Time Travel Research Center
© 2005 Cetin BAL - GSM:+90
05366063183 - Turkey/Denizli
Atomun
Peşinde
İnsanoğlu,
yaşamını kolaylaştırmak,sorunlarını çözmek,siyaset yapmak, geçimini
sağlamak,çocuklarının eğitim ve öğretimini sağlamak,kültürlü olmak,dünyalı
olmak,vatandaş olmak, şiir yazmak,şiiri anlamak, kitap okumayı anlamak
için,turiste insan gibi bakmak için… düşünmek zorunda. Üstelik elini böğrüne
koyarak değil de,yakıp yıkarak değil de,Rodin’in heykelindeki gibi
yumruğunun üzerinde kafasını dayayıp yoğunlaştırarak.
Atomun peşinden gitmek, bir tarihsel düşünce avına çıkmak demek. Düşünce
avı, toplu ve tüfekli av değil; tarihin labirentlerinde bir yolculuğu
anlatmak istiyorum. O zaman felsefe ile atom düşüncesi sımsıkı birbirine
bağlı. İyi de felsefe daha kapsamlı;atom onun bir paragrafı. Öyleyse önce
felsefe.
Felsefe
Nedir?
Platon, “felsefe,merakla başlar”
der. Kant, “felsefenin işi kurallar
koymak değil,ortak aklın özel yargılarını çözmektir” der.
Whitehead da “felsefe nedir?” sorusunu
“Platon’un dip notlarıdır” diye yanıtlar.
Yanlış mı? Hayır. Doğru mu? Hayır. Eeee. Eksik…
Anlaşıldığı gibi biraz felsefe yapacağız! Bu yeni terminoloji: Felsefe
yapmak. Felsefe yapılır mı?Yazılır mı? Yoksa yaşanılır mı? Siz düşünün. Bir
şey daha. Bilim ve felsefe,insanoğlunun yaratıcı düşüncesinin,hem kendini
hem de doğayı açıklama biçiminin iki büyük küresi. Felsefe ve bilim
arasında bir anlaşmazlık bulunmadığını anlamak önemlidir.
Bryan Magee bilim ve felsefeye, sanatı
da ekliyor.
Size atomun öyküsünü anlatacağım. Bu öykünün yazarları,çok değişik
zamanlarda yaşamış, kimisi tarihçi kimisi bilimci bir çok insandır. Ben
onları iç içe yan yana getirdim. Sizi miniminnacık ama dehşetli geniş ve
derin bir dünyaya götüreceğim. Atom,bir tarihtir;bir felsefedir. Bir
çağa,20. yüzyıla adını vermiştir. Neredeyse 2500 yıldır insanoğlunun
kafasını meşgul etmiştir. Bu zamanda yolculuk sırasında atomun fiziğine ve
kimyasına da bakacağız tabi. Her yerde göreceğiz onu.
Aklımızla,bilincimizle. Kendimiz atomların bir bileşimiyiz sonuçta.
Toprak,ağaç,gül,sümbül, Ay,Güneş atomların bir bileşimi. Geçen yüzyılların
düşün ve bilim tarihinin eksen çalışması “atomun peşinde”ki büyük
yürüyüştür.
İnsanoğlu gözlerini bir ayağının dibine,toprağa bir de yukarıya gökyüzüne
diktiğinde beyninde sorular yankılandı. Gökyüzünde kuşların uçtuğunu
gördü;ama kendinin uçamayacağını düşündüğü için “topraktan geldik toprağa
döneceğiz” düşüncesine sımsıkı sarıldı. İyi de toprak neydi? Yeryüzü neydi?
Toprak ve bitkiler neden yapılmışlardı?
Size atomun öyküsünü anlatacağım. Öykünün tarihi çok eskilere dayanıyor.
Bilim tarihi,bilim adamlarının ödüllendirilmekten çok cezalandırıldığını
gösteriyor. İlginç olan şu: Tapılsa da asılsa da onların öykülerini
bilebiliyoruz.
ATOMUN PEŞİNDE
İnsan aklının atomu düşünebilmesi, insan düşüncesinde bir devrimdir. Çünkü
20. yy sonuna dek, atomları, bırakın çıplak gözle mikroskopla bile gören
olmadı. Atomu, aklımızla gördük. Düşüncenin mikroskopuyla gördük. Bugünkü
bilimsel serüven bir bakıma “atomun peşinde” koşmak değil mi? Hala
enerjinin,hızın peşinde koşmuyor muyuz? Bütün bunları bize atom ve atomaltı
parçacıklar sağlıyor ve sağlayacak.
