin sebebi arzu ve ihtiraslardır.
3. Arzu ve ihtiraslardan doğan elem, son bulabilir. Bunun çaresi, arzu ve ihtirasları kontrol altına almaktır.
4. Nirvanaya ermek için ahlaki yol, mutlak feragattir.

Nirvananın  ne olduğu pek açık olmamakla birlikte nirvanada keder olmadığı, arzu ve isteklerin insanı rahatsız etmediği, tekrar tekrar doğup ölmenin sona erdiği, 'ben'liği insanın kendisinden attığı bir fikir anlaşılır. İşte bu hikmetin en yüksek derecesi, huzur ve sükundur yani nirvanadır.

Bir budisti nirvanaya kavuşturacak diğer beş ahlaki esas ise şudur: Çalmamak yani hırsızlık yapmamak, başkasının kadınına el sürmemek, yalan söylememek, içki içmemek, hiçbir canlıyı öldürmemek. Yine Budist sisteme göre varlıkta; toprak, su, hava, ateş, esir ve bilgi olmak üzere altı unsur vardır. Bilgi, sonsuz ve ışıklı bir nurdur. Bilgisizlik, elemin kaynaklarından biridir. Buda'ya göre ölüm, bilginin son bulmasından ibarettir.

Buda kimdi?

Siddharta Gautama'nın, Sanskrit dilinde adı, Buddha'dır. "Uyanan" ya da "aydınlanan" anlamına gelen "buda" sözcüğü, özel bir ad değil, örneğin "mesih" gibi bir unvandır. Budacılık'ta, geçmişte olduğu gibi gelecekte de sayısız "buda"nın ortaya çıkabileceğine inanılır; ama tarihin tanıdığı tek "buda" Gautama Buda'dır. Siddharta Gautama, bugünkü Nepal ile Hindistan arasında hüküm süren Sayka kralının oğluydu. Dolayısıyla askeri ve yönetici sınıf olan Kshatriya ailesine mensuptu. Ancak daha sonra Hindistan'da köklü ve saygın bir kurum olan kast (sınıf) sistemine karşı çıkarak insanlar arasında eşitliği savundu.

16 yaşında kuzeniyle evlendi; 29 yaşında yaşamının dönüm noktasına erişti. Onu etkileyen, yaşlılık, hastalık, ölüm gibi insan acıları karşısında ruhunu hala koruyan bir keşiş oldu. Oğlunun doğduğu gece evinden ayrılarak kendisine doğrunun yolunu gösterecek öğretmenleri aramaya koyuldu. Yaklaşık altı yıl boyunca aşırı bir perhiz uyguladı. Ama sonunda bu yolun, aradığına ulaştıramayacağını anladı. Bu yüzden sağlığı için gerekli besinleri almaya başlayınca, o ana kadar yanında bulunan beş keşiş hayalkırıklığına uğrayarak onu terketti.

Bundan sonra tek başına kalan Gautama, bir hintinciri ağacının altında oturarak "aydınlanmaya" ulaşana kadar oradan kalkmadı. Dört hafta sonra gene bir hintinciri ağacının altında otururken ulaştığı doruğu başkalarına da aktarmaya karar verdi. İlk vaazının özü şöyleydi:

"Evinden ve ailesinden ayrılarak diyar diyar dolaşmaya çıkan kimse, nefsini kayırmak ya da nefsine eziyet etmek gibi iki uç davranıştan uzak durmalı. 'Doğruyu Bulan Kişi' yani 'Buda', bu iki uçtan kaçındığı için aydınlığa, bilgiye, uyanışa, nirvanaya ulaştıran orta yolu bulmuş olur."

Budizm ateist bir din mi?

Bir yaratıcının varolmadığına inanan Buda'ya göre, kötülük ve acının varoluşu bir yaratıcıya duyulan inancın önünde aşılmaz bir engel oluşturur. Nirvananın bir tür hiçlik biçiminde anlaşılması, Budizm'in, çoğu zaman ateist bir din olarak tanımlanmasına yolaçmıştır. Çünkü Budizm'de İslamiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta olduğu gibi evreni irade ile yaratan bir Allah kavramı yoktur. Budacılar bu tür bir nitelemeden özellikle kaçınmıştır. Çünkü Buda, nirvananın kavranamaz, tasvir edilemez, anlaşılamaz, nitelenemez olduğunu özellikle belirtmiştir. Ama nirvanaya ulaşmanın yok olmak değil, sonsuza ve ölümsüze ulaşmak anlamına geldiğini de aynı ölçüde vurgulamıştır.

Budizm, İslamiyet'te, genellikle batıl (boş inanç) bir din olarak kabul edilir. Buna göre, Buda, yine batıl ve müşrik (Allah'a ortak koşan) bir din olan Brahmanizm'de bazı değişiklikler yaparak yeni bir mezhep ortaya çıkarmıştır.

Kuran'daki Tin suresi Buda'ya mı işaret ediyor?

İslam araştırmacıları arasında Buda'yı farklı şekilde değerlendirenler de var. Bunlardan biri, İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. Prof. Dr. Öztürk, "Kuran'daki İslam" adlı kitabında Kuran'ın 95. suresi olan Tin suresi'nin Buda'ya işaret edebileceğini söylüyor. Çünkü Tin suresinin ilk üç ayeti "İncir ve zeytine, sina dağına, emin beldeye" yemin ederek başlıyor. Yukarıda Buda'nın hayatını verirken "aydınlanmaya ulaşana kadar" hintinciri ağacının altında kaldığını belirtmiştik. İşte Prof. Dr. Öztürk, bu ayetlere dikkat çekerek şu yorumu yapıyor:

"Tin, incir demektir. Surenin ilk ayetinde kendisine yemin edilen bu 'tin'in bilinen yemiş manasında incir veya incir yetişen bir bölgenin adı veya bu adla anılan apayrı bir toprak parçası veya incir ağacı olup olmadığı hususu tartışmalıdır. Bazılarına göre buradaki tin, incir ağacı demektir ve işaret ettiği anlam ise Buda'ya ilhamın geldiği ağaçtır. Eğer böyle ise Kuran-ı Kerim, Buda'nın, altında ilham aldığı ağaca yeminle bir suresini açarak onun şanını yüceltmiş oluyor. Bunda şaşılacak bir yön de yoktur. Çünkü Buda ve benzeri büyük insanların peygamber olmaları, Kuran'ın yaklaşımı açısından bakıldığında kuvvetli bir ihtimaldir. Buda, Kuran'ın 'adı anılmayan resuller' dediği kadro içinden bir Hak eri olabilir."

Batılının Budizm'e ilgisi neden arttı?

Amerikalıların ve Avrupalıların son yıllarda Budizm'e olan ilgisinin arttığını biliyoruz. Bu ilgiye tanık olmamızda özellikle Hollywood artistlerinin büyük rolü var. Örnek olarak da Richard Gere'i ve onun Buda öğretisini konu alan filmlerini gösterebiliriz. Peki, bu ilginin temelinde ne yatıyor? Bir kralın oğlu olan Buda ile Batılı'nın ortak noktası ne?

Bu soruların cevaplarını Dr. Ali Şeriati'nin "Dinler Tarihi" adlı kitabında bulmak mümkün. Şeriati'ye göre, ortaklığın temelinde "refah" yatıyor. Çünkü Buda, bir kralın oğluyken yani refah bir hayat sürerken aydınlanma yolunu tercih etti. Günümüzde refahın temsilcisi ise Batı; devamını, Dr. Ali Şeriati'den aktaralım:

"Refah, insan hayatını anlamsız ve abesleştirmekte. Artık hiçbir şeyde heyecan, ümit, beklenti ve gelecek bırakmamakta. İç aleme yönelme ise, insanı maddi hayata karşı isyan ettiriyor. Buda, böyle bir insanı yansıtır. O, kendi hayatının cennetine karşı isyan etmektedir. Bugünkü Batı insanının ulaştığı da budur. Tümüyle maddi olan, kendisine hiç maneviyat, refah ve salt yararlanma düzenine karşı isyan etmektedir. Kaderi, sadece maddi hayat ve tüketimin üstünlüğü esasına göre, hayatını cennet yapmak isteyen insanın kaderidir ve sonunda vardığı yer, boşluk, isyan ve tüketimci hayatın tahrip edilmesidir. Bugünkü Batı'nın ve Buda'nın kaderi de budur. Bu yüzden Buda, bugünkü Batı'da bütün peygamberlerden daha çok ilgi görmektedir. Amerikalı ve Avrupalı gençlik seli, Hint tarafına doğru başaşağı akmaktadır."

                                                                    

BUDiZM



Budizm 'in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan 'da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm ' in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ' Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan 'a kadar yayılmıştır. Aşoka 'dan sonrada yeni Krallar Budizm 'e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya 'nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm 'e hizmet etmesini sağlamışlardır.

Budizm ' MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise Tibet 'te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya 'da çok sayıda taraftarı olan Budizm ' Avrupa ve Amerika 'da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır

 

Budizm 'de inanç ve ibadet



Budizm 'de inancın temeli “ Buda 'ya sığınırım, Dhamma 'ya (dine,doktrine) sığınırım, Sangha 'ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz ve Budizm 'e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha 'ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.

Budizm ' de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü 'ne inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm 'de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye ' dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda ' nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır.

ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda 'nın heykeline saygı gösterisi yapar; O 'na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.

Budizm 'in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)
Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)
Buda ' nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth 'da)
Buda 'nın öldüğü Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri

 

Kutsal Kitapları




Budistler Buda 'nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm 'in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka 'dır”.Tripitaka da;

Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı bölümler bulunur.

Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda 'nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm ' felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.

 

Budizm 'de Mezhepler




Budizm ' başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana

 

1 - Hinayana (Küçük Araba)



Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya 'da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm 'e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar



2 - Mahayana ( Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ', herkese cevap vermeli, herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm 'in bu kolu başka din ve doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana 'ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır:

Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm 'in ahlak kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak

Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm 'i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır

 

 

BUDA VE ÖĞRETiSi

     

Buda 'nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda 'nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda 'nın yaşadığı dönemde Budizm ' bir din, Buda da bir peygamber değildi.

Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana 'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.

Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.

 

1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın üç özelliği


Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız.

Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları... Buda 'nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda 'ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.

                                

Buda 'nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir.

Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm ' olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben?

Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad... Ben 'e verilen özel ad.

Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena 'ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben 'in, ne de ben 'e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda 'nın görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var.

Ben 'in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına verilen ad 'sa ruhtur. Budizm 'de Öz varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben 'i kurtarmaya değil, bizi ben 'den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine erişmek....

 

 

 

2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Karma


Buda 'ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.

On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:

1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç oluşuyor.
4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda 'nın yanılgıyı dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir.

istekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.

 



Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız
kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar.

1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve değişmez bir ben 'in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne
yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.

Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm ' görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir. insan yanıldığını, yanılmadığını; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner.

Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda 'ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben 'in de bilincin de sürekliliği yok. Buda 'nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu.

 

 

3. Nirvana



Nirvana, Batı 'da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana 'ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana 'yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana 'ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben 'i aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben 'in doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.

                                                 

Buda 'nın öğretisi, bir yandan ben 'i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu.

                                     

Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan.

                                      

Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana 'ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm 'de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.


                                              

4.Sekiz basamaklı yüce yol


-Tam görüş

-Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben 'in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.

-Doğru sözlülük

-Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.

-Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.

-Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist 'in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.

-Tam bilinçlilik

-Tam uyanıklık

Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı 'da anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm ' sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor.

                                                       

Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıstır.

Buda 'nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.

Budizm
Hindistan’da doğmuş olmasına ve tarihte önemli bir rol oynamasına rağmen Hindistanda fazla gelişememiştir. Budizm, aslında bir din değildir, bir tanrı kavramı da yoktur, temel ilkeleri felsefe ve ahlâk prensipleridir. Budizm M.Ö. 500 yıllarında Kuzey Hindistan’da bir Prens olarak doğduktan sonra aydınlanmaya ulaşan Siddharta Gautama tarafından kurulmuştur. Budistler, Nirvana olarak bilinen “aydınlanma” nın tüm insanların nihaî amacı olduğuna inanır.

Buda, Dharma bilgisini ve öğretilerini hiçbir zaman yazılı olarak ifade etmediği halde kendisinden sonra gelenler bu felsefeyi dini bir sisteme dönüştürmüştür. Budizm, iki büyük ekol halinde Viet-Nam, Japonya, Çin, Sri Lanka, Burma ve Tayland’da uygulanmaktadır. Hindistan’ın kuzeyinde ve Ladakh’ta Budizmin Hindu - Tantrik tipi, ezoterik yapısıyla dikkati çekmektedir.


Buda, aydınlanmaya ulaşmak için maddi dünyayı terketmeyi düşünüyordu. Fakat başka dinlerin tersine dünya nimetlerinden mahrum kalmanın insanı ilerletmediğini buldu. Böylece, her şeyin aşırılığa kaçmadan yapılmasını öneren ‘orta yol’ öğretisini oluşturdu. Buda, tüm yaşamın acılardan ibaret olduğunu ve bu acıların kaynağının ise arzular olduğunu gösterdi. Buda’nın ’sekiz basamaklı yol’u izlendiğinde bu arzuları aşılarak Nirvana’ya ulaşmak ve yeniden doğuştan kurtulmak mümkün olmaktadır. Kişiyi yeniden doğmaya sürükleyen yine kendi Karma’sıdır. Buda’ya göre Karma, sadece kör bir kader değil sebep ve sonuç yasasının doğal bir sonucudur.

Hindistan’da Budizm, büyük hükümdar Ashoka’nın bu dini kabul etmesiyle yayılmış ve bu dönemde en parlak çağını yaşamıştır. Ashoka’nın oğlu Budizm’i Sri Lanka’ya ilk götüren kişi olmuştur. Bütün bu gelişmelere rağmen Budizm, hiçbir zaman kitlelere mal olamamıştır. Hindistan’da günümüzde 5 milyon kadar Budist vardır.

            

Buda'nın Yaşam Öyküsü

Elimizde Buda'nın ne yaşamı ne öğretisi konusunda yaşadığı çağdan kalan tarihsel belgeler yok. Bu konudaki bilgiler çağdaşlarının ya da çağdaşlarının hemen ardından gelmiş olduğu sanılan kimselerin ilettikleri öykülere, nakillere dayanıyor. Bu öyküler, nakiller Buda'nın yaşadığı dönemden yüzlerce yıl sonra yazılı duruma getirilebilmiş söylentiler. (1)

Buda'nın yaşam öyküsü, çeşitli Budist okullar, Budist geleneklerce farklı biçimlerde yorumlanmış, değerlendirilmiştir. Buda'yı uyanmış aydınlanmış bir insan olarak değil de bir Tanrı olarak yorumlamış olan okulların kuşkusuz Buda'nın yaşamını doğaüstü olaylarla, süslemeye, bezemeye çalışmalarından daha doğal bir şey olamazdı. Buda'nın yaşam öyküsünün en az abartılmış biçimini Theravada Budizmi'nin Pali dilinde olan ve «Kuralların üç sepeti» (Tripitaka) adıyla bilinen derleme (Pali Canon) içinde buluyoruz. Ancak bu metinlerde de öykünün bütünü yok. Öykünün bütününü İ.S. II yy'da yaşamış olan ünlü Budist şair Asvagoşa' nın Hint şiirinin en önde gelen yapıtlarından biri sayılan "Buda'nın yaşamı" (Buddha-carita) adlı yapıtından izleyebiliyoruz. (2) Gene bu arada yer yer Sanskritçe, yer yer Sanskritçe'yle yerli dillerin karışımından oluşturulmuş bir dille yazılmış olan ve Buda'nın yaşam öyküsünü görkemli bir sahneleme içinde sunan Lalita - Vistara adlı yapıttan da sözedilebilir. (3)

Bütün bu metinler gerçekçi olmayan boyutlar içinde karşımıza bir masal, bir destan kahramanı çıkarıyor. Öykünün bu sunuluş biçimininse Buda'nın öğretisiyle uyumlu olduğu kolay kolay söylenemez. Buda öğretisinde gerçeğe gerçekçi yaklaşımın yöntemini öğretmeye çalışmışken, Buda'nın yaşam öyküsünü yazanların bu öğretiyle çelişen bir tutum içinde olmaları gerçekten düşündürücüdür. Buda, doğa yasalarının şaşmaz, saptırılmaz zorunluğunu öğretisinin en temelli ilkesi yapmıştır. Buda'nın yaşam öyküsündeyse sık sık Buda'ya olağanüstü bir kişilik kazandırmak için doğa yasalarının doğal akışının saptırıldığına tanık oluyoruz. Bunun iki tür açıklaması olabilir; birincisi Buda'nın öğretisini benimseyenlerin bile başka dinlerin etkisi altında biçimlendiği belli olan halk kesiminin yorum ve inançlarını Buda'nın öğretisinin önüne geçirmiş olmaları; İkincisiyse Buda'nın öğretisine daha büyük bir önem, daha büyük bir saygınlık kazandırmak için Buda'yı öteki orman bilgelerinden daha üstün, daha olağanüstü bir sahneleme içinde tanıtmayı gerekli görmüş olmaları. Bunun böyle oluşu da insanlara gerçekleri gösterebilmek, gerçekleri öğretebilmek için bile çok kez gerçeğin zorlanması gerektiğini mi kanıtlamış oluyor acaba?

Buda'nın yaşam öyküsüyle Hinduizm'in temel kitaplarından biri olan Mahabarata destanının kahramanı, insan biçiminde dünyaya gelmiş Tanrı Vişnu ya da Siva'dan başka bir kimse olmayan Krişna'nın öyküsü ve Ramayana destanının kahramanı insan olarak dünyaya gelmiş bir Tanrı olan Rama'nın öyküsü, hatta İsa'nın öyküsü arasında destan bezemeleri bakımından büyük benzerliklere rastlanıyor. (4) Özellikle Asvagoşa'nın yapıtında bu benzerlikler daha da belirgindir. Buda'nın yaşam öyküsünün bu masalımsı destan karakteri hatta bazı bilginleri Buda'nın tarihsel bir kişiliği olduğundan bile kuşkuya düşürmüştür. (5) Ancak 1896 yılında Lumbini koruluğunda bulunan imparator Aşoka zamanından kalma bir dikili taşta Buda'nın doğum yerinin Lumbini olduğunu belirten bir yazıt, Buda'nın gerçekte yaşamış bir kimse olup olmadığı konusundaki tartışmaları sona erdirmiştir. Buda'nın ölüm tarihiyle dikili taşın konulduğu tarih arasında geçen zamanın iki yüz yıl dolaylarında olduğu gözönüne alınınca kuşkusuz bu süre, bütünüyle gerçeklikten yoksun bir masal kahramanını, bu derece kişileştirmeye yetmiş olamazdı.

Yukarda sözünü ettiğimiz kaynaklardan çıkartılan Buda'nın yaşam öyküsünün ne kadarının yakıştırma ve masal, ne kadarının gerçek olduğunu bu gün için kesinlikle saptamak olanağı kalmamıştır. Ama 2500 yıldan beri Budizm öğretisi bu yaşam öyküsüne dayatılmış, bu öykü Budizmin önemli kaynaklarından biri olmuş, sayısız insan bu öyküde yaşamı için bir esin, bir amaç bulmuştur.

                                                      

I - BUDA'NIN DOĞUMU VE GENÇLİĞİ

Buda'nın doğum tarihi olarak kesin ve tartışma götürmez bir tarih saptanamamıştır. En güçlü olasılık Buda'nın İÖ 563 yılında doğmuş ve seksen yaşında İÖ 483 yılında ölmüş olmasıdır. (6) Uzakdoğu geleneğinin doğum yılı olarak belirttiği tarihse İÖ 623 yılıdır. (7)

Buda adı «aydınlanmış, uyanmış en yüce bilgeliğe ulaşmış» kişi anlamında sonradan verilmiş bir san, bir lakaptır, Buda'nın asıl adı Sidhatta Gotama ya da Sanskritçe söylenişine göre Sidharta Gautama'dır. Sidharta'nın amacına ulaşmış kimse anlamına gelmesi bu sözcüğün de bir ad olmayıp bir san, bir lakap olması olasılığını çoğaltmaktadır. Bazı araştırmacıların savına göre Gotama adıysa Buda'nın soyadıdır. (8.)

