|
Zaman Yolculuğunu
Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183
-Turkey/Denizli |
Çekirdeğin Özellikleri |
Çekirdek Tepkimeleri Atom | Kuramları
Bilindiği
gibi atomlarda bir çekirdek bulunduğunu 1911'de Rutherford ve öğrencileri
Geiger ile Marsden, alfa parçacıklarının saçılması deneyi ile
göstermişlerdi.Fakat çekirdek kimyasının ve fiziğinin doğuşu 1896 yılına dek
geri götürülebilir. Çünkü bu yıl, Becquerel'in uranyum bileşiklerindeki
radyoaktiviteyi keşfettiği yıldır. Radyoaktifliğin keşfinden sonra,
rayoaktif maddelerden yalılan ışımalar üzerine çeşitli araştırmalar yapılmış
ve Rutherford bu çalışmaları birleştirerek yayınlanan ışımalar alfa, beta ve
gamma olarak adlandırılmıştır. Bu ışımalar, elektrik yüklerine, maddelerdeki
giriciliklerine ve havayı iyonlaştırıp iyonlaştırmamalarına göre
sınıflandırılmışlardır. Sonradan yapılan çalışmalar alfa ışınlarının helyum
çekirdekleri, beta ışınlarının elektron ve gamma ışınlarının yüksek enerjili
fotonlar oldukları göstermiştir.
1911 yılının iki büyük olayı var: Atom fiziğinin kurucularının
ilk toplantısı Solvay Konferansının yapılması. Bu toplantıda tarihin en
büyük kadınlarından biri de vardı: Marie Curie. Fotoğrafta ön sırada, soldan
ikinci (oturan) Rutherford.
"Üzümlü kek" içinde ne olduğunu anlamının yolu onun içine "bakmak"tır. Bu
işi, Yeni Zelandalı bilimci Ernest Rutherford (1871-1937) başardı. O, J.J.
Thomson’un yönettiği ünlü Cavendish Laboratuvarına alınan ilk yabancı
araştırma öğrencisiydi. Patronunun tersine el becerisi yüksek bir
deneyciydi. Ayıbalığı şekilndeki bıyıkları,iri yapısı ve küfürbazlığıyla ün
saldı. Bir deneye küfretmenin onu daha iyi sonuç vereceğine inanmış olsa
gerek! Yeni Zelanda’dan 1895’te geldi. Mesleki başarılarda (hatta
evlenmemizde) şans önemli bir yer tutar. O şanslıydı. Bu başarıda doktora
öğrencisi Hans Wilhelm Geiger (1882-1945)ve mezun olmamış bir tufeyli Sir
Ernest Marsden(1888-1970) yardım etti. Onlar, bir deney düzenlediler.
1911'de Manchester Üniversitesinde yaptıkları ünlü deneyde, şimdi helyum
atomlarının çekirdeği olarak bildiğimiz pozitif yüklü,hızlı alfa
parçacıklarıyla ince altın yaprağı bombardıman ettiler. Deneyin sonuçları
çok şaşırtıcıydı. Bu deneyin yorumunu anlamak için bu arada nelerin
bilindiğini belirtmeliyiz: Rutherford, radyoaktif maddelerden yayılan üç tip
ışıma(radyasyon) konusunda ayrıntılı çalışmalar yapmış, bu ışımalardan alfa
ve betayı kendisi bulmuştu(1908). 1908’de radyoaktiflik üzerindeki
çalışmasıyla Nobel ödülü almıştı.
1900 yılında Villard da gama ışınlarını bulmuştu. Onlara gama ışıması adını
1903’te, Rutherford verdi. Gama ışınları ışın tedavisinde ve mühendislikte
kalite kontrolünde kullanılır. Sonradan yapılan deneyler sonucunda alfa
ışınlarının gerçekte helyum çekirdeği, beta ışınlarının çekirdekten çıkan
elektronlar ve gamma ışınlarının yüksek enerjili fotonlar oldukları
gösterilmişti. Alfa parçacıkları, iki elektronunu kaybetmiş helyim
çekirdekleriydi ve +2 yüklüydü. Rutherford, alfa parçacıklarının pozitif
elektrikle yüklü parçacıklar olduğunu biliyordu. Alfa parçacıkları artı
yüklü olduklarından atomun eksi yüklü bölümü tarafından çekilmeli, artı
yüklü bölümü tarafından ise itilmelidir. Ama elektronlar,hidrojen atomuna
göre 1840 kat hafif, alfa parçacıkları ise hidrojen atomunun dört katı kadar
ağırdı. Eğer elektronu bir pinpon topu ile gösterirsek, alfa parçacığı 12 cm
çapında bir gülleye karşılık gelirdi. Böylece bir alfa parçacığı bir atomun
içinden ya da yakınından geçtiğinde, o atomun elektronları,alfa parçacığının
hareketini hiç etkilemeden tüm yönlerde dağılır.Alfa parçacıklarının çoğu
sanki boş uzayda gidiyormuş gibi metal yapraktan geçip gidiyordu. Bazıları
da sanki bir duvara çarpıp yansıyormuş gibi gerisin geriye geliyordu. Geiger,
bazı alfa parçacıklarının geriye doğru da saçıldığını vurgulayarak
Rutherford’a bilgi verdi(1909). Rutherford, 1911’in başlarında sorunu çözdü
ve öğrencilerine “atomun neye benzediğini biliyorum ve güçlü geriye
saçılmayı anladım” dedi. O yılın Mayıs ayında atomda çekirdek bulunduğunu
bildiren makalesi yayımlandı. Bu olayın üzerinde duran Rutherford şöyle
yazdı: “ Bu olay şu ana kadar yaşamımda karşılaştığım en inanılmaz olaydır.
Bu olay, öyle ki 35 santimlik (15 inç kalınlığında) bir parça kağıt dokuya
tabancayla ateş etmenizden sonra, merminin kağıt dokudan geri gelerek sizi
vurmasına benzeyen inanılmaz bir olaydır.”Üzümlü kek modeli temel
alındığında, Rutherford deneyinde görülen büyük sapmaların olmaması
gerekiyordu. Çünkü pozitif yüklü bir alfa parçacığının üzümlü kek
modelindeki yük hacmine büyük açılı sapmalar yapacak kadar yaklaşması mümkün
değildir. Saçıcı metal yapraktan floresans(çinko sülfürlü) ekrana gelen alfa
parçacıklarının birim yüzeye düşen sayısı, metal yaprağın kalınlığıyla,
metal yaprakta birim hacimdeki atom sayısıyla ve atomdaki çekirdek
yükünün karesiyle doğru orantılıdır. Rutherford gözlemlerini pozitif yükün
atomun boyutuna göre küçük olan bir bölgede yoğunlaştığını varsayarak
açıkladı. Rutherford pozitif yüklü bu yoğun bölgeye atomun çekirdeği adını
verdi. Deneyler, pek çok çekirdeğin yaklaşık küresel geometriye sahip
oldukları ve tüm çekirdeklerin yaklaşık aynı yoğunluğa sahip olduğunu
gösterdi. Aristoteles, “doğa boşluktan nefret eder “ demişti, oysa atomlar
çok büyük oranda boşluk içeriyordu. Doğanın boşluktan nefret ettiği
saptaması Aristo’nun hüsnü kuruntusuydu!