***
Muhyiddinem dervişem
Hak yoluna girmişem
On sekiz bin alemi
Bir zerrede görmüşem
Muhyiddin Abdal
Atomlar
Richard P. Feynman (1918-1988) atomlar konusunda şöyle diyor:
“ Hepsinin aynı genel
yapıda olduğu görülüyor. Bir çekirdekleri ve bu çekirdek çevresinde
elektronları bulunuyor. Yalnızca hidrojen elementinin bazı atomlarında
nötron yok; çekirdek, yalnızca protondan ibaret. Hidrojen dışındaki
atomların çekirdeğinde protonlar ve nötronlar bulunur. Yıldızları görüyoruz,
atomları görüyoruz ve bunlar ışık yayıyor. Işık, foton denen enerji
paketçikleriyle tanımlanıyor. Yerçekimine gelince, eğer kuantum kuramı
doğruysa, kütleçekiminin de parçacık gibi davranan bir tür dalga olması
gerekir. Bu parçacıklara graviton diyoruz.
Bir de beta bozunması olayı var: Burada bir nötron, bir proton ile bir
elektron ve bir nötrinoya (daha doğrusu anti-nötrinoya, çünkü nötrino denen
başka bir parçacık da var) ayrışıyor. Bildiğimizi varsaydığımız
parçacıkların bir listesini çıkaralım:
Elektronlar, fotonlar, gravitonlar, nötrinolar; nötronlar, protonlar ve
bunların her birinin anti-parçacıkları var.
"Bilebildiğimiz kadarıyla, evrenin her yerinde gerçekleşen düşük enerjili
olaylar, yani bütün normal olgular, sıraladığım bu parçacıklarla
açıklanabiliyor. Orada burada yüksek enerji parçacıklarının yol açtığı bazı
istisnalar var, laboratuvarda da bazı "garip" şeyler yapmayı başardık. Bu
özel durumları saymazsak, bildiğimiz bütün olaylar bu parçacıkların etkileri
ve hareketleri ile açıklanabilir. Örneğin, hayatın kendisinin atomların
hareketleri ile açıklanabildiği, ilke olarak varsayılır; bu atomlar da
nötron, proton ve elektronlardan oluşmuştur. Hemen şunu eklemem gerekir ki
"ilke olarak " dediğim zaman kastettiğim şudur: her şeyi anlayabilirsek,
hayat olgusunu da anlamamız için fizikte keşfetmemiz gereken yeni bir şeye
gereksinim olmadığı kanısındayız. Bir başka örnek de yıldızların enerji
yaymasının (yıldız veya Güneş enerjisi) parçacıkların nükleer reaksiyonları
yoluyla açıklanabileceği varsayımıdır.
Bugün bilebildiğimiz kadarıyla, atomların davranış biçimleriyle ilgili her
türlü ayrıntı bu atom modeliyle kesin bir şekilde açıklanabilmektedir. Hatta
şunu söyleyebilirim: Bugün bildiğimiz bütün olgular arasında, bu yolla
açıklanamayacağından emin olduğumuz veya derin bir sır içeren hiçbir olay
olmadığını sanıyorum."
R. Feynman
(1965 Nobel Fizik)
***
Biraz Tarih ya
da Şovenizm
Markaralı Yahya Bin
Nevi ve Atomun Parçalanması
Markaralı Yahya bin Nevi, Netaic ül-fünun ve Muhasır ül- Mehasın ül- mütun
adlı eserlerinde, atomun parçalanabileceğini şu ifadelerle
savunmuştur(1598):
“Esasında kesilerek kesilerek,
kırılarak akıldan veya hayalden dahi olsa bölünemeyecek olan şey atomdur.
Halbuki atom uzayda yer kaplar, hareket eder, sağı solu vardır. O halde iki
yanı var demektir. İki yanı olan şey ise bölünebilir .”
Lütfen bu satırları bir kere daha okuyun. Buradan ne çıkar diyeceksiniz?