Buda bu günkü Oudh ilinin Kuzeydoğusunda, Nepal yaylalarının etekleriyle Rapti ırmağı arasında kalan verimli, sulak, ovalık bölgedeki küçük Şakya Krallığının başkenti Kapilavastu'nun yakınında Lumbini Koruluğunda doğmuştur. Budist gelenek Buda'yı Şakya Kralı Suddhodana'nın oğlu olarak tanıtır. Ama Suddhodana'nın hangi yöntemle yapıldığı bilinmeyen bir seçimle soyluların yönetiminde olan Şakya boyunun başkanlığına getirilmiş bir soylu oıması olasılığı daha ağır basıyor, (9) Şakya Krallığının Güneybatısında daha büyük, daha güçlü bir ülke olan Koşala Krallığı vardı. Şakyalar o dönemde biçimsel olarak Koşala Krallığı'na bağımlı, sayılıyorlardı.

Şakyalar'ın ırksal kökenleri tartışmalıdır. Ad benzerliği yüzünden Şakyalar'ı bir İskit boyu olan Saka Türkleri'yle karıştıranlar çıkmıştır. (10) Oysa İskitler'in bu yörelere kadar uzanmaları için Buda'nın yaşadığı dönemden sonra bin yıllık bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Şakyalar'ın Arya soyundan gelmeyen, İç Hindistan'ın yerli halklarından olan bir topluluk oldukları kanısına destek yapılabilecek pek çok ipuçları var. Buda'nın yaşam öyküsünde açıklıkla görülen ağaç totemizmi, kadınlara haklar tanıyan anaerkil aile örneğinden kalan görenekler, yoga uygulaması, Buda'nın brahman'lara ve kurban törenlerine karşı tutumu, Şakya boyunun ve dolayisiyle Buda'nın Arya soyundan olmama olasılığını güçlendiriyor. Adına bakılınca Arya ve ayrıcalıklı Kşatriya kastının üyesi olmakla birlikte Buda'nın Aryalar öncesi kent uygarlığı kültürünün temsilcisi olduğu anlaşılıyor. Olasılıkla Şakyalar Pencap bölgesinde bir oranda Arya kültürünün etkisi altında kaldıktan sonra Doğuya göçmüş Hindistan'ın yerli halklarından olmalıydılar. (11) Buda'nın yaşadığı yörede konuşulan dil Buda'ın ana dili olan Koşala diyaleğiydi. Buda ilk vaazlarını Magadha diyaleğiyle vermiştir. Koşala diyaleği Aryalar'in diliyle yerli halkların dillerinin karışımından oluşan bir dildi. Koşala dili genellikle Hind-Avrupa dilleri içine konan Pali dilinin pek yakın bir akrabası sayılabilir. (12) Bunun böyle oluşu sanıyorum ki Arya'ların Kuzey Hindistan'da Buda'nın çağına gelene dek sürdürdükleri 1000 yıllık egemenlikleri sırasında yerli halkların dillerini bastıran bir dil ve kültür egemenliğini de kurabilmiş olduklarından daha fazla bir şey kanıtlamış olmuyor. Bu gün Hindistan'da yaşayan halklardan üç yüz milyonunun ana dili Hind-Avrupa kökenlidir. Kuşkusuz Hintliler arasında Arya soyundan gelenler yalnızca bir küçük azınlıktır.

Buda'nın ve Cainizm'in kurucusu Vardhamana'nın öğretilerinde, Brahmanizm'in Arya soyundan gelen kastları kayıran tutumuna, yerli halkların göreneklerine geleneklerine ters düşen acımasız, yabanıl kurban törenlerine karşı, yerli halkların açık bir tepkisinin varlığını görmemezlikten gelmek olanaksızdır. Öbür yandan, gerek Budizm, gerek Cainizm Brahmanizm dininde sıkı sıkı gizli tutulan ve ancak yüksek kastlardan olanlara bir bölümü eriştirme (initiation) törenleriyle verilen dinsel öğretiyi, hiç bir ayrıcalık gözetmeden herkese açık tutmuş, gizlemek şöyle dursun yaymak, herkese iletmek için elden geldiğince çaba harcamış, öğretinin yaygınlaştırılmasını dinsel bir görev durumuna getirmiştir.

Destansal yaşam öyküsüne göre Buda kendisinden daha eski çağlarda dünyaya gelmiş bir Buda'lar dizisinin, bir geleneğe göre dördüncüsü, başka bir geleneğe göre de yedincisidir. Gotama Buda'nın kişisel öyküsüyse bundan çağlarca önce yaşamış olan Sumedha'nın Buda olmaya karar vermesiyle başlar. Sumedha daha sonraki dünyaya gelişlerinde Buda'lığın gerektirdiği olgunluğa yetkinliğe giderek daha yaklaşmış, en son prens Vessantra adında bir ermiş kişi olarak yaşamını tamamladıktan sonra Buda olmak zamanı geldiği kanısına varmış ve Şakya Kralı Suddhodana' nın karısı Mahamaya'nın döl yatağına girmiş. Mahamaya' nın çocuğa gebe kalışı kocasıyla olan bir cinsel ilişki sonucu olmamış. Buda ana karnına girmek için bir beyaz fil biçimine girmiş. Burada Krişna ve Rama destanlarını hatırlatan bir destan motifiyle karşılaşmış oluyoruz. Hem Krişna'nın hem Rama'nın doğumu cinsel bir ilişki sonucu olmamıştır. Meryem'de İsa'ya bir güvercin biçimine girmiş Kutsal-Ruh'tan (Rııhul Kudüs) gebe kalmıştır. Masallarda genellikle çocuğu olmayan bir kadın vardır, bir derviş ya da ermiş ona bir elma verir ve kadın böylelikle gebe kalır, masal kahramanı da bu yolla doğar. (13)

Mahamaya o yıl yaz şenlikleri sırasında bir düş görmüş. Gördüğü düşte hortumunun ucunda beyaz bir lotus çiçeği tutan beyaz bir fil gelip Mahamaya'mn sağ böğrüne dokunmuş, oradan da döl yatağına girivermiş. Mahamaya ertesi sabah görmüş olduğu düşü kocası Suddhodana'ya anlatmış. Suddhodana da Brahman'lara danışmış onlardan düşün yorumlanmasını istemiş. Brahman'ların yorumu Ma-hamaya'nm bir erkek çocuk doğuracağı, bu çocuğun ya bütün dünya ülkelerine egemen evrensel bir kral olacağı ya da dinsel yaşamı seçerse dünyayı bilgisizlikten, yanılgıdan, cahillikten kurtaracak bir Buda olacağı yolunda olmuş. Mahamaya o günden on ay sonra çocuğu doğurmak için babasının ülkesi Devadahaya giderken Lumbini Koruluğundan geçtiği sırada Korudaki ağaçlardan birinin dalına uzanırken hiç doğum ağrısı çekmeden ayakta Buda'yı doğurmuş. O anda körlerin gözleri açılmış, dilsizlerin dilleri çözülmüş, topallar yürümeye başlamışlar, bütün ağaçlar çiçek açmış, çocuğu tanrılar yıkamışlar ve çocuk hemen yürümeye ve konuşmaya başlamış, dört bir yöne yedişer adım atmış, aynı anda karısı Yosadhara en sevdiği öğrencisi kardeş çocuğu Ananda ve arabacısı Çanna ve atı Kant-haka da doğmuş. Doğumundan yedi gün sonra anası Mahamaya ölmüş. Babası Suddhodana karısının kız kardeşi Mahapacapati'yle evlenmiş ve çocuğu teyzesi ve aynı zamanda üvey anası olan Mahapacapati büyütmüş.

Bu sırada Himalaya dağının eteklerinde kaçınık yaşamı sürdüren ermiş Asita gördüğü bir çok belirtilerden olağanüstü bir çocuğun doğmuş olduğunu anlamış, Suddhodana' ların sarayına gitmiş çocuğu görmek istemiş. Asita çocukta otuz iki önemli belirti görmüş, insanları ıstıraptan kurtarma yolunu gösterecek bir Buda olacağını müjdelemiş. Ama Suddhodana'yı bu müjde sevindirmemiş, çünkü onun gönlünün isteği çocuğun kendisi gibi bir kral olmasıymış.

Gotama daha bir kaç yaşındayken tarla sürme şenlikleri sırasında Kral Suddhodana şenliği açmak için ilk olarak sabanı sürmeye başladığı sırada bir ağacın gölgesine bir yogi gibi oturmuş ve derin bir meditasyona dalmış, aradan uzun saatler geçmiş ama ağacın gölgesi küçük Gotama'yı güneşte bırakmamak için yerinden oynamamış. Bu durumu gören Kral Suddhodana çocuğun karşısında eğilip saygısını belirtmiş,

Çocuk büyüyünce, Kral oğlu için her mevsimin gereksinimlerine göre oturması için üç saray yaptırmış, dört koru bağışlamış, saraylarda hizmetlerini yapmak ve genç prensi eğlendirmekle bin rakkase'yi görevlendirmiş. Kendisine eğitmen olarak atanan öğretmenlerinin hepsini genç prens çok kısa zamanda aşmış bastırmış savaş sanatlarında kimsenin kendisiyle baş edemeyeceği bir üstünlük sağlamış,

Bütün bu olayların gerçek olmaktan çok masal, destan motifleri olduğu açıkça görülüyor.

Buda onaltı yaşına basınca kral onu dünyasal yaşama daha sıkı bağlayacağını umduğu için evlendirmek için bir kız aramış. Uzun uzun arandıktan sonra Gotama'nın kardeş çocuğu Yosadhara bulunmuş. Ama kızın babası Supra-buddha ailelerinde kızların savaşçılıkta ve savaş sanatlarında üstünlüğünü kanıtlayanlara verildiğini, öyle saraylarda kendini zevke adayan kimselere kızını veremeyeceği yanıtını vermiş. Suddhodana oğlunun zevke düşkün, savaşçılıkta güçsüz, yetersiz görülmesinden üzülmüş. Babasının üzüldüğünü gören Gotama babasından bütün gençlerin katılacağı bir yarışma düzenlemesini ve bu yarışmada savaş sanatlarındaki üstünlüğünü kanıtlamasına olanak tanımasını istemiş. Yarışmada Gotama her dalda birinci gelmiş, Yarışmada yenik düşenler arasında kardeş çocukları, yaşam boyu yardımcısı ve öğrencisi olan Ananda ve kıskançlığı yüzünden yaşam boyu düşmanı olan Devadatta da varmış. Bu başarısı üzerine Suprabuddha kızı Yosadhara'yı Gotama' ya vermiş. Gotama karısıyla birlikte, 29 yaşına gelene dek saraylar dışındaki yaşamdan, halkın çektiklerinden habersiz mutlu bir yasam sürmüş.

Kral Suddhodana oğlunun kâhinlerin haber verdikleri gibi dinsel yaşamı seçmesinden korktuğundan onun gözlerinden yaşamın acı ve katı gerçeklerini saklamak için elinden geleni yapıyormuş. Gotama sarayları, koruları arasında altın yaldızlı arabasıyla gidip geliyor, şenliklere, eğlencelere katılıyormuş, güzelliği, uzun saçları seçkin giysileri içinde bir insanın dünyadan bekleyebileceği her şeye sahipmiş.

Bir gün genç prens arabacısı Çanna'yla saraylarından birinden bir eğlence bahçesine giderken yolda karşısına önce eli ayağı tutmaz iki büklüm bir ihtiyar çıkmış, sonra hastalıktan erimiş bitmiş bir adam görmüş, ondan sonra da yakılacağı yere götürülen bir ölüyle karşılaşmış en sonunda da yüzünden kendine karşı duyduğu güven okunan, dinginlik, iç suskunluk içinde çevresinde saygı uyandıran bir dilenci dervişe rastlamış. İlk üç görünüm yaşamın üç acımasız yanını sergilerken, dördüncüsü yaşamın acımasızlığına karsı koymanın, iç barışa ulaşmanın yolunu göstermiş. Nefis bazlarının geçiciliğini ve bunların peşinde koşmanın yaşamın acılarından kaçıp kurtulmaya yetmeyeceğini anlamış ve yurdunu, sarayını, eşini bırakıp kaçınık gezgin derviş yaşamını seçmeye karar vermiş.

Prens Gotama dervişlik yaşamına başlamadan babası Kral Suddhodana'dan izin istemeye gitmiş. Kral oğlunun isteğini duyunca gözü yaşlarla dolmuş. Bu isteğinden seni vazgeçirmek için ne istersen vereyim, canımı mı istersin, sarayımı mı, yoksa krallığımı mı? demiş. Prensin yanıtı söyle olmuş : «Sizden dört şey istiyorum. Önce şu tenimdeki gençliğin tazeliği hiç solmasın; hastalık her zaman benden uzak kalsın; ölüm hiç bir zaman beni bulmasın, sonsuza dek yaşayayım; ihtiyarlık, çöküntü gibi şeyler beni etkilemesin.» Kral prensin bu isteklerini yerine getirmenin olanaksızlığı karsısında üzüntüden kasılıp kalmış. Genç prens bunun üzerine, «Mademki bunları bana veremiyorsun öyleyse bana izin ver de kaçınıklık yaşamını seçip bir daha doğmamanın, kendimi gene doğumun zorunluğundan kurtarmanın yollarını arayayım» demiş.

Kral oğluna istediği izni vermemiş ve saraydan kaçmasını önlemek için sarayı korumakla görevli askerlere daha beşyüz yeni asker katmış, Ertesi gün prens saraydan ayrılmaya hazırlanırken karısı Yosadhara'nın bir oğlan çocuk doğurduğu müjdesini almış. Bu haber onu sevindirmemiş ve önüme bir engel daha çıktı demiş. Çocuğa engel anlamında «Rahula» adını vermiş,

O gece rakkaseler genç prensi eğlendirmek için çalgı çalıp çevresinde dans ediyorlarmış ama prens onlarla ilgilenmemiş çarçabuk uyuyuvermiş. Gecenin bir vaktinde uyandığı zaman rakkaselerin de birer köşede uyuya kaldıklarını görmüş. Biraz evvel pırıl pırıl giysiler içinde dans edip şarkı söyleyen o güzel kızların şimdi uykuda o yapmacık güzelliklerinden soyunduklarını, kimisinin salyalarının aktığını, kimisinin horladığını, gövdelerinin biçimsiz bir yığıntı durumuna dönüştüğünü görüp tiksinti duymuş. Sarayı o gece bırakıp kaçınıklık yaşamına başlamaya karar vermiş. Çocuğunu kucağına alıp ona bir ayrılık öpücüğü vermek için karısı Yosadhara'nın odasına gitmiş. Çocuğun karısının kolunda, her ikisinin de uykuda olduğunu görünce karısını uyandırmadan çocuğunu kucaklayıp öpemeyeceğini anlamış. Karısının uyanmasınınsa gidişini engelleyeceğinden çekinmiş. Kendi kendine, «Aydınlandıktan sonra döner, o zaman çocuğumla gereği gibi ilgilenirim.» diye düşünmüş. Arabacısı Çanna'ya atı Kanthaka'yı eğerlemesini söylemiş. Prens atına atlamış Çanna da arkasından prensi izlemiş sarayın kapıları kendiliğinden açılmış böylelikle saraydan ayrılmışlar. Uzun süre yol aldıktan sonra bir ırmağa gelmişler. Irmağın öbür kıyısına geçtikten sonra, Prens arabacısına. «Ayrılma zamanı geldi, üstümdeki şu mücevherleri al, atım Khanthaka'yı da al geri götür. Benim için hiç üzülme. Sen geride kalanlara acı», demiş. Sonra da Çanna'nın taşıdığı keskin kılıcı almış, saçlarını kökünden kesip suya atmış. O sıralarda oralardan geçen bir gezgin dervişle giysilerini değiştirerek kaçınıklık yaşamına başlamış.



Bir hafta ormanlarda dolaştıktan sonra Magadha Krallığı'nın başkenti Racagahaya gelmiş, kapı kapı dolaşıp yiyeceğini dilenmeye başlamış. Prensin güzelliği bütün kenti şaşkına çevirmiş, Magadha kralı Bimbisara da böyle seçkin bir dervişin kente geldiğini öğrenince Gotama'yla görüşmek için onun bulunduğu yere gitmiş, görüştükten sonra da ona krallığını sunmak istemiş, kendi yerine Magadha ülkesine kral olmasını önermiş. Gotama, Magadha krallığını da kabul etmemiş. Amacının aydınlanmak, gerçeği bulmak olduğunu, bu amaçla her şeye yüz çevirip yola çıktığını söylemiş, kralın isteği üzerine de aydınlandıktan sonra Magadha krallığında vaaz vermeye söz vermiş.

Racagaha'dau ayrıldıktan sonra bir kaçınıklar barınağına gitmiş. Orada kendi nefislerine görülmedik, işitilmedik eziyetler eden çilecilerle tanışmış. Gotama çilecilerden bu çabalarının amacının ne olduğunu sormuş. Onlardan böyle çilelere katlanarak mutluluğu aradıkları yanıtını almış. Bu yanıt Gotama'ya inandırıcı, kandırıcı gelmemiş. Kendi kendine demiş ki; «Böylesine çaba harcamalarına karşı değilim ama bana öyle geliyor ki bu adamlar asıl özü bir yana bırakıp, özden kopuk bir yol izliyorlar, ıstıraptan kurtulup mutlu olabilmek için kendine ıstırap vermekte açık bir tutarsızlık var. Gövdeye egemen olan zihin olduğuna göre gövdeyi denetim altına almanın yolu, düşünceler üzerinde egemenlik kurmak olmalıdır. Ne yediği, içtiği şeylerin türü, ne de kutsal ırmağın suyu, insanın yüreğini paklamaya, zihnini arıtmaya yetmez.» Bu düşüncelerden sonra bu kaçınıklardan öğreneceği bir şey olmadığı kanısıyla oradan ayrılmış. (14)

O dönemin ünlü bilgesi Alara Kalama'ya öğrenci olmaya gitmiş. Meditasyonun tüm aşamalarını, Atman öğretisini ondan öğrenmiş. Alara Kalama şöyle diyormuş: «İnsan kendini kendinde yok etmesini öğrenince, kuş nasıl kafesinden kaçıp kurtulur, özgürlüğe erişirse, ruhta öylesine gövdeden kurtulur özgürlüğe, bağımsızlığa erişir.» Gotama kendi kendine düşünmüş: «Özgürlüğüne, bağımsızlığına ulaşmışta olsa ruh gene ruhtur. Böyle ikici tanımlarla ruh beden ayrımı sürdükçe, ruh hangi koşullar içinde olursa olsun maddeye bulaşmaktan, gene doğumun zorıınluğundan kendini kurtaramaz. Benim aradığım kurtuluş bu değil... Ben tam ve saltık bir kurtuluş istiyorum. İnsan bir ruha bağımlı olmaktan da kendisini kurtarmalı...» Bu düşüncelerden sonra Alara Kalama'dan da öğrenecek bir şeyi kalmadığını anlamış ve oradan da ayrılmış, (15) Bu kez de bilge Uddaka'nın öğrencisi olmuş. Onun öğretisi de Alara Kalama'nınkine benziyormuş. Öğretisinin amacının, insanı ne algının olduğu, ne de almadığı yere götürmek, olduğunu söylüyormuş. (16) Gotama bunun da kendisini kurtuluşa götüremeyeceği kanısına varmış. Uddaka'dan da öğrenecek bir şeyi kalmadığını anlayınca gerçeği kendi kendine arayıp bulmaya karar vermiş. Bu kararla Uruvila köyü yörelerinde bir ormana gelmiş. Burada kendisi gibi beş kaçınık dervişe rastlamış. Bu kaçınıklar Gotama'nın günün birinde gerçeğe ereceğine inanmışlar, çevresinde kalarak aydınlanması sonucu elde edeceği bilgiden yararlanmak için yanından ayrılmamışlar. Gotama altı yıl boyunca perhizle, meditasyonla günlerini doldurmuş. Günlük yiyeceğini o güzelim bedeni bir deri kemik kalana dek bir pirinç ya da bir susam tanesine kadar indirmiş, Bir gün bacakları gövdesini çekemez olunca düşüp bayılmış. Çevresindekiler önce onun öldüğünü sanmışlar. Güçlükle kendine gelince, perhizin, çilenin, gövdesini horlamanın aydınlanmaya bir yararı olmadığı, güçsüz bir bedenle güçlü bir zihne sahip olunamayacağı kanısına varmış. İçindeki şeytan onu her şeyi bırakıp yeniden nefis hazlarına dönmeye kışkırtmış ama o şeytana da uymamış, orta yolu seçmiş aydınlanmanın yolunun, ne aşırı nefis hazlarına düşkünlük, ne de kendini eziyete sıkıntıya koşmak olmadığını anlamış. (17) Yakın köye gidip, köylülerden yiyecek dilenmeye karar vermiş, Köylülerin verdikleri yiyeceklerle karnını iyice doyurmuş. Beş kaçınık derviş arkadaşı Gotama' nın perhizi bozup, tıka basa yiyip içtiğini görünce tiksinti duymuşlar. Gotama'nın aydınlanacağından umut kesip onu bırakıp Benares yörelerine gitmişler. Böylelikle Gotama yalnız kalmış ve yalnız başına kaçınıklık yaşamını sürdürmüş.