Thomson, kendi atom modelinde elektronların atomu dolduran pozitif
yüklü madde içinde gömülü olduğunu ve bu nedenle hareket edeyeceğini
düşünmüştü. Rutherford modelinde ise elektronlar durgun olamaz. Atomdaki
elektronların çekirdekten epeyce uzakta olduğu varsayıldı. Elektronlar niçin
pozitif çekirdeğin üzerine düşmüyor sorusunu yanıtlamak için Rutherford,
güneş sistemine benzeyen bir model önerdi. Yani nasıl gezgenler,Güneş
çevresinde dolanıp duruyor ve Güneş’in üzerine düşmüyorsa elektronlar da
çekirdek çevresinde öyle dolanıp durmalıdır.Rutherford’un önerdiği atomun
gezgen modelinde iki temel güçlük vardır:
Rutherford modeli şu iki soruyu yanıtlayamıyordu:1. Elektronlar, çekirdeki
üzerine düşmeden nasıl hareket ediyor?Her element atomu,elektromanyetik
spektrumda kendine özgü belli frekansları yaymakta ve bunların dışındakileri
yaymamaktadır. Bunun gezgen modeliyle ilgisi nedir? Klasik kurama göre
ivmeli bir yükün yani elektronların elektromanyetik ışıma yapması
zorunluluğudur. Bu modele göre elektron çekirdek etrafında dolanırken enerji
yayar,enerji yaydıkça yörüngesinin yarıçapı sürekli olarak küçülür,buna
karşın dolanım frekansı büyür. Bu da yayılan ışınım frekansının sürekli
artışına karşılık gelir. Sonunda elektron çekirdek üzerine düşmeli ve atom
çökmelidir.
Elektronlar elektrostatik çekim sonucu spiral bir hareketle çekirdeğe
düşecektir(klasik fizik yasalarına göre). Oysa atomlar yadsınamaz
kararlılıklarıyla ortadadır.
2. Çekirdek boyutu on üzeri eksi ondört metre ve daha küçük boyutlarda
olduğu halde pozitif yük, bu küçük ve yoğun hacimde nasıl dağılmadan
durabiliyordu? Artı yükün doğası gizdi. Rutherford'un öğrencileri Geiger ve
Marsden, alfa kaynağını, üzerinde küçük bir delik bulunan kurşun perdenin
arkasına yerleştirdiler. Böylelikle hedefi küçültmek ve ince bir alfa
parçacıkları demeti elde etmek amaçlanmıştı. Altın yaprağın öbür
yanına,kendisine alfa parçacığı çarptığı zaman görünür ışık parıltısı veren,
hareketli, çinko sülfürlü ekran yerleştirilmişti. Beklenen şey, alfa
parçacıklarının çoğunun yaprak içinden doğrudan geçeceği, belki bazılarının
çok küçük sapmalara uğrayacağıydı. Bu beklenti Thomson atom modelinin
sonucudur. Çünkü Thomson atom modeli doğruysa, ince metal levhadan
geçen alfa parçacıkları üzerine yalnızca zayıf elektriksel kuvvetler etkir
ve alfa paçacıklarının momentumları, bunların ilk yollarından çok küçük
sapmalar olacak şekilde ilerlemelerini sağlar.Geiger ve Marsden, alfa
parçacıklarının çoğunun sapmadan ilerlediğini, bazılarınını çok geniş
açılarda saçılıdığını, hatta çok az bir kısmının gerisin geriye döndüğünü
gördüler. Geliş doğrultusuyla 180 derece açı yapacak şekilde geri saçılan bu
parçacıklar, direkt olarak bir çekirdeğe yönelir ve kafa kafaya çarpışma
olur.Bu modelde pozitif yüklü alfa parçacıklarıyla atomdaki elektronların
ilişkisi merak edilir. Elektronlar pek küçük kütleli olduğu için alfa
parçacıklanının hareketine bir etki yapamaz.Alfa parçacıkları,
elektronlardan yaklaşık 7.000 defa daha ağır kütleli parçacıklardı. Üstelik
bu deneyde kullanılan alfa parçacıklarının hız yüksekti. Alfa parçacıklarını
bu derece saptırabilmek için büyük kuvvetler uygulanması gerektiği açıktı.
Bu kuvvetlerin Thomson atom modelindeki elektriksel kuvvetlere göre
100 milyon kat güçlü olduğu hesaplanıyordu!Rutherford, sonuçları açıklamak
için, bir atomun pozitif yüklü bir çekirdek ile biraz uzaktaki
elektronlardan oluştuğunu önerdi. Buna göre atomun pozitif yükü ve kütlesi
atom çekirdeğinde toplanmıştı.
Geiger ve Marsden'in deneyleri, daha sonraki benzer çalışmalar, hedefleri
oluşturan değişik metallerin çekirdekleri hakkında bilgiler verdi. Bir alfa
parçacığının, bir çekirdek yakınından geçerken uğradığı sapma(karşılaştığı
elektriksel alan), çekirdek yükünün büyüklüğüne bağlıdır. Bu sapmalardan
yanrarlanılarak çekirdek yükü ve çekirdek boyutu konusunda bilgiler elde
edildi. Rutherford, 19 Ekim 1937’de sessiz sedasız ölüverdi. Bohr, ertesi
gün öğretmeni ve arkadaşı olan Rutherford’un anısına yaptığı konuşmada şöyle
dedi:
Vaktiyle Galileo’nun dediği gibi… o bilimi bulduğundan farklı bir aşamada
bıraktı… Yokluğu herhalde şimdiye kadar yitirilmiş herhangi bir bilim
işçisinden daha çok hissedilecek. Lederman, Tanrı Parçacığı’nda(1994) onun
işlevini şöyle özetler:“Klasik fizikle çelişen bir çok denel sonuçtan sonra
gelen Rutherford’un keşfi tabutun son çivisiydi” Çekirdek kuvvetleri
çok kısa mesafeli kuvvetlerdi. Atom çekirdeğiyle ilgili kilometre taşı
sayılan diğer olaylar şunlardır:
1. 1930 yılında Cockroft ve Walton hızlandırılmış parçacıkların
kullanılmasıyla çekirdek tepkimeleri gözlendi.
2. 1932 yılında Chadwick'in(1891-1974) nötronu buldu.
3. 1933 yılında, Joliot ve İrene Curie'nin yapay radyoaktifliği buldular.
4. 1938'de Hahn ve Strassman'ın çekirdek bölünmesini (çekirdek fisyonunu)
keşfettiler.
5.1942 yılında Fermi ve ekibi, kontrol edilebilen ilk fisyon reaktörünün
geliştirdiler.