Bakınız Lütfi Göker
ne sonuç çıkarıyor:
“Böylece, İngiliz fizikçi ve kimya bilgini Dalton’dan 200 yıl kadar önceleri
atomun paraçalanabileceği konularındaki bilgilerini açıklamış. Netice olarak
da Batı’da atomun parçalanması konuları ile ilgili araştırmalara hız
vermiştir.”(Fen Bilimleri Tarihi ve Türk-İslam Bilginlerinin Yeri,
İstanbul,1998, s: 296) Atış serbest! Lütfen bir daha okuyalım: "Netice
olarak Batıdaki atomun parçalanması konuları ile ilgili araştırmalara hız
vermiştir." Tanrım! Keşke böyle olsaydı!
***
Gözlemevini 700 Yıl Önce Kurduk,Sonra Neden yıktık?
Avrupa’da ilk rasathanenin(gözlemevinin) 1576 yılında kurulduğunu belirten
Lütfi Göker şöyle devam ediyor: “
1576 yılından 700 yıl kadar önceleri Bağdat,Şam,Meraga,Semerkant ve
İstanbul’da günümüz rasathane kavramına uygun rasathaneler faaliyet halinde
idi.” Bu görüş doğru. Şimdi yazarımız bu üstünlük duygusu ile bakın ne
diyor: “Burada okuyucunun aklına şöyle bir sorunun gelmesi muhtemeldir:
Rasathane kurma çalışmalarının Avrupa’da 16. yy sonlarına kadar geç
başlamasının sebepleri nelerdir?” Güler misin,ağlar mısın. Lütfi Bey’in bu
eserin okuyan insanın aklına bu sorudan şu soru gelir “muhtemelen”: “Yahu
Türk-İslam dünyası,bilim ve teknolojide bir zamanlar bu kadar ileri iken
Batı kendisini nasıl sollamıştır? Ve biz “hayırsız,bilgisiz evlatlar” hangi
yüzle yan yatıp o geçmişle övünmekle yetinebiliriz?”
***
El-Kindi ve
Görelilik Kuramı
“El-Kindi birçok eserinde teorik ve pratik fizik konularına değinmiştir.
El-Kindi ve Einstein’in ortaya koydukları rölütiviteleri temelde aynı
felsefi esasa dayanır. Ve benzeri paralel bilgileri ifade eder. El-kindi
rölativite teorisinin temel esaslarını,Einstein’den 1100 kadar önce ortaya
koymuştur. Ancak Einstein’in görüşü 20. Yy’ın bilimsel gelişimi içinde ifade
edilerek daha matematiksel ve fiziksel bir karakter taşır.”
El-Kindi’nin 9. yy’da yaşadığını belirterek kurulan ilişkinin dehşetli
boyutuna dikkat çekmekle yetiniyorum.
***
Size atomu anlatacağım. O küçücük, miniminnacık evreni tanıtacağım. Atom,
geride bıraktığımız koca yüzyıla bile damgasını vuran bir parçacık ve bir
kavram. Atomu bulan kim? Bu soru anlamsız. Çünkü eski yüzyıllarda “atomu
bulan” değil “düşünen” insan vardı. Kum taneciği de okyanus da, bitkiler de
hayvanlar da atomlardan oluşuyor. Hiç düşündünüz mü,bundan yüzyıllarca önce
insanlar nasıl olup da atomun varlığını hissetmiş ve savunmuştur? Yine aynı
ilginçlikte bir soru daha: Bundan yüzyıllarca önce insanlar nasıl olup da
atomun varlığını yadsımıştır?
Güneş Ülkesindeki Bilge Bereketi.Her Şeyin
Anası
Anadolu, doğa filozofları döneminde İÖ 600-545 arasında o zamanki dünyanın
en önde gelen kültür merkeziydi. Dünyanın kültür önderliği, artık Mısır’dan
ve Mezopotamya’dan Batı Anadolu kentlerine geçmişti. Yunanlıların en
becerikli boyu olan İyonyalılar, on iki işlek ve parlak kent kurmuşlardı.
Asya’nın içlerinden gelen kervan yolları bu kentlerde sona eriyor ve
buralara akan mallar gemilere yüklenip daha batıya gönderiliyordu. “Bu mal
akımının yanısıra Doğudaki uygarlıklardan kopup gelen pek çok buluş, bilgi
ve öğreti de,yine bu yolla Yunanlılara ulaşıyordu. Andığımız on iki kentten
en güneyde olanı Miletos,çok önemli bir ticaret limanı ve belki de o zamanki
Yunan dünyasının en zengin kentiydi. İçinde çeşitli ırkların,dillerin ve
dinlerin kaynaştığı bu kent,Yunan ve aynı zamanda Batı bilim ve felsefesinin
en büyük kaynağıdır.”(İlkçağ Felsefesi, s: 191-192)
Doğa filozofları cinlerden, perilerden ve dinsel inanışlardan sıyrılmış
olarak, doğa olaylarını açıklamaya yönelmişler; özgür bir düşünce yöntemi
ile yorumlamışlar ve bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardır.