Mayıs ayında dolunay gecesinin günü(18.) Uruvila köy ağasının kızı Sucata kutsal incir ağacına özel olarak hazırladığı süt ve pirinçle pişirilmiş bir sungu getirmiş Gotama' yı orada görünce de ağacın perisi olduğunu sanarak onu Gotama'ya vermiş. Gotama aldığı Sungu'yu kırk dokuz bölüme ayırmış ve aydınlantıktan sonra geçirdiği Kırk dokuz gün süresince yiyecek olarak bununla yetinmiş.


                                                              


O gün gündüzün sıcak saatlerini ormanda dolaşarak geçirmiş, akşam olunca bilgelik ağacı diye bilinen kutsal incir ağacının altına gelmiş, kendi kendine, «Derim, etim, kanım kurusa da, tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmadan bu ağacın altından kalkmayacağım» diye and içmiş. Yüzü Doğu' ya dönük olarak bilgelik ağacının altına oturmuş. Hint şeytanı Mara (19) gelmiş, onun aklını çelmek, onu andından döndürmek için yapmadığını bırakmamış ama her ne yaptıysa başarı kazanamamış. Onu ne Mara'nın çıkardığı korkunç fırtınalar, ne tuttuğu taş yağmuru korkutmuş, Mara bir keresinde bir haberci olmuş, kardeş çocuğu Devadatta' nın Kapılavatsu'yu ele geçirdiği, karısı Yosadhara'yı alıp babasını hapse attığı yolunda bir yalan haber getirmiş. Bu haber bile Gotama'yı yolundan caydırmamış. Devadatta' nın aşağılık tutkularını doyurmak için böyle davranmış, Şakyalar'ınsa korkaklıkları yüzünden kralları olan babasını savunmamış olabileceklerini düşünmüş. İnsanların hırslara, isteklere, tutkulara karsı durmaktaki güçsüzlükleri konusunda düşüncelere dalmış. Bu düşünceler Gotama'nın isteklerden, tutkulardan kurtulmak konusundaki kararlılığını güçlendirip pekiştirmiş.

                 
 
Mara bu yoldan da bir sonuç alamadığını görünce adları İstek, Şehvet ve Tutku (Tanha, Rati ve Raga) olan üç kızını göndermiş. Kızlar kıvrak ve çekici bedenleriyle Gotama'yı baştan çıkarmak için dans edip şarkılar söylemişler. Gotama'nın onlara yanıtı şöyle olmuş;

Yaşamda zevkli anlar bir şimşek
Ya da bir bahar yağmuru kadar kısadır.
Öyleyse neden söz ettiğiniz zevklerin arkasından gideyim?
Bedenlerinizin mundarlıklarla dolu olduğunu biliyorum.
Doğumla ölüm, hastalıkla ihtiyarlık sizinledir.
Bense insanların erişmesi güç olan ödülü istiyorum.
Bilgelerin gerçek ve şaşmaz bilgeliğinin peşindeyim.

En sonunda Mara ve bütün yardımcıları yenilgiye uğramışlar, gün ağarıp, güneş ilk ışınlarını yayarken Gotama tam ve aşılmaz aydınlanmaya (anuttura samyak sambodhi) ulaşmış. O anda dudaklarından şu sözler dökülmüş:

Şimdiye dek her geliş gidişimde,
İçinde hapis olduğum,
Duyularla duvarlanmış bu evin,
Yapıcısını aradım durdum.
Ey yapıcı! Şimdi seni buldum.
Bir daha bana ev yapmayacaksın.
Bütün kirişlerin kırıldı, payandaların çöktü.
İçimde nirvana'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı.
Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi. (20)

Artık Buda olan Gotama yedi gün hiç yerinden kımıldamamış. Nırvana'ya ermenin zevkini çıkarmış. Sonra yedi gün ayakta, daha sonraki yedi günü bilgelik ağacının çevresinde bir aşağı bir yukarı dolaşarak geçirmiş. Racayatana ağacının altında yedi, Akapala ağacı altında yedi, Mukalida ağacının altında yedi sonra Racayatana ağacının altında bir yedi gün daha geçirmiş böylelikle yedi hafta ya da 49 günü doldurmuş. Aydınlandıktan sonra ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyormuş, uyanması aydınlanması sonucu elde ettiği bilgiyi, dharma'yı (Skr: dharma) ya da var olanı da olmayanı da yöneten, ıstıraptan kurtuluşun bilgisini de içeren yasaları insanlara öğretmeli miydi. Bu yasaların, isteklerin, tutkuların körleştirip duygusuzlaştırdığı insanlar tarafından anlaşılması olanağı var mıydı? Bu konularda kuşkulara düşmüş, ama sonunda Tanrı Brahma, Buda ya gelip dharma'yi insanlardan saklı tutmaması için yalvarmış, insanların içinde dharma'yı anlayabilecek düzeyde olanlar çıkabileceğini, iç gözleri açılmak üzere olan kimseler de olabileceğini söylemiş. Tüm canlılara karşı sevecenlik duygularıyla dolu olan Buda, Tanrı Brahma'nın dileğim kabul etmiş. Önce dharma'yı hocaları Alara Kolama' yla Uddaka'ya öğretmeyi düşünmüş ama onların ölmüş olduklarını öğrenince, Uruvila çevresindeki ormanlarda birlikte oldukları beş kaçınık derviş arkadaşını anımsamış, onları bulup dharma'yı onlara öğretmek için Benares'e gitmiş.



KAYNAKÇA VE NOTLAR

(1) Budist metinler ilk kez İS 80 yılında Seylan Kralı Vattagamani zamanında Pali diliyle yazılı duruma getirildiler. Ondan önce bu metinler hafızlarca ezberleniyor ve bu yolla kuşaktan kuşağa aktarılıyordu. Bu uygulama kuşkusuz Veda'ların, Upanişad'ların öğretisinin gizliliğinden köklenen bir gelenekle açıklanabilir. (Krş. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 261)

(2) Bkz. Walter Ruben, Budizm Tarihi, S. 50. Ayrıca, A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 303-310.

(3) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 85.

(4) Bkz. Waolater Ruben, Budizm Tarihi, S. 50-65.

(5) Geçen yüzyılın sonlarında yaşamış ve Buda Destanı Konusunda Bir Deneme (Essai sur la Legende dıı Bouddha) adlı bir kitap yazmış olan Doğubilimci Senart, Buda'nın tarihselliğini bütün bütün yadsımamakla birlikte, Buda destanını bir doğa dini olan Güneş tapıncından kaynaklanan simgesel bir öykü olarak değerlendirmek istemiştir. Doğubilimci Kerrise Buda'nın tarihselliğini bütünüyle kuşkuyla karşılamıştır. (H. Oldenberg, Le Bouddha S. 91)

(6) Bkz. Christmas Humpreys, Buddhism', S. 30. Ayrıca Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 9.

(7) Bkz. Jiyu Kennett, Selling Water by the River, S. 3.

(8.) Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhismt S. 9

(9) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 119.

(10) Örneğin Cemil Sena Ongun ve Ömer Hilmi Budda bu görüsü savunmuşlardır. Bkz. Cemil Sena Ongun, Buda ve Konfoçyus, S. 5ü. Ayrıca Ö. H. Budda, Dinler tarihi, S. 222

(11) Ankara D.T.C.F. de Hindoloji Profesörü olarak görev yapmış olan Walter Ruben «Eski Hind tarihi» adlı yapıtında Buda'nın Arya soyundan olmadığını kanıtlamak için daha pek çok kanıt göstermektedir. Örneğin Aryalar domuz eti yemezken Buda domuz eti yiyordu; gene Şakya boyunda brahmanlar saygı görmüyorlardı; Buda'nın ata binmesi de Arya adetlerine uymuyordu. S. 74 - 75.

(12) Bkz. Asaf Halet Çelebi, Gotama Buddha, S. 12. Ayrıca Bkz. Ö, H. Budda, Dinler tarihi, S. 224.

(13) (13 Walter Ruben, Budizm tarihi, S. »52. Mahamaya adı gerçek bir addan çok simgesel bir ada benziyor.

(14) Bkz. A. K, Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddism, S. 28.

(15) Aynı yapıt, aynı yer.

(16) Macchima - Nikaya - 26. Sutta (Asaf Halet Çelebi, Gotama Buddha, S. 106 dan alıntı).

(17) Cainizm'le Budizm'in birbirlerinden ayrıldıkları önemli konulardan biri budur. Cainizm kurtuluşa ancak çileyle, perhizle varılabileceğini savunur. Kendini aç bırakarak öldürmek Cainizm'de onaylanan bir uygulamadır. (Bkz. Walter Ruben, Eski Hind tarihi, S. 98. Soydan Cainist olmamakla birlikte çocukluktan başlayarak Cainist etkiler altında yetişmiş olan Mahatma Gandhi' nin ölüm orucunun çağımızdaki ilk uygulayıcısı oluşu bu bakımdan anlamlı görülebilir. Krş. Abidin İtil, İlahiyet Fak,, Der. XI, Buddha Tanrıyı reddetmiyor mu?, S. 14.

(18 ) Bazı geleceklerde özellikle Uzak Doğu geleneğinde Buda'nın aydınlandığı tarih 8. Aralık gecesi olarak kabul edilir. (D. T. Suzuki. The Field of Zen, S. 12).

(19) Mara Hint Mitolojisinde aşk ve ölüm Tanrısıdır. Budist inancına göre tüm varlıkların kurtuluşunu engelleyen şeytanın simgesidir. Budist görüşe göre Mara'yı dünyadaki kötülüklerin, Istırapların nedeni olarak değil, her ıstırabın, her kötülüğün, kötü işlerin kışkırtıcısı olarak, düşüncelerimizdeki olumsuz yön olarak anlayıp değerlendirmek daha doğru olur. (Bkz. Ö. H. Budda, Dinler tarihi, 305). Buda kurtuluşa erişebilmek için Mara'yla bu iç savaşı yapmak ve Mara'yı yenilgiye uğratmak zorundaydı.

(20) Burada evden amaç kuşkusuz bireysel varlığımız, benliğimizdir. Evin yapıcısıysa bireysel varlığımız, benliğimiz için bir kafes ören, gücünü yanılgıdan alan zihinsel tutumumuzdur, Buda'nın aydınlandığı zaman söylediği bu sözler için Bkz. Dhammapada 11 - 54.

 

BUDA'NIN GÖREV YILLARI

Buda kendinden önceki dinsel eğitmenlerden, bilgelerden farklı bir tutum izlemiş, öğretisini hiç bir ayrıcalık gözetmeden, hangi kasttan olursa olsun, soylu soysuz, zengin fakir ayırımı yapmadan, herkese, her yerde, her olanağı kullanarak iletmeye, ulaştırmaya çalışmıştır. Bu bakımdan Hindistan'da o güne dek belirli kastların tekelinde içrek (esoteric.) olan dinsel öğretiyi, her isteyenin elde edebileceği bir açıklığa kavuşturmuştur. Kuşkusuz Buda'nın öğretisini evrenselleştiren en önemli özelliklerden biri budur. Bundan başka Buda öğretisini yaymak için halkla daha kolay bağlantı kurmak amacıyla halkın konuştuğu dilleri diyalekleri kullanmıştır. Ama geleneklerin ezici baskısını yoketmek kolay olmuyor, O gün için halkın dili olan Pali dili, sonradan tıpkı Sanskritçe gibi bir kutsal dil durumuna gelmiştir.

Buda'nın görev yılları üne kavuştuktan sonra, geniş bir halk kesiminin ilgisini çekmiş ve halkın gözü önünde geçmiş olduğu için bu dönemin gençlik yıllarıyla karşılaştırılınca tarihsellik bakımından daha inandırıcı olduğu, hiç olmazsa öyküdeki olayların sahnelendiği çevrenin gerçekçi bir biçimde yansıtıldığı söylenebilir.

Görev yıllarının öyküsü söyle:

Buda, kendisini bırakıp gitmiş olan beş kaçınık çileci arkadaşını Benares yakınlarında Ceylan Parkı'nda (İsipathana) bulmuş, beş çileci Buda'nın kendilerine doğru yöneldiğini görünce, «Karşıdan kaçınık Gotama geliyor ama o çileden, perhizden caymış, dünya nimetlerini seçmiştir. Bak nasıl gücü kuvveti yerine gelmiş, eski güzelliğine kavuşmuş! Bunun için ona saygı göstermeyelim. Ama ne de olsa soylu bir kimsedir, yanımızda yer açalım da dilerse otursun» diye konuşmuşlar. Buda kendilerine yaklaşınca da kararlarını uygulamaya koyamamışlar. Ayağa kalkıp saygıyla Buda'nın önünde eğilmemezlik edememişler. Buda yanlarına oturunca «Gotama kardeş» diye söze başlayacak olmuşlar, Buda hemen sözlerini kesip, «Bundan sonra benimle konuşurken bana Gotoma kardeş demeyin, çünkü ben artık Buda oldum, yolu buldum, size de yolu göstereceğim, yasa'yı (dharma) (21) öğreteceğim» demiş,

Buda böylelikle bu sözlerle ilk vaazına başlamış, insanları yanılgıdan, cahillikten kurtaracak olan dharma tekerleğini ilk kez burada böylece çevirmeye başlamış.

Buda'nın çileci arkadaşları «Siz ki perhizi bozup nefsinizin isteklerine yenik düştünüz, nasıl olurda tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmış, en yüce gerçeğe ermiş olabilirsiniz?» diye sormuşlar.

Buda çilecilere, «iki aşırı tutum vardır, birincisi kendini isteklere, tutkulara hiç direnç göstermeden kapıp koyuvermek, yalnızca nefis hazlarının peşinde koşmak; ikincisi kendine gereksiz yere acı vermek, çilelere katlanmak, boşu boşuna nefsini körletmektir.» demiş. Sonra «Birde benim bulduğum bu iki aşırı tutumun ortasındaki yol vardır. Ancak bu yoldan gidilirse insanın gözleri açılabilir, anlayışa ve dinginliğe, iç suskunluğa, iç görüye, gerçeklerin kavranmasına erişilebilir, Nirvana'ya götüren yol işte bu orta yoldur, ben de bu yoldan yürüyerek tam ve aşılmaz aydınlanmaya eriştim.» diye eklemiş. Sözünü şöyle sürdürmüş:

«Bu yol, sekiz basamaklı yüce yoldur.. Sekiz basamağıysa: tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam davranış; doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam uyanıklıktır.»

                                                                     

«Kardeşlerim yaşamdaki en temel gerçek ıstıraptır (dukkha); doğum ıstırapla olur; yaşlanma ıstıraptır; hastalık, ölüm ıstıraptır; istemediğimiz, tiksindiğimiz şeylerden kurtulamamak, sevdiğimiz, istediğimiz şeylere sahip olamamam ya da onları yitirmek ıstıraptır. Kısacası benliğimizi, bireyliğimizi oluşturan beş kümede toplayabileceğimiz, yaşama dört elle sarılmamızın nedenleri ıstıraptır. (22)

«Istırabın kaynağıysa insanı bir doğumdan ötekine sürükleyen istekler ve tutkulardır. Bu isteklerin, tutkuların peşinde gidenler bazen şunda, bazen bunda nefis hazlarında doyum ararlar, yaşama, kalıcı olmayan şeylere dört elle sarılmaksa duyumsuzluktan başka bir şey getirmez insana. «Kardeşlerim ıstıraptan kurtulmanın yoluysa istekleri, tutkuları yok etmektir. Ta ki insanın içinde hiç bir istek, hiç bir tutkuya yer kalmasın. Bu amaca götüren yola gelince bu yol sekiz basamaklı yüce yoldur. Bunlar da tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam davranış; doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam uyanıklıktır.

«İşte kardeşlerim, ıstırap ıstırabın nedenleriyiz; ıstırabın yok edilmesi ve bu amaca eriştiren yol konusunda benim bulduğum dört yüce gerçek bunlardır.»

Bu vaazı dinleyen beş çilecinin önderliğini yapan Kondanna hemen o anda aydınlanmış, öteki dört çileciyse, vaazı dinlediklerinden sonra geçen dört gün içinde aydınlanmayı başarmışlar. Böylelikle bütün insanları giderek aydınlanmaya, yanılgıdan kurtulmaya götürecek olan dharma tekerleği ilk kez Ceylan Parkında (İsipathana) çevrilmeye başlanmış. Buda'nın ikinci vaazı ruh ya da ben diye bir şey olmadığım açıklamak için yaptığı konuşmaymış. Bu konuşma da söyle özetlenebilir;

«Gövde (rupa) ruhu içermiş olamaz. Çünkü gövde er geç yok olacaktır. Ruh duygularımız, coşkularımız (vedana) algılarımız (sanna), önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış karakter özelliklerimiz (sankhara), ayırt edici bilincimiz (vicnana) içinde de olamaz. Çünkü bunlar da eninde sonunda yok olacaklardır. Ne dersiniz kardeşlerim gövdemiz kalıcı mıdır yoksa geçici midir? Ya da duygularımız, coşkularımız, algılarımız, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimiz kalıcı mıdır, geçici midir?» Beş çileci de «Geçicidirler», diye yanıt vermişler.

«Geçici olan, sürekli değişim içinde olan bir şeye bu "ben"im, bu benim ruhumdur diyebilir misiniz?» Çileciler «Hayır, böyle diyemeyiz», demişler. Buda sözü sürdürmüş «Bunu fark eden benim gerçek öğrencilerim, gövdeye, duygu ve coşkuya, algıya, karakterden gelen özelliklere, ayırt edici bilince bağımlılıktan kaynaklanan isteklerden, tutkulardan soyunup özgürlüğe erişeceklerdir. Bu anlayışa erişen kimse kurtuldum der ve böyle diyen kimse kendini ölümlülükten sonsuza dek kurtarır.»