ÇEKİRDEKLERİN BAZI ÖZELLİKLERİ
Yalnızca hidrojen elementinde çekirdek deyince bir proton
bulunan bir izotop durumu vardır. Onun da döteryum izotopunda bir proton bir
nötron, trityum denen izotopunda ise bir proton ve iki nötron bulunur. Öteki
tüm element atomlarının çekirdeklerinde proton ve nötron vardır. Çekirdek
tepkimelerini izleyebilmek ve anlatabilmek için atomun yapısından bildiğimiz
bazı terimleri anımsamalıyız:
1. Z, atom numarasını, yani çekirdekteki proton sayısını
gösterir.
2. N, çekirdekteki nötron sayısını gösterir.
3. A, çekirdekteki proton ve nötron sayıları toplamını, yani kütle
numarasını gösterir.
Yaygın olarak kullanılan simgelemede element simgesinin sol altına Z, sol
üstüne A yazılır:
Rutherford’un atom modeli bir anda fazlasıyla kuramsal zorlukla
getirdi. Onun keşfi , Leon Lederman’ın deyişiyle bir bakıma “klasik fiziğin
tabutuna çakılan son çivi” idi.
Aslında negatif elektrik yüküne sahip olan ve çekirdeğin etrafında hızla
dönen elektronların, çevrelerindeki uzaya elektromanyetik dalgalar yayan
küçücük istasyonlar gibi davranmaları bekleniyordu. Bu ışımanın hesaplanan
dalga boyu,ışığın dalga boyuna uyuyordu ki bu da güven vericiydi. Ama bir
türlü açıklanamayan durum, elektronların bu yörüngelerde kalabilmesiydi.
Klasik kurama göre, elektromanyetik ışımanın,yörüngedeki elektronların
enerjisini tüketmesi ve bunun sonucu olarak da elektronların daralan bir
spiral hareketle 10-8 saniye içinde çekirdeğe düşmeleri gerekiyordu. Böylece
deneyler sonucu elde edilen Rutherford modeline göre atomlar saniyenin yüz
milyonda biri kadar bir ömüre sahip olmalıydı. Oysa bunların sınırsızca
yaşadıklarını biliyoruz. Atomların kararlılığını nasıl açıklayacağız? Bunu
Rutherford ile çalışmaya gelen Danimarkalı fizikçi Niels Bohr
(1885-1963)1913’te açıkladı. Bohr, atomların kararlılığını açıklamak için
Planck’ın kuantum önerisiyle bağ kurmayı başardı.
Hidrojen atomunun gözlenen kararlılığı, klasik fizik ilkeleriyle
bağdaşmıyordu. Çünkü klasik elektromanyetik kurama göre elektron bir spiral
çizerek çok kısa bir zanman içinde(saniyenin milyarda biri kadar bir zaman
içinde) çekirdek üzerine düşerdi. Hidrojen atomunda elektronun yörüngesi
kendi üzerine kapanmış bir tam elektron dalgasına karşılık gelir. Tel bir
halkanın titreşimini gözönüne alalım.Titreşimler,oluşan dalga boylarının tam
katları olsaydı bu titreşimler sonsuz olarak sürüp giderdi. Eğer halka
boyunca kesirli sayıda dalga boyu yerleştirilirse,dalgalar halka üzerinde
hareket ederken yok edici girişim oluşacak ve titreşimler giderek
sönecektir. Hidrojen atomundaki elektron dalgalarının davranışını bir tel
halkanın titreşimlerine benzetirsek şu varsayımı ileri sürebiliriz:
yörüngesi bir tam sayı kadar dalga boyu içermek koşuluyla bir elektron,
enerji ışımaksızın,bir çekirdek çevresinde sürekli olarak dolanabilir. Bu
varsayım, atomu anlamada anahtar rol oynar. Çünkü bu varsayım, elektronun
parçacık ve dalga özelliklerini tek bir ifadede birleştiriyor. Elektronun
dalga boyu, çekirdek ile elektron arasındaki elektrostatik çekimi dengelemek
için gereken yörünge hızından hesaplanmıştır. Bu karşıt özellikleri aynı
anda hiçbir zaman gözleyemeyiz; ama bunlar doğada birbirinden ayrılmaz
özelliklerdir.
Cambridge’de J.J. Thomson’un bir öğrencisi olan Niels Bohr, kendi
memleketine, Kopenhag’a dönmeden önce, Manchester’da altı aydan az bir süre
kaldı. Ancak, kısa ziyaretine rağmen, Rutherford, genç Danimarka’lı üzerinde
etkili oldu.
Her atomun bir çekirdeği ve elektronları olduğu anlaşılmıştı. Thomson,
atomik hacmin pozitif elektrik yüküyle dolu olduğunu elektronların da bu
pozitif yüklü ortamda gömülü, hareket edemez durumda bulunduğunu
tasarlamıştı. Rutherford'un modelindeki elektronlar ise durgun olamaz. Bu
elektronlar, kütlenin ve pozitif yükün yoğunlaştığı çekirdek tarafından
çekilir. Buna göre elektronları çeken elektrostatik kuvvete karşı onları
yerinde tutacak hiçbir kuvvet yoktur. Klasik fizik ( o zamana dek bilinen
fizik yasalarına) açısından eletronlar ivmelendirilmiş elektrikle yüklü
parçacıklar olarak ışıma yaparak saniyenin yüz milyonda biri kadar bir
sürede(yol bu kadar) spiral bir hareketle çekirdek üzerine düşmeledir.Doğrudan
denendiği başka olgularda başarılı olan elektromanyetik kuram, bu öngörüde
başarılı olamadı. Çünkü çekirdekli atımunu yaşadığı bir gerçekti. Bu çelişki
şu anlama geliyor: Makroskopik dünyada geçerli olan fizik yasaları, atomal
boyutta, yani mikroskopik dünyada geçerli olmamaktadır. İncelenen olayın
ölçeği küçüldükçe klasik fizğin geçerliliği de azalıyor ve atom
anlaşılmak istenirse kenislikle dalgaların parçacık gibi, parçacıkların da
dalgalar gibi davrandığını dikkate almalıyız. Günlük yaşantımızdan edinilenn
kavramlarla kuantum kuramının kavramları arasında hiç bir bağlantı yok ne
yazık ki! Işığı ve elektronu, "hem dalga, hem parçacık" gibi, yani bu ikili
tabiatta kavramaktan başka bir seçeneğimizin olmadığını anımsatmalıyım. Yine
ileri gittik galiba. Daha ileri gideceğiz de gitmeden önce genç
Danimarkalı’nın- o zaman henüz 23 yaşındaydı-Bohr' un 1913'te ortaya koyduğu
kuramın temellerini ve kendisini bir araştıralım.