İon kentleri yepyeni bir dünya görüşü yarattı. Homeros destanları ile
Hesiedos' un Theogonia' sındaki din, bir mitoloji konusuydu. Tanrılar,
insanlardan farksız bir yaşam sürdürüyorlar; onlar da kızıyor, kıskanıyor,
çapkınlık yapıyor, korkuyor, aldatıyor, aldanıyor ve yanılıyordu. Onların
insanlardan biricik ayrıcalığı, ölümsüz oluşlarıydı. Tanrılar güçlüydü,
ancak bu güçleri sınırlıydı. Baş tanrı Zeus' un bile her istediği olmuyordu.
Bu inanç özgür düşüncenin bir başka görüntüsüydü. Anadolu Perslerin işgali
süresince (İÖ 545-333) önderlik durumunu yitirdi ancak Hellenistik dönem
boyunca (İÖ 333-30) o zamanki dünyanın başlıca kültür merkezlerini
bünyesinde barındırdı. O yüzyıllarda yeryüzünün en bayındır kentleri
arasında Bergama,Milet,Maander Magnesiası, Priene,Efes, Teos ön sırada yer
alıyorlardı. Bu dönemin Anadolu mimarlığı, Roma yapı sanatını büyük ölçüde
etkilemiştir
Soyut düşünme ve akla başvurma konusunda Yunanlılar büyük bir ilerleme
göstermişti. Bu düşünürlerin önemli bir kesimi Anadolu’da yaşamaştır.
Karialı Hexamyes' in ( Sisam' ın ileri gelenlerindendi) oğlu Thales, İ.Ö. 28
Mayıs 585 tarihinde olan Güneş tutulmasını önceden hesaplayarak haber verdi.
Bu, bir doğa olayının oluşmasından önce hesaplanmasının tarihteki ilk
örneğidir. Gölgelerinden piramitlerin yüksekliğini hesapladı. Thales, insan
varlığının kökenine, varoluşuna ilişkin konularda geleneksel kavramların
etkisinden kurtulabilmiş, kafasını, kurduğu değişik kuramların eleştirel
incelemesinde kullanmış bilinen ilk düşünürdür.Thales, Miletosluydu.Bu
dönemin Miletos' lu iki büyük doğa filozofu daha vardır: Anaximandros (575
sıraları; yıl ile mevsimlerin uzunluğunu belirledi; öğelerin yapıldığı ilk
belirsiz maddenin “sınırsızlığı” önermesini dile getirdi; uygulamada daha
zeki ve becerikli olduğunu kanıtladı: Güneş saatini ve yeryüzünün haritasını
yaptı) ve Anaximenes (550 sıraları) idi. Maddenin bölünemeyen en küçük
parçası demek olan atom sözcüğü ilk kez Miletos' da kullanıldı. Aynı
yüzyıldaSisam ' (Samos)lı Pythagoras (580-500), Kolophon ' lu Xenohanes (540
sıraları) ve özellikle büyük filozof Efes ' li Herakleitos ( 500 sıraları)
özgür düşüncenin öteki temsilcileri idi. İstanköy' lü Hippokrates, tıp
mesleğinin kurucusu, daha sonraları (460 sıraları) hastalığın gerçek
nedenlerini, aynı özgür düşüncelerle araştırdı ve modern tıbbın kurucusu
oldu. Kilit ve anahtarı bulan Teodorus da bunlar arasında.
Çok ilginç bir ayrıntıya değinmek gerek. İyonyadaki bu uyanma,aydınlanma
çağı Çin’de ve Hindistan’da da düşüncenin parladığı bir dönemdir.