                                                

Bu vaazı da dinledikten sonra Buda'nın beş çileci arkadaşının iç gözleri bütünüyle açılmış, beşi de tam olarak aydınlanıp, nirvana'ya ermişler, böylelikle de Buda'yla birlikte aydınlanmışların sayısı altıya çıkmış. Ertesi gün zengin bir ailenin çocuğu olan Yasa adlı bir genç de Buda'nın öğretisini dinleyip aydınlanmış ve topluluğa katılmış. Yasa' nın topluluğa katılmasından sonra Yasa'nın babası ve arkadaşları, toplam ellidört kişi daha Buda'nın öğretisinden yararlanarak aydınlanıp topluluğa katılmışlar. Böylece Buda'nın dışında topluluğa katılanların sayısı altmışı bulmuş. Bunun üzerine Buda öğrencilerinden dört bir yana dağılıp öğretisini yaymalarını istemiş, kendisi de Uruvila'nın yolunu tutmuş. Yolda giderken otuz soylu gence rastlamış, onlar da Buda'nm öğretisini dinleyip aydınlanmışlar ve topluluğa katılmışlar. Buda Uruvila da ateşe tapan üç brahman kurban keşişiyle karşılaşmış, bu üç keşişden en önemlisi Uruvila Kasyapay'mış onlara da üstünlüğünü kanıtlayarak beş yüz kadar yandaşlarıyla birlikte. Buda'nın topluluğuna katılmalarını sağlamış, hepsini Bodhgaya da dik bir yamacın kenarında toplamış ve «Ateş Vaazı» diye bilinen konuşmasını yapmış. Özetle şöyle demiş: «Dervişler, her şey, her varlık yakıcı, yok edici bir ateştir. Nedir Bu şeyler? Göz yakıcı bir ateştir, biçimler, gövdeler (rupa) yakıcı birer ateştir; bunları görmekten doğan izlenimler yakıcı birer ateştir; hoşa giden şeyler de, hoşa gitmeyen şeyler de birer yakıcı ateştir. Hoş olan şeyleri de, hoş olmayan şeyleri de görmekten doğan duygular birer yakıcı ateştir. Peki bu yakıcı ateş nereden çıkıyor? Kardeşlerim, bunu size söyleyeyim. Bu ateş istek ve tutku ateşidir; bu ateş öfke ve nefret ateşidir; bu ateş görünümün yanıltıcı alımlığına çekiciliğine kapılmaktan gelen ateştir: Doğum, yaşlanma, ölüm, yas, üzgünlük, mutsuzluk, umutsuzluk felaket bütün bunlar yakıcı birer ateştir."

"Kulak da yakıcı bir ateştir. Duyduğumuz her şey de yakıcı birer ateştir. Burun da böyledir; burnumuzun aldığı bütün kokular yakıcı birer ateştir; dil dokunma duyumuz, bunlar da yakıcı birer ateştir."

"Zihnimiz, bilincimiz, izlenimlerimiz, izlemelerden kaynaklanan duygularımız, bunlar da yakıcı birer ateştir. Bunun böyle olduğunu anlayan benim gerçek öğrencilerim gözün gördüklerine biçimlere, görülen şeylerden gelen izlenimlere, bu izlenimlerden kaynaklanan duygulara kulaktan, burundan, dilden, dokunma duygusundan gelen algılara, zihin, bilinç izlenimler ve duygulara aldırmazlar, bu yolla da isteklerden, tutkulardan kendilerini kurtarıp özgürlüğe erişebilirler. Bu anlayışa erişen kimse kurtuldum der ve böyle diyen kimse ölümlülükten kendisini sonsuza dek kurtarır.

Bu vaazı dinleyen bin kadar derviş bu konuşmanın etkisiyle aydınlamışlar nirvana'ya ulaşmışlar Bundan sonra Buda yanında bu bin kadar derviş ve onların başında da Uruvila Kasyapa olmak üzere Magadha Krallığının başkenti Racagaha'nın yolunu tutmuş ve kentin yakınındaki hurma koruluğunda konaklamışlar. Kral, Buda nın geldiğini ve hurma koruluğunda olduğunu öğrenince hemen oraya gitmiş Kasyapa'yı da orada görünce önce durumu tam anlayamamış Buda'mı Uruvila Kasyapa'ya öğrenci olmuş, yoksa Uruvila Kasyapa'mı Buda'nın öğretisini benimsemiş birden kavrayamamış. Bu durumu fark eden Uruvila Kasyapa, Buda'nın önünde yere kadar eğilerek «Buda benim ustamdır, ben de onun öğrencisiyim» diyerek durumu açıklamış. Oradakiler «Uruvila Kasyapa bile Buda'nın yolundan gitmeyi kabul ettiğine göre, Buda'nın üstün bir gücü olmalı», diye düşünmüşler. Bundan sonra Buda «dört yüce gerçeği» anlatmış, bu konuşmayı dinleyen Magadha Kralı Bimbisara ve yanındakilerin hemen hepsi Buda'nın öğretisini özümleyip aydınlanmışlar. Kral Bimbisara dervişlik topluluğuna katılmamakla birlikte dışardan bir öğrenci olarak Buda'nın kendisini kabul etmesini istemiş ve Buda'yı bütün öğrencileri izleyicileri, yandaşlarıyla birlikte ertesi gün yemeğe çağırmış, yemek sırasında da Veluvena adıyla bilinen ve kralın eğlence bahçelerinden biri olan Bambu koruluğunu Buda'nın başında olduğu topluluğa armağan etmiş, Buda ve yandaşları yemekten kalktıktan sonra koruluğa gitmişler. Buda'nın kırkbeş yıl süren görev yıllarının büyük bir bölümü bu korulukta yapılan manastırda geçmiş.

O sıralarda adları Sariputta ve Mogallana olan iki derviş Racagaha'da bulunuyorlarmış. Buda'nın topluluğundan Assaci, Racagaha sokaklarında topluluk için sadaka toplarken tutum ve davranışındaki saygınlık, incelik, seçkinlik, Sariputta'nın ilgisini çekmiş, konuşmak için uygun bir durum bulunca Assaci'ye kimin öğrencisi olduğunu ve ustasının öğretisinin ne olduğunu sormuş. Assaci, Şakyalar soyundan Buda'nın öğrencisi olduğu yanıtını vermiş, öğreti konusunda da, «Daha ben bir çırak öğrenciyim. Kısa bir süre önce Buda'nın topluluğuna katıldım. Onun için öğreti konusunda sana söyleyebileceğim çok bir şey yok,» demiş, sonra da öğretiyi açıklamak için şu dizeleri söylemiş:

Her olgunun bir nedeni olduğunu,
Nedenlerin neler olduğunu,
Neden kalkınca olgunun da yok olduğunu
Buda açıklığa kavuşturdu.
İşte büyük ermişin öğretisi bu! (23)

Bu dizeleri duyunca hemen Sariputta'nın zihninde bir aydınlanma olmuş, bir şeyin oluş nedeninin ortadan kalkması durumunda o şeyin olmamasına da neden olabileceğini açıklıkla görmüş. Bu dizeleri arkadaşı Mogallana'ya söyleyince o, da hemen aydınlanmış. Her ikisi de eski ustaları Sancaya'yı bırakıp Buda'ya öğrenci olmuşlar ve çok kısa bir zamanda Buda'nın ölümüne kadar yanından ayrılmayan baş öğrencileri ve en önemli izleyicileri durumuna geçmişler.

Bu arada Şakyalar'ın kralı, Buda'nın babası Suddhodana oğlunun altı yıllık çaba sonucu tam ve aşılmaz aydınlanmaya erişmiş ve bulgularını yaymaya başlamış olduğunu, Racagaha'daki «Bambu koruluğunda» yaşadığını öğrenmiş, oğlunu görmek istediği haberini iletmek için yanında sayıları bini bulan görevliyle birlikte bir elçi göndermiş, elçi ve yanındaki görevlileri Bambu koruluğuna vardıkları zaman Buda öğrencilerine öğretisini açıklayan bir konuşma yapıyormuş. Onlar da haberi iletmek için konuşmasını bitirmesini beklerken Buda'nın konuşmasını dinlemişler. Buda' nın açıkladığı gerçeği görüp aydınlanmışlar ve topluluğa katılmışlar, böylelikle de günlük sorunlarla ilgilerini kesmiş olduklarından Buda'ya babası Suddhodana'nın çağrısını iletmeye gerek görmemişler. Kral gönderdiği elçiyle yanındaki görevlilerden bir haber çıkmayınca, yanında bir o kadar görevliyle başka elçiler, haberciler göndermiş ama onlar da Buda'nın topluluğuna katılmışlar ve elçilik görevlerini yerine getirmemişler. Sonunda kral veziri Kaludayin'i göndermiş. Kaludayin önceden kraldan kendisinin de Buda'nın topluluğuna katılmasına izin vermesini istemiş. Kral: «İster topluluğa katıl, ister katılma, ama oğlumu buraya getir de ölmeden önce onu göreyim,» demiş. Kaludayin, Buda'nın yanında vardığında öğretisini dinlemiş ve aydınlanıp o da topluluğa katılmış. Kaludayin'in topluluğa katıldığı tarih Buda'nın tam ve aşılmaz aydınlanmaya erişip öğretisini yaymaya başlamasının sekizinci ayına rastlıyormuş. Sekiz ayın ilk üç ayı olan yağmur mevsimini Buda Ceylan parkında (İsipathana), sonraki üç ayını Uruvila'da, son iki ayını da Racagaha'daki Bambu koruluğunda geçirmiş.

Kaludayin aydınlanıp topluluğa katıldığının haftasına Buda'ya babasının kendisini görmek istediği haberini iletmiş. Buda bu habere sevindiğini söylemiş, «İyi ki söyledin, ben de gitmeyi düşünüyordum», demiş ve yirmi bin yandaşıyla birlikte yola çıkmış, her gün bir fersah (24) yol alarak iki ayda Kapilavastu'ya varmış, Şakyalar, Buda ve yandaşlarının konaklaması için en uygun yerin kutsal incir ağaçları koruluğu olacağını düşünmüşler, koruluğu gereği gibi hazırladıktan sonra ellerinde çiçekler, yanlarında çocuklar başlarında kralları Suddhodana ve soylular olmak üzere kadın, erkek bütün Şakyalar Buda ve yandaşlarını karşılamaya gitmişler. Soylulardan bir bölümü Buda'nın yaşça kendilerinden küçük olduğunu düşünüp önünde eğilmek istememişler ama sonunda kral dahil, hepsi yerlere kadar eğilip Buda'ya saygılarını göstermişler.

Ertesi gün Buda, Kapilavastu sokaklarında arkadaşlarıyla birlikte sadaka toplamaya çıkmış. Prens Gotama'nın kapı kapı dolaşıp dilendiği duyulunca halk kapılara, pencerelere üşüşmüş, şaşkınlık içinde Buda'ya bakıyorlarmış. Buda' yi Rahula'nın anası Yosadhara da görmüş. Kendi kendine «Benim sultanım eskiden bu kentte iki adımlık yola bile altın yaldızlı tahtırevanlar içinde giderdi. Şimdi böyle saçı, sakalı kazınmış, üstünde bu sarı paçavralar, kapı kapı dolaşıp yiyecek dilensin! Bu olacak şey değil,» diye düşünmüş ve doğru krala gidip gördüklerini anlatmış. Bu habere adamakıllı canı sıkılan kral hemen Buda'yı bulmuş. «Sana ve adamlarına yemek bulamayacağız diye mi korkuyorsun?» demiş. Buda «Bizim yöntemimiz böyledir,» diye yanıt verince de kral, «Bizim atalarımızdan, ne de soyunuzdan hiç kimse bu güne dek dilenmedi,» diyecek olmuş. Buda bu söze, «Sen kralsın ve kralların kalıtçısısın, bense Buda' yım ve Buda'ların kalıtçısıyım. Benden evvel bu dünyadan gelmiş geçmiş Buda'ların tümü günlük yiyeceklerini dilenerek elde etmişler,» diye karşılık vermiş.

Kral Buda'yı da yirmi bin yandaşını da (25) alıp saraya götürmüş, yemekler yendikten sonra saraydaki bütün kadınlar gelip Buda'ya saygılarını sunmuşlar, yalnız Rahula' nın anası Yosadhara gelmemiş. «Eğer bana saygısı varsa o bana gelsin» diye düşünmüş. Buda, Yosadhara'nın aklından geçenleri sezmiş, iki baş öğrencisi Sariputta'yla Mogallana'yı yanına alıp Yosadhara'nın. odasına gitmiş. Yosadhara, Buda'ya gerekli saygıyı gösterdikten sonra oğlu Rahula'ya seslenmiş «Bak sevgili oğlum. Şu karşındaki bütün dervişlerin başı olan derviş senin babandır ve büyük bir hazinenin sahibidir. Git! Sen de babandan hazinedeki payını iste! Çünkü sen onun kalıtçısısın,» demiş. Çocuk da Buda'ya dönüp «Kalıtımı isterime deyince Buda baş öğrencisi Sariputta'ya Rahula'nın topluluğa alınmasını buyurmuş ve böylelikle Rahula topluluğa katılmış.

Kral torununun da dervişlik örgütüne alındığını öğrenince çok üzülmüş ve hiç bir oğulun anasının, babasının izni alınmadan topluluğa alınmayacağı konusunda Buda'nın kendisine söz vermesini istemiş, Buda'da babasına bu konuda söz vermiş ve o günden sonra hiç kimse anasının, babasının izni alınmadan topluluğa alınmamış. (26)

Buda bir süre sonra Racagaha'ya dönmek üzere Kapilavastu'dan ayrılmış, yolda bir korulukta konakladıkları sırada arkalarından yetişen Şakya prensleri gelip topluluğa katılmışlar. Bunların arasında yaşamı boyunca yanından ayrılmamış, sonradan Buda'nın kişisel bakım ve hizmetlerini de üstlenmiş olan kardeş çocuğu Ananda ve gene kıskançlığı yüzünden Buda'nın yaşam boyu düşmanı olmuş olan kardeş çocuğu Devadatta da varmış.

Racagaha'ya döndükten sonra o sırada bir rastlantı olarak Racagaha'da bulunan Koşola'lı çok zengin Anathapinadaka adında bir tüccar Buda'nın bir konuşmasını dinlemiş, bu konuşmadan etkilenerek Buda'nın öğretisini benimsemiş ve ülkesine döndükten sonra Koşala'nın başkenti olan Savathi'de Cetavana korusunu tüm alanını altınla kaplayacak bir baha karşılığında koruluğun sahibi olan prensten satın alıp koruluğun ortalık yerinde Buda için özel bir oda ve çevresinde topluluğun önde gelenleri için seksen oda olan bir manastır ve Racagaha ile Savathi arasında da her fersahta bir Budist barınağı yaptırmış. Her şey hazır olunca da Buda'yı çağırmış ve Cetevana koruluğunu topluluğa armağan etmiş. Buda bundan sonraki yaşamını çoklukla Racagaha'daki Veluvena koruluğuyla Savathi'deki Cetevana koruluğunda geçirmiş. Gene Savathi'li zengin bir tüccarın karısı olan Visakha adlı bir kadın topluluğa büyük para yardımları yapmış ve topluluktan olanların yararlanması için Pubbarana manastırını yaptırmış. Bu manastır da Anathapinadaka'nın armağan ettiği manastıra yaklaşık bir görkemdeymiş.

Bir kez Şakyalar'la Koliyas'lar arasında Rohini ırmağının sularından yararlanma hakkı konusunda anlaşmazlık çıkmış. O yıl havalar kurak gittiği için ırmağın suyu, ırmağın iki kıyısındaki tarlaları sulamaya yetmemiş. Anlaşmazlık büyümüş, iki taraf savaş hazırlığına girişmişler. Bir tarafta Şakya prensleri, öbür yanda Koliyas prensleri savaşmak için toplanmışlar. Buda durumu öğrenince oraya gitmiş, iki tarafa da anlaşmazlığın konusunu sormuş. Kimse tam olarak bilmiyormuş. Durumu baş komutandan sormuşlar onun da anlaşmazlığın nedenini bilmediği meydana çıkmış. Kral naibinin de yeter bilgi sahibi olmadığı anlaşılınca en sonunda konu çiftçilerden sorularak bütün anlaşmazlığın ırmağın suyunun iki kıyıya yetmemesinden ileri geldiği anlaşılmış. Buda prenslere suyun değerinin ne kadar olduğunu sormuş. Prensler önemli bir değeri olmadığını söylemişler. Onun üzerine toprağın değerinin ne olduğunu sormuş. Prensler onun da pek büyük bir değeri olmadığı yanıtını vermişler. Bu kez prenslerin değerinin ne kadar olduğunu sormuş. Prenslerin değerine paha biçilemeyeceği yanıtını almış. «Öyleyse», demiş, «değerleri önemsiz olan şeyler uğruna değerleri pahasız olan şeyleri tehlikeye atmış olmuyor musunuz?» Bu sözler harbe hazırlanan prenslerin akıllarını başlarına getirmiş. Öfkeleri yatışmış, böylece de Buda gereksiz bir harbi önlemiş. Savaşmaya hazırlanan prenslerden bir yandakilerden iki yüz elli, öbür yandakilerden iki yüz elli olmak üzere beş yüz prens Buda'nın topluluğuna katılmışlar.

Bu sıralarda Buda'ya babasının hastalanıp ölüm döşeğine düştüğü haberi gelmiş. Buda hemen Kapilavastu'ya. gitmiş, yatağının başucunda babasına yaşamdaki her şeyin geçiciliği konusunda telkinlerde bulunmuş. Sııddhodana tam aydınlanmaya ve nirvana'ya eriştikten sonra ölmüş.

Kralın dul eşi ve Buda'nın hem teyzesi hem analığı olan Mahapacapati kocasının ölümünden sonra, dervişlik yaşamına girmek istemiş, saçlarını kökünden kesip yanına da Rohini ırmağıyla ilgili anlaşmazlık sırasında Buda'nın topluluğuna katılan beş yüz prensin böylelikle kocasız kalan karılarını alıp Buda'nın olduğu yere varmış ve yanındaki prenseslerle birlikte örgüte katılmasına izin verilmesini istemiş. Buda eğer kadınların örgüte katılmasına izin verirse bu uygulamanın yanlış yorumlara, topluluk için kötü söylentilere yol açabileceğinden çekinmiş. Kadınlar üç kez isteklerini yenilemişler, Buda üç kezde de isteklerini geri çevirmiş, dördüncü kez yeniden istekte bulunmaktan çekinmişler, gerisin geri evlerine dönmüşler.

Buda'nın analığı bir süre sonra bir kez daha denemeye karar vermiş. Yeniden prensesleri de yanına almış hepsi saçlarını kökünden kesmişler, saraylarında bir kattan ötekine çıkmayı bile önemli bir sorun sayan bu soylu kadınlar ellerinde keşkülleri, yayan yapıldak Buda'nın o sıralarda bulunduğu Vaişali kentine varmışlar. Onları Ananda karşılamış. Üstlerinin toz toprak, ayaklarının kan revan içinde, yorgun, bitkin durumda olduklarını görünce üzülmüş, gözleri yaşlarla dolmuş. Durumu gidip Buda'ya anlatmış. Buda, .«Yeter Ananda!» demiş, «Kadınların evlerini, barklarını bırakıp evsiz yaşamı seçmelerine izin vermemi benden isteme...» Ama Ananda, Buda'yi kandırmak için başka bir yol izlemiş. Buda'ya, «Eğer kadınlar evlerini barklarını bırakıp da evsiz yasamı seçmiş olsalar nirvana'ya ulaşabilmek yeteneğinden yoksun mudurlar?» diye sormuş. Buda, kadınların da aydınlanmaya, nirvana'ya ermeye yetenekleri olduğunu yadsıyamamış. Bu kez Ananda, Buda'ya yeniden sormuş, «Buda'lar dünyaya yalnız erkeklerin yararlanması için mi gelirler?» Buda kuşkusuz kadınları da yararlandırmak için de gelirler, demek zorunda kalmış ve böylelikle de kadınların topluluğa katılmalarına karşı çıkmak için mantıksal bir dayanağı kalmamış ama bir yandan da «Öğretimiz eğer bin yıl egemen olacakdıysa kadınların katılması yüzünden beş yüz yıl egemen olabilecek,» demekten kendini alamamış.

Bu olay ve kadınların örgüte alınması (27) Buda'nın aydınlanmasını izleyen altıncı yılda olmuş.