Niels Bohr, zamanındaki çağdaş bulguları birleştiren bir kuram üretti. Onun
önünde biriken denel sonuçlar ve kendi buluşları şöylece özetlenebilir:
1. Rutherford'un 1911'de varlığını kanıtladığı çok yoğun, çok küçük hacimde
istiflenmiş, pozitif yüklü atom çekirdeği; bu çekirdek çevresinde
dolanan elektronlar
2. Gaz halindeki atomların verdiği çizgisel tayf ve tayf çizgileriyle ilgili
daha önce bulunmuş yasalar
3. Her elementin, insanlardaki parmak izi gibi, kendine özgü x-ışınları
tayfı oluşturması (Bohr, hidrojen atomunun tayfını ayrıntılı olarak
incelemişti)
4. Bütün bunları birbirine bağlamayı olanaklı kılan, Planck'ın 1900'de
açıkladığı kuantum kuramı ve Einstein’in 1905’teki foton
kavramı(fotoelektrik olayın açıklaması)
Sürekli enerji kaybeden klasik elektron probleminden kurtulmak için
Planck’ın kuantumlu enerji düzeyleri düşüncesini yörüngede dolanan
elektronlara uyguladı. Bohr, atomdaki elektronların kararlı durumlar denen
ve elektronlar oradayken ışıma yapmadığı,kararlı enerji düzeylerinde
bulunduğunu öngördü. Daha da ileri giderek elektronların bir kararlı
durumdan başka bir kararlı duruma geçmesi halinde yayınlanan ışığın
frekansını ifade etmek için de Einstein’in foton kavramını kullandı.Bohr
kuramının önermeleri şunlardır:
1. Elektron, protonun etrafında Coulomb çekim kuvvetinin etkisi altında,
dairesel bir yörüngede hareket eder.
2. Hareket, ancak sonlu (kesikli) adımlarla değişime uğrar. Yalnızca belirli
yörüngeler kararlıdır. Bu kararlı yörüngeler,elektronun ışıma yapmadığı
yörüngelerdir.
3. Elektron yüksek enerjili bir durumdan daha alçak kararlı bir duruma
“düştüğünde”, atomdan ışık yayınlanır. Bu düşme, klasik olarak gösterilemez
ya da ele alınamaz. Özellikle sıçramada yayınlanan fotonun frekansı,
elektronun yörüngesel hareketinin frekansından bağımsızdır.
4. Elektron yörüngesinin izin verilen büyüklüğü, elektronun yörüngesel
açısal momentumuna dayanan ek bir kuantum koşulu ile belirlenir.
Elektronların açısal momentumu yalnızca h/2π ‘nin tam katı değerleri
alabilir.
Bohr, atomik yapı konusunda, yaratıcı cesaretli bir adım attı: klasik
fiziğin bazı kurallarını bıraktı ve onun yerine atomik yapı problemine
Planck’ın ve Einstein’in kuantum kuramını uyguladı. Bohr, basitçe, çekirdek
etrafındaki kararlı yörüngelerdeki elektronların ışık yaymadıklarını ve
atomların yaydığı ışığın bir başka fiziksel yapının sonucu olduğunu
varsaydı. Bohr, Planck’ın enerjinin kuantlaşması fikrinin, elekronlar için
ancak belli yörügelerin mümkün olduğu anlamına geldiğini gösterdi. Atomların
kararlılığını korumak için Bohr, yörüngedeki elektronun onun altına
düşemeyeceği en düşük enerjili yörünge konusunda bir önermede bulundu. Bir
elektron daha yüksek enerjili bir yörüngeden,daha düşük enerjili yörüngeye
düşerken, atom ışık yayar. Yalnızca belli elektron yörüngelerine
izin verildiği için,elektronların yörüngeler arasında yalnız belli
sıçramalar olabilir ve sonuç olarak,yayılan ışığın enerjisi kuantlaşır .
Işığın enerjisi rengi ile bağlantılı olduğu için,atomlar tarafından ancak
belli renklerde ışık yayılabilir. Bu şekilde Bohr’un atom
modeli, tayf çizgilerinin gizemini açıklamaktadır. Bohr yeni fikirlerini,
tek bir protonla onun çevresinde yörüngede tek bir elektronu olan en basit
atoma, hidrojene uyguladı. Böyle basit bir atom incelemenin
avantajı,elektronun izin verilen yörüngelerinin kesin olarak hesaplanabilir
olması ve bu nedenle de hidrojenden çıkan ışık tayfının belirlenebilmesidir.
Ayrıca hidrojen atomunun spektrum içzgileri konusunda elde bazı bilgiler
vardı. Bohr’un kendi atom modeline dayanan hidrojen ışık tayfı
ile ilgili hesapları, deneysel olarak gözlemlenmiş olan tayfa yeterince
uygun sonuç verdi. Deneysel destek , kuramı,bir başarı destanına dönüştürdü.
Einstein 1913’te bunu “en büyük buluşlardan biri” diye niteledi. Bohr’un
1913’teki atılımını, Einstein, otuz yıl sonra Özyaşam Öyküsü Notları’nda
şöyle değerlendirmişti:
“Bütün girişimlerim… tümüyle başarısız kaldı. Toprak insanın altından
kayıyormuş gibiydi,hiçbir yerde üzerine bir şeyler kurulabilecek sağlam bir
temel yokmuş gibi görünüyordu. Bu güvenilmez ve tutarsız zemin, Bohr gibi
eşsiz yetenekli ve duyarlı bir adamın,spektral çizgileri ve bana bir mucize
gibi görünen- bugün bile mucize gibi geliyor-onların kimya için anlamlarıyla
birlikte atomların elektron zarflarının(kabuklarının) o çok önemli
yasalarını bulmaya güç yetirebilmesine yetti. Bu, düşünce dünyasındaki
müzikalitenin en üstün biçimidir”
Atomda Enerji Düzeyleri
James Franck(1882-1964) ve Gustav Hertz(1887-1975) deneyleri
atomun temel durumda ve sıçramalı enerji düzeylerinde bulunduğunu
kanıtlamakta gecikmedi.
Atom spektrumları, atom içinde ayrık enerji düzeylerinin varlığının kantıydı;
ama tek kanıtı değil. Atomik dünyada kesikli durum dizilerinin varlığının en
kestirme ispatlarından birisi 1914’te James Franck ve Gustav Hertz,’in
yaptığı uyarılma deneyleridir. Franck ve Hertz, farklı elementlerin
buharlarını elektronlarla bombardıman ederek, atomlarda belirli durum
değişikliklerinin, ancak bombardıman eden elektronların belli enerji
değerlerine ulaştıkları zaman gerçekleştiğini gözlediler. Bir atom, bir
elektrondan çok daha ağır olduğundan, bu süreçte elektron hemen hemen hiç
kinetik enerji kaybetmez. Öte yandan, elektronların enerjisi belirli bir
kritik değere ulaşınca, plaka akımı birdenbire düşer. Bu olayın yorumu
şudur: atomlardan birisiyle çarpışan bir elektron, kinetik enerjisinin bir
kısmını veya tamamını,bir atomun temel düzeyinden yukarıdaki bir enerji
düzeyine uyarmak için verebilir. Kritik elektron enerjisi,atomun uyarılma
enerjisine karşılık gelir. Franck-Hertz deneyleri, Bohr’un kendi hidrojen
atomu kuramının açıklanmasından hemen sonra yapılmıştı ve Bohr’un temel
fikirlerine bağımsız destek sağlamışlardır. Bu çalışmaları için Frank ve
Hertz 1925 Nobel fizik ödülünü paylaştılar.