İÖ 6. yüzyıl yalnız İyonyalı bilim adamlarını değil, aynı zamanda Afrika
kıtasının denizden çepeçevre dolaşımını sağlamış bulunan Mısır Firavunu
Necho'nun, İran'da din adamı Zerdüşt'ün, Hindistan'da Çaynacılığın kurucusu
Mahavira(olasılıkla İÖ 599-527) ve Budda'nın(olasılıkla İÖ 563-483) yaşadığı
dönemdir. Çin'de de Lao-Tse' nin(olasılıkla İÖ 609-517) de bir kuşak sonra
onu izleyen Konfüçyus’ün dönemidir. Bu faaliyetlerin birbirinden tümüyle
ayrı ve bağlantısız oldukları düşünülemez. Dolaysıyla, İÖ 5000'de
Mezopotamya’da yerel nitelikte başlayan uygarlığın, İÖ 500'lere
gelindiğinde, giderek global bir nitelik almaya başladığı ve merkezden
çevreye doğru genişlediği görülüyor.(Oral Sander, s: 28 ve Türkiye’nin
Tarihi, S. Lloyd s: 87, İlkçağ Felsefesi, s:186))
Matematik ve fizik ayırımını biz iyi biliyoruz. Ama Eski Yunanda bunlar
bilinmiyordu. “ Bu ayırım ancak İsa’dan sonraki 5. yy’ın başlarında
gerçekleşmeye başladı. Kendi çalışmalarını matematik ve fizik olarak iki
farklı yönde geliştiren Pythagoras’ın böylelikle bu alanda öncülük ettiği
söylenebilir Matematikle ilgili olarak burada değinmek sitediğim tek şey
Pythagoras’ın çalışmalarından yola çıkarak varılan irrasyonel sayılar
konusudur. Bunu, Pythagoras’ın kendisi bulmamıştır. Dik açılı üçgelir
konusunda Pythagoras’ın karşısında bir sorun çıkmıştı. Pythagoras,
hipotenüsün karesinin iki birim oluduğunu iuleres sürmekteydi ve dolaysıyla
hipotenüs bugün bizim kök 2 olarak adnaldırdığımz şey oluyordu.Peki ama bu
neydi? Kök 2 ölçülebilirdi; ama hesaplanabilir miydi? Pythagoras’ın
öğrencilerinden biri(kim olduğunu bilmiyoruz) kök 2 için bir sayı
bulunamayacağını,zira düşünelecek hiçbir sayının tam anlamıyla uygun
olmadığını ileri sürmüştü. Yunanlıların sayıları bizimkilerden farklı olduğu
için 1.414 ya da benzeri bir sayı yazamazlardı. Ortada onları şaşırtan bir
durum vardı: Dünya yüzündeki en mantıklı şey olması gereken sayılar tam
sayılar ya da bunların kesirleri ile tanımlanamaması evrenin düzenine ters
düşüyordu. Bilinen mantık kurallarına uymayan bu ve benzeri çelişkiler Yunan
felsegfesinin matematiksel bölümünün içinde önemli bir yer tutar.tam
sayıların yanısıra irrasyonel sayıların,bir takım köklerin ve ? gibi soyut
kavramların da bulunması Yunanlı matematikçiler için sürekli bir sıkıntı
kaynağı oluşturmaktaydı. Bu sorundan kaçabilmek için buldukları yol ise
sayıları tümüyle bir yana bırakıp bunun yerine, mantıksal çelişkiler
içermeyen geometrikkavramlarla uğraşmak olmuştu.
Diğer
yandan Euclid’in ortaya koyduğu gibi çizgilerin belirtilmemiş
uzunluklarından büyük uğraş gerektiren mantıksal sonuçlar çıkarılmas da
olanaksız değildi. Burada Yunan matematiğine fazla yer vermeyi düşünmediğim
için bunları bir yana bırakıp Pythagoras’ın matematikle ilgili olarak fizik
ve felsefe alanlarında birbirinden tümüyle farklı iki önemli gelişmeye
yolaçan çalışmalarına değinmek isitiyorum. Aslına bakılırsa Pythagoras’ın
yaptığı şey ilke olarak evreni matematiksel yoldan tanımlamaktı. Buna iki
yönlü olarak bakabiliriz: Var olan tek gerçek sayılardır ve bunun dışında
kalan evren düşü ürünüdür; ya da sayılar gerçek şeylere karışılık gelir.
Örneğin nelere? Bu konudaü ortaya atılan ilkg örüş Güney İtalya’da yaşayan
Elealı Parmenides’e aittir. çok katı ve tutucu görüşlere sahip olan bu
düşünür dünyanın kusursuz bir küre olduğunu ve bunun aksini düşündürten tüm
belirtilerin yanlıgıdan kaynaklandığını ileri sürüyordu. Parmenides’e göre
evrende bu denli bir karmaşıklık varken gerçketn güvinelebilecek tek şey
birin bir olduğuydu. Bu fazlasıyla basit bir teori gibi görünse de
matematikçilerin büyük ilgisini çeken görüşlerin doğmasına yol açmıştı.