Buda'nın yaşamında bundan sonraki yıllarda geçen olaylar sıralı ve ayrıntılı olarak kayda geçirilmemiş. Altıncı yıldan sonra geçtiği söylenen bir kaç önemli olaya burada kısaca değinmekle yetineceğim.

Bir keresinde Racagaha'da yaşayan zengin bir tüccar sandal ağacından oyulmuş bir kâseyi yüksek bir bambu ağacının tepesine bağlatmış, doğaüstü gücü olan derviş ya da brahman'lardan kâseyi ağacın üstünden alabilecek kimseyi ödüllendireceğini vaadetmiş öyküye göre bunu duyan bir Budist derviş havaya uçup kâseyi ağaçtan almış, bununla da yetinmemiş Racagaha kentinin üstünde uçarak üç tur atmış. Bu olay Buda'nın kulağına gidince «Böyle olağanüstü gösteriler yapmaya çalışmanın ne aydınlanmaya bir yararı olur, ne de çevredekileri topluluğa katılmaya isteklendirir,» demiş ve kendi öğrencilerinin mucize gösterileri yapmalarını yasaklamış.

Buda'nın görev yıllarında öğretisine karşı çıkanlar da olmuş, Buda zaman zaman kendini onlara karşı da savunmak zorunda kalmış. Buda'nın öğretisinin brahman kastının ayrıcalıklı durumunu onaylamamış olması nedeniyle Buda' ya karşı en büyük tepkinin brahman'lardan gelmiş olduğu sanılabilir. Oysa, o dönemde Buda'nın öğretisini yaydığı Hindistan'ın Doğu bölümünde Brahmanizm yeterince kurumlaşmış ve örgütlenmiş değildi. Bu bölgede din, güçlü bir merkez otoritenin önleyici baskısı olmadan tam bir bağımsızlık içinde durmadan yeni yeni kollara ayrılıyor, değişik düşünce ve eğilimde yeni dinsel öğretiler ortaya çıkıyordu. Brahmanizm öteki dinsel öğretiler, dinsel akımlar arasında, daha üstün bir güce sahip değildi. Onun için bu ilk dönem de Buda'nın öğretisinin yayılmasına karşı koymakta brahmanlar büyük bir etkinlik sağlayamadılar. (28)

Buda'ya karşı çıkanlar arasında Buda'nın baş öğrencileri Sariputta ve Mogollana'nın eski öğretmenleri Sancaya ve insanın kendini yazgının ağından kurtaramayacağını savunan Makhali Gossola'yı da sayabiliriz. Ama kuşkusuz Buda'nın en önemli karşıtı Cainizm'in kurucusu olan Mahavira adıyla da bilinen Vardhamana ve Vardhamana'nın yandaşlarıydı. Cainistler'in Buda'ya karşı çıkışlarının başlıca nedeni Buda'nın aşırı çileciliği ve perhizi benimsememesi, orta bir yol izlemeyi önermesiydi. Öyküye göre Buda'nın kardeş çocuğu ve öğrencisi Devadatta da çileciliği ve perhiz yolunu yeğlemiş. Bu nedenle Buda'ya karsı çıkmış ve onu aradan çıkarıp yerine geçme girişimlerinde bulunmuş. Buda'ya karşı Magadha kralı Bimbisara'nın oğlu Acataşatru'nun desteğini kazanmaya çalışmış. Önce Acataşatru'yu babasını öldürüp yerine kral olmaya kışkırtmış, ama kral oğlunun kendisini öldürme girişiminde bulunduğunu öğrenince oğluna, «Değil mi ki benim yerime kral olmak istiyorsun, beni öldürmen gerekmez, ben krallıktan çekileyim, sen benim yerime kral ol,» demiş ve krallıktan çekilmiş. Gene de Acataşatru, Devadatta'nın telkinlerine uyarak belki bir gün babası kararından cayar da yeniden kral olmak ister kuşkusuyla babasını aç bırakarak ölümüne neden olmuş.

Acataşatru kral olduktan sonra Devadatta yeni kraldan Buda'yı öldürme iznini almış, bu amaçla otuz bin tane paralı katil tutmuş ama hiç biri Buda'yı öldürememiş. Buda' nın yanına gelince onun sevgi dolu bakışları karşısında kötü niyetlerinden vazgeçmişler, bununla da kalmamışlar, Buda' nın öğretisini benimseyip topluluğa katılmışlar. Bu durum karsısında Devadatta Buda'yı hiç bir insanın öldüremeyeceği kanısına varmış ve Buda'yı öldürtmek için azgın bir fili Buda'nın üstüne saldırtmış. Fil Buda'nın önüne gelince ona hiç bir zarar vermeden yere çökmüş. İşin asıl özünü bilmeden Devadatta'nın yanını tutan bir bölüm dervişte Buda'nın baş öğrencileri Sariputta ve Mogallana'nın kendilerini uyarmaları üzerine Devadatta'yı bırakıp Buda'ya dönmüşler.

Kral Acataşatru'ya gelince, babasının ölümünden sonra çok vicdan azabı çekmiş, kendisini iç huzuruna eriştirmeleri için bir çok bilgelere, ermişlere başvurmuş ama bir türlü aradığı huzuru bulamamış, en sonunda hekiminin önerisine uyarak Buda'ya gitmiş, Buda'nın öğretisini öğrenip benimsemiş ve Buda'nın örgüte katılmadan, dışardan bir öğrencisi olmuş.

Buda'nın görev yıllarının ilk yirmi yılında kişisel hizmetlerine bakan sürekli bir yardımcısı yokmuş, öğrenciler sırayla bu görevi yaparlarmış. Bir gün Buda kişisel hizmetlerini sürekli olarak üstlenmek isteyen bir kimse olup olmadığını sormuş. Bütün öğrencileri bu görevi almak için birbirleriyle yarışırcasına ileri atılmışlar, yalnız kardeş çocuğu Ananda sesini çıkartmamış. Onun üzerine Buda, Ananda' ya bu görevi isteyip istemediğini sormuş. Ananda bu hizmet karşılığında kendisine hiç bir ayrıcalık tanınmaması, yalnızca Buda'ya öğretisi konusunda zamanlı zamansız soracağı bütün soruları, bıkmadan usanmadan yanıtlaması koşuluyla görevi üstlenebileceğini söylemiş. Buda, Ananda'nın koşullarını kabul edip görevi ona vermiş. Ananda ölümüne kadar Buda'nın yanından hiç ayrılmadan bu görevi sürdürmüş.

Bir keresinde Buda, Vaişali kentine gittiğinde orada yaşayan Ambapali adında çok ünlü, çok zengin ve çok güzel bir yosma'nın malı olan mango koruluğunda konaklamış. Ambapali bu haberi duyunca hemen koruluğa gidip Buda'yı yanındaki bütün arkadaşlarıyla birlikte yemeğe çağırmış. Vaişali'nin beyleri Licchavi'ler de Buda'nın Vaişali'ye geldiği haberini alınca onlarda yemeğe çağırmak için mango koruluğuna giderken arabaları Ambapali'nin arabasıyla çatışmış. Ambapali'ye nereden geldiğini sorunca da Buda'yı yemeğe çağırmak için gittiği mango koruluğundan döndüğü yanıtını almışlar. Ambapali'ye bu onuru kendilerine satması için büyük paralar teklif etmişler ama Ambapali teklifleri geri çevirmiş «Değil para, bütün Vaişali kentini bütün çevresiyle birlikte bana bağışlasamz da böylesine büyük bir onurdan vazgeçmem demiş.» Vaişali beyleri Licchavi'ler Ambapali'den ayrıldıktan sonra gidip Buda'yı yemeğe çağırmışlar ama Buda daha önce yosma Ambapali'ye söz verdiğini ileri sürerek daveti geri çevirmiş.

Ertesi gün Ambapali'ye yemeğe giden Buda ve arkadaşları yemeklerini bitirdikten sonra Ambapali, Buda'nın yanına gelerek evini ve bahçesini topluluğa bağışladığını bildirmiş, Buda da bu bağışı topluluk adına kabul etmiş.

Buda'nın gelenekleşmiş yaşamının ana çizgileriyse şöyle özetlenebilir; Haziran ayında Hindistan'ın kavurucu yazından sonra yağmur mevsimi gelir, üç ay boyu sel gibi yağmurlar yağar. Bu gün olduğu gibi Buda'nın döneminde de bu aylar yolculuk için uygun aylar sayılmazdı. Bu ayları Buda ve öğrencileri örgüte (sangha) bağışlanmış korulardaki manastırlarda geçirirlermiş. Yağmur mevsimi bitince Buda öğrencileriyle birlikte kent kent, köy köy dolaşmaya çıkarmış. Genellikle Koşala'nın başkenti Savathi'yle Magadha krallığının başkenti Racagaha çevrelerinde dolaşırlar, geceleyecek bir çatı altı bulamazlarsa, mango ya da hintinciri ağaçlarının altında yatarlarmış. Buda'nın yaşamının büyük bölümünü içlerinde geçirdiği kral Bimbisara'nın armağanı olan Veluvana adlı bambu koruluğu da, Koşalalı tüccar Anathapindaka'nın bağışı olan Savathi'deki Cetevana manastırı da kente ne çok uzak ne de çok yakınmış. Gündüz dingin gece sessiz olan bu korular aslında kralların eğlence ve dinlenceleri için planlanmış lotus çiçekli havuzların, mis gibi kokular yayan mango ağaçlarının süslediği zarif palmiye ve koyu renk büyük yapraklı hintinciri ağaçlarının gölgelendirdiği, insana dinginlik ve iç suskunluğu veren bahçelermis. Her gün, içlerinde krallar, prensler de olan her türden akın akın ziyaretçi Buda'yı görüp ondan ışık almak için bu bahçelere gelirlermiş.

 

KAYNAKÇA VE NOTLAR

(21) Pali diliyle dhammaa, (Skr: dharma) evrenin ve insanın oluşum ve değişim kurallarıyla yapısal özelliklerini düzenleyen yasaların tümü, ayni zamanda Buda' nın insanı acıdan, ıstıraptan kurtarıp, nibbana'ya (Skr. Nirvana) eriştiren öğretisi.

(22) Khanda (Skr, Skhanda) adı verilen ve Budist görüşe göre gerek maddesel, gerek ruhsal benliğimizi, bireyliğimizi oluşturan beş kümede toplayabileceğimiz öğeler söyle sıralanabilir : a) gövdemiz (rupa); b) duygu ve coşkularımız (vedana); c) algılarımız (sanna); d) önceki düşünce, karar ve eylemlerimizle biçim almış karakter özelliklerimiz (sankhara); e) ayırt edici bilincimiz (vinnana, Skr: vicnana)

(23) Budizm öğretisinde en önemli ilke kuşkusuz nedensellik bağlantısıdır. Evrenin öncesizden sonsuza sürekli oluşum süreci içinde olmasının devingen gücünün nedensellik bağlantısı olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koyması Buda'nın Hint düşüncesine önemli bir katkısıdır. Assaci'nin yukarıya alınan dizeleri Budist yazıtlarda en çok kullanılan sözler arasındadır. Çok kez Budistlerin inanlarını açıklamak için söyledikleri bir kalıp sözcük olarak kullanılır. (A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel oj Buddhism S. 40.)

(24) Yaklaşık olarak beş kilometre.

(25) Kuşkusuz bu sayılar abartılmış sayılardır. Pali metinlerinde Buda'nın yolculuklarında bazı yerde üç yüz, bazı yerde beş yüz öğrencisinin kendisine yoldaşlık ettiği yazılıdır ki bu sözleri de abartı olarak kabul etmek gerçeklere daha uygun düşebilir. Anlaşılıyor ki bu-abartılmış sayıların amacı yolculuklarına çok sayıda öğrenci ve yandaşıyla birlikte çıktığını dile getirmektir.

(26) Buda'nın öğrencilerinin evlerini barklarını bırakıp derviş yaşamını seçmelerinin o günkü toplumda tepkiyle karşılandığı anlaşılıyor. Brahmanlar ancak torunu olanların derviş olabileceğini telkin ediyorlardı. Buda'ysa kurtuluşun yolunu gençlere de açık tutmak istiyordu. Köylülerin çiftlik çubuklarını bırakıp derviş olmalarına izin verilmiyordu. Şehirlilerinse ailelerinin geçimini sağladıklarım belgelemeleri isteniyordu. Bkz. Walter Ruben, Eski Hint tarihi, S. 44).

(27) Kadınların Budist topluluğa alınmasında Aryalar öncesi eski Hint Kent uygarlığından kalma anaerkil kültürün etkilerini aramak bana mantıklı bir varsayım gibi görünüyor. Aryalar'ın Tanrıları bütünüyle babaerkil Tanrılardı. Veda'ların dininde kadınlar her tür dinsel görevin dışında bırakılmışlardı. Oysa İndus uygarlığında Ana Tannça'nın önemli bir yeri olduğu ve Hinduizm'de sonradan büyük bir önem kazanmış olan Tanrıca Kali - Dıırga'nın Arya kökenli olmadığı bilinen bir gerçek. Arya kültürüyle yerli halkların kültürlerinin karışıp kaynaşmaya başladığı Upanişad'lar döneminde de orman bilgelerinin kadın öğrencileri de olduğunu kanıtlayan kayıtlar var (Bkz. K. M. Sen, Hirıduism, S. 52). Diğer yandan kuşkusuz kadının o günkü Hint toplumunda bu günkünde de olduğu gibi erkeğe oranla daha aşağı bir yere yerleştirilmiş oluşu kadın erkek eşitsizliğine yol açıyordu. Kadın toplumun kendisini yerleştirdiği yeri bırakınca eşitsizlik de ortadan kalkıyor. Buda kadının evsiz barksız yaşamı seçmesine izin vermekle toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırarak aydınlanabilmek gerçeğe erebılmek bakımından kadını erkekle eşit duruma getirmiş oluyordu.

(28) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 190-191

BUDA'NIN SON GÜNLERİ VE ÖLÜMÜ

Buda'nın yaşamının son üç ayı ve ölümü Maha-Paranib-bana Sutta (Skr: Maha-P aranır vana Sutra) adlı metinde oldukça ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Kuşkusuz birbirine benzer yıllarda geçen, birbirine benzer olayların unutulmuş, ama Buda'nın son günlerindeki olayların ve, son sözlerinin unutulmayıp özenle belleklerde saklanmış olmasından daha doğal bir şey olamazdı.

                                        

Buda son yağmur mevsiminde öğrencilerinden ayrılmak ve yalnız kalmak istemiş. Ananda'yla birlikte yağmur mevsimini Beluva'da geçirdiği sırada ağır ve ciddi bir hastalığa tutulmuş. Ananda, Buda'nın öleceğini sanıp büyük bir üzüntüye kaptırmış kendini, ama bir yandan da Buda'nın toplulukla ilgili konularda buyruklarını bildirmeden, önerilerde bulunmadan aralarından ayrılmayacağını düşünerek biraz olsun üzüntüsünü hafifletebilmiş. Buda bir süre sonra harcadığı büyük bir çaba sonucu hastalığı alt etmeyi başarmış. Ananda, Buda'nın kendini toparladığını görünce, hastalığı sırasındaki üzüntülerini, korkularını ve bunları yenmek için hangi düşüncelerde avuntu aradığını anlatmadan edememiş. Buda'nın Ananda'ya yanıtı öğretisinin kısa bir özeti sayılabilecek şu sözler:

«Ananda! Öğrencilerimin ya da topluluğun benden bekleyecekleri bir şey kaldı mı? Ben öğretimi kimseden bir şey saklamadan, olabildiğince açıklıkla yaymaya çalıştım. İçrek (esoteric), dışrak (exoteric) ayırımı yapmadım. Gerçeğin öğretisini hiç bir sınır koymadan açıklamak için elimden geleni yaptım. Bildiğini kendine saklayan bir öğretmen gibi davranmadım. Eğer içinizden biri, 'topluluğu ben yöneteceğim', diyorsa ya da 'topluluk benim buyruklarıma uymalıdır,' diye bir düşüncesi varsa, kendi niyetlerini topluluğa duyurabilir. Ben niçin toplulukla ilgili önerilerde bulunayım? Benim görevim bitti. Yaşamının son günlerine gelmiş bir ihtiyarım. Seksen yaşına eriştim. Eskimiş bir arabayı nasıl ancak şurasını burasını sırımlarla bağlayarak çalışır durumda tutabilirlerse, benim gövdem de ancak sargılarla sarılıp sarmalanıp bir arada tutulabiliyor. Ancak kendi dışımdaki konularla ilgiyi kesip maddesel hiç bir şeyin zihin dinginliğimi bozmasına izin vermediğim sürece bedenim dinlenebiliyor.»

«Onun için Ananda sana söyleyebileceğim şu: Kendiniz kendinize ışık olun, dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiç bir şeyden destek, dayanak aramayın. Kendinize yalnız gerçeği ışık yapın. Kendi dışınızda hiç, ama hiç kimseden destek, dayanak aramayın, ister şimdi, ister ben öldükten sonra, kendilerine kendi ışık olan, dışta bir destek, dayanak aramayan, ışık olarak yalnızca gerçeğe tutunup, gerçeğe güvenen, kendilerinden başka kim olursa, olsun, kimseden destek aramayanlar yolun sonuna, tepenin doruğuna ulaşabilirler, gerçeğe erebilirler. Yeter ki yılmadan, usanmadan oraya varmak için çaba harcasınlar.» (29)

Başka bir kez de Ananda'ya öleceği günün yaklaşmış olduğundan söz edecek olmuş. Ananda çok üzülmüş ve Buda'ya ölmemesi için yalvarmaya başlamış. Buda, Ananda' ya çıkışmış «Ben daha önce de söylemedim mi?» demiş «Sevdiğimiz yanımızdan ayırmak istemediğimiz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar bizden ya biz onlardan ayrılmayalım. Doğanın yapısı böyledir. Nasıl olur da Ananda doğmuş olan, varlığa dönüşmüş, büyüyüp gelişmiş bir şey, sonunda çözüşüp yok olmasın. Böyle bir şey olabilir mi?»

«Evet Ananda, üç ayın sonunda öleceğim. Yaşam olarak bende ne kaldıysa hepsi yok olacak.» Ananda kendilerini bırakmaması için yeniden yalvarmışsa da Buda'nın kesin yanıtı, «Başka türlüsü olamaz,» sözleri olmuş. Sonra Kutagara' daki büyük ormandaki toplantı yerine gitmişler, Buda'nın öğrencileri, yandaşları oraya geldiğini duyup gelmişler, çevresinde toplanmışlar. Buda söze başlamış «Bileşik olan her şey sonunda yaşlanıp, eskiyip, çözüşmekten, dağılmaktan, yok olmaktan kendini kurtaramaz. Kurtuluşunuzu sağlamak için çaba harcayınız,» demiş ve üç ay sonunda öleceği haberini yinelemiş.