Bohr Kuramının Sorunları
Bohr, elektronların her enerjiyi değil, belirli enerjileri
alabildiğini benimseyerek yeni atom kuramını geliştirmişti. Ancak Bohr
kuramı , çok elektronlu atomların karmaşık tayf çizgilerini açıklayamıyordu.
Kuramsal fizikçiler, Bohr’un fikirlerini aldılar ve daha karmaşık atomlara
uyguladılar. Ancak, her büyük bilimsel ilerleme gibi, Bohr’un modeli pek çok
yeni soruya-daha önce sorulamayan sorulara- yol açtı. Bir elektron ne zaman
yörüngesini değiştirip atomdan ışık yayılmasına yol açar? Yayılan ışık hangi
doğrultuda ilerler ve neden? Bu sorular, Einstein’ı zorladı. Klasik fiziğe
göre, hareketin yasaları atom gibi bir fiziksel sistemin gelecekteki
davranışını kesin olarak belirler. Fakat ışık yayan atomlar ani ve önceden
belirlenmemiş şekilde hareket ediyor görünüyorlardı. Atomlar sıçrıyor. Fakat
neden ve hangi yönde? Einstein, aynı aniliğin radyoaktivitenin de özelliği
olduğunu kavradı. Başlangıçta fizikçiler, atomların davranışını klasik
elektromanyetizm teorisi çerçevesine uydurmaya çalıştılar ve ışık kuantumu
kavramını kullanmadan kuantum sıçramaları bilmecesini yanıtlamak için
umutsuz girişimlerde bulundular. Kuantum kuramının anlaşılması doğrultusunda
ilk ve pek ilgi çekici adım 1924'te Niels Bohr, Hendrik Kramers ve John
Slater tarafından atıldı;onlar, atom düzeyinde enerji ve momentumun korunumu
yasalarını terketme pahasına bu yaklaşımı savunan bir yazı yazdılar- bu
devrimci bir öneriydi. Onlar görünürdeki çelişkiyi “olasılık dalgaları”
kavramını ortaya atarak çözmeyi denidiler. Buna göre elektromanyetik
dalgalar artık gerçek dalgalar olarak değil, olasılık dalgaları olarak
yorumlanacaktı. Bu dalgaların yoğunluğu her noktada belirlenebilecekti. Bu
yorum şekli,enerji ve hareket miktarının korunumu ile ilgili yasaların da
bazı durumlarda geçerli olmayabileceğini,bunların da istatistiksel
olabileceği düşünücesine götürdü.( Bu sonuç doğru değildi).Çünkü bu yasalar
en iyi test edilmiş fizik yasalar arasında bunuyorlardı. Bu önerinin
yapıldığı zamanda, korunum (sakınım ) yasalarını tek tek atomik süreçler
için geçerli olduğunu gösteren hiçbir doğrudan deneysel kanıt olmamıştı.
Ancak bu kısa sürede gerçekleşti.1922-23’te Arthur Holi Compton(1892-1962)
ve A. W. Simon elektronlardan tek tek fotonlar, ışık parçacıkları
saçılmasını sağladılar. Tek tek elektronların izlerini görüntüleyen bir
cihaz olan Wilson Sis Odası’nı kullanarak, yüksek duyarlık derecesi ile tek
tek atomik süreçler için korunum yasalarını doğruladılar. 1920’lerin ilk
yarısında yapılan bu deneyler, ayrıca Einstein’ın 1905 yılındaki ışık
kuantumu önerisini destekledi. Rutherford ve Compton’unkiler gibi çok sayıda
yeni atomik deneyle atomun yapısı açığa çıkarılmıştı. Bu deneyler, teorik
fizikçileri yeni ve bilinmeyen bir dünyaya geçmeye zorladı;alışılmış olar
klasik fiziğin yasaları artık işlemiyor görünüyordu. Atomda insan zihni yeni
bir mesajı almıştı-atomik mikrodünyanın yapısında yeni bir fizik açığa
çıktı. Yüzyıllarca deney ve fiziksel teorilerle desteklenen determinizmin
dünya görüşü yıkılmak üzereydi. Bohr, Compton ve Simon’un deneylerinin
sonuçlarının, hem korunum yasalarını doğruluğu, hem de ışık kuantumu veya
fotonun varlığı anlamına geldiğini kabul etti. Temmuz 1925'te sonucu şöyle
özetledi: “Klasik elektrodinamik teorinin gerekli genelleşmesinin, doğanın
tanımını bu güne kadar üzerine kurulmuş olduğu kavramlarda köklü bir devrimi
gerektirdiği gerçeğine hazır olunmalıdır.”. Bohr bu devrime hazırdı. Bu,
kısa sürede gerçekleşti. İzotoplar
Dalton, verilen bir elementin her atomunun kütle, büyüklük, kimyasal özellik
gibi her bakımdan aynı olduklarını öne sürmüştü. 1914-1916 arasında
birbirlerinden bağımsız olarak Amerikalı Thedore William Richards(1868-1928,
Kimya 1914 Nobel) ve İngiliz Frederic Soddy(1877-1956,Nobel Kimya 1921)
radyoaktif maddelerden elde edilen kurşun elementi örneklerini
incelerken,bunların ortalama atom kütlelerinin filizlerinden elde
edilen kurşunun atom kütlesine uymadığını görerek titiz denemelerden sonra
şu sonuca vardılar: Bir elementin bütün atomları aynı kütlede olmayabilir.
Bir elementin farklı kütleli atomlarına izotop atomlar denir. İzotop
atomlarda atom numarası(Z) aynıdır;kütle numarası (A) farklıdır.
İzotop atomların kimyasal özellikleri aynıdır. Bu kütle farkının nötron
sayısı farkından ileri geldiği daha sonra anlaşılacaktır.
Kütlenin yoğunlaşmış bir enerji olduğu görüşü 1927' de denel olarak da
destek buldu. Aston, kütle spektrometresi denen bir aygıtı geliştirmişti. Bu
aygıt atom kütlelerinin çok duyarlı olarak ölçülmesini sağladı. Yine
bu aygıt yoluyla, özellikle nükleer tepkimelerde bir kısım kütlenin enerjiye
dönüştüğü ve bu dönüşümün Einstein' in ünlü denklemine (enerji= kütlex ışık
hızının karesi) uyduğu kanıtlandı.
“Modern”Atom Kuramı, 1925-1930
Burada anlatacaklarım, atomun giderek modellenmekten
uzaklaştığını gösterecek. Bilimin sağ duyuya dayanmayan, akıl yürütmenin
değil de matematiksel akıl yürütmenin sonucunda oluştuğunu şaşarak
göreceğiz.