İyonya İÖ 5. yy’ın başlangıcında Dara Yavahuş’un (Dara’nın) egemenliğine
girinceye dek,kültürel yönden Helen dünyasının en önemli bölgesi olarak
kaldı.
İzmir yöresinde ve Sakız Adası’nda yaşadığı sanılan Homeros‘un (İÖ 8. yy)
destanlarında ,Yunanlılar, Akdeniz’in bir kara kuşağı ile çevrelenmiş
olduğuna ve bunun etrafında ise sınırsız bir okyanus bulunduğuna
inanıyorlardı. Herşeyin başka bir şeyden doğduğu konusunda ilk sözedenler,İÖ
6.yy’da yaşayan İyonyalı filozoflar olmuştur. İyonya,bizim Ege bölgesi ve
adalar demeye geliyor.
İlk doğa filozoflarının yetiştiği kent Miletos (Palatia/Balat):Söke-Didim
karayolu ile Akköy kavşağına varıyorsunuz. Balat köyüne varmak için 5 km
var. Bir zamanların liman kenti. İyon göçü, 3 bin yıl önce Atina Kralı
Kodros’un oğlu Neleus önderliğinde gerçekleşiyor. Özellikle İÖ 7. ve 6.
yy’da kurduğu 30 kadar koloni kentinin denizaşırı ticaretiyle geçinen
Miletos, İS 4. yy’dan itibaren nehrin getirdiği alüvyonların denizi
doldurmasıyla liman özelliğini yitirmiştir.Büyük İngiliz matematikçisi ve
düşünürü B.Russell, “Miletos okulu başardıkları açısından değil,
giriştikleri açısından önemlidir” der. İlkel düşüncede toplum ve doğa bir ya
da karışıktı. Thales ve Anaksimandros, doğayı toplumdan ayırdılar. Hemen
hemen aynı zamanlarda yaşayan Solon (öl:559) da toplumu doğadan ayarırak
inceledi. Miletos, zengin bir ticaret kentiydi. Pek çok ulus ya da inanç
burada kaynaştığı için ilkel önyargılar boş inanlar yumşamıştı.
Miletos, Thales,Anaksimenes,Anaksimandros,Leukippos gibi doğa
filozoflarının,tarihçi Hekataios ve kent plancısı Hippodammos’un yurduydu.
Miletos,ayrıca Pers işgali ve Büyük İskender’in seferi sırasındaki
direnişiyle de ün yapmıştır. Ayasofya’nın mimarlarından biri olan İsidoros
Miletosludur.Thales, Anaximandros ve Anaximenes’in düşünceleri,bilimsel
varsayımlar sayılabilir. “Bu düşünürlerin sorduğu yerinde soruların gücü ve
derinliği daha sonraki araştırmacılara esin kaynağı olmuştur. Grek
felsefesinde,Güney İtalya’daki Grek kentleriyle çağrıştırılan bir sonraki
dönem,daha dinsel,özellikle daha Orpheosçu ve kimi bakımdan daha ilginçtir.
Başarısı saygı uyandırır. Ancak özce Miletosluların felsefesinden daha az
bilimseldir.”
İlk Öğeler ya da İlk Elementler
Atomun peşinde giderken ve düşünürken hep “her şeyin aslı nedir?” sorusu
yanıtlanmaya çalışılmıştır. Çevremizdeki maddelere bakalım. Bütün bunları
daha doğurgan bir ilk ilkeye dayandırabilir miyiz? Evet öğrendiğimize göre
felsefenin ilk büyük sorusu da buydu. Bu sorunun yanıtı düşünülürken bir öğe
kabulüne karşın bir çok tanrı kabul edilmesi ilginç. Bizim başlıca ilgi
alanımız tanrı değil de öğe (element,tohum) sorunu. Evet şimdi bu
“elementleri” kimlerin ve hangi gerekçelerle ortaya attığını sizinle
paylaşmak istiyorum. Önce konuyu özetlemem gerekiyor.
Her şeyin bir “unsur”dan oluştuğunu savunan düşünürler ve görüşleri şöyle:
Her şeyin aslı,her şeyi doğuran öğe “su”dur. Bu görüşü İÖ 6. yy’da
Miletos’ta yetişen Thales savunmuştur.