Bir süre sonra Buda, Pava'ya gitmiş babadan dededen soy sop demirci olan Cunda'nın mango fidanlığında konaklamış. Cunda haberi alınca hemen fidanlığa koşup Buda'yı ve yandaşlarını ertesi gün için yemeğe çağırmış. Buda'ya pek özel yemekler yaptırtmış. Yemekler arasında domuz etinden yapılmış bir yahni de varmış.(30) Yemekten sonra Buda birden fenalaşmış, Gene de kendini bırakıp koyvermemiş. Biraz da zorlanarak kuvvetini toplamış. Ananda' ya «Hadi! Kusinara'ya gidelim,» demiş. Bir süre yol aldıktan sonra Buda bir ırmak kenarında dinlenmek istemiş, O sırada Ananda'ya «Bana yedirdiği yemek yüzünden kimsenin demirci Cunda'dan kötü söz etmesini istemiyorum,» demiş. «Belki son yemeğini Cunda'nın evinde yedikten sonra ustamız öldü diyenler çıkabilir. Böyle söylenmesini istemem. Bunun tam tersine bana sunulan çok değerli iki yemek vardır. Birincisi tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmamdan önceki, öteki de ölümümden önce Cunda'ın bana sunduğu bu yemek. Onun için Cundaya uzun ömür, bol para, iyi şöhret ve iyi bir genedoğum diliyorum, Cunda'nın yürek ezikliği ve pişmanlık çekmesini istemem,» demiş. Sonra Kusinara' ya Malla'ların Şala Koruluğuna gitmişler. Buda, Ananda'ya, «Şu örtüyü dörde katlayıp başı Kuzeye bakacak biçimde karşımdaki ikiz şala ağaçlarının arasına seriver yatayım, çok yorgunluk duyuyorum,» demiş ve Ananda'nın ikiz şala ağaçları arasına yaptığı döşeğe uzanmış. İkiz şala ağaçları mevsimi olmamakla birlikte baştan başa çiçek içindeymiş. Çiçeklerin yaprakları bir yağmur gibi Buda'nın üstüne dökülüyorlarmış. Yavaş yavaş haberi duyan öğrenciler, yandaşlar, topluluğun kadın üyeleri Buda'nın çevresinde toplanmaya başlamışlar. Ananda bir ara Buda'nın yanından ayrılmış bir kenara çekilmiş «Ben bugüne dek bir öğrenci olarak kaldım. Bundan sonra da kendimi yüceltmenin yolunu kendim arayıp, kendim bulmam gerekiyor. Bize o kadar iyi davranan ustamız bizi bırakıyor,» diye düşünüp ağlıyormuş. Buda, Ananda'nın yanından ayrıldığını farkedince Ananda'yı çağırtmış, Ananda'nın ağladığım görünce de «Yeter Ananda! Kendini üzüp durma ağlamayı bırak» demiş. «Ben sana daha önce de kaç kere söyledim. Sevdiğimiz, yanımızdan ayırmak istemediğimiz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım. Doğanın yapısı böyledir. Nasıl olur da doğmuş, varlığa dönüşmüş, büyüyüp gelişmiş bir şey, sonunda çözüşüp yok olmasın? Uzun bir süredir bana göstermiş olduğun sevgi, bağlılık ve iyilik her türlü övgünün üstündedir. Yapılabileceklerin en iyisini yaptın. Çabalarında içtenliğini bırakma, sonunda sen de nefis sarhoşluğundan, benlik, bireylik yanılgısından kendini kurtaracaksın,» demiş. Sonra da topluluk önünde Ananda'nın hizmetlerini övmüş. Bir ara gene Ananda'ya seslenmiş. «Ananda! Kusinara'ya git. Kusinara beyleri Malla'lara haber ilet. Ölmek üzere olduğumu bildir. Sonra Buda köyümüzde öldü de, son kez gidip onu göremedik diye yerinmesinler,» demiş.

          

Haberi alınca Kusinara beyleri Malla'lar kadın, erkek, çoluk çocuk hepsi Şala Koruluğuna gelmişler. Ananda her aileyi ayrı ayrı Buda'yla tanıştırmış. Bu arada Subhadda adında başka bir öğretinin üyesi olan bir derviş Buda'nın ölmek üzere olduğu haberini alıp gelmiş. Ananda'yı bulup Buda'yla görüşmek istediğini söylemiş. Ama Ananda, Buda' nın ölüm döşeğinde tedirgin edilmesini istemediğinden dervişin Buda'yla görüşmesine izin vermek istemiyormuş. İkisinin arasındaki konuşmayı uzaktan duyan Buda, Ananda' ya seslenmiş Subhadda'nın yanına gelmesine engel olmamasını istemiş. Subhadda'nın, Buda'dan öğrenmek istediği şey, Cainizm'in kurucusu Vardhamana gibi ya da Sariputta ve Mogallana'nın eski öğretmenleri Sancaya gibi, Makhali Gosola ve daha başkaları gibi, pek çok kimsenin doğru yolu bulmuş olduklarına inanıp saygı gösterdikleri ustaların gerçekten doğru yolu bulmuş olup olmadıkları, ya da hiç olmazsa aralarında doğru yolu bulanlar olup olmadığıymış. Buda demiş ki: «Sözünü ettiğin ustaların öğretileri ne olursa olsun gerçeğe ve aydınlanmaya götüren sekiz basamaklı yüce yolu bulmuş değiller. Ama aramızda bu yoldan giderek aydınlanmayı başarmış, gerçeğe ermiş pek çok kimse var. Onun için öteki ustaların öğretileri de, ermişlikleri de geçersizdir. Bu yolun dışında kurtuluş yolu yoktur. Bu yol var oldukça dünya aydınlanmış, gerçeğe ermiş kimselerden yoksun kalmayacaktır.» Bu sözler Subhadda'nın kuşkularını gidermeye yetmiş ve hemen orada topluluğa katılmış, böylece de Subhadda, Buda'nın kendisini yola koyduğu son öğrencisi olmuş.

Buda daha sonra çevresinde toplanan öğrencilerine, yandaşlarına, «Ola ki aranızda Buda ya da öğreti (dharma) ve­ya örgüt (sangha) konularında bana soracak bir sorusu olan vardır. Şimdi çekinmeden sorunuz. Sonradan, Ustamızla yüzyüze olduğumuz dönemlerde sorup anlayamadık diye yerinmeyiniz,» demiş. Sözlerini üç kez tekrarlamış.

Ama soru soran çıkmamış. Ananda «Bu ne güzel, ne olağanüstü bir şey, bütün bu örgüt içinde Buda, dharma ya da sangha konusunda en küçük bir kuşkusu olan bir kimse bile kalmamış» diyerek sevincini belirtmiş.

Buda gene dervişlere seslenmiş, «Dervişler! Bu söze kulak verin! Bileşik olan her şey, er geç çözüşüp yok olacaktır. Kendi kurtuluşunuzu kendiniz sağlayınız,» demiş ve bu sözler Buda'nın son sözleri olmuş, kısa bir süre sonra ölmüş. Dervişlerden bir bölümü Buda'nın öldüğünü anlayınca ağlayıp bağırmaya, kendilerini yerden yere atmaya başlamışlar. Anuruddha adlı derviş ileri atılmış. «Yeter dervişler!» demiş. «Ağlamayı kesin, yas da yok. Ustamız bize, 'sevdiğiniz, yanınızdan ayırmak istemediğiniz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar sizden ya siz onlardan ayrılmayasınız. Doğanın yapısı böyledir' diye söylememiş miydi?» diyerek dervişleri, yatıştırmaya çalışmış.

Ertesi gün Ananda, Kusinara beyleri Malla'lara Buda' nın ölüm haberini iletmiş, Buda'ya ününe, şanına yaraşacak bir cenaze töreni düzenlenmiş. Yedi gün süresince Buda'nın ölüsüne her türlü saygı gösterisi yapılmış. Yedinci gün cesedi görkemli bir cenaze alayıyla yakılacağı yere getirilmiş güzel kokular çıkararak yanan bir odun yığınının üstüne yerleştirilmiş, Malla'ların başta gelenlerinden dört kişi ateşi yakmak görevini üstlenmişler ama her ne yaptılarsa da odunlar ateş almamış. Bu arada Mahakasyapa'yla topluluktan olan beş yüz derviş Buda'ya son saygılarını sunmak üzere Pava'dan Kusinara'ya gelmek için yola çıkmışlar. Mahakasyapa'yla dervişler yetişip de saygı görevlerini yerine getirdikten sonra odunlar kendiliklerinden ateş alıp yanmaya başlamış.

Buda'nın etleri yanıp da yalnızca kemikleri kalınca bir yağmur boşanıp ateşi söndürmüş, bir yandan da Malla'lar güzel kokulu sular serperek ateşin sönmesine yardımcı olmuşlar. Buda'nın kemikleri köyün toplantı odasında mızraklardan yapılmış bir kafes üstünde yedi gün süresince herkesin gelip saygı duruşunda bulunması için sergilenmiş. (31) Kral Acataşatru, Kapilavastu'lu Şakya'lar, Vaişali'li Licchavi'ler, Ramagama'lı Koliyas'lar Vethadipa'lı brahman'lar ve Kusinara'lı Malla'lar hepsi Buda'nın kalıntıları üzerinde hak istemişler. Kalıntıları alıp üstüne bir höyük yapmak istiyorlarmış. Malla'lar Buda'nın kendi köylerinde öldüğünü ileri sürüp kalıntıları hiç kimseye vermek istememişler. O zaman Dona adında bir brahman çıkmış. «Buda, isteklerden tutkulardan kurtulmayı öğütlemiyor muydu?» diye sormuş. Sonra da kalıntıların sekize bölünüp hak isteyenler arasında paylaşılmasını, böylelikle hepsinin Buda'nın anısına bir anıt yapabileceklerini söylemiş. Dona'nın önerisini kabul etmişler ve kalıntılar üzerine sekiz ayrı yerde anıt yapmışlar. Bir anıt da Buda'nın küllerinin üstüne, başka bir anıt da kalıntıların içine konduğu kap üstüne yapılmış. (32)

İlhan Güngören
18.07.2003


KAYNAKÇA VE NOTLAR

(29) Bu bildirinin yinelenmesi için aradan yirmi beş yüzyılın geçmesi gerekti. Benzer bir bildiriyi Whitman'da Nietzsche ve Freud'de buluyoruz. Çeviri için Krs. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 76 - 77; H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 220 - 221; Asaf Halet Çelebi. Gotama Buddha, S. 258 - 259.

(30) İlk kez Batılı Hindbilimciler Buda'nın yediği yemeğin domuz olup, olmadığından kuşku duydular. Metinlerde geçen (sukaramaddavam) sözcüğünün yalnızca domuz yahnisi anlamına gelmediğini ayni zamanda mantar köklerinden yapılan bir yemeğe de bu adın verildiğini savundular. Ancak Budist yaşam kurallarına göre kurban eti olmamak koşuluyla başka bir kimsenin hazırladığı ve sunduğu eti yemekte bir sakınca yoktur (Albert Schweitzer, Les Grands Penseur de i'Inde, S. 79 - 80)

(31) Kutsal kalıntılara, özellikle din büyüklerinin kemiklerine tapınma, kuşkusuz ilkel fetişizm'den kalan ama hemen bütün dinlerde günümüze dek geçerliliğini sürdüren bir uygulama.

(32) Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 89.

               

 

Buda Öğretileri

 

· Yaşamı boyunca aklını kullanan biri, ölümden bile korkmamalıdır.
· Her şey, nedenlerin ve koşulların rastlantısal kesişmesi sonucunda ortaya çıkar ve yok olur.
· Hiçbir şey, tamamıyla tek başına var olmaz; her şeyin başka her şeyle bağlantısı vardır.
· İnsanın zihni kötülüklerden arınırsa, çevresi de kötülüklerden arınacaktır.
· Size verilenleri gözünüzde büyütmeyin; başkalarını da kıskanmayın. Başkalarını kıskanan kişi, asla manevi huzur bulamaz.
· Kızgınlığa sarılmak, başka birine atmak üzere akkor halindeki kömürü avuçlamaya benzer; yanan kişi siz olursunuz.
· Bize düşüncelerimiz şekil verir; düşündüğümüz şey oluruz. Zihin kötülüklerden arındığında, neşe, asla terk etmeyecek bir gölge gibi onu takip eder.
· Gücenme duygusu zihinde canlı tutulduğu sürece kızgınlık asla yok olmayacaktır. Gücenme duygusu unutulduğunda kızgınlık anında yok olacaktır.
· Samimiyetsiz ve kötü kalpli bir arkadaş, vahşi bir hayvandan daha korkutucudur; vahşi bir hayvan, bedeninizi yaralayabilir; ama kötü kalpli bir arkadaş zihninizi yaralar.
· Her şey değişebilir; her şey ortaya çıkar ve yok olur; insan, yaşam ve ölüm acısını tadana kadar gerçek mutluluğu ve huzuru bulamaz.

          



Buda (MÖ 563?-483?)


Hintli filozof ve Budizmin kurucusu. Hindistan’ın Kapilavastu kentinde doğmuştur. Bu kent, günümüzde Nepal’in içinde yer alır. Sakya savaşçı kastının liderinin oğlu olan Buda, o dönemde Siddharta adıyla anılmaktaydı. Daha sonra, Sakyamuni (Sakyaların Bilgesi) adıyla da anılmaya başlamıştır. Gautama Buda adı, aile adı Gautama ile Buda lakabının birleşmesinden oluşur ve “Aydınlanmış Kişi” anlamına gelir.

Buda’nın yaşamı hakkında günümüze kadar gelen bilgilerin tamamı, ölümünden çok sonra, nesnel tarihçilerden ziyade idealist halefleri tarafından yazılmıştır. Sonuç itibariyle, gerçekleri, içine gömüldükleri mit ve efsane yığınından ayırt etmek zordur. Mevcut kanıtlar, Buda’nın gençliğinden itibaren meditasyon ve derin düşünce konularına ilgi gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, onun bir din filozofu değil, bir savaşçı ve komutan olmasını isteyen babasını hoşnut etmemiştir. Babasının isteklerine boyun eğmek zorunda kalan Buda, genç yaşta evlenmiş ve sarayın dünyevi yaşamına katılmıştır. Buda, tasasız ve zevke düşkün bir konumda olmayı can sıkıcı bulmuş; bir süre sonra evini terk etmiş ve aydınlanma arayışıyla yollara düşmüştür. Rivayete göre, 533 yılında bir gün, yaşlı bir adam, hasta bir adam ve bir ceset ile karşılaşmış; o anda, kalbinin derinliklerinde, insanoğlunun ortak kaderinin acı çekmek olduğunu fark etmiştir. Daha sonra, serinkanlı ve dingin görünümlü bir dilenci keşişle karşılaşmış ve böylece tüm yaşam şeklini değiştirerek, doğru olanı bulmak adına ailesini, servetini ve gücünü ebediyen terk etme kararı almıştır. Bu karar, Budizmde Büyük Feragat olarak bilinir ve Budistler tarafından tarihsel bir dönüm noktası olarak kutlanır. Rivayete göre, Gautama, o zamanlar 29 yaşındadır.

Buda, Kuzey Hindistan’da bir dilenci olarak dolaşırken önce Hinduizmi araştırmıştır. Bazı ünlü Brahma hocalarından ders almış; ama Hint kast sistemini itici, Hintlilerin dünya nimetlerinden uzak durmalarını ise anlamsız bulmuştur. Araştırmasına devam etmiş; önce beş mürit edinmiş, sonra da bunları kaybetmiştir. Yaklaşık 528 yılında, Gaya yakınlarında bir ağacın altında, günümüzde Bihar eyaleti içinde Buddh Gaya olarak anılan yerde otururken, acı çekmekten kurtulmanın nasıl olacağını gösteren Büyük Aydınlanmaya erişmiştir. Kısa bir süre sonra, Benares yakınlarındaki (bugün Varanasi olarak anılır) Deer Park’ta ilk vaazını vermiştir. Metni halen korunan bu vaaz, Budizmin özünü anlatır. Pek çok kişi, bunu, ahlaki yüceliği ve tarihsel önemi açısından Hz. İsa’nın Dağda verdiği vaazla karşılaştırılmaya değer bulur.

Beş mürit, Benares’te yeniden Buda’ya katılmış ve Buda, müritleriyle birlikte, Ganj Nehri’nin bulunduğu vadi boyunca gezerek, öğretilerini aktarmış, mürit toplamış ve kastına bakmaksızın herkesi kabul eden keşiş toplulukları kurmuştur. Kısa bir süre için memleketine geri dönerek babasının, karısının ve diğer aile bireylerinin kendi inanç sistemine bağlanmalarını sağlamıştır. Buda, 45 yıl misyonerlik yaptıktan sonra Nepal’de Kusinagara’da öldü. Ölüm sebebi, mikroplu domuz eti yemesidir. Öldüğünde yaklaşık 80 yaşındaydı.

Buda, büyük bir insan olup asil karakteri, güçlü vizyonu, sonsuz merhameti ve derin düşünce biçimi ile tanınır. Yalnızca yeni bir din kurmakla kalmamış; aynı zamanda Hintlilerin hedonizm anlayışına, dünya nimetlerinden uzak durmalarına, aşırı ispritizma felsefelerine ve kast sistemlerine karşı sürdürdüğü mücadele, Hinduizmin kendisini derinden etkilemiştir. Buda’nın metafiziksel tahmin yürütmeyi reddetmesi ve mantıksal düşünce biçimi, Doğu düşüncesinde o zamana kadar eksik olan önemli bir bilimsel anlayışın doğmasını sağlamıştır. Buda’nın öğretileri, yaklaşık 2500 yıldır milyonlarca insanın yaşamını etkilemiştir.

 

BUDDHA

 

Buda - Şakya kabilesinin bilgesi (Şakyamuni)

            Siddhartha Gautama’nın aydınlanmaya ya da uyanışa erdikten sonraki adı.

 

Buda’nın yaşamı

 

Buda’nın yaşamına ilişkin hiçbir kesin tarih ve olay yoktur. Bu konuda vinaya ve sutta- pitakalar’daki dağınık bazı özyaşamsal veriler dışında, günümüze en yakın kaynak, Budist şair Aşvaghosa’nın buddha-carita’sıdır. (“Buda’nın yaşamı”, İ.S. I. yy.).

 

Çeşitli geleneksel kaynaklarda Gautama (Buda)’nın yaklaşık İ.Ö. 560-480 arasında yaşadığı belirtilir. Gautama, Himalayalar’ın eteklerindeki Lumbini ormanında doğdu. Babası Şuddhodana, Kapilavastu kentinin yöneticisiydi. Annesi Maha Maya, çocuğun doğumundan yedi gün sonra öldü. Gautama, sorunsuz bir çocukluk ve gençlik çağının ardından evlendi ve bir çocuğu oldu. Ama, çevresindeki acılardan etkilenerek 29 yaşında ailesini bıraktı ve çok sıkı bir çileye girdi.

 

Ne var ki, bu deneyden hiçbir manevi yarar elde edemedi. 523 mayıs ayında (Vesaha) bir dolunay günü Ganj’ın kollarından biri olan Nerancara’nın yakınındaki Uruvela’da bodhi ağacının dibinde oturmuş ve derin bir murakabeye dalmışken birdenbire aydınlandı, “Buda” oldu ve varolanların yasası anlamına gelen dharma’yı çevresindekilere açıklamaya başladı. ‘Dharma çarkının döndürülmesi üstüne söylev’ diye adlandırılan ilk konuşmasını Benares dolaylarındaki Mrigadaya denilen ormanda yaptı.

 

                                                                      

 

" Buda'nın çileci arkadaşları «Siz ki perhizi bozup nefsinizin isteklerine yenik düştünüz, nasıl olurda tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmış, en yüce gerçeğe ermiş olabilirsiniz?» diye sormuşlar.

 

Buda çilecilere, «iki aşırı tutum vardır, birincisi kendini isteklere, tutkulara hiç direnç göstermeden kapıp koyuvermek, yalnızca nefis hazlarının peşinde koşmak; ikincisi kendine gereksiz yere acı vermek, çilelere katlanmak, boşu boşuna nefsini körletmektir.» demiş. Sonra «Bir de benim bulduğum bu iki aşırı tutumun ortasındaki yol vardır. Ancak bu yoldan gidilirse insanın gözleri açılabilir, anlayışa ve dinginliğe, iç suskunluğa, iç görüye, gerçeklerin kavranmasına erişilebilir, Nirvana'ya götüren yol, işte bu orta yoldur, ben de bu yoldan yürüyerek tam ve aşılmaz aydınlanmaya eriştim.» diye eklemiş. Sözünü şöyle sürdürmüş:

 

«Bu yol, sekiz basamaklı yüce yoldur.. Sekiz basamağıysa: tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam davranış; doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam uyanıklıktır.»