Bir elektrik alan, bir atomun spektrum çizgilerini, değişik frekanslarda,
birkaç çizgiye daha ayırır(Stark Olayı). Bu durum spin olayı kavranmadan
açıklanamaz.
Atomların ışıması bir manyetik alan içinde incelendiği zaman oluşan tayf
çizgilerinin herbirinin bir kaç çizgiye ayırılması olayına “yarılma” denir.
Çizgilerin ayrıklığı manyetik alanın şiddetine bağlıdır. Bir manyetik alanda
tayf çizgilerinin yarılması olayını 1896’da Hollandalı fizikçi Pieter Zeeman
(1865-1943) keşfetti. Zeeman olayı, uzay kuantumlanmasının –atomlardaki
orbitallerin varlığının- etkili bir kanıtıdır.
Bohr kuramı, hidrojen atomunun ve atomların çizgisel spektrumunun başarıla
bir açıklamasını vermiştir. Ama bu kuramın önemli yetersizlikleri de vardı.
Bohr,başlıca şu iki soruya yanıt verememiştir:
1. Çok elektronlu atomların spektrum çizgilerinde dalga boyu birbirine yakın
çizgilerin anlamı nedir?
2. Belirli spektrumçizgilerinin ötekilerden daha şiddetli olmasını nasıl
açıklayabiliriz? Yani enerji düzeyleri arasındaki belli bazı geçişlerin daha
yüksek olasılıklara sahip olmasını nasıl açıklayacağız?
Bu ve başka soruların yanıtları 1925-27’lerde Erwin Schrödinger,Werner
Heisenberg ve başkaları tarafından verildi. 1900-1925 arasındaki dönemin
anlayışına “eski kuantum kuramı”, sonraki dönem ise Yeni Kuantum Kuramı diye
anılır. Modern atom kuramı, tümüyle kuantum kuramı temelinde
yükseliyor. Artık modellenemeyen bir “matematiksel” betimlemenin içinde
düşünmemiz gerek. Bu kuram, öncelikle çekirdek çevresindeki elektron
“davranışı”nı belirler.
1.Parçacıkların Dalga Özelliğine Sahip Olması(Louis de Broglie,1924)
2. Schrödinger Dalga Denklemi ve Parçacıkların Bulunma Olasılıkları(Schrödinger,1926)
3. Belirsizlik İlkesi(Heisenberg,1927)
Bu temellere Kuantum Kuramı Bölümünde ayrıntılı olarak değinildiği için
burada özet bilgiler verilecektir.
Elektron,Hem Parçacık-Hem Dalga
Elektron, bulunduğu zaman tümüyle bir parçacık olarak
kavranmıştı. Ama sonraları, onun aynı zamanda bir dalga özelliği taşıdığı
anlaşıldı. Elektron nedir? Parçacık mı? Evet. Dalga mı? O da evet!
Elektron Nerede Bulunur?
Schrödinger, 1926 yaz aylarında dalga denklemi türetti. Dalga
denklemine göre,örneğin, hidrojen atomunda elektronun konumu kuantize
değildir, bu bakımdan,elektronun çekirdek civarında,birim hacim başına belli
bir bulunma olasılığını düşünmemiz gerekir. Fakat öngörülebilen hiçbir
konum, hatta klasik anlamda yörünge sözkonusu değildir. Kuantum
mekaniğinin,aralarında ilişkiler bulduğu nicelikler olasılıklardır. Örneğin
temel durumdaki hidrojen atomunda elektron yörüngesinin yarı çapı tam
5.3x10-11 metre diyecek yerde bunun en olasıklı yarıçap olduğunu söyleriz.
Eğer bir çok deney yaparsak farklı değerler elde ederiz;ama bu değerler
içinde en çok verilen nicelik elde edilir.
Peki çekirdek çevresindeki elektronların bulunma olasılığı yüksek olan uzay
parçalarını biliyor muyuz? Evet. Onlara orbital diyoruz. Orbitaller s,p,d ve
f harfleriyle simgeleniyor.
Orbital(uzayzaman), matematiksel bir fonksiyon olmakla birlikte, ona
fiziksel anlam vermeyi deneyebiliriz: Elektronu tanecik olarak düşünürsek
orbital, atom içerisinde elektronun bulunma olasılığı yüksek bir
bölgeyi simgeler. Elektronu bir maddesel dalga olarak düşünürsek orbital,
elektron yük yoğunluğu yüksek olan bölgeyi gösterir. Elektron “tanecik”
olarak kabul edildiğinde, elektronun belirli noktalarda bulunma
olasılığından ;elektron “dalga” olarak kabul edildiğinde ise, elektron yük
yoğunluğundan söz ederiz.
Yani elektronun konumu kuantize değildir,bu bakımdan,elektronun çekirdek
çevresinde,birim hacimdeki bulunma olasılığını(dalga genliğinin karesini,
yani dalga şiddetini) düşünmemiz gerekiyor.
Eskiden gözlemci(deneyci) ile üzerinde çalışılan nesne birbirinden bağımsız
sanılırdı. Oysa gerçekte gözlemci,deney araçları ve nesne üçü bir bütün,bir
fiziksel dizge oluşturur. Böyle olduğu içindir ki elektronun konumunu duyar
olarak belirtmek istersek farklı deney,momentumunu duyar olarak belirtmek
istersek farklı deney düzenlememiz gerekir. Radyoaktif bir madde örneğinde
bir yarıömürlük zaman dilimi sonunda hangi çekirdeklerin bozunup hangi
çekirdeklerin bozunmayacağını ve bunun nedenini bilemeyiz.
Elektronun yerini belirleme konusunda yüzdeler veriyoruz. Elektron yüzde 90
olasılıkla şu atomik uzayda bulunabilir diye hesaplarımızın sonucunu
veriyoruz. Bu olasılık, her ne kadar uzaya dağılmış ise de elektronun
kendisi dağılmış demek değildir.
Belirsizlik İlkesi
Elektronun yerini ve hızını aynı anda belirlemede sorun var
mı? Var. Kuantum mekaniği, atom dünyasının gözlenebilir (ölçülebilir)
büyüklükleriyle ilgilenir. Ama belirsizlik ilkesi, atom boyutu için
“gözlenebilir büyüklük” kavramında köklü bir değişiklik yapmıştır. Newton
mekaniğinde bir nesnenin konumu ve momentumu her zaman kesin ölçülebilir
değerlerdir. Belirsizlik ilkesi ise aynı anda bunları duyarlı olarak
ölçemeyeceğimizi bildirir.
Elektronun atom içindeki yerini ışık kıllanarak belirleyebiliriz. Belli
dalga boyu olan bir ışıkla aydınlattığımız zaman, o dalga boyundan daha
küçük ayrıntıları seçemeyiz.