Her şeyin aslı, her şeyi doğuran öğe “hava” dır. Bu görüşü yine İÖ 6. yy’da
Miletos’ta yetişen Anaksimenes ileri sürmüştür.
Her şeyin yaratıcısı,doğurucusu,değiştiricisi “ateştir”. Bu görüşü de Thales
ve Anaksimes’e göre daha genç olan Efesli Herakleitos savunmuştur.
İzmir yarımadasında Örenşehir(“Kolophon”) doğumlu gezgin ozan Ksenophanes de
tek bir unsur tanıyordu; o da topraktı.
Sicilyalı Empedokles,bütün bunları birleştirdi ve “dört öğe” kuramı diye
bilinen “hava,su,toprak,ateş” öğelerini “ana unsur” olarak gösterdi. Bu
görüş, hemen hemen 17. yy’daki bilimsel devrime kadar doğa felsefesinin
temel düşüncesi olan görüşü geliştirdi. Bu sentez, İÖ 5. yy’da yapıldı.
Bu arada Elea okulundan Parmenides ve öğrencisi Zenon,İÖ 5.yy’da evrende
“boşluk” diye bir şeyin olmadığı ve aslında “hareket” in de
olmadığı,duyularımızın,algılarımızın bizi aldattığı görüşünü savundu. Bunlar
öyle basitçe burun kıvırılacak düşünceler değildir ve gerçekten keskin
zekalardan saçılan kıvılcımlardır. Göreceksiniz.
Sonra atomcular: İÖ 5. yy ortalarında Abdera’da Leukippos tarafından bu okul
kuruluyor.Bu okul,Demokrit tarafından sürdürülüyor. Atomcular atomu ve
atomun hareketinin sağlanabilmesi için “boşluğu” savunuyorlar. Epukiros ve
Lucretius,Roma dünyasında atomcu görüşü yaşatmaya çalışıyorlar. İşte
sınırlarını çizdiğimiz görüşler ve filozoflarımız şimdilik bu kadar. Şimdi
şu basit soruyla işe başlayalım: Thales, acaba hangi gerekçelerle “her şeyin
aslının su olduğunu” söylemiştir?
Miletoslu Doğa
Filozofları
Konumuz açısından üç doğa filozofumuzu mutlaka incelemeliyiz: Thales,
Anaksimandros ve Anaximenes. Onları incelemeden önce okuruma birkaç söz
söylemek istiyorum. Aşağıdaki görüşleri anlatırken ve belgelemeye
çalışırken,benim ne anladığımı size anlatma çabası güdüyorum. İlk Çağ
araştırmacısı filan değilim. İlk Çağ’da insanlar ne demişler ve demelerinin
o zamanki doğa olgularıyla açıklamasını sunmak istiorum.
.
Filozoflar Ne İş
Yapar?
Filozofluk,bilgelik ya da bilim adamlığı,sanıldığı kadar kolay bir uğraş
değildir. Örneğin ülkemizde bir bilim adamı ile bir devlet yetkilisi
kıyaslandığında devlet yetkilisi daha önemli ve daha değerlidir. 2001
yılında Türkiye’de Üniversite rektörlerinin isteği maaşlarının general
maaşına eşit olmasıydı. Generali küçümsemeyelim;ama bilimi adamlığını da
küçümsemeyelim. Şimdi bu konuyla ilgili iki filozoftan iki anı aktaracağım.
Filozoflarımız Mevlana ve
Thales. Önce anlatılması gereken
Mevlana’nınki.
Bir köylü eşeğinin sırtına bir heybe yüklüyor. Eşeğin sırtından iki yana
sarkan heybenin bir gözüne buğday öteki gözüne de taş koyuyor ki heybe
eşeğin sırtında dengeli dursun. Köylü,eşeği yularından tutup yolunda
giderken bir adama rastlıyor. Adamın elinde asa;saçı sakalı da birbirine
karışmış,yorgun bir yüz ve dökülen bir giysi…Karşılaşan iki ölümlü,
hoşbeşten ederken adamın gözü heybenin gözlerine takılıyor. Bir gözde
buğday,ötekinde taş.
“Köylü kardeş” diyor çok içten bir sesle “ Sen yanlış yapıyorsun;eşeğe de
eziyet ediyorsun.”
Şaşıran köylü “Niye eşeğe eziyet ediyor muşum ki?” diye soruyor.