 

«Kardeşlerim yaşamdaki en temel gerçek ıstıraptır (dukkha); doğum ıstırapla olur; yaşlanma ıstıraptır; hastalık, ölüm ıstıraptır; istemediğimiz, tiksindiğimiz şeylerden kurtulamamak, sevdiğimiz, istediğimiz şeylere sahip olamamam ya da onları yitirmek ıstıraptır. Kısacası benliğimizi, bireyliğimizi oluşturan beş kümede toplayabileceğimiz, yaşama dört elle sarılmamızın nedenleri ıstıraptır.

 

«Istırabın kaynağıysa insanı bir doğumdan ötekine sürükleyen istekler ve tutkulardır. Bu isteklerin, tutkuların peşinde gidenler bazen şunda, bazen bunda nefis hazlarında doyum ararlar, yaşama, kalıcı olmayan şeylere dört elle sarılmaksa duyumsuzluktan başka bir şey getirmez insana. «Kardeşlerim ıstıraptan kurtulmanın yoluysa istekleri, tutkuları yok etmektir. Ta ki insanın içinde hiç bir istek, hiç bir tutkuya yer kalmasın. Bu amaca götüren yola gelince bu yol sekiz basamaklı yüce yoldur. Bunlar da tam görüş; tam anlayış; doğru sözlülük; tam davranış; doğru yaşam biçimi; tam çaba, tam uygulama; tam bilinçlilik; tam uyanıklıktır.

 

«İşte kardeşlerim, ıstırap ıstırabın nedenleriyiz; ıstırabın yok edilmesi ve bu amaca eriştiren yol konusunda benim bulduğum dört yüce gerçek bunlardır.» [i]

 

Yavaş yavaş Buda’nın çevresinde bir cemaat (sangha) oluştu. Bundan sonraki yirmi yıl boyunca öğretisini yoğun biçimde Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Ganj havzasında yaydı. Cemaat muson mevsiminin üç ayını buradaki bir barınakta geçiriyor ve yılın geri kalan aylarında yöre yöre dolaşarak vaazlar veriyordu. Daha sonraki olaylar için kesin bir kronoloji yoktur. Bilindiği kadarıyla amca oğlu Devadatta ölümünden 8 yıl önce onu öldürmek için bir tertip düzenlemişti. Buda 80 yaşına bastığı gün Kuşinagra’da eceliyle öldü. Cesedi yakıldıktan sonra külleri 8 kişi arasında bölüşüldü ve stupalara kondu.

 

 

Buda’nın Öğretileri

 

Buda, kendisini görmeye gelen herkese -ki bunların çoğu tüccardı- yasayı (dharma) sanskritçe değil, kendi yerel dilleriyle (prakrita) öğretiyordu. Ona mal edilen ve ‘evam maya şrutam’ (duyduğuma göre) başlangıç cümlesiyle oradan oraya nakledilen öğretisi şu büyük başlıklar altında özetlenebilir: Atman (anatta) diye, yani benlik diye bir şey yoktur, insanoğlunun içinde metafizik bir gerçeklik, yok olmayacak herhangi bir şey yoktur. Bununla birlikte, eylemin (karman) etkisi sürdükçe her varlık doğum ve ölüm çevriminden (samsara) kurtulamaz. Yaşamak acı, hastalık ve ölümle belirlenen felaketten ayrı düşünülemez.

 

Bundan şu dört soylu gerçeğe varırız.:

1)     İnsan varlığı acılıdır;

2)     Bu acının kaynağı arzudur; ve ancak arzuyu yenmekle acının üstesinden gelinebilir; Arzuyu yenmek için de Sekiz Aşamalı Yolu izlemek gerekir: doğru görüş; doğru karar; doğru, gerçek ve iyi söz; doğru davranış; doğru iş; doğru çaba; doğru bellek ya da dikkat; temaşa (dört aşamalı: sevince dönen yalnızlık; iç huzuru getiren tefekkür; vücudumuzu mutluluğa kavuşturan yoğunlaşma; mutluluğa ve mutsuzluğa karşı ilgisizlikle ödüllendirilen temaşa.

3)     Varoluş koşullu üretim yasasına dayanır ve bu yasa gereğince, her koşul bir başka koşuldan, o başka koşul da kendisinden önceki koşullardan doğar. İlk koşul ya da durum bilgisizlik (avicca), son koşul ya da durum ise felakettir. (ölüm)

4)     Yaşamın son hedefi nibbanadır. (nirvana) Karma’nın ve dirilme zincirinin tükenmesinden sonra gelen nirvana durumu ‘üç mücevher’ ve ‘üç sığınak’ ile belirlenir.

 

Buda’ya sığınıyorum.

Yasaya sığınıyorum. (dharma)

Cemaate sığınıyorum. (sangha)

 

Bir söylentiye göre Buda ölüm döşeğinde şöyle demiştir:

‘Koşullu her şey geçicidir. Görevinizi canla başla yapmaya çalışın.’

 

İlk Konsiller

 

Barınaklarda toplandıkları muson dönemi dışında keşişler sürekli dolaşırdı.

İlk Budacı konsiller geleneğe saygı sorunu üzerinde duruyorlardı. İlk konsilin Buda’nın ölümünden hemen sonra Racagriha’da toplandığı sanılır. Daha sonra çeşitli cemaatler arasında gitgide büyüyen anlaşmazlıklar çıktı. İlk anlaşmazlık bilincin (citta) geçmiş ve gelecek durumlarının gerçekliği konusunda sarvastivadinler ile vibhacyavadinler (ilk theravadinler) arasında çıktı. Bu durumların gerçekliğini kabul eden sarvastivadinlerin görüşleri mahkum edildi.

 

Başlıca Budacı okullarından  - Theravada (sanskritçe sthaviravada) Hinayana adıyla da bilinen bu okul ‘Eskilerin Yolu’dur ve her cemaat üyesinin kendi çabasıyla nirvanaya ulaşabileceğini iddia eder. Arhat, yani yatkın insan, Buda’ya sığınabileceği gibi, yalnız dharma’ya uyarak nirvanaya varabilir. İ.Ö.5.yy.’da nirvanaya ulaşan Buda (Gautama) bunu doğrulayan örneklerden yalnızca biridir ve öğrettiği yasa ona özgü bir şey değildir.

 

Therevada’nın evrenbilimi ve ruhbilimi başlıca hindu görüşlerinden yaptığı alıntılar üzerine kurulmuştur. Bununla birlikte, yalnız insanoğlunun Buda olabileceğini gözönünde bulundurarak, insan varlığının bütün öbür varlık biçimleri arasında ayrıcalıklı bir yeri olduğunu ileri sürer.

 

Dhyana (Tefekkür), samapatti (Gerçekleşme)ve Samadhi (Yoğunlaşma), theravada okulunda içerik ve uygulama açısından, hindu yoga okullarına göre küçük bir farklılık gösterir. Chana ya da dhyana ahlaksal ve zihinsel arınmayı hedefler. Gerçekleştirmelerin amacı algılamanın ya da algılama yokluğunun da olmadığı bir duruma varmaktır. Yoğunlaşma sınırsız evrensel bilince ulaşmadır ve bu da koşulsuz mutlak bir durum (asamskrita) diye tanımlanan nirvanaya girişi sağlar.

 

BUDİZM'İN DOĞASI VE ÖĞRETİLERİ

Hıristiyanlığın Musevilikten doğmasından daha çok Budizm Hinduizmden doğmuştur. Hıristiyanlık İbrahimi monoteizminin Yahudi olmayanlara (Gentiles) yayılmasına aracılık etmiştir aynı şekilde Budizm de Vedaların hikmetinin tüm doğu Asya'ya yayılmasına aracılık etmiştir. Yine de Hıristiyanlık ve Budizm kendi alanlarındaki vahiylerde tamamen orijinaldir ve önceki vahiylerin geliştirilmesi veya adaptasyonu değildir.

Hristiyanlığın (Tanrı'ya "ruhta ve hakikatte" kulluk etmek adına) Musevi yasasından uzaklaşması gibi Budizm de (salt manevi kardeşlik adına) kastların formel kurumlaşmasından uzaklaşmıştır.

Açılış bölümünde açıklandığı gibi Theravada Budizm'inde En Yüce (veya "İlahi") Hakikat -Highest (or "Divine")- diğer çoğu dinde olduğu şekliyle Yüce Varlık (Kadir Tanrı) olarak değil fakat Yüce Makam -Supreme State- (Nirvana ) olarak tasavvur edilir. Nirvana kelime olarak "sönme" anlamına gelir ve tüm düşmüş, yozlaşmış, sonlu ve geçici olanın sönmesini ima eder. Budizm (bazı Mahayana akımları hariç) dünyayı bir tecelli (teophani) değil bir sürgün yeri olarak görür; ona sembol veya manevi dayanağın pozitif yönüyle değil bozulma ve ayartılmanın negatif yönünden bakar. Bu temel üzerinde Budizm'in karakteristiği pozitif gerçekliği negatif terimlerle ifade etmesidir: amaç Nirvana' nın (negativitenin reddi) mutlak, sonsuz ve mükemmel Hakikat olduğu gerçeğinin altını çizmektir. Aynı şekilde En Yüksek Hakikat Shunyatâ ("Boşluk"-Void) olarak ifade edilir bu, dünyanın geçici sözde-bolluğunun boş olduğunu söylemektir. Buda'nın lakaplarından birinin Shunyamûrti "Boşluğun Tezahürü" oluşu anlamlıdır. Bu isim Buda'nın Logos ve Avatara olarak rolünün açık bir işaretidir.

Budizm'de En Yüksek Hakikat'e farklı bağlamlarda Dharma ("Yasa"), Bodhi ("Uyanma", "Aydınlanma, Bilgi") ve Atma ("Benlik") şeklinde de işaret edilmektedir. En Yüksek Hakikat veya İlahi Hakikat -ve bu özelikle Mahayana Budizm'inde böyledir- Yüce Varlık (Supreme Being) olarak da görülür. 1

Yukarıdaki ifadeler En Yüksek Hakikatin öncelikle Yüce Makam (Nirvana ) veya Yüce Varlık (Dharmakâya veya Mahâvairochana) olarak görülmesi sebebiyle Budizm'in "ateist" (bir inanış ç.n.) olarak ifade edilmesinin hatalı oluşunun sebebini açıklar. Budizm tarafından (ister "Makam" ister "Varlık" olarak tasavvur edilsin) En Yüksek Hakikat, mutlak, sonsuz ve mükemmeldir ve bunlar ateizmin reddettiği aşkın kategorilerdir.

Aynı şekilde Budizm'in bir "din"den ziyade (kelimenin modern anlamında) bir "felsefe" olduğunu söylemek de hata olacaktır. Sağduyunun Budizm'in bir dinin tüm işaretlerine sahip olduğunu ve bir "felsefe" olmadığını söylemesi bir yana Budizm Rönesans sonrası "felsefelerine" benzememesi gibi basit bir nedenle bir dindir, çünkü insan yapımı değil kaynağı ilahi olan bir vahiydir.

Siddartha Gotama "aydınlanma"ya (bodhi) ulaşarak -ki Budizm'in ilahi inayet sağlayan vahyi ile eş anlama gelir- Buda ("Aydınlanmış Kişi") oldu. Buda aynı zamanda Shâkyamuni ("Shakya kabilesinin Bilgesi"), Shunyamûrti ("Boşluğun Tezahürü" veya "Batının Teşahhusu") ve Tathagata ("Böyle-Gitmiş" veya "Tamamen-Varmış" yani kendisi olmuş ve hali hazırda hem yol hem de Amacı "enkarne" eden kişidir) isimlerine de sahiptir. Buda Mahâkarunâ veya "Mükemmel Merhamet" olarak da bilinir.

Buda'nın önceki sayfalarda genel hatları çizilen hayat hikayesi Buda'nın kendisinin ifade ettiği şu sözlerle Budist dinin asıl öğreti yapısını sunar : "Ey müritler! Ben yalnızca iki şey öğretiyorum acı ve acıdan kurtuluş." Onun hayat hikayesi zahitlik (asceticism) ve nefse düşkünlük (self-indulgence) arasındaki altın araç demek olan onun "Orta Yol" (Sanskritçede madhyamâpratipad / Pali majjhima-pâtipadâ ) doktrininin arkaplanını verir.

Buda'nın temel öğretilerinden tümü onun ünlü İlk Vaazı, "Yasa Tekerinin Hareketine Yerleşme" (Dharmacharka Pravatana )'de verilmektedir ve bu öğretiler "Dört Yüce Gerçek" ve "Sekizkatlı Yol" olarak bilinmekte ve mukaddes sayılmaktadır.

Dört Yüce Gerçek (1) Acı çekme evrenseldir (2) Acı çekmenin sebebi tutku veya bencil arzu (trishnâ)dur. (3) Acı çekmekten kurtulmak arzunun yok edilmesidir. (4) Acının yok edilmesini başarmanın yolu Orta Yol'u, Sekizkatlı Yol'da tanımlanan tekniği izlemektir.

Sekizkatlı Yol:

bilgelik(prajna) bölümü: 1- Doğru görüşler (Doğru anlayış) 2- Doğru amaç

Ahlak (shila) bölümü: 3- Doğru söz 4- Doğru davranış 5-Doğru seçim

İdrak/tahakkuk (samadhi) bölümü: 6- Doğru çaba 7-Doğru dikkat 8-Doğru yoğunlaşma

Sekizkatlı Yol, üç bölümüyle -"bilgelik" , "idrak" (tahakkuk-realization ç.n.) ve "ahlak"- tüm dinlerde zorunlu olarak bulunan hakikat, ruhsal yol ve fazilet şeklindeki üç unsurun örneğini vermektedir.

Ahlak bölümünde "davranış" unsuru "Beş Emir" şeklinde bilinen gündelik kurallarda açıklanır.

Beş Emir:

1. Cana kıymaktan sakınma

2. Verilmeyeni almaktan sakınma

3. Tüm gayri-meşru cinsel eylemlerden sakınma

4. Yalan söylemekten sakınma

5. Sarhoşluk verici maddelerden sakınma

Hinduizmi bütünleyen Karma doktrini ("insanın ektiğini biçmesi") Budizm'de de bulunur. Karma, "karmik süreklilik", ve "reenkarnasyon" ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. s.101-103.

Hemen hemen her din gibi Budizm de insanlık tarihini tedrici fakat hızlanan bir yozlaşma olarak görür ve Buda'nın Maitreya-Buda olarak geri döneceği gelecekteki bir "dünyanın sonu"nu tasavvur eder. Hinduizm'de Kalki-Avatar formunda dünyanın sonuyla ilgili (apocalyptic) beklentinin benzeri Hıristiyanlık ve İslamiyet'te Mesih'in ikinci gelişi formunda görülür.

İlk Buda'nın (Âdi-Buddha) insanlığın kurtuluşu için Kendini pek çok kez tezahür ettirdiği söylenir. Buddhavamsa (Khuddaka Nikâya nın parçasıdır) "geyik mabedinde Yasa Tekerini döndüren" Âdi-Buddha'nın on tezahürünü sıralar, tezahürlerden sekizi geçmiştir, Gautama'yı müteakiben onuncu tezahür (Maitreya) bulunmaktadır.

Bu on Buda (Parantez içindeki Sanskritçeleriyle birlikte Pali dilindeki isimler) şu şekilde sıralanır:

Dhammadassin Siddhatta (Siddhârta)

Phussa Vipassi (Vipashyin)

Sikhî (Shikin)

Kakusanddha (Krakuchchanda)

Konâgamana (Kanakamuni)

Kassapa (Kâshyapa)

Gotama (Gautama) [tarihi Buda]

Metteya (Maitreya) [gelecek Buda]

Hinduizm'de Tanrı Vişnu'nun on temel Enkarnasyonu (Avatâralar) vardır. Hinduizm'e ve Budizm'e ait on Enkernasyon dizisi arasındaki belirli bir benzerlik göze çarpmaktadır. Enkernasyon dizisinde sondan ikincisi tam olarak Gautama Buddha ve son "apokaliptik" Enkarnasyon (Kalki veya Maitreya)dur.

Buda'nın bizatihi örneğini takiben Budist dininin nihai amacı samsâra' nın (dünya) başlangıç noktasından Nirvana'ya ("Kayıtlardan arilik" veya "İlahi Makam") -diğer bir deyişle izafiliğin başlangıç noktasından Mutlak'a- ulaşmaktır. Budist öğretisine göre Nirvana'nın idrakinin temel engelleri beş "bireylik sıfatı" (skandhalar)tır. Bunlar:

beden (rûpa)

duyumlar (vedanâ)

düşünceler (samjnâ)

arzular (samskâra)

bireysel bilinç (vijnâna)

Beş skandhalar insanların acının asıl kanağı olan (duhkha) üç kleshaya ("zerihler" veya "tutkular")a maruz kalmalarının sebebidir. Bunlar :

cehalet veya illüzyon (moha) domuzla temsil edilir

kıskançlık veya şehvet (lobha) horozla temsil edilir

öfke veya gurur (dvesha) yılanla temsil edilir

İllüzyon, şehvet, gurur ("dünya, beden, şeytan"): bunlar hepsi de birbirine indirgenebilen temel varoluşsal örtüler -veya ahlaki kötülükler-dir. Üç sembolik hayvan aldanan insanların görünürdeki umutsuz durumlarına bu şekilde işaretle genellikle birbirlerini yutarken tasvir edilir. Tek kurtuluş merhametli Buda ve onun vazettiği Yoldadır: Dört Yüce Gerçek ve Sekizkatlı Yol. Böylelikle kişi skandaları (egoizm) aşabilir ve kleshalar (tutkuları) yenebilir ve samsara'nın köleliğinden kurtulur. (Mahayana bodhisattva öğretisi ve "altı erdem" veya pâramitalar için bkz. s. 55 ve 61)

Manevi çaba ve Buda'nın lütfuyla itibari veya bilfiil Nirvana makamına ulaşan kişi arhat veya arhant (Sanskritçede "değerli kişi"), arahat (Pali), logan (Çince) veya rakan (Japonca) olarak bilinir. Bu terimler "aziz" diye tercüme edildiğinde anlam kaybına uğrayabilmektedir. En Yüksek Gerçeklik ile birliğin çeşitli derece ve tarzları vardır ve bu, Budizm'in tamamen izah ettiği birşeydir.

Nirvana Buda tarafından tahakkuk ettirilir ve bu St. Irenaeus'un ünlü vecizesini hatırlatır -tüm maneviyatlarda ve mistisizmlerde Logos'un merkezi rolünün kesin bir ifadesi : "Tanrı insan oldu ki insan Tanrı olabilsin" Budizm'in durumunda bu söz şu şekilde ifade edilebilir: Nirvana samsara oldu ki samsara Nirvana olabilsin.

Bu anlayış Frithjof Schuon'dan gelmektedir (bkz. The Unanimous Tradition, edited by Ranjit Fernando, Sri Lanka Institute of Traditional Studies: Colombo, 1991, s.22-23). Başka bir yerde Schuon şunları yazmaktadır:

Buda Amitabha'nın zikri kefaret (redemption) öğretisi üzerine kuruludur. Amitâbha Buda'nın Işığı ve Hayatıdır; Amitâbha'nın zikrinde talip (devotee)altından bir Merhamet halesine girer, İsmin mukaddes nurunda güvenlik bulur; mükemmel teslimiyetle ve mükemmel şükürle birlikte bu nura dalar. Amitâbha'nın ismi talibi Sukhâvatî'ye ("Batı Cenneti") doğru taşır. (Stations of Wisdom, London, 1961, p.144)

Bu, Arık Ülke okulunda merkezi bir rol oynayan Buda'nın "Asli Yemini"ne yapılmış bir göndermedir (bkz. s.63-65). Buddha isminin tekrarı Hinduizm'deki japa-yoga. Doğu Hıristiyanlığındaki "İsa Duası" ve İslam'daki zikrullah ("Tanrı'nın anılması") gibi diğer dinlerdeki manevi münacaat metotlarına tekabül eder. Budizm'deki manevi münacaat veya anma (Sanskritçe) Buddhânusmriti, (Çincede) nien-fo, (Japoncada) nembutsu olarak bilinmektedir.