Elektronun yerini “görmek” istediğimizde “gördüğümüz yer” ,onun gerçek yeri
değil de “fotonla itildiği yer” olacaktır. Burada kullanılan ışığın dalga
boyu düzeyinde bir belirsizlik vardır. Bu belirsizlik, hiçbir zaman sıfıra
indirilemeyecektir.
Benzer sorun elektronun hızını ve ona bağlı olan momentumunu belirlemede de
karşımıza çıkıyor.
Uzatmayayım. Elektronun yerini ve momentumunu aynı anda tam bir kesinlikle
belirleyemeyiz. Tam bir kesinlikle bilemediğimiz çok şey var. Bunları sorun
etmeyin. Çünkü en yetkin bilim adamları bile bunları kesinlikle bilmiyor! Bu
da belki daha alçakgönüllü olmamız için gerekli bilgiler.
Elektron Spini
Atom kuramı,spektral çizgilerde görülen ve önceden tahmin
edilenden daha fazla bileşene ayrılmayı,spin kavramına başvurmadan
açıklayamaz. Ayrıca spinsiz kuram, atomun birçok spektral çizgisinin
gerçekte birbirine çok yakın iki çizgiden oluşmasının da açıklamasını
yapamaz.
Stern-Gerlach Deneyi
Otto Stern(1888-1969) ve Walter Gerlach’ın(1889-1979) ,1921’de
ilk kez uzay kuantumlanması olayını gösteren bir deney yaptılar. Stern -
Gerlach Deneyi diye anılan bu deneyin sonuçları o zamanlarda varolan kuram
ile nicel olarak uyuşmuyordu. Gümüş atomlarından oluşan bir demet, homojen
olmayan bir manyetik alan içinden geçirildikten sonra iki bileşene
ayrılıyordu. Deney, başka element atomlarıyla gerçekleştirildiğinde her
durumda demetin iki veya daha çok bileşene ayrıldığı görüldü. 1925 yılında
Samuel Goudsmit(1902-1978) ve George Uhlenbeck(1900-1988) elektronun
yörüngesel açısal momentumundan başka özünde varolan bir içsel açısal
momentuma daha sahip olduğu önerisini getirdiler. Klasik bakış açısıyla
bu,elektronun kendi ekseni etrafındae dönmesinden ilerie gelir ve bu nedenle
bu açısal momentuma elktron spini denir. Elektronun spin açısal momentumu,
hiç değişmez. 1927 yılında Phipps ve Taylor gümüş atomu demeti yerine
hidrojen atomu demeti kullanarak Stern-Gerlach Deneyini yinelediler. Demet
yine ikiye ayrılıyordu. 1929 yılında Dirac, toplam enerjinin göreli biçimini
kullanarak bir potansiyel kuyusundaki elektron için göreli dalga denklemini
çözdü ve elektron spininin varlığını ve oluşumunu doğruladı.
Pauli Dışarlama İlkesi
Atomun kuantum karamına göre yapısını anlatırken bir atomik
orbitalin ancak zıt spinli iki elektron barındırabileceğini belirtmiştik.
Her bireysel kuantik durumda, yani her atomik orbitalde, yöndeş spinli iki
elektron bulunmaz;ancak zıt spinli iki elektron bulunabilir. Buna Pauli
Dışırlama İlkesi diyoruz. İki elektronun özdeş olmamasını sağlayan ya da
birbirini dışarlayan şey spin durumudur. İki elektrondan biri bir kuantum
durumuna yerleşmişse,bir başkası o durumu paylaşamıyor ve kendine başka
“yer” aramak zorunda kalıyor. Burada bir kuantum durumunun enerji,
yörüngesel açısal momentum ve bunun bir yöndeki bileşeni, spinin aynı
yöndeki bileşeni gibi niceliklerle belirlendiğini söyleyelim. Dışarlama
ilkesini 1925’te Avusturyalı fizikçi Wolfgang Pauli (1900-1958) bir varsayım
olarak ileri sürdü. Bu varsayımın kuantum kuramı açısından çözümlemesini
1926’da Enrico Fermi(1901-1954) ve Paul Dirac (1902-1984) gerçekleştirdi.
Bir enerji düzeyine yerleştirilecek elektronların sayısı Pauli Dışarlama
İlkesiyle belirlenir. Bu ilkeye göre aynı atomik orbitale(uzay/zamana) ancak
zıt spinli iki elektron yerleşebilir. Spin olayı, çok ilginç, klasik
nesnelerde bulunmayan bir kuantum niceliğidir. Feynman, Kuantum
Elektrodinamiği’nde bu konuda şöyle der:“Elektronlar, birbirlerinden vebalı
gibi kaçarlar;aynı spinli (kutuplanmalı) iki elektron aynı uzay/zaman
noktasında bulunamaz. Buna “Pauli dışarlama ilkesi” denir. Bu durum
evrendeki atomların büyük çeşitliliğine yol açar. Bu dışarlama ilkesinin,
atomların çeşit çeşit kimyasal özelliklerinin özü olduğu anlaşılmıştır.
Çevresinde dans edip duran bir elektronla foton alışverişi yapan bir protona
hidrojen atomu denir. Zıt kutuplanmalı iki elektronla foton alışverişi
yapan,aynı çekirdekteki iki protona da helyum atomu denir. Görüyorsunuz ki
kimyacıların karmaşık bir sayma yolu var: “bir, iki, üç, dört, beş proton”
demek yerine “hidrojen, helyum, lityum, berilyum, bor” derler.”
Pauli Dışırlama İlkesi, elektronların (ve kendisine bağlı öteki
parçacıkların) çok garip bir özelliğini de anlatır. Gerçekten günümüzde,
özdeş iki parçacığın bir ve aynı duruma girmek yolunda birbirlerini
karşılıklı olarak nasıl engelleyebildiklerini anlatmak neredeyse
olanaksızdır. Klasik fiziğinkilerden büsbütün farklı ve fiziksel yapısı
henüz kavranılamayan bir çeşit etkileşim (telepati) var ortada. Dışarlama
ilkesinin fiziksel kökeni konusunda bize bir fikir verebilmek gelecekteki
kuramsal fiziğin çok önemli ve üstelik de çok çetin bir görevi olacaktır.
Elektron, Çekirdek Üzerine Neden Düşmüyor?
Hidrojen atomunda bir elektron var. Dolaysıyla onun Pauli
Dışarlama İlkesiyle ilgisi yok. O halde elektronun çekirdek üzerine
düşmeyişini nasıl açıklarız? Bunun yanıtı da Heisenberg belirsizlik
ilkesinde yatıyor. Çekirdek artı yüklü protondan ibaret, eksi yüklü
elektronu kendine doğru çekiyor; ama elektronun hapsedileceği “yer”
küçüldükçe, Belirsizlik İlkesi yüzünden “hızı” ve kinetik enerjisi artıyor.
Elektrostatik çekim ve Belirsizlik ilkesinin sağladığı denge, elektronu
çekirdek çevresinde belli bir uzayda tutuyor!