“Bak” diyor adam” Heybenin iki gözünü dengelemek için birini taşla
doldurmuşsun. Oysa taşları atarak heybenin bir gözüne koyduğun buğdayı iki
göze paylaştırırsan eşeğin yükünü de hafifletebilirsin.”
Köylünün şaşkınlığı artıyor. “Doğru. Ben bunu nasıl düşünemedim. Peki bre
adam sen ne iş yaparsın?”
Adam: “Ben filozofum.”
Köylü: “Yani?”
Adam: “ Ben insanlara akıl veririm. Dünyanın oluşumunu ve gelişimini
açıklarım…” diyor.
Köylü, belli ki aradığı yanıtı alamamıştır. Adamı bir aşağıdan yukarı bir de
yukarıdan aşağı süzdükten sonra:“Haa öyle mi “ diyor “ Senin herkese
verdiğin aklın bir faydası olsaydı,önce sana olurdu. Üstüne başına bak…”
diyor ve filozofun önerisini yerine getirmeden eşeğini sürüp gidiyor. Bunu
13. yy’da,Mevlana anlatıyor.
Şimdi vereceğim örnek ise daha eski yüzyılların bilgesi, yazılı tarihin
bilgileriyle tanıdığımız ilk bilge Thales’le ilgili. Tarih boyunca
filozofların,bilgelerin ya da bilim adamlarının
yadırgandığı,dışlandığı,yakıldığı, katledildiği çok bilinen örneklerdir.
“Senin aklının bir faydası olsaydı önce kendine olurdu” düşüncesi çok
eskidir.
Her şeyin sudan doğduğu anlatımı bilimsel varsayım sayılmalıdır ve hiç de
aptalca değildir.Grekler,varsayımlarında aceleciydi. Thales hakkındaki
bilgimiz yeterli değil. Ama Thalesin bilim de felsefesi de kabaca, fakat
düşünce ve özlemi uyarıcı türdendi. Onun hakkında Aristoteles ilginç bir
olay anlatır.
Thales’in durumu günümüz bilim adamlarının durumunu andırıyordu. Çünkü
Thales’in durumu felsefenin hiçbir işe yaramadığını gösteren bir yoksulluk”
içindeydi. Ama Thales bunu kendine yediremiyor. Öyküye göre,yıldız falına
bakmış. Bir sonraki yılın zeytin ürünün bol olacağını belirtmiş. Böylece
parası az olduğundan Chios ve Miletos’taki zeytin basacaklarını (preslerin)
kullanmak için pay vermiş. Kendisine kimse karşı çıkmadığından pey vermiş.
Böylece basacakları ucuza kiralamış. Zeytin toplama zamanı gelip,herkese
basacak gerektiğinde,Thales bu satıştan çok para kazanmış “Böylce
Dünyaya,filozofların isterlerse kolayca zengin olabileciğini fakat onların
tutkularının başka türden olduğunu göstermiş”ÇevresindekilerThales’le alay
ediyorlardı. Astronomi bilgisine dayanarak Miletos’ta zeytinin bir sonraki
yıl çok olacağını hesaplayarak zeytin preslerini kiraladı ve vakti
geldiğinde presleri gereksinimi olanlara istediği fiyattan verdi.( Böylece
zengin oldu. Sonra bunu halka açıkladı. Aristoteles şöyle der:”Thales,böylece,
dünyaya,filozofların isterlerse zengin olabileceklerini,ama tutkularının
başka türden olması nedeniyle yoksulluğu yeğlediklerini de göstermiştir.”
Kaynakça
1. Ağaoğlu,Mehmet Ali;
Kent Devletinden İmparatorluğa, İmge Kitabevi,Mart-2000
2. Akurgal,Ekrem;
Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınlar AŞ-1995
3. Bernal,John Desmond;
ModernÇağ Öncesi Fizik,Çeviren:Deniz Yurtören,TÜBİTAK Yayınları-1995
4. Hançerlioğlu,Orhan;
Düşünce Tarihi Remzi Kitabevi Yayınları-1995
5. Magee,Bryan;
Felsefenin Öyküsü,Çeviren: Bahadır Sina Şener,Dost Kitabevi Yayınları-1998
6. Umar,Bilge;İlkaçağda
Türkiye Halkı,İnkılap Yayınları-1999
7. Russel,Bertrand;
Batı Felsefesi Tarihi(1961),Çeviren Muammer Sencer, Say Yayınları -1997
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)/
Astronomy