İyi bilinen bir Budist öğreti de anâtmâ (Pali dilinde anattâ) "benliksizlik"tir. Bu öğreti, "varoluşun üç durumu"ndan (trilakshana) yani;

geçicilik (anitya)

acı (duhkha)

benliksizlik (anâtmâ) durumlarından biridir.

Anâtmâ öğretisinin genellikle zannedildiği gibi Âtmâ'nın reddi olmadığını anlamak önemlidir. Bizlere basitçe "üç zehir"e (yanılgı, şehvet, gurur) maruz kaldığı sürece mahlukatın Âtmâ dan yoksun olduğu söylenir. Aynı sebeple inayetin ifşa edilen yollarına şükran duyanlar yanılgı ve tutkunun üstesinden gelirler ve hakikaten kendilerini Âtmâ'ya yerleştirmişlerdir (veya yerleştirirler). Hıristiyanlık terimleriyle "Cennetin krallığı içinizdedir". Son öğretinin yanlış anlaşılmasının manevi zehirlerin en ölümcülü olduğunu hemen belirtelim. Günahkar nefsi Tanrısal ile eş kılmak "new age" (yeni çağ) ideolojisinin temel kusurudur.

Bilinen bir örnekte Buda genç bir kadını (anâtma "benlik olmama"nın sembolü) arayan bir grup insanla karşılaşır ve onlara : "Ne düşünüyorsunuz? Benliği arasanız daha iyi olmaz mıydı?" [attânam gaveseyyâtha] (Vinaya Pitaka, i, 23.) Buda, Benliğe/Self (Âtmâ) pek çok işarette bulunmuştur : "Benliği sığınağınız yapın." (Samyutta Nikaya, iii, 143.) "Sığınağınız Benliğiniz olsun." (Dîgha Nikâya, ii,120.) "Benlik", Âtmâ'nın, (ki gerçekte "İçkin Tanrı", nirvanik Gerçeklikle eş anlama gelir) Hinduizm ve diğer dinlerde olduğu gibi Budizm'de de merkezi bir yeri vardır.

Yine Digha-Nikâya (iii,84), Tathâgata'nın "Brahma olma" ve "Dhamma-olma" olduğu söylenir, ki bu ifadeler Tathâgata'nın (Buda) Âtmâ (Benlik) olduğu kadar Brahma(Yüce Uluhiyet), Dhamma'nın (Yasa veya Norm) muadili olduğunun altını açıkça çizmektedir.

Budist "benlik olmama" (anattâ) öğretisinin Musevi-Hıristiyan Metinlerinde de paraleli bulunmaktadır. Yalnızca Tanrı : "Ben Benim" diyebilir. Yalnızca Âtmâ tamamıyla ve doğru manada gerçektir. Mesih'in St. Catherine of Siena'ya bir rüyette: "Sen, sen değil Benim." dediği yazılıdır. St. Catherine'in kendisi : "Kendimi bulamıyorum; artık Tanrı'dan başka ben yok."demiştir. St. Paul, "Ben değil bende Mesih." dediğinde de aynı hakikati bildirmiştir. Budist öğretisi gibi Hıristiyan öğretisi de herşeyin yalnızca izafi gerçekliğinin Mutlak olmadığını açıkça ortaya koymuştur ve bu, manevi çaba için gerekli bir doktrinel giriştir.

İslam'da da benzer bir mana inancın "Tanrı'dan başka tanrı yoktur" şeklindeki ikrarında bulunur. Bazı İslam mistikleri veya Sufiler bu temel dogmayı Budist öğretisiyle tamamen uyumlu bir tarzda "Bir Hakikatten başka hakikat yoktur" şeklinde yorumlamaktadırlar ki bu "Benlikten başka benlik yoktur" sözüyle aynı anlama gelmektedir. Sufiler aynı zamanda düşük nefsin/lower soul (nefs) "yok olması"nın (fena) ve Tanrı'da "daimi"liğin (beka)gerekli oluşundan söz ederler. Budist manevi öğretisi düşük nefsin boşluğu (anattâ) üzerinde durur; yalnızca arhant (samsâra'nın üstesinden gelmiş ve Nirvâna'yı başarmış aziz) tamamen "uyanmış", tamamen "Dhamma-olmuş"tur.

Moliere'nin deyişlerine benzer şekilde doluluk ve yalnızca doluluk olduğu gibi boşluğun yalnızca boşluğun olduğunu da söyleyebiliriz: Dünyanın geçersiz doluluğu (samsâra) ve Issızlığın kutsal bir Boşluğu (Shûnyatâ) vardır; aynı zamanda günahkar nefsin beyhude boşluğu (anattâ) ve Benliğin kutsal Doluluğu (Âtmâ) da vardır.

Hıristiyanlığın köklerinin mahlukatta değil Halikte oluşu gibi Budizm'in de kökleri samsâra ("hayali", yanıltıcı)da değil farklı bağlamlarda Dharma ("Yasa", "Hakikat", "Norm"), Bodhi ("Aydınlanma", "Bilgi"), ve Âtmâ ("Benlik") şeklinde işaret olunan Nirvâna (Hak, Doğru)dadır.

Burada Budizm'de metafiziğin mevcut olduğunu söylememiz gerekir; Budizm bazen varsayıldığı gibi yalnızca bir metodoloji değildir. Onun metodunun tesiri öğretisinin hakikati üzerine kuruludur. Tersi durumunda hiçbir şey anlaşılamazdı. Sayfa 23'de ifade edildiği gibi Hinduizm ve Hıristiyanlık gibi Budizm de "enkarneci" (incarnationist) ve "ikonacı" (iconodulic)tir. Buda yalnızca -Yasa (dharma) Tekerini (chakra) döndüren" doktrini öğretmekle kalmaz aynı zamanda fiilen de Nirvana'yı zuhur ettirik/enkarne eder. Buda imajı -nın doğaüstü kaynağı- Budist maneviyatta derin ayinsel öneme sahiptir. Bu bağlantılar ışığında "Buda beşerüstü güzelliğin araçlarıyla da öğrettiği" söylenir.

Hıristiyanlıkta Logos doktrinine büyük önem verilir. Gerçekte Logos doktrini (ona verilen isim ne olursa olsun) her dinde merkezi bir yere sahiptir zira Logos insan ile Tanrı arasında vazgeçilmez bir bağdır.

Her dinde Kurucu Logos'un kişileşmiş halidir ve bu anlamdaki rolü her zaman sarihtir. Mesih : "Benim aracılığım haricinde hiçkimse Baba'ya gelemez" demişti. Muhammed : "İlkin Peygamberiyle karşılaşmayan hiç kimse Tanrı ile karşılaşmayacaktır." ve de : "Beni (peygamberi) gören Hakikati (Tanrı) görmüştür." demiştir. Budizm'de çarpıcı bir benzerlikle Buda : "Dhammayı gören beni görür ve beni gören Dhamma'yı görür." demişti. (Samyutta-Nikaya, iii, 120)

Logos ile tam manasıyla gerçekleşen bu özdeşleşme her Kurucunun (Peygamber veya Avatâra'nın) bu tip mutlak terimlerle konuşmasını sağlar ve bunu da gerektirir. Eğer öyle olmasaydı ne bir din sorunu ne de kurtuluş için herhangi bir imkan olurdu.

En temel dini bakış açısı iki temel gerçekliği yani Tanrı ve insanoğlu veya Halik ve mahluku tasavvur eder. Budizm'de birine tekabül eden çift Nirvana ve samsaradır. Bu iki gerçeklikten her birinde yine de bir ayırım yapılabilir. İnsanoğlu gözönüne alındığında onun beden ve nefsten oluştuğu ( biri cismani alem diğeri süptil veya psişik aleme aittir) açıktır. Tanrı gözönüne alındığında (veya Nirvanik Hakikat) tüm büyük dinlerin metafizikçilerine ve mistik teologlarına göre aşağıda şekilde ayırım yapılabilir:

(1) İlahi Cevher ("Varlık-ötesi"/Beyond-Being düzeyi) "Kişi-Ötesi" Tanrı

(2) Yaratıcı, Sürdüren ve Hükmeden olarak Tanrı "Kişisel" Tanrı

Böylece gerçekliğin dört düzeyine ulaşıyoruz: iki beşeri ve iki ilahi. En önemlisi iki İlahi ve iki salt beşeri düzey arasında bulunan Antik ve Ortaçağ filozof ve teologlarının Ruh (Spiritus veya Pneuma) veya Müdrike/Entelekt (Intellectus veya Nous) dedikleri düzey bulunmaktadır. Ruh veya Müdrike (Sanskritçede Buddhi), her ne kadar "yaratılmış" olsa da biçim-üstü ve "evrensel"dir. Ona, doğrudan "Nirvanik" veya İlahi olan tarafından temas edilir. Diğer taraftan nefs biçimsel ve "bireysel"dir. Müdrikemize ait olanlar bilincimiz ve adalet duygumuzdur. Herşeyin ötesinde Müdrike insanoğlunun Mutlağı idrak etmesi ve Hakikati bilmesini sağlayan melekedir. Onun -hayvanlardan farklı olan- yeteneğinin kaynağı olan objektivite onu sübjektivite içinde hapsolmaktan kurtarır. O, tanımı gereği beşeri bir durumdur.

"Müdrike"/Entelekt terimi, hayalgücü, hafıza, duyu ve irade ile birlikte nefsin (anima veya psişe) içeriklerinden biri olan "zihin" (diskürsif mantık melekesi) ile karıştırılmamalıdır.

Ruh veya Müdrike "meleki"/angelic" aleme, Platonik arketipler alemine aittir. Müdrike yalnızca, insanın oluşumundaki objektif veya "arketipal" unsuru destekler. Bu yüzden nefsin "ölçüsü"dür; nefs asla Müdrike'nin "ölçüsü" değildir. Ruh veya Müdrike aynı madalyonun iki yüzüdür, ilki Varlığa (veya tahakkuk'a) aitken ikincisi Hakikate (veya doktrine) aittir.

Bu arada modern psikologların Ruh ve nefsi anlamsızca birbirine karıştırmalarının ölümcül bir hata olduğu zira bunun Ruh'u "yok etmek" anlamına geldiğini ifade etmek belki de önemlidir. Mutlağın -ve objektivitenin- bu intikamla "yok edilmesi" din ve ruhsallık için yıkıcı sonuçları olmuştur.

Ruh veya Müdrike kavramı -veya gerçeği- olmadan Tanrı ve insan arasında muhtemel herhangi bir temas olamaz. Deistlerin bu tip bir durumda olduğu görülüyor. Tanrı "varlık" olarak yaratılmamış Logos iken Ruh veya Müdrike gerçekte yaratılmış Logos'a tekabül etmektedir. Böylelikle iki "Yüz"e sahip (yaratılmış ve yaratılmamış) Logos insan ve Tanrı arasında "köprü" kurar.

Yaratılmamış Logos Mutlak'ta izafınin (Yaratıcı olarak Tanrı) arketipidir ve yaratılmış logos izafi olanda (bu bir taraftan Hakikat ve Erdem, Sembol ve Takdis; diğer taraftan Avatâra, Tathagata, Kurtarıcı veya Peygamberdir) Mutlak'ın yansımasıdır.

Budizm'de gerçekliğin bu beş düzeyi üç "uknum"/hypostases veya Buda'nın "bedenler"i (trikâya) formunda görünür. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanır:

(1) İlahi Cevher "Varlık-Ötesi" (Beyond-Being) Dharmakaya ("evrensel beden") (2) Kişisel Tanrı (yaratılmamış Logos) "Varlık"/Being Sambhpgokâya ("saadet beden") ("Logos")

(3)Ruh veya Entelekt (yaratılmış Logos) SPIRITUS, İNTELLECTUS

(4) Nefs/Soul ANIMA Nirmânakâya (geçici beden)

(5) Beden CORPUS

1. Düzey, "Varlık-Ötesi" veya İlahi Cevher Mutlaktır. 2. düzey "Varlık" veya Kişisel Tanrı Mutlak'ın kendi kendine ilk tezahürüdür ve izafiyetin başlangıcıdır. Hindu terimleriyle bu Âtma ve Mâyâ arasındaki ilk ayırımdır. 3.4. ve 5. düzeyler birlikte mahlukatı, varoluşu veya tezahürü oluştururlar.

René Guénon'un metafizik terminolojisinde makrokozmik açıdan 3. düzeyin "biçim üstü tezahür" (Semavi veya meleki alem) olduğu söylenebilir. 2 ve 3. düzeyler birlikte "daha yüksel Mâyâ" olarak adlandırılmaktadır. Dünyada tezahür/teophany olarak görülen "yüksek Mâyâ"nın bir iması bulunmaktadır.

Makrokozmik açıdan 4 ve 5. düzeyler birlikte "biçimsel tezahür"ü ("dünya" veya samsara) oluşturur. Bu "düşük Mâyâ" -Tanrı'dan ayrılma veya sürgün anlamında dünya-dır.

Metafizik açıdan "düşük Maya" (samsara) beşeri veya ahlaki düzeyde illüzyondur, iğva kaynağıdır ve güçlü bir şekilde tuzağa düşürür. O, esaret altında tuttuğu kimseleri serbest bırakmakta gönülsüzdür. Tersine "yüksek Maya" -ihamla ve enteleksiyon ile olduğu kadar ilahi vahiy yoluyla da tefekkür edilebilinen ve ulaşılabilen- özgürleştirici ve kurtarıcıdır. Hıristiyan terminolojisinde Havva (Eva) ve Meryem (Mary) arasındaki farktır bu. Budizm'de de acı ve acıdan kurtuluştur. 1

Büyük dinlerin kurucuları Logos'un -2.ve 3. düzeyler- enkarnasyonudurlar.

1. Bkn.Frithjof Schuon'un Etudes Traditionnelles'deki "Les cinq Presences divines" makalesi (Paris) September-October 1962.

William Stoddart

Türkçesi : Anonim

( Bu yazı William Stoddart; "Outline Buddhism" Foundation for Traditional Studies, 1988, s.27- 39'daki "The Nature and the Teachings of Buddhism" bölümünden alınmıştır. )

                                           

Batılı Budist Birliği Dostları (BBBD) Hakkında Kısa Bilgi

BBBD, 1967’de Sangharakshita tarafından İngiltere’de kuruldu. Şimdi 80 yaşında olan Sangharakshita, Hıristiyan değil Budist olduğunu 16 yaşındayken fark etmişti. Sangharakshita, zamanının çoğunu Budist bir keşiş olarak geçirdiği doğuda (genelde Hindistan’da) 1944 – 1964 yılları arasında yaşadı ve temel Budist gelenekleri olan Theravada, Mahayana ve Vajrayana ile derin bir bağlantı içerisinde oldu. Zamanını içgörüsünü derinleştirmeye, kitaplar, makaleler ve şiirler yazmaya, konuşmalar yapmaya ve insanlarla arkadaşlık etmeye ayırdı. Sangharakshita’nın kurduğu Budist hareketi, ilhamını sadece şu veya bu ekolden değil, tüm Budist geleneğinden almıştır ve spiritüel dostluğun özgürleşme arayışındaki önemini vurgulamaktadır. Sangarakshita, Buda’nın öğretilerini modern dünyada yaşayan bizler için ulaşılabilir ve uygulanabilir kılmaya çalışmıştır. BBBD’nin merkezinde Batılı Budist Birliği (BBB) yer alır. BBB, Budist ilke ve değerlerinin gündelik yaşam ilişkilerine nasıl uygulanacağını öğrenmek için kesin bir spiritüel bağlılık geliştirmiş kişilerden oluşur. Günümüzde BBBD, aralarında Meksika, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa, Hindistan, Yeni Zellanda ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin de bulunduğu yirmiden fazla ülkede Budist merkezlerine sahip olan uluslararası bir Budist hareketidir.

Sangharakshita’dan Alıntı Sözler:

“Spiritüel yaşamın en önemli yönlerinden birisi, kişinin kendi eylemlerinin sonuçlarının farkında olmasının gerekliliğidir.”

“Gerçekleşmesi sizin elinizde olmayan bir şey için asla söz vermeyin. Bu demektir ki gerçekleşmesi için başka insanlara dayanmak zorunda kalacağınız bir şey için asla söz vermeyin.”

“Budala biri, bilge bir adamın bir yılda uygulayabileceğinden fazlasını bir günde tavsiye olarak verebilir.”

“Varoluşunuzu yararlı olarak haklı göstermek zorunda değilsiniz. Siz kendiniz varoluşunuzun gerekçesisiniz. Milyonlarca yıllık evrimin sonucunda sadece bir yazı makinesinin başında oturmak veya hesap tutmak için gelmediniz varlık alemine. Tüm bu sürecin gerekçesi sizsiniz. Siz kendi içinizde bir amaçsınız. Burada ne için bulunduğunuz konusunda aslında tüm söylenebilecek olan, insan yaşamının daha yüksek bir biçimine doğru gelişmek için bulunduğunuzdur. Öyleyse hiçbir şey yapmadan oturmaktan utanmayın. Ondan onur duyun. İşleri içsel bir doyum ve başarıdan kaynaklanan kendiliğindenlikle yapın. Yararlı olmak kadar dekoratif olmak da bir erdemdir.”

“Yeniliklere açık olmak, öğrenci için ve aslında herhangi bir şey öğrenmek isteyen herkes için ilk önkoşuldur. Bunun dışında her şey olabiliriz: Ahlaksız olabiliriz, aptal olabiliriz, kusurlarla dolu olabiliriz, kötü alışkanlıklarımıza dönüş yapabiliriz... Bir bakıma sorun değildir bu. Fakat spiritüel olarak yeniliklere açık olmalıyız; öğrenmeye istekli ve hazır olmak zorundayız. Bilmediğimiz gerçeğini bildiğimiz zaman her şey mümkündür.”

Budizm Hakkında Kısa Bilgi

Budizm; spiritüel bilgisizlik, kendimizi evrenin merkezi olarak görmeye derinden bağlılığımız ve hayata dar bir açıdan bakmamız nedeniyle yaşamımızda ortaya çıkan doyumsuzluğa veya acıya hitap eden bir yol veya yolculuk olarak tanımlanabilir. Budizmin nihai amacı zihni zamanla eğitip onu bencillik, nefret ve spiritül bilgisizlikten arındırarak acıya son vermektir. Budizmin tüm öğreti, içgörü ve yöntemleri, Aydınlanma veya Uyanışın gerçekleşmesi veya artması için tasarlanmıştır. Zaten ‘Buda’ kelimesi de ‘Uyanmış Olan’ anlamına gelir. Onun zamanında Buda sadece Buda olarak değil, aynı zamanda ‘Merhamet Sahibi’,  ‘Büyük Kahraman’ ve ‘Fatih’ örneği olarak biliniyordu. ‘Fatih’ti çünkü o içindeki sınırlı, koşullu varlığın tamamını fethetmişti. Buda, hayatının son 45 yılını Hindistan’ın kuzeyinde (şimdiki Nepal) köy köy, şehir şehir yayan gezerek düşük ve yüksek seviyedeki insanları aynı şekilde muhatap alarak onlara acıdan çıkışın yolunu öğretmiştir. O, tam bir Merhamet ve Bilgeliğe götüren bir yol öğretiyordu. Hintli bir bilge Budizmi şu şekilde özetlemiştir: “Kötülük yapmayı durdur, iyilik yapmayı öğren, kalbi arındır. Budizmin temel ilkesi budur.” Fakat öykünün devamında anlatıldığı üzere, bunu üç yaşındaki çocuk bile anlayabilir ama o kadar zordur ki 80’lik bir adam bunu uygulayamaz.

Hiçbir yazı/ resim  izinsiz olarak kullanılamaz!!  Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla  siteden alıntı yapılabilir.

The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90  05366063183 -Turkiye/Denizli 

 Ana Sayfa / İndexZiyaretçi Defteri /  E-MailKuantum FiziğiQuantum Teleportation-2

 Time Travel Technology /  Kuantum Teleportation / DuyuruUFO Technology / 

 Roket bilimi /CetinBAL/Astronomy