Sonuç
Feynman diyor ki:
Atomların hepsinin aynı genel yapıda olduğu görülüyor. Bir çekirdekleri ve
bu çekirdek çevresinde elektronları bulunuyor. Yalnızca hidrojen elementinin
bazı atomlarında nötron yok; öteki hidrojen çekirdekleri, yalnızca protondan
ibaret. Hidrojen dışındaki atomların çekirdeğinde protonlar ve nötronlar
bulunur. Yıldızları görüyoruz, atomları görüyoruz ve bunlar ışık yayıyor.
Işık, foton denen enerji paketçikleriyle tanımlanıyor. Yerçekimine gelince,
eğer kuantum kuramı doğruysa, kütleçekiminin de parçacık gibi davranan bir
tür dalga olması gerekir. Bu parçacıklara graviton diyoruz.
Bir de beta bozunması olayı var: Burada bir nötron, bir proton ile bir
elektron ve bir nötrinoya (daha doğrusu anti-nötrinoya, çünkü nötrino denen
başka bir parçacık da var) ayrışıyor. Bildiğimizi varsaydığımız
parçacıkların bir listesini çıkaralım:
Elektronlar, fotonlar, gravitonlar, nötrinolar; nötronlar, protonlar ve
bunların her birinin anti-parçacıkları var.
"Bilebildiğimiz kadarıyla, evrenin her yerinde gerçekleşen düşük enerjili
olaylar, yani bütün normal olgular, sıraladığım bu parçacıklarla
açıklanabiliyor. Orada burada yüksek enerji parçacıklarının yol açtığı bazı
istisnalar var, laboratuvarda da bazı "garip" şeyler yapmayı başardık. Bu
özel durumları saymazsak, bildiğimiz bütün olaylar bu parçacıkların etkileri
ve hareketleri ile açıklanabilir. Örneğin, hayatın kendisinin atomların
hareketleri ile açıklanabildiği, ilke olarak varsayılır; bu atomlar da
nötron, proton ve elektronlardan oluşmuştur. Hemen şunu eklemem gerekir ki
"ilke olarak " dediğim zaman kastettiğim şudur: herşeyi anlayabilirsek,
hayat olgusunu da anlamamız için fizikte keşfetmemiz gereken yeni bir şeye
gerekisinim olmadığı kanısındayız. Bir başka örnek de yıldızların enerji
yaymasının (yıldız veya Güneş enerjisi) parçacıkların nükleer reaksiyonları
yoluyla açıklanabileceği varsayımıdır.
Bugün bilebildiğimiz kadarıyla, atomların davranma biçimleriyle iligili her
türlü ayrıntı bu atom modeliyle kesin bir şekilde açıklanabilmektedir.
Hatta şunu söyleyebilirim: Bugün bildiğimiz bütün olgular arasında, bu yolla
açıklanamayacağından emin olduğumuz veya derin bir sır içeren hiçbir olay
olmadığını sanıyorum.
Kaynakça
1.Beiser, Arthur; Çağdaş Fiziğin Kavramları,Diyarbakır ,2.Baskı-
1989
2.Bernstein, Jeremy; Einstein,Çev: Nazan Hekim Tuğbay, Nar yay-1994
3.Bronowski,J.; İnsanın Yücelişi, Çeviren: Filiz Ofluoğlu, Milliyet
Yayınları-Aralık 1975
4.De Broglie, Louis; Yeni Fizik Kuantumları (1937), Çev: Yakup Şahan,
Kabalcı yayı-1992
5.Einstein, Albert &Infeld,Leopold; Fiziğin Evrimi(1938), Çeviren: Öner
Ünalan, Onur yayınları,Üçüncü Baskı,Kasım-1994
6. Feynman, Richard P.; Kuantum Elektrodinamiği (1985), Çeviren: Ömür Akyüz,
Nar yayınları,Ekim -1993
7.Feynman,Richard P.; Altı Kolay Parça Feynman, Çeviren:Tolga Birkandan
&Celal Kapkın, Evrim Yayınları,(Ocak-2002)
7.Gamow, George; 1-2-3 Sonsuz (1946/1961), EvrimYayınları, Çeviren: Celal
Kapkın ,Ağustos-1995
8.Gamow,George, Bay Tomkinsin Serüvenleri (1940/1965), Çeviren: Tuncay
İncesu, Evrim Yayınları-1998
9.Gjertsen,Derek; Bilim ve Felsefe- Dün-Bugün(1989);Çeviren: Feride
Kurtulmuş,Say yayınları-2000
10.Gönenç,Güney; Hep Aranızda Olacağım, Sarmal Yayınevi ,Şubat- 1994
11.Heisenberg,Werner; Fizik ve Felsefe (1963),Çev:M.Yılmaz Öner, Mayıs-1993
12.Hoffman, Banes; Einstein- Yaratıcı ve Başkaldıran, Çeviri: Celal Kapkın,
Evrim Yayınları-1995
13.Infeld, Leopold; Albert Einstein,Çeviren: Cemal Yıldırım, Bilgi
Yayınevi(1999)
14.Kuhn,Thomas; Asal Gerilim (1977), Çev: Yakup Şahan, Kabalcı ya (1994)
15.Lederman, Leon; Tanrı Parçacığı(1993) Çev:Dr.Emre Kapkın Evrim Bilim
dizisi 22(2001)
16. Marshall,Ian-Zohar,Danah; Kim Korkar Schrödinger’in Kedisinden-A’dan
Z’ye Yeni Bilimin Klavuzu,Çeviren: Orhan Düz-Gelenek Yayıncılık-2002
17.Pagels,Heinz R.; Kozmik Kod:Doğanın Dili/Kuantum Fiziği (1981), Çeviren:
Nezihe Bahar, Sarmal Yayınları-Ekim 1993
18.Petrucci ve Harwood, Genel Kimya, Çeviri editörü: Tahsin Uyar, Palme
yayı,Ankara 1994, s: 294-295)
19. Saçlıoğlu, Cihan;Felsefenin Kuantum Mekaniksel Temelleri, TÜBİTAK-BTD(
Ekim 2000)
20.Serway,Raymond A.;Fen ve Mühendislik İçin Fizik (1990),Çev: Kemal
Çolakoğlu Editörlüğünde, Palme Yayıncılık(1995)
21.Tez, Zeki ;KimyaTarihi,V Yayınları -Kasım 1986
22.Weinberg, Steven; Atomaltı Parçacıklar(1990),Çeviren: Zekeriya
Aydın,TÜBİTAK Yayınları(2002)
23. Yıldırım,Cemal; Bilimin Öncüleri,TÜBİTAK Yayınları-Mart 1995
Hiçbir
yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz!! Telif hakları uyarınca
bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden
alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa /
index /Roket bilimi /
E-Mail /CetinBAL/Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology /Ziyaretçi
Defteri /UFO Technology/Duyuru
Kuantum Teleportation /Kuantum Fizigi
/Uçaklar(Aeroplane)
New World Order(Macro Philosophy)
/Astronomy
|